Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

:bism::selam:

 

Hier ist ein schöner Artikel mit vielen Hadisen darüber, ob man sich zu 100% sicher sein soll a) ins Paradis oder b) in die Hölle zu kommen....(Leider auf türkisch)

 

Ich möchte dies auf 2 Arten darstellen:

 

1) Mit dem Link, da ich es überhaupt nicht mag, türkische Texte zu lesen, in denen Buchstaben vorkommen, die man nicht entziffern kann... ÄÄ':iYa..... wisst ihr was ich meine?

 

2) den kompletten text..

 

Hier der Link:

http://www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?s=show_qna&id=12662

 

Hier der Text:

---------------------------

Soru

İnsanın geçmişte yaptığı hatalardan işlediği günahlardan pişmanlık duyması güzel.Fakat bu zaman zaaman ümitsizliğe sürükleyebiliyor veya mevcut performansı etkiliyor.Bundan nasıl kurtulunabilir?

Cevaplanma Zamanı 05-Şubat-2007 - 10:06:23

Cevabımız

 

Değerli Kardeşimiz;

 

İkisi de Ruha Zarar:

 

YEİS VE UCUB... Ruh dünyamızın iki büyük düşmanı. En kısa ifadesiyle, yeis ‘kişinin cehennemini garanti görmesi,’ ucub ise ‘cennetini kesin bilmesi’dir. Bir başka ifadeyle, yeis ‘Allah’ın rahmetinden ümit kesmek,’ ucub ise ‘O’nun azabından kendini emin sanmaktır.

 

Halbuki hayrı da şerri de yaratan ancak Allah’tır. İnsan, hayrın ve şerrin sebeplerine müracaat etmekle, cenneti yahut cehennemi istemiş olur. İstemek kuldan, cevap vermek ise Allah’tandır. Şu var ki, istemek neticenin tahakkuku için kâfi değildir. Herşey, ancak Allah’ın dilemesi ve yaratmasıyla varlık sahasına çıkar.

 

Allah Kelâmında ‘istikamet’ olarak ifadesini bulan rıza çizgisinin iki düşmanı vardır: ifrat ve tefrit.

 

Bunlardan biri insanı yukarı doğru, diğeri ise aşağı doğru felâkete sürükler. Yeryüzünün ‘istikameti’ temsil ettiği düşünüldüğünde, güneşe doğru yaklaşmak ifrat, mağma tabakasına doğru inmek ise tefrittir; ikisi de insanı yakar, mahveder.

 

İnsanı böylece yoldan çıkaran aşırılıkların bir halkası da ‘yeis ve ucub’dur. İbadet yapmada ve hayır işlemede başarılı olamayan insanlarda ‘ümitsizlik’ hastalığı kendini gösterir. Başarıya ulaştığı halde nefsine söz geçiremeyen insanlarda ise, sonu kibir ve gurura varan ‘ucub’ hastalığı tezahür eder. Bunlardan birincisi tefrit, ikincisi ifrattır. İkisi de zarardır.

 

Ye’sin kaynağı Mesnevî-i Nuriye’de şöyle tespit edilir:

 

“Arkadaş! Amele ve taate muvaffak olamayan azabdan korkar, yeise düşer.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 65)

 

Ahirete inanan, fakat İslâm’ı yaşama konusunda nefsine söz geçiremeyen bir kişinin yakalanacağı ilk hastalık yeistir. Bu hastalığa düşen insan, Cenab-ı Hakk’ın keremini, ihsanını, affını hatırlamalı ve O’nun rahmetinin bütün günahları örtecek kadar geniş olduğunu düşünmeli. Böylece, kendisini ‘mutlaka cehenneme gidecek birisi’ olarak görme hastalığından kurtulur ve yeis âfetinden uzak kalır.

 

Kur’ân-ı Kerîm’de bu husus şöyle ders verilir:

 

“De ki: Ey (günah işleyerek) kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlayıcıdır. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan ve esirgeyendir.” (Zümer sûresi, âyet: 53)

 

Ucub hastalığında yeisin zıddı bir durum söz konusudur. Burada kişi İslâm’ı elden geldiğince yaşamış, ancak bu ilâhî ihsanı kendi nefsinden bilerek başkalarına karşı üstünlük davasına kalkışmış ve cennetini garanti görme hastalığına tutulmuştur.

 

Bu hastalıktan kurtuluş reçetesi de yine Mesnevî-i Nuriye’de şöyle ifade edilmiştir:

 

“A’mâle güvenmek ucbdur. İnsanı dalalete atar. Çünki insanın yaptığı kemâlât ve iyiliklerde hakkı yoktur; mülkü değildir, onlara güvenemez.” (Mesnevî-i Nuriye, s. 65)

 

Bu noktada Kur’ân’daki şu ilâhî ikaza kulak vermek, kurtuluşun yolunu açacaktır:

 

“Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her kötülük de nefsindendir.” (Nisâ sûresi, âyet: 79)

 

İyilik dediğimiz her ne varsa, bütün bunlar peygamberler tarafından insanlara öğretilmiştir ve onları işlemek için gerekli bütün şartları da Allah yaratmıştır. Meselâ, doğru söylemek bir hayırdır. Bu hayrı insanlara öğreten ilâhî kitaplar ve peygamberler olduğu gibi, o doğruyu söylemek için gerekli ağız, dil, tükürük bezi, gırtlak, beyin, sinir sistemi ve hava gibi bütün şartları yaratan da ancak Allah’tır.

 

İnsan bunları düşündüğünde, o hayırda çok az bir hisseye sahip olduğunu görür. Binlerce ilâhî mucizenin bir araya gelmesiyle ortaya çıkabilecek böyle bir hayırda, insanın hissesi, sadece o güzel amele meyletmesi, cüz’î iradesini de bu yönde kullanmasıdır.

 

Bunu böylece bilip, övünmek ve kendine güvenmek yerine Allah’a şükretme ve O’na minnettar olma yolunu tutmak gerekir. Bu yolda gitmeyenler ucub çukuruna düşerler.

 

alaaddinbasar@zaferdergisi.com

 

Alaaddin Başar (Prof.Dr.)

 

TEVBEYLE İLGİLİ HADİSLER:

 

Ebû Zer'den (Radıyaiiahü anhy):

 

Rasûlullah (Sallallahü aleyhi vs sellem) dedi ki:

 

Aziz ve Celîl olan Allah şöyle buyurdu: 'Ey Âdem oğlu, yeryüzü dolusu hata/günah işlesen de, şirk koşmadığın sürece ben sana yeryüzü dolusu af/mağfiret hazırlarım.'

 

Sahîh: Müsned, V/147, H.no:21208. Benzer rivayetler için bk.V/148, H.no:21212-21213; V/I53, H.no:21257; V/169, H.no:21380; Müslim, Zikir, 22; İbn Mâce, Edeb, 58, H.no:382l; Taberânî, el-Mu'cemü'1-evsat, IV/68, H.no:3084; VIIF/365-366 H no-7744' İbnü'l-Mübârek' Zühd, s.366, H.no:1035; Beszar, IX/403. H.no:3999.

 

49 — TEVBE BAHSİ

 

1- Tevbeye Teşvik ve Ondan Dolayı Ferahlanma Babı

 

1- (2675) Bana Süveyd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs b. Meysera rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Zeyd b. Eşlem, Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'den nak­len rivayet etti ki: Şöyle buyurmuşlar:

 

«Allah (Azze ve Celle) : Ben kulumun bana olan zannınm yanındayım. Beni zikrettiği yerde, ben onunla beraberim, buyurdu. Vallahi! Allah ku­lunun tevbesine sizden birinizin sahrada kaybolan hayvanını bulmasından daha çok sevinir. Her kim bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım ve tıer kim bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yakla­şırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim.» buyurmuştur.

 

2- (...) Bana Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb El-Ka'nebî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muğıra (yâni; İbni Abdirrahman El-Hızâmî) Ebû'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

 

«Allah birinizin tevbesine birinizin kayıp hayvanini bulduğu vakit se­vinmesinden daha çok sevinir.» buyurdular.

 

(...) Bize Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'-den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadîs mânâsında rivayette bulundu.

 

Bu hadîsin izahı zikir bahsinin başında geçmişti. Bu hadîsde orada-kinden bir cümle fazlalık vardır. Ki o da : Allah Teâlâ'mn tevbeye sevin­mesi cümlesidir. Şüphesiz ki, sevinmek, kederlenmek gibi sıfatlar Allah Teâlâ hakkında müstehil yâni imkânsızdır. Binâenaleyh buradaki sevin­me onun rızasından mecazdır. İbnû Ebî Cemre diyor ki : «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Allah'ın tevbekâr kuluna olan ihsa­nını ve onu bağışlamasını ferah kelimesiyle kinaye olarak ifade etmiştir. Çünkü sultanın âdedi bir kimsenin yaptığından hoşlandığı vakit, ona faz­la ihsan ve ikramda bulunmaktır.» Mâzirî ferahı üç kısma ayırmış­tır ve : «Bunlardan biri de sevinçtir. Sevinç, sevinilen şeye razı olmaktır. Binâenaleyh burada murad; Allah Teâlâ'mn kulunun tevbesine, kayıp hayvanını bulan bir kimsenin, onu bulmasından duyduğu rızadan daha fazla razı olmasıdır.» demiştir.

 

3- (2744) Bize Osman b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Osman'ındır. (İshâk : Ahberana; Osman ise : Haddesenâ tâ­birlerini kullandılar. Dediler ki) : Bize Cerir, A'meş'den, o da Umara b. Umeyr'den, o da Haris b. Süveyd'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Abdullah hasta iken onu dolaşmak üzere yanına girdim de, bize biri ken­dinden, biri de Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem)'den olmak üzere iki hadîs rivayet etti. (Dedi ki): Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyi şöyle buyururken işittim :

 

«Allah mü'min kulunun tevbesine, çorak helak korkusu olan bir yerde devesi yanında yiyeceği ve içeceği onun üzerinde olduğu halde uyuyan, uyandığında deveyi gitmiş bulan ve onu aramaya giden, nihayet kendisine susuzluk anz olan, sonra (kendi kendine) bulunduğum yerime döneyim de ölünceye kadar yafayım diyen ve başını ölmek için dirseğinin üzerine ko­yan, sonra uyanarak devesini üzerindeki azığı yiyeceği ve içeceği ile ya­nında bulan bir adamdan, evet Allah mü'min kulunun tevbesine bu ada-mın devesi ile azığına sevinmesinden daha çok sevinir.»

 

(...) Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Âdem, Kutbe b. Abdi'l-Azîz'den, o da A'meş'den naklen bu isnadla rivayet etti. Ve: «Yerden bir çoraklıkta bir adanı...» dedi.

 

4- (...) Bana İshak b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti, (Dedi ki) : Bize A'meş rivayet etti. (Dedi ki)|: Bize Umara b. Umcyr rivayet etti. (Dedi ki) : Haris b. Süveyd'den dinledim. Şunu söyledi: Bana Abdullah biri Kcsûlüllalı (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) den, diğeri kendinden olmak üzere iki hadîs söyledi. (Dedi ki) : Rcsûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem):

 

«Allah mü'min kulunun tevbesine... daha çok sevinir.» Râvi Cerir'in hadîsi gibi rivayette bulunmuştur.

 

5- (2745) Bize UbeyduUah b. Muaz El-Anberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Yûnus, Simâk'dcn ri-vâyat etti. (Demiş ki) : Nu'man b. Beşîr hutbe okudu da şunu söyledi: «Allah'ın kulunun tevbesine sevinmesi, azığını, su tulumunu bir deveye yükleyen, sonra yürüyen. Nihayet bir çorak yere vardığı vakit kaylûle (uykusu) gelen ve inerek bir ağaç altında istirahat eden, derken uyuya kalan ve devesi sıvışıp giden, az sonra uyanarak bir tepeye koşan, fakat hiç bir şey göremeyen, sonra ikinci tepeye koşan, fakat yine bir şey gör­meyen, sonra üçüncü tepeye koşan, yine bir şey görmeyen, bunun üze­rine dönen ve istirahat ettiği yere gelen. Orada otururken ansızın devesi yürüyerek geliveren hatta yedeğini eline koyan bir adamın sevincinden... Evet! Allah'ın kulun tevbesine sevinci bu adamın devesini bulduğu vakit hâline sevinmesinden daha çoktur.»

 

Simâk demiş ki: Şâbi, Nu'man'ın bu hadîsi Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'e ref ettiğini söyledi. Bana gelince : Ben onu işitmedim.

 

6- (2746) Bize Yahya b. Yahya ile Ca'fer b. Humeyd rivayet etti­ler. (Ca'fer : Haddesena, Yahya ise : Ahberana tâbirlerini kullandılar. De­diler ki) : Bize Ubeydullah b. Iyâd b. Lakıt, Iyâd'dan, o da Bera' b. Âzib'-den naklen haber verdi. (Şöyle demiş): ResûlüMah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

 

«Yiyecek ve içecek olmayan çorak bir yerde devesi yedeğini sürükle­yerek kaçan ve üzerinde kendisinin yiyeceği-içeceği bulunan bu hayvanı yoruluncaya kadar ariyan, sonra bir ağacın dibinden geçerken yedeği (ağa­ca) dolaşan, bu suretle onu ağaca dolaşmış bulan bir adamın sevincine ne dersiniz?» buyurdu. Biz :

 

— Çok olur yâ Resûlallah! dedik. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

 

«Beri bakın! Vallahi! Kulunun tevbesine Allah'ın sevinmesi bu adamın devesine sevinmesinden daha çoktur.» buyurdular.

 

Ca'fer : Bize Ubeydullah b. İyad babasından rivayet etti, dedi.

 

7- (2747) Bize Muhammed b. Sabbâh ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ömer b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İkrime b. Ammar rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshâk b. Abdillah b. Ebi Talha rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Enes b. Mâlik rivayet etti. —Enes bu zâtın anıcasuhr.— (Dedi ki): Rcsûliillah (Sallallahü Aleyhi ve Selleın) şöyle buyurdular:

 

«Allah'ın, tevbe ettiği vakit kulunun tevbesine sevinmesi, birinizin de­vesi üzerinde çorak bir yerde bulunup, devesi kaçtığı, üzerinde de yiyeceği içeceği bulunduğu ve ondan ümidini kestiği, nihayet bir ağaca gelerek göl­gesinde yattığı, devesinden ümidini kestiği, o bu halde iken aniden deve karşısına dikiliverdiği ve yedeğinden tuttuğu, sonra sevincinin şiddetinden:

 

— Allahım! Sen benim kulum, ben de senin Rabbinim, dediği; sevin­cinin şiddetinden yanıldığı zamanki sevincinden daha çoktur.»

 

8- (...) Bize Heddâb b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hem-mâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde, Enes b. Mâlik'den rivayet etti ki: Resûlüllah (SaUaUahü A leyhi ve Selleın):

 

«Allah'ın, kulunun tevbesine sevinmesi, sizden birinizin çorak bir yer­de kaybettiği devesini, uyandığı vakit bulduğundaki sevincinden daha çoktur.» buyurdular.

 

(...) Bu hadîsi bana Ahmed Ed-Dârimî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Habban rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hemmam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Enes b. Mâlik, Peygamber (SaUaUahü Aleyhi ve Selİemyâcn bu hadîsin mislini rivayet etti.

 

Bu rivayetleri Buhâri «Kitâbu'd-Dcavât»'da; Tirmizî «Kitâbu'z-Zühd»'de; Nesâî «Kitâbu'n-Nuût»'da muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.

 

Tevbe : Lügatte dönmek manasınadır. Burada ondan murad; günah-dan dönmektir. İman bahsinde de görüldüğü vecihle tevbenin üç rüknü vardır : Günahdan vazgeçmek, yaptığına pişman olmak, bir daha işleme-meye azmetmek. Ve işlediği suç kul hakkına dâirse helâllaşmak. Tevbenin en büyük rüknü pişmanlıktır. İşlenen günah büyük olsun, küçük olsun hemen arkacığmdan tevbe etmenin vâcib olduğunda ulemanın ittifakı vardır. Ehl-i sünnete göre tevbenin vucûbu şeriatla sâbitdir. Tevbenin ka­bulü Allah'a vâcib değildir. Delâlet fırkalarından Mutezile 'ye göre tevbenin vucûbu akılla sâbitdir. Ve aklen şartları bulunduğu vakit, onu kabul etmek Allah'a vâcib olur. Ehl-i sünnet'e göre tevbe eden bir kimse aynı günâhı tekrarlarsa, ikinci günâhı yazılır. Fakat evvelce yaptığı tev-besi bâtıl olmaz.

 

Deviyye yahut Dîıviye : Çorak yer, sahra mânâsına gelir. Mchlekc : Korkulacak yerdir.

 

İmam Müslim, Hz. Abdu11ah'ın kendine ait olan hadîsini kitabına almamıştır. Buhârî ile Tirmizî ve diğer sahih sahipleri onu da rivayet etmişlerdir. Hadîs şudur: «Mü'min günah­larını sanki bir dağın altmdaymış da üzerine düşeceğinden korkuytormuş gibi görür. Fâcir ise günahlarım burnuna konan bir sinek gibi görür de şöyle yapıverir (yâni kovalar).»

 

Hadîsin son rivâyetindeki «isteygaza» kelimesi Sahih-i Müslim'in bü­tün nüshalarında bu şekilde rivayet edilmişse de, bazıları bunun vehim olduğunu söylemiş, doğrusu «sekata»'dır, demişlerdir. Bunun mânâsı de­vesine rastladı, onu tesadüfen buldu, demektir. İsteykaza, uyandı mana­sınadır.

 

2- Tevbe-i İstiğrafla Günahların Sukütu Babı

 

9- (2748) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Ömer b. Abdil-Aziz'den rivayet eden Muhammed b. Kays'dan, Ömer de Ebû Sırme'den, o da Ebû Eyyûb'dan naklen rivayet etti. Ebû Eyyûb ve­fatı ânında şunu söylemiş: Size Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den dinlediğim bir şeyi söylemeyi gizlemiştim. Ben Resûlüllah Aleyhi ve Sellem) ve Se!lem):

 

«Siz günah işlemeseniz, Allah günah işleyecek bir halk yaratır; onları affederdi.» buyururken işittim.

 

10- (...) Bize Harun b. Saîd El-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize bunû Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Iyâz (bu zat İbnû Abdillah El-Tıhrî'dir) rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbrahim b. Ubeyd b. Ilıfaâ, Mu-hammed b. Ka'b El-Kurazî'den, o da Ebû Sırme'den, o da Ebû Eyyub El-Ensârî'den, o da ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Men naklen rivayet etti ki : Şöyle buyurmuşlar :

 

«Sizin Allah'ın size affedeceği hiç günahlarınız olmasa; Allah günah­ları olan bir kavm getirir; günahlarını kendilerine affederdi.»

 

11- (2749) Bana Muhammed b. Rafı' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdûrrezzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mcr, Cafer El-Cezeli'dcn, o da Yezîd b. Esam'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen haher verdi. (Şöyle demiş) : ResûlüHah (Sallallahü Aleyh: ve Sellem):

 

«Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki : Siz günah işlememiş olsanız, Allah sizi giderir de, günah işleyen bir kavm getirir. Onlar Allah'a istiğfar ederler, o da kendilerini affederdi.» buyurdular.

 

Hz. Ebû Eyyûb 'un bu hadîsi gizlemesi müslümanlar ona it riad ederler de, ibadetlerden gevşerler ve günahlara dalarlar diye kork-tıağundandır. Vefatından önce söylemesi ise, ilmi gizlemiş olmamak için­dir. İhtimal ki, bu hadîsi ondan başka bilen yoktur. Bu takdirde edası Jârz-ı ayn olur. Hadîsin şerhi iman bahsinde geçmişti.

 

3- Âhiret Umuru Hakkında, Zikir; Fikir ve Murakabeye Devamın Fazileti Bazı Vakitlerde Bunu Terkedip Dünya İle Meşgul Olmanın Cevazı Babı

 

12- (2750) Bize Yahya b. Yahya Et-Teymî ile Katan b. Nüseyr ri­vayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. (Dediler ki) : Bize Ca'fer b. Süleyman, Saîd b. İyâz El-Cürcyrî'den, o da Ebû Osman En-Nehdî'den, o da Hanza-late'l-Üseyyidî'den [1] naklen haber verdi. —Bu zât Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kâtipleriııdendi.— Demiş ki: Bana Ebû Bekr tejsâdüf etti de :

 

— Nasılsın yâ Han/.ale! dedi. Ben :

 

— Hanzale münafık oldu! dedim.

 

— Sübhânellah! Sen ne söylüyorsun? dedi.

 

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi've Selleınj'in yanında bulunuyoruz. Bize cenneti, cehennemi hatırlatıyor, hattâ onu gözle görmüş gibi oluyoruz. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m yanından çıktıktan sonra ise zev­celerle, çocuklarla, geçim dalgalarıyle meşgul oluyoruz. Bu sebeple çok şey unuttuk, dedim. Ebû Bekr :

 

__ Vallahi biz böyle şeylere raslıyoruz, dedi. Ebû Bekr ve ben yü­rüdük ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanma girdik. Ben:

 

— Hanzale münafık oldu yâ Resûlallah! dedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

 

«Ne o?» diye sordu.

 

__ Yâ Resûlallah! Senin yanında bulunuyoruz. Bize cenneti ve cehen­nemi hatırlatıyorsun. O derecede ki, gözümüzle görmüş gibi oluyoruz. Se­nin yanından çıktığımız vakit zevcelerle, çocuklarla ve geçim dalgalarıyle meşgul oluyoruz. Çok şey unuttuk, dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

 

«Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, siz benim ya­nımda bulunduğunuz hal üzere ve zikretmeye devam ederseniz, sizinle melekler döşeklerinizin üzerinde ve yollarımzda musafaha ederler. Ve lâkin ya Hanzale! Bazt zaman şöyle, bazı zaman böyle.» buyurdu. Bunu üç de­fa tekrarladı.

 

13- (...) Bize İshâk b. Mansur rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Afcdûs-samcd haber verdi. (Dedi ki) : Babamı rivayet ederken dinledim. (Dedi ki) : Bize Saîd El-Cüreyrî, Ebû Osman En-Nehdî'den, o da Hanzale'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü A /ey/z/ ve Sellem) 'in yanında idik. Bize nasihat etti. Ve cehennemi hatırlattı. Sonra eve geldim. Çocuklarla gülüp söyleştim ve kadınla oynaştım. Müteakiben (evden) çıktım ve Ebû Bekr'e rasladım, bunu kendisine anlattım. Ebû Bekr : Se­nin anlattığının mislini ben de yaptım, dedi. Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e rasladık. Ben:

 

— Yâ Resûlallah! Hanzale münafık oldu, dedim «Ne söylüyorsun?» dedi. Ve kendisine hikâyeyi anlattım. Ebû Beler

 

— Onun yaptığının mislini ben de yaptım! dedi. Bunun üzerine: «Yâ Hanzale! Bazı zaman öyle, bazı zaman böyle! Sizin kalbleriniz

 

zikir anındaki hal üzere devam etse, melekler sizinle musâfaha ederler, hatta yollarda size ielâm verirlerdi.» buyurdular.

 

(...) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Fadl b. Dü-keyn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan, Said El-Cüreyrî'den, o da Ebû Osman En-Nehdî'dcn, o da Kâtib Hanzaletü't-Teymî El-Üseyyidî'den nak­len rivayet etti. (Şöyle demiş): Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında idik. Bize cennet ve cehennemi hatırlattı...

 

Ve râvi yukarkilcrin hadîsleri rivayette bulunmuştur.

 

«Hanzale münafık oldu.» cümlesinin mânâsı; münafık olmaktan kork­tu, demektir. Çünkü Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)'in meclisinde bulunduğu zaman kendisini âhiret korkusu kaplar, bu hal murakabe ve fikre dalmasından belli olurdu. Oradan ayrıldıktan sonra ise zevcesiyle, çocuklarıyla ve dünya maişeti ile meşgul olurdu. Nifakın aslı içinde giz­lediği kötülüğün aksini meydana çıkarmaktır. Hz. Hanzale bu yap­tığının nifak olmasından korkmuştu. Ebû Bekr (Radiyallahu anh) da aynı şeyi yaptığını söyleyince, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu yaptıklarının nifak olmadığını dâimi şekilde fikir ve murakabede bulun­maları lâzım gelmediğini kendilerine haber vererek onları teselli buyur­muştur.

 

Meh kelimesinin mânâsı; suâldir. Yâni; ne söylüyorsun? demektir. Sonundaki (h), sekte (h) sidir. Maamafih bu işi büyük görerek ondan vazgeçirmek ve men etmek için söylenmiş olması da muhtemeldir. Taberî diyor ki : Allah Teâlâ'nm insanlık alemindeki âdeti, insanı melek­lerle şeytanlar âleminin arasında orta halde yaratmak olmuştur. Melekleri sırf hayır işlemek için yaratmış. Onlar emrolunduklarmı yaparlar. Gece gündüz Allah'ı tenzih ederler ve bıkmazlar. Şeytanlara da şer ve iğva kabiliyeti vermiştir. Onlar hiç ibâdet etmezler. İnsanlık âlemini renkli yaratmıştır. İşte Rcsûlülhıh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

 

«Yâ Hanzale! Bazı zaman şöyle, bazı zaman böyle.» buyurmakla buna işaret etmiştir.

 

4- Allah Teala'nın Rahmetinin Genişliği ve Bu Rahmetin Gadabını Geçtiğini Beyan Hakkında Bir Bab

 

14- (2751) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-ğîra (yâni; El-Hızâmî) Ebû'z-Zinâd'dan, o da A'ıac'dan, o da Ebû Hürey-re'den naklen rivayet etti ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

 

«Allah mahlûkatı yarattığı vakit; kendi nezdinde arşın üstünde bulu­nan kitabına muhakkak benim rahmetim, gadabıma galebe çalar (diye) yazmıştır.» buyurdular.

 

15- (...) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyan b. Uyeyne, Ebû'z-Zinad'dan, o da A'rac'dan, o da Eoû Ilüreyıe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )'den naklen rivayet etti:

 

«Allah (Azze ve Celle) : Benim rahmetim, gadabımı geçmiştir, buyurdu.» demiş.

 

16- (...) Bize Ali b. Haşrem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Damra, Hâıİs b. Abdirrahman'dan, o da Atâ' b. Mînâ'dan, o da Ata’ b. Mina’dan, o da Ebu Hüreyre‘den naklen haber verdi. Süvle demiş : Resûlüllah (Sallallahü

 

Aleyhi ve Sellem)

 

«Allah mahlûkatı yaradığı vakit : Kitabına — kitap kendi. muş olduğu halde— kendisi için : Benim rahmetim, gadabıma galabe çalar (diye) yazmıştır.» buyurdular.

 

Kitabına yazmaktan murâd; kaleme emir buyurarak levh-i mahfuza yazdırmasıdır. Kitabın Allah Teâlâ'nm nezdinde olması — haşa- mekan bildirmek için değil, mahlûkatmdan tamamiyle gizli, onların ricinde olduğuna işaret içindir.

 

Hadîsten murad; rahmetinin taalluku, gadabının taalaku önce­dir, demektir. Çünkü rahmet Teâlâ Hazretlerinin zâtının gadab ise, kulun bir sabıkasına mütevakkıfdır. Bazıları rahh. zatî sıfatlardan olmayıp fiilî sıfatlardan olduğunu söylemiş

 

17- (2752) Bize Harnıele b. Yahya Et-Tûcîbî rivayet Bize İlınû Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, naklen haber verdi. Ona da Saîd b. Müseyyeb haber vermreyre şunu söylemiş: Ben Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve «Allah rahmeti yüz parça yaratmış, doksan dokuzunu kendi nezdinde tutmuş; yeryüzüne bir cuz ındırmısîır. İste mahlukat bu cuzı "en dolay, birbirlerine acırlar. Hatta hayvan, üzerine basarım endişesiyle rusundan kaldırır.» buyururken işittim.

 

18- (...) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbnû Ilucur rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmail (yâni; İbni Ca'fer) Alâ'dan, o da baba­sından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

 

«Allah yüz rahmet yaratmış; bir tanesini mahlûkatı arasına indirmiş­tir. Kendi nezdinde biri müstesna olmak üzere yüz tanesini gizlemiştir.» buyurmuşlar.

 

19- (...) Bize Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr rivayet etti. (De­di ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdû'l-Melik, Atâ'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'den nak­len rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar :

 

«Şüphesiz Allah'ın yüz rahmeti vardır. Onlardan bir rahmeti ins, cin, hayvanlar ve böcekler arasına indirmiştir, işte onlar bu sebeple birbirine şefkat eder; bu sebeple birbirlerine acırlar. Vahşî, yavrusuna bu sebeple merhamet eder. Allah doksan dokuz rahmeti geriye bırakmıştır. Onlarla kıyamet gününde kullarına rahmet edecektir.»

 

20- (2753) Bana Hakem b. Musa rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman Et-Teymî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Osman En-Nehdî, Selmânı Fârisî'den rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

 

«Şüphesiz Allah'ın yüz rahmeti vardır. İşte onlardan bir rahmet vardır ki : MahlÛkat kendi aralarında birbirlerine onunla acırlar. Doksan dokyzu kıyamet günü içindir.» buyurdular.

 

(...) Bize bu hadîsi Muhammed b. Abdi'1-A'lâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'temir, babasından bu isnâdla rivayet etti.

 

21- (...) Bize îbnû Nûmeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâ-viye, Dâvud b. Ebî Hind'den, o da Ebû Osman'dan, o da Selman'dan nak­len rivayet etti. (Şöyle demiş) :

 

Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem):

 

«Şüphesiz Allah göklerle yeri yarattığı gün yüz rahmet yaratmıştır. Her rahmet göklerle yer arasını dolduracak kadardır. Ondan yeryüzüne bir rahmet indirmiştir. İşte anne yavrusuna bununla şefkat eder. Vahşî hay­vanlarla kuşlar birbirlerine bununla acırlar. Kıyamet günü geldiği yüz rahmeti bu rahmetle tamamlayacaktır.» buyurdular.

 

Bu hadîsi Buhâri «Kitâbu'l-Edeb»'de tahric etmiştir.

 

Nevevî diyor ki: «Bu hadîsler müslümanlar için ümid ve müjde hadîslerdendir. Ulemâ: însana bu, bir rahmetten şu keder dünyasında Kur'ân, namaz, kalbine rahmet ve saire gibi nimetler verilirse, ka­rar ve mükâfat diyarı olan âhiretteki yüz rahmeti bir düşünmeli, demiş­lerdir.»

 

Müslim sarihlerinden Übbî : «Bu taksim Allah'ın rahmetinin çok­luğundan kinayedir. Maamafih rahmet nevilerinin hakikî taksimi olması da muhtemeldir. Bu taksime göre rahmetin diğer nevilerini Allah bilir.» demiştir.

 

Bu hadîsler bir temsilden ibarettir. Yoksa Allah Teâlâ'nın rahmeti sınırlı değildir ki taksimi kabil olsun.

 

Maksad bize verilen rahmetin azlığını Allat nezdinde olanın çoklu­ğunu anlatmaktır.

 

18- (...) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbnû Ilucur rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmail (yâni; İbni Ca'fer) Alâ'dan, o da baba­sından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem):

 

«Allah yüz rahmet yaratmış; bir tanesini mahlûkatı arasına indirmiş­tir. Kendi nezdinde biri müstesna olmak üzere yüz tanesini gizlemiştir.» buyurmuşlar.

 

19- (...) Bize Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr rivayet etti. (De­di ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdû'l-Melik, Atâ'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'den nak­len rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar :

 

«Şüphesiz Allah'ın yüz rahmeti vardır. Onlardan bir rahmeti ins, cin, hayvanlar ve böcekler arasına indirmiştir, işte onlar bu sebeple birbirine şefkat eder; bu sebeple birbirlerine acırlar. Vahşî, yavrusuna bu sebeple merhamet eder. Allah doksan dokuz rahmeti geriye bırakmıştır. Onlarla kıyamet gününde kullarına rahmet edecektir.»

 

20- (2753) Bana Hakem b. Musa rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman Et-Teymî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Osman En-Nehdî, Selmânı Fârisî'den rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

 

«Şüphesiz Allah'ın yüz rahmeti vardır. İşte onlardan bir rahmet vardır ki : MahlÛkat kendi aralarında birbirlerine onunla acırlar. Doksan dokyzu kıyamet günü içindir.» buyurdular.

 

(...) Bize bu hadîsi Muhammed b. Abdi'1-A'lâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'temir, babasından bu isnâdla rivayet etti.

 

21- (...) Bize îbnû Nûmeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâ-viye, Dâvud b. Ebî Hind'den, o da Ebû Osman'dan, o da Selman'dan nak­len rivayet etti. (Şöyle demiş) :

 

Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem):

 

«Şüphesiz Allah göklerle yeri yarattığı gün yüz rahmet yaratmıştır. Her rahmet göklerle yer arasını dolduracak kadardır. Ondan yeryüzüne bir rahmet indirmiştir. İşte anne yavrusuna bununla şefkat eder. Vahşî hay­vanlarla kuşlar birbirlerine bununla acırlar. Kıyamet günü geldiği yüz rahmeti bu rahmetle tamamlayacaktır.» buyurdular.

 

Bu hadîsi Buhâri «Kitâbu'l-Edeb»'de tahric etmiştir.

 

Nevevî diyor ki: «Bu hadîsler müslümanlar için ümid ve müjde hadîslerdendir. Ulemâ: însana bu, bir rahmetten şu keder dünyasında Kur'ân, namaz, kalbine rahmet ve saire gibi nimetler verilirse, ka­rar ve mükâfat diyarı olan âhiretteki yüz rahmeti bir düşünmeli, demiş­lerdir.»

 

Müslim sarihlerinden Übbî : «Bu taksim Allah'ın rahmetinin çok­luğundan kinayedir. Maamafih rahmet nevilerinin hakikî taksimi olması da muhtemeldir. Bu taksime- göre rahmetin diğer nevilerini Allah bilir.» demiştir.

 

Bu hadîsler bir temsilden ibarettir. Yoksa Allah Teâlâ'nın rahmeti sınırlı değildir ki taksimi kabil olsun.

 

Maksad bize verilen rahmetin azlığını Allat nezdinde olanın çoklu­ğunu anlatmaktır.

 

22- (2754) Bana Hascn b. AH El-Hulvâm ile Muhammed b. Sehl Et-Temîmî rivayet ettiler. Lâfız Hasan'ındır. (Dediler ki) : Bize İbnû Ebî Meryem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Gassan rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Zeyd b. Eşlem, babasından, o da Ömer b. Hattâb'dan naklen rivayet etti ki, şöyle demiş: Resûlüllah (SaüaUahü Aleyhi ve SeUenıj'e esirler geldi. Bir de baktık ki, esirlerden bir kadın aranıyor. Esirler arasında bir çocuk bulduğu vakit onu alıyor, göğsüne yapıştırıyor ve emziriyor. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize :

 

«Bu kadının çocuğunu ateşe atacağını sanır mısınız?» buyurdu. Biz: — Hayır, vallahi! Onu atmamak elinden gelirse (atmaz) dedik. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

 

«Muhakkak Allah kullarına bu kadının çocuğuna acımasından daha çok acır.» buyurdular.

 

Buharı bu hadîsi dahi «Kitâbuıl-Edeb»'de tahric etmiştir.

 

Hafız İbnû Hacer diyor ki : «Hadîsden bir kısmı hazfedümiş-tir. Bunu Ismâîlî 'nin rivayeti beyân ediyor. İsmâî1î'nin lâfzı şöyledir : Bir çocuk bulduğu vakit onu alıp emzirîyordu. Derken bir çocuk buldu ve onu alarak göğsüne yapıştırdı.

 

Hadîsin siyakından da anlaşılıyor ki, kadın çocuğunu kaybetmiş, me­mesinde süt toplanarak bundan zarar görmeye başlamıştı. Onun için bir çocuk buldu mu onu emziriyor, hafiflemeye çalışıyordu. Kendi çocuğunu bulunca, onu alarak bağrına bastı.

 

Hadîs-i şerif mü'minin bütün umurunda yalnız Allah'a teveccüh ve tevekkül etmesi gerektiğine işaret etmektedir.

 

23- (2755) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbnû Hucr toptan bmâil b. Ca'fer'den rivayet ettiler. İbnû Eyyûb (Dedi ki) : Bİze İsmail rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ala', babasından, o da Ebû Hüreyre'den nak­len haber verdi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

 

«Mü'rnin, Allah nezdindeki azabı bilse, cennetine kimse tama' etmezdi. Kâfir de, Allah indindeki rahmeti bilse, cennetinden kimse ümidini kes­mezdi.» buyurmuşlar.

 

24- (2756) Bana Muhammed b. Merzûk b. Binti Mehdi b. Meymun rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravlı rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik, Ebû'z-Zİnâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllab. (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:

 

«Hiç iyilik yapmamış bir adam ailesine : Ben öidüğüm vakit beni ya­kın, sonra yarımı karaya, yarımı da denize saçın! Vallahi Allah bana kâ-dîrse, elbette beni alemlerden hiç birini azâb etmediği azaba çekecektir, dedi. O adam Ölünce, onun emrettiğini yaptılar. Allah da karaya emir buyurdu, o içindekini topladı. Denize emir buyurdu, o da içindekini top­ladı. Sonra (o adama) : Bunu niçin yaptın? diye sordu. Adam :

 

__ Senin haşyetinden Yarabbi! Sen daha iyi bilirsin, dedi. Bunun üze­rine Allah onu affetti.»

 

25- (...) Bize Muhammed b. Kâfi' ile Abd b. Humeyd rivayet etti­ler. (Abd : Ahberana, İbnû Râfi' ise : Haddesena tâbirlerini kullandılar. Lâfız İbnû Râfi'indir. Dedi ki) : Bize Abdûrrezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi. (Dedi ki) : Bana Zührî şunu söyledi: Sana iki acaib hadîs rivayet edeyim mi? Zührî dedi ki: Bana Ilıımeyd b. Ardîr-| rahman, Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dcn j naklen haber verdi. Şöyle buyurmuşlar:

 

«Bîr adam kendine israf etti. 'Ölüm zamanı gelince çocuklarına vasiyette bulundu ve : Ben öldüğüm vakit beni yakın. Sonra beni ezin, sonra I rüzgâra ve denize saçın! Vallahi Rabbim bana kâdirse, beni hiç bîr kim şeyi azab etmediği bir azaba çeker, dedi. Onlar da kendisine bunu yaptılar. Bunun üzerine (Allah) yere :

 

— Aldığmı ver, dedi. Bir de ne göresin, adam kalkmış. Ona :

 

— Seni bu yaptığına sevkeden nedir? dedi. Adam :

 

— Senin haşyetin Yarab! cevabını verdi. Yahut : Senden korkum, dedi. Allah da bu sebeple onu affetti.»

 

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu't-Tevhid», «Kitâbu'r-Rikâk» ve «Ki-tâtu-Benî İsrâil»'de tahric etmiştir.

 

Nevevî'nin beyânına göre : Ulemâ bu hadîsin te'viîinde ihtilâf et­mişlerdir. Bir taife : Bunu adamın Allah'ın kudretini inkârına hamletmek doğru değildir. Çünkü Allah'ın kudretinden şüphe eden kâfir olur. Hal­buki hadîsin sonunda adam bunu Allah korkusundan yaptığını söylemiş­tir. Kâfir Allah'dan korkmaz. Allah da onu affetmez, demişlerdir. Onlara göre hadîsin iki te'vili vardır. Birinci teVili: Allah bana azabı takdir et­tiyse, beni görülmemiş surette azab eder, manasınadır. Çünkü (kadera) ve (kaddera) fiilleri aynı mânâyadırlar. İkisi de takdir etti, demektir. İkinci te'vili : Burada (kadera) fiili, beni tazyik ederse, manasınadır. Diğer bir taife lâfzın zahiri mânâsında olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre bu adam ne söylediğini bilememiş; sözünün hakikatim kastetmemiştir. O bu sözü korku, dehşet ve şiddet şâikasıyle söylemiş, söylerken aklı başından gitmiş ve unutan gafil hükmüne girmiştir. Bu halde ise muaheze yoktur. Bazıları bu sözün Arablarm mecazlarından ve bedİ'Jerinden olduğunu söy­lemişlerdir. Buna edebiyatta şekle yakını karıştırmak derler. Sözün şekli şüphe bildirir. Halbuki maksat şüphe değil, yakînen ilimdir. Ulemâdan bir takımları da bu adamın Allah Teâlâ'nm sıfatlarından bir sıfatı bilme­diğine kail olmuşlardır. Sıfatı bilmeyen bir kimsenin kâfir olup olmadığı ihtilaflıdır. Bu adamın fetret devrinde yaşadığını söyleyenler de vardır. Bunlar o devirde mücerred tevhid kâfidir. Başka teklif yoktur, derler. On­ların şeriatına göre kâfirin affı caiz olabilir, bizim şeriatımızda bu yoktur diyenler de olmuştur.

 

Adamın kendine israf etmesinden murâd; fazla günah işlemesidir.

 

(2619) Zührî demiş ki : Bana Humeyd dahî Ebû Kürcyre'den, o da Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuş:

 

«Bir kadın bir kedi sebebiyle cehenneme girdi. Onu bağlamış,!!ne do­yurmuş, ne de yerin haşeratmdan yemesine müsaade etmişti. Nihayet kedi zayıflıktan öldü.»

 

Zührî demiş ki: Bunun böyle olman, tir kimse (Allah'ın rahmetine) îtimad etmesin ve başka biri Allah'ın rahmetinden ümidini kfesmesin diyedir.

 

Bu hadîs, kedinin azâb edilmesinin haram kılınması babında geçmişti.

 

İbnû Şihab'm onu burada zikretmesi Allah'ın nihayetsiz rah­metini duyan bir kimsenin, ona itimad ederek amelden kalmasından kork­tuğu içindir. Bu babın ümid hadîsinin peşinden bir kadının kedi sebebiy­le cehenneme girdiğini bildiren hadîsi getirmiştir M, iki zıt yâni; korku ile ümid bîr araya gelsin. İşte Zühri'nin : «Bir kimse Allah'ın rahme­tine itimad edip kalmasın; başka bir kimse de Allah'ın rahmetinden ümi­dini kesmesin...> sözünün mânâsı budur.

 

26- (2756) Bana Ebû'r-Rabî' Süleyman b. Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Zübeydî ri­vayet etti. Zührî demiş ki: Bana Humeyd b. Abdİrrahman b. Avf, Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. (Şöyîe demiş) : Ben Resûlüllah (Saîhîlahü Aleyhi ve Sellem)"ı:

 

«Bir kul kendine israf etti...» buyururken işittim.

 

Râvi: «Allah da onu affetti...» cümlesine kadar Ma'mer'in hadîsi gibi rivayette bulunmuş. Kedi kissasındaki kadının hadîsini anmamıştır.

 

Zübeydî'nin hadîsinde : «Dedi ki, bunun üzerine Allah (Azze ve Celle) ondan bir şey alan her nesneye: Ondan aldığını ver! buyurdu...» cümlesi vardır.

 

27- (2757) Bana Ubeydullah b. Muaz El-Anberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'he, Katâde'den rivayet etti. O da Ukbe b. Abdil-Câfiri şöyle derken işitmiş : Ben Ebû Saîdi Hûdri'yi Peygamber (SaliaHahii Aleyhi've SeUemj'dcn rivayet ederken dinledim: «Sizden öncekilerden bir adama Allah mal ve çoluk-çocuk vermişti. O adam çocuklarına : Ya benim emrettiğimi yaparsınız, yahut mirasımı sizden başkasına vaisyet ederim! Ben öldüğüm valdt beni yakın (zannederim şöyle dedi). Sonra beni ezin ve rüzgâra savurun. Çünkü ben Allah nez-dınde hiç bir hayır biriktirmedim. Şüphesiz ki, Allah beni azab etmeye ka­dirdir, demiş, onlardan söz almıştı. Onlar da, Rabbim hakkı için kendisine bunu yaptılar. Bunun üzerine Allah

 

— Seni bu yaptığına sevkeden nedir? diye sordu. O da :

 

Senden korkum! cevabını verdi. Onu bu sözden başka telaf olmadı.»

 

28- (...) Bize bu hadîsi Yahya b. Habîb El-Harîsî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'temir b. Süleyman rivayet etti. (Dedi ki) : Bana ba­bam şunu söyledi. Bize Katâde rivayet etti. H.

 

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : BizeJHasen h. Musa rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeyban b. Abdirrahman Rivayet etti. H.

 

Bize İbnû Mûsennâ dahi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'l-Vjelid ri­vayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Avâne rivayet etti.

 

Her iki râvi Katâde'den rivayette bulunmuş ve râvilerin hepsi Şu'-be'nin isnadiyle onun hadîsi gibi rivayet etmişlerdir. Şeyban ile Ebû Avâ-ne'nin hadîsinde : «Halkdan bir adama Allah mal ve çoluk çocuk ihsan etmişti.» cümlesi: Teymî'nin hadîsinde de : «Çünkü o Allah nezdine hir hayr takdim etmemişti.» cümlesi vardır. Bu cümleyi Katâde : «Allah in­dinde bir hayır biriktirmedi...» diye tefsir etmiştir. Seyhan'ın hadîsinde: «Çünkü o vallahi Allah indinde bir hayır biriktirmemiştir...» cümlesi var­dır. Ebû Avâne'nin hadîsinde ise (ibteera) kelimesi mimle (imteera) şek­linde rivayet olunmuştur.

 

Bu hadîsi Buhar î «Kitâbu'l-Enbiya»'da tahric etmiştir. Bu hadîs dahi az önceki rivayet mânâsmdadır.

 

5- Günahlar ve Tevbe Tekerrür Etse Bile Günahlardan Dolayı Edilen Tevbenin Kabulu Babı

 

29- (2758) Bana Abdû'1-A'lâ b. Hammad rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze Hammad b. Seleme, İshak b. Abdillah b. Ebî Talha'dan, o da Ahdur-rahman b. Ebî Amra'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'den Rabbi (Azze ve Ceze) Jden hikâye ettikleri meyamnda rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:

 

«Bir kul bir günah işlese de : Allahım, bana günahımı bağışla! dese. Allah Tebareke ve Teâla : Kulum bir günah işledi ve bildi ki, kendisinin günahı affeden ve günahdan dolayı muaheze buyuran bîr Rabbi vardır, buyurdu. Sonra kul dönse de, tekrar günah İşlese. Ve : Ey Rabbİm! Bana günahımı bağışla! dese. Tebareke ve Teâla Hazretleri yine : Kulum bir gü­nah işledi ve bildi ki, kendisinin günahı affeden ve günahdan dolayı mu­aheze buyuran bir Rabbi vardır, der. Sonra kul dönerek tekrar günah İş­lese ve : Ey Rabbîm! Bana günahımı bağışla, dese. Tebareke ve Teâla Haz­retleri (tekrar) : Kulum bir günah işledi ve bildi ki, kendisinin günahı affe­den ve günahdan dolayı muaheze buyuran bir Rabbi vardır. Dilediğini yap, sana günahını bağışladım, buyurur.»

 

Abdû'I-A'lâ dedi ki: Bilmiyorum, üçünde mi, yoksa dördüncüde mi dilediğini yap! dedi.»

 

(...) Ebû Ahmed dedi ki: Bana Muhammed b. Zencûyete'l-Kuraşî EI-Kuşeyrî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdû'1-A'la b. Hammad En-Nersî bu isnadîa rivayet etti.

 

30- (...) Bana Abd b. Humeyd rivayet etti, (Dedi ki) : Bana Ebû'l-Velid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hemmâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İshak b. Abdillah b. Ebî Talha rivayet etti. (Dedi ki) : Medine'de Abdur-rahman b. Ebî Amra denilen bîr râvi vardı. Onu şöyle derken işittim. Ben Ebû Hüreyre'yi şunu söylerken dinledim; Resûlüllah (SaîîaUahü Aleyhi ve Se!Iem)'i:

 

Râvi Hammad b, Seleme'nin hadîsi mânâsında rivayet etmiş; günah işlerse tâbirini üç defa zikretmiş, üçüncüde : «Ben kulumu affettim, iste­diğini yapsın.» demiştir.

 

31- (2759) Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki)

 

: Bize Şu'be, Amr b. Mür ra'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Ubeyde'yi, Ebû Musa'dan, o da Pey gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dvn naklen rivayet ederken dinledim (Şöyle buyurmuşlar) :

 

«Bir kul, bir günah işlerse...» buyururken işittim.

 

«Şüphesiz ki : Allah (Azze ve Celle) gündüzün günah işleyenin şubesini kabul etmek için, geceleyin elini açar. Geceleyin günah işleyenin tevbesini kabul etmek İçin de, gündüzün elini açar. (Bu) Tâ güneş baîtığı yerden doğuncaya kadar (devam eder).»

 

(...) Bize Muhammed b. Beşşâr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize E;,û Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be tu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti.

 

Ebû Hüreyre rivayetini Buhârî 'de; Nesâî «Kitâbu'1-Yevm ve'l-Leyle»'de~ tahric etmişlerdir.

 

Bu hadîsler kulun günahı defalarca tekerrür etse bile tevbesinin ka­bul edileceğine delildirler. Bütün günahlarına birden tevbe etmek dahi caizdir. Kurtubî diyor ki: «Bu hadîs istiğfarın faydası büyük ol­duğuna ve Allah'ın rahmet ve ihsanının genişliğine delildir. Lâkin bu is­tiğfarın dille birlikte mânâsı da kalbde yer etmelidir. Tâ ki, ısrar ukde­leri bununla çözülsün ve pişmanlık hâsıl olsun. Yoksa maksat dili ile es-tağfirullah deyip, kalbiyle o günaha İsrar etmek değildir. Böyle bir istiğ­far da istiğfara muhtaçtır.»

 

«Dilediğini yap...» cümlesinin mânâsı; mademki günah işlediğin vakit tevbe ediyorsun, "ben seni affederim, demektir.

 

Allah'ın elini açması, tevbenin kabulü hakkında istiaredir. Burada el açmak tâbirinin kullanılması Arabların âdetine nazarandır. Onlar bir şey­den razı oldukları vakit elini açar. Razı olmazlarsa yumarlar. Yoksa el ev­velce de görüldüğü vecİhle Allah Teâlâ hakkında tasavvuru imkânsız olan bir şeydir.

 

6- Allah Teala'nın Gayreti ve Kötülüklerin Haram Kılınması Babı

 

32- (2760) Bize Osman b. Ebî Şeyhe ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler, (İshâk : Ahberana; Osrnan ise : Haddesena tâbirlerini kullandılar. Dediler ki) : Bize Corir, A'mcş'den, o da Ebû Vâil'den, o da Abdullah'dan [2] naklen rivayet etti. (Şöyle demiş): ResûlüIIah (Sallallah'û Aleyhi ve Sellem):

 

«övülmeyi Allah'dan daha ziyade seven kimse yoktur. Bundan dolayı kendini medhetmiştİr. Allah'dan daha kıskanç kimse de yoktur. Sundan dolayı kötülükleri haram kılmıştır,» buyurdular.

 

33- (...) Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye rivayet etti. H.

 

Bize Ebû Bckr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Nümeyr ile Ebû Muaviye, A'meş'den, o da Şakîk'-dan, o da AbdullahMan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : ResûlüIIah

 

(SallaUahü Aleyhi ve Sellem):

 

«Allah'dan daha kıskanç kimse yoktur. Bundan dolayı kötülüklerin açı­ğını kapalısını haram kılmıştır. Allah'dan daha ziyade medhi seven kimse de yoktur.» buyurdular.

 

34- (...) Bize Muhammed b, Müsenııâ ile İbnû Beşşâr rivayet etti' ler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Amr b. Mürra'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Ebû Vâü'i şunu soy lerken işittim : Ben Abdullah b. Mes'ud'u şöyle derken dinledim. (Amı ona bu hadîsi Abdullah'dan sen mi işittin? diye sordum. Evet, cevâbım verdi ve hadîsi merfu olarak rivayet etti, demiş.) Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular:

 

«Allah'dan daha kıskanç kimse yoktur. Bundan dolayı kötülüklerin açığını kapalısın de yoktur. O haram kılmıştır. Allah'dan daha ziyade medhi seven kimse un için kendini medhetmîstir.»

 

35 — (...) Bize Osman b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb ve İshak b. İbrahim rivayet ettiler. (İshak : Ahberana; ötekiler : Haddesena tâbirle­rini kullandılar. Dediler ki) : Bize Cerir, A'meş'dcn, o da Mâlik b. Hâris'den, o da Abdurrahman b. Yezîd'den, o da Abdullah b. Mcs'ud'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Resûlüllah (Sallallahü A.'.eyhi ve Sellem) :

 

«Medih, Allah (Azze ve Celle) 'den daha ço!c kimseye makbul değildir. Bundan dolabı kendini methetmiştİr. Allah'dan daha kıskanç da kimse yok­tur. Bundan dolayı kötülükleri haram kılmıştır. Ve h:ç bir kimseye özür Al-iah'dan daha makbul değildir. Bundan dolayı kitabı indirmiş ve Peygam­berlere göndermiştir» buyurdular.

 

36- (2761) Bize Amru'n-Nakid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. ibrahim b. Uieyye, Haccâc b. Ebî Osman'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Yahya şunusöyledi: Bana da Ebû Seleme, Ebû Hüreyre'den rivayet ettî. (ŞÖyle demiş) : Resûlüllah (SaUalîahü Aleyhi ve Sellem) ;

 

«Şüphesiz ki, Allah kıskanır.Mü'min de kıskanır. Allah'ın ksskanmas:, mü'mine haram kıldığı şeyi getirmesidir.» buyurdular.

 

(2761) Bize Muhammed b. Miisennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Dâvud rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Ebân b. Yezîd ile Harb b. Şeddâd, Yahya b. Ebî Kesir'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'den naklen Haccac'm hassaten Ebû Hüreyre'nin hadîsini rivayet ettiği gibi rivayette bulundu. Ama JEsma hadîsini anmadı.

 

(2762) Yahya dedi ki: Bana da Ebû Seleme rivayet etti. Ona da Urve b. Zübeyr rivayet etmiş, ona da Esma binti Ebî Bekr rivayet etmiş ki: Kendisi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "ı şöyle buyururken işitmiş:

 

«Allah (Azze ve Celle) 'den daha kıskanç hiç bir şey yoktur.»

 

37- (2762) Bize Muhammed b. Ebî Bekr El-Mukaddemî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bişr b. Mufaddal, Hişam'dan, o da Yahya h. Ebî Kesîr'-den, o da Ebû Seleme'den, o da Urve'den, o da Esma'dan, o da Peygamber ü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet etti ki:

 

«Allah (Azze ve Celle) 'den daha kıskanç hiç bir şey yoktur.» buyur­muşlar.

 

38- (2761) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Rize Ab-dû'1-Aziz (yâni; İbnû Muhammed) Alâ'dan, o da babasmdan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Mü'min kıskanır. Ama Allah'ın kıskançlığı daha şiddetlidir.» buyurmuşlar.

 

(...) Bize Muhammet! b. Müsennâ da rivayet etfî;x.(Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. {"Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (De­di ki) : Ben Alâ'yi bu isnadla rivayet ederken işittim.

 

Bu rivayetleri Buhârî «Kitâbu'n-Nİkâh», «Küâbu't-Tevhid» ve «Kitâbu't-TefsnVde; Tirmizî «Kitâbu'd-Deavât»'da; Nesâî «Ki-tâbu't-TefsîrB'de tahric etmişlerdir.

 

Gayret: Kıskançlık demektir. Allah Teâlâ'ya nisbetle gayret ise : Bir şeyi mü'min kuluna menetmesi ve haram kılmasıdır. Nevevî diyor ki: «Bunun hakikati kullar için maslahattır. Çünkü kullar Allah'a sena ederler. O da onlara sevab verir. Bu suretle kullar faydalanırlar. Teâlâ Hazretleri ise bütün âlemlerden ganîdir. Ona kulların medhü senası fay­da vermediği gibi, onu terketmeleri de bir zarar vermez.»

 

Fevâhiş : Fahişenin cem'idir. Fahişe kavil olsun, fiil olsun her kötü haslet demektir. İbnû'l-Esîr'in beyânına göre, hadîsdeki fevâ-hişden murad; günahların şiddetle çirkin olanlarıdır. Fahişe çok defa zina mânâsına kullanılır.

 

Hadîs-i şerîf Allah'a hamdü senada bulunmanın ve ona teşbih, tehlil ve tahmid gibi zikirleri dilden bırakmamanın faziletine delildir.

 

«Hiç bir kimseye özür, Allah'dan daha makbul değildir.» cümlesi hakkında Kaadİ Iyâz: «İhtimal buradaki özürden murad; kulla­rın yaptıkları hatalardan dolayı Allah'dan özür dilemeleri, günahlarından tevbe etmeleri, Allah'ın da onları af buyurmnsıdır.» diyor.

 

7- Teala Hazretlerinin: «Şüphesiz ki, İyilikler Kötülükleri Giderir...» Âyet-i Kerimesi Babı

 

39- (2763) Bize Kuteybe b. Saîd ile Ebû Kâmil Fudayl h. Hüseyn El-Cahdcrî, ikisi birden Yezid b. Zürey'den rivayet ettiler. Lâfız Ebû Kâ-mil'indir. (Dedi ki) ; Bize Yezid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Teymî, Ebû Osman'dan, o da Abdullah b. Mes'ud'dan naklen rivayet etti ki : Bir adam tir kadından öpücük almış. Müteakiben Peygamber (Sallatîahü Aleyhi ve Scllemfe gelerek bunu kendisine anlatmış. Bunun üzerine :

 

«Namazı gündüzün iki tarafında ve gecenin bazı saatlerinde dosdoğru kıl! Şüphesiz ki, iyilikler kötülükleri giderir. Bu hatırlayanlara bir hatırlat­madır.» [3] âyet-i kerîmesi inmiş. Adam :

 

— Bu bana mı mahsus yâ Resûlallah! diye sormuş.

 

«Ümmetimden onunla amel edenlere!» buyurmuşlar.

 

40- (...) Bize Muhammed fc. Abdi'I-A'lâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'temir, babasından rivayet etti. (Demiş ki) : Bize Ebû Osman İbnû Mes'ud'dan rivayet etti ki : Bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e gelerek, kendisinin bir kadına ya öpmek, ya elle dokunmak veya başka bir şeyle İsabet ettiğini söylemiş. Galiba bunun keffaretini soru-yormuş. İbni Mes'ud demiş ki: Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle) şu âyeti indirdi...

 

Sonra Yezid'in hadîsi gibi anlatmıştır.

 

41- (...) Bize Osman b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerir, Süleyman Et-Teymî'den bu isnadla rivayet etti. (Dedi ki) : Bir adam bir kadına zinadan başka bir şeyle temasda bulundu. Arkacığmdan Ömer übnû Hattab'a geldi. O bunu ona büyülttü. Sonra Ebû Bekr'e geldi. O da bunu ona büyülttü. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geldi... Ve râvi Yezîd'Ie Mu'temir'in hadîsi gibi anlatmıştır.

 

42- (...) Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybe b. Saîd ve Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. (Yahya : Ahberanâ; öteki­ler : Haddesenâ tâbirlerini kullandılar, dediler ki) : Bize Ebû'l-Ahvas, Simâk'den, o da İbrahim'den, o da Alkame ile Esved'den, onlar da Abdul-lah'dan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemft bir adam gelerek:

 

— Ben Medine'nin kenarında bir kadını elledim. Ama ona cima et­meksizin dokundum. İşte ben buyum. Benim hakkımda dilediğini hüküm buyur! dedi. Bunun üzerine Ömer ona :

 

— Sen kendini örtbas etmiş olsan, Allah muhakkak seni örtbas eder­di. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir şey söylemedi. Ve adam kal­kıp gitti. Derken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) arkasından bir adam göndererek onu çağırdı ve kendisine şu âyeti okudu:

 

«Namazı gündüzün ikİ tarafında ve gecenin bazı saatlannda dosdoğru kıl! Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri giderir. Bu hatırlayanlara bir hatırlat­madır.» Bunun üzerine cemaattan bir adam:

 

«— Yâ Nebiyyallah! Bu ona mı mahsus? diye sordu. Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

 

«Bilâkis bütün insanlara.» cevâbım verdi.

 

43- (...) Bize Muhammed b. Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) Ebû'n-Nu'man Hakem b. Abdillah El-Iclî rivayet etti. (Dedi ki) Şu'be, Simâk b. Harb'den rivayet etti. (Demiş ki) : Ben İbrahim'i! : Bize : Bize dayısı

 

Esved'den, o da Abdullah'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen Ebû'l-Ahvas'm hadîsi mânâsında rivayet ederken dinledim. O hadîsinde şunu da söyledi: «Muaz: Yâ Resûlallah! Bu (hüküm) yalnız buna mı mahsus, yoksa hepimize umumî mi? dedi. «Bİlâkİs hepinize umûmîdir!» buyurdular.

 

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu Mevakîtü's-Salat» ve «Kitâbu't-Tefsir-'de; Tirmİzî ile Nesâî «Kitâbu't-Tefsira'de; ibnû

 

Mace Kîtâbu's-Salat»'da muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir!.

 

Resûlüîlah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelen zât Ebû'1-Yüsr'-dur. Bazıları onun Amr b. Aziyye, diğer bazıları ensardan îbnû Muattip olduğunu, bir takımları ensardan Ebû Muk-bil Âmir b. Kays, daha başkaları Nebhan Et-Temmâr olduğunu söylemişlerdir. Altıncı bir kavi olmak üzere Kurtubî tefsirinde onun Abhâd isminde biri olduğunu söylemiştir. Bu kavillerin en doğrusu Ebû'1-Yûsr olmasıdır. Âyet-i kerîme onun hakkında inmiştir. Bu âyette iyiliklerin kötülüklere keffâret olacağı açık­ça bildirilmektedir. Yalnız hasenattan ne kastedildiği hususunda ihtilâf vardır. Sa'1ebî ekser, müfessirine göre bundan murad; beş vakit namaz olduğunu söylemiş. îbnû Cerir ile diğer bazı zevat da bu kavli benimsemişlerdir. Mücâhid'e göre hasenatdan murad:

 

Allah'ı tenzih ederim, hamc Allah'a mahsustur. Allah'dan başka ilâh yoktur. Allah her şeyden bfr yüktür... teşbihini okumaktır. Hasenattan mutlak surette işlenen her hayı kastedilmiş olması da ihtimal dahilindedir.

 

Gündüzün iki tarafındaki namazlar sabah, öğle, ikindi; gecenin saat larmdaki namazlar da: akşam ve yatsı namazlarıdır.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :

 

1- Öpmek, sıkmak, sarmaşmak gibi şeylerde hadd-i şer'i yoktur. Bunlar küçük günahlardan ma'dud olup, büyüklerinden sakınmak şartıyîe affolunacakları nass-ı Kur'ân'la bildirilmiştir.

 

2- Küçük günahlar hususunda beş vakit- namaz tevbe yerine kâimdir.

 

3- Tevbe kapısı açık ve tevbe makbuldür.

 

44- (2764) Bize Hasen b. Ali El-Hulvânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr b. Âsim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hemmam, İshak b, Afadillah b. Ebî Talha'dan, o da Enes'den naklen rivayet etti. Encs şiiyie demiş : Bir adam Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e gelerek:

 

— Yâ Resûlallah! Ben hadd (-i şer'îy)'e isabet ettim. Onu bana tat­bik ediver, dedi. Namaz vakti de gelmişti. Adam Resûlüllalı (SaLiaiiahü Aleyhi ve Sellem)'e birlikte namazı kıldı. Namazı eda ettikten sonra:

 

— Yâ Resûlallah! Ben hadde isabet ettim. Hakkımda Allah'ın kitabını tatbik ediver! dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

 

«Sen bizimle beraber namazda bulundun mu?» diye sordu. Adam:

 

— Evet! dedi,

 

«Sen affolundun!» buyurdular.

 

45- (2765) Bİze Nasr b. AH El-Cahdamî ile Zûheyr b. Harb rivayet ettiler. Lâfız Züheyr'indir. (Dediler ki) : Bize Ömer b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze İkrime b. Ammar rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeddâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Ümâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bir defa Resûlüllalı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidde bizde beraberinde oturmakta iken anîden bir adam gelerek :

 

— Yâ Resûlallah! Ben hadde isabet ettim. Onu bana tatbik ediver! dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona cevap vermeden sükût bu­yurdu. Sonra adam sözünü tekrarlayarak:

 

— Yâ Resûlallah! Ben hadde isabet ettim. Onu tana tatbik ediver! dedi. Yine sükût buyurdular. Namaz kılındı. Ebû Ümâme demiş ki : Ne-biyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oradan ayrılınca bu zat Resûlüllah

 

(Sallallahü A leyhi ve Sellem) çekildiği anda peşine takıldı. Ben de bu adama ne cevap vereceğini göreyim diye Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'in peşine takıldım. Derken adam Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e ye­tişerek :

 

— Yâ Resûlallah! Ben hadde isabet ettim. Onu hana tatbik ediver! dedi. Ebû Ümâme şunu söylemiş : Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) ona :

 

«Ne dersin, evinden çıktığın vakit güzelce abdest aldın değil mi?» diye sordu. Adam:

 

— Hay hay ya Resûlallah! dedi.

 

«Sonra bizimle beraber namazda bulundun değil mİ?» dedi. Adam:

 

— Evet yâ Resûlallah! cevabını verdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona:

 

«işte Allah haddini sana bağışladı. —Yahut günahını sana bağış­ladı.—» buyurdular.

 

Bu hadîsi Buhâri «Kitâbu'l-Hudud»'da tahric etmiştir. Buradaki hadden murad; recm ve dayak gibi şer'an muayyen olan cezalar değil, ta'zirdir. Gelen zat:

 

— Ben ta'ziri icabeden bir günah işledim. Bu hususta bana ne ceza münasib görürsen ver! demek istemiştir.

 

Ta'zir: Evvelce de beyân ettiğimiz gibi, şer'an mikdârı belli olmayıp, hâkimin re'yirıe bırakılan cezadır. En hafif şekli, sert bakmak ve azarla­maktır. Bu ceza suçuna göre yüksele yüksele tâ idama kadar varabilir. Gelen zâtın küçük günah işlediği namazının günahına keffâret olmasın­dan bellidir. Büyük günah işlemiş olsa, namazla sakıt olmazdı. Ulemâ şer'î haddi icâb edecek bir günahın cezası namazla sakıt olmayacağına ittifak etmişlerdir. Bazıları bu zatın ikrar ettiği haddin, şer'i had olduğunu söy­lemiş ; «Adam suçunu tafsilatıyla anlatmadığı için kendisine had vurul­mamış Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de setr cihetini tercih ederek soruşturmamış, bilâkis haddin tatbikini gerektiren ikrar ve itirafından dönmesini telkin buyurmayı müstehab saymıştır.» demişlerdir.

 

Hadîsin sonunda râvi şekketmiş, Resûlüllah (Sallallah'ü Aleyhi ve Sellem) in haddini mi yoksa günahını mı bağışladı dediğini kestirememiştir.

 

8- Katilin Katli Çok Bile Olsa Tevbesinin Kabulü Babu

 

46- (2766) Bize Muhammed b. Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbnû Müsennâ'nmdır. (Dediler ki) : Bize Muâz b. Hişâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam, Katâde'den, o da Ebû's-Sıd-dık'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti ki: Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar :

 

«Sizdeh öncekiler içinde bir adam vardı ki, doksan dokuz insan öl­dürmüştü. Bu sebeple dünya insanlarının en âlimi kim olduğunu sordu. Ona bir râhib gösterdiler. O da rahibe gelerek kendisinin doksan dokuz kişi öldürdüğünü söyledi, tevbesi kabul edilip edilmeyeceğini sordu. Râhib : Hayır! cevabını verdi. Adam onu da öldürdü ve bununla yüzü tamamladı. Sonra yeryüzü halkının en âlimini sordu. Ona âlim bir zat gösterdiler. Adam ona (da giderek) kendisinin yüz kişi öldürdüğünü, Icvbesinİn kabul edilip edilmeyeceğini arzetti. O :

 

— Evet! (Kabul edilir.) Seninle tevben arasına kim girebilir? Filân yere git. Orada Allah'a ibâdet eden insanlar vardır. Onlarla birlikte Al­lah'a ibâdet et! Memleketine dönme! Çünkü orası kötü yerdir, dedi. Adam gitti. Yolun yarısına varınca eceli geldi. Bu sefer onun hakkında rahmet melekleriyle azab melekleri münakaşa ettiler. Rahmet melekleri :

 

— Bu adam tevbe ederek kalbiyle Allah'a yönelerek geldi, dediler. Azab melekleri ise :

 

— O hiç bîr hayır işlemedi, dediler. Bunun üzerine yanlarına insan suretinde bir melek geldi. Onu aralarında hakem yaptılar. O da :

 

— İki yerin arasını Ölçün, hangi yere daha yakınsa bu adam oralıdır, dedi. O yeri ölçtüler ve adamsn gitmek İstediği yere daha yakın buldular. Bunun üzerine ruhunu rahmet melekleri kabzetti.»

 

Katâde demiş ki: «Hasen şunu söyledi : Bize anlatıldığına göre, bu adam ölüm kendisine gelince göğsüyle (o tarafa doğru) ilerlemiş.»

 

47- (...) Bana Ubeyduüah b. Muaz El-Anbcrî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'he, Katâde'den rivayet etti. O da Ebû's-Sıddîk En-Nâcî'yi, Ebû Saîd-i Hudrî'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHem)'den naklen rivayet ederken dinlemiş ki:

 

«Bİr adam doksan dokuz kişi öldürmüş de, tevbesi kabul edilip edil­meyeceğini sormaya başlamış. Derken bir rahibe gelerek ona da sormuş. Râhib:

 

— Senin için tevbe yoktur, demiş. Adam rahibi de öldürmüş. Sonra sormağa başlamış. Sonra bir köyden çıkarak içerisinde iyi insanlar bulu­nan bir köye gitmek üzere yola çıkmış. Yolun bîr kısmını aldıktan sonra eceli gelmiş. Adam göğsüyle ilerlemeye çatışmış, sonra ölmüş.

 

Bu sefer onun hakkında rahmet melekleriyle azab melekleri münakaşa etmişler. Neticede iyi yere Ötekinden bir karış daha yakın bulunmuş ve o yer halkından sayılmış.» buyurmuşlar.

 

48- (...) Bize Muhammed b. Beşşâr rivayet etti, (Dedi ki) : Bize tbni Ebî Adiy rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den bu isnadla Muâz b. Muâz'm hadîsi gibi rivayette bulundu. O bu hadîse şunu da zi­yâde etmiştir:

 

«Bunun üzerine Allah beriki meleklere : Uzaklasın! Ötekilere de : Yak­laşın! dîye vahy buyurdu.»

 

Bu hadîsi Buhâri «Kitâbu'l-Enbiya» ile «Kitâhu't-Tevbe»'de; İbnû Mace «Kuabu'd-Diyât»'da tahric etmişlerdir.

 

Râhib : Korkan ve ibâdet eden, demektir. Bu kelime Hıristiyanların papazlarına ıtlak olunur. Bâzıları hadîs-i şerif deki bu vak'anm Hz. İsa göğe çekildikten sonra vuku bulduğuna işaret görmüş : «Çünkü râhibliği Hz.îsâ'dan sonra ona tâbi olanlar icâd etmiştir, demişlerdir.

 

Hadîs-i şerîf, kasden insan öldüren bir kimsenin tevbesi kabul edi­leceğini bildirmektedir. Nevevî diyor ki: «Ehl-i ilmin mezhebi bu­dur. Ulema kasden insan öldüren katilin tevbesi sahih olduğuna icma et­mişlerdir. Bu hususta onlara yalnız İbni Abbâs muhalefet et­miştir. Gerçi selefden bazılarının bu mes'elede ihtilâfa düştükleri nakle­dilmişse de katilin tevbesi sahih değildir diyenin muradı, onu tevbeye se­bep olan katiden men etmektir. Yoksa tevbesinin bâtıl olduğunu itikad etmemiştir.»

 

Bizden önce geçmiş milletlere âid olan bu hadîsin bizim için delil teşkil etmesi büyük bir kaideye mebnîdir. Kaide şudur : Bizden önceki­lerin şeriatı bizim için de şeriatdır. Elverir ki, onu bize Atfah veya Resulü hikâye etmiş ve reddetmemiş bulunsun! Burada da Benî İsrail'den bir ka­tilin tevbesi kabul edildiğini bize Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hikâye etmiş, red ve inkârda da bulunmamış, yâni; bu size caiz değildir, dememiştir. Binâenaleyh katilin tevbesi hakkında bize delil olur. Vakıa kasden bir mü'min öldüren şahsın cezası ebedî cehennem olduğu nass-ı Kur'ân'la bildirilmiştir. Fakat bundan murad; bu cezayı hak etmesidir. Hanefî 'lere göre bu âyetteki ebediyetten murad; uzun müddet cehen­nemde kalmaktır. Bâzıları âyet-i kerîme'nin katli helâl itikad edenler hak-kmda olduğunu, bir takımları da muayyen bir adam hakkında indiğini söylerler.

 

Nevevî'ye göre âyet-i kerîme'den murad; katilin cehennemi haket-mesidir. Bu cezayı infaz edip etmemek Allah Teâlâ'ya kalmış bir işdir. Dilerse ceza verir, dilerse affeder. Fakat katil bir müslümam haksız yere Öldürür de, bunu helâl itikad ederse, kâfir ve mürted olur.

 

Hadîs-i şerîf, günah isleyen kimsenin o yerden ayrılıp başka yere git­mesinin ve iyi insanlarla düşüp kalkmasının müstehab olduğuna delildir.

 

Meleklerin iki şehir arasındaki mesafeyi ölçmeleri ve insan kıyafe-tindeki meleği hakem tayin etmeleri Allah'ın emriyle olduğuna hamledilmiştir.

 

49- (2767) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeyi© rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme, Talha b. Yahya'dan, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : ResûİüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

 

«Kıyamet günü geldiği vakit Allah (Azze ve Celle) her müslümana bir yahudi veya hırİstiyan verecek ve : Bu senin cehennemden fidyendir, diye­cektir.» buyurdular.

 

50- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân b. Müslim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hemmam rivayet etti. (De­di ki) : Bize Katâde rivayet etti. Ona da Avn ile Said b. Ebî Bürde ri­vayet etmişlerdir ki, kendileri Ebû Bürde'yi Ömer b. Abdilâziz babasın­dan, o da Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet eder­ken görmüşler. Efendimiz şöyle buyurmuşlar:

 

«Müslüman bir kimse Ölürse, Allah onun yerine cehenneme bir yahudî veya hırİstiyan koyar.»

 

Bunun üzerine Ömer b. Abdi'1-Aziz, babasının bu hadîsi Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellemi'den rivayet ettiğine kendinden başka ilâh ol­mayan Allah hakkı için Ebû Bürde'ye üç defa yemin ettirmiş. Râvî diyor ki: Ebû Bürde ona yemin etti. Katâde: Bana Saîd yemin ettirdiğini söy­lemedi ama Avn'in sözünü de İnkâr etmedi, demiş.

 

(...) Bize İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Müsennâ hep birden Abdû's-Sarhed b. Abdi'I-Vâris'den rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize Hem­mam haber verdi. (Dedi ki) : Bize Katâde bu isnadla Affan'm hadîsi gibi rivayette bulundu. O: «Avn b. Utbe» dedi.

 

51- (...) Bize Muhammed b. Amr b. Ubbâd b. Cebele b. Ebî Eev-vâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Haramı b. Umara rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeddad Ebû Talhata'r-Kâsibî, Gaylan b. Cerir'den, o da Ebû Bürde'den, o da babasından, o da Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti.

 

«Kıyamet gününde müslümanlardan bîr takım kimseler dağlar kadar günahlarla gelecekler, fakat Allah onlara bu günahları affedecek ve onları — benim zannettiğime göre— yahudilerie hırİstiyanların üzerine yükleye­cektir.» buyurdular.

 

Ebû Ravh: «Şekkin kimden geldiğini bilmiyorum.» demiş.

 

Ebû Bürde demiş ki: Ben bu hadîsi Ömer b. Abdi'l-Aziz'e rivayet ettim de: Bunu sana baban Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'den! mi rivayet etti? diye sordu : Evet! dedim.

 

Nevevî’nin beyânına göre bu hadîs Hz. Ebû Hüreyre 'den rivayet olunan bir hadîs m anasındadır. Ebû Hüreyre hadîsinde :

 

«Herkesin cennette bîr yeri ve cehennemde bir yeri vardır. Mü'min cennete girdiği vakit onun yerine cehenneme kâfir girer.» Duyurulmuştur.

 

Fikâk veya Fekâk: Kurtuluş ve fidye demektir. Kâfirin mü'min için cehenneme fidye olması: Sen cehenneme girmeyi gerektiren işler yapmış­tın, işte senin fidyen budur, manasınadır. Çünkü Allah Teâlâ cehennemi dolduracak muayyen bir sayı takdir buyurmuştur. Kâfirler küfürleri se­bebiyle cehenneme girince, müslümanlarm fidyesi mânâsına gelirler. ,

 

Müslümanların günahlarını bağışlayıp, o günahları yahudilerie Hıris­tiyanların üzerine yükleme meselesine gelince; buradaki yüklemek tâbiri mecazdır. Yahudilerle hırİstiyanların üzerine yüklenecek günahlar müs­lümanlarm değil, küfür ve isyan sebebiyle kazandıkları kendi günahları­dır. Teâlâ Hazretleri müslümanlarm günahlarını affedince, kâfirlerin gü­nahları kalacak ve onlar sanki iki fırkanın günahlarını yüklenmiş gibi olacaklardır. Şu da bir ihtimaldir : Kâfirlerin açtığı kötü bir çığırdan bazı müslümanlar da gidecek, fakat Allah'ın affına mazhar olacaklar; çığırı açan kâfirlere ise o günahların misli yüklenecektir. Bu babdaki hadîsi biraz Önce görmüştük.

 

Hz. Ömer b. Abdi'1-Aziz'in Saîd b. Ebî Bür-d e 'ye üç defa yemin ettirmesi, kalbi mutmain olmak içindir. Zira bu bü­yük müjdeye pek sevinmiş, bu hususta bir şüphesi yahut hata ve unutma endişesi olup olmadığını denemek için yemin ettirmiş; o da yemin edince kalbi mutmain olmuştur. Filhakika Ömer b. Abdi'1-Aziz ile İmam Şafiî 'nin : «Bu hadîs müslümanîar için en ümit bahş hadîs-dir » dedikleri rivayet olunur. Ki, İmam Nevevi: «Hadîs onların dedikleri gibidir. Çünkü onda her müslümamn bir fidyesi olacağına sara­hat vardır. Fidye umûmî olarak zikredilmiştir.» diyor.

 

52- (2768) Bize Zübeyr b. Ilarb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. İbrahim, Hişam-ı Destcvâî'den, o da Katâde'den, o da Safvân b. Muh-riz'den naklen rivayet etti. Safvân şöyle demiş: Bir adam İhni Ömer'e fısıltı hakkında Resûlüllah (SaltaUahu Aleyhi ve Sellem) 'İ sıe buyururken işit­tin? diye sordu. İbnû Ömer : Onu :

 

«Kıyamet gününde mü'min Rabbi (Azze ve CeAe) 'ye yaklaşacak, o de­rece ki, üzerine Allah affını indirecek ve ona günahlarını itiraf ettirecektir. Kendisine (filân günahını) biliyor musun? diye soracak. Mü'min : Ey Rob-bİm! biliyorum, diyecek. Teâla Hazretleri : Onu ben dünyada sana örtbas etmiştim. İşte bugünde onu sana bağışlıyorum, diyecek. Bunun üzerine İyi­liklerinin sahifesi verilecektir. Kâfirlerle münafıklara gelince, onlar için mah-lûkat huzurunda : İşte Allah namına yalan söyleyenler bunlardır, diye nida edilecektir!» buyururken işittim, dedi.

 

Bu hadîsi Buhârî «Kitâhu'l-Iezâlim», «KHâbu'1-Edcb» ve «Ki-tâbu't-TevhidH'de; Nesâî «Kitâbu't-Tefsir» iîe «Kâbu'r-Kîkak»'da; İbnû Mâce de «Kitâbu's-Sûnne»'de muhtelif râvilerden tahric et­mişlerdir.

 

Nccva : Sır konuşmak, fısıldaşmak mânâsına gelir. Kıyamet gününde Allah Teâlâ'mn mü'min kuîuyla sır konuşması yâni, ona günahlarını giz­lice bildirmesi bir fadlu ihsanıdır. Buradaki yaklaşmaktan murad; mekân itibariyle değil, rütbe ve ikramı itibariyledir. Çünkü Teâlâ Hazretleri me­kân ve mesafeden münezzehdir.

 

Kenef; Kenar, örtü ve yardım mânâlarına gelir. Burada ondan murad; mü'min kulunu mahşer halkı huzurunda rezil etmeyip örtmesi ve koru­masıdır.

 

Hadîs-i şerif, müslümanlar günahlarından dolayı tekfir edilemez diyen ehl-i sünnetin delillerindendir. Dalâlet fırkalarından Haricî1er'e göre günah işleyenler dinden çıkarlar. Bu hadîs onların kavlini reddet­mektedir.

 

9- Ka’b B, Malik İle İki Arkadaşının Tevbesi Hadisi Babı

 

53- (2769) Bana Benî Ümeyye'nin azatlısı Ebû't-Tâhir Ahmed b. Amr b. Âbdillah b. Amr b. Sech rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İbnû Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbnû Şihab'dan naklen haber verdi. İbnû Şihab şöyle demiş: Sonra Kesûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) Te-bûk gazasına gitti. Halbuki kendisi Romalılarla Şam'daki hıristiyan Arab-ların üzerine gitmek istiyordu.

 

İbnû Şihâb şöyle demiş : Bana Abdurrahman b. Âbdillah b, Ka'b b. Mâlik haber verdi ki, Abdullah b. Ka'b oğullarından Ka'b'ın gözleri gor-mez olunca onun yedekçisi olmuş. (Dedi ki) ; Ben Ka'b b. Mâlik'i Tebûk gazasında Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den geri kaldığı vakit ken­di macerasını anlatırken dinledim. Ka'b b. Mâlik gÖyle dedi : Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yaptığı gazaların hiç birinden geri kalmadım. Yalnız Tebûk gazası müstesna! Bir de Bedir gazasında bulunmamıştım. Ama o bu gazada bulunmayan hiç bir kimseyi muaheze buyurmadı. Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Müslümanlar ancak Kureyş'in ker­vanını kastederek yola çıkmışlardı. Neticede Allah onlarla düşmanlarını vakitsiz olarak bir yere getirdi. Gerçekten ben Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi vcSeltem) Akabe gecesinde ona İslâmiyet üzerine ahdû peyman verdiği­miz vakit beraber bulunmuşumdur. Her ne kadar Bedir insanlar arasında Akabe'den daha ziyâde dillere destan ise de ben Akabe'nin yerine Bedir gazası olsaydı diye dilemem. Tebûk gazasında Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)* den ayrıldığım zaman hikâyem şudur: Ben hiç bir vakit bu gazada ondan ayrıldığım zamankinden daha kuvvetli ve daha zengin bu-lunmamışımdır. Vallahi ondan önce iki yük devesini hiç bir zaman bîr araya getirmemişimdir. Nihayet bu gazada İki deveyi bir araya getirdim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu gazayı şiddetli bir sıcakta yaptı-Uzak bir sefere ve çöle gitti. Kalabalık düşman karşısına çıktı ve gaza­larının hazırlıklarını tutabilmeleri için yapacakları işi nıüslümanlara açık bildirdi. Nereye götürmek istediğini onlara haber verdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle>nyin beraberindeki müslümanlar çoktu. Onların sayısını bir muhafızın kitabı cem'edemez. (Bu sözle asker kütüğünü kaste­diyor.) Ka'b sözüne şöyle devam etmiş. Az kimse vardı ki, (askerden) kaçmak istesin de bu babda Allah (Azze ve Celle)'âcn bir vahy inmedikçe Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)y'm bunu bilmeyeceğini zannetmesin. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu gazayı meyveler ve gölgeler ke­mâle geldiği vakit yaptı. Ben bu gazaya en ziyade gönül veren bir kimse idim. Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve onunla birlikte müs­lümanlar hazırlandılar. Ben de onlarla birlikte hazırlanayım diye sabah­lamağa başladım. Fakat hiç bir şey yapmadan dönüyor; kendi kendime : Ben buna istediğim zaman kadirim, diyordum. Bu hal bende devam etti.

 

Nihayet insanlar çalışmakta devam ettiler. Ve Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) müslümanlar da beraberinde olduğu halde yola çıkmak üzere sabahladı. Ben hazırlığım namına hiç bir şey yapmamıştım. Sonra sabah­ladım ve yine hiç bir şey yapmamış olarak döndüm. Bu hâlim devam etti. Hattâ müslümanlar acele yola çıktılar ve gaziler ilerlediler. İçimden yola revan olarak onlara yetişmek geçti. Keşke yapsaydım. Sonra bana bu mu­kadder olmadı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çıkıp gittikten sonra insanlar arasına çıktığında ona uymamış olmak beni üzmeye başladı. Bun­dan yalnız nifakla müttehem yahut zayıflardan Allah'ın mazur gördüğü kimse müstesna olabilirdi. Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) Tebûk'e varıncaya kadar beni anmamış. Tebûk'de cemaatın içerisinde otururken : «Ka'b b. Mâlik ne yaptı?» diye sormuş. Benî Selime (kabilesüı)'den bir zât:

 

— Yâ Resûlallah! Onu elbisesi ve o elbisenin yakalarına bakmasi alı­koydu, demiş. Bunun üzerine Muâz b. Cebel ona :

 

__ Ne kötü söyledin! Vallahi ya Resûlallah onun hakkında hayrjdaıı

 

başka bir şey bilmiyoruz, demiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sükût buyurmuş. O bu halde iken kendisiyle serap kaybolan beyaz el giymiş bir zât görmüş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

 

«Sen Ebû Ha/seme olmalısın!» buyurmuş. Bir de bakmışlar ki Ebû Hayseraete'l-Ensârîdir. Kendisini münafıklar ayıpladıkları vakit ölçek kuru hurma tasadduk eden zat budur.

 

Ka'b b. Mâlik sözüne şöyle devam etmiş: Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'ın Tebûk'den dönerek gelmekte olduğunu duyunca beni üztntü kapladı. Yalan söylemeyi düşünmeye başladım. Yarın onun hısımımdan ne ile kurtulurum, diyordum. Bu hususta ailemin her fikir sahibinden! yar­dım istiyordum. Bana Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)fn gelmesi yakIaştığı söylenince bâtıl düşünce benden gitti. Anladım ki, ondan hiçi bir şeyle ebediyyen kurtulamam. Ve ona doğru söylemeye niyet ettimi. Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gelişi sabahlayın oldu. Bir seferden geldiği vakit evvelâ mescidden işe başlardı. Orada iki rekât namaz kıldı. Sonra halkla görüşmek üzere oturdu. O bunu yapınca gazaya gitmeyenler gelerek kendisinden özür dilemeye ve ona yemin etmeye başladılar. jBun-lar seksen küsur kişi idiler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de phla-nn açık beyanatını kabul etti. Kendileriyle bey'atda bulundu ve bular için istiğfar etti. Gizli taraflarım da Allah'a havale etti. Nihayet beri gel­dim. Selâm verdiğim vakit kızgın bir kimsenin tebessümü ile gülümsedi. Sonra :

 

«Gel!» dedi. Ben de yürüyerek geldim ve huzuruna oturdum. Bdna :

 

«Neden gazadan geri kaldın? Hayvanını satın almamış miydin?»

 

dedi.-?Ö di. Ben:

 

__ yâ Resûlallah! Vallahi ben dünya halkından senden lıaşka birinin

 

yamnda otursaydım, onun hısımından bir özürle kurtulurdum sanırım. Ba­na fasahat da verilmiştir. Lâkin ben vallahi bildim ki, bugün sana seni razı edecek bir yalan söylesem, Allah'ın hısımına uğramam yakındır. Sa­na doğruyu söylesem bu hususta bana gücenirsin. Ben sözüm hususunda Allah'ın ukbasmı dilerim. Vallahi hiç bir Özürüm yoktu. Vallahi senden geri kaldığım zamankinden daha kuvvetli ve daha zengin olduğum hiç bir zaman yoktur, dedim. ResûlÜllahÇSallallahü Aleyhi ve Sellem)

 

«Buna gelince : Hakikaten doğruyu söyledi. İmdi Allah senin hakkında hükmünü verinceye kadar kalk (git)!» buyurdu. Ben de kalktım. Benî Se-lime'den bir takım adamlar da kalkarak peşime takıldılar ve bana :

 

— Vallahi! Senin bundan Önce hiç bir günah işlediğini 'bilmiyoruz. Hakikaten sen gazaya gitmeyenlerin Resûlüîîah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem^e beyan ettikleri özürle özür dilemekten âciz kaldın. Senin güna­hına Resûlüîîah (Salîaîlahü Aleyhi ve SeUemj'in sana istiğfarda bulunması yeterdi, dediler.

 

Ka'b şöyle dpmiş : Vallahi! Beni o kadar muaheze ettiler ki, Resûlüîîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e dönerek kendimi yalanlayacağım geldi. Sonra onlara : Buna benimle birlikte bir kimse düçâr oldu mu? dedim.

 

— Evet! Seninle birlikte iki adam duçar oldu. Onlar da senin söyle­diğin gibi söylediler. Ve onlara da sana söylendiği gibi söylendi, dediler.

 

— Kim onlar? diye sordum.

 

— Murâra b. Rabîate'l-Amirî [4] ile Hilal b. Ümeyyete'l-Vâkıfî de­diler. Ve bana Bedr gazasına iştirak etmiş, kendilerine uyulacak iki sâh zât söylediler Bana bunları anlatınca oradan gittim. Resûlüîîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisinden ayrılanlar arasından biz üç kişiyle konuşmaktan müslümanları nehiy buyurdu. Bunun üzerine halk bizden kaçındı. Bize karşı halleri değişti. Hattâ benim nazarımda yer de değişti. Artık o bild'ğim yer değildi. Bu minval üzere elli gece durduk. İki arka­daşım boyun bükerek ve ağlayarak evlerinde oturdular. Bana gelince : Ben kavmin en genci ve en metini idim. Evden çıkıyor, namaza geliyor, çarşılarda dolaşıyordum. Fakat benimle kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra oturduğu yerde iken Resûlüîîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek selâm veriyor; ve içimden; acaba selâmı almak için dudaklarını kıpırdatt îm, kıpırdatmadı mı diyordum. Sonra ona yakın bir yerde namazımı kılıyor, ona gizlice bakıyordum. Ben namazıma yöneldim mi, bana bakıyor, ona doğru baktım mı benden yüz çeviriyordu. Müslümanların bu cefâsı üzerimde uzun zaman devam edince giderek Ebû Katâde'nin bahçesi du­varından tırmandım. Ebû Katâde amcamdır. Ve en sevdiğim bir insan­dır. Ona selâm verdim. Vallahi selâmımı almadı. Kendisine :

 

__ Ey Ebû Katâde! Allah aşkına söyle, benim Allah ve Resulünü sev­diğimi Hlir misin? dedim. Ebû Katâde sustu. Tekrar Allah aşkına söyle­mesini istedim. Yine sustu. Tekrar istedim (bu sefer) :

 

__ Allah ve Resulü bilir! dedi. Bunun üzerine gözlerim boşandı ve

 

döndüm. Duvardan çıktım.

 

Bir defa Medine'nin çarşısında yürürken Şamlıların Acem fellâhla-rından Medine'ye yiyecek satmaya gelenlerden bir fellaVa rasladim. Bana Ka'b b. Mâlik'i kim gösterecek, diyordu. Halk beni göstererek kendisine işaret etmeye başladılar. Nihayet yanıma gelerek bana Gassân kiralından bir mektub verdi. Yazıcı idim. Mektubu okudum. Gördüm kî, içinde şun­lar var :

 

Bundan sonra (malûm olaki) seninkinin sana cefâ ettiğini duyduk. Allah seni ne hakaret diyarında yaratmıştır. Ne de hakkin zayi olacağı yerde. Hemen bize katıl ki, sana yardımda bulunalım.

 

Mektubu okuduğum vakit: Bu da belânın bir çeşidi, dedim ve tan­dıra yönelerek mektubu orada yaktım. Nihayet elli gecenin kırkı geçip vahy duraklayınca anîden Resûlüîîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in elçisi

 

bana geldi. Ve :

 

— Resûlüîîah (Sallallahü Aleyhi ve SeMem) sana karından uzaklaşmam

 

emrediyor, dedi.

 

— Onu boşayayım mı, yoksa ne yapayım? dedim.

 

— Hayır! Sadece ondan uzaklaş ona asla yaklaşma! dedi. îki arka­daşıma da bunun gibi haber göndermiş. Bunun üzerine karıma :

 

— Ailen nezdine dön de, Allah bu işde bir hüküm verinceye kadar onların yanında kal! dedim. Müteakiben Hilal b. Ümeyye'nin karısı Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1'e geldi. Ve ona:

 

— Yâ Resûlallah Gerçekten Hilâl b. Ümeyye zayi olmuş bir ihtiyar­dır; hizmetçisi yoktur. Ona hizmet etmemi kerih görür müsün? dedi.

 

Resûlüîîah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

 

«Hayır! Lâkın sana asla yaklaşmasın!» buyurdu. Kadın:

 

— Vallahi onun hiç bir şeye davranmaya vakti yok! Ve vallahi! Bu işi başına geleliden bugüne kadar ağlamakta devam etti, dedi.

 

— Bunun üzerine ailemden biri bana :

 

— Sen de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den zevcen hakkında İzin istesene!(bak) Hilâl b. Ümeyye'nin karısına. Hilâl'e hizmet etmek için izin verdi, dedi. Ben :

 

__ Onun hakkında Rcsûlülkıh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den . isteyemem. Ben genç bîr adamım. Onun hakkında Resûlallah (Sallallahü Aleyhi ve ScUcmj'dcn izin istediğim vakit tana ne söyleyeceği ne malûm! dedim. Ve hu minval üzere on gece durdum. Bu suretle bizimle konuşmak yasak edildiği zamandan itibaren elli gecemiz tamamlandı. Sonra ellinci gece­nin sabahında sabah namazını evlerimizden birinin üzerinde kıldım. Ve Allah Teâtâ'nm hakkımızda beyân buyurduğu hal üzere otururken beni bir sıkıntı bastı. Bana yer bütün genişliğine rağmen dar geldi. Sel' dağı üzerine çıkmış bağıran bir kimsenin sesini işittim. Var sesiyle :

 

Ey Ka'b b. Mâlik, müjde! diyordu. Hemen secdeye kapandım. Ve anladım kİ, şadumanî gelmiştir. Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazını kıldıktan sonra Aîlah*ın bizim tövbemizi kabul et­tiğini halka bildirdi. Bunun üzerine halk bizi müjdelemeye yürüdüler. İki arkadaşıma müjdeciler gitti. Bir adanı da bana gelmek üzere at mah-muzladı. Eşlem kabilesinden biri koşarak tarafıma geldi. Ve dağa çıktı. Ses attan daha sür'atli idi. Sesini işittiğim zât bana müjdeye gelince he­men iki elbisemi çıkararak müjdesinden dolayı ona giydirdim. Vallahi bunlardan başkasına o gün mâlik değildim. Ve emaneten iki elbise alarak onları giydim. Hemen Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve SelleınVı görmek is­teyerek yola düştüm. Halk takım takım karşıma çıkıyor, tevbeden dolayı beni tebrik ediyor:

 

— Allah'ın tevbeni kabul buyurması sana mübarek olsun! diyorlardı. Nihayet mescide girdim. Bir de baktım Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidde oturuyor. Etrafında da insanlar var. Derken Talha b. Ubeydillah kalkarak sür'atle yanıma geldi. Benimle musâfaha etti. Ve beni tebrikte bulundu. Vallahi muhacirlerden ondan başka kimse kalkmadı.

 

Râvi demiş ki : Ka'b Talha'mn bu yaptığım hiç unutmuyordu.

 

Ka'b şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selâm ver­diğim vakit yüzü sevinçten parlıyor ve :

 

«Annen seni doğuraltdanberi üzerinden geçen en hayırlı gün sana müjdeler olsun!» diyordu. Ben :

 

— Bu senin tarafından mı, yoksa Allah tarafından mı yâ Resûlallah! dedim.

 

«Hayır! Bilâkis Allah tarafından!» buyurdu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sevindiği vakit yüzü nurlanır, sanki yüzü bir ay parçası gîbi olurdu. Biz bunu bilirdik.

 

Huzuruna oturduğum vakit:

 

— Yâ Resûlallah! Benim tevbemden biri de Allah ve Resulü (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için sadaka olmak üzere malımdan sıyrılmamdır, dedim.

 

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

 

«Malının bir kısmını tut! Bu senin için daha hayırlıdır.» buyurdu.

 

— Ben Haybcr'den aldığım hissemi tutuyorum, dedim ve ilâve ettim:

 

— Yâ Resûlallah! Şüphesiz ki, Allah beni doğruluk sayesinde kur­tardı. Benim tevbemden biri de yaşadığım müddetçe doğrudan başka bir söz söylememektir.

 

Vallahi bunu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)" söylediğimden bugün? kadar müslümanlardan hiç birine doğru söz söyleme hususunda Allah'ın hana olan ihsanından daha güzel in'amda bulunduğunu bilmiyo­rum. Vallahi bunu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'a söylediğimden bugüne kadar kasden hiç bir yalan yapmadım. Ge^iyV'kalan ömrüm hu­susunda da Allah'ın beni muhafaza buyurmasını'dilerîfnV Ka'b şöyle demiş: Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle): «Muhakkak Allah Peygamberin ve güçlük anında ona tâbi olan mu­hacirlerle ensarm —içlerinden bir fırkanın kalbleri hemen hemen sapmak üzere bulunduktan sonra tevbelerinî kabul etti. Evet, onların tevbelerini kabul etti. Çünkü Allah onlara şefkatli ve merhametlidir. Geriye bırakılan ve kendilerine bunca genişliği ile yer dar gelen kendi nefisleri de dar ge­len üç kişinin de (tevbesini kabul ettî).»[5] âyetlerini indirdi. Ta:

 

«Ey iman edenler, Altah'dan korkun ve doğru söyleyenlerle beraber olun!» âyetine kadar vardı.

 

Ka'b demiş ki : Vallahi Allah beni İslâm için hidayete erdirdikten sonra, kendi nefsimce Resûlüllah (Sallallahü Alevhl ve Sellem) Je söylediğim do&ru sözden daha büyük hiç bir nimet vermemiştir. Ona yalan söylevîp de yalancıların helak olduğu gibi helam olmam meselesi! Gerçekten Allah yalancılar için vahyi indirdiği vakit, bir kimseye söyleyeceği en kötü şeyi söylemiştir. Allah buyurmuştur ki:

 

«Onların yanına döndüğünüz vakit kendilerine bir şey söylemeyin diye sizin İçin Allah'a yemin edeceklerdir. Onlardan hemen yüz çevirin! Çünkü onlar necîstir. Ve kazandıklarına karş-lık yerleri cehennemdir. Kendilerin­den razı olasınız diye size yemin ederler. Sîz onlardan razı olursanız şunu muhakkak bilin kî, Allah fas'k kavimden razı olmaz.» [6]

 

Ka'b şöyle demiş : Biz üç kişi Resûlüîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yemin ettikleri vakit, yeminlerini kabul ederek kendileriyle bey'at yap­tığını ve haklarında istiğfarda bulunduğu kimselerin işinden geri bırakıl­mıştık. Resûlüllah (SallaUahü Aleyh: ve Sellem) bizim işimizi Allah hükmünü verinceye kadar tehir etmişti. İşte bu sebeple Allah (Azze ve Celle) :

 

«Geri bırakılan üç kişinin tevbesini de...» buyurmuştur. Bizim Al-lah'm zikrettiği geri kalmamız (meselesi), gazadan geri kalmamız değil­dir. O ancak Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in bizi tehir etmesi ve işimizi kendisine yemin vererek özür dileyen ve onun da Özrünü kabul ettiği kimselerden sonraya bırakmasıdır.

 

(...) Baha bu hadîsi Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüceyn b. Müsenna rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys Ukayl'den, o da ibni Şihab'dan naklen tamamen Yûnus'un, Zührî'den naklettiği hadî­sin isnâdıyle rivayet etti.

 

54- (...) Bana Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ya'kub b. îbrâhim b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zührî'nin kardeşi oğlu Muhammed b. Abdillah b. Müslim, amcası Muhammed b. Müslim ve Zührî'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Abdurrahman b. Abdillah b. Ka*b b. Mâlik haber verdi ki, Ubeydullah b, Ka'b b. Mâlik —bu zât göz­leri görmez olduğu vakit Ka'b'ın yedekçisi imiş — şöyle demiş : Ben Ka'b b. Mâlik'i Tebûk gazasında Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'den ay­rıldığı vakit kendi hikâyesini anlatırken dinledim... .

 

Ve râvi hadîsi nakletmiştir.

 

O, Yûnus rivayetinde şunu da ziyade etmiştir : «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hr gazaya gitmek istedi mi, onu başkasıyle örterdi. Ni­hayet bu gaza oldu.» Zührî'nin kardeşi oğlunun hadîsinde Ebû Hayseme'yi onun Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'e katılmasını anmamıştır.

 

55- (...) Bana Seleme h. Şebîb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kıl (bu zat İbni Ubeydillah'dır.) Zührî'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Abdurrahman b. Abdillah b. Ka'b b. Mâlik, amcası Ubeydullah h. Ka'b'dan naklen haber verdi. Bu zat Ka'b gözünden rahatsızla di ğı vakit onun yedekçisi ve kavminin en âli­mi ashab-ı Resûlüllah (SallaUahü A leyhl ve Sellem) 'in hadîslerini en belleyen bir kimse imiş. (Demiş ki) : Babam Ka'b b. Mâlik'den dinledim. O tevbe-leri kabul edilen üç kişiden biridir. Anlatıyordu k: Kendisi Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem}*in yaptığı gagalardan iki gazadan başka hiç bi­rinden geri kalmamış... Ve hadîsi nakletmiştir. Bu hadîsde o şunu da söy­lemiştir: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) on binden fazla kalaba­lık insanlarla gazaya gitmişti. Onları bir muhafızın divanı toplayamaz.» Bu hadîsi Buhârî kimi uzun kimi kısa olmak üzere kitabınır. on yerinde «Meğâzi», «Cihad», «Sufatû'n-Nebi», «Vüfûdu'l-Ensar», «Tef sır», «İstizan» ve «Ahkâm» bahislerinde; Ebû Dâvud ile Nesâ «Talâk» bahsinde tahric etmişlerdir.

 

Hz. Ka'b b. Mâlik ensardandır. Ebû Abdillah kün yesini taşır. Cahiliyyet devrinin şâirlerinden biridir. İkinci Akabe beys tında bulunmuş, Bedr'le Tebûk gazalarından maada Peygambc (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte bütün harblere iştirak etmiştir. So ömründe gözleri görmez olmuştu. Elli tarihinde Muâviye'nin hilâfe zamanında yetmişyedi yaşında vefat etmiştir. Medîneli 'lerden s yılır. Tabiînden bir cemaat kendisinden hadîs rivayet etmişlerdir.

 

Tebûk gazası Gazvetü'1-Usra yâni; (Darlık gazası) na-mıyla da anılır. Tebûk, Medine ile Şam arasında, Medîne 'ye ondört konak, Şam'a ise onbir konak mesafede bağlık, bah­çelik bîr yerdir. Bu gaza Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bizzat iştirak ettiği son gazâsıdır.

 

Ebû Zûr'at Er-Razî 'nin rivayetine göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu gazaya yetmişbin kişi ile iştirak etmiştir. îbni. îshak gazilerin otuzbin kişi olduğunu söylemiştir ki, bu kavil daha meşhurdur. Ulemâdan bazıları bu iki rivayetin arasını bularak : «Ebû Zür'a tâbir ve metbu' bütün gazileri saymış. îbni îshak ise yalnız metbuları nazar-ı itibâre almıştır.» demişlerdir.

 

Resûlütiah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu gazadan harbe lüzum kal­madan dönmüştü.

 

Akabe gecesinden murad; Mdîne1i ensarın Peygamber (Sallallah'd Aleyhi ve Seilem)'e bey'at ederek, ona yardım edeceklerine dair söz verdikleri gecedir. Akabe, Mina 'nin kenarında bir yerdir. Cemratû'I-Akabe denilen şeytan taşlaması burada yapılır. Akabe bey'-atı iki senede birer defa yapılmıştır. Birinci sene ensardan on iki kişi, ikinci sene yine ensardan yetmiş kişi bey'at etmişlerdir. Görülüyor ki Hz. Ka'b hiç bir özrü yokken nefsine uyarak Tebûk gazasına iştirak etmemiş, fakat sonradan buna pek ziyâde üzülmüştür. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),Tebûk'de onu sorduğu zaman Benî Selime kabilesinden bir zât: «Onu elbisesi ve yakasına bakmak alıkoydu.» demiş. Bununla onun kendini beğenmiş biri olduğuna ve elbisesiyle böbürlendi­ğine işaret etmiştir.

 

Vâkıdî'nin beyânına göre bu sözü söyleyen Abdullah b. Üneys'dir. Yine Vâkıdi'nin beyânına göre, Tebûk harbine iştirak etmeyen seksen küsur kişi ensârın münafıklarındanmış. Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) Benî Gıf ar ve diğer kabilelerden sek-seniki bedevinin özürlerini kabul etmiş.

 

Hz. Ka'b'a atla müjdeye gelen zat bir rivayete göre Zübeyr b. Avvam , diğer bir rivayete göre Hamza b. Amr 'dır. Diğer iki arkadaşından Hilâl b. Ümeyye 'nin müjdecisi Saîd b. Zeyd Murara 'nm müjdecisi de Silkân b. Selame yahut Seleme b. Vakş 'dır.

 

Muhacirlerden kendisini tebşir eden ve Hz. Talha b. Ubeydi11ah’dır. Bu zat cennetle müjdelenen on kişiden biridir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Küffarın mallarını harb etmeden istemek caizdir.

 

2- Haram aylarda gaza caizdir.

 

3- İcâbında nereye harbe gidileceğini orduya açıklamak gerekmezse, başka bir yere gidiyormuş gibi göstermek müstehabdır.

 

4- İstenmeden yemin etmek ve elden giden hayra yanmak caizdir.

 

5- Kumandan askerlerinden bazısını, başkalarıyle konuşturmamak suretiyle te'dib edebilir.

 

6- Yoldan gelen bir kimsenin evvelâ mescide girmesi ve orada na­maz kılması müstehabdır.

 

7- Zahire göre hüküm vermek ve özrü kabul etmek caizdir.

 

8- Namazda göz ucuyla bakmak namazı bozmaz.

 

9- Bir kimse dostunun bahçesine izinsiz girebilir.

 

10- Kinaye sözlerle niyet edilmedikçe talâk vâki olmaz.

 

11- Üzerinde zikrullah bulnan kâğıt bir maksattan dolayı yakılabilir,

 

12- Yeni bir nimet hâsıl oldu yahut bir sıkıntı atlatıldığı zaman teb­şirde bulunmak müstehabdır.

 

13- Gam ve gussadan kurtulduktan sonra sadaka vermek müstehabdıf.

 

14- Mâsiyet meselesi pek ağır bir şeydir. Hasan-i Basrî 'nin: «Sübhanallah! Bu üç kişi haram yememiş, haram yere kan dökmemiş ve yeryüzünde fesad çıkarmamış oldukları halde şu duyduklarınız başlarına gelmiş ve yer bütün genişliğine rağmen kendilerine dar görünmüşse, kö­tülüklere ve büyük günahlara dalanların hâli nice olur.» dediği rivayet olunur.

 

15- Kuvvetli kimse din hususunda zayıftan daha çok muaheze olunur.

 

16- Günah işleyen kimseye selâmı kesmek ve üç gün kendisini terketmek caizdir,

 

17- Böyle bir kimsenin selâmını almamak da caizdir,

 

18- Bir kimseden emânet almak caizdir.

 

19- Hadîs-i şerif, Bedr gazilerinin faziletine de delildir.

 

20- Allah ve Resulüne İtaati dost ve akraba sevgisine tercih etmek vâcibdir.

 

21- Secde-i Şükür müstehabdır. îmam Şafiî ile ulemâdan ba­zılarının mezhebi budur. İmam-ı Azam'la diğer bir takım ulema bunu meşru görmemiş, mekruh saymışlardır.

 

22- Mühim işler hususunda halkın hükümdarları etrafına toplanmaları müstehabdır.

 

23- İkram için faziletli bir kimseye ayağa kalkmak müstehabdır.

 

24- Müslümanların birbirleriyle karşılaştıkları vakit musâfa yapma­ları müstehabdır. Büyüklerin tâbilerini sevindiren bir hâle sevinmeleri müstehabdır.

 

25- Fakirliğe takat getiremiyeceğinden korkulan kimseye bütün ma­lını tasadduk etmemesini tenbih müstehabdır.

 

26- Bir hayr sebebiyle tevbe eden kimsenin, o sebebi muhafaza etmesi müstehabdır. Nitekim Hz. Ka'b doğru söyleyeceğine tevbe etmiş ve sözünde durmuştur.

 

10- İfk Hadisi ve Zina İsnadında Bulunan Kimsenin Tevbesinin Kabulu Hakkında Bir Bab

 

56- (2770) Bize Hibban b. Musa rivayet etti. (Dedİ ki) : Bize Ab­dullah b. Mübarek haber verdi. (Dedi ki) : Bize Yûnus b. Yezîd El-Eylî haber verdi. H.

 

Bize tsbak b. İbrahim EMIanzali ile Muhammed b. Râfi' ve Abd b. Humcyd dahi rivayet ettiler. (İbnû Râfi' haddesena tâbirini kullandı; öte­kiler : Bize Abdûrrezzak haber verdi dediler. Demiş ki) : Bize Ma'mer ha­ber verdi. Siyak, Abd'le İbni Râfi'in rivayetinden Ma'mer'in hadîsidir. Yû­nus ile Ma'mer ikisi birde» Zûbrî'den demişlerdir. (Zûhrî demiş ki) : Ba­na Saîd b. Mûseyyeb ile Urve b. Zübeyr, Alkame b. Vnkkas ve Ubeydul-lah b. AhdiHah b. Utbc b. Mcs'ud, Peygamber (Sallalîahii Aleyhi ve Sellem)"m zevcesi Aişe hadîsinden naklen iftiracılar kendisine söylediklerini söyle­yip, Allah da onu bunların söylediklerinden beraet ettirdiği vakit haber verdi;

 

Bu râvilerin hepsi bana onun hadîsinin bir kısmım rivayet etti. Onun hadîsini bazısı bazısından daha iyi bellemiş ve rivayetçe daha mazbut idi. Bunların herbirinden bana rivayet ettiği hadîsi belledim. Hadîsleri birbi­rini tasdik etmektedir. Anlattıklarına göre Peygamher (Sallalîahii Aleyhi ve Scllemf'ın zevcesi Âişe şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mr sefere çıkmak istediği vakit kadınlarının arasında kur'a çekerdi. Kur'a i kime düşerse, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onunla birlikte1 sefere çıkardı.

 

Aişe şöyle demiş : Yapacağı bir gaza için aramızda kur'a çekti de, o gazada kur'a bana isabet etti. Ben de Resûlüîlah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) Ie birlikte çıktım. Bu iş tesettür âyeti indirildikten sonra oldu. Ben hev-decimin içinde (deveye) bindiriliyor, gideceğimiz yere onun içinde indi­riliyordum. Nihayet Resûlüllah (Sallalîahii Aleyhi ve Selieınj gazasını bitirip geri döndüğü ve Medine'ye yaklaştığımız zaman bir gece yürüyüşü bildir­di. Yürüyüşü bildirdikleri vakit ben hemen kalktım; yürüdüm, hattâ or­duyu geçtim. Hacetimi gördüğümde eşyanın yanına yöneldim. Göğsüme dokundum, bir de baktım ki, Zafâr boncuğundan yapılan gerdanlığım kopmuş. Derhal dönerek gerdanlığımı aradım. Onu aramak beni alıkoydu Benim semerimi yükleyen cemaat hevdecimi yüklemiş ve gitmişler. Gnt benim bindiğim deveme yüklemişler. Benim de içinde olduğumu zannet misler.

 

Âişe demiş ki: O zaman kadınlar hafif İdiler. Şişmanlamamışlar, ken dilerini et kaplamamışti. Yiyecek nâmına ancak bir parça bir şey yiyor lardı. Cemâat hevdeci deveye yükler ve kaldırırken ağırlığını yadırgama mışlar. Ben körpe yaşta bîr taze idini. Deveyi sürerek yürümüşler. Bet gerdanlığımı ordu gittikten sonra buldum. Bir de bulundukları yere gei dim ki, orada ne çağıran var, ne cevab veren. Bulunduğum yerime vai dım. Zannettim ki, cemaat beni arayacak ve yanıma dönecekler. Ycrimd' otururken uykum geldi. Ve uyuya kalmışım. Safvan b. Muattal Es-Sûleır sonraları Zekvânî ordunun arkasında mola vermişti. Gecenin sonunda yol çıkmış, benim bulunduğum yerde sabahlamış ve uyuyan tir insan kara tısı görmüş. Kemen yanıma gelmiş ve beni gördüğü vakit tanımış, hak katen bana tesettür farz kılınmazdan önce beni görüyordu. Beni tanidıî vakit onun isttrcaiyle uyandım. Ve hemen çarşafımla yüzümü örttün Vallaai benimle bir kelime konuşmadı. İstircaından başka ontlan bir ki lime işitmedim. Devesini çöktürdü; Ön ayağına bastı, ben de deveye bu dim. Ve devemi yederek yola koyuldu. Nihayet orduya öğlen zamanı s cak bastığında konakladıktan sonra yetiştik. Artık benim hakkımda hels olan helak olmuştu. Bu işin büyük kısmını Abdullah b. Übey b. Selul üz rina almıştı. Müteakiben Medine'ye geldik. Medine'ye geldiğimiz vat ben bîr ay hasta oldum. Halk iftiracıların sözlerini dile doluyorlarmış Bf bundan bir şey hissetmiyordum. Ama hastalığım esnasında Eesûlüllî (Sallallahü Aleyhi ve Sel tem)'den eskiden rahatsızlandığımda gördüğüm lüt görememek beni şüphelendiriyordu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selleı. sadece içeriye girer, selâm verir, sonra :

 

«Nasılsınız?» derdi. Bu da beni şüphelendirirdİ. Ama bir kötülük his­setmezdim. Nihayet iyileştikten sonra dışarı çıktım. Benimle beraber Üm-mü Mis tali da Menasî tarafına doğru çıktı. Bu yer bizim helâmızdi. Yal­nız geceden geceye çıkardık. Bu hâdise helaları evlerimize yakın yapma­mızdan önce idi. Ayak yolu hususunda âdetimiz ilk Arabların âdeti idi. Helaları evlerimizin yanma yapmaktan eziyet duyardık. Ben ve Ümmü Mistah yürüdük. Bu kadın Ebû Ruhm b. Muttalib b. Abdi Menafin kızı­dır. Annesi de Sahr b. Âmir'in kızı Ebû Bekri Sıddık'ın teyzesidir, Ümmü Mistah'ın oğlu Mistah b. Üsâse b. Abbâd b. Muttalifa'dir. Sonra ben ve Bintİ Elû Ruhm hacetimizi gördükten sonra, benim evime doğru yönel­dik. Derken Ümmü Mistah çarşafına bastı ve:

 

— Mistah belâsını bulsun! dedi. Ben kendisine :

 

— Ne fena söyledin! Bedr'de bulunmuş bîr adama sövüyor musun? dedim.

 

— Be kadın, sen onun ne söylediğini işitmedin mi? dedi.

 

— Ne söylemiş? dedim. Bunun üzerine bana iftiracıların söyledikle­rini haber verdi. Ve hastalığım kat kat arttı. Evime döndüğüm vakit ya­nıma Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Seîlem) girdi ve selâm verdi. Sonra:

 

«Nasılsınız?» diye sordu.

 

— Bana ebeveynimin yanına gitmeye izin verir misin? dedim, ö an­da ben İm haberi onlardan iyice anlamak istiyordum. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) bana izin verdi. Ben de ebeveynimin yanma gittim. Ve anneme:

 

— Ey anneciğim! Âlem ne konuşuyor? dedim. Annem :

 

— Ey kızcağızım, sakin ol! Vallahi pek az güzel kadın vardır ki, ken­disini seven bir adamla evli olsun, ortakları da bulunsun da, onun aley­hinde çok lâf etmesinler, dedi.

 

— Sübhanallah! Hakikaten halk hunu söylediler mi? dedim. Artık o gece ağladım. Gözümün yaşı dinmeden ve gözüme uyku girmeden sabah­ladım. Sonra (yine) ağlayarak sabahladım. Vahyin arası kesildiği zaman Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Selle m) ailesinden ayrılmak husufunda isti­şarede bulunmak üzere Ali b. Ebi Tâlib ile Üsâme b. Zeyd'i çağırdı. Üsâ-me b. Zeyd, Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve SellemVe ailesinin beraetini bil­diğini ve onlara karşı beslediği sevgiye işaret ederek:

 

— Yâ Resûlallah! Onlar senin âilendir. Bİz hayrdan başka bîr şey bilmiyoruz, dedi. Ali b. Ebî Tâlib'e gelince o :

 

— Allah senin başını dara sokmaz, ondan başka kadınlar çoktur. Câ-rİyeye sorarsan sana doğruyu söyler, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) Berîre'yİ çağırarak:

 

«Ey Berîre! Âişe'den seni şüpheye düşürecek bir şey gördün mü?>: diye sordu. Berîre ona :

 

— Seni hakla gönderen Allah'a yemin ederim ki, ondan keıjdisini ayıplayacağım hiç bir şey görmedim. Şu kadar var ki, o genç yaşta bir tazedir. Ailesine yoğurduğu hamur üzerinde uyur da, koyun gelip o ha­muru yer, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) kal­karak minber üzerine çıktı ve Abdullah b. Übey b. Selûl'den Özür almak istedi. Âişe demiş ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minberde iken şunu söyledi:

 

«Ey müslümanlar cemaatı! Ehl-i Beytim hakkında ezası son dereceyi bulan bir adamdan benîm özrümü kim alacak? Vallahi ben ailem hakkın­da hayrdan başka bir şey bilmem. Ailemin yanma da ancak benimle be­raber girerdi.» Bunun üzerine Sa'd b. Muâz El-Ensârî ayağa kalkarak:

 

__ Senin Özrünü ondan ben alırım ya Resûlallah! Şayet Evs kabîlesindense boynunu vururuz kardeşlerimiz Hazrec'den ise emir "buyurursun, biz de senin emrini yaparız, dedi. Müteakiben Sa'd b. Uhâde kalktı. Bu zat Hairec kabilesinin reisi ve iyi bir adam idi. Lâkin hamiyyet kendisini cahilleştirmişti. Sa'd b. Muâz'a :

 

— Hatâ ettin! Allah'a yemir ederim ki, onu Öldüremezsin. öldürmeve kadir de değilsin! dedi. Arkacından Üseyd b, Hudayr kalktı. Bu zat Sa'd b. Muâz'm amcası oğluydu. Sa'd b. Ubâde'ye :

 

— Hatâ ettin! Allah'a yemin ederim ki, onu mutlaka öldürürüz. Sen gerçekten münafıksın. Münafıklar namına mücâdele ediyorsun, dedi. Ve iki kabîle (yâni) Evs ve Hazrec ayaklandılar. Hatta çarpışmaya niyetlen­diler. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve SeUem) ise minberin üzerinde ayakta duruyordu. Resûlüllah (Sailallahü A leyhi ve Seslem) onları yatıştırmaya de­vam etti. Nihayet sustular. O da sustu. Âişe demiş ki: Ben o gün ağladım. Göz yaşım dinmiyor, gözüme uyku girmiyordu. Sonra ertesi gece de ağ­ladım. Göz yaşım dinmiyor, gözüme uyku girmiyordu. Annem, babam hv ağlamak ciğerimi parçalayacak sanıyorlardı. Onlar benîm yanımda oturu­yor, ben de ağlıyorken ensardan bir kadın yanıma girmek için izin istedi Kendisine izin verdim. Kadın oturup ağlamaya başladı. Biz bu minva üzere iken yanımıza Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) girdi. Ve selârr verdi. Sonra oturdu. Hakkımda söylenenler sÖyleneli beri benim yammd; oturmamıştı. Bir ay beklemiş, benim hakkımda kendisine hiç bir şey vah yedilmemişti. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) oturduğu vakit teşeh hüd getirdi. Sonra şunu söyledi:

 

«Bundan sonra! Ey Âİşe hal şu ki, senden bana şöyle şöyle Icnla geldi. Eğer suçsuzsan Allah seni beraet ettirecektir. Şayet bir günah işledinse Allah'a istiğfar et! Ona tevbe eyle! Çünkü kul bir günahı itiraf eder de sonrat evbekâr olursa, Allafı onun tevbesinİ kabul eder.» Âİşe demiş ki: Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) sözünü bitirince göz yaşım din­di. Hatta ondan bir damla hissetmez oldum. Babama :

 

__ Benim namıma Resûlüllah (Sallallahü A ieyhi ve Se!lem), söyledik­leri hakkında cevab ver! dedim. Baham :

 

— Vallahi Resûlüllah (Sailallahii Aleyhi ve Sellem) 'e ne söyleyeceğimi bilmiyorum, dedi. (Bu sefer) Anneme:

 

— Benini namıma Resûlüllah (Sailallahii Aleyhi ve Se!lem)'e cevab ver!

 

dedim, O da :

 

— Vallahi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Se'Iem)''e ne söyleyeceğimi bilmiyorum, dedi. Bunun üzerine ben genç yaşta bir taze olduğum ve Kur-ân'dan çok şey bilmediğim halde :

 

— Vallahi ben iyi anladım ki, siz bu söyleneni işitmişsiniz. Hatta kalelerinize yerleşmiş. Ve ona inanmışsınız. Size ben suçsuzum desem — ki. Allah suçsuz olduğumu bilir— bu hususta bana inanmadınız. Size bîr şey itiraf etsem —ki, Allah suçsuz olduğumu hilir— beni tasdik eder­siniz. Valiahi ben kend'mle size verecek misâl bulamıyorum. Ancak Yû­suf'un babasının dediği gibi benim işim güzel sabırdan ibarettir. Sizin söy­ledikleriniz üzerine yardım dilenecek (zat) Allah'dır, dedim.

 

Âişe şöyle demiş : Sonra yan dönerek döşeğime yattım. Halbuki ben vallahi o anda suçsuz olduğumu; ve Allah'ın beni beraet ettireceğini bili­yordum. Lâkin va'lahİ hakkımda okunan vahy (Kur'ân) indirileceğini zannetmiyordum. Benim halim kendimce Allah (Azze ve Ceze) 'nin hakkım­da okunan Mr şeyle konuşmasından daha aşağı idi. Lâkin Resûlüllah (SaUalhhii A}exh

 

«Müjde ya Âîşe! Allah seni beraet ettirdi.» Bunun üzerine annem bana :

 

— Kalk, onun yanına git, dedi. Ben :

 

— Vallahi onun yanına kalkıp gidemem. AllahMan başka kimseye de hamdodemrm! Benim berâetimi indiren O'dur, dedim.

 

Âişe demiş ki: Allah (Azze ve Ceze):

 

«Şüphesiz kî, iftirayı getirenler sizden bir cemaatdır.» [7] (âyetinden başlayarak) on âyet indirdi. İşte Allah (Azze ve Celle) bu âyetleri benim berâetim hakkında indirmiştir. Ebû Bekr —ki karabetinden ve fakirli­ğinden dolayı Mistah'a nafaka verirdi.— :

 

— Vallahi Âişe hakkında söylediği lâkırdılardan sonra artık ona ejbe-diyen bir şey vermem! dedi. Bunun üzerine Allah (Azze ve Celle) :

 

«Sîzden fazilet ve varlık sahibi olanlar akrabaya yardımda bulunma­yacağına yemin etmesin...» âyetini «Allah'ın size mağfiret buyurmasını dilemez misiniz?» kavli kerîmine kadar indirdi.

 

Hıbban b. Musa demiş ki: «Abdullah b. Mübarek: Allah'ın kitabında en ümid bahş âyet budur, dedi.»

 

Ebû Bekr : Vallahi hen Allah'ın beni mağfiret buyurmasını dilejrim, demiş ve Mistah'a evvelce vermekte olduğu nafakayı tekrar vermeye baş­lamış : Bunu ondan ebediyyen kesmem, demiş.

 

Aişe demiş ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zevcesi Zeyneb binti Cahş'a benim meselemi sordu:

 

«Ne bildin (yahut) ne gördün?» dedi. O da:

 

— Yâ Resûlallah! Kulağımı ve gözümü korurum. Vallahi hayrdan başka bir şey bilmemi cevâbını verdi.

 

Âişe şöyle demiş: Halbuki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in zevcelerinden benimle boy ölçüşen oydu. Allah onu vera' ve takva ile ko­rudu. Kız kardeşi Hamne "binti Cahş ise onunla mücâdele etmeye başladı ve helak olanlar meyanında kendisi de helak oldu.

 

Zührî: «Bu cemâatin meselesinden bize gelen işte budur!» demiş.

 

Yûnus'un hadîsinde de: «Ilamiyyet onu kızdırdı...» tâbirini kullan­mıştır.

 

57- (...) Bana EbûVRahi' El-Atekî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Füleyh b. Süleyman rivayet etti.

 

Bize Hasen b. Alî El-IIuIvânî ile Abd b. Humeyd dabî rivayet etti­ler. (Dediler ki) : Bize Ya'kub b. İbrâbim b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki) : B'ze babam, Salih b. Key.'an'dan rivayet etti. Her iki râvî Zülırî'den, Yû­nus ile Ma'mer'in isnadlanyle onun hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır.

 

Füleyb'in hadîsinde Ma'mer'in dediği gibi: «Ilamiyyet onu cahilleş-tirmîşti.» cümlesi vardır.

 

Salih'in hadîsinde ise Yûnus'un dediği gîbî : «Hamiyyet onu kızdır­mıştı.» cümlesi vardır. Salih'in hadîsinde su ziyâde vardır : «Urve dedi ki, Âişe, yanında Hassân'a sövülmesinden hoşlanmaz ve şöyle derdi:

 

Çünkü o : Şüphesiz benim babam, onun babası ve benim ırzım, Mu-hammcd'İn ırzını sîzden korumak için koruntudur, demiştir.»

 

Şii'm da zivâde etmiştir : «Urve dedi ki: Âişe şunu söyledi : «VaUahî! Hakkında söylentiler dolaşan şu adanı : Sübhanellah! Nefsim kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben asla bir kadının el­bisesini açmamışındır, diyor. Âişe: Bundan sonra, o Allah yolunda şehid olarak öldürüldü, dedi.»

 

Ya'kub b. İbrahim'in hadîsinde «Mûgirîne» yerine «Müırîne» denil­miştir.

 

Ahdürrezzâk da «mûgirîne» denilmiştir.

 

Ahd b. Humeyd : «Abdürrczzâk'a mûgirîne sözü ne demektir? diye sordum : Vagra sıcağın şiddeti demektir, cevabını verdi.* demiş.

 

58- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Ala' rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ebû Üsâme, Hişâm b. Urve'den, o da babasın­dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. (Şöyle demiş) : Benim haberim yokken hakkımda söylenenler söylendiği vakit Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) hutbe okumak üzere ayağa kalktı da, teşehhüd getirdi. Allah'a ehil olduğu şekilde bamdü senada bulundu. Sonra şunu söyledi:

 

«Bundan sonra! Bana zevcemi itham eden bir takım insanlar hakkındc düşüncenizi söyleyin. Allah'a yemin ederim ki, ben ailemden hiç bir kötü­lük bilmem. Onları kiminle itham ettiler. Vallahi o zât hakkında hiç bîı kötülük bilmem. Benim evime ben yanında olmaksızın hiç girmemiştir. N

 

Râvî hadîsi kissasıyle nakletmiştir. Bu hadîsde şu da vardır: «Ger çekten Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evime girerek cariyeme sor du. o da:

 

— Vallahi onun hiç bir kusurunu bilmem. Şu kadar var kî, uyuklar. Hattâ koyun girerek hamurunu yerdi. (Râvî Hişam acîn mi dedi, hamîr mi şekketmiştir.) Bunun üzerine cariyeyi arkadaşlaruıdan biri azarladı ve:

 

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e doğruyu söyle, dedi. Niha­yet cariyeye meseleyi açıkladılar. Câriye :

 

— Subhânallah! Vallahi onun namına kuyumcu kırmızı altın külçesi için neyi biliyorsa, ben de onu bilirim, dedi.

 

Bu mesele, hakkında dedikodu edilen adamın kulağına vardı. O da :

 

— Sübhanallah! Vallahi ben hiç bir kadın elbisesi açmadım, dedi. Aişe : Bu zât Allah yolunda şehid olarak Öldürüldü, demiş.»

 

Yine bu hadîsde şu ziyâde vardır: «İftirayı dile dolayanlar Mistah, Hımne ve Hassan idiler. Münafık Abdullah b. Übey'ye gelince bu mese­leyi o kurcalıyor, o topluyordu. Onun büyük kısmını üzerine alan ken­disi İle Hımne'dir.»

 

Bu hadîsi Buhârî «Kitabut-Tefsir»'de ve kimi uzun, kimi kısa olmak üzere Sahîh'inin birkaç yerinde tahric etmiştir.

 

Ulemadan bazıları Zührî 'nin bu hadîsi dört rivayeti bir araya getirmek suretiyle naklini tenkid etmiş ve : «Zührî bu rivayetleri ay­rı ayrı nakletmeliydi.» demişlerse de Nevevî bunlara cevab vermiş : Zührî 'nin yaptığı caiz olduğunu; bunda hiç bir kerahet bulunmadığım bildirmiştir. Zührî 'nin rivayetlerini biraraya topladığı hafızlar ta­biînin en büyüklerinden sayılan imamlardır. Üstelik hadîsin bir kısmını birinden, diğer yerini ötekinden aldığını bildirmiştir. Hadîsin hangi par­çasını kimden aldığını 'bildirmemesi zarar etmez, öyle br hadîsle ihticac şahindir. Çünkü râvîleri mevsukdur. Bir hadîs hakkında râvî: «Bunu ba­na Zeyd yahut A m r rivayet etti...» dese, ikisi de mu'temed ol­mak şartıyle o hadîs bilittifak hüccet olur.

 

İfk: Yalan demektir. Bâzıları yalanın en çirkini mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Bu kelime esas itibariyle bir şeyi tersine çevirmek mâ­nâsına gelir. Burada da Hz. Âişe (RadiyaHahü onha) hâiz olduğu iffet ve şeref itibariyle hamdü senaya lâyık iken, ona iftira atanlar bunu tersine çevirerek kendisine bühtanda bulunmuşlardır. Hz. Âişe 'nin kur'a çe­kerek iştirak ettiği bu gaza Benî Müstalik gazâsıdır. Kendisi o zaman henüz onbeş yaşını doldurmamıştı. Ordudan bir parça geri kal­mayla üzerine en çirkin iftirayı atanlar : Başta münafıkların reisi Ab­dullah b. Übey olmak üzere Zeyd b. Rıfâa, Has­san b. Sabit, Mistah b, Üsâse, Hamne binti Cahş ve yardımcılarıdır. Bunlardan Mistah , Hz. Âişe 'nin akrabasıdır. Mistah, çadır direği mânâsına gelir. Bu kelime onun lâkabıdır. İsmi Avf'dır. Hâdise hadîs-i şerifte tafsilâtiyle anlatılmıştır. Neti­cede masum olan Ümmü'l-Mü'minin Âişe (Radiyallah'û anhta) validemizin beraeti hakkında Teâlâ Hazretleri birbiri ardınca tam onse-kiz âyet indirmiştir.

 

Teıse yahut Tease : Ayağı kaydı, helak oldu, kendisine kötülük lâsım geldi, uzak oldu ve yüzü üstü düştü mânâlarına gelir.

 

Ey hentahu kelimesi kadınlara mahsus bir nidadır. Bâzılarına göre ey kadın, diğer bâzı ulemâya göre ey şaşkın kadın, mânâsına gelir.

 

Hadimdeki Özür almaktan murad; bazılarına göre yardımda bulunmak­tır. Hz. Zeyneb'in : «Ben kulağımı ve gözümü korurum...» sözünden maksadı işitmemişken işittim demekten; görmemişken gördüm demekten korunurum demektir.

 

Kadın elbisesi açmamak tâbiri kadınlarla cinsi münasebette bulun­mamaktan kinayedir.

 

Hz. Alî'nin: «Ondan başka kadınlar çoktur...» sözü Peygamber

 

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için maslahat ve nasihat icâbı söylenmiş bir söz­dür. Yoksa —Hâşâ— Hz. Âişe hakkında söylenenlere inanmış de­ğildir.

 

Âyetler indikten sonra annesinin Hz. Âişe'yi Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'e göndermesi, ona teşekkür etsin ve başından Öpsün, di-yedir. Aişe (RadiyaHahü anhâ) ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i bu söylentilere kulak astığından dolayı zımnen muahezede bulunmak içrı bunu yapmamıştır. Âişe (Radİyallahü anha) kendisine bir günah işleyip işlemediği sorulunca üzüntüsünün şiddetinden Ya'kub (Radiyallahu anh) in ismini hatırlayamamış, bundan dolayı ona Yûsuf'un babası demiş­tir. Bu cihet Buhârî'nin rivayetinde tasrih edilmiştir.

 

İfk hadîsinden ulemâ birçok faideler çıkarmışlardır. Şöyle ki:

 

1- Bir hadisi parça parça birkaç kişinin rivayetinden alarak topluca rivayet etmek caizdir.

 

2- Kadınlar arasında kur'a çekmek sahihtir.

 

3- Erkeğin karısıyle sefere çıkması caizdir.

 

4- Kadınların gazaya gitmeleri caizdir.

 

5- Kadınların hevdece binmeleri caizdir. (Hevdec içerisine kadınlar oturmak için tahtadan yapılan ve develere yüklenen odacıktır.)

 

6- Seferde erkeklerin kadınlara hizmet etmeleri caizdir.

 

7- Askerin yola çıkması kumandanın iznine bağlıdır.

 

8- Kadınların seferde de gerdanlık takmaları caizdir.

 

9- Mahrem olmayan bir kadını hayvana veya vasıtaya bindiren se zaruret olmadıkça onunla konuşmamalıdır.

 

10- Yemeklerde ihtiyaçtan fazla yiyip şişmanlamamak gerekir.

 

11- Bir ihtiyaçtan dolayı ordunun bazı efradının geriye kalması ca­izdir.

 

12- Başı sıkılana, yolunu kaybedene yardımda bulunmak müstehabdir.

 

13- Ecnebi kadınlara karşı terbiyeli davranmak, bilhassa zarurette onlarla başbaşa kalındığı zaman Hz. Safva in yaptığı gibi, edeb ve terbiyeye riâyet etmek gerekir,

 

14- Musibet anında istirca müstehabdır. (İstirca) : Biz Allabmız ve biz ancak ona döneceğiz mânâsına gelen : înnâlillahi... âyetini okumaktır.

 

15- istenmeden yemin etmek caizdir.

 

16- Hastanın halini sormak müstehabdır.

 

17- Bir hacet için dışarı çıkan kadının yanında başka bir kadın bu­lundurması müstehabdır.

 

18- Subhanallah lafzıyla taaccüb caizdir.

 

19- Mühim işlerde yakınları ve dostlarıyle istişarede bulunmak müs­tehabdır.

 

20- Mühim işler zuhurunda hükümdarın hutbe okuması caizdir.

 

21- Hadîs-i serîf, Hz. Safvân ile Sa'd b. Muâz ve Üseyd b. Hudayr'm faziletlerine delildir.

 

22- Fitne ve kavgaları yatıştırmak için acele koşmak müstehabdır.

 

23- Sözü büyüklere havale etmek müstehabdır.

 

24- Nimetler yenilendikçe şükründe yenilenmesi müstehabdır.

 

25- Hadîs-i şerîf, Hz. Âişe'nin ve babası Ebû Bekr (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ın faziletlerine delildir.

 

26- Akraba, kötülük de yapsalar kendilerine yardımda bulunmak müstehabdır,

 

27- Kötülük yapan kimseyi affetmek müstehabdır.

 

28- Hadîs-i şerîf Ümmü'l-Mü'minin Zeyneb (Radiyallahü anha) 'in faziletine delildir.

 

29- Bâtıl amelde bulunan mutaassıp bir kimseye sitemde bulunmak caizdir,

 

11- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'in Hareminin Şüpheden Beri Oluşu Babı

 

59- (2771) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affî n rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad b. Seleme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Sabit, Enes'den naklen haber verdi ki: Bir adam ResûIüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Üramü Veled câriyesiyle itham olunuyormuş. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Âlî'ye:

 

«Git şunun boynunu vuruver!» buyurmuşlar. Alî o adama gitmiş. Bir de bakmış ki, bîr kuyunun içinde serinliyor. Alî ona :

 

— Çık! demiş ve elinden tutarak çıkarmış ve görmüş ki, adam mecbubdur. Âleti yoktur. Alî hemen ondan vaz geçmiş. Sonra Peygamer (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e gelerek:

 

— Yâ Resûlallah! O adam mecbub olmuş. Onun âleti yok, demiş.

 

Yerinde de görüldüğü vecihle Ümmü Veled sahibinin döl almak iğin ayırdığı câriyedir. Böyle bir câriye hürriyetini kazanmaya yaklaşmış de­mektir.

 

Mecbûb : Tenasül âleti kesilmiş erkektir.

 

Kaadi Iyâz diyor ki: «Allah Teâlâ, Peygamberinin haren; ini böyle bir şeyden tenzih etmiştir. Buradaki öldürme emri de hakikattir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o adamı cariyesi ile konuş­maktan men etmişti. O buna muhalefet edince ölüme müstehak olmuştur. Yahut Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bundan eziyet duymuştur, (Buna eziyet etmek ise küfürdür. Katli icâb eder, Maamafih katilden hakikat mânâ kastedilmemiş de olabilir. Bu takdirde Peygamber (Sallallahü Al Ahi ve Sellem) o adamın mecbûb olduğunu bilirmiştir. Hz. Alî 'ye onu öldür­mesini emir buyurması hâli meydana çıksın da, töhmet ortadan kalasın diyedir.» Bâzıları bu adamın münafık olması ihtimâlinden bahsetmiş ölümü başka bir yoldan hak etmiş olabileceğini söylemişlerdir.

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

[1] Kaâdı Iyâz bu kelimeyi Üseydî şeklinde rivayet etmiştir. Temim kolu olan Üseyd kabilesine mensubdur

 

[2] İbnû Mes'ud.

 

[3] Sûre-i Hûd, âyet : 114.

 

[4] Ulema bunun hata olduğunu söylemiş, «Doğrusu Amrî'dir» demişlerdii

 

[5] Sûre-İ Tevbe, âyet : 117-118

 

[6] Sûre-İ Tevbe, âyet: 95-96.

 

[7] Sûre-i Nur, âyet: 11

Selam ve dua ile...

Sorularla İslamiyet Editör

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.

×
×
  • Neu erstellen...