Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Mustafa Yildizdogan ile söylesi

 

http://www.ayasofya-zeitschrift.de/wp-content/uploads/mustafa_yildizdogan_interview.jpg

 

Mustafa Bey, Almanya´da ´Türkiyem´siz bir düğün olmaz. Mutlaka her düğünde, bu parça, sizin parçanız çalar. Bu parçanın bu kadar bir fenomen olacağını bekliyormuydunuz? Özelliklede Avrupa´da bu kadar tutulacağını?

 

Tabiki o dönemde yaşananlar çok önemli. Yani 1993de baslayan, 1999a kadar devam eden süreç. Ozamanın şartları önemli. Terör dönemi. Dolayısıyla o parçada o döneme denk geldi… O gündemi yakalayabilmek önemli… Kısmet yani. Allah´ın takdiri… Ve dediğiniz doğru. Avrupa´ya gittiğimizde her konserimizde mutlaka bu parçayı okuyoruz. Ve Avrupa´da konserlerde o küçük çocukların, 3-5 yaşlarındaki çocukların boğazlarının damarları patlarcasına ´Türkiyem´ bağırmaları bizleri tabiki çok sevindiriyor… Eğer Türkiye´de – Allah korusun – bu vatan sevgisi, millet sevgisi, memleket sevgisi kalmasa dahi, Avrupa´da yetişen tüm o çocuklarımız o kuruyun dalları yeşertecek aşka ve şevke sahip olduklarına inanıyorum ben. Çünkü şu avantaj var… Türkiye´de sokaklarda gezerken dikkat edin insanlarımıza. Günde 5 vakit ezan okunur ama hiç kimsenin umurunda değil. Her yerde bayrak vardır, bayraklar sallanır, ama hiç kimsenin umurunda değil. Elinizde var olan şeylerin kıymetini bilemezsiniz. Eğer siz, sevdiğiniz veya bağlı oldugunuz şeylerden ayrı kalırsanız, onun değerini anlarsınız, onun farkına varırsınız. Dolayısıyla Avrupa´da yaşayan çocuklarımızın biraz daha vatanperver olması, memleket sevdalısı olması – Allah´a binlerce şükür – çok güzel bir duygu. Buda devletin iştiraklarıyla oluşmus bir sevda değil. Bireysel bir mesele. İnsanların kendisinden gelen bir durum… Çünkü çocuk sokağa çıkıyor, kilisenin can sesini duyuyor. O çocuk ister istemez, ´ben hristiyan değilim. Peki müslümanlığın neyi var? Ezanı var.´ diyor. Belki birazda aşağılık kompleksi var, çünkü heryerde yabancı, ondan dolayı kendi özüne sarılma duygusu ortaya çıkıyor… Dolayısıyla ´Türkiyem´ parçası Avrupa´da olumlu karşılandı.

 

Mustafa Bey, dediğiniz gibi, Avrupa´da gurbetçilerimiz de kimliğe sarılma durumu var. Çünkü bir yanlızlık piskolojisi olabiliyor, ezana, vatana hasret kalma meselesi var… Peki kendi değerlerimizi gurbettede muhafaza edebilmek ve gençlere aktarabilmek için, sizce nelerin yapılması gerekiyor?

 

Şimdi 50 sene önce Almanya´ya misafir işci olarak giden, tarlasını bırakıp, oralara gidenler ile, şimdiki durumu iyi değerlendirmek lazım. Amerika, dünyanın neresinde olursa olsun, kendi vatandaşının nerede, nasıl yaşadığını, kaç çocuğu olduğunu, nekadar geliri olduğunu bilir. Ama biz öyle garip bir memleketizki, 50 sene önce Avrupa´ya gönderdiğimiz vatandaşlarımız hakkında hiç bir şey bilmiyoruz. Nerede kaldıklarını, nasıl yaşadıklarını, öldülermi, kaldılarmı bilmiyoruz… Şimdi devletin bir takım sorumlulukları var. Ben varsam, devlet vardır. Devleti devlet yapan millettir. Dolayısıyla ben Avrupa´da her zaman şunu söylüyorum, devlet orada konsolosluklar açmış. Büyükelçilikler açmış. Almanya´da zaten ikinci sınıf vatandaş olan türklerimiz, birde o türk konsolosluklarına girincede ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorlar. Türk konsolosu, türk bayrağı asılı. Türkiye diye giriyorsun… Şimdi o insanlarımızın ruh halini düşünün…Dilini unutan, dinini unutur. Onun için Avrupa´nın heryerine teşkilatlar açanlardan Allah razı olsun. O teşkilatları sevelim, sevmeyelim başka bir şey, ama Allah razı olsun…

 

Èvet, 50 sene önce misafir işci olarak gitmişler, fakat geri dönmemişler. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

 

Şimdi giden insanlarımız, geri döneceğiz diye gitmişler. Yani halimizi yerine getirelim, çoluk çocuğumuza araba alalım, ev alalım, diye gitmişler… Sonra çocuklar büyümüş. Çocuklar entegre olmuş, uyum sağlamışlar. Sonra ´hadi çocuğumuz büyüdü, okusun biraz´ demişler. Daha sonra çocuklar 20 yaşına gelmiş, delikanlı olmuş. ´Hadi evlendirelim´ demişler. Sonrada onlarında çocuğu oluyor, torunu oluyor… ve geri dönemiyor. Şimdi bu safhada bir genç niye geri dönmek istesin? Çünkü Türkiye´nin sosyal hayatı çok farklı. Eğitim çok farklı. Dolayısıyla Türkiye´ye gelmez ve gelmeyide düşünmüyorlar… buda çok normal birşey.

 

Peki Mustafa Bey, o zaman orada büyüyen, yaşayan ve dönmeyecek olan gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

 

1. Almanya´da yaşıyorsanız, almancayı bir alman çocuğundan daha iyi konuşmanız lazım. Bu alternatifsiz. 2. Okuyacaksınız, güzel kardeşim. Okuyacaksınız, çünkü başka bir alternatifimiz yok. Bizim babalarımız tarlalarını bırakıp gitmişler, fabrikalarda ve lahan çukurlarında çocuklarını büyütebilmek için mücadele vermişler. Benim babama emir veren insanların amiri ben olmak mecburiyetindeyim. Bu şekilde hizmet etmeliyiz. Çünkü ´insanların en hayırlısı, insanlara hizmet edendir´…. Avrupa´da yaşayan, dilini, dinini unutmayan bir çok insanımız var. Ama nice nice ailelerin çocukları varki, bataklıklara düşmüşler. Eroin, esrar, fuhuş… Şimdi bir türk vatandaşı olarak, bu pisliklere bulaşmış bir türk gencimizi gördüğünüz vakit, sizin yüreğiniz sızlamıyorsa, sizin damarlarınızda dolaşan kandan şüphe etmeniz lazım… Ozaman biz Avrupa´da çok çalışmak mecburiyetindeyiz. Ama kazandıklarımızı profesyonel bir şekilde yine insana yatırmamız lazım… Mesela Türkiye´de bazı tatil bölgerinde en güzel hanlar Avrupalıların. En lüks evler… Bazı yerlerde 500 tane yazlık var, hepsi Avrupalı´ların. Öyle yerlerden her geçtiğim an, içim sızlar… Çünkü sadece yılda 15 gün bu yazlıklarda gelip kalıyorlar. O 500 haneye harcanan parayı bir düşünün… 15 gün için o para o duvarlara, o betonlara yatırılmaz… 10 tane fabrika açılsa, orada çoluk çocuğunu çalıştırsan, daha karlı olursun… Dolayısıyla şimdi Avrupa´da çocuklarımız ne yapacak? 1. Öncelikle hırsımız olacak. Hırsımız ama kendimize ait. Başkasına zarar vermeden. Allah herkese ayrı ayrı kabiliyetler vermiş. Herkese ayrı güzellikler vermiş. Bizim çocuklarımızda müzikde, sporda, eğitimde, her alanda en başarılı olmak mecburiyetinde. O aşkı onlara kim verecek? Bizim devletimiz o aşkı verecek, teşvik edecek. Bizim başarılı çocuklarımız batılı üniversitelerden burs alabilmek için, onların anlayışı doğrultusunda yaşamak mecburiyetinde değil. Bu çocuklar kendi hür iradeleriyle yaşayabilmeli, düşünebilmeli, bende ona hizmet edebilmeliyim. Çünkü o bir bilgi kaynağıdır… Tüm dünyaya baktığımızda, bir bilgi kaybına uğruyoruz, yetişmiş insan kaybına uğruyoruz. Niye? Çünkü biz ne doktorlar yetiştiriyoruz, ama onların giderlerini karşılayamıyoruz. Onları hemen diğer ülkeler kapıyor. Bu çok acı birşey… Çünkü biz bir güneşiz. Bu güneş benim maziden bugüne kadar gelen türk milletinin ve Türkiye devletlerinin hep özgür iradesiyle 3 kıtaya, 7 denize hükmetmiş. Adaleti, medeniyeti hep biz götürmüşüz o insanlara. Ozaman bizim çocuklarımız özlerini ve tarihlerini çok iyi bilmeli. Dolayısıyla Avrupa´da yaşayan ve doğan, Avrupa´da okuyan genç kardeşlerimizin babaları gibi olmaları yetmiyor. Anaları gibi olmaları yetmiyor. Çünkü analarıda babalarıda zorluk içerisinde yetiştiler… Dolayısıyla bunların farkına vararak idealist olmak mecburiyetindeyiz. Doğru bildiğimizi, cihan karşımıza geçse dahi, Peygamber Efendimiz (sav) gibi ´Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseniz, ben bu davadan vazgeçmem´ diyeceksiniz… İnsanlara hizmet edeceksiniz. Bireysel olarak, eğer biz berabersek, beraber kahvemizi içeriz. Kahvemiz var ise, beraber içeceğiz. Bilgi de bunun gibi. Eğer sen bu milletin bir ferdi isen, senin bir bilgi hazinesi olabilmen için, o bilgi sende var ise, o zaman o bilgi önce senin kendi milletine, senin kendine yakışır, sana faydası dokunmalı… Dolayısıyla bunu yapabilmek için türkçe önemli. Dil, dil, dil… Ama şimdi Türkiye´ye bakın, dizilere bakın, konuşulan türkçeye bakın… Onun için Avrupa´daki kardeşlerimizin türkçesine kızamıyorum, hiç bir şey diyemiyorum.

 

Mustafa Bey, Konfüçyusun bir sözü var, ´Bir toplumu yok etmek için, silahlara gerek yok. Lisanını unutturmak yeterlidir´ diye… Peki Mustafa Bey, Avrupa´da son senelerde çok nadir konser veriyorsunuz? Bunun nedeni varmı? Eskiden çok daha fazla sizi görmek ve dinlemek mümkündü…

 

Avrupa´da geçmişte çok konser verdik. Özellikle Almanya´da. Bir yılda 65-67 konser verdiğimiz oldu, 7 sene önce. Artık insanları tanır olduk. Bebekken elime alıp resim çektirmişim, ondan sonra nişanına, düğününe gitmişim… böyle olunca, biraz uzaklaşmak lazım. Ve ben şuna inanıyorum… Orada yaşayan insanlarımız, bir arının türlü türlü çiceklerden öz aldığı gibi, davranmalılar. Çünkü bu doğrultuda yanlız ben yokum. Birsürü arkadaşlarımız var, benden çok değerli sanatçılarımız var. Onlarıda çağırmak lazım. Onun için ben kendimi biraz geri çektim. Yinede arada-sırada gidiyoruz tabiki. Konserler devam ediyor.

 

Şeyh Edebali´nin Osman Gazi´ye nasihatinde geçiyor, ´Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir´. Adeta bunu uyguluyorsunuz yani….

 

Evet, bu çok doğru bir söz. Ben buna inanıyorum. Sevdiğinizi çok sevmeyin, bir gün gelir düşman olursunuz. Düşmanınızıda fazla yermeyin, gün gelir dostunuz olur… Yani ben kurufasülyeyi severim, ama hergünde olmaz yanı… Ama arkadaşlarımızı unutmuş değiliz, yine geliriz Allah izin verirse. Çok güzel dostlarımız var. Dünya-ahiret güzel kardeşlerimiz var… Avrupa´da yaşayan insanlarımızın belkide kimlik bulmalarında çok büyük faydaları oldular. Ben onlara minnettarım. Dünyanın neresinde bir türk var ise, kısmet olmuş benim bir albümümü almışlarsa, benim onlara bir refah borcum var… Dünyanın öbür ucundada olsalar, ben davete icabet ederim, ben gelirim… Benim albümümü alan herkese benim bir borcum var, kardeşim…. O yönden hiç bir problem yok çok şükür.

 

Peki Mustafa Bey, bu hoş sohbetiniz için ve bize vakit ayırdığınız için size çok teşekkür ediyoruz…

 

Rica ederim. Ben teşekkür ediyorum. Almanya´da ki kardeşlerime selamlarımı iletiyorum.

 

Publiziert in: Ayasofya, Nr.33 2010

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 4 Jahre später...
Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...