Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

ABDÜLVEHHÂB-I MISRÎ

 

Mýsýr evliyâsýndan. Ýsmi, Abdülvehhâb, babasýnýn ismi Ahmed'dir. Lakabý Tâcüddîn, künyesi Ebû Nasr'dýr. Ýbn-i Arabþah ismiyle meþhur oldu. 1410 (H.813) senesinde Türkistân'da bulunan Hâc-ý Tarhân'da doðdu. 1516 (H.922) senesinde Mýsýr'da vefât etti. Bâb-ý Züveyle dýþýnda, kendi dergâhý bahçesine defnedildi.

 

Abdülvehhâb-ý Mýsrî, küçük yaþta babasýyla birlikte Tokat'a, sonra Haleb ve Þam'a gitti. Kur'ân-ý kerîmi okudu ve diðer ilimleri tahsil etti. Arabî ilimleri, fýkýh ilmini ve baþka ilimleri babasýndan okudu. Babasýnýn, Kâdý Þihâbüddîn bin Habâl'dan okuduðu esnâda, Sahîh-i Müslim'i dinledi. Ýbn-i Hacer el-Askalânî'den hadîs-i þerîf dinledi. Alâeddîn es-Sayrafî, el-Mahyavî gibi zâtlar ondan ilim öðrendiler. 1446 senesinde, babasýnýn saðlýðýnda hac ibâdetini yerine getirdi. Ferâiz ilmini Þam'da Þihâbüddîn Ahmed el-Hýmþî'den öðrendi ve bu ilimde özel ihtisâs sâhibi oldu. Þerîf bin Emîr'den güzel yazý yazmayý öðrendi. Sofiyye'den Þeyh Nûreddîn bin Halîl ile karþýlaþýp, ona talebe oldu, ondan feyz alýp yükseldi. Bu arada Þeyh Takýyyüddîn Abdürrahîm el-Evkâcî'nin de sohbetlerine devâm edip, ondan; Sahîh-i Buhârî, Þifâ, Avârif-ül-Meârif adlý eserleri okuyup, mânevî feyz aldý.

 

Dýmeþk'da ve Kâhire'de bir müddet kâdý vekilliði yaptýktan sonra (Þam'a) kâdý tâyin edildi. Kendisini çekemeyenlerin birçok þikâyetlerinden dolayý, buradan ayrýlarak Kâhire'ye geldi. Sargatmýþiyye Medresesi müderrisi Selâhaddîn et-Trablûsî'den boþalan fýkýh müderrisliðine tâyin edildi ve oraya yerleþti. Yaþadýðý beldenin insanlarý kendisine çok ikrâm ve lütufta bulundular. Zamanla cemâati çoðaldý. Sohbet meclisi insanlarla dolup taþardý. Vefâtýna kadar Sargatmýþiyye müderrisliðine ve orada bulunanlara vâz ve nasîhatlarýyla insanlarý hak yola dâvet etmeye devâm etti.

 

Abdülvehhâb-ý Mýsrî; âlim, fâzýl, vekar sâhibi, kâdýlýk görevinde çok dikkatli, âbid, çok ibâdet eden bir zât idi. Dâimâ abdestli bulunurdu. Yüzü, kalbinden taþýp gelen nûrlarla parlardý. Kendisini ahlâkî güzelliklerle bezemiþti. Allahü teâlânýn sevgili bir kuluydu. Yürüyenlerin ayak sesi duyulmasýn diye, dergâhýný siyah keçe ile döþemiþti. Bu husûsu merak edip sormak isteyenlere þöyle derdi: "Derviþlerin yeri Hakk'ýn huzûrudur. Orada ne yüksek bir ses duyulmalý, ne de yüksek sesli bir hareket olmalýdýr."

 

Çok talebe yetiþtirdi. Talebeleri son derece olgun ve nûr yüzlüydüler. Halkýn ve memleketin ileri gelenleri arasýnda onun üstünlüðünü kabûl etmeyen yok gibiydi. Sultanlar ve vâliler her ne arzusu olursa olsun, mutlaka yerine getirip saygýda kusur etmezlerdi.

 

Abdülvehhâb-ý Mýsrî, kýrk yýl yatsý abdesti ile sabah namazýný kýldý. Yirmi beþ sene yaný ve sýrtý üzerine yataða yatýp uyumadý. Hasýr üzerinde, diz üstü oturup uyurdu.

 

Kansu Gavri, Osmanlý Sultâný Yavuz Sultan Selim'le harb etmek üzere hazýrlandýðý zaman, Þeyh Abdülvehhâb-ý Mýsrî ve o beldenin ileri gelen âlimlerinin kendisiyle berâber gelmelerini istedi. Kabûl etmediler. Kansu Gavri, onlarý kendisiyle birlikte Yavuz Sultan Selim'e karþý harbe gitme husûsunda tehdid etti. Þeyh Abdülvehhâb-ý Mýsrî; "Seninle berâber olamayýz. Bizi öldürecek olsan dahi Yavuz'a karþý harbe gitmeyiz. Yavuz'un zaferi muhakkaktýr." dedi ve buyurduðu gibi oldu.

 

Abdülvehhâb-ý Mýsrî buyurdu ki:

 

"Kanâat, bir derviþin az katýk ve az ekmek bulup yemesi deðildir. Asýl kanâat üç günde ancak birkaç lokma yemesidir. O da, canlýlýðýný devâm ettirebilmesi içindir. Daha iyisini yapmak isteyen, beþ günde birkaç lokma ile yetinmeli."

 

"Bir talebe hocasýný kalben sevip, onun izinde gidip tâbi olmadýkça, hakîkî talebe olamaz."

 

Abdülvehhâb-ý Mýsrî hazretlerinin, kelâm, fýkýh, ferâiz, tasavvuf ilimlerine dâir yazdýðý ve bir kýsmý manzûm olan birçok eserleri vardýr. Bu eserleri þunlardýr: 1) Ravdat-ür-Râid fî Ýlm-il-Ferâid, 2) El-Ýrþâd-ül-Müfîd li-Hâlis-it-Tevhîd, 3) Þifâ-ül-Kelîm fî Medh-i Nebiyy-il-Kerîm, 4) El-Cevher-ül-Mindâd fî Ýlm-il-Halîl bin Ahmed, 5) Delâil-ül-Ýnsâf fil-Hilâfiyyât, 6) Feth-ul-Abîr min Feth-il-Habîr fî Ýlm-it-Ta'bîr, 7) Manzûmetün fî Nahv (4000 beyitlik), 8) Letâif-ül-Hikem, 9) Keþf-ül-Kurûb (Bâzý sâlih kimselerin hayatlarýný anlatýr), 10) Eþref-ül-Ensâb, 11) Eþref-ür-Resâil ve Etraf-ül-Mesâil, 12) El-Cevheret-ül-Vad'ýyye.

 

1) Mu'cem-ül-Müellifin; c.6, s.219

2) Ed-Dav-ül-Lâmi'; c.5, s.97, 98

3) Þezerât-üz-Zeheb; c.8, s.5

4) Keþf-üz-Zünûn; s.67,620,759,920,1056,1405

5) Kevâkib-üs-Sâire; c.1, s.257,258

6) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.134

7) El-A'lâm; c.1, s.180

8) Tabakât-ül-Kübrâ; c.2, s.129

9) Brockelman; Gal.2, s.19,20, Sup.2, s.13

10) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.89

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABBÂS BÝN HAMZA EN-NÝÞÂBÛRÎ

 

Hadîs âlimi, hatîb ve velî. Künyesi Ebü'l-Fadl'dýr. Evliyâdan Ebû Bekr Hafîd'in torunudur. 900 (H. 288) senesinde vefât etti. Zünnûn-i Mýsrî ve Bâyezîd-i Bistâmî ile sohbet etmiþtir. Hadîs-i þerîf öðrenmek için memleketleri gezerdi. Evliyânýn meþhûrlarýndan ve Þam'ýn güzel kokulu çiçeði diye meþhur Ahmed bin Ebi'l-Havârî hazretlerinden hadîs-i þerîf okudu. Gündüzleri oruç tutar, geceleri namaz kýlardý. Ýnsanlara doðru yolu gösterir, Ýslâmiyetin emirlerine sýký sarýlmalarý için çok gayret sarfederdi. Vâz ve nasîhatlar ederdi. Bu sebeple "El-Vâiz" lakabýyla meþhûr oldu.

 

Hasan bin Muhammed Niþâbûrî annesinden þöyle nakletti:

Annem vefât etmeden önce bana;

"Sana hâmile iken babandan izin alýp Abbâs bin Hamza'nýn sohbet ettiði yere gittim. Münâsib bir yere durup, onu dinledim. Sohbetini bitirince;

"Ayaða kalkýnýz" dedi. Herkes kalktý ve hep birlikte ellerini açýp duâ etmeye baþladýlar. Ben de el açýp;

"Yâ Rabbî! Bana ilim sâhibi sâlih oðul ihsân et" diye duâ ettim. Sonra eve döndüm. Gece bir rüyâ gördüm, bir zât bana;

"Müjde Allahü teâlâ senin duâný kabul buyurdu. Sana bir erkek evlâd verecek. O âlim ve uzun ömürlü olacak" dedi.

 

Hasan bin Muhammed bunu anlattýktan dört gün sonra vefât etti. Annesinin rüyâsýnda müjdelendiði gibi âlim ve uzun ömürlü bir zât idi...

 

Abbâs bin Hamza hazretleri, hocasý Zünnûn-i Mýsrî'nin þöyle buyurduðunu nakletmiþtir:

 

"Ýnsanlar neyi istediklerini bilselerdi, arzu ettikleri þey için verdikleri onlara zor gelmezdi."

 

"Ey Allahým! Ben nasýl senin rýzân için çalýþmayayým, çünkü sen beni yoktan vâr ettin ve Ýslâmiyetle þereflenmemi nasîb ettin."

 

Abbâs bin Hamza (r.aleyh) buyurdu ki: "Hocam Ahmed bin Ebi'l-Havârî, hocasý Ebû Süleymân Dârânî'den nakletti:

"Bir vaktin insanlarýnýn bozulduðuna alâmet, o insanlarýn korkudan çok ümid içinde olmalarýdýr."

"Ârif olana, devamlý olarak Rabbinin emirlerine itâattan baþka bir hâl yakýþmaz."

 

Yine hocasý Ahmed bin Ebi'l-Havârî'den nakleder:

"Dünyâyý tanýyan ondan vazgeçer, âhireti tanýyan ona sarýlýr, Allahü teâlâyý tanýyan da O'nun rýzâsýna kavuþmak için çalýþýr."

 

 

1) Tabakât-üs-Sûfiyye; s. 25,26,139

2) Tabakât-üþ-Þâfiiyye; c.3, s. 26

3) Nefehât-ül-Üns Tercümesi; s. 121

4) Tabakât-üs-Sûfiyye (Ensârî); s. 119

5) Hazînet-ül-Meârif; c.2, s.165

6) Nesâyim-ül-Mehabbe; s.43

7) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.54

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH AYDERÛSÎ

 

Yemen evliyâsýndan. Ýsmi, Abdullah bin Abdullah bin Abdullah Ayderûs, künyesi Ebû Muhammed'dir. 1538 (H.945) senesinde Yemen'de doðdu.

 

Abdullah Ayderûsî küçük yaþta Kur'ân-ý kerîmi ezberledi. Âlim bir zât olan babasýndan ilim öðrendi.Annesi Fâtýma binti Abdurrahmân da, evliyâlýk derecelerine kavuþmuþ bir hanýmdý. Onun terbiyesi ile yetiþti. Ayrýca dînî ilimleri Þihâbüddîn Ahmed, Hüseyin bin Abdullah, Ahmed bin Abdullah ve baþkalarýndan öðrendi. Sonra, Hindistan'ýn Ahmedâbâd þehrinde bulunan babasýnýn yanýna gitti ve okumaya devâm etti. Daha sonra hacca gitti. Hac farîzasýný yerine getirdikten sonra Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevveredeki birçok âlimden ilim öðrendi. Fýkýh, hadîs, tefsîr ve usûl ilminde yükseldi. Memleketine dönüp ilim ve edeb öðretmeye, ders vermeye baþladý. Çok uzak yerlerden akýn akýn ilim öðrenmeðe geldiler. Hadramût beldesinde ilimde en üstün zat oldu. Pek çok kimse talebesi oldu. Muhammed ve Zeynelâbidîn adýndaki oðullarý ile,Abdurrahmân Sekkâf, Ebû Bekr Þiblî adlarýndaki torunlarý, Ýmâm Abdullah bin Muhammed, Hüseyin bin Abdullah, Þeyhülislâm Ebû Bekr bin Abdurrahmân, Þihâbüddîn, Kâdý Ahmed bin Hüseyn, Fakîh Abdurrahmân bin Akîl, Seyyid Ebû Bekr bin Ali, Hüseyn ve baþkalarý kendisinden ilim öðrendiler.

 

Abdullah Ayderûsî'nin ömrü, hep ilim öðretmekle geçti. Allahü teâlâ ona uzun ömür verdi. Çok cömert olup, îtibâr sâhibiydi. Asrýnýn büyük âlimlerinden olduðunu herkes kabul etti. Yumuþak huyluluðu yanýnda heybetli olmasý ile karþýsýndakine saygý telkin ederdi. Susmasý çok olup, lüzumsuz konuþmazdý. Evinde ibâdetle meþgûl olur, ancak cumâ namazý için veya bir düðün yemeðine çaðrýldýðýnda evinden çýkardý. Evinden çýktýðýnda sokaklar onu görmek ve duâ almak isteyenlerle dolup taþardý. Çok kerâmetleri görüldü. Bir talebesine bir beldeye gidip orada bulunmasýný söyledi, o da gitti. Hocasýna baðlýlýðý ve muhabbeti sebebiyle çok geçmeden orada hizmetler yapýp mânevî derecelere kavuþtu.

 

Sevdiklerinden birinin kýymetli bir eþyâsý çalýnýnca, bu duruma çok üzüldü. Ayderûsî onun bu hâlini görünce; "Falan yere git. Orada bekle, yanýna gelen ilk kimseye aldýðý malý getirmesini söyle." Getirip verirse güzel. Ýnkâr ederse onu al buraya getir." buyurdu. O da yanýna ilk gelen kimseye söyledi. O kimse aldýðý malý getirip eksiksiz teslim etti.

 

Ayderûsî, Yemen'in Terîm þehrinde çok hayýr eserleri yaptýrdý. Yaptýrdýðý mescidler meþhûrdur. Mescid-ül-ebrâr ve Mescid-ün-nûr bunlardandýr. Yolcular ve fakîrlerin istifâdesi için hurma fidanlarý dikti. Uzun bir zaman gözleri görmez oldu. Sonra açýldý. Fazîlet sâhibi kimseler onu medh eden kasîdeler yazdýlar.

 

1610 (H. 1019) senesinin Þubat ayýnýn dokuzunda Perþembe günü ikindi namazýnýn secdesini yaparken vefât etti. Cenâze namazý cumâ günü büyük bir kalabalýk tarafýndan kýlýndý. Cenâzesinde sultan ve devlet adamlarý da yer aldýlar. Önceden Yemen'de Terim kasabasýnýn Zenbil kabristanýnda hazýrladýðý yere defnedildi. Sonra mezarýn üzerine bir de türbe yapýldý.

 

KERÂMETLERÝ ÇOKTU

 

Âriflerden biri rüyâsýnda, Peygamber efendimizi Müdeyhac Mescidinin mihrâbýnda namaz kýlarken gördü. Abdullah Ayderûsî de Peygamberimize uymuþ olarak namaz kýlýyordu. Abdullah bin Ahmed de, Ayderûsî'nin arkasýndaki safta idi. Ayderûsî, câminin sahn (ortasýndaki boþluk) kýsmýnda idi ve üzerine yaðmur yaðýyordu. Rüyâyý gören zât, bu rüyâsýný sâlih bir kimseye anlattý. O kimse rüyâyý þöyle tâbir etti:

 

Bu rüyâ, Ayderûsî'nin Peygamber efendimize tam uyduðuna; yaðmur da, kerâmetlerinin çokluðuna delâlet eder. Çünkü onun kerâmetleri çoktur.

 

1) Hulâsat-ül-Eser; c.1, s.49

2) Nûr-üs-Sâfir; s.200

3) El-Meþre-ur-Revî; c.2, s.135

4) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.15, s.196

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH BÝN ABDÜLAZÎZ

 

Dokuzuncu yüzyýldaki hadîs âlimlerinin meþhûrlarýndan. Ömerî ismiyle de tanýnmýþtýr. 800 (H.184) senesinde Medîne-i münevverede vefât etti. Babasýndan ve diðer âlimlerden hadîs-i þerîf rivâyet etti. Kendisinden ise Süleymân bin Muhammed bin Yahyâ bin Urve bin Zübeyr, Ýbn-i Uyeyne, Ýbn-i Mübârek, Mûsâ bin Ýbrâhim gibi âlimler hadîs-i þerîf bildirmiþlerdir.

 

Ýbn-i Hibbân; "O, zamânýnýn en zâhidi idi. Dünyâya düþkün olmýyan, âbid, hadîs ilminde sika, güvenilir bir âlim idi." demiþtir.

 

Fudayl bin Ýyâd buyurdu ki: "Abdullah bin Abdülazîz ile Ýbn-i Mübârek'in huzûruna gidip, yanýnda bulunmayý çok seviyorum."

 

Ebû Ca'fer el-Hýzâ, Abdullah Ömerî'nin bir gün büyüklerden birisinin þu sözünü naklettiðini bildirdi:

"Kur'ân-ý kerîmi çok okumalý. Çünkü, Kur'ân-ý kerîm, okunup emirlerine uyulduðu zaman Cennet'e götürür."

Abdullah Ömerî hazretleri dâimâ kitaplarýyla beraberdi. Onlarý yanýndan hiç ayýrmazdý. Mutlakâ yanýnda bakacaðý bir kitap bulunurdu. Ona;

"Niçin kitaplarý bu kadar seviyorsun?" dediler. O, bunlara þu sözlerle cevap verdi:

"Ýnsana kabirden daha ibret verici ve daha çok nasîhat eden bir þey yoktur. Yalnýzlýktan daha emin bir þey yoktur. Kitap ise, insana yakýn ve samîmî bir arkadaþtýr."

 

Bir gün þöyle duâ etti:

"Yâ Rabbî! Sana, büyüðümüz, küçüðümüz tövbe ederiz. Tövbelerimizi, doðru kýl. Bizi tövbesine uymayanlardan eyleme, Allahým!".

Ebû Münzir Ýsmâil bin Ömer anlattý. Abdullah Ömerî þöyle diyordu:

"Ýnsanoðlu gaflete dalar ise, Allahü teâlânýn emirlerini yapmaz ve yasakladýðý þeyleri yapmaya baþlar. Ýnsanlardan korkarak, emr-i ma'rûf ve nehy-i an-il-münker; iyiliði emredip, kötülüklerden alýkoyma farzýný terkeder."

Birisi Abdullah bin Abdülazîz'e; "Bana nasîhat et." dedi. Bunun üzerine, o zâta dönerek; "Verâ, þüphelilerden sakýnmak çok kýymetli bir haslettir. Ýnsanýn kalbinde verânýn bulunmasý, bütün dünyâya bedeldir. Onun için, bir þey þüpheli ise ondan sakýn. Yoksa haram iþlersin." dedi.

 

Talebelerinden biri; "Þükredici ve sabredici kimlerdir?" diye sorduðunda, Enes bin Mâlik'den rivâyet ettiði þu hadîs-i þerîfi okudu. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Dünyâ husûsunda, kendisinden yukarý olanlara, din husûsunda kendisinden aþaðýda olanlara bakan kimseyi, Allahü teâlâ þükredici ve sabredici olarak yazmaz. Dünyâ husûsunda kendisinden aþaðýda olanlara bakýp, din husûsunda kendisinden yukarýda olana bakan kimseyi Allahü teâlâ, þükreden ve sabýrlý bir kul olarak yazar."

 

Eshâb-ý kirâma karþý çok muhabbeti vardý. Onlar Peygamber efendimizin en yakýnlarý, dostlarý, arkadaþlarý olduðu için bütün müslümanlarýn onlarý sevmesini emrederdi.

 

Ýbrâhim bin Sa'd'dan rivâyet ettiði þu hadîs-i þerîfi sýk sýk okurdu: "Eshâbým hakkýnda, Allahü teâlâdan korkun. Sakýn benden sonra onlara düþmanlýk yapmayýnýz. Onlarý seven beni sevdiði için sever. Onlara buðzeden, kin tutan, bana düþmanlýðýndan dolayý böyle yapmýþ olur. Onlara eziyet eden, bana eziyet etmiþ olur. Bana eziyet eden, Allahü teâlâya eziyet etmiþ olur. Kim Allahü teâlâya eziyet ederse, Allahü teâlânýn onu cezalandýrmasý çok yaklaþmýþ demektir."

 

Duâlarýn kabûl olmasý ile ilgili olarak sorduklarýnda Peygamber efendimizin þu hadîs-i þerîflerini nakletti: "Allahü teâlâya yalvarýp duâ etmeden önce ma'rufu (iyiliði) emredip, münkerden nehyediniz. Günahýnýza piþman olup, Allahü teâlâdan af ve maðfiret dilemeden önce, elbette Allahü teâlâ sizin duâlarýnýzý kabul etmeyecek. O zaman af ve maðfiret de olunmayacaksýnýz. Yahûdî âlimler ve hýristiyan din adamlarý emr-i ma'ruf ve nehy-i an-il-münkeri terkettikleri için, Allahü teâlâ onlarý, kendi peygamberlerinin lisâný üzere lânetleyip, umumî bir belâ vermiþtir."

 

KABÝR AZABINI HATIRLAYIN

 

Muhammed bin Harb el-Mekkî þöyle anlatýr:

 

Abdullah bin Abdülazîz Ömerî hazretleri yanýmýza gelmiþti. Onun etrafýna toplandýk. Mekke-i mükerremenin ileri gelenleri de oradaydý. Bu sýrada Abdülazîz Ömerî hazretleri baþýný kaldýrýnca, Kâbe-i muâzzamanýn etrafýnda yükselen saraylarý gördü. Þiddetli bir þekilde baðýrarak;

"Ey bu köþkleri bu mukaddes mekanýn yanýna dikenler! Ölünce, yapayalnýz kalacaðýnýz mezarlarýn zifiri karanlýklarýný hatýrlayýnýz. Ey zevk ve sefâ sahipleri, ey dünyâ nîmetleri içerisinde yüzenler! Kabirde, kurtlarýn, böceklerin, yiyecekleri ve gýdâlarý olacaðýnýzý, þu güzel vücutlarýnýzýn, toprak altýnda çürüyeceðini, o gören gözlerinizin akacaðýný, konuþan dillerinizin susacaðýný hiç düþündünüz mü?" Abdülazîz hazretleri bunlarý söyleyince gözleri doldu.

 

1) Hilyet-ül Evliyâ; c.8, s. 283

2) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.5, s. 302

3) Tabakât-ý Ýbn-i Sa'd; c.5, s. 435

4) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.90

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH BÝN ABDÜLAZÎZ (OSMAN) EL-YUNEYNÎ

Evliyânýn büyüklerinden. Ýsmi Abdullah bin Abdülazîz bin Ca'fer el-Yuneynî'dir. Künyesi Ebû Osman'dýr. Doðum târihi bilinmemekle berâber 1136 (H.530) senesinden sonra Sûriye'de Ba'lbek beldesine baðlý Yuneyn köyünde doðduðu kaydedilmiþtir. 1220 (H.617) senesinde vefât etti. Ömrü seksen sene civârýnda idi. Defnedildiði yere türbe yapýldý. Türbesi Ba'lbek'de olup, istifâde edilen bir ziyâretgâhtýr. Þam'da zamânýnýn âlim ve velîlerinden ilim ve feyz alarak yetiþti. Zühd sâhibi, dünyâya düþkün olmayan, heybetli, uzun boylu, cesur, iyiliði emreden, kötülükten sakýndýran, gece-gündüz dîn-i Ýslâmý yaymak için uðraþan, Allahü teâlâyý bir an unutmayan, þâný yüksek, kerâmet sâhibi bir zât idi. Ba'lbek vâlisi kendisini ziyâret ettiðinde, ona adâletle davranmasýný tenbîh eder ve nasîhatta bulunurdu.

 

Es-Sehâvî þöyle anlatýr:

"Ebû Osman el-Yuneynî, senede üç dirhem ile geçinirdi. Bir dirhemiyle un alýr, bir dirhemiyle yað, bir dirhemiyle de bal alýrdý. Bunlarý karýþtýrýp, yuvarlak yuvarlak üç yüz altmýþ tâne köfte gibi parçalar yapardý. Bayram günleri hariç devamlý oruçlu olduðundan her akþam biri ile iftâr ederdi."

 

Ýbn-i Þühbe Târih-i Ýslâm adlý eserinde onun için;

"Ebû Osman, aslen Ba'lbek köylerinden olan Yuneyn köyündendir. Kerâmet sâhibi bir zât olup, nefsiyle çok mücâdele ederdi. Kimseden bir þey almazdý. Aza kanâat eden iffet sâhibi bir zât idi." demiþtir.

 

Þeyh Muhammed bin Ebi'l-Fadl þöyle anlatmýþtýr:

"Zamânýn sultâný Sultan Îsâ, bir gün Abdullah bin Abdülazîz hazretlerinin huzûruna gelip;

"Efendim! Bize duâ ve nasîhat ediniz." deyince;

"Ey Sultan! Zulümden, kötülüklerden, þakî olmaktan sakýn. Babanda bu haller görülmüþtü. Sen öyle olma!" dedi."

 

Bu sultan da, tebeasýna âdil davranmýyordu. Bu bakýmdan, söylenilen sözlere kulak asmadan kalkýp gittiði gibi Abdullah bin Abdülazîz hazretlerine de bir hîle yapmayý düþündü. Üç bin altýn götürüp, hediyemizdir, ihtiyaçlarýnýza harcayýnýz diye vererek deneyecek, kabul ederse hemen geri alacaktý. Ertesi gün hilesini yapmak üzere huzuruna tekrar gitti. Yanýnda götürdüðü üç bin dirhemi önüne býrakýp;

"Efendim, bunlar size hediyemizdir. Buyurun, dergâhýnýzýn ihtiyaçlarýna harcarsýnýz!" dedi.

Abdullah bin Abdülazîz hazretleri sultana vakar ve heybetle bakýp;

"Ey câhil! Kalk hemen buradan git! Bizi denemeye kalkýþýyorsun! Biz Allahü teâlâya duâ edersek yer yarýlýr seni yutar. Bizi parayla ölçmek istiyorsun. Biz isteyince Allahü teâlânýn izniyle þu oturduðumuz seccâdenin altýndan, birinden gümüþ diðerinden altýn akan iki çeþme ortaya çýkar! Su gibi altýn ve gümüþ akar." dedi.

 

Bu sözleri söyledikten sonra seccâdenin kenarýný kaldýrdý. Huzûrunda bulunanlar iki çeþme gördüler, birincisinden altýn diðerinden de gümüþ su gibi akýyordu.

 

Abdullah bin Abdülazîz hazretlerinin zamânýnda Melîk Emced bir imârethâne yaptýrýyordu. Binânýn inþâsýnda büyük taþlar kullanmak istedi. Beldesinde bulunan büyük taþlarýn kýrýlýp yontulmasýný emretti. Ancak bu iþle uðraþanlar taþlarý parçalamaya güç yetiremediler. Ne kadar uðraþtýlarsa da âletleri bu iþ için kâfi gelmedi ve çaresiz kaldýlar. Abdullah bin Abdülazîz hazretlerine gidip durumu anlattýlar ve yardým istediler. O da yardým etmeyi kabûl edip taþlarýn bulunduðu yere geleceðini söyledi. Beklemeye baþladýlar. Baktýlar ki havada yürüyerek geliyor. Sonra, gelip havada tam taþlarýn üstünde durdu. Taþlar onun himmetiyle ve Allahü teâlânýn izniyle gözleri önünde istenildiði gibi parça parça ayrýldý. Bu hâdiseye çok þaþan iþçiler, gidip durumu Melik Emced'e anlattýlar. Melik buna hem çok hayret etti hem de pek memnun oldu. Derhal huzuruna gidip hürmetle elini öperek teþekkür etti.

 

Ýbn-i Þühbe þöyle anlatmýþtýr:

 

Hanýmýmýn bir örtüye ihtiyâcý vardý. Satýn almamý istedi. Borcum olduðunu, bu sebeple alamayacaðýmý söyledim. O gece uyudum. Rüyâda bana; "Ýbrâhim Halîlullah'ý görmek istersen, Abdullah bin Abdülazîz el-Yuneynî'ye bak!" dendi.

 

Sabahleyin, Abdullah el-Yuneynî'nin bulunduðu yere gittim. Beni görünce, beklememi istediler ve evlerine gidip geldiler. Berâberlerinde, bir örtü ve borcum kadar para vardý. Onlarý bana verdi. Alýp evime döndüm.

 

Abdullah bin Abdülazîz hazretlerinin vefâtý þöyle anlatýlýr:

 

Bir cumâ günü yýkanmak üzere hamama gitti. Cumâ namazý için gusl abdesti aldý. Sonra câmiye gelip, cumâ namazýný kýldý. Sonra Dâvûd ismindeki müezzine;

"Ey Dâvûd! Sen cenâze yýkar mýsýn? Yarýn sabah bak neler olacak!" dedi.

 

Müezzin bir þey anlamayýp;

"Efendim biz sizin emrinizdeyiz." diyebildi.

 

Oradan ayrýlýp dergâhýna geldi. Talebelerini, her zaman altýnda oturduðu aðacýn yanýna çaðýrdý ve;

"Beni, buraya defnedin!" diye vasiyet etti. O gece bütün talebeleriyle sohbet etti ve onlara ayrý ayrý duâ etti.

Talebelerinden biri;

"Efendim zât-ý âliniz için, tatlý menbâ suyu getirmiþler içer misiniz?" diyerek ikrâm etti.

 

Suyu alýp içti. Kalanýyla da abdest aldý. Sabah namazýný cemâatle kýldýktan sonra, her zaman çýktýðý minderin üzerine çýkýp, kýbleye doðru baðdaþ kurup oturdu. Her zaman olduðu gibi tesbihi elinde idi. O hâlde hiç kimse ile konuþmadý. Herkes onun uyuduðunu zannedip yavaþça oradan ayrýldý.

 

Bir ara hizmetçisi bir þey sormak için yanýna girdi. Uyuyor zannederek geri çýktý. Bir süre sonra; "Hocamýz bu kadar geç kalmazdý!" diye düþünerek, tekrar odaya girdi ve;

"Yâ Seyyidî, ey efendim!" diye seslendi. Ebû Osman el-Yuneynî hiç ses vermedi. Yanýna gidip baktýðýnda, vefât ettiðini gördü. Hemen Melik Emced'e haber verdiler. Derhal dergâha geldi. Ebû Osman Abdullah'ýn hiç renginin deðiþmediðini ve baðdaþ kurmuþ bir hâlde vefât etmiþ olduðunu gördü. Cenâze iþlerine baþladýklarýnda Müezzin Dâvûd gelip, Ebû Osman Abdullah'ý yýkadý. O zaman Müezzin Dâvûd'a;

"Yarýn sabah bak neler olacak." demesinin, vefâtýna iþâret olduðunu anladýlar. Vasiyeti üzere, talebeleriyle altýnda sohbet ettiði aðacýn dibine defnedildi. Daha sonra buraya velilerden pek çok kimse defnedildi.

 

Abdullah bin Abdülazîz el-Yuneynîhazretleri bir þiiri devamlý okuyup, aðlardý. Bu þiirin mânâsý þöyledir:

 

"Ey benim þefâatçým! Bütün arzum, özlem ve iþtiyâkým sizedir. Bütün kerîmler, cömertler kendilerinden þefâat istenilince kâbûl ederler. Benim özrüm, sizin arzunuzda esir olmaktýr. Aþk ateþiyle yanýp esir olan kiþilerin boynu bükük olur. Benim size olan bu özrümü kâbûl ederseniz ne iyi ve ne güzeldir. Eðer kabûl etmezseniz, seven büyük bir yük yüklenmiþtir. Size karþý benim sabrým vardýr. Benim için bu sevgiliye kavuþmak, ulaþmak vardýr."

 

BUNLAR ÞARAPTI

 

Kâdý Yâkûb þöyle anlatýr:

 

Birgün Þam'da bir mescidin kenarýndaydým. Orada bir köprü vardý. Hava çok sýcaktý. Abdullah el-Yuneynî, abdest almak için dereye indi. O sýrada bir nasrânî, þarap yüklü katýrý ile köprüden geçiyordu. Katýr bir ara ürktü ve yük yere yýkýldý. Çevrede baþka kimse yoktu. Abdullah el-Yuneynî, yukarý çýkýp bana;

"Yükü yüklemeye yardým et!" dedi.

 

Nasrânîye yardým ettim ve yükü katýra yükledik. Nasrânî, oradan uzaklaþýp gitti. Kendi kendime; "Bu zât böyle yapmamý niye istedi?" diye düþündüm. Sonra nasrânîyi tâkib ettim. Nasrânî, katýrýyla þarap satan bir dükkânýn önüne geldi. Katýrdaki yükü indirip açtý. Hepsi sirke olmuþtu.

Þarap satýcýsý;

"Yazýklar olsun sana! Senden þarap getirmeni istedim. Bunlar sirke!" dedi.

 

Nasrânî hayretten dona kalmýþtý. Þaþkýnlýðýndan aðlamaða baþladý ve;

"Bunlar þaraptý. Fakat neden sirke oldu sebebini anladým!" diyerek hemen katýrýný bir yere baðladý. Doðru Abdullah bin Abdülazîz hazretlerinin dergâhýna koþtu. Huzûruna girer girmez: "Eþhedü enlâ ilâhe illallah ve eþhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühü." diyerek müslüman oldu ve artýk huzûrundan ayrýlmayýp talebeleri arasýna girdi.

 

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s. 110

2) Þezerât-üz-Zeheb; c.5, s.73

3) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.7, s.378

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH BÝN ABDÜLGANÎ EL-MAKDÝSÎ

 

Evliyânýn büyüklerinden, hadis ve Hanbelî mezhebi fýkýh âlimi. Künyesi Ebû Mûsâ olup, ismi, Abdullah bin Abdülganî bin Abdülvâhid bin Ali el-Makdisî'dir. Lakabý Cemâlüddîn'dir. 1185 (H.581) senesi þevvâl ayýnda doðdu. 1232 (H.629) senesi ramazan ayýnda cumâ günü Þam'da vefât etti.

 

Abdullah el-Makdisî, Kur'ân-ý kerîmi amcasý Þeyh el-Ýmâd'dan öðrendi. Fýkýh ilmini Þeyh Muvaffakuddîn'den, Arab dilinin inceliklerini ise Ebi'l-Bekâ el-Akberî'den öðrendi. Þam'da; Abdurrahmân bin Ali el-Harkî, Ýsmâil el-Cinzevî ve Ebû Tâhir el-Huþûî'den, Baðdâd'da; Abdülmün'îm bin Küleyb, El-Mübârek bin Matuþ ve Mes'ûd El-Cemâl'dan, Ýsfehan'da; Halîl er-Râzânî ve Ebü'l-Mekârim el-Lebbân'dan, Mýsýr'da; Ebû Abdullah el-Ertâhî ve oðlu Sa'd-ül-Hayr'dan, Niþâbûr'da; Mensûr el-Ferâvî, El-Müeyyid et-Tûsî'den ve birçok âlimden hadîs-i þerîf dinledi, yazdý ve rivâyette bulundu. Bunun yanýnda Mûsul, Erbil, Mekke ve Medîne'ye de gidip hadîs-i þerîf dinledi.

 

Kendisinden ise; Hâfýz ez-Ziyâ, Þeyh Þemsüddîn, Þeyh-ül-Fahr, Þems ibni Hâzým, Þems Ýbn-ül-Vâsýtî, Nasrullah bin Iyâþ, Nasrullah Sa'd-ül-Hayr ve birçok âlim hadîs-i þerîf rivâyetinde bulundular. Kendisinden icâzet (diploma) almak sûretiyle en son rivâyette bulunan, Kâdý Takýyyüddîn el-Hanbelî'dir.

 

Ýbn-ül-Hacîb onun hakkýnda

 

Hâfýz Cemâlüddîn, saðlam, güvenilir, dînine son derece baðlý bir zâttýr. Emâneti koruma, mârifet, ezberinin kuvvetli olmasý hususlarýnda, zamânýmýzda bir benzeri yoktu. Çok mütevâzî, heybetli, vakûr, aðýrbaþlý, cömert, müsâmehakâr, aklý selîm sâhibi, özür dileyenin özrünü kabûl edici, çok ibâdet eden, vera' sâhibi, her an nefsi ile mücâdele eden bir zât idi." demektedir.

 

Hâfýz ez-Ziyâ ise onun hakkýnda; "Kur'ân-ý kerîmi kýrâatýna uygun, doðru ve güzel okurdu. Ebû Mûsâ, fýkýh ve hadîs-i þerîf ilimlerinde zamanýnýn büyük âlimi oldu. Birçok yere ilim öðrenmek için gitti. Çok kere bu yolculuklarý yürüyerek yaptý. Her hâliyle örnek, kendisine uyulan bir zât oldu. Ýnsanlar, onun derslerinden çok istifâde ettiler." demektedir.

 

Ebû Mûsâ, Ýsfehan veNiþâbûr'a ilim öðrenmek için yalýnayak giderdi. Yolda açlýk ve susuzluk sýkýntýlarýna da göðüs gererdi. Melik el-Eþref, onun için Sefh'de kendi ismiyle bir hadîs külliyesi yaptýrdý ve Ebû Mûsâ'yý buraya idareci ve müderris tâyin etti.

 

Zekîyyüddîn el-Berzâlî ise; "Hâfýz Cemâlüddîn, saðlam, dînine baðlý olup ve doðruyu yanlýþtan ayýrýrdý." demiþtir.

 

Muhammed bin Selâm onun için; "Ebû Mûsâ, bir müzâkere, ders meclisi kurdu. Pek çok kimse akýn akýn ona koþtu. O, ilim ve edeb olarak bütün üstünlükleri kendisinde toplamýþtýr." demektedir.

 

Ebû Mûsâ hazretleri vefât ettikten sonra, talebelerinden pek çoðu rüyâda gördüler. Bir talebesi onu rüyâda gördü ve; "Size nasýl muâmele yapýldý?" diye sordu. "Allahü teâlânýn ihsâný ve ikrâmý ile nîmetler içindeyim." dedi. Bir baþkasý onu rü'yâsýnda gördü ve; "Haliniz nasýldýr?" diye sordu. Ona da; "Hayra kavuþtum." diye cevap verdi.

 

Ebû Mûsâ el-Makdisî bir talebesine rü'yâda þöyle dedi:

 

Yavrum! Benim, dünyâda iken okuduðum ve size yazdýrýp öðrettiðim duâya devâm et. O duâ, sana yazdýrdýðým falan kâðýttadýr. O duâ; "Yâ Rabbî! Sen benim Rabbimsin. Senden baþka ilâh yoktur. Ancak sen varsýn. Beni yoktan yarattýn. Ben senin kulunum." duâsý olup, dünyâda çok okunmasý sebebiyle burada kurtuluþuma sebeb oldu. Ona devâm et!

 

Vefâtý sebebiyle, Yûsuf bin Abdülmün'îm, söylediði kasîdede onun hakkýnda özetle þöyle der: "Ölümüyle berâber sevinç ve neþ'enin yok olduðu kimseye üzülmemek elde deðildir. Þâyet o kiþi yaþasaydý, dîni öðretir, insanlara Allahü teâlânýn yolunu gösterir ve sünnetleri yayardý."

 

1) Zeyl-i Tabakât-ý Hanâbile; c.2, s. 185

2) Þezerât-üz-Zeheb; c.5, s. 131

3) Mu'cem-ül-Müellifin; c.6, s. 76

4) Tezkiret-ül-Huffâz; c.4, s. 1408

5) Tabakât-ül-Huffâz; s. 495

6) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.7 s. 381.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH BÝN AVN

 

Peygamber efendimizin arkadaþlarýný gören büyük velîlerden. Ýsmi Abdullah bin Avn bin Ertabân el-Müzenî'dir. Ýbn-i Avn diye de bilinir. Basra'da doðdu. Doðum târihi bilinmemektedir. Hadîs-i þerîf mütehassýsý olarak Basra'da þöhret buldu. 768 (H.151) senesinde vefât etti.

 

Abdullah bin Avn, devrinin büyük âlimlerinden okudu. Hadîs-i þerîf ilminde zamânýn önde gelen âlimleri arasýna girdi. Semâme bin Abdullah bin Enes, Muhammed ibni Sîrîn, Ýbrâhim en-Nehaî, Ziyâd bin Cübeyr bin Hayve, Kâsým bin Muhammed, Hasan-ý Basrî, Þa'bî, Mücâhid ve baþkalarýndan hadîs-i þerîf rivâyet etti.

 

Hadîs-i þerîf öðrenmek için Mekke, Medîne, Kûfe, Basra ve daha pek çok yere seyahat etti. Ýmâm-ý A'meþ, Dâvûd bin Ebî Hind, Süfyân-ý Sevrî, Þû'be, Ebû Yahyâ el-Kattân, Abdullah ibniMübârek, Vekî bin Cerrâh, Muâz ibni Muâz, Muhammed bin Abdullah el-Ensârî ve baþkalarý kendisinden hadîs rivayet ettiler.

 

Büyük âlim Kurre (rahmetullahi aleyh) der ki:

 

"Biz Ýbn-i Sîrîn'in verâsýna, haram ve þüphelilerden sakýnmasýna hayrân idik. Fakat Abdullah ibni Avn, onu bize unutturdu. O bu hususta çok ileri mertebelerde idi."

 

Bikâr bin Abdullah es-Sîrînî anlatýr:

 

"Ýbn-i Avn'ýn kimseyle alay ettiðini görmedim. Çünkü o, kendi hâlinde ve nefsiyle meþguldü. Günden güne olgunlaþýyor, tasavvufta git-gide yükseliyor ve derecelere kavuþuyordu.

 

Abdullah bin Avn hazretleri her gün sabah namazýný talebeleri ile kýlar, kimseyle konuþmadan, kýbleye karþý oturur, Allahü teâlâyý zikrederdi. Bu hal güneþin doðmasýna kadar sürerdi. Talebeleri de ayný þekilde yapardý. Güneþ doðduktan sonra onlara dönüp, derse baþlar ve nasîhat ederdi.

 

Bir defâsýnda; "Akýllý bir kimse bir hatâ iþlediðinde ne yapalým?" diye kendisine soruldu. Buyurdu ki:

 

"Akýllý bir kimseyi, iþlediði hatâ için azarlamak yakýþmaz. Þu zamânýmýzda da durum budur. Kim birini incitirse, daha þiddetli azarý bir baþkasýndan kendisi duyar."

Abdullah bin Avn, boþ ve faydasýz þeyler konuþmaz, insanlarýn hayrýna olan þeyleri anlatýrdý. Bulunduðu yerde kendisinden çok güzel koku yayýlýrdý. Temiz ve güzel giyinirdi.Belli zamanlarda evine kapanýr, sükût ve tefekkürle vakit geçirirdi. Ýyi iþlerini gizler, belli etmezdi. Ana ve babasýna iyiliði çoktu. Onlarýn yediði kaptan hiç yemek yemezdi. Bu sebeple kendisine sordular: "Ey Allahýn sevgili kulu niçin böyle yapýyorsun?" Cevâben buyurdu ki:

 

"Korkarým, yediðim kaptaki bir lokmada, onlarýn gözü olur da farkýna varmadan alýp yiyebilirim."

 

Bir gün annesi çaðýrdý. Biraz sert bir þekilde cevap vermiþti. Sonra bu hâline çok üzüldü. Hemen gitti ve bu hareketine keffâret olsun diye, iki köle âzâd etti.

 

Evlerinin hepsinde müslümanlar parasýz otururdu. Ýsteyeceði ücret onlara çok gelebilir düþüncesiyle hiç kira almazdý. Diline sâhib olup, hiçbir zaman kötü söz söylemezdi. Yaptýklarýndan piþman olmayan akl-ý selîm sâhibiydi. Kur'ân-ý kerîmi çok okur, cemâate devâm ederdi.

 

Ýbn-i Mus'ab'a; "Abdullah bin Avn hakkýnda ne dersin?" denilince;

 

"Avn oðlu ile yirmi dört sene berâber kaldým. Her þeyine dikkat ettim. Her hâliyle dînimize uygun yaþayýþýnýn netîcesinde meleklerin ona bir hatâ yazmadýðý kanâatine vardým." cevabýný verdi.

 

Yahyâ el-Kattân da;

 

"Avn oðlu Abdullah'ýn üstünlüðü, insanlar arasýnda dünyâyý en fazla terketmiþ olmasý bakýmýndan deðil, diline sâhib olmasý bakýmýndandýr. O, insanlar arasýnda diline en fazla sâhib olanlardandýr."

 

Ýbn-i Mübârek onun için; "Onun gibi namaz kýlan görmedim." dedi. Âlimlerden Ravh ismindeki bir zât da; "Ondan daha ibâdet edici birisini görmedim." buyurdu.

 

Abdullah ibni Avn hiç kýzmazdý. Bir gün birisi kendisini kýzdýrmak istedi, ona dönüp; "Allahü teâlâ sana iyilikler versin." cevabýný verdi ve duâ etti.

 

Muhammed bin Fudale anlatýr:

 

Peygamber efendimizi rüyâda gördüm. "Ýbn-i Avn'ý ziyaret ediniz. Çünkü Allahü teâlâ ve Resûlü onu çok seviyor." buyurdu.

 

Bikâr binAbdullah es-Sîrînî, onun bir gün oruç tutup bir gün tutmadýðýný söyler.

 

Ýbn-i Mübârek'e; "Ýbn-i Avn ne ile bu dereceye yükseldi?" diye sorulunca; "Doðrulukla." cevabýný verdi.

 

Abdullah ibni Avn vasiyetlerinde;

 

"Ey kardeþlerim! Sizin için üç þeyi seviyorum. Kur'ân-ý kerîmi gece-gündüz okumanýzý, cemâate devâmýnýzý ve kötü iþlere mâni olmanýzý." buyurdu.

 

1) Hilyet-ül-Evliyâ; c.3, s. 37

2) Tezkiret-ül-Huffâz; c.1, s. 156

3) El-A'lâm; c.4, s. 111

4) Tabakat-ül-Kübrâ; c.1, s.64

5) Tehzîb-üt-Tehzîb, c.5, s. 346

6) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild 2, s.91

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH BÝN EBÛ BEKR EL-AYDERÛS

 

Evliyânýn büyüklerinden. Ýsmi, Abdullah bin Ebû Bekr bin Abdürrahmân es-Sekâfî el-Ayderûs, künyesi Ebû Muhammed'dir. 1408 (H.811) senesinde doðdu.

 

Babasý, Abdullah Ayderûs doðmadan önce Allahü teâlâya kendisine sâlih bir evlat vermesi için yalvarýrdý. Evine sohbet için birçok velî gelirdi. Bir defâsýnda onlardan duâ istedi. Onlar duâ edince, o sýrada gâibden bir ses duyuldu. Bu ses; "Duâ kabûl oldu. Ýsteðiniz olacak." diye yankýlanýyordu. Doðmadan önce dedesi; "Doðacak bu çocuk büyük bir velî, doðu ve batýnýn kutbu olacak." buyurdu. Doðduktan sonra velîlerden olan dedesi ismini ve künyesini koyarak, mânevî himâyesine aldý. Küçük yaþta ilim öðrenmeye baþlayan Abdullah Ayderûs, dedesinin yanýnda Kur'ân-ý kerîmi ezberledi. 8 yaþýnda iken dedesi vefât etti. Vefât etmeden önce Abdullah'ýn þânýnýn yüksek olacaðýný söyledi. Sonra yetiþmesini babasý üzerine aldý. Babasý ona çok deðer verir ve; "Bu oðlum Abdullah'da Peygamber efendimizin kokularýndan bir koku duyuyorum." derdi. Fakat 10 yaþýna basýnca babasý da vefât etti. Bunun üzerine yetiþtirilmesini amcasý Þeyh Ömer Muhdâr üzerine aldý ve onu kýzý ile evlendirdi.

 

Amcasý Ömer Muhdâr, ayný zamanda onu tasavvuf yolunda yetiþtirdi. Amcasýndan birçok ilim ve ism-i a'zamý öðrendi. Ayrýca Sa'd bin Abdullah Ubeyd, Abdullah Bahrâve, Ýbrâhim bin Muhammed Hürmüz ve Abdullah Guþeyr'den fýkýh öðrendi, Tenbîh, Hulâsa ve Minhâc kitaplarýný okudu. Ayrýca Muhammed bin Hasan ve amcalarý Ahmed, Muhammed ve Hasan'dan tasavvuf ilmini öðrendi. Sayýlamayacak kadar âlime talebelik etti ve ilim öðrendi.

 

Abdullah Ayderûs hep nefsine karþý çýktý. Yedi sene orucunu yedi hurma tanesi ile açtý ve baþka bir þey yemedi. Çok açlýk çekti. Annesi yemek yemesini ister, o da muhâlefet edemezdi. Fakat nefsi pay çýkardýðý için bundan vazgeçti. Yirmi sene bir yatakta yatýp uyumadý.

 

Ayderûsî yirmi beþ yaþýnda iken amcasýÖmer Muhdâr vefât etti. Bunun üzerine halk, Muhammed bin Hasan'a mürâcaat ederek Ömer Muhdâr'ýn vazîfesini yapmasýný istediler. O da istihâre yaptýktan sonra bu iþe Abdullah Ayderûsî'nin daha lâyýk olduðunu söyledi. Ayderûsî ise bu vazîfeyi, genç olduðunu ve amcalarýnýn bu iþe kendisinden daha lâyýk olduðunu söyleyerek kabûl etmek istemedi. Fakat amcalarýnýn ýsrarlarý üzerine, ders vermeye ve talebe okutmaya baþladý. Dört bir taraftan gelen talebeler kendisinden fýkýh, tefsîr, hadîs ve tasavvuf yolunu öðrendiler. Sohbetlerinde devlet ileri gelenleri bulunurdu. Ýmâm-ý Gazâlî'nin Ýhyâu Ulûmiddîn kitabýný çok okurdu. Neredeyse ezberlemiþti.Bunu talebelerine de tavsiye ederek; "Bizim için kitap ve sünnetin dýþýnda bir yol, bir usûl yoktur. Bu yolu da musanniflerin efendisi, müctehidlerin sonuncusu, Hüccet-ül-Ýslâm Ýmâm-ý Gazâlî, Ýhyâu Ulûmiddîn adlý eserinde açýklamþýtýr. Bu eser, Kitab (Kur'ân-ý kerîm), Sünnet (hadîs-i þerîfler), tarîkat ve hakîkatin açýklamasýndan ibârettir." buyurdu.

 

Abdullah Ayderûsî cömerd, ikrâm sâhibi idi. Bütün malýný, mevkýini müslümanlara tahsis ederdi. Herkese durumuna göre muâmele eder ve herkesin seviyesine inerdi. Konuþtuðu kimse onun en çok kendisini sevdiðine inanýrdý.

 

Abdullah el-Ayderûs; dünyaya düþkün olmayýp haram ve þüpheli þeylerden çok sakýnan bir zât idi. Kerâmetleri ve menkýbeleri çoktur.

 

Abdullah el-Ayderûs'un hanýmý Âiþe binti Ömer Muhdâr çok aðýr hasta oldu. Akrabâlarýndan bir haným onun odasýna girdi. Âiþe hanýmýn sanki nefes almasý durmuþtu. Kadýn iyice anlamak için, Âiþe hanýmý saða sola çevirdi. Hiç ses alamadý. Abdullah el-Ayderûs'a haber verince, hanýmýnýn yanýna girdi. Dedikleri gibi nefes almadan yatýyordu. Hanýmýna duâ edip üç defâ ismi ile seslendi, üçüncü sesleniþte, Allahü teâlânýn izni ile hanýmý cevap verdi ve hastalýktan kurtulmuþ olarak kalktý.

 

Allahü teâlâ, daha birçok hastaya, Abdullah el-Ayderûs hazretlerinin duâsý ile þifâ ihsân etmiþtir.

 

Þöyle anlatýlýr:

 

Ali bin Ömer Meþûs isimli sâlih bir zât vardý. Bu zât, bir gün hanýmýna bedduâ etti. Hanýmý bir hastalýða yakalanýp bîtâb düþtü. Bunun üzerine piþman olan ve üzülen o zât, hemen Ebû Muhammed el-Ayderûs'un yanýna gidip durumu anlattý. Ebû Muhammed el-Ayderûs, o zâtý bir daha bedduâ etmekten men etti ve; "Sen þimdi hanýmýnýn yanýna git." dedi. O zât hanýmýnýn yanýna gittiðinde, onun, sapasaðlam olduðunu gördü; "Sen nasýl oldu da böyle iyileþtin?" diye sordu. Hanýmý; "Sen gittikten bir süre sonra uyumuþum. Rüyâmda Þeyh Abdullah yanýma geldi ve benim üzerime Mâþâallah okudu. Sonra da bana; "Kalk." dedi. Uyanýp kalktým ve Allahü teâlânýn izniyle yürüdüm." cevabýný verdi.

 

Abdürrahmân Hatîb isimli bir zâtýn, sað elinde bir yara çýktý ve kýsa zamanda yayýldý. Eli þiþti. Bu durum karþýsýnda çok korktu ve ne yaptý ise çâre bulamadý. Kime gitti ise, yarasý daha da azdý. Sonunda o zât Ebû Muhammed el-Ayderûs hazretlerinin yanýna gelip durumunu arz etti. Þeyh Ebû Muhammed, yarasýna baktý. Sonra eliyle þiþkin olan yaranýn üzerini meshetti. Bâzý ilâçlar sürdü. "Þifâ Allahü teâlâdan." buyurdu. Orasý iyileþti ve yaradan eser kalmadý.

 

Ebû Muhammed el-Ayderûs zamânýnda, bulunduðu beldenin ileri gelenlerinden bir kiþinin, bir kýz çocuðu vardý. O kiþi kýz çocuðunu çok severdi. Bir gün kýzýn gözü aðrýmaya baþladý. Sonunda kýzýn gözü kapandý. O zât, kýzýný alarak, Þeyh Ebû Muhammed'in yanýna getirdi. Kýzýnýn sýhhate kavuþmasý için duâ istedi. Þeyh Ebû Muhammed, þifâsý için Allahü teâlâya duâ etti. Sonra eli ile gözün üzerine meshetti. Allahü teâlânýn izni ile o kýzýn gözleri iyileþti.

 

Süleymân bin Ahmed-i Bahnâk þöyle anlatýr:

 

Bir zaman küffâr beldesinde idim. O sýrada çok hastalandým. Yanýmda Þeyh Abdullah el-Ayderûs'un bir elbisesi vardý. Onu giydim ve Abdullah Ayderûs'u vesîle ederek Allahü teâlâdan þifâ dileðinde bulundum. Sonra yatýp uyudum. Rüyâmda; kendimi katýra binmiþ gördüm, peþimde de bir grup çocuk vardý. Çocuklar; "Yâ Hannân, yâ Mennân âfi Süleymân (Yâ Hannân, yâ Mennân Süleymân'a þifâ ver)!" diye yalvarýyorlardý. Sabah kalktýðým zaman, hastalýðýmdan hiç eser yoktu.

 

Abdullah el-Ayderûs'un zamânýndaki sultanýn bir kýz kardeþi vardý. Bu hanýmýn pekçok mücevheri vardý. Bir gün mücevherler çalýndý. Bu hâle sultan çok kýzdý ve; "Mücevherleri kim aldý ise, onu öldüreceðim." dedi. Abdullah el-Ayderûs bunu haber alýnca, hemen sultanýn yanýna gitti ve bir süre nasîhat etti:

 

"Yâ Sultan! Sen hiç bir kimseye zarar verme. Mücevherler bulunur." dedi.

 

Bu söz üzerine sultan ferahladý. Gece olunca, Abdullah el-Ayderûs yanýna bir talebesini alarak, sarayda çalýþan bir görevlinin evine gitti ve mücevherlerin hepsini istedi. O kiþi, Abdullah el-Ayderûs'un heybetinden korkarak mücevherleri verdi. Abdullah el-Ayderûs oradan ayrýlýp, Þeyh Ömer mescidinin yanýna geldi. Yanýndaki talebesini saraya gönderip, sultanýn kýz kardeþini çaðýrttý. O gelince, ona mücevherlerinin nasýl olduðunu sordu. O da, hepsini bir bir târif etti. O kiþiden aldýðý mücevherler arasýnda bulunan ve târif edilen vasýflara uyan mücevherleri sultanýn kýz kardeþine verdi. Geri kalan mücevherleri de, sâhibine götürüp teslim etti.

 

Bir gün kadýnýn biri küçük çocuðuyla birlikte bir bahçenin önünden geçiyordu. Kadýn bahçedeki meyvelerden çalmak istedi ve çocuðu bir kenara býrakýp aðaca çýktý. Bir mikdâr meyve topladý. Aþaðý indiðinde oðlunu hareketsiz bir hâlde buldu. Bunun üzerine aðlayýp feryâd etmeye baþladý. Oradan geçenler bu bahçenin Seyyid Abdullah hazretlerine âid olduðunu söylediler. O zaman kadýn tövbe etti. Topladýðý meyveleri geri verdi. Çocuðunu alýp giderken çocuðunun tekrar eski hâline geldiðini gördü.

 

Abdullah el-Eyderûs hazretleri bir gün bir yerde uyudu. Bu arada namaz vakti girdi. Bir zât onu namaz kýlmasý için uyandýrdý. Namaz vaktinin girdiðini bildirdi. Bunun üzerine Abdullah-ý Ayderûsî ona; "Ben namazýmý cemâatle kýldým." dedi. O zât kendi kendine; "Hâlbuki ben buradan hiç ayrýlmadým. O ise cemâatle kýldýðýný söylüyor." diye düþündü. Dýþarý çýkýp gördüklerine; "Size namazý kim kýldýrdý?" diye sorunca onlar da; "Þeyh Abdullah-ý Ayderûsî" cevâbýný verdiler. O zât bu durumun Abdullah-ý Ayderûsî'nin kerâmeti olduðunu anladý.

 

Duâsý makbuldü. Abdullah bin Ali Kesîri, vefât edince, oðullarý Muhammed ile Bedr arasýnda ihtilaf çýktý. Bedr, Þuyun denen yeri iþgâl etti ve burada yaþayan Ebû Bekr bin Herise isminde velî bir zâtý hapsedip çeþitli eziyet ve iþkenceler yaptý. Bunun üzerine o zâtýn talebeleri Abdullah-ý Ayderûsî'nin huzûruna gelip hocalarýna yapýlan iþkencenin hafifletilmesi ve hapisten kurtulmasý için duâ etmesini istediler. Ona duâ edip, korkmamasý için haber gönderdi. Ebû Bekr bin Herise bundan sonra yapýlan iþkencelerden acý duymadý. Bir müddet sonra onu hapishâneden çýkardýlar.

 

Vefâtý yaklaþtýðýnda talebelerine, sevdiklerine tavsiye ve nasîhatta bulundu. Oðlu Ebû Bekr'i yerine þeyh tâyin etti. Diðer çocuklarýna; "Artýk bu diyâra dönemeyiz." dedi. Hazýrlýk yaparak yolculuða çýktý. Uðradýðý her köyde halka nasîhat etmek için bir müddet kalýrdý. Þuhr denen þehre vardýðýnda bütün halk onu karþýlamak üzere yola çýktý. Burada bir ay kadar kaldý. Pazartesi ve perþembe günleri vâz ve nasîhatlerde bulunurdu. Sonra ayrýldý. Yolda rahatsýzlandý. Yanýndakilere, dostlardan, vatandan ayrý kalmak ile ilgili kasîde okumalarýný emretti. Terim þehrine vardýðýnda 54 yaþýnda iken 1460 (H.865) yýlýnda vefât etti. Zembîl kabristanýna defnedildi.

 

Abdullah el-Ayderûs'un diðer kerâmetleri, Fethullah el-Kuddûs fî Menâkibi Abdullah el-Ayderûs adlý eserde anlatýlmaktadýr.

 

Abdullah el-Ayderûs'un yazdýðý eserlerden bâzýlarý þunlardýr: 1) El-Kibrît-ül-Ahmer, 2) Þerhü Kasîdet-is-Sa'îd, 3) Menâkýb-i Sa'd bin Ali.

 

YÜZ VERMEDÝN!

 

Fakîh Îsâ bin Muhammed þöyle anlatýr:

 

Uzak bir diyârda idim. Abdullah el-Ayderûs'u açýkça bulunduðum yerde görmeyi temenni etmiþtim. Mescide gittim. Oraya bir dilenci ve yanýnda birisi gelip benden bir þey istedi. Bir þey vermedim. Oradan ayrýlýp baþka yere gittim. O dilenci ve yanýndaki kiþi benim arkamdan geldi. Sonra yine yanýma yaklaþarak benden bir þeyler istedi. Yine yüz vermedim. Bunun üzerine o dilenci ve yanýndaki ayrýlýp gitti. Bir müddet sonra ben, Abdullah el-Ayderûs'un bulunduðu yere döndüm. Þeyh Abdullah'ýn yanýna giderek; "Ben sizi gittiðim yerde alenen görmeyi temenni ettim. Lâkin bu isteðim hâsýl olmadý." dedim. Bunun üzerine Ebû Muhammed el-Ayderûs ; "Sana alenî görünmem hâsýl oldu. Falan gün duhâ vaktinde sen falan mescidde idin. Senin yanýna bir dilenci geldi. Yanýnda birisi de vardý. Senden bir þeyler istediler. Onlara bir þey vermedin. Sonra kalkýp bir yere gittin. Onlar da seni tâkib etti ve yine bir þeyler istediler. Yine yüz vermedin. Ýþte o dilencinin yanýndaki ben idim. Ben, senin yanýna o kýlýkla gelmiþtim." dedi. Ben; "Efendim! Sizin dedikleriniz doðrudur. Fakat o size fazla benzemiyordu." deyince, Þeyh Abdullah da; "Eðer ben bu hâlimle senin yanýna gelse idim, sen beni tanýr ve insanlara haber verirdin." buyurdu.

 

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.123.

2) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.6, s.38

3) El-Meþre-ur-Revî; c.2, s. 153

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH BÝN HÂZIR

 

Evliyânýn büyüklerinden ve hadîs âlimi. Ýsmi, Abdullah bin Hâzýr bin Sabbah'dýr. Evliyâullahdan Yûsuf bin Hüseyin'in dayýsý ve Zünnûn-i Mýsrî'nin arkadaþýdýr. Ýran'ýn Rey þehrinde doðmuþ ve orada vefât etmiþtir. Doðum ve vefât târihleri belli deðildir. Hicrî dördüncü asýrda vefât etmiþtir. Tasavvufta büyük derecelere kavuþmuþ, pek çok velî yetiþtirmiþtir.

 

Abdullah bin Hâzýr hadîs ilminde büyük âlim olup, Muhammed bin Abdullah el-Ensârî, Þâz bin Feyyâz, Kabisa bin Utbe el-Kûfî, Ýbrâhim bin Mûsâ, El-Ferrâ', Er-Râzî baþta olmak üzere pek çok âlimden hadîs öðrenmiþtir.

 

Abdullah bin Muhammed bin Nâciye, Muhammed bin Yûsuf bin Biþr el-Hirevî, Ebû Bekr eþ-Þâfiî ve baþka âlimler de Abdullah bin Hâzýr'dan hadîs-i þerîf rivâyet etmiþlerdir.

 

Yûsuf bin Hüseyin þöyle anlatýr: "Mýsýr'a Zünnûn-i Mýsrî'nin yanýna gittikten sonra, Rey þehrine dönüyordum. Baðdâd'a vardým. Dayým Abdullah bin Hâzýr orada idi. Hacca gidecekmiþ, yanýna gittim:

 

-Nereden geldin? diye sordu:

 

-Mýsýr'dan gelip, Rey'e gidiyorum. Bir nasîhat etmenizi isterim, dedim.

 

Buyurdu ki:

 

-Kabûl etmezsin!

 

-Ederim. dedim.

 

O yine,

 

-Kabûl etmezsin! buyurdu. Ben tekrar;

 

-Belki kabûl ederim, dedim.

 

Yine;

 

-Biliyorum kabûl etmezsin! buyurdu.

 

-Ýhtimâl ki kabûl ederim, dedim.

 

Buyurdu ki:

 

-Gece olduðunda git Zünnûn-i Mýsrî'den ne yazmýþ isen, hepsini Dicleye býrak.

 

-Bir düþüneyim, dedim.

 

O gece düþünce bastý ve hiç uyuyamadým. Gönlüm bir türlü râzý olmadý. Ertesi gün gidip;

 

-Gönlüm bu iþe râzý olmadý, dedim.

 

-Zâten ben sana kabûl etmiyeceðini söylemiþtim, buyurdu.

 

-Bir þey daha söyler misiniz? dediðimde;

 

-Onu da kabûl etmezsin, buyurdular.

 

-Kabûl ederim, diye ýsrar ettim. Bu sefer;

 

-Rey þehrine gittiðinde, ben Zünnûn-i Mýsrî'yi gördüm deme, buyurdular.

 

Bu sözü uzun müddet düþündüm. Evvelki sözlerinden daha zor geldi. Tekrar ona gittim. Dedim ki:

 

-Bu dediðiniz iþ zordur.

 

Buyurdu ki:

 

-Sana, senin için gâyet lüzumlu olan bir þey söyleyeceðim.

 

-Buyurun söyleyin, dedim.

 

-Þimdi evine gittiðin zaman, insanlarý kendine dâvet etme. Allahü teâlâya dâvet ederken öyle yaþa ki, Allahü teâlâdan bir an gâfil olup, O'nu unutmayasýn, buyurdu. (Abdullah bin Hâzýr'ýn bu sözleri yanlýþ anlaþýlýp, Zünnûn-i Mýsrî'yi beðenmiyor sanmamalýdýr. Onun maksadý: Zünnûn-i Mýsrî tevhîd deryâsýna dalmýþ, garîb hâlleri ve halkýn anlayamýyacaðý tasavvufî sözleri olan bir velî olduðundan, halkýn, bu Allah dostuna düþman olmamalarý içindir.)

 

Abdullah bin Hâzýr'ýn bu sözünü, Þeyhülislâm Abdullah-ý Ensârî þu sözle izâh etti:

 

Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma; "Ey Mûsâ! Dilin her zaman beni zikretsin. Bulunduðun her yerde benimle ol." buyurdu.

 

Bu iki büyük velî bu söz ve îzâhlarýyla, her an Allahü teâlâyý hatýrlayýp, O'nu bir an unutmamaðý tavsiye buyurmuþlardýr. Bu da dostluða ve kulluða yakýþan þeydir.

 

Kendisine insanýn îmânýnýn nasýl kâmil olacaðý sorulduðunda Ahmed bin Hanbel tarîkýyla rivâyet ettiði þu hadîs-i þerîfle, cevab verdi: "Sizden biriniz kendi nefsi için sevdiðini mümin kardeþi için de sevmedikçe, îmâný kâmil olmaz".

 

Kadýnlarýn kocalarýna karþý nasýl davranmalarý sorulduðunda; erkeðin kadýný üzerinde olan haklarýný uzun uzun anlattýktan sonra Þâz bin Feyyâz, Amr bin Ýbrâhim, Katâde, Sa'îd bin Müseyyib, Abdullah bin Amr'dan rivâyet ettiði þu hadîs-i þerîfi okudular. Peygamber efendimiz buyurdular ki: "Allahü teâlâ, kocasýna teþekkür etmeyen (ona nankörlük eden) ve onunla yetinmeyen, iktifâ etmeyen kadýna nazar etmez."

 

1) Tabakât-us-Sûfiyye (Sülemî); s.187

2) Târih-i Baðdâd; c.9, s. 448

3) Nefehât-ül-Üns (Osmanlýca); s.151

4) Tabakât-ý Ensarî; s. 223

5) Nesayim-ül-Mehable; s.60

6) Nefehât-ül-Üns; s.100

7) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild 3, s.344

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH BÝN HUBEYK

 

Evliyânýn büyüklerinden. Ýsmi Abdullah bin Hubeyk bin Sâbýk, künyesi Ebû Muhammed, nisbesi el-Kûfî, el-Antâkî'dir. Kûfe'de doðdu. Antakya'da yaþadý. Doðum ve vefât târihleri bilinmemektedir.

 

Abdullah bin Hubeyk büyük âlim Yûsuf Esbât'ýn derslerinde yetiþti. Ýlim ve feyz aldý. Tasavvufta evliyânýn büyüklerinden Süfyân-ý Sevrî hazretlerinin yolunu tâkib etti. Zühd ve takvâda üstün bir dereceye yükseldi. "Bu ümmet içinde Yahyâ aleyhisselâmýn zühdüne sâhib zât" diye meþhûr oldu.

 

Abdullah bin Hubeyk hazretleri amel ve ibâdete büyük önem verir ibâdetlerdeki ihlâs üzerinde dururdu. Edeb, havf ve recâ, ümidle istek, haramlardan sakýnma, nefse düþmanlýk, kalp temizliði; üzerinde durduðu diðer önemli hususlardýr.

 

Horasan'dan Feth bin Þehraf isminde bir sevdiði geldi ve kendisinden nasîhat ricâ etti. Buyurdu ki:

 

"Ey Horasanlý! Dilinle yalan söyleme, gözünle harama bakma. Kalbinle müslüman kardeþine hased etme. Kin tutma ve iyi þeyler arzu et. Eðer böyle yapmazsan, sonunda bedbaht olursun."

 

Allahü teâlânýn sonsuz ihsânýna raðmen günah iþlemekte ýsrar edenleri; "Sana iyilik edene bile kötülük ediyorsun. Kötülük edene nasýl iyilik edebilirsin." diyerek, gafletten uyandýrýrdý.

 

Kendisine; "Ne kadar ilim tahsil etmeliyiz?" diye soruldu. Cevap olarak; "Ýyi ile kötüyü birbirinden ayýracak kadar olsun öðreniniz." buyurdu.

 

Abdullah bin Hubeyk hazretleri tama', aç gözlülük etmekten, insanlarý sakýndýrýr ve; "Tamahkâr, aç gözlü insan tama' zincirine baðlanmýþ ölüye benzer. Kalbteki tama' kalbi mühürler, mühürlü kalb ise ölüdür. Mü'min tamahkâr olmaz. Nefsin þehvet ve arzularýna uymaz." buyururdu.

 

Ümid ve korku hakkýnda ise þöyle buyurdu: "Korkunun en faydalýsý günah iþlemene engel olan, elden kaçýrdýðýn fýrsatlar için uzun uzun üzülmene sebeb olan ve geriye kalan ömür içinde seni devamlý olarak düþündüren korkudur. Ümidin en faydalýsý ise amel etmeni kolaylaþtýrandýr.

 

Ümid üçe ayrýlýr: 1) Ýyi amel yapýp kabul edilmesini umanýn ümidi. 2) Kötü iþ yapýp ve tövbe ederek affedilmesini umanýn ümidi. 3) Devamlý günah iþleyip de kendisini Allahü teâlânýn affedeceðini umanýn ümidi. Bu ümid makbûl deðildir."

 

Amel ihlâs ve sýdk hakkýnda buyurdu ki:

 

"Amelde ihlâs amelden daha zordur. Kul kendisiyle Allahü teâlâ arasýndaki hususlarda tam olarak sýdk, doðruluk üzere bulununca Allahü teâlâ onu gayb hazînelerine vâkýf kýlar."

 

"Allahü teâlâ kalbleri kendini anmak için yarattýðý hâlde, insanlar onlarý þehvet, istek ve arzû ile doldurmuþtur. Kalplerden þehvetin izini silecek þey yalnýz Allahü teâlânýn korku ve sevgisidir."

 

Abdullah bin Hubeyk hazretleri iþlediði amele güvenenleri; "Ýþlediðin fazîletli amele güvenerek azâb olunmaktan korkmazsan helâk olursun." diye îkâz edip uyarýrdý.

 

Kur'ân-ý kerîmi ezberlemiþ olanlarýn isyân ve günâha düþmesine þaþar ve þöyle derdi:

 

Ehl-i Kur'ân bir günâh iþleyeceði zaman göðsündeki Kur'ân-ý kerîm lisân-ý hâl ile ona þöyle seslenir: "Allahü teâlâya yemîn olsun ki sen beni bu iþ için ezberlemedin!" O günahkâr kiþi eðer bu sesi duyabilecek olsa Allahü teâlâdan hayâ ederek düþer can verirdi.

 

Abdullah bin Hubeyk hazretleri en büyük ilâhî cezânýn duâ ve ibâdetin lezzetinin kalbten alýnmasý olduðuna inanýrdý. Boþ þeylerle uðraþmanýn, lüzumsuz þeylere kulak vermenin kalpteki ibâdet ve tâattan zevk alma duygusunu söndürdüðüne inanýr, kendisini sevenleri gönül uyanýklýðýna teþvik ederdi.

 

Buyurdular ki:

 

"Kim, Allahü teâlânýn rýzâsý için nefsini ayýplarsa, Allahü teâlâ onu gazâbýndan korur."

 

"Kötü ve yanlýþ sözleri çok dinlemek, tâatýn, ibâdetin tadýný kalbden siler."

 

"Yarýn sana zarar verecek þeyler için keder ve gam içinde bulun. Âhiret saâdetini harâb eden þeyler için üzül. Yarýn sana fayda vermeyecek þey için sevinme!"

 

"En faydalý korku, insaný, günahlardan ve kötülüklerden alýkoyanýdýr. Ýnsana, boþuna geçen ömrü için üzülmek yaraþýr. Kalan ömrünü de iyi kýymetlendirmesi lâzýmdýr."

 

"Kalbime uygun gelmeyen, içime rahatlýk vermeyen bir þeyi terk ederim."

 

Biri nasîhat istediðinde rivayet ettiði hadis-i þeriflerle cevab verirdi.

 

"Kiþinin mâlâyânîyi (boþ ve faydasýz þeyleri) terk etmesi, onun müslümanlýðýnýn güzelliðindendir."

 

Yine buyurdu ki:

 

Ebû Hüreyre radýyallahü anh rivâyet etti. Birisi Resûlullah efendimize sallallahü aleyhi ve sellem gelerek: "Yâ Resûlallah! Dünyâlýk elde etmek gâyesi ile gazâya giden kimse için ne buyurursunuz?" diye sordu. Resûlullah efendimiz; "Onun için ecir (sevap) yoktur." buyurdular. Ebû Hüreyre bu durumu Eshâb-ý kirâm arasýnda anlatýnca onlar; "Belki sen bunu Resûlullah efendimizden iyi anlamadýn." dediler. Bunun üzerine Ebû Hüreyre hazretleri tekrar Resûlullah efendimizin yanýna döndü ve bu husûsu sordu. Resûlullah efendimiz üç kerre; "Onun için ecir yoktur." buyurdular.

 

Enes bin Mâlik'den rivâyet etti. Birisi Resûlullah efendimize geldi; "Yâ Resûlallah! Kýyâmet ne zaman?" diye sordu. Resûlullah efendimiz; "Kýyâmet koptu (farz et). Onun için ne hazýrladýn?" diye sordu. O zât; "Fazla bir þey hazýrlamadým. Fakat ben, Allah ve Resûlünü seviyorum." dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz; "Senin için tahmîn ettiðin vardýr. Sen sevdiðin ile berâbersin." buyurdu.

 

ÝYÝ ÝNSAN KÝMDÝR?

 

Abdullah bin Hubeyk'e; "Ýyi insanlarý nasýl ayýrd edebiliriz?" dediler. Cevâben buyurdu ki:

 

"Ýyi insanlarýn güzel âdetlerinden birisi, Allahü teâlâyý gece gündüz anmalarýdýr. O'nu anma zikir kalb ve dille olur. Ancak kalbin zikri daha üstündür." Sonra;

 

"Kalblerinizi, Allahü teâlâyý anmakla diriltiniz. Onun korkusuyla doldurunuz. O'nun sevgisiyle nurlandýrýnýz. O'na kavuþma arzusuyla sevinçlendiriniz ve biliniz ki; O'na olan sevginiz derecesinde yükselir, niyetlerinizin doðruluðu ile, nefsinizi kahreder, þehvetlerinizi yenip amellerinizi temiz kýlabilirsiniz." buyurdu.

 

Bilhassa helâl lokma yemeðe çok dikkat ederdi. Buyurdu ki:

 

"Beþ þey vardýr, kalp katýlaþtýðý zaman onun ilacý olur: Birincisi, sâlih kimselerle görüþmek ve onlarýn meclisinde bulunmak. Ýkincisi, Kur'ân-ý kerîmin mânâsýný düþünerek okumak. Üçüncüsü, karnýný doyurmayýp, helâldan az bir þey yemekle yetinmek. Zîrâ helâl yemek kalbi aydýnlatýr. Dördüncüsü, Allahü teâlânýn kâfir ve günahkâr için hazýrladýðý acý azâbý ve tehdidini düþünmek. Beþincisi, kendisini Allahü teâlâya kulluk vazifesini yapmakta âciz ve noksan görmek, bununla berâber Allahü teâlânýn lütuf ve ihsânýný düþünmektir. Bu tefekkür olup, bundan hayâ meydana gelir. Tefekkürden bir kýsmý da þunlardýr: Allahü teâlânýn seni, her þeyinle, içini dýþýný bildiðini her an O'nun seni gördüðünü düþünmek, dünyâ hayâtýný, dünyâ hayâtýnýn meþgûliyetlerinin çokluðunu, dünyâ hayâtýnýn çok çabuk geçtiðini, âhiretin ve nîmetlerin devamlý olduðunu akýldan çýkarmamak, iþte tefekkür dünyâya düþkün olmayýp, âhirete raðbet etmek gibi meyveler verir. Ölümün geleceðini, fýrsatý kaçýrdýktan sonra piþmanlýk olacaðýný düþünmek. Böyle tefekkürün meyvesi; uzun emel sâhibi olmamak, amellerini düzeltmek, âhirete hazýrlýk yapmaktýr."

 

1) Hilyet-ül-Evliyâ; c.10, s.168

2) Nefehât-ül-Üns; s.118

3) Tabakât-üs-Sûfiyye; s.141

4) Risâle-i Kuþeyrî; s.99

5) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.83

6) Sýfat-üs-Safve; c.4, s.254

7) Tezkiret-ül-Evliyâ; c.2, s.4

8) Keþf-ül-Mahcûb; s.128

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH BÝN MENÂZÝL

 

Evliyânýn meþhurlarýndan. Ýsmi Abdullah bin Muhammed bin Menâzil, künyesi Ebû Muhammed'dir. Doðum târihi bilinmemektedir. 940 (H. 329) senesinde Niþâbur'da vefât etti. Kabri Enbâr þehidliðindedir. Hocasý evliyânýn büyüklerinden olan Hamdun Kassâr hazretleridir. Onun derslerinde ve sohbetlerinde yetiþip zâhir, bâtýn, açýk ve gizli ilimlerde âlim oldu. Tasavvufta yüksek haller, fazîletler sâhibi ve hadîs ilminde âlim idi. Pek çok hadîs-i þerîf dinlemiþ ve yazmýþtýr.

 

Abdullah bin Menâzil, Hamdun bin Ahmed'den nasîhat istemiþti. O da; "Gücün yettiði ve elinden geldiði kadar dünyalýk bir þey sebebiyle kýzmamaya gayret et." buyurdu.

 

Abdullah bin Menâzil hazretleri buyurdu ki:

 

"Ýnsanlar edebe, ilimden çok daha fazla muhtaçtýr."

 

"Devamlý utanmaktan ve sýkýlmaktan bahseden, fakat Allahü teâlâdan sýkýlmayan kimseye ne kadar þaþýlýr."

 

"Ýhtiyâcý olmayan bir þeye muhtâc gözüken, muhtâc olduðu bir þeyi kaybeder."

 

"Allahü teâlâ çeþitli ibâdetleri bildirdi. Sabrý, sýdký, namazý, orucu ve seher vakitleri istiðfâr, tövbe etmeði buyurdu. Ýstiðfârý en sonra söyledi. Böylece kula, bütün ibâdetlerini, iyiliklerini kusûrlu görüp, hepsine af ve maðfiret dilemesi lâzým oldu."

 

"Çalýþýp da tevekkül etmek, bir yere çekilip ibâdet yapmaktan hayýrlýdýr."

 

"Kendisinden ilim öðrendiði zâtta, ayýp ve kusur arayan, onun ilminden, feyiz ve bereketinden faydalanamaz."

 

"Tevekkül sâhibi, her þeyden yüz çevirip Allahü teâlâya dönen kimsedir."

 

"Farzlardan birini edâ etmeyen, sünneti yapmama belâsýna yakalanabilir. Sünneti terk edenin ise bid'ate, hurafeye düþmesi muhakkaktýr."

 

"Sâhib olduðun zamanlarýn en üstünü, nefsinin istek ve arzularýndan kurtulduðun ve halk için kötü düþünmediðin vakittir."

 

"Nefsi için bir hizmetçi istemediði müddetçe kul, kuldur. Kendisi için bir hizmetçi istedi mi, yüksek derecesinden düþmüþ ve kulluðun edeblerini terkedip sýnýrlarýný aþmýþ olur. Çünkü baþkasýnýn kendisine hizmet etmesini isteyecek kadar nefsini büyük görmüþtür."

 

"Eðer bir kul ömrü boyunca bir an riyâ ve nifaksýz kalýrsa, o bir ânýn bereketini ömrünün sonuna kadar duyar."

 

"Ârif, gafletten uzak olup, hiçbir zaman kendini beðenmez, ucba kapýlýp kibirlenmez."

 

"Edeb nedir?" diye sorulunca; "Çok çeþitli târifleri yapýlmýþtýr. Biz deriz ki, edeb insanýn nefsini bilmesi, tanýmasýdýr." buyurdu.

 

"Ýnsanlar kendi þekâvet ve haksýzlýklarýna, haddi aþmaya âþýk olurlar. Yâni dâimâ kendilerini bedbaht edecek þeyleri yapmak isterler."

 

Ebû Ali Dekkâk, Abdullah bin Menâzil'in vefâtýný þöyle anlatmýþtýr:

 

Bir gün Ebû Ali Sekafî ile konuþuyorlardý. Söz arasýnda Abdullah bin Menâzil, Ebû Ali Sekafî'ye; "Ölüme hazýr ol, çünkü ölümden kurtulmanýn çâresi yoktur." dedi. Bunun üzerine o zat; "Ey Abdullah sen de hazýr ol, þüphesiz öleceksin." deyince Abdullah bin Menâzil hazretleri kolunu yastýk gibi uzattý, baþýný kolunun üzerine koydu ve; "Ýþte öldüm." diyerek, kelime-i þehâdeti söyledi ve o anda vefât etti.

 

Bu durum karþýsýnda Ebû Sekafî hazretleri donakaldý. Söyleyecek bir söz bulamadý. Çünkü Abdullah bin Menâzil'e fiilen mukâbele etmek imkânýna sâhip deðildi. Ebû Ali Sekafî'yi dünyâya baðlayan bir takým sebepler vardý. Abdullah bin Menâzil'in ise Allahü teâlâdan baþka meþgûliyeti yoktu. Dünyâ ile alâkasýný kesmiþti.

 

SON NEFES BELLÝ OLMAZ

 

Abdullah bin Menâzil, ulemâdan, büyük zat,

Niþâbur'da yetiþip, orada etti vefât

 

O, bir gün vâz ederken, buyurdu ki: (Ey insan!

Hazýrlan son nefese, deme daha var zaman.

 

O "son nefes" dediðin, gelir bu gün, ya yârýn,

Þimdi ne hazýrlarsan, iþte o, senin kârýn.

 

Her nefesi alýrken, âgâh ol, etme gaflet,

Her birinin, son nefes olduðunu kabûl et.

 

Her namazý kýlarken, de ki: "Hiç belli olmaz,

Bu, benim kýlacaðým, belki de en son namaz."

 

Her yemek yediðinde, de ki: "Bu, son yemeðim,

Öbür öðüne kadar, belki gelir ecelim."

 

Her gece abdest alýp, girerken yataðýna,

De ki: "Belki ölürüm ve çýkamam yarýna." )

 

Nasîhat istemiþti, kendisinden bir mü'min.

Buyurdu: (Öfkelenme, dünyalýk bir þey için.

 

Ýnsan öfkelenince, örtülür aklý o an,

Þeytan onun boynuna "bir yular" takar heman.

 

O, kendi aklý ile, edemez hiç hareket,

Zîrâ onun aklýný, örtmüþtür öfke, hiddet.

 

"Þeytanýn oyuncaðý", olur artýk o kiþi,

Onun emrine göre, yapar o, her bir iþi.

 

Peygamber efendimiz, buyurdu ki bu bâbda:

"Hemence oturunuz, kýzdýysanýz ayakta.

 

Eðer oturmakla da, sâkin olmaz iseniz,

Bir mikdar yatýnýz ki, zâil olsun öfkeniz." )

 

1) Tezkiret-ül-Evliyâ; c.2, s.90

2) Þezerât-üz-Zeheb; c.2, s.330

3) Nefehât-ül-Üns; s.200

4) Nefehât-ül-Üns (Osmanlýca); s.366

5) Tabakâtüs-Sûfiyye; s.366

6) Risâle-i Kuþeyrî; s.161

7) Kevâkib-üd-Düriyye; c.2, s.54

8) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.107

9) Fâideli Bilgiler; s.167

10) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.345

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH BÝN MUHAMMED MÜRTEÝÞ

 

Evliyânýn büyüklerinden. Ýsmi, Abdullah bin MuhammedMürteiþ en-Niþâbûrî olup, künyesi, Ebû Muhammed'dir. Mürteiþ diye tanýnýr. Aslen Niþâbur'un Hîre nâmýyla meþhûr mahallesinden olup Baðdâd'a yerleþti.Þunûziyye Mescidinde ikâmet eder. Orada sohbetine devam edenlere Allahü teâlânýn emir ve yasaklarýný anlatýr, dünyanýn zevk ve eðlencelerinin geçici, âhiretin ise ebedi olduðunu bildirirdi. 939 (H.328) senesinde bu mescidde vefât etti.

 

Ebû Hafs-ý Haddâd'ýn talebelerindendir. Ayrýca Cüneyd-i Baðdâdî, Ebû Osman Maðribî ve diðer büyük zâtlarla görüþüp sohbet etti. Kýsa zamanda yetiþip Irak'ta zamânýnýn bir tânesi oldu. Dünyâya düþkün olmamasý, haram ve þüphelilerden çok sakýnmasý belli baþlý vasýflarýydý.

 

Abdullah Mürteiþ hazretleri tasavvuf yoluna girip bu yolda ilerlemesini ve buna sebeb olan ibret verici hâdiseyi þöyle anlatmýþtýr:

 

Babam, bulunduðumuz yerin ileri gelenlerinden idi. Bir gün evimizin önünde otururken yanýma bir genç geldi. Sýrtýnda hýrka, baþýnda eski bir külâh vardý. Fasîh, açýk bir lisân ile benden bir þey istedi. Ben; "Sapasaðlam bir genç olsun da, utanmadan dilencilik yapsýn, olacak þey deðil!" diye düþündüm ve kendisine hiç cevap vermedim. Bana sertçe; "Kalbine gelen þeyden, Allahü teâlâya sýðýnýrým." dedi. Bunu duyunca çok korktum ve kendimden geçerek yere düþtüm. Hizmetçilerimizden biri bu hâlimi görüp yanýma gelmiþ. Kendime geldiðimde, baþýmý dizine koyup, beni ayýltmaya çalýþýyordu. Herkes etrafýma toplanmýþtý. O gencin gittiðini öðrendim. Çok üzüldüm ve yaptýðýma çok piþman oldum. O gün böyle geçti. Gece olunca bu dert ve elem ile uyudum. Rüyâmda hazret-i Ali'yi gördüm. O genç de yanýnda idi. Bana:

 

"Keþke öyle düþünmeseydin ve buna bir þeyler verseydin. Allah rýzâsý için hiç bir þey vermeyeni Allahü teâlâ sevmez." buyurdu.

 

Sabah olunca kendime âit ne varsa, hepsini, Allah rýzâsý için ihtiyâcý olanlara daðýtýp, sefere çýktým. Baðdâd'a gelip ilim öðrenmeye baþladým. On beþ sene sonra babamýn vefât ettiðini haber alýp, Niþâbur'a geldim. Babamdan bana çok büyük servet kalmýþtý. Onu da Allah rýzâsý için daðýtýp Baðdâd'a döndüm. O gencin, o bakýþý hâlâ gözümün önünde. Devamlý üzülüp, piþman oluyordum.

 

Vefât edinceye kadar da bu üzüntünün böyle devâm ettiði bildirildi.

 

Hocasý Ebû Hafs-ý Haddâd, Abdullah Mürteiþ'e ilim öðrenmesi için seyâhat etmesini söylemiþti. Hocasýnýn bu emrine uyarak, ilim öðrenmek için her sene kilometrelerce yol yürür, uðradýðý bir þehirde on günden fazla kalmazdý. Bir gün Rakka'ya geldi. Ýbrâhim-i Kassâr kendisine bir tabakta üzüm ve ekmek gönderdi. Verilen hediyelere karþý, hediye ile cevap verdiði için kaftanýný sattý. Ýbrâhim-i Kassâr'a bâzý hediyeler alýp gönderdi.

 

Abdullah Mürteiþ hazretlerinin menkýbeleri çok olup sâlih bir zat þöyle anlatmýþtýr: Baðdâd'da bulunuyordum. Hacca gitmeyi arzu ediyordum. Gitmek için hiçbir þeyim yoktu. Kendi kendime; "Abdullah Mürteiþ hazretleri bana bir aba, elbise ve masraflarým için de on beþ gümüþ hediye etse. Elbiseyi giyerim gümüþler ile de kova, ip ve ayakkabý alýrým yolda sýkýntý çekmem." diye düþündüm.

 

Bu sýrada kapý çalýndý. Açýp bakýnca, Abdullah Mürteiþ hazretlerini gördüm. Çok þaþýrdým bana, bir aba, elbise ve on beþ gümüþü uzatýp; "Bunlarý al." buyurdu.

 

Almak istemedim, fakat; "Al, beni üzme, bunlar istemiþ olduðun þeylerdir." dedi. Mahcûbiyetle aldým...

 

Bir defâsýnda ramazân-ý þerîf ayýnýn son on günü câmide îtikâfa baþladý. Ancak birkaç gün sonra îtikâfý býrakýp çýktý. Sebebini soranlara:

 

"Mescidde bâzý kimselerin riyâ ile, gösteriþ yaparak ibâdet edip, Kur'ân-ý kerîm okuduklarýný gördüm. Bu hâlleri sebebiyle, onlara gelecek olan belâdan korkup dýþarý çýktým." dedi.

 

Abdullah Mürteiþ hazretleri nasîhat ve sohbetleriyle uzun müddet insanlara rehberlik yapmýþtýr. Bir defâsýnda da nasîhat isteyenlere; "Size nasîhat vermeye benden daha münâsib ve benden daha hayýrlý olanlara gidiniz. Böylece beni de, sizlerden çok daha hayýrlý olan Rabbimle berâber býrakmýþ olursunuz ve ben de hep O'nunla meþgûl olurum." buyurdu.

 

Hastalýðý artýp vefâtý yaklaþtýðý sýrada huzûrunda bulunan sevenlerine borcu olduðunu, elbisesini satmalarýný ve borcunu ödemelerini söyledi. Sonra buyurdu ki:

 

"Allahü teâlâya duâ edip bana üç þeyi nasîb etmesini istedim.

 

Birincisi pekçok dost ve büyük zâtlarla görüþüp sohbet ettiðim Þunûziyye Câmiinde vefât etmek.

 

Ýkincisi vefât edip, dünyadan ayrýlýrken dünyalýk bir þeyim olmasýn istedim. Þu altýmda serili olan hýrkamdan baþka bir þeyim yok! Ben vefat edince onu da altýmdan alýp satýn. Parasýyla bir þeyler alýn ve fakirlere verin...

 

Üçüncü isteðim de þu idi: Ben vefât ederken yanýmda sevmediðim kimse bulunmasýn. Burada bulunanlarýn hepsini seviyorum. Þu anda aranýzda sevmediðim kimse yok. Elhamdülillah bu arzumun üçü de oldu."

 

Buyurdu ki:

 

"Kul, Allahü teâlânýn sevgisini, Allahü teâlânýn sevmediklerine düþman olmakla kazanýr. Allahü teâlânýn sevmedikleri ise, insaný Allahü teâlâdan uzaklaþtýran þeylerin hepsidir."

 

"Tasavvuf güzel ahlâktýr. Bu da üç kýsýmdýr: Birincisi, Hakk ile beraber olmak yâni Allahü teâlânýn emirleine uymak ve bu hususta gösteriþten uzak durmaktýr.

 

Ýkincisi halk ile beraber olmak. Bu da büyüklere karþý saygý ve edeb, küçüklere karþý þefkat, emsallere ise insaflý ve âdil davranmakla olur.

 

Üçüncüsü nefse sâhib olmak. Bu ise nefsin boþ isteklerine, hevâ, hevese ve þeytana uymamakla olur. Kim bu üç husûsu nefsinde doðru bir þekilde tatbik ederse güzel huylulardan olur."

 

"Tasavvuf tamâmen ciddiyettir. Þaka nevinden olan herhangi bir þeyi ona karýþtýrmayýnýz."

 

"Kul ne ile muhabbete nâil olur?" diye sorulunca; "Allahü teâlânýn evliyâsýna dost olmak, düþmanlarýna da düþman olmakla" buyurdu.

 

Yine buyurdu ki:

 

"Kalbin, Allahü teâlâdan ve O'nun dostlarýndan baþkasýna meyletmesi, o kalbin hasta olduðuna iþârettir."

 

"Sebeplere yapýþmalý, fakat bu durum, o sebeblerin ve her þeyin yaratýcýsý olan Allahü teâlâya îtimâd ve tevekkül etmeye mâni olmamalýdýr."

 

"Bütün iþlerin netîcesinin sýhhatli ve faydalý olabilmesi için iki þart vardýr: Sabýr ve ihlâs."

 

"Ýrâde, nefsin arzularýna muhâlefet edip, onu Allahü teâlânýn emirlerine yöneltmek ve kendisi için Allahü teâlânýn takdir ettiðine râzý olmaktýr."

 

"Kul, muhabbet makâmýna, Allahü teâlânýn dostlarýný sevmek ve Allahü teâlâya düþman olanlara düþmanlýk etmekle kavuþur."

 

"Amellerin en üstünü; doðru amel iþlemek, sünnet üzere hizmete devâm etmektir."

 

"Kalbin Allahü teâlâdan baþkasýna meyletmesi, Allahü teâlânýn azâbýný çabuklaþtýrýr."

 

"Yaptýðý amellerin, kendisini Cehennem azâbýndan kurtarýp, Allahü teâlânýn rýzâsýna kavuþturacaðýný zanneden kimse, büyük hatâ etmiþtir. Allahü teâlânýn fadlý ve ihsâný ile kurtulabileceðini düþünen kimseyi, Allahü teâlâ rýzâ makamlarýnýn en sonuna ulaþtýrýr. Allahü teâlâ Kur'ân-ý kerîmde Yûnus sûresi 58. âyet-i kerîmesinde meâlen buyurdu ki: "De ki: Allahü teâlânýn ihsâný ve rahmetiyle, iþte yalnýz bunlarla ferahlansýnlar. Bu, onlarýn toplamakta olduklarýndan (dünya menfaatinden) daha hayýrlýdýr."

"Allahü teâlâyý Rab olarak taný. O'nu bir olarak ikrâr et ve O'na hiç bir þeyi ortak koþma. Tevhîdin esâsý bu üç þeydir."

 

"Allahü teâlânýn, senin rýzkýna kefil olduðuna îtimâd et ve sana emrettiði ibâdetleri yapmaya çalýþ! Böyle yaparsan, evliyâdan olursun."

 

ÜSTÜN KÝMSE!..

 

Abdullah bin Mürteiþ'in dostlarýndan bir kýsmý bâzý kimselerin hallerinden bahsederek; "Falan kimse su üzerinde yürüyor. Onun bu hâline ne dersiniz?" diye sordular. Buyurdu ki:

 

"Allahü teâlânýn yardýmý ile nefsinin arzularýna uymayan kimse, havada uçandan ve su üzerinde yürüyenden daha üstündür."

 

 

1) Hilyet-ül-Evliyâ; c.10, s.355

2) Tabakât-üs-Sûfiyye; s.349

3) Nefehât-ül-Üns; s.198

4) Tezkiret-ül-Evliyâ; c.2, s.72

5) Sýfât-us-Safve; c.2, s.261

6) Þezerât-üz-Zeheb; c.2, s.317

7) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.105

8) Târih-i Baðdâd; c.7, s.221

9) Risâle-i Kuþeyrî; s.150

10) Fâideli Bilgiler; s.167

11) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.104

12) Tabakât-ül-Evliyâ (Ýbn-i Mulakkýn); s.141

13) Tabakât-üs-Sûfiyye (Ensârî); s.386

14) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.350

15) Hazinet-ül-Meârif; c.2, s.193

16) Sefînet-ül-Evliyâ; s.147

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH BÝN MÜBÂREK

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden. Ýsmi Abdullah ibni Mübârek bin Vâdýh Hanzalî Temîmî; künyesi, Ebû Abdurrahmân'dýr. Hadîs, fýkýh âlimi, mücâhid ve zâhid idi. Tâbiînin, Peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem görenlerin sohbetinde yetiþti. Din düþmanlarý ile muhârebelerde bulundu. Dünyâya ve dünyâlýða raðbet etmezdi. Emevî halîfelerinden Hiþâm bin Abdülmelik devrinde 736 (H.118) yýlýnda Merv'de doðdu. 797 (H.181) senesi bir gazâ dönüþü, Baðdâd yakýnlarýndaki Hît adlý yerde vefât etti. Türk asýllýdýr.

 

Ýlk tahsîlini, Merv'de yapan Abdullah ibni Mübârek tahsîl için Baðdâd, Basra, Hicaz, Yemen, Mýsýr, Þam gibi ilim merkezlerine gitti. Baðdâd'da büyük âlimler ve evliyâ ile görüþtü. Onlarýn ders ve sohbetlerinden faydalandý. Hammâd bin Zeyd, Evzâî, Süfyân-ý Sevrî, Süfyân bin Uyeyne, Mâlik bin Enes gibi âlimlerden hadîs-i þerîf okudu. Dört bin kiþiden hadîs-i þerîf dinledi. Bunlardan yalnýz birinden hadîs-i þerîf rivâyet etti. Kendisinden de büyük âlimler rivâyette bulundular. Hocalarýnýn önde gelenleri arasýnda Ýmâm-ý A'zam Ebû Hanîfe rahmetullahi aleyh de vardý. Fýkýh ilmini ondan öðrendi. Ýmâm-ý A'zam vefât edince, Ýmâm-ý Mâlik'in derslerine devam etti ve ilimde yüksek bir dereceye ulaþtý.

 

Ýlim tahsîlinden sonra tekrar Merv'e döndü. Ýlmi, edebi çok olup, az konuþmak âdeti idi. Geceleri ibâdet ile geçirirdi. Sözü senetti. Emânete pek riâyet ederdi. Þam'da birinden aldýðý kalemi unutup veremeden Merv'e gelmiþti. Kalemi sâhibine vermek için Merv'den tekrar Þam'a gitti. Eshâb-ý kirâm (radýyallahü anhüm) ile onlarý gören Tâbiînin hâllerini anlatan eserleri okurken çok aðlar kendinden geçerdi. Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem görüp sohbetlerinde bulunma þerefine kavuþtuklarý için Eshâb-ý kirâmýn üstünlüðünü anlatýr ve:

 

"Muâviye'nin radýyallahü anh, Resûlullah'ýn yanýnda giderken, bindiði atýn burnuna giren toz, Ömer bin Abdülazîz'den bin defâ üstündür." buyururdu.

 

Evinde hadîs-i þerîflerle çok meþgûl olduðundan; "Yalnýzlýktan rahatsýz olmuyor musun?" diye sorulduðunda; "Peygamber efendimiz ve Eshâbý radýyallahü anhüm ile berâber olunca insan hiç yalnýzlýk duyar mý?" karþýlýðýný verirdi.

 

Merv'de bir yýl ticâretle uðraþýr, kazancýnýn hepsini fakirlere daðýtýrdý. Ýkinci yýl Ýslâmiyet'i yaymak için cihâda, düþmanla harbe giderdi. O, medresede müderris, hoca; câmide vâiz, þehirde tüccâr; harbde büyük bir kahramandý. Kýlýç ve kalem sâhibi idi. Kalemiyle cihâda dâir eser yazdý, kýlýcýyla da dillere destan olan kahramanlýklar gösterdi.

 

Abbâsîler devrinde Bizanslýlarla yapýlan harplerden birine katýlmýþtý. Abbâsî ordusu sessiz, sâkin ve aydýnlýk bir gecede Tarsus'un kuzeyinde karargâh kurmuþtu. Tarsus'un sýrtlarýnda Ýslâm ve Bizans ordularý görünüyordu. Ýki taraf da kendilerini kuvvetli göstermek için alevleri göklere yükselen ateþler yakmýþlardý. Bu ateþ ocaklarýndan birinin etrafýnda tepeden týrnaða silâhlý askerler hilâl þeklinde oturmuþlar, ortalarýnda ise ince yapýlý, nûrânî yüzlü bir zat onlara ders anlatýyordu. Kimse vaktin nasýl geçtiðinin farkýna varmamýþtý. Sözü kesip, duâsýný yapýnca istirahate çekildiler.

 

Sabah namazý kýlýndýktan sonra, harp hazýrlýklarý baþladý. Ýki ordu karþý karþýya geldi. Bizans ordusundan iri yapýlý, kendisi ve atý zýrhlara bürünmüþ biri kýlýç sallayarak ortaya çýktý. Döðüþmek için müslümanlardan er istedi. Müslüman saflarýndan bir kahraman onun karþýsýna çýktý. Fakat, þehîd düþtü. Bu hâl müslümanlarýn gayretine dokundu, ikinci bir yiðit daha çýktý. O da þehîd oldu. Sonra birkaç er daha þehîdlik þerbetini içti. Rum ordusunda sevinç çýðlýklarý yükselirken, müslüman ordusunda tekbir ve Allah Allah sesleri ortalýðý çýnlatýyordu. Bu sýrada müslüman askerlerin arasýndan, atýnýn üzerinde heybetli birinin meydana çýktýðý görüldü. Tamâmen zýrhlara bürünmüþtü. Fakat kimse tanýmýyordu. Rum'un karþýsýnda dimdik durdu. Herkes son derece heyecanlý idi. Çarpýþma baþladýðý gibi, çevik bir hareketle kýlýcýný Rum'un göðsüne sapladý. Müslüman saflarýnda tekbîr sadâlarý yükseliyordu. Rum tarafý ise þaþkýna döndü. Ýkinci çýkan er de birincinin âkibetine uðradý. Sonra birkaç kiþiyi daha öldürdü. Müslümanlar son derece sevinçliydi. Müslüman er yerine dönünce bu kahramanýn Abdullah bin Mübârek hazretleri olduðunu görüp hayret ettiler.

 

Seferde bile ibâdetlerini gizlerdi. Gazâ arkadaþý Muhammed bin Âyun þöyle anlatýr:

 

Seferde bir gece, Abdullah bin Mübârek (r.aleyh) istirâhate çekilmiþti. Ben de mýzraðýma dayanmýþ oturuyordum. Benim uyuduðumu zannedip kalktý ve fecr vaktine kadar namaz kýldý. Sonra beni namaza kaldýrmaða geldi. Uyumadýðýmý ve halinden haberdar olduðumu anlayýnca, hayâsýndan yüzü kýzardý. Sefer boyunca böyle yaptý.

 

Ýbn-i Hibbân ise þöyle anlatýr:

 

Bütün mücahidler Ýbn-i Mübârek ile Þam'a varmýþtýk. Orada halkýn ibâdetini, gazâya hazýr hallerini, her gün seriyyelerin, küçük askerî birliklerin geliþ-gidiþlerini görünce, Ýbn-i Mübârek; "Bu güzel haller ile Rabbimizin huzûruna çýkacaðýz. Burada Cennet kapýlarýný açtýk." buyurdu.

 

Misis'teki ikâmeti sýrasýnda ilim, ibâdet ve cihâddan geri durmadý. Misis'te, ikindi namazýnda Cumâ Mescidi'ne gelir, güneþ batýncaya kadar kýbleye karþý oturur, Allahü teâlânýn zikriyle, meþgûl olur, kimseyle konuþmazdý. "Kim gündüzünü Allahü teâlâyý anarak geçirirse, o, bütün gün zikretmiþlerden sayýlýr." buyururdu.

 

Misis nâhiyesinde on yedi bin hadîs-i þerîf rivâyet etti. Küçük yaþtaki talebesi Abde bin Süleymân'a hadîs-i þerîf yazdýrýr ilim öðretir, üstelik ona para da verirdi.

 

Pekçok kez hacca gitti.

 

Bir sene hacdan sonra rüyâsýnda gökten inen iki melekten birinin diðerine; "Bu sene kaç kiþi hacca geldi?" dediðini duydu. Öbür melek; "Altý yüz bin kiþi." dedi. "Peki kaç kiþinin haccý kabûl edildi?" O da; "Bunlardan hiç birinin haccý kabûl edilmedi." diye cevap verdi.

 

Abdullah bin Mübârek buyurdu ki:

 

Bunu iþitince üzerime büyük bir sýkýntý çöktü. Dedim ki:

 

"Bunca insan, bunca zahmet ve meþakkate katlanýp dünyânýn her tarafýndan hacca geldiler. Çöller aþarak zor þartlarda büyük sýkýntýlara katlandýlar. Bütün bu emekler boþa mý gidecek?"

 

Bunun üzerine o melek; "Þam'da ayakkabý tâmir eden Ali bin Muvaffak adýnda biri vardýr. O, hacca gitmeye niyet etmiþti, fakat gidemedi. Lâkin haccý kabûl edildi. Altý yüz bin hacýyý ona baðýþladýlar da hepsinin haccý kabûl edildi." dedi.

 

Abdullah bin Mübârek þöyle anlatýyor:

 

Bunu iþitince uykudan uyandým ve; "Gidip o zâtý ziyâret etmeliyim!" dedim. Arkadaþlarýmdan ayrýlýp, Þam kâfilesine katýldým. Þam'a gidince, o zâtýn evini araþtýrýp buldum. Kapýyý çaldým. Bir kimse kapýya çýktý. Adýný sordum. "Ali bin Muvaffak." dedi. Ýsmimi sordu. "Abdullah bin Mübârek." deyince, feryâd edip kendinden geçti. Ayýlýnca, gördüðüm rüyâyý kendisine anlattým. Haccýnýn kabûl edildiðini ve kendi haccý ile berâber altý yüz bin kiþinin ibâdetinin kabûl edildiðini de haber vererek; "Bana nasýl hayýrlý bir amel iþlediðini anlat." dedim. O da anlattý:

 

Ben ayakkabý tâmircisiyim. Otuz seneden beri hacca gitmeyi arzu ederdim. Bu iþimden, otuz senede üç yüz dirhem gümüþ biriktirdim. Bu sene hacca gidecektim. Hanýmým hâmileydi. Komþu evden burnuna yemek kokusu gelince; komþudan yemek istememi söyledi. Gidip, onun arzusunu bildirdim. Komþum aðlayarak þöyle dedi: "Ey Ali bin Muvaffak, bizim bu yemeðimiz size helâl deðildir. Çünkü üç gündür, çocuklarým bir þey yememiþlerdir. Bütün Þam þehrinde hiç bir iþ bulamadým. Kimse bana iþ vermedi. Ölü bir hayvan gördüm. Zarûret mikdârýnca ondan bir parça kesip getirdim. Çocuklara yemek piþiriyorum. Size helâl olmaz."

 

Bunu duyunca içime bir acý düþtü. Hac için biriktirdiðim gümüþleri getirip verdim ve; "Bunu çocuklarýna nafaka yap, haccýmýz bu olsun!" dedim. Abdullah bin Mübârek bunun üzerine; "Allahü teâlâ, doðru rüyâ gösterdi." buyurdu.

 

Abdullah bin Mübârek hazretleri çok mütevâziydi. Doðru ve güzel sözü, bir çobandan bile duysa kýymet verirdi.

 

Cömert idi. Arkadaþlarýna ve muhtaçlara para vererek yardýmlarýna koþardý. Süfyân-ý Sevrî, Süfyân bin Uyeyne, Fudayl bin Ýyâd, Ýbn-i Semmâk, Mesrûk gibi zâtlara çok ihsâný vardý.

 

Bir sene hacca giderken bir çöplüðün yanýndan geçiyorlardý. Orada yerden ölü kuþu alan bir kýzcaðýz gördü. Ona hâlini sordu. O da; "Benden baþka bir de kardeþim var. Yoksuluz, bir þeyimiz yok. Üç gündür açýz. Biz zengindik. Babamýzýn malý vardý. Zulm ve haksýzlýkla malýný alýp öldürdüler. Gördüðünüz gibi muhtaç hâle düþtük." dedi. Gözleri yaþaran Abdullah bin Mübârek hazretleri yanýndaki bin altýndan 40'ýný memlekete dönmek için ayýrdý, kalanýnýn o kýzcaðýzýn âilesine verilmesini emrederek; "Geri dönüyoruz bu seneki haccýmýz bu olsun." buyurup, geri döndü.

 

Abdullah bin Mübârek misâfirperverdi. Canýnýn istediði bir þeyi misafirsiz yemezdi. Sebebini sorduklarýnda; "Kýyâmet günü misafir ile yenenden sual olunmayacaðýný duydum da ondan." diye cevap verirdi. Onun çok ikrâmda bulunduðunu gören birisi; "Malýnýz azalýyor, misâfire ikrâm iþini biraz azaltsanýz?" dediðinde; "Mal azalýyorsa, ömür de bitiyor." buyurdu.

 

Ýnsanlarýn iyiliðini isterdi. Yanýna sýk sýk gelen kötü huylu bir kimse birgün ondan ayrýldý, gelmez oldu. Bunun ayrýlmasýna çok üzüldü; "Niçin üzülüyorsun?" dediklerinde; "O zavallý gitti. O kötü huylar kendinden ayrýlmadý. Onun haline üzülüyorum. Bizim yanýmýzda bir müddet daha kalsaydý ahlâký düzelebilirdi." dedi.

 

Gördüklerinden ibret alýrdý. Soðuk bir kýþ günü Niþâbur pazarýnda giderken, sýrtýnda yalnýz bir gömleði olduðu için üþüyüp titreyen bir köleye rastladý. Ona; "Efendine söylesen de sana bir palto alsa olmaz mý?" dedi. Köle; "Efendime ne söyleyebilirim ki, o hâlimi görüyor ve biliyor." deyince, Abdullah bin Mübârek hazretleri feryâd edip yere düþtü. Kendine geldiðinde; "Sabrý ve kanâatý bu köleden öðreniniz." buyurdu.

 

Firâset sâhibiydi. Söylenen sözlerin inceliðine hemen vâkýf olurdu. Sehl bin Ali bin Abdullah Mervezî, Abdullah bin Mübârek'in derslerine devâm ederdi. Bir gün; "Artýk senin dersine gelmeyeceðim. Çünkü, bugün gelirken, senin kýzlarýn dama çýkmýþ, beni çaðýrýyorlardý. Benim Sehl'im, benim Sehl'im diyorlardý. Bunlarýn terbiyesini vermiyor musun?" dedi. Abdullah bin Mübârek, o gece talebesini toplayýp; "Sehl'in cenâze namazýna gidelim." dedi. Gidip, vefât etmiþ buldular. "Vefâtýný nereden anladýn?" dediklerinde; "Benim hiç câriyem yok. O gördükleri Cennet hûrîleri idi. Onu Cennet'e çaðýrýyorlardý." dedi.

 

Din gayreti çoktu. Allahü teâlâdan baþkasýna ibâdet edilmesine hiç tahammülü yoktu. Kendisi þöyle anlatýr: "Bir ateþperest ile çalýþýyorduk. Namaz vakti gelince ondan, namaz kýlarken, bana zarar vermeyeceðine dâir söz aldým. Bunun üzerine namaz vaktinde rahatça bir namaz kýldým. Sonra ateþperest þahsýn ibâdet zamâný geldi. Þimdi sýra bende, ben ibâdet ederken, sen de zarar vermeyeceðine dâir söz ver deyince, rahatça ibadet edebileceðini bildirdim.

 

Fakat ateþperest ateþe tapmak üzere secdeye varýnca, sözümde duramadým ve üzerine atýldým. O anda; "Söz verdiðin zaman ahdini yerine getir!" diye bir ses duydum ve hemen geri çekildim. Ateþperest ibâdetini bitirince; "Evvelâ hücûm ettin. Sonra niye vazgeçtin?" diye sordu. "Ben Allah'tan baþkasýna secde ettiðin zaman, dayanamadým, üzerine atýldým. Seni öldürmek istiyordum. Fakat tam o anda; "Söz verdiðin zaman, ahdini yerine getir!" diyen bir ses, beni bu iþten alýkoydu." dedim. Bunun üzerine ateþperest; "Rab, senin rabbindir! Kendi düþmaný için, dostunu bile azarlýyor! Ýþte huzûrunda müslüman oluyorum." diyerek Kelime-i þehâdet getirdi.

 

Abdullah bin Mübârek hazretleri duâsý makbûl olanlardandý. Muhtâc olanlar, ondan duâ isterlerdi. Bir gün bir âmâ gelip; "Bana duâ buyurun da, Allahü teâlâ gözlerime görme kuvveti versin!" dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâya yalvarýp duâ eyleyince derhal gözleri görmeye baþladý.

 

Her iþi ilmine uygundu. Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ilmine tam vâristi. Sünnete uyar, bid'atten ve bid'at ehlinden nefret ederdi. Böyle kimselerle oturmadýðý gibi, oturanlarý da men ederdi. Zararýný anlatýr ve münâfýklýk alâmetlerinden olduðunu söylerdi.

 

Horasan âlimlerinden Abdullah bin Ömer Serahbî þöyle buyurdu: "Bir keresinde bid'at ehliyle oturup yemek yedim. Abdullah bin Mübârek bundan haberdâr olunca, bana; "Seninle otuz gün konuþmayacaðým." dedi ve öyle yaptý.

 

Baþkasýnda gördüðü bir kusuru münâsib bir lisanla anlatmaya çalýþýrdý. Huzûrunda birisi aksýrdý ve "Elhamdülillah" demeyi unuttu. O kimseye, suâl sorar bir edâ ile; "Aksýranýn ne demesi îcâb eder efendim?" dedi. O cevâben; "Elhamdülillah." deyince, Abdullah bin Mübârek de; "Yerhamükellah." buyurdu. Bu rivâyeti bildiren Muhammed bin Cemîl; "Bu edebli hareket bizi þaþýrttý. Bu edebe hayrân olduk." demektedir.

 

Buyururdu ki:

 

"Biz çok ilimden ziyâde az da olsa edebe muhtâcýz."

 

"Âlimler edeb hakkýnda çok þeyler söylediler. Bize göre edeb, insanýn kendini tanýmasýdýr."

 

"Âlimleri hafife alanlarýn âhireti, ümerâyý hafife alanlarýn dünyâsý, dostlarýný hafife alanlarýn mürüvveti yýkýlýr."

 

"Kalbinde Allah korkusu çok az olan, dünyâ sevgisi bulunan, haramlardan sakýnmayan, âlim olduðunu söylerse þaþýlýr."

 

"Sâlih kimselerden olmadýðým hâlde, sâlihleri severim. Kötü kimselerden daha aþaðý olduðum halde, kötüleri sevmem."

 

"Eðer gýybet etseydim, anamý, babamý gýybet ederdim. Çünkü sevâblarýmýn onlara verilmesi daha hayýrlý olur."

 

"Müstehablarý yapmakta gevþek davranan, sünnetleri yapamaz. Sünnetleri yapmakta gevþek davranmak, farzlarýn yapýlmasýný zorlaþtýrýr. Farzlarda gevþek davranan da mârifete, Allahü teâlânýn rýzâsýna kavuþamaz."

Birisine; "Allahü teâlâyý murâkabe et!" dedi. O kiþi; "Bu nasýl olur?" deyince; "Allahü teâlâyý görür gibi ol." buyurdu.

 

"Ýnsan; nefs, þeytan, münâfýk gibi üç düþmanla karþý karþýyadýr ve bunlardan kurtulmak çok güçtür."

 

"Çalýþýp kazanma zahmeti çekmemiþ kimsede hayýr yoktur."

 

"Ýlmin evveli niyet, sonra anlamak, sonra yapmak, sonra muhâfaza, sonra da yaymaktýr."

 

"Nefsini bilen Rabbini bilir." hadîs-i þerîfinin sýrrýna eren, nefsini sokakta gördüðü köpekten aþaðý bilir."

 

"Nice küçük amel, niyetle büyür, nice büyük amel ise niyetle küçülür."

 

"Kim ilmi ararsa öðrenir. Ýlmi öðrenen, günah iþlemekten korkar. Günahtan korkan ondan kaçar. Ondan kaçan ise kýyâmet günü hesaptan kurtulur."

 

"Þüpheli bir kuruþu geri vermeyi, binlerce lira sadaka daðýtmaktan daha fazla severim."

 

"Din kardeþimin bir ihtiyâcýný görmem, bir sene nâfile ibâdet etmemden daha önemlidir."

 

"Ýnsanlarýn en alçaðý kimdir?" diye sorulunca; "Din kisvesi altýnda dünyâ menfaati saðlayandýr." buyurdu.

 

"Ýlimde cimrilik yapan kiþiye Allahü teâlâ üç belâ verir: Ya ölür, ilmi gider. Yâhud unutur veya kendine ilmi unutturacak kimse ile dostluk kurar, öylece ilmi gider."

 

"Ben, peygamberlikten sonra ilimden daha üstün bir rütbe olduðunu zannetmiyorum. Âlimlerden biri, bir ihtiyaçla karþýlaþýnca, onun ile meþgûl olur, okuyamaz. Onun ihtiyâcýný giderip, okumasýný saðlamak daha makbûldür."

 

"Ýnsandaki en üstün haslet hangisidir?" diye sorulunca; "Kâmil akýl." buyurdu. "Eðer o yoksa?" dediler. "Güzel edebdir." buyurdu. "O da yoksa?" dediler. "Kendisiyle istiþâre edilecek þefkatli bir kardeþ." buyurdu. "O da yoksa?" "Devamlý sükût." buyurdu. "O da bulunmazsa?" dediklerinde; "Ölmek." buyurdu.

 

"Þu dört cümle, dört bin hadîs-i þerîften seçilmiþtir; kadýna güvenme, mala aldanma, mîdeni fazlaca doldurma, iþine yarýyacak kadar ilim öðren."

"Bir âlimin sakýnmasý gereken en önemli husus; Allahü teâlânýn haram kýldýðý þeylerden uzak durmasý ve dünyâya gönül baðlamamasýdýr."

 

"Dünyâ sevgisi ve günahlarýn istilâ ettikleri kalpten nasýl hayýr beklenir."

 

"Allahü teâlâya isyân ederken, O'nu sevdiðini açýklarsýn. Bu ise kýyasta acâibdir. Eðer sevgin doðru olsaydý, O'na itâat ederdin; çünkü seven, sevdiðine itâat eder."

 

"Güzel ahlâký, bir cümlede hülâsa eder misin?" diye sorduklarýnda; "Kýzmamaktýr." buyurdu.

 

Abdullah bin Mübârek vefâtý yaklaþtýðý zaman bütün malýný fakirlere verdi. Hizmetinde bulunan bir talebesi; "Efendim, mâlûmunuz üç çocuðunuz var. Onlara mîras býrakmayacak mýsýnýz?" deyince:

 

"Onlarý Allahü teâlâya emânet ediyorum. O, en iyi vekildir. Eðer çocuklarým, sâlih olursa, cenâb-ý Hak, hiç ummadýklarý yerden rýzýklandýrýr. Yok, fâsýk olurlarsa, malýmýn kötü insanlara kalmasýný istemem." buyurdu.

 

Vefâtý ânýnda gözlerini açtý, güldü ve meâlen; "Amel edenler, bu ebedî nîmete kavuþmak için çalýþsýnlar." (Sâffât sûresi: 61) âyet-i kerîmesini okudu.

 

Abdullah bin Mübârek vefâtý esnâsýnda, âzâdlý kölesi olan Nasr'a; "Baþýmý topraða koy!" dedi. Nasr aðladý. "Niçin aðlýyorsun?" deyince; "Senin iki varlýðýný, servetini ve þimdi de yoksul olarak ölümünü görüp aðlýyorum." dedi. Ýbn-i Mübârek; "Aðlama. Zîrâ ben, Allahü teâlâdan zenginler gibi yaþamamý ve yoksullar gibi ölmemi istedim. Sonra sen, bana þehâdeti telkîn et ve ben baþka bir söz konuþmadýkça da onu terk etme." buyurdu.

 

Fudayl bin Iyâd'ýn oðlu Muhammed þöyle anlattý:

 

Abdullah bin Mübârek'i rüyâmda gördüm. Ona; "En üstün amel nedir?" dedim. "Ýçinde bulunduðundur." buyurdu. "Hudud boylarýnda beklemek de cihâd mýdýr?" dedim. "Evet." buyurdu. "Allahü teâlâ sana ne muâmele yaptý?" dedim. "Beni sonsuz maðfireti ile maðfiret edip, izzet ve ikrâmlarda bulundu" dedi.

 

Misisli Ýsmâil ibni Ýbrâhim anlatýr:

 

Hâris bin Atiyye'yi rüyâda görüp ona hâlini sordum; "Rabbim beni maðfiret etti." dedi. "Abdullah bin Mübârek nerededir?" dedim. "O, her gün Allahü teâlânýn huzûruna çýkanlardandýr." dedi.

 

Nevfel anlatýr:

 

"Abdullah bin Mübârek'i rüyâda gördüm ve; "Rabbin sana ne muâmele yaptý?" dedim. O da; "Beni maðfiret etti." buyurdu. "Süfyân-ý Sevrî'ye ne yaptý?" dedim. "O, þehîdlerin içinde yüksek derecelerindedir." buyurdu.

 

Buyurdu ki:

 

"Ölümden sonrasý için ölmeden önce hazýrlýk yap"

 

"Kiþi için en güzel süs; sükût, doðruluk ve vakârdýr."

 

"Allahü teâlâdan korkan kimselerle berâber ol. Bid'at sâhipleriyle oturmaktan sakýn!"

 

"Bir kimsenin çoluðu-çocuðu, olup, onlarýn ihtiyâcý için çalýþsa, geceleri kalkýp üzerleri açýk olarak gördüðü evlâdýnýn üzerlerini yorganlarý ile örtse, onun bu çeþit iþleri gazâ ve cihaddân daha üstündür."

 

Büyük âlimler onu methetmiþtir.

 

Ýbn-i Ýshâk þöyle dedi: "Ben, Sahâbe-i kirâm ile Abdullah bin Mübârek'in iþlerine, hâllerine dikkat ettim. Onlarýn ayný idi. Yalnýz, Eshâb-ý kirâmýn (r. anhüm) üstünlükleri, Peygamber efendimizin eþsiz sohbetlerinde bulunmaktan ileri geliyordu."

 

Fudayl bin Ýyâd: "Onu sevmemin asýl sebebi Allahü teâlâdan çok korkmasýdýr."

 

Abdullah bin Mus'ab: "Hadîs ve fýkýh ilmini, Arap edebiyâtýný iyi bilen, þecâatý, ticâreti, cömertliði ve yanýnda olmadýklarý zaman da, arkadaþlarýna muhabbeti kendisinde toplamýþ mümtâz bir zât idi."

Eserleri:

 

1) Kitab-üz-Zühd ver-Rekâik: Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem, Eshâb-ý kirâmýn ve Tâbiîn'in ibâdet, tevekkül, tevâzû ve kanâata dâir sözlerinden meydana gelmiþtir. 2) Kitâb-ül-Cihâd: Cihad ile ilgili hadîs-i þerîfleri ihtivâ eder. Keþf-üz-Zunûn'da bu ikisinin onun ilk eserleri olduðu zikredilmektedir. 3) Müsned, 4) Kitab-ül-Birri-Ves-Sýla, 5) Kitâb-üt-Tefsîr, 6) Kitabüt-Târîh, 7) Es-Sünen fil Fýkh.

 

ALLAHÜ TEÂLÂYI BÝLÝR MÝSÝN?

 

Bir gün yolda gidiyordu. Önünde birkaç koyunla bir çoban çocuk gördü. Ona acýdý ve; "Zavallý, çocuklukta çobanlýk yaparsa, büyüdükte Allahü teâlânýn ibâdet ve mârifetine nasýl eriþir?" dedi. Sonra kendi kendine; "Gideyim, ona Allahü teâlâyý tanýmakta bir mesele öðreteyim." deyip, çocuðun yanýna geldi ve:

 

-Evlâdým, Allahü teâlâyý bilir misin? buyurdu.

 

Çocuk:

 

-Kul nasýl sâhibini bilmez?" dedi.

 

-Allahü teâlâ'yý ne ile biliyorsun?

 

-Bu koyunlarýmla.

 

-Bu koyunlarla, O'nu nasýl bilirsin?

 

-Bu birkaç koyun çobansýz iþe yaramaz. Bunlara su ve ot verecek, kurttan ve diðer tehlikelerden koruyucu birisi lâzýmdýr. Bundan anladým ki, kâinat, insanlar, cinler, hayvanlar ve canavarlar ve bu kanatlý kuþlar bir koruyucuya muhtaçtýr. Bu binlerce çeþit mahlûkatý korumaya kâdir olan, Allahü teâlâdan baþkasý deðildir. Ýþte bu koyunlarla Allahü teâlâyý, böylece bildim

 

-Allahü teâlâyý nasýl bilirsin?

 

-Hiç bir þeye benzetmeden bilirim.

 

-Böyle olduðunu nasýl bildin?

 

-Yine bu koyunlardan.

 

-Nasýl?

 

-Ben çobaným. Onlarýn koruyucusuyum. Onlar benim korumam ve tasarrufumdadýrlar. Onlara dikkatle bakýyorum. Ne onlar bana benzerler, ne de ben onlara benzerim. Buradan, bir çoban koyunlarýna benzemezse, Allahü teâlânýn elbette kullarýna benzemiyeceðini anladým. Abdullah bin Mübârek:

 

-Ýyi söyledin. Ýlimden bir þey öðrendin mi? buyurdu.

 

Çocuk:

 

-Ben bu sahrâlarda, nasýl ilim tahsîl edebilirim, dedi.

 

-Peki baþka ne öðrenmiþsin?

 

-Üç ilim öðrendim. Gönül ilmi, dil ilmi ve beden ilmi.

 

-Bunlar nelerdir, ben bunlarý bilmiyorum.

 

-Gönül ilmi þudur ki, bana kalb verdi ve kendi mârifet ve muhabbeti yeri eyledi ki, bu kalb ile O'nu bileyim. O'nun sevdiklerine gönülde yer vereyim, sevmediklerine yer vermiyeyim ve böylelerinden uzak olayým. Dil ilmi þudur ki, bana dil verdi ve dili zikretmek, O'nun ismini söylemek yeri eyledi. Bununla O'nu hatýrlatanlarý dile getirmeði, O'ndan bahsetmiyen sözden onu korumayý, böyle sözden uzak olmayý îmâ etti. Beden ilmi þudur ki, bana beden vermiþtir ve onu kendine hizmet yeri eylemiþtir. Böylece O'na hizmet olan her þeyi yaparým, hizmet olmayan þeyi ise bedenimden uzaklaþtýrýrým.

 

Abdullah bin Mübârek, bunun üzerine:

 

-Ey çocuðum! Evvelki ve sonraki ilimler, senin bana bu öðrettiklerindir! dedikten sonra: Ey oðul, bana nasîhat ver, buyurdu.

 

-Ey efendi! Âlim olduðun yüzünden belli oluyor. Eðer ilmi Allah rýzâsý için öðrendiysen, insanlardan istemeyi, beklemeyi kes. Yok, dünyâ için öðrenmiþsen, Cennet'e kavuþamazsýn, dedi.

 

KIZIMI KÝME VEREYÝM?

 

Merv þehri kâdýsýnýn bir kýzý vardý. Ülkedeki, ileri gelen zengin, makam ve mevký sâhibi kimseler bu kýzý isteyince hiç birine vermedi. Bu zâtýn Mübârek adlý, baðýna-bahçesine bakan bir kölesi vardý. Aradan iki ay geçmiþ meyveler olgunlaþmýþ bolluk bereket gelmiþti. Efendisi, Mübârek'ten üzüm isteyince, toplayýp geldi. Getirdiði üzüm çok güzel olmasýna raðmen henüz olmamýþtý, baþka üzüm istedi. O da ekþi çýktý. Efendisi; "Bahçede o kadar üzüm var, niçin böyle üzüm getiriyorsun?" demekten kendini alamadý. Mübârek; "Efendim! Ekþisini tatlýsýný bilmiyorum!" diye cevap verdi. Bað sâhibi; "Sübhanallah iki aydýr baðdasýn, daha hangisinin ekþi, hangisinin tatlý olduðunu bilmiyorsun." diye çýkýþtý. Mübârek onlarý yemekle deðil korumakla vazîfeli olduðunu biliyordu. Efendisi; "Niçin onlardan yemedin?" deyince; "Siz benden baðýnýzdaki meyvelerin muhâfazasýný istediniz. Yeyiniz demeyince alýp yemem uygun olur mu, emrinize karþý gelebilir miyim?" cevâbýný verdi.

 

Efendisi böyle bir hâdiseyle ilk defâ karþýlaþmýþtý. Mübârek'in bu hâline hayran kaldý. Güvenebileceði birini bulmuþtu. Gerçekten onu ve hâlini çok sevmiþti. Kölesine dönerek; "Sana bir þey soracaðým." diye söze baþladý. Sonra; "Benim bir kýzým var, malý makamý yüksek pekçok kimse onu ister. Hangisine vereceðimi ne yapacaðýmý bilemiyorum. Bu hususda bir fikrin olur mu? Sen ne dersin?" diye sordu. Mübârek, bu söze karþý þöyle dedi:

 

"Efendim!.. Ýnsanlar, dâmâd için; câhiliyye devrinde soya sopa; yahûdîler ve hýristiyanlar güzelliðe, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem zamânýnda dindârlýða, Allahü teâlâdan korkup, haramlardan sakýnmaya bakarlardý. Zamânýmýzda ise, mala ve makama bakýlýyor. Artýk bunlardan dilediðini seç."

 

Bunun üzerine efendisi:

 

"Ben dindarlýðý ve takvâyý seçiyorum ve kýzýmý seninle evlendirmek istiyorum. Çünkü sende haramlardan kaçma, dînine baðlýlýk, iyi hal, emânet ve güvenilirlik gördüm ve bunlarý sende buldum." dedi.

 

O ise kendisinin köle olduðunu, parayla satýldýðýný, böyle olunca evlenmelerinin garib karþýlanacaðýný, hem kýzýn buna râzý olmayacaðýný bir bir anlattý. Akýl da öyle diyordu. Ancak kâdý kararlý idi. "Kalk eve gidelim." dedi. Eve varýnca hanýmýna; "Bu sâlih, dindâr, takvâ sâhibi bir köledir. Kýzýmýzý onunla evlendirmek istiyorum, senin fikrin ne?" deyince, hanýmý; "Sen bilirsin, fakat bir de kýza soralým." cevabýný verdi. Anne durumu kýza açýp babasýnýn niyetini söyleyince, kýzý da bu hususta her þeyi anne ve babasýna býraktýðýný bildirdi. Kadýn kýzýn râzý olduðunu babasýna anlatýnca nikahlarý kýyýldý. Fakat Mübârek, kýzýn yanýna gitmiyordu. Bu hâl kýrk gün sürdü. Bir vesîle ile anne durumdan haberdâr olunca dayanamadý; "Kýzýmýzý kölene verdin, aradan bunca zaman geçtiði halde dönüp yüzüne bile bakmadý, bu yaptýðý nedir? Bu nasýl iþ?" diye þikâyet ve sitemde bulundu. Bunun üzerine kâdý; "Ey Mübârek! Kýzýma nâz mý ediyorsun? Niçin yanýna gitmiyorsun?" demekten kendini alamadý. Buna karþýlýk dâmâd:

 

"Ey müslümanlarýn kâdýsý! Ey efendim! Bu nasýl söz? Sizin kerîmenize nâz etmek ne haddime. Lâkin kâdýsýnýz. Ola ki kýzýnýz þüpheli bir þey yemiþtir. Þüpheden uzak olmak için bu zamâna kadar bekledim ve ona helâl yemek yedirdim. Belki Allahü teâlâ bize sâlih bir evlâd verir. Bundan baþka bir düþüncem yoktur." dedi.

 

Kýrk gün geçtikten sonra ehline yaklaþtý. Haram ve helâle bu derece dikkat ettiði için Allahü teâlâ ona Abdullah isminde bir çocuk verdi.

 

1) Tabakât-ý Ýbn-i Sa'd; c.7, s.372

2) Hilyet-ül-Evliyâ; c.8, s.162

3) Târih-i Baðdâd; c.10, s.152.

4) Sýfat-üs-Safve; c.4, s.134.

5) Vefeyât-ül-A'yân; c.3, s.33.

6) Þezerât-üz-Zeheb; c.1, s.295

7) Abdullah bin Mübârek Mervezi; (Abdülmecîd Muhtesib, Amman 1392)

8) Tabakât-ül-Kübra (Þa'rânî); c.1, s.59

9) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.104

10) Tezkiret-ül-Evliyâ; c.1, s.166

11) Nesâyim-ül-Mehabbe; s.15

12) Rehber Ansiklopedisi; c.1, s.14

13) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.97

14) Ýslam Târihi Ansiklopedisi; c.1, s.60

15) Ravd-ur-Reyyâhin; s.90

16) Nevâdir-ül-Âlem; s. 6,65,83

17) Tam Ýlmihal Seâdet-i Ebediyye; s.1027

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH BÝN ZEYD

 

Tâbiîn devri velîlerinden. Ýsmi, Abdullah bin Zeyd bin Amr el-Cevmî, künyesi Ebû Kilâbe'dir. Basra'da doðdu. Doðum târihi bilinmemektedir. 722 (H.104) senesinde Þam'da vefât etti.

 

Abdullah bin Zeyd, Eshâb-ý kirâmdan Sâbit bin Kays, Enes bin Mâlik ve Tâbiînden büyük âlim Katâde'den (r.anhüm) ders alýp ilimde yükseldi. Hadîs-i þerîf ilminde sika, saðlam, güvenilir bir zât oldu. Bir hadîs-i þerîfi öðrenmek için uzun süre seyâhat ederdi. Bu hâlini þöyle anlatýr:

 

Hiç bir iþim olmadýðý halde Medîne'de, sýrf bir hadîs-i þerîfi daha önce duymuþ olan bir þahýstan dinlemek için üç gün kaldým.

 

Hadîs-i þerîflerin toplanýp, yazýlmasý için uðraþýrdý. Vefâtýndan evvel, kitaplarýnýn Tâbiînin büyüklerinden, fýkýh âlimi ve evliyâdan Ebû Eyyûb-i Sahtiyânî'ye verilmesini vasiyet etti. Bir deve yüküne yakýn kitâbý Ebû Eyyûb-i Sahtiyânî'ye verildi.

 

Abdullah bin Zeyd devamlý helâl kazanmayý teþvik ederdi. Bir gün Eyyûb-i Sahtiyânî'ye; "Çarþýya git, iþ ara. Zirâ en büyük huzûr insanlara muhtâc olmamaktýr." buyurdu. Baþka birine de; "Seni, geçimini temin ederken görmek, câmi köþesinde görmemden daha sevimlidir." buyurdu. Döküntü hurma satan ve sohbetine devâm eden bir talebesi vardý. Ona; "Ben, senin sohbet meclisinden faydalandýðýný zannediyordum. Fakat þu bir hakikattir; Allahü teâlâ kötü olan her þeyden bereketini almýþtýr." buyurdu.

 

Çok sýcak bir günde bir kâfile ile hacca gidiyordu. Susuzluðu çok þiddetli idi. Ellerini açýp; "Yâ Rabbî! Sen hararetimi ve susuzluðumu giderirsin." diye duâ edince, baþý üzerinde bir bulut belirip üzerine yaðmur yaðdý. Elbisesi ýslandý ve susuzluðu gitti. Lâkin kâfilede bundan baþkasýna bir damla yaðmur düþmedi.

 

Abdullah bin Zeyd hazretlerinin hikmetle dolu pekçok nasîhat ve sözleri vardýr. Bir gün; "Hem dünyâ, hem de âhirette yaþayan kimseye ne saâdet!" buyurunca; Âhirette nasýl yaþandýðý kendisinden soruldu, cevâbýnda; "Böyle bir insan dünyâda Allahü teâlâyý hatýrýndan çýkarmadý, dâimâ O'na yalvardý ve bu sâyede âhirette O'nun rahmetine mazhar oldu." buyurdu.

 

"Kimlerden uzak duralým?" diye soruldu. Cevâben; "Arzu ve istekleri peþinden koþanlarla berâber oturup kalkmayýnýz. Onlarla konuþmayýnýz. Çünkü, sizi kendi sapýklýklarýna düþürmelerinden zihninizi karýþtýrmalarýndan korkuyorum." buyurdu.

 

Bir tanýdýðý arkadaþýndan þikâyet etmiþti. "Sana, din kardeþinden istemediðin bir þey ulaþýrsa, onun için bir özür ara. Bir mâzeret bulamazsan, kendi kendine, belki benim bilmediðim bir durum vardýr, de." buyurdu.

 

Bid'at yâni dinde sonradan ortaya çýkarýlan ve dindenmiþ gibi olan hurâfelere ve bid'at sâhiblerine çok kýzar ve þöyle derdi:

 

"Bid'at ehli ile oturmayýnýz. Onlarla sohbet etmeyiniz. Zîrâ sizi dalâlete düþürebilirler veya bilmediðiniz kötülüklere bulaþtýrabilirler. Bir kimse bir bid'at ortaya çýkarýrsa onunla harb ederim."

 

Ýlim sâhipleri sorulduðunda:

 

"Âlimler üç kýsýmdýr. Bir kýsmý, ilmi ile amel eder, insanlar da onun ilmiyle amel ederler. Diðer bir kýsmý, ilmi ile amel eder, fakat insanlar onun ilmiyle amel etmez. Baþka bir kýsmý da ilmiyle kendisi amel etmediði gibi insanlar da amel etmez." buyurdu.

 

Kendisine münâfýklarýn âhiretteki hâlleri nasýldýr? denildi. Buyurdu ki:

 

"Kýyâmet günü Arþ-ý a'lâ tarafýndan bir münâdî Yûnus sûresi 62. âyet ile meâlen; "Ey Allah'ýn sevgili kullarý! Sizin için bir korku yoktur. Siz mahzûn da edilmezsiniz." nidâ eder. Bu nidâdan sonra herkes baþýný yukarý kaldýrýr ve; inandýk îmân ettik, derler. Ancak, münâfýklarýn baþlarý hiç yukarý kalkmaz ve eðik kalýr."

 

Bir defâsýnda da; "Allahü teâlâya þükre sebeb olan dünyâlýk insana zarar vermez." buyurdu.

 

"Bir sözü anlamayacak kimseye söyleme! Çünkü o söz, ona zararlý olup, fayda vermez."

 

Abdullah bin Zeyd hazretleri namazlardan sonra "Allahümme innî es'elüke't-tayyibât ve terk-el-münkerât ve hubbe'l-mesâkîn ve en tetûbe aleyye ve izâ eradte Lî ibâdike fitneten en teveffenî gayre meftûnin." duâsýný okurdu.

 

Bir talebesi nasîhat istediðinde rivâyet ettiði þu hadîs-i þerîfleri bildirdi.

 

"Üç þey vardýr ki, bunlar kimde bulunursa o kimse imânýn tadýný bulur. Birincisi, bir kimseye Allah ve Resûlü, baþkalarýndan daha sevgili olmak. Ýkincisi, bir kimse sevdiðini Allah için sevmek. Üçüncüsü, bir kimseyi Allah küfürden kurtardýktan sonra tekrar küfre dönmekten, ateþe atýlmaktan tiksindiði gibi tiksinmek."

"Ýþlerin en hayýrlýsý, çok aþýrý veya eksik olmayýp, orta mertebede olanýdýr."

 

1) Hilyet-ül-Evliyâ; c.2, s.282

2) El-A'lâm; c.4, s.88

3) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.5, s.224

4) Tezkiretü'l-Huffâz; c.1, s.94

5) Sünen-i Dârimî; c.2, s.470

6) Câmiu Kerâmât-il Evliyâ; c.2, s.104

7) Tehzîb-i Ýbn-i Asâkir; c.7, s.426

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH EL-ACEMÎ

 

Evliyânýn büyüklerinden. Ýsmi, Þeyh Abdullah el-Acemî'dir. Doðum târihi bilinmemektedir. Haleb civârýnda Bire yakýnýndaki Kefertaþe köyünde ikâmet ederdi. Bað-bahçe ile uðraþýr, çiftçilik yapardý. Üstün hâller ve kerâmetler sâhibi bir zâttý. 1242 (H. 640) senesinde doðduðu yer olan Kefertaþe köyünde vefât etti. Kabri ziyâret mahallidir.

 

Menkýbelerinden bâzýlarý þöyle nakledilmiþtir:

 

Zamânýn sultâný Melîk Zâhir Mücirüddîn, bir defâsýnda Abdullah el-Acemî hazretlerinin köyüne gitmiþti. Abdullah el-Acemî bahçelerde bekçilik yapýyordu. Melik onu bir bahçe içinde görüp:

 

"Ey Genç! Bize tatlý bir nar getir." deyince, bulunduðu bahçedeki bir nar aðacýndan nar koparýp götürdü. Melik kesip tadýna baktý ve; "Bu nar ekþi sen nasýl bekçisin narýn ekþisini tatlýsýný ayýrd edemiyorsun?" dedi.

 

Abdullah el-Acemî kendisine âid olmayan meyvelerden hiç yemediði için, ekþisini tatlýsýný bilmiyordu. Melîk'in sözleri üzerine hem üzüldü hem de mahcûb oldu. Gidip bir aðacýn altýnda namaza durdu ve iki rekat namaz kýlýp þöyle duâ etti: "Yâ Rabbî bana hangi narýn tatlý olduðunu bildir, gidip Melîk'e vereyim..."

 

Onun namaz kýlýþýný ve duâ ediþini seyreden Melik hayretinden atýn üstünde donakalmýþtý. Çünkü aðaçlar da onunla secdeye gidiyorlardý. Hayatýnda ilk defa böyle bir halle karþýlaþýyordu. Hayretle; "Aðaçlar! Evet, aðaçlar! O secdeye kapandýkça aðaçlar da secdeye kapandýlar! Demek bu genç erenlerden!" diyerek atýndan indi. Ayakta durarak Abdullah el-Acemî hazretlerine sevgiyle baktý. Sonra koþup ayaklarýna kapandý.

 

Abdullah el-Acemî hazretleri geri çekilerek böyle yapmasýna mânî olmak isteyince Melik Zâhir; "Sen namaz kýlarken þu bahçenin bütün aðaçlarý seninle birlikte secdeye kapandýlar. Bunun kerametiniz olduðunu anladým. Sen mübârek bir kimsesin."dedi. Abdullah el-Acemî'nin; "Belki hâyâl gördünüz..." buyurmasý üzerine;

 

"Hayýr! Vallahi gerçek gördüm. Melik aslýnda sizsiniz. Biz Melik deðil sizlerin hizmetçisiyiz." dedi.

 

Bu konuþmalardan sonra Melik Zâhir ona duyduðu yakýnlýðý daha da artýrmak istedi. Ona ýsýnmýþ, kalbi kaynamýþtý:

 

"Benim edebli ve sana lâyýk bir kýzým var. Onu size nikahlamak isterim." O; "Efendim ben, malý mülkü olmayan, bir garibim" cevabýný verdi.

 

Fakat Melîk niyetinde kararlý ve çok ýsrarlý idi. Abdullah el-Acemî hazretleri onun bu samîmî ve candan isteði karþýsýnda teklîfini geri çevirmedi. Nikâhlarý yapýldý.

 

Melik Zâhir saraya gidip durumu hanýmýna anlatýnca o da memnun olup, kýzýnýn çeyizini düzdü. Sonra, kýzýný sultan kýzýna lâyýk bir þekilde develer yükü çeyizle gönderdi.

 

Düðün alayý Abdullah el-Acemî'nin köyüne yaklaþýnca haberciler durumu Abdullah Acemî hazretlerine bildirdiler. Bu haber üzerine düðün alayýný karþýladý. Sultanýn kýzý bir deve üstünde tahtýrevan içinde geliyordu. Peþinde de katar hâlindeki develer üzerinde yükler dolusu eþyâ vardý. Sultanýn kýzýna yaklaþýp; "Ey Sultân kýzý! Benim hanýmým olmayý mâdem ki kabul ettin, þimdi senden bazý isteklerim var!" deyince kýz; "Evet, buyurun söyleyin." dedi.

 

"O halde þimdi, sen üzerinde bulunduðun deveden in! Üzerindeki o süslü elbiselerin yerine benim vereceðim þu sâde elbiseyi giy. Sonra þuradaki bahçývan evine gir." buyurdu.

 

Kýz isteðini memnuniyetle yerine getirdi.

 

Melik Zâhir ile Abdullah el-Acemî hazretlerinin arasýnda geçen bu hâdise Irak'ta evliyâ bir zât ve talebeleri tarafýndan duyulmuþtu. Ziyâret etmek için Abdullah el-Acemî'nin köyüne geldiler.

 

Köye geldiklerinde, Abdullah el-Acemî bahçede çalýþýyor, bahçenin otlarýný topluyordu. Gelen ziyâretçi heyetinin reisi Allahü teâlâya duâ etti ve otlara iþaret etti. Allahü teâlânýn izni ile otlar bir yere toplandý. Abdullah el-Acemî hazretleri onlarý karþýladýktan sonra; "Niçin böyle yaptýnýz?" diye sordu. O zât; "Efendim sizin yorulmamanýzý, nasihat etmenizi istedim." deyince de;

 

"Biz, böyle olmasýný isteseydik, Allahü teâlânýn izni ile otlar toplanýrdý. Lâkin biz alýn teri ile lokma yeriz." dedi ve alnýnda toplanan terleri sildi. Terleri parmaklarýndan damla damla topraða döküldü. Sonra; "Ey bahçemin otlarý eski bulunduðunuz yere dönünüz." dedi. Otlar bahçeye yayýlýp eski hallerini aldýlar.

 

Ziyâretine gelen zât onun yanýndan ayrýlmadý. Vefâtýna kadar hizmetinde ve sohbetinde bulundu.

 

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2 s.113

2) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.8 s. 12

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH EL-KASSÂR

 

Hicrî onuncu asrýn sonlarýnda yaþamýþ velîlerden. Doðum ve vefât târihleri belli deðildir.

 

Abdullah Kassâr þöyle anlatmýþtýr:

 

Bir zamanlar hacca gitmek üzere yola çýkmýþtým. Þirâz âlimleriyle görüþtüm. Bana dediler ki:

 

"Abdullah-ý Tüsterî ile görüþtüðün zaman onun fazîletini, üstünlüðünü kabul ettiðimizi ve selâmýmýzý söyle. Arefe gününde evinden çýkýp hacýlarla vakfeye durduðunu iþittik. Bu haber doðru ise bildirsin de bizim bu kerâmeti hususunda tereddüdümüz kalmasýn."

 

Abdullah-ý Tüsterî hazretlerinin yanýna varýnca selâm verdim. Üzerinde uzun bir elbise vardý. Kendinden geçmiþ bir halde oturuyordu. Onu görünce üzerime bir heybet düþtü. Konuþmaða cesaret edemedim. Yanýnda bir yere oturdum O sýrada bir kadýn geldi;

 

-Efendim benim kötürüm bir oðlum var. Þifâ bulmasý için duânýzý almaya geldim. dedi.

 

Abdullah Tüsterî:

 

-Onu niçin Rabbine havâle etmedin? deyince, kadýn:

 

-Siz Rabbimizin sevgili kulusunuz. dedi.

 

Abdullah-ý Tüsterî bana doðru baktý ve iþâret etti. Hemen kalkýp elinden tuttum. Ayaða kalkýp, ayakkabýlarýný giydi ve Þat Nehri kenarýna gitti. Kadýn da peþinden geldi. Kötürüm çocuk nehirde bir sandal içinde oturuyordu. Çocuða:

 

-Elini uzat! dedi.

 

Annesi:

 

-Elini uzatamaz. deyince,

 

-Sen çocuðu býrak, ondan ayrýl. buyurdu.

 

Bu sýrada çocuk elini Abdullah-ý Tüsterî hazretlerine uzattý. "Ayaða kalk!" deyince de kalktý. Sonra da sandal sâhibi onu kenara yaklaþtýrdý ve kötürüm çocuk artýk yürümeye baþladý. Abdullah-ý Tüsterî çocuða abdest aldýrdý ve iki rek'at namaz kýlmasýný söyledi. Çocuk namazý kýlýnca, annesine:

 

-Oðlunun elinden tut! buyurdu.

 

Kadýn da elinden tutup götürdü.

 

Onun bu kerâmetini görünce þaþýrdým. Yanýna yaklaþýp Þiraz âlimlerinin sözlerini söyledim. Bir müddet baþýný eðip durdu. Sonra:

 

-Ey dostum! Bu insanlar dilediðini yapan Allahü teâlâya inanýrlar mý? dedi.

 

-Evet efendim, dedim. Sonra;

 

-Onlar, ondan ne istiyorlar? buyurdu.

 

1) Nefehât-ül-Üns; s.290

2) Nesâyim-ül-Muhabbe; s.156

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH FAHRÝ BABA

Malatya erenlerinden. 1864 veya 1865 (H.1282) senesinde Harput'un Tutlu yöresinde Bozolar köyü Maho veya Mehan mezrasýnda doðdu. 1908 (H.1326)'de vefât etti.

 

On iki yaþýnda Malatya'ya gidip ilim tahsiline baþladý. Halasýnýn kocasý Ahmed Efendiden Ulu Câmide ilim öðrendi. 1880'li senelerde hocasý vefât edince, yerini boþ býrakmadý ve ders vermeye baþladý. Ayrýca tasavvufta yetiþmek üzere önce Kâdirî yolunda Þeyh Hasan Baba adlý bir zâta talebe olup, uzun müddet onun talim ve terbiyesi altýnda yetiþip icâzet aldý. Hasan Baba vefât edince talebeleri Abdullah Fahri Baba'nýn etrâfýnda toplandýlar. Fakat o tasavvufta yüksek derecelere ermek için devamlý arayýþ hâlinde idi. Bir gece rüyâsýnda Hacý Ömer Baba adýnda bir zâta talebe olmasý iþâret edildi. Bunun üzerine Harput'un Köveng köyünde bulunan Nakþî ve Kâdirî þeyhi, Þeyh Hacý Ömer Baba'nýn yanýna gitti. Talebeliðe kabûl edilip, bir müddet yetiþtirildikten sonra, irþâd, insanlara doðru yolu gösterme ile vazîfelendirildi. Bundan sonra Malatya'da insanlara rehberlik etti. Onlara Ehl-i sünnet îtikâdýný ve din bilgilerini anlattý. Sohbet ve derslerine pekçok kimse katýlýp, ondan istifâde etti. Tasavvufî konularda þiirleri vardýr.

 

Kerâmetlerinden bâzýlarý þöyle anlatýlmýþtýr:

 

Dergâhýnýn bulunduðu Boran köyüne kötürüm ve felçli bir kimse getirilir. Durum Abdullah Baba'ya bildirilip, þifâ bulmasý için himmet ve duâ istenir. Kötürüm kimsenin bulunduðu arabanýn yanýna gidip, yedi yýldýr kötürüm olan bu kimseye hitâb ederek; "Allahü teâlânýn izni ile aþaðýya in!" diyerek arabadan inmesini söyler. "Ýnemem." deyince, tutup kendisi indirir. Kötürüm birdenbire sýhhate kavuþup yürümeye baþlar.

 

Bir yaz günü sevenleri ile birlikte Hasýrcý Köyündeki talebelerinin yanýna gitmiþti. Ziyâretten sonra Boran köyündeki tekkesine dönüp, köye yaklaþtýðý sýrada atýný üç saat kadar uzakta bulunan Hâtun Suyu tarafýna çevirip, yüksek sesle orada bulunan bir talebesine seslendi:

 

"Cumâli Efendi seni çok göresim geldi. Hemen dergâha gel!" Sonra yoluna devâm edip dergâhýna döndü. Kýsa bir müddet sonra çaðýrdýðý talebesi onun kerâmetiyle sesini iþitmiþ olduðundan, telaþ içinde dergâha gelip;

 

"Buyrun efendim beni istemiþsiniz geldim!" dedi.

 

Vefât etmeden kýsa bir müddet önce bir gün zâviyesinde talebelerinin ve sevenlerinin kalabalýk olduðu bir sýrada uyku hâli gibi bir hâl gelip kendinden geçti. Bu hâl bir müddet devâm etti. Sonra gözlerini açýp;

 

"Eyvah ben ne yaptým!" dedi. Ne yaptýnýz, ne oldu diye sorulunca;

 

"Sakalýmdaki su damlalarýna bakýn." diye gösterdi. Ýbrâhim Efendi adýnda bir zât su damlalarýndan alýp, diline dokundurdu. Sonra derhâl aðzýný temizledi ve;

 

"Efendim bu çok acý zehir." dedi. Bunun üzerine;

 

"Evet oðlum, bu bir ölüm þerbetidir. Biraz önce Sultan Abdülhamîd Han ile yanyana idim. Birisi iki kâse þerbet getirdi. Abdülhamîd Han ile birlikte ayaða kalktýk. Sultan bana, buyurun Baba Efendi için! dedi. Önce siz buyrun Sultaným, dedim. Fakat benim almam için ýsrar etti. Alýp içtim. Ey cemâat, bu þerbet sizler için acý bir zehirdir. Fakat benim için tatlý bir ölüm þerbetidir." dedi. Abdullah Fahri Baba'nýn bahsettiði pâdiþâh Sultan Ýkinci Abdülhamîd Han, kendisinden on sene sonra 1918 senesinde vefât etmiþtir. Evliyâ bir pâdiþâhtý.

 

Orduz köyü halkýndan bir zât þöyle anlatmýþtýr:

 

Karakaya Barajýnýn suyunun yükselmesi sebebiyle Abdullah Fahri Baba'nýn türbesi bu suyun altýnda kalacaðýndan, kabrini naklettik. Boranlý Hacý Mustafa Baba'nýn neslinden birkaç kiþi de nakil iþinde bulundu. Kabrini naklettikten sonra Malatya'ya döndük. Hüseyin Bey Köprüsü semtinde arabadan indik. O sýrada tanýdýðýmýz bir ihtiyarla karþýlaþtým. Hal hatýr sorduktan sonra bana;

 

"Senden evliyâ kokusu geliyor. Ellerini uzat." dedi. Ellerimi uzattým. Ellerimi tutup yüzüne gözüne sürdü, öptü. "O koku iþte bu ellerden geliyor, beni mest etti. Bu eller bugün ne iþ gördü?" diye sordu. O gün öðle vakti Abdullah Fahri Baba'nýn nâþýný naklederken ellerim ona dokunmuþtu. Ayný akþam Orduz'daki evimize gittim. Ablam; "Senden hoþ bir koku geliyor." dedi. O gün ve o gece ben de o hoþ kokuyla mest olmuþtum.

1) Malatyalý Gönül Sultanlarý; s.13

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH HADDÂDÎ

 

Evliyânýn büyüklerinden. Ýsmi, Abdullah olup babasýnýn ismi Alevî'dir. Evlâd-i Resûl olup, seyyiddir. 1634 (H. 1044) senesi Safer ayýnýn beþinde Pazartesi günü Yemen'in Terîm þehrinde doðdu. 1720 (H. 1132) senesi Zilkade ayýnýn yirmi üçünde Salý günü akþamý Terîm'de vefât etti.

 

Abdullah Haddâdî Allahü teâlânýn yardýmýna, lütuf ve ihsânýna kavuþup küçük yaþta Kur'ân-ý kerîmi ezberledi. Sonra ilim tahsîline baþladý. Zamânýnýn büyük âlimleriyle görüþüp derslerini dinledi. Onlarýn arasýnda en güzel þekilde yetiþti. Fýkýh ilmini Kâdý Sehl bin Ahmed ve baþkalarýndan öðrendi. Küçük yaþta ilimde söz sâhibi oldu. Çok zekî ve hâfýzasý çok kuvvetli idi. Okuduðunu ve gördüðünü hiç unutmazdý. Bu sebeple ilim kapýlarý kendisine açýldý. Çok ibâdet eder, öðrendikleriyle amel ederdi. Ýlimdeki üstünlüðü herkesi hayran býrakýrdý.

 

Abdullah Haddâdî 1668'de Haremeyn-i þerîfeyne, Mekke-i mükerreme ile Medîne-i münevvereye gitti. Ýlim öðrenmek için pek çok yere yolculuklarda bulundu. Kabirleri ziyâret eder, buna çok önem verirdi.

 

Talebesi Selî onun hakkýnda þöyle bildirdi:

 

"Seyyid Abdullah bin Alevî'nin yanýna kim gelirse onun kalbinden ve hâtýrýndan geçenleri bilir ve haberdâr olurdu. Yanýna gelenin nesebini ve soyunu, ne iþ için geldiðini önceden söylerdi. Bir gün bir kimse gelip bir suâl sormak istedi. Ona; "Senin suâlin þöyledir, fakat daha zamâný deðildir." buyurdu.

 

Bir gün Hacer denilen yerde, yanýna Þerîf Berekât bin Muhammed gelip, isteðinin kabûlü için duâ etmesini istedi. Þerîf Berekât o zaman Mekke emîri deðildi. Haddâdî de duâ etti. O gidince duâ isteyen kiþinin kim olduðunu sordu. Oradakiler; "Efendim bu zât Mekke'nin eþrâfýndan bir kimsedir." dediler. Abdullah Haddâdî; "O bizden Mekke'nin emîri olmak için duâ istedi. Biz de duâ ettik, Allahü teâlâ duâmýzý kabûl etti. Bu vazîfe ona müyesser olacak." buyurdu. Çok geçmeden Þerîf Berekât, Mekke-i mükerreme emirliðine tâyin edildi.

 

Seyyid Abdullah Haddâdî hazretleri bir gün talebesi Þeyh Hüseyin bin Muhammed ile birlikte hac için yola çýktý. Medîne-i münevvereye vardýklarýnda talebesi orada hastalandý. Yakalandýðý hastalýk çok þiddetli idi. Talebe nerede ise vefât edecekti. Seyyid Abdullah Haddâdî hazretleri hastanýn baþý ucuna oturduðunda onun ömrünün bittiðini anladý. Oradaki talebelerinden bir cemâati topladý ve; "Her biriniz onun selâmeti için duâ edin." buyurdu. Seyyid Ömer Emin isimli talebe; "Efendim ben ömrümden bir kýsmýný ona hîbe ettim." dedi. Bunun üzerine Seyyid hazretleri Resûlullah'ýn (sallallahü aleyhi ve sellem) kabr-i þerîfine gidip duâ etti ve þefâat istedi. Ziyâretten sonra Seyyid Abdullah Haddâdî sevinçle; "Allahü teâlâ duâmýzý kabûl etti. O istediðini yapmaða kâdirdir." buyurdu. Allahü teâlânýn izni ile talebesi Þeyh Hüseyin hastalýktan kurtuldu. Bir zaman sonra Seyyid Abdullah, Yemen'in Terîm þehrinde iken buyurdu ki: "Bu sene Þeyh Hüseyin vefât edecek." Buyurduðu gibi o sene Þeyh Hüseyin Mekke-i mükerremede vefât etti.

 

Abdullah Haddâdî çok eser yazdý. Bunlardan bâzýlarý þunlardýr: 1) Ýthâf-üs-Sâil bi Ecvibet-il-Mesâil, 2) Dîvân (Dürr-ül-Manzûm li Zevil Fâdýl vel-Fühûm), 3) Da'vet-üt-Tâmme vet-Tezkirat-ül-Âmme fil-Va'z, 4) Nesâyih-üd-Dîniyye, 5) El-Müâvenetü vel-Müâzerâtü lir-Râgýbîn.

 

YAZDIKLARINIZI SUYA KOYUN

 

Seyyid Abdullah, uzun boylu ve gür saçlý olup, güler yüzlüydü. Kendisine eziyet ve sýkýntý verenlere af ve sevgi ile muâmele ederdi. Sözü, sohbeti hoþ idi. Bozuk ve kötü yolda bulunan bir kimse yanýna geldiðinde onun iyi yola girmesi için bütün gücü ile çalýþýrdý. Çok kerâmetleri görüldü. Kerâmetlerini göstermekten çok çekinirdi. Bâzý talebeleri kerâmetleri hakkýnda risâleler yazmýþlardý. Bu durumdan haberi olunca onlarý çaðýrýp; "Yazdýðýnýz kâðýtlarý suya koyun. Yazýdan hiçbir eser kalmasýn." buyurdu. Onlar da hocalarýnýn dediðini yaptýlar, sonra talebelerine; "Böyle þeyleri yazacaðýnýza dînî nasîhatler, îmân bilgileri, fýkýh bilgileri, fetvâ kitaplarý ve bunlar gibi faydalý kitaplarla meþgûl olmanýz yazmanýz daha uygun olur." buyurdu.

 

1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.6, s. 85

2) Silk-üd-Dürer; c.3, s. 91

3) Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s. 480

4) Îzâh-ul-Meknûn; c.1, s. 4, 69

5) Brockelmann; Sup-2, s. 386

6) El-A'lâm; c.4, s. 104

7) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s. 128

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH EL-HARRÂZ

 

Evliyânýn büyüklerinden. Ýsmi Abdullah bin Muhammed, künyesi Ebû Muhammed'dir. Rey þehrinde doðup büyüdü. Doðum târihi bilinmemektedir. Hicrî 922 (H.310) târihinde vefât etti.

 

Abdullah el-Harrâz Rey ve Baðdâd'da ilim tahsîl etti. Çok hadîs-i þerîf ezberledi. Mâlik bin Enes'den hadîs-i þerîf rivâyet etti. Kendisinden de Ebû Zür'a Ahmed bin Hanbel ve oðlu ile Ýmâm-ý Begavî ve Müslîm hadîs-i þerîf rivâyetinde bulundular. Abdullah el-Harrâz hazretleri evliyânýn büyüklerinden Ebû Ýmrân Kebir'in sohbetlerinde mânevî olgunluða kavuþup, kemâle geldi.Ebû Hafs Haddad ile görüþtü. Ýlim ve irfaný ziyâdeleþti. Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin talebeleri ona çok hürmet eder, büyük bilirlerdi. YýllarcaMekke-i mükerremede müsâfir olarak kaldý.

 

Abdullah el-Harrâz harâm ve þüphelilerden çok sakýnan bir zât idi. Kimseden çekinmez dâimâ hakký söylerdi. Bir defâsýnda talebelerinden yirmi sekiz kiþi ile birlikte hac yolculuðuna çýkmýþtý. Mekke'ye yakýn bir yerde konakladýlar. Orada; "Yavrularým þimdi sizi Allahü teâlâya emânet ediyorum." buyurdu. Talebeleri; "Efendim! siz nereye gidiyorsunuz?" diye sordular. O; "Ben Rey'den buraya kadar sizinle sohbet ederek ve sizi gözeterek geldim. Gönlümü size vermiþtim. Þimdi ise tekrar Rey'den tarafa gidiyorum. Hac niyetimi oradan yapacaðým. Ýnþallah yine sizlere kavuþurum." buyurdu ve geri döndü.

 

Muhammed bin Dâvûd Dîneverî anlatýr:

 

Abdullah el-Harrâz Mekke-i mükerremede iken bir defâsýnda sohbetine gittim. Dört gündür bir þey yememiþtim. Sohbete baþladýðýnda; "Ýçimizden biri dört gündür aç. Açlýktan feryâd ediyor. Yâni ben açým der gibi bir hâli var." dedi. Sonra da; "Dünyâya gelen bir canlý Allahü teâlâdan ümid ettiði þeye kavuþunca hayâtýný vermiþ ne ehemmiyeti var?" buyurdu.

 

Abdullah el-Harrâz talebelerine; "Bizim yolumuz fütüvvettir (cömertliktir). Yâni kimseden bir þey istemek deðildir." buyururdu.

 

Buyurdular ki:

 

"Kullarýn en aþaðýsý, namazýný ve tesbîhini kendi gözünde büyülten, yaptýðý ibâdetler sebebiyle, Allahü teâlâ katýnda kýymeti olduðunu zanneden kimsedir. Eðer Allahü teâlânýn ihsâný ve rahmeti olmasaydý, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) iþlerinin bile ne kadar zor olduðu görülürdü. Nasýl böyle olmasýn. Peygamberlerin en üstünü ve Allahü teâlâya en yakýn olan Resûlullah efendimiz bile, Allahü teâlânýn rahmetinin kendisini örttüðünü buyurmuþlardýr."

 

"Kulluðun en güzeli, kulun Allahü teâlânýn verdiði nîmetler karþýsýnda, þükürden âciz olduðunu bilmesidir."

 

"Sabrýn alâmeti þikâyeti terk, musîbet ve sýkýntýlarý gizlemektir."

"Açlýk zâhidlerin, dünyaya düþkün olmayanlarýn; zikir âriflerin gýdâsýdýr."

 

"Aðyâra yâni yâr ve dost olmayana iltifât etmemek, ona sýrrý açýklamamak, yüzünü hakka dönmüþ olmanýn alâmetlerindendir."

 

Yûsuf bin Hüseyin der ki: "Abdullah el-Harrâz gibi bir kimse görmedim. O da kendisi gibi kimse görmedi. Çok mürüvvet sâhibi, herkesi görüp gözeten bir zât idi."

 

1) Tabakât-üs-Sûfiyye; s.330

2) Risâle-i Kuþeyrî; s.170

3) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.98

4) Târih-i Baðdâd; c.10, s.34-36

5) Nesâyim-ül-Mehabbe; s.95

6) Nefehât-ül-Üns; s.208

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH HAYDERÎ

 

Baðdâd'da yetiþen büyük velîlerden. Ubeydullah Hayderî diye de bilinir. Büyük velî Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerinin ilk hilâfet verdiði talebesidir. Doðum ve vefât târihleri kesin olarak bilinememektedir. Baðdâd'da doðdu ve orada vefât etti. On dokuzuncu yüzyýlýn ilk yarýsýnda vefat ettiði tahmin edilmektedir.

 

Küçük yaþtan îtibâren aklî ve naklî ilimleri tahsîl eden Abdullah Hayderî büyük âlim oldu. Bütün ilimleri kendinde toplayýp, Ýslâmiyetin emir ve yasaklarýyla ilgili ince bilgileri elde etti. Fesâhat, belâgat ve edebiyât konularýnda önceki ve sonraki âlimlerin üstünü idi. Arapça, Farsça ve Türkçeye hâkim olup, "Zemahþerî" veya "Zamânýn Harîrî'si" diye þöhret buldu. Ýlim ve edebiyâttaki bu yüksek derecesi sebebiyle Baðdâd'a Hanefî müftüsü olarak tâyin edildi. Senelerce müslümanlarýn dînî sorularýna cevap verip Ýslâmiyetin emir ve yasaklarýný anlattý.

 

Hindistan'a giderek Þah Gulâm-ý Ali Abdullah-ý Dehlevî hazretlerinin mânevî sofrasýndan feyz alýp, insanlara Ýslâmiyetin emir ve yasaklarýný anlatarak onlarýn dünyâ ve âhirette seâdete, kurtuluþa ermelerine vesîle olmak vazîfesiyle Baðdâd'a gelen Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretleri sohbetlerine Abdullah-ý Hayderî'yi de kabûl etti. Abdullah-ý Hayderî yüksek ilmine raðmen Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerinin önünde diz çöktü. Kýsa bir müddet içinde Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerinden istifâde ederek tasavvuf yolunda ilerledi. Baðdâd müftülüðünden ayrýlarak hocasýnýn hizmetinden ve sohbetlerinden ayrýlmadý. Mevlânâ Hâlid hazretleri ona:

 

"Abdullah su kýrbasýný yüklen. Baðdâd sokaklarýnda ve pazarlarda "Sebîl" diyerek insanlara su daðýt." buyurdu.

 

Önceki makâm ve þöhretini düþünmeden hocasýnýn emrini yerine getiren Abdullah-ý Hayderî, yirmi gün müddetle sýrtýna yüklendiði su kýrbasýyla sokak sokak dolaþarak insanlara su daðýttý. Her þeyin görünüþüne bakan insanlar Abdullah-ý Hayderî'yi bu þekilde görünce hayretle birbirlerine, onun hakkýnda ileri geri sözler sarf ettiler. Fakat dünyânýn makâmýna, þöhretine önem vermeyen, insanlarýn dedikodularýna aldýrýþ etmeyen Abdullah Hayderî kendisine verilen emri kusursuz olarak yerine getirmeye devâm etti. Sonra hocasýnýn huzûruna geldi. Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretleri bu sefer:

 

"Abdullah on gün de para ile su sat." buyurdu.

 

Bu emre de îtirazsýz uyan Abdullah-ý Hayderî, on gün müddetle su sattý. Böylece nefsinin istediklerini yapmamak, istemediklerini yapmak sûretiyle nefsini kötülüðü emretmekten, kalbini de kötü huy ve düþüncelerden temizledi. Abdullah-ý Hayderî'nin evliyâlýk yolunda yüksek derecelere ulaþtýðýný gören Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretleri, ona bütün talebeleri arasýnda ilk olarak hilâfet verdi. Baðdâd'da bulunduðu sýrada Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerini çekemedikleri için karþý çýkanlara reddiye yazarak, tarîkatlarýn hak olduðunu açýkladý. Kitap, sünnet ve tasavvuf kitaplarýndaki açýk delilleri gösterdi. Yazdýðý bu kitabý bütün büyük âlimler beðendiler.

 

Abdullah-ý Hayderî devamlý hocasýnýn yanýnda bulundu. Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerinin Süleymâniyye ve Þam'a gittiði sýrada da yanýndan ve hizmetinden ayrýlmadý.

 

Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretleri Abdullah Hayderî ve diðer halîfeleriyle ve talebeleriyle birlikte Baðdâd'dan Þam'a gidiyorlardý. Þam hudutlarýna geldikleri zaman Þemmen kabîlesinden Safvak bin Fâris diye meþhûr yol kesici, birçok yardýmcýlarýyla birlikte korkunç þekilde gelip kâfileyi soymaya teþebbüs etti. Safvak bin Hâris'in anlattýðýna göre pekçok yardýmcýlarýyla Mevlânâ Hâlid hazretlerinin kâfilesine hücûm ettikleri zaman, kâfileden beyaz elbiseli, ata binmiþ çok heybetli bir zat göründü. O zat soyguncularýn gözleri önünde o kadar büyüdü ki, sanki dað kadar oldu. Geçen kâfile ile soyguncular arasýnda bir engel teþkil etti. Soyguncular kâfiledekileri göremez oldular. Semâya yükselen büyük bir dað misâli olan o zâtý görünce, soygunculara bir korku, bir titreme geldi, mýzraklarý ellerinden kendileri de hayvanlardan düþtü. Bu hâdiseden sonra kâfilede Allahü teâlânýn sevdiði velî kullarý olduðunu anlayan soyguncular, hep bir aðýzdan; "Aman, aman! Affedin!" diye baðrýþtýlar. Bunun üzerine kâfile eskisi gibi normal görünmeye baþladý. Soyguncular kâfilede Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerini görünce, hepsi kusurlarýnýn affýný istediler. El ve ayaklarýna sarýlarak tövbe ve istigfâr ettiler.

 

Bu yolculuk esnâsýnda Abdullah-ý Hayderî hazretleri gördüðü bir hâdiseyi þöyle nakletti:

 

"Atlý bir Habeþînin kâfilemizi tâkib ettiðini gördüm. Habeþî bizi þiddetli baskýsýyla korkutuyordu. Hemen þeyhim Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî'ye durumu bildirdim. Efendimiz hemen yerden bir avuç toprak alýp onun yüzüne doðru attý. Habeþî artýk görünmez oldu. Fakat bir müddet sonra, tekrar gözüktü. Piþman olmuþ, periþan bir hâlde velîlerin sultaný hocamýzýn huzuruna gelerek boyun eðdi, diz çöküp af diledi ve tövbe etti.

 

Abdullah Hayderî hocasý ile birlikte tekrar Baðdâd'a döndü. Mevlânâ Hâlid hazretleri ona mutlak hilâfet verdi, Baðdâd'da insanlara Ýslâmiyetin emirlerini ve yasaklarýný anlatarak Allahü teâlânýn rýzâsýna kavuþturmakla vazîfelendirdi. Abdullah-ý Hayderî hazretleri baþta arkadaþlarý olmak üzere bütün Baðdâd halkýna Ýslâmiyetin emir ve yasaklarýný anlattý. Pekçok insan sohbetinde bulunarak feyzinden istifâde etti. Hattâ Mevlânâ Hâlid hazretlerinin halîfelerinin çoðu evvelâ onun sohbetinde yetiþtikten sonra Mevlânâ Hâlid hazretlerinin sohbetlerine kavuþtular.

 

Mevlânâ Hâlid hazretleri Baðdâd'dan Þam'a dönecekleri sýrada kendilerinin ve Abdullah Hayderî hazretlerinin babasýnýn yakýnda vefât edeceklerini iþâret buyurarak Þam'a gittiler. Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretleri Þam'a döndükten bir müddet sonra vefât etti. Onun vefât haberi Baðdâd'a ulaþýnca, bütün âlimler ve velîler ile halk çok üzüldü. Abdullah Hayderî hazretlerinin babasýna Mevlânâ Hâlid hazretlerinin vefâtý haberini bildirmediler. Çünkü bu acý haberden dolayý fenâlaþabilir ve hastalýðý fazlalaþabilirdi. Aradan üç ay geçince, o da vefât etti.

 

Abdullah Hayderî Mevlânâ Hâlid hazretlerinin derece bakýmýndan Þeyh Osman et-Tavîl'den sonra en yüksek halîfesiydi. Birçok kerâmetleri görüldü. Uzun seneler Baðdâd'da kalýp insanlara seâdet yolunu gösterdikten sonra orada vefât etti.

 

1) Mecdi Tâlid Tercümesi; s.75

2) Þems-üþ-Þümûs Tercümesi; s. 45

3) Hadâik-ul-Verdiyye; s. 260

4) Ýslâm Meþhûrlarý Ansiklopedisi; c.1, s. 171

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH HERÂTÎ

 

Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerinin yetiþtirdiði velîlerden. Ýsmi Abdullah'týr. Herâtlý olduðu için Herâtî veya Hirevî nisbeleriyle meþhûr olmuþtur. Doðum ve vefât târihleri kesin olarak bilinmemektedir. Þam'da vefât etti. Kabri Kâsiyun Daðý eteðinde Mevlânâ Halîd-i Baðdâdî hazretlerinin türbesi yanýndaki kabristandadýr.

 

Horasan'ýn Herât þehrinde dünyaya gelen Abdullah Herâtî, memleketinde çeþitli ilimleri tahsîl edip kendini yetiþtirdi. Sonra Allahü teâlânýn rýzâsýna kavuþturacak mânevî yolu gösteren bir rehber aramaya baþladý. Bu sýrada Irak'ýn Süleymâniye þehrinde medresede talebe okutmakta iken aldýðý mânevî bir iþâretle Hindistan'da bulunan büyük evliyâ Þah Gulam-ý Ali Abdullah-ý Dehlevî'ye talebe olmaya giden Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretleri, yolculuk esnasýnda Herât'a geldi. Abdullah Herâtî ile karþýlaþtý. Abdullah Herâtî Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerine arkadaþ olmak isteyince aralarýnda þu konuþma geçti:

 

-Nereye gidiyorsun?

 

-Evliyânýn sultaný, Þâh Abdullah Dehlevî hazretlerine talebe olmaya, onun mânevî feyzlerinden istifâde etmeye ve beni ýslâh etmesi için gidiyorum.

 

-Ben seninleyim.

 

Bunun üzerine Mevlânâ Hâlid hazretleri:

 

-Dönüþümü bekleyin, buyurdu. Abdullah-ý Herâtî;

 

-Ben Irak'a gider orada sizi beklerim, dedi.

 

Bu sebeple Musul'a geldi. Orada ilim tahsîli ile uðraþtý. Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî, Abdullah-ý Dehlevî hazretlerinin sohbetleriyle þereflenip, insanlara Ýslâmiyetin emir ve yasaklarýný anlatmakla vazîfeli olarak Baðdâd'a, oradan da Süleymâniye'ye geldiði sýrada Abdullah-ý Herâtî de Süleymâniye'ye geldi. Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerinin hizmetine girip talebesi oldu. Uzun müddet hizmet ve sohbetlerinde bulunup mânevî feyzlerine kavuþtu. Tasavvuf yolunda ilerledi ve yüksek evliyalýk derecelerine kavuþtu. Mevlânâ Hâlid hazretlerinin en önde gelen talebelerinden olup, Süleymâniye, Baðdâd ve Þam'da bulunduðu sýrada hizmetinden hiç ayrýlmadý. Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî, insanlara Allahü teâlânýn emir ve yasaklarýný anlatmak, onlarýn dünya ve âhirette kurtuluþa ermelerine rehberlik yapmalarý hususunda ona mutlak icâzet ve hilâfet verdi.

 

Abdullah-ý Herâtî çok sevdiði hocasýnýn yanýndan ve hizmetinden ayrýlmaz, hocasý da onu çok severdi. Bu sevgisinin neticesi Abdullah-ý Herâtî'yi Irak'taki mallarýný korumak ve fakirlerin haklarýný vermekle vazîfelendirdi. Abdullah-ý Herâtî, Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî'nin Irak'taki hububat çeþidi malýndan ne çýkarsa hepsini toplar, fakirlerin haklarýný ayýrýp öþürlerini verdikten sonra bir kâfile ile Þam'a yollardý. Bunlarýn eksiksiz yerine ulaþmasý için son derece ihtimam gösterirdi.

 

Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretleri vefât ettiði zaman Abdullah-ý Herâtî Süleymâniye'de idi. Mevlâna Hâlid-i Baðdâdî hazretlerinin hilâfet verdiði önde gelen talebelerinden Þeyh Ýsmâil Enerânî de tâuna yâni salgýn vebâ hastalýðýna tutulmuþtu. Hasta halinde, Süleymâniye'de bulunan Abdullah-ý Herâtî'ye haber gönderip, Þam'a gelmesini ve þâhitler huzûrunda, kendi yerine onu halîfe býrakacaðýný bildirdi. Sonra da þâhitlerin tâuna yakalanmasýndan korktu. Bu hususta Abdullah Herâtî'ye bir ferman veya icâzet yazýlmasýný istedi. Arzuladýðý icâzete þunlarý yazdýrdý:

 

Bismillâhirrahmânirrahîm

 

Âlemlerin Rabbi olanAllahü teâlâya hamd olsun. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma, O'nun ehline veEshâbýnýn hepsine salât ve selâm olsun. Þimdi... Ben yerime, irþâd ve insanlara Ýslâmiyetin emir ve yasaklarýný anlatmak makamýna, sâlih, mücâhid, felâh, kurtuluþ bulan, bu zamânýn derviþi, ihsan makâmýna yükselen, en güzel þekilde evliyâ yolunu izleyen yardýmcý efendimiz Þeyh Abdullah Hirevî (Herâtî)'yi oturttum. Onu yerime halîfe býraktým. Týpký, þeyhim, üstâdým, dayanaðým, sýðýnaðým, bu varlýklarýn kutbu Ebü'l-Behâ Ziyâeddîn Mevlânâ Hâlid Nakþibendî Müceddidî'nin beni kendi yerine býraktýðý gibi onu kendi yerime býraktým.

 

Kendi usûlüne göre emirler verecek, yasaklar koyacak, diðer halîfe ve müridler ona itâat edeceklerdir. Her kim ona aykýrý davranýrsa, o bizim yolumuzdan çýkarýlmýþtýr."

 

Abdullah-ý Herâtî Süleymaniye'den döndükten sonra yazýlý olan icâzeti þifâhen söyledi. Altýna da Ýsmâil Enerânî Hâlidî imzâsýný attý. Mevlânâ Hâlid hazretlerinin zamânýndan kalma kim varsa hepsi bu hilâfeti kabûl ettiler.

 

Abdullah-ý Herâtî kendisine verilen hilâfeti kabûl etti. Ancak çok sevdiði hocasýnýn vefâtý ve onun en gözde talebesi Þeyh Ýsmâil Enerânî'nin hastalýðý sebebiyle üzüntü ve kedere boðuldu. Fakat kendini çabuk toparladý. Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerinin Þeyh Ýsmâil Enerânî'ye ve onun da kendisine býraktýðý irþad makâmýna oturdu. Mevlânâ Hâlid efendimizin âile fertlerinin hizmetini bizzat üzerine aldý. Onlarýn ihtiyaçlarýný gidermeye gayret etti. Mevlânâ Hâlid hazretlerinin muhterem hanýmlarý ve oðlu Þeyh Necmeddîn Baðdâd'a gitmek istediðinde Abdullah Herâtî de onlarla beraber Baðdâd'a gitti. Bir müddet kaldýktan sonra Erbil bögesine ve oradan da Þam'a döndüler. Her ne zaman Baðdâd'a ve Erbil'e gidecek olsalardý gittikleri yerlerden onlarýn hâlini hâtýrýný sormadan edemezdi. Onlara dâimâ saygýlý davranýrdý. Onlar Þam'a dönüp geldikleri zaman da en uygun nasýlsa onlarýn hizmetini görür, hiç bir þeylerini eksik etmezdi.

 

Büyük evliyâ ve kerâmetler sâhibi olan Abdullah-ý Herâtî hazretleri uzun seneler Þam'da Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerinin dergâhýnda kalýp talebe yetiþtirdi. Ýnsanlara Ýslâmiyetin emir ve yasaklarýný anlatarak onlarýn dünyada ve âhirette seâdete ermelerine vesîle oldu.

 

Ömrünün sonuna doðru Þam'daki Ümeyye (Emeviyye) Câmiinde hazret-i Hüseyin'in þehîd baþýnýn olduðu makamda oturup ibâdet ve zikirle meþgûl idi. Orada oturduðu sýrada rahatsýzlandý. Bu onun son hastalýðý idi. Bunu duyan talebeleri ve halîfeleri onu saðlýk üzere bir daha görüp, duâsýný almak üzere kâfile kâfile geldiler. Her birisi etrafýnda pervâneler gibi dönüyor, hizmette ve saygýda kusur etmemeye çalýþýyordu.

 

Halîfeleri, Abdullah-ý Herâtî hazretlerine hastalýðýnýn sâkinlediði bir zamanda; "Senden sonra yerine halîfe olarak kime tâbi olmamýzý emredersiniz? Ýrþâd halîfeliðini kime býrakacaksýnýz?" diye sordular. Abdullah Herâtî hazretleri:

 

"Bu iþ için âlim, Ârif-i Samedânî Þeyh Muhammed Hanî'den baþkasýný, ondan daha lâyýkýný görmüyorum. Ben onda tam mükemmel istikâmetten baþka bir hal görmüyorum. Mevlânâ Hâlid efendimiz de vefât edinceye kadar ondan hoþnud idi. Benden sonra ona tâbi olun. Teslimiyet anahtarlarýný ona býrakýn." buyurdu.

 

Bu vasiyeti yaptýktan kýsa bir müddet sonra vefât etti. Tekfîn iþleri tamamlandýktan sonra cenâze namazý Ümeyye Câmiinde kýlýndý. Sevenlerinin mahzûn bakýþlarý, duâ ve tekbirleri arasýnda Kâsiyun Daðý eteðindeki Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerinin türbesinin de bulunduðu kabristana defn edildi. Bütün talebeleri ve sevenleri onun cenâze ve defn vazifesi sýrasýnda hazýr bulundular.

 

Zâhirî ilimlerde derin âlim manevî ilimlerde yüksek bir evliyâ olanAbdullah-ý Herâtî güzel ahlâk sâhibiydi. Mütevâzî bir zât olup insanlara hizmet etmeyi severdi. Talebelerinin her türlü derdleriyle ilgilenir ve yardýmlarýna koþardý.

 

ÖLÜYÜ DÝRÝLTEMEM

 

Trablusþam Nakîb-ül-eþrâfý Þeyh Abdülfettâh Zaðbî Efendi, Yûsuf Nebhânî hazretlerine þöyle anlatmýþtýr:

 

Bir defâsýnda bir arkadaþýmýz hastalanmýþtý. Abdullah ibni Þeyh Hýdýr ez-Zaðbî'yi de yanýmýza alýp ziyâretine gitmek istedik. Onu götürmekten maksadýmýz hastanýn bereketlerinden istifâde ederek þifâya kavuþmasý idi. Ancak gitmek istemedi. Çok ýsrar edince kabûl edip bizimle geldi. Hastanýn yanýna vardýðýmýzda, þiddetli hastalýðýndan hiç bir eser kalmadý. Ayaða kalkýp bizi karþýladý. "Hoþ geldiniz." deyip konuþtu. Ziyâreti yapýp yanýndan ayrýldýk. Ayrýlýp giderken yolda Þeyh Abdullah hazretleri; "Ben ölüyü diriltemem." dedi. Bu sözüyle ziyâretine gittiðimiz kiþinin öleceðine iþâret etmiþti. Dedim ki:

 

"Onun yüzünde hiç ölüm iþâreti yok."

 

Yine;

 

"Ben ölüyü diriltemem." buyurdu.

 

Sonra memleketine gitti. Hasta arkadaþýmýz iyileþti çarþýya pazara çýkýp dolaþtý. Ben Þeyh Abdullah hazretlerinin iþâretine ve diðer taraftan da hastanýn sýhhate kavuþmasýna hayret ediyordum. Çünkü o öleceðine iþâret etmiþti. Hasta ise sapasaðlam olmuþtu. Aradan on gün kadar geçti. Bir gün o arkadaþýn evinin bulunduðu taraftan aðlama sesleri iþittim. Merak edip sorunca, arkadaþýmýzýn vefât ettiðini öðrendim. O zaman Þeyh Abdullah'ýn kerâmetini anladým.

 

1) Reþahât Zeyli; s.178

2) Hadâik-ul-Verdiyye; s.261

3) Mecd-i Talid Tercümesi; s.105

4) Þems-üþ-Þümûs Tercümesi; s.106

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH ÝBNÝ VEHB

Mýsýr'da yetiþen âlim ve velîlerden. Ýsmi Abdullah bin Vehb el-Fihrî, künyesi Ebû Muhammed'dir. 742 (H.125) senesinde doðdu. 812 (H.197) senesinde vefât etti. Fýkýh ve hadîs ilminde güvenilir ve fazîlet sâhibi bir zât idi.

 

Abdullah ibni Vehb, küçük yaþta ilim tahsîline baþladý. Ýlim öðrendiði hocalarýnýn sayýsý üç yüz yetmiþ civarýndadýr. Bunlarýn en meþhurlarý Ýmâm-ý Mâlik, Havye bin Þüreyh, Saîd bin Ebî Eyyûb, Leys bin Sa'd, Süleymân bin Bilâl, Ýbn-i Cüreyc, Süfyân-ý Sevrî veSüfyân bin Uyeyne hazretleri gibi büyüklerdir. Ýmâm-ý Mâlik hazretlerinin derslerinde kemâle gelip olgunlaþtý. Ýmâm-ý Mâlik, Abdullah bin Vehb'e yazdýðý mektuplarýnda; "Mýsýr'ýn fakihi (fýkýh âlimi) Ebû Muhammed Müftî" diye hitâb ederdi. Bundan baþkasýna fakîh diye hitâb etmez ve yazmazdý. Abdullah bin Vehb'e ayrýca "Dîvân-ül ilm" yâni Ýlmin kütüphânesi denilmiþtir. Hadîs-i þerîf ilminde hâfýz, yüz bin hadîs-i þerîfi, râvileri ile birlikte ezbere bilen ünvâný verildi. Kendisinden rivâyet edilen hadîs-i þerîflerin sayýsý yüz bin civârýndadýr. Ýmâm-ý Mâlik'in talebelerinden, hocasý tarafýndan en çok sevilen ve sünneti en iyi bilen olduðu rivâyet edilmektedir. Ahmed bin Sâlih; "Ýbn-i Vehb'den daha fazla hadîs-i þerîf rivâyet eden birini tanýmýyorum." dedi.

 

Hazret-i Abdullah bin Vehb, fýkýh ilminde de çok yüksek idi. Bu yüzden, kendisi için; "Hadîs ilmi ile fýkýh ilmini cem' eden." buyruldu. Bir defâsýnda, Ýmâm-ý Mâlik'in huzurunda, Ýbn-i Kâsým ile Ýbn-i Vehb'den bahsediliyordu. Ýmâm-ý Mâlik; "Ýbn-i Vehb bütün ilimlerde âlimdir. Ýbn-i Kâsým ise sadece fakîhdir." buyurdu.

 

Medîne ahâlisi bir meselede ihtilaf ettikleri vakit, Ýbn-i Vehb'in gelmesini beklerler, geldiði zaman ihtilaf ettikleri meseleyi kendisine arzedip verdiði fetvâyý kabûl ederlerdi.

 

Abdullah ibni Vehb buyurdu ki: "Allahü teâlâ beni, Ýmâm-ý Mâlik ve Leys bin Sa'd vesîlesi ile dalâlete düþmekten kurtardý." "Bu nasýl oldu?" diye sordular. "Ben hadîs-i þerîfleri toplamakla meþgûl iken, bana ulaþan çeþitli rivâyetler karþýsýnda þaþýrýp kalmýþtým. Ne zaman ki, Ýmâm-ý Mâlik ve Leys bin Sa'd hazretleri ile karþýlaþtým. Onlar beni, þu rivâyeti al, þunlarý alma. Bu hadîs-i þerîfin mânâsý þudur. Þunun mânâsý þöyledir, diye îkâz ettiler. Böylece þaþýrmaktan ve dalâlete düþmekten kurtuldum." buyurdu.

 

Bir defâ, zamanýn halîfesi, kendisine mektup yazýp, kâdý olmasý için teklifte bulundu ise de, mesûliyetinin çok aðýr olmasý sebebiyle kabûl etmedi. "Niçin kabûl etmiyorsunuz? Allahü teâlânýn kitâbý, Resûlullah'ýn (sallallahü aleyhi ve sellem) sünneti ile hüküm verirsiniz." diyenlere; "Bilmiyor musunuz? Kýyâmet günü âlimler peygamberler ile ve kâdýlar sultanlar ile berâber haþr olunacaklar, berâber diriltilecekler." buyurdu.

 

Öðrendiði ilmi baþkalarýna da öðretti. Bu þekilde yetiþtirdiði talebelerin en meþhurlarý arasýnda kardeþinin oðlu, Ahmed bin Yûsuf et-Tenîsî, Ahmed bin Sâlih el-Mýsrî, Ýbrâhim bin Münzir, Yahyâ bin el-Mekâbirî bulunmaktadýr.

 

Yahyâ bin Bekir diyor ki: "Hazret-i Abdullah ibni Vehb'in ömrünün üçte biri, kendi nefsini terbiye ve hesâba çekmekle, üçte biri ilim öðretmekle ve üçte biri de hacca gidip gelmekle geçmiþtir."

 

Otuz altý defâ hac ettiði rivâyet edilmektedir.

 

Ýmâm-ý Ahmed bin Hanbel'e Ýbn-i Vehb hakkýnda sordular. Buyurdu ki: "Ýbn-i Vehb akýllý, din ve sâlih ameller sâhibidir."

 

Abdullah ibni Vehb hazretleri bir gün bir kimsenin; "(Kâfirler) (Cehennem) ateþinin içinde birbirleriyle çekiþirlerken, zayýf olanlar, o büyüklük taslýyanlara; "Biz size uymuþtuk, þimdi ateþin birazýný bizden savabilir misiniz?" derler." (Mü'min sûresi: 47) âyet-i kerîmesini okuduðunu iþitti. Titremeye baþladý ve uzun müddet kendisine gelemedi.

 

Bir gün talebeleri kendisine; "Korktuðumuzdan emin olmak için ne yapalým?" dediler. O zaman onlara Peygamber efendimizin þu hadîs-i þerîfini okudu:

"Biriniz bir yere indiði zaman, (Eûzü bi-kelimâtillahittâmmâti min þerri mâ haleka) desin. Çünkü oradan gidinceye kadar hiç bir þey ona zarar ve kötülük yapmaz."

 

Yine kendisinden; duânýn kabûl edilmesi, hayýr ve misâfire ikrâmdan soruldu. O zaman þu hadîs-i þerîfleri okudu:

 

"Kul günâh veya kat'-ý rahm (sýlayý rahmi terk) dâvâsýnda bulunmadýkça ve acele etmedikçe duâsý kabul edilir." Eshâb-ý kirâm; "Yâ Resûlallah, acele etmek nedir?" diye sorunca; "Duâ ettim de kabul edildiðini görmedim der ve o anda vaz geçerek duâyý býrakýr." buyurdular.

 

Bir kimse Peygamber efendimize suâl edip "Müslümanlarýn hangisi daha hayýrlýdýr?" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Elinden ve dilinden müslümanlarýn emîn olduðu kimsedir." buyurdu.

 

"Her kim Allah'a ve âhiret gününe îmân ederse ya hayýr iþlesin, yahud sussun. Her kim Allah'a ve âhiret gününe îmân ederse, komþusuna ikrâm etsin. Her kim Allah'a ve âhiret gününe îmân ederse, misâfirine ikrâm etsin."

 

Bir gün huzurunda kendisinin telif ettiði Kitabu Ahvâl-il Kýyâme isimli eserinden, kýyâmet hallerine ait mevzular okunuyordu. Kitap bittiðinde, benzi sararmýþ, yüzünün kaný çekilmiþti. Bundan sonra hiç konuþamadý ve birkaç gün sonra vefât etti.

 

Abdullah ibni Vehb'in son sohbetindeki nasîhati; "Kiþinin beðendiði þeyi baþkasý için de beðenmesi güzel olur. Kendisine faydasý olmayanýn baþkasýna faydasý olmaz." þeklinde idi.

 

Abdullah ibni Vehb hazretleri Ýmâm-ý Mâlik'den duyduðu hadîs-i þerîfleri, eserleri (Eshâb-ý kirâmdan nakledilen sözleri), edeb ve terbiye ile alâkalý meseleleri toplayýp El-Mücâlesât adýnda bir kitap meydana getirdi. Ayrýca, hadîs ilmine dâir El-Câmi adlý iki cildlik eseri ve yine Muvatta-ý Sagîr, Muvatta-ý Kebîr, Kitâbu Ahvâl-il-Kýyâme ve Tefsir-ul Kur'ân adlý eserleri vardýr.

 

1) Vefeyât-ûl-A'yan; c.3, s.36

2) Hilyet-ül-Evliyâ; c.8, sh.324

3) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.6, s.71

4) El-A'lâm; c.4, s.144

5) Tezkiret-ül-Huffâz; c.1, s.279

6) Brockelmân; Sup.1, s.257

7) Þezerât-uz-Zeheb; c.1, s.347

8) El-Ýntika; s.48

9) Ed-Dîbâc; s.132

10) Tertîb-ul-Medârik; c.2, s.421

11) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.6, s.162

12) Ýzâh-ul Meknun; c.1, s.438, c.2, s.428

13) Mizan-ul-Ý'tidal; c.2, s.86

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH MEKKÎ ERZÝNCÂNÎ

 

Anadolu velîlerinden. Büyük velî Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerinin halîfelerindendir. Ýsmi Abdullah'týr. Erzincânî ve Mekkî nisbeleriyle tanýnmýþtýr. Doðum ve vefât târihleri bilinmemektedir. On dokuzuncu yüzyýlda yaþamýþtýr.

 

Aslen Mekkeli olan Abdullah Efendi, zamânýnýn usûlüne göre çeþitli ilimleri tahsîl etti. Ýlimde yüksek dereceye ulaþtýktan sonra Baðdâd'da bulunduðu sýrada büyük âlim ve velî, Nakþibendiyye yolunun mürþid-i kâmili Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerini tanýdý, sohbetleriyle þereflendi. Mevlânâ Hâlid hazretlerinin sohbet ve hizmetlerinde bulunarak kemâle, olgunluða ulaþtý. Tasavvuf yolunda ilerleyip yüksek mânevî derecelere kavuþtu. Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerinin talebelerinin önde gelenlerinden oldu. Hocasý ona hilâfet-i mutlaka yâni tam icâzet, diploma verdi. Ýnsanlara Ýslâmiyetin emir ve yasaklarýný anlatmak ve talebe yetiþtirmekle vazîfelendirerek Erzincan'a gönderdi. Abdullah Mekkî önce Erzurum'a uðradýktan sonra Erzincan'a gitmek üzere yola çýktý. Erzincan'a gelirken buranýn ova ve daðlarýný seyredip, yanýndakilere; "Allah bilir ammâ Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretlerinin bize târif buyurduklarý memleket burasý olmalýdýr. Buradaki bir zâtýn bizde nasîbi ve emâneti vardýr." dedi.

 

Abdullah-ý Mekkî, Erzincan'ý þereflendirince insanlar akýn akýn ziyâretine geldiler. Gelenler arasýnda, Terzi Baba diye bilinen Muhammed Vehbî de vardý. Abdullah Mekkî, Muhammed Vehbî içeri girince ayaða kalktý. Onu dâvet edip yanýna oturttu. Muhammed Vehbî'ye karþý hiç kimseye göstermediði iltifâtlarda bulundu. Sonra Muhammed Vehbî'nin durumunu öðrenmek için yanýndakilere; "Bu zâtýn serveti var mýdýr?" diye sordu. Oradakiler; "Hayýr. Yalnýz köyde, Sarýgöl'de bir baðý ile, þehirde bir evi, birkaç parça tarlasý ve terzilik yaptýðý bir dükkaný vardýr." dediler. Bunun üzerine Muhammed Vehbî'yi yanýna çaðýran Abdullah Mekkî hazretleri; "Oðlum! Pîr-i âzâm Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî bizi buralara gönderdi. Bize ehline verebileceðimiz bir emâneti verdi. O emânete seni lâyýk gördüm. Kabûl edersen onu sana teslim edeyim." diye teklifte bulundu. Muhammed Vehbî, Abdullah Mekkî'ye gönül huzûru ve teslimiyet ifâde eden bir tavýrla; "Siz bilirsiniz." cevâbýný verdi. Abdullah-ý Mekkî; "Vereceðim emânet, sana çok faydalar saðlayacak." buyurunca, Muhammed Vehbî; "Þeyh efendi! Vallâhî dünyâ için Allah demem." cevâbýný verdi. Bunun üzerine Abdullah Mekkî; "Oðlum haydi git! Sen bulacaðýný buldun. Teslim edeceðim emânet de zâten bu idi." buyurarak onun yüksek derecesini iþâret etti. Terzi Baba'ya himmetle nazar ederek emâneti tevdî etti. Terzi Baba'nýn hâli derhâl deðiþti. Mânevî feyzler deryâsýna daldý.

 

Bir müddet Erzincan'da kalan Abdullah-ý Mekkî, sohbetleriyle insanlarýn Allahü teâlânýn rýzâsýna kavuþmalarý için çalýþtý. Bu sýrada onun sohbetinden ve hizmetinden ayrýlmayan Terzi Baba da tasavvuf yolunda ilerleyip evliyâlýk derecesine kavuþtu. Abdullah Mekkî, Terzi Baba'nýn olgunluða erdiðini görerek, ona hilâfet verdi.

 

Yerine Terzi Baba'yý býraktýktan sonraErzincan'dan ayrýlarak Erzurum'a, oradan da Kudüs'e gitti. Mukaddes makamlarý ve büyüklerin kabirlerini ziyâret ettikten sonra Mekke-i mükerremeye ulaþtý. Orada yerleþip Nakþibendiyye yolunun Hâlidiyye kolunun yayýlmasý ve insanlarýn bu mânevî yoldan faydalanmalarý için gayret sarf etti. Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretleri hayatta olduðu müddetçe Abdullah-ý Mekkî'nin ihtiyaçlarýný Süleymâniye, Þam ve Baðdâd'dan gönderdi. Hac ibâdetini yerine getirmek için gidiþinde onun misâfiri oldu.

 

Abdullah-ý Mekkî, Mekke'de kaldýðý müddet içinde pekçok âlim ve evliyâ ile karþýlaþýp, sohbet etti. Sayýsýz talebe yetiþtirdi. Hac ibâdetini yerine getirmek için gelen Þeyh Süleymân bin Hasan Kýrîmî sohbetinde kemâle, olgunluða erdi.

 

Mevlânâ Hâlid-i Baðdâdî hazretleri bir hac ibâdeti sýrasýnda Abdullah-ý Mekkî'ye iltifât edip; "Bu defâ hacca seni ziyâret için geldim." buyurdu. Uzun seneler Mekke-i mükerremede kalýp insanlarýn dünyâ ve âhiret seâdetine kavuþmasý için çýrpýnan Abdullah-ý Mekkî, yerine talebesi Þeyh Süleymân bin Hasan Kýrîmî'yi býraktýktan sonra Mekke-i mükerremede vefât etti.

 

Süleymân bin Hasan Kýrîmî onun yerine irþâd, insanlara doðru yolu gösterme faâliyetine devâm etti.

 

Abdullah-ý Mekkî Erzincânî büyük âlim, ilmiyle amel eden, fazîlet sâhibi velî bir zat idi. Dünyâ ve ona âid olan her þeyden kesilerek, vatanýný ve yakýnlarýný býrakýp Ýslâmiyetin emir ve yasaklarýný anlatmak için çeþitli memleketleri dolaþtý. Evliyânýn büyüklerinden olup, sekr, cezbe ve mânevî sarhoþluk hâli ile fenâ makamlarýný geçmiþ, evliyâlýðýn en yüksek makamlarýna kavuþmuþtu. Birçok kimse de ondan feyz alýp, gösterdiði yolda ilerleyerek velîlerden olmuþlardý.

 

1) Ýslâm Meþhurlarý Ansiklopedisi; c.1, s.168

2) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s.260,261

3) Erzincan Târihi; c.2, s.278,279

4) Þems-üþ-Þümûs Tercümesi; s.107

5) Mecd-i Tâlid Tercümesi; s.107,108

6) Osmanlý Târihi Ansiklopedisi; c.6, s.151

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH MENÛFÎ

 

Evliyânýn meþhûrlarýndan. Usûl, tefsîr, nahiv ve Mâlikî mezhebi fýkýh âlimlerinden. Ýsmi Abdullah bin Muhammed'dir. Aslen Maðribli, Kuzeybatý Afrikalý olduðu için Maðribî nisbesiyle de anýldý. Babasý Mýsýr'a göçtü. 1287 (H.686) senesinde Mýsýr'ýn Buhayra þehrinde doðdu. Sonra Menûf'a yerleþti. Maðribî veMenûfî nisbesiyle meþhûr oldu. 1347 (H.748)'de Mýsýr'da vefât etti.

 

Dokuz yaþýnda Süleymân Tenûhî Þâzilî'nin terbiyesine verilen Abdullah Menûfî, çocukken temel din bilgilerini öðrenip, Kur'ân-ý kerîmi ezberledi. Daha küçük yaþta evliyâlýk hâlleri görüldü. Rükneddîn bin Kûbî, Þemsüddîn Tûnusî, Kâdý Nâsýruddîn'in babasý, Þerâfüddîn Zevâvî, Þihâbüddîn Merhal, Celâlüddîn Ýmâm-ül-Fâdýliyyet-il-Mu'ber, Mecdüddîn Akfehsî gibi birçok âlimden ilim öðrendi. Süleymân Tenûhî Maðribî Þâzilî'nin sohbetlerinde yetiþip, vilâyet derecelerinde yükseldi. Mâlikî mezhebi fýkýh bilgilerinde, tefsîr ve Arabî ilimlerde âlim oldu. "Ýnsanlardan tamâmen kesilip, onlardan uzaklaþmak için Resûlullah efendimizden mânen izin istedim. Ýzin vermediler." buyurmuþtur.

 

Zamânýnýn sultaný ona vazîfe vermek istedi. Ýlimle, insanlara Allahü teâlânýn emir ve yasaklarýný anlatmakla meþgul olduðundan kabul etmedi. Kýymetli talebeler yetiþtirdi. Sâlih insanlarýn yetiþmesine sebeb oldu.

 

Abdullah Menûfî hazretleri, Kuþeyrî Risâlesi ile Kâdý Ýyâd'ýn Þifâ'sýný ve Tefsîr-i Vâhidî gibi eserleri talebelerine okuturdu. Eline yeni aldýðý en aðýr kitabý, hiç mütâlaa etmeden talebeye anlatýrdý. Anlatmaya baþladýðý zaman, aðzýndan nûrlarýn yükseldiði açýkça görülürdü. Zühd ve takvâda, dünyaya düþkün olmamakta, haramlardan çok sakýnmakta asrýnýn bir tânesi idi. Tevâzu sâhibi olup haramlara düþmek korkusu ile þüphelilerden çok sakýnýrdý. Allahü teâlânýn yasakladýklarýndan uzak durur, emirlerini yapmak için gayret ederdi. Vakitlerini yalnýz Allahü teâlânýn dînini öðrenmek, O'nun kullarýna öðretmek ve ibâdet etmek için harcardý. Gündüzleri oruç tutar, geceleri namaz kýlardý. Kur'ân-ý kerîmi çok okurdu. Ýnsanlara karþý çok merhametli idi. Onlara devamlý emr-i mârûfta bulunur, Allahü teâlânýn emir ve yasaklarýný öðretmeye gayret ederdi. Mâlikî mezhebine göre fetvâ verirdi. Yûsuf Nebhânî hazretleri Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ'da diyor ki: "Mýsýr'daki evliyâ arasýnda, Ýmâm-ý Þâfiî'den sonra en üstünü Ahmed-i Bedevî'dir. Ondan sonra Seyyidet Nefîse'dir. Sonra Þerâfeddîn-i Kürdî, sonra Abdullah Menûfî Þâzilî'dir."

 

Birçok talebe yetiþtirdi. Talebelerinden Halil bin Ýshâk Cündî Mâlikî mezhebinin meþhûr fýkýh âlimlerindendir. Hocasýnýn hayâtýný Menâkýb-ý Abdullah Menûfî adlý eserinde topladý. Eserleri, vefâtýndan sonra talebeleri tarafýndan tertib edildi. Mýsýr'da vefât ettiði zaman, insanlar onun cenâze namazýný kýlmak için sokaklara döküldü. Mýsýr'da onun ilminden istifâde etmeyen yok gibiydi.

 

Cündî'nin yazdýðý Menâkýb-ý Abdullah Menûfî adlý eserdeki menkýbe ve kerâmetleri, güzel sözleri, dilden dile, gönülden gönüle dolaþtý. Kerâmet ve menkýbelerinden bâzýlarý þöyledir:

 

Talebeleri arasýnda yüzü ve hâlinin güzelliði ile meþhûr olan bir genç vardý. Bir kadýn, ona âþýk oldu. Hîle ile, o talebenin kaldýðý eve girdi. Kadýn kendisini kabûl etmesini isteyip, üzerine geldi. Talebe de, hocasý Abdullah Menûfî'den imdâd istedi. O anda duvar yarýlýp, Abdullah Menûfî hazretleri içeri girdi. Kadýn korkup bayýldý. Ayýlýnca tövbe edip, güzel ahlâk sâhibi hanýmlardan oldu.

 

Bir gün hiç âdeti olmadýðý hâlde bir kebabçý dükkânýna girdi. Kebabçýnýn yeni kýzarttýðý kuzunun tamâmýný satýn aldý. Dükkândan uzaklaþýnca, kuzuyu köpeklere attý. Çok geçmeden, kuzunun dînimizde yenmesinin haram olduðu þekilde öldürüldüðü anlaþýldý.

 

Talebelerinden birine haber gelip, annesinin öldüðü bildirildi. O da hocasýndan, memleketine gitmek için izin istedi: "Hiçbir yere gitme! Annen ölmedi!" buyurdu. Çok geçmeden talebenin annesinin ölmediði haberi geldi.

 

Evinden, sultanlarýn bile âciz kalacaðý derecede yiyecek daðýtýlýrdý. Bâzan elini sarýðýna uzatýp altýn ve gümüþ alýr fakirlere verirdi. Ellerini yýkayýp dýþarý çýktýðý zaman parmaklarý arasýndan su damlalarý ile birlikte gümüþ çýkardý. Bu gümüþleri ilk karþýlaþtýðý kimseye verirdi. Bir örtünün üzerine oturduðu zaman örtünün altýnda hiç bir þey olmadýðý halde elini örtünün altýna sokar, Altýn ve gümüþ çýkarýrdý. Kýsa zamanda bir yerden bir yere gitmesi meþhurdur.

 

Hocasý Süleymân Tenûhî Þâzilî'nin Menûf'de vefâtýnda, oraya gidip cenâzesinde bulundu. Cenâze namazýný kýldý. Ayný gün tekrar Kâhire'ye döndü.

 

Vefât ederken bedeninden etrafa güzel kokular yayýldýðýný orada bulunanlar hepsi hissettiler.

 

FAKÝRÝN HAKKI

 

Hýrsýzlar, Abdullah Menûfî hazretlerinin talebelerinin kaldýðý yere gidip, anbardan buðday yükleyip gittiler. Abdullah Menûfî hýrsýzlara haber gönderip:

 

"O, fakîrlerin hakkýdýr, aldýðýnýz gibi geri getirin!" dedi.

 

Onlar çaldýklarýný inkâr ettiler. Bir günde, hýrsýzlarýn bütün merkepleri öldü. Bunun, o büyük zâtý üzmelerinin cezâsý olduðunu anlayýp, günahlarýna tövbe ettiler. Ellerindekini getirip sâhiplerine geri verdiler. Hak sâhipleriyle helâllaþtýlar.

 

1) Tabakât-ül-Evliyâ (Ýbn-i Mulakkýn); s.554

2) Neyl-ül-Ýbtihâc; s.121

3) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.119

4) Hüsn-ül-Muhâdara; c.1, s.525

5) Ed-Dürer-ül-Kâmine; c.2, s.312

6) Tam Ýlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.601,1032

7) Ýslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.10, s.294

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

ABDULLAH YÂFÝÎ

 

On dördüncü asýrda Yemen'de yetiþen Þâfiî mezhebi fýkýh âlimlerinden ve evliyâdan. Ýsmi, Abdullah bin Es'ad bin Ali bin Süleymân bin Fellâh'týr. Yâfiî nisbesiyle meþhûr olmuþtur. Künyesi Ebû Muhammed, Ebü'l-Berekât lakabý Afîfüddîn'dir. Kutb-i Mekke diye de bilinir. 1298 (H.698) senesinde Aden þehrinde doðdu, 1367 (H.768)'de Mekke'de vefât etti. Mualla kabristanýndadýr.

 

Küçük yaþta ilim tahsîline baþlayan Abdullah Yâfiî önce Kur'ân-ý kerîm okumayý öðrendi. Yemen'de AllâmeEbû Abdurrahmân Muhammed bin Ahmed ez-Züheynî, Ebû Abdullah Muhammed bin Ahmed el-Baþþalî ve Aden Kâdýsý Þerefüddîn Ahmed bin Ali el-Harrâzî'den aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti. Bir zaman ilmi býrakýp hep ibâdet ve tasavvufla meþgûl olmak istedi. Bu düþüncesi ziyâdesiyle ilerlediðinden üzüntü ve keder hâlini aldý. Bu arada o zamâna kadar eline almadýðý bir kitaptan bir yer açýp;

 

Üzüntülerini at, iþini kazaya býrak

Bâzan darlýk açýlýr, bâzan dar olur fezâ

 

Sýkýntýnýn ardýndan bakarsýn gelir rýzâ

Bir hâlle sevinirsin, mâziyi unutturur.

Allah dilediðini yapar, sakýn sen yüz döndürme.

 

mýsralarýný okuyunca, üstüne bir rahatlýk çöktü. Allahü teâlâ kalbine ilme karþý bir meyil ihsân etti. 1313 senesinde hac için Mekke-i mükerremeye gitti. Þeyh Ali et-Tavâþî ile görüþüp meclis ve sohbetlerine katýldý. Ondan zâhirî ve bâtýnî ilimleri öðrendi. Ýlimde ve tasavvufda yüksek derece sâhibi oldu. Tarîkat silsilesi birkaç koldan Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerine ulaþýr.

 

Mekke-i mükerremeye yerleþip evlendi ve baþka âlimlerin derslerini dinledi. Fakîh Necmeddîn et-Taberî'den Hâvi kitabýný okudu. Hadîs ilmini Radýyüddîn Taberî'den öðrendi. Sonra Mekke'den ayrýlarak on sene insanlardan uzak yaþadý.

 

1333 senesinde Kudüs'e gitti ve Ýbrâhim aleyhisselâmýn makâmýný ziyâret etti. Oradan Þam'a, sonra da Mýsýr'a giderek Ýmâm-ý Þâfiî hazretleri ve Zünnûn-i Mýsrî'nin kabirlerini ziyâret etti. Karafe denilen yerde Hüseyn el-Câkî ve Þeyh Abdullah el-Menûfî'nin sohbetlerinde bulundu. Tasavvuf yolunda ilerleyip evliyâlýk derecelerine ulaþtý.

 

Sâlih kimselerden biri Resûlullah efendimizi rüyâsýnda gördü. Resûlullah efendimiz Abdullah Yâfiî'nin aðzýna tâze hurma koyuyordu. Resûl-i ekremin yanýnda hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer de vardý. Onlara ise olgun hurma ikrâm ediyordu. Bu rüyâyý gören sâlih kimse, sabahleyin Abdullah Yâfiî'nin meclisine gidip rüyâsýný anlatmak istedi. Huzûrunda büyük kalabalýk vardý. Oradakilerden biri; "Yaþ hurma ile Þeyh temyiz edildi." dedi. Orada bulunanlardan fakir bir kimse de; "Ey Abdullah! Korku ile ümid arasýnda olduðundan Resûl-i ekrem sana tâze hurma verdi. Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer'in îmânlarý kuvvetli olduðundan, Server-i âlem onlara tam olgunlaþmýþ hurma ikrâm etti." dedi. Abdullah Yâfiî'nin meclisinde bulunanlar böyle olursa Yâfiî hazretlerinin derecesini düþünmelidir.

 

Ýmâm-ý Yâfiî hazretleri bir sohbetinde buyurdu ki:

 

"Mevtâlarý iyi veya kötü hâlde görmek, cenâb-ý Hakk'ýn bâzý kullarýna ihsân ettiði bir keþf ve kerâmettir. Dirilere müjde vermek, onlara doðru yolu göstermek veya ölüler için hayýrlý bir iþ yapýlmasýna, borçlarýnýn ödenmesine yaramasý içindir. Ölüleri görmek, daha çok rüyâda olmaktadýr. Uyanýk iken görenler de vardýr. Evliyâ ve hâl sâhipleri için kerâmettir."

 

"Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: Ölülerin illiyyîndeki veya siccîndeki rûhlarý, arasýra, yâni Allahü teâlâ dileyince, mezarlarýndaki cesedlerine iâde olunurlar. En çok Cumâ geceleri böyle olur. Birbirleri ile buluþurlar, konuþurlar. Cennetlik olanlar, nîmetlere kavuþur. Azap görecekler, azâb olurlar. Rûhlar, illiyyînde veya siccînde iken cesed olmaksýzýn da, nîmetlenir ve azap çekerler. Kabirde ise, rûh ve cesed birlikte nîmetlenir. Yâhut azaplanýr."

 

Yüksek ilim sâhibi olan velîlerden Abdullah Yâfiî etrafýnda toplanan insanlara Ýslâm dîninin emir ve yasaklarýný anlattý. Kabir ziyâretine karþý çýkan ve evliyânýn kerâmetini inkâr edenlere cevaplar verdi. Bozuk îtikâd, inanýþ sâhibi olan Ýbn-i Teymiyye'ye cevaplar verdi. Evliyânýn kerâmetiyle ilgili olarak kendisine soru soran talebelerine þöyle buyurdu:

 

"Allahü teâlânýn yardýmý ile derim ki, evliyâda kerâmetlerin zuhûru, meydana gelmesi, aklen câiz ve naklen vâkidir. Aklen câiz olmasý: Allahü teâlâ her þeye kâdirdir. Kerâmetler de, mûcizeler kâbilinden mümkün olan þeylerdir. Ehl-i sünnet ve cemâat âlimleri eserlerinde böyle olduðunu bildirmiþlerdir. Bu, þarkta, garbda, Arab diyârý olsun, Acem diyârý olsun, her tarafta böyledir.

 

Kerâmetlerin vukûu naklen sâbittir; bu husus, Kur'ân-ý kerîmde, hadîs-i þerîflerde ve haberlerde bildirilmiþtir. Kur'ân-ý kerîmde, Âl-i Ýmrân sûresi otuz yedinci âyetinde hazret-i Meryem hakkýnda meâlen; "Bunun üzerine Rabbi, Meryem'i güzel bir kabûl ile kabûl buyurdu ve onu iyi bir þekilde yetiþtirdi. Zekeriyyâ Peygamberi de ona kefîl (himâyesine me'mur) kýldý. Zekeriyyâ ne zaman Meryem'in bulunduðu mihrâba girdiyse, onun yanýnda bir yiyecek buldu. "Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?" dedi. O da; "Bu, Allah tarafýndan gönderiliyor. Þüphe yok ki, Allah dilediðini hesapsýz olarak rýzýklandýrýr" dedi." buyrulmuþtur. Zekeriyyâ aleyhisselâm, yazýn hazret-i Meryem'in yanýnda kýþ meyvesi, kýþýn da yaz meyvesi buluyordu. Yine Kur'ân-ý kerîmde, Meryem sûresi yirmi beþinci âyetinde hazret-i Meryem hakkýnda meâlen; "Hurmanýn da dalýný kendine doðru silkele, üzerine devþirilmiþ tâze hurmalar dökülsün." buyrulmuþtur. Bu tâze hurma, zamânýnýn dýþýnda oluyordu.

 

Yine Mûsâ aleyhisselâmýn annesine, oðlu Mûsâ'yý Nil Nehrine bir sepet içinde býrakmasý ilhâm olunmuþtur. Ayrýca Eshâb-ý Kehf'in (r.anhüm) kýssasý, köpeðin onlarla konuþmasý gibi hayret verici hâdiseler ve daha baþkalarý, kerâmetlerin naklen delilidir. Bütün buraya kadar zikredilenler, peygamber deðil velîlerdendir."

 

Bir müddet Medîne-i münevverede ikâmet eden veResûlullah efendimize komþuluk yapan Abdullah Yâfiî hazretleri tekrar Mekke-i mükerremeye döndü. Orada ikinci defâ evlendi. Sonra yaþlý hocasý Þeyh Ali Tavâþî'yi ziyâret için Yemen'e kýsa bir seyahatte bulundu. Tekrar Mekke-i mükerremeye döndü. Orada insanlara Ýslâmiyetin emir ve yasaklarýný anlatýp talebe yetiþtirmeye devâm etti. 1346 senesinde hac için Mekke-i mükerremeye gelen Ýmâm-ý Sübkî ile tanýþýp sohbetlerde bulundu.

 

Kutb-i Mekke adýyla da bilinen Abdullah Yâfiî hazretleri tatlý sohbetlerinde evliyâullahýn hâllerinden bahs eder; "Allah adamlarýnýn anýldýðý yere Rahmet-i ilâhî yaðar" hadîs-i þerîfi gereðince hareket ederdi. Onu dinleyenler saatlerce dinleseler usanmazlar, devamlý anlatmasýný isterlerdi. Tarîkat silsilesinde bulunan Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin hâl ve kerâmetlerinden çok anlatýrdý.

 

Abdülkâdir-i Geylânî'ye âit þu kýssa çok meþhûrdur. Evliyânýn büyükleri bunu bildirmiþlerdir: "Bir kadýn, Abdülkâdir-i Geylânî'ye çocuðunu getirip; "Oðlum seni çok seviyor. Ben, Allah için bu oðlumdaki hakkýmdan vazgeçtim. Onu sana verdim." dedi. Abdülkâdir-i Geylânî rahmetullahi aleyh de çocuðu kabûl etti. Ona, nefsiyle mücâdeleyi ve tasavvuf yoluna girmeyi emretti. Aradan bir müddet geçtikten sonra, annesi oðlunu görmeye geldi. Oðlunu, açlýktan ve uykusuzluktan zayýflayýp sararmýþ gördü. Oðlunun sâdece arpa ekmeði yediðini anladý. Bunun üzerine Abdülkâdir-i Geylânî'nin huzûruna girdi. Bu sýrada Abdülkâdir-i Geylânî'nin sofrada tavuk yediðini gördü.Abdülkâdir-i Geylânî'ye; "Sen kendin tavuk eti yiyorsun benim çocuk arpa ekmeði yiyor." dedi. Bunun üzerine Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, elini o kemiklerin üzerine koydu ve; "Çürümüþ kemikleri dirilten Allahü teâlânýn izni ile kalk!" dedi. Tavuk, gýdaklýyarak kalktý. Sonra Abdülkâdir-i Geylânî, kadýna; "Oðlun böyle olduðu zaman, dilediðini yesin." buyurdu. Kadýn da çocuðunun böyle bir hoca elinde olgunlaþacaðýný düþünerek Allahü teâlâya þükür etti.

 

Yine Abdülkâdir-i Geylânî'nin bulunduðu meclise, fýrtýnalý bir günde bir kuþ geldi. Mecliste karýþýklýk meydana getirdi. Bunun üzerine Abdülkâdir-i Geylânî; "Ey rüzgâr! Bu kuþu yakala!" buyurunca, o ânda kuþ bir tarafa, baþý bir tarafa düþtü. Sonra Abdülkâdir-i Geylânî kürsüden inip, o kuþu aldý ve; "Bismillâhirrahmânirrahîm." dedi. Kuþ, hemen canlandý ve uçtu. Orada bulunan herkes bunu gördü. Abdülkâdir-i Geylânî rahmetullahi aleyh bir gün cumâ namazýna gitmek için yola çýkmýþtý. Yolda içki yüklü üç hayvan gidiyor ve içki kokusu her tarafa yayýlýyordu. Abdülkâdir-i Geylânî, o yüklerin sâhibine durmasýný ve gitmemesini söyledi. Fakat o durmayýp yola devâm etti. Bunun üzerine Abdülkâdir-i Geylânî, içki yüklü hayvanlara; "Durun!" deyince hareketsiz kaldýlar. Sâhibi, hayvanlarý ne kadar dövdü ise hiç kýmýldamadýlar. Hayvanlarýn sâhibi de kulunç hastalýðýna yakalandý. Duyduðu ýzdýraptan kývranýyordu. Bunun üzerine Abdülkâdir-i Geylânî'den af diledi. Sonra bu hâli geçti. Ýçki yüklerinden bu sefer sirke kokusu geliyordu. Hayvanlar artýk yürümeye baþladý. Görenlerin, hayretten aðýzlarý açýk kaldý. Abdülkâdir-i Geylânî, sonra câmiye gitti. Bu durum sultâna bildirilince, korkusundan aðladý. Bu sebeple haramlardan vazgeçti. Abdülkâdir-i Geylânî'nin ziyâretine geldi ve tevâzu ile onun huzûrunda oturmaya baþladý.

 

Abdullah Yâfiî hazretleri talebelerine karþý çok þefkatli idi. Onlarýn her türlü ihtiyaçlarýný karþýlamayý kendisine vazîfe bilirdi. Tasavvuf yolundaki ve ilimdeki þöhreti her tarafa yayýldý. Bununla ilgili olarak Þeyh Alâeddîn Harezmî þöyle anlatýr:

 

Bir gece Þam beldelerinden birinde halvette idim. Yatsý namazýndan sonra oturmuþtum. Halvette olduðum yerin kapýsý iyice kapalý idi. Ýçeriye nereden girdiklerini anlayamadýðým iki kiþi gelip yanýma oturdu. Bir müddet benimle sohbet ettiler. Birbirimizle fakîrlerin hâllerini konuþtuk. Þam'dan bir kimseyi zikrettiler ve ondan övgü ile bahsettiler. Daha sonra; "Bizim selâmýmýzý yoldaþýn Abdullah Yâfiî'ye ulaþtýr." dediler. Ben onlara; "Abdullah Yâfiî'yi nereden biliyorsunuz?" diye sordum. Onlar; "Onun hâli bize gizli deðildir." deyip mihrabtan tarafa yürüdüler. Namaz kýlacaklarýný zannetmiþtim. Halbuki duvardan dýþarý çýkýp gitmiþlerdi.

 

Yine Þeyh Alâeddîn Harezmî þöyle nakletti:

 

Þam taraflarýnda 1341 senesinde, Recep ayýnda yatsý namazýndan sonra nûrânî yüzlü iki ihtiyar içeri geldi. Nereden girdiklerini göremediðim bu kimselerin hangi þehirden olduklarýný da bilmiyordum. Ýçeri girince bana selâm verdiler ve müsâfehâ ettiler. Onlara yaklaþýp nereden geldiklerini sorunca; "Sübhanallah, senin gibi kiþi bu halden suâl mi eder?" dediler. Sonra bir mikdâr kuru arpa ekmeðini önlerine getirip ikrâm ettim. Onlar; "Biz bunun için gelmedik." deyince ben ne için geldiklerini sordum. O zaman; "Sana selâmýmýzý Abdullah Yâfiî'ye götürmeni vasiyet ederiz." dediler. Ayrýca ona; "Müjdeler olsun sana." diye söylememi istediler. Onlara; "Abdullah Yâfiî'yi nereden tanýrsýnýz?" dediðimde; "Biz onunla görüþürüz, o bizimle görüþür." cevâbýný verdiler. Sonra onlara: "Bu müjdeyi ona eriþtirmeye size izin verildi mi?" diye sorduðumda; "Evet izin verildi." dediler. Devam ederek; "Onun þarkda, doðuda kardeþleri vardý. Onlarýn yanýndan gelirler." deyip, kayboldular.

 

Mekke'de bulunduðu zamanda hac için çeþitli Ýslâm memleketlerinden gelen ve onun þöhretini duyan pekçok âlim, velî ve sâlih kimse onun ilim meclislerinde ve sohbetlerinde bulundular.

 

1367 senesi 21 Þubat günü Mekke-i mükerremede vefât etti. Cennet-ül-Muallâ kabristanýna defnedildi.

 

Ömrünü ilim öðrenmek, öðretmek ve insanlara Ýslâmiyetin emir ve yasaklarýný anlatmakla geçiren Ýmâm-ý Yâfiî hazretleri birçok eser yazdý. Bu eserlerinden bâzýlarý þunlardýr: 1) Mir'at-ül-Cinân ve Ýbret-ül-Yakazân: Tabakât ve târih kitabý olup yýllara göre tetib edilmiþtir. Hicrî 750 senesine kadar olan hâdiseleri ve hâl tercümelerini anlatmýþtýr. 2) Ravdu'r-Riyâhîn fî Hikâyeti's-Sâlihîn, 3) Neþrü'l-Mehâsin-il-Galiyye fî Fadli Meþâyihi's-Sofiyye, 4) Esnel-Mefâhir fî Menâkýb-iþ-Þeyh Abdülkâdir. 5) Merhem-ül-Ýlel-il-Mudille, 6) El-Ýrþâd vet-Tatrîz fî Fadl-i Zikrillâh ve Tilâvet-i Kitabi'l-Azîz, 7) Ed-Dürrü'n-Nazîm fî Havassi'l-Kur'ân-ý Azîm, 8) Misbâhüz-Zalâm fil-Müstegisin-i bî Hayri'l-Enâm, 9) Divanüþ' Þi'r.

 

ÝLLÂ EDEB

 

Abdullah-ý Yâfiî, Hicaz'a ilk geldiðinde Medîne-i münevvereye girmeden önce kendi kendine; "Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem izin vermeyince bu þehre girmem." diye söz verdi. Çünkü ilmi ve edebi çok yüksekti. Büyüklerin, bilhassa Peygamber efendimizin huzûruna edeple girileceðini biliyordu. On dört gün Medîne'nin giriþ kapýsýnda bekledi. Devamlý ibâdet edip kabûl buyurulmasý için Allahü teâlâya duâ etti. Bir gece rüyâsýnda Peygamber efendimiz; "Ey Abdullah! Ben dünyâda senin peygamberin âhirette þefâatçin, Cennet'te ise arkadaþýným. Yemen'de on kiþi vardýr. Onlarý ziyaret eden beni ziyaret etmiþ olur. Onlarý üzen beni üzer." buyurdu. Abdullah Yâfiî hazretleri; "Yâ Resûlallah! Onlar kimlerdir." diye sorunca; "Onlarýn beþi vefât etmiþtir. Beþi ise hayattadýr." buyurdu. Abdullah Yâfiî; "Yaþayanlar kimlerdir?" diye sorunca; "Þeyh Ali Tavâþî, Þeyh Mansûr bin Ca'da, Muhammed bin Abdullah, Fakih Ömer bin Zeylaî, Þeyh Muhammed bin Ömer Nehârî'dir. Vefât etmiþ olanlar ise Ebü'l-Gays bin Cemil, Fakîh Ýsmâil Hadramî, Fakih Ahmed bin Mûsâ bin Acîl, Þeyh Muhammed ibni Ebû Bekr Hakemî ve Fakîh Muhammed bin Hüseyin Ýclî'dir." buyurdu.

 

Peygamber efendimizin mânevî iþareti üzerine Medîne-i münevvereden ayrýlarak Mekke'ye oradan da Yemen'e geçti. Önce, Mekke'den Yemen'e gitmiþ olan hocasý Þeyh Ali Tavâþî'yi ziyâret etti. Peygamber efendimizin rüyâda ziyâret etmesini tavsiye buyurduðu zâtlardan sað olanlarý ziyâret etti ve sohbetlerinde bulundu.

 

Ziyâretine gittiði zâtlardan Þeyh Muhammed bin Ömer Nehârî ona; "Merhaba ey Resûlullah'ýn elçisi!" diye hitâb etti. Abdullah Yâfiî hazretleri ona; "Bu hâle ne ile kavuþtun?" diye sorunca, Bekara sûresi iki yüz seksen ikinci âyet-i kerîmesinin "...Allah'tan korkun, Allah size ilim öðretiyor." meâlindeki son kýsmýný okudu. Peygamber efendimizin rüyâda tavsiye buyurduðu zatlardan vefât etmiþ olanlarýn da kabirlerini ziyâret edip Medîne-i münevvereye döndü. Fakat yine Medîne'ye girmeden on dört gün Medîne kapýsýnda bekledi. Ýbâdet edip kabûl olunmasý içinAllahü teâlâya niyâzda bulundu. Bir gece yine Resûlullah efendimiz ona; "Tavsiye ettiðim zâtlarýn onunu da ziyâret ettin mi?" buyurdular. Abdullah Yâfiî; "Evet yâ Resûlallah! Ziyâret ettim. Medîne'ye girmeme izin var mý?" diye sordu. Resûlullah efendimiz; "Gir sen emin olanlardansýn." buyurdu. Sevgili Peygamberimizin bu hitâbýna mazhar olan Abdullah Yâfiî hazretleri edeple ve gözyaþlarý dökerek Medîne-i münevvereye girdi. Efendimizin mübârek kabr-i þerîflerini ziyâret edip yüksek feyzlerine kavuþtu.

 

1) Câmiu'l-Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.120

2) Mu'cemü'l-Müellifîn; c.6, s.34

3) Þezerât-üz-Zeheb; c.6, s.210

4) Ed-Dürer-ül-Kâmine; c.2, s.247

5) Tabakât-üþ-Þâfiîyye (Esnevî); c.2, s.579

6) Esmâü'l-Müellifîn; c.1, s.217

7) Tabakât-üþ-Þâfiîyye (Sübkî); c.10, s.33

8) Miftâh-üs-Seâde, c.1, s.217

9) Keþf-üz-Zünûn; c.1, s.90, 117,719,918 c.2, s.1637,1841,1944

10) Tam Ýlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.1082

11) Kýyâmet ve Âhiret; s.224

12) Habîb-üs-Siyer; c.2, s.29

13) Sefînet-ül-Evliyâ; s.68

14) Nesâyim-ül-Mehabbe; s.381

15) Tabakât-ül-Evliyâ; s.555

16) Nefehât-ül-Üns; s.529

17) Mu'cem-ül-Matbuât; c.2, s.1952

18) Brockelmann; Gal-2, s.176, Sup-2, s.227

19) De Slane Cataloque des Manuscripts Arabes; c.1, s.300

20) Ahlvardt. Verzeichniss der Arabischen Handchriften; c.9, s.194

21) Tabakâtü'l-Havâs; s.67-70

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.

×
×
  • Neu erstellen...