Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

(07.06.2013) Mustafa Ceceli ile bambaşka, çok farklı bir söyleşi

 

Mustafa Ceceli ile bambaşka, çok farklı bir söyleşi

http://i1.wp.com/www.ayasofya-zeitschrift.de/wp-content/uploads/Mustafa-Ceceli-4.jpg?resize=620%2C465

Mustafa bey, sizin için hayatınızdaki öncelikler nelerdir?

 

İlk önce insan neden yaşadığını bilmelidir? İnsanın en büyük düşmanı ´ben´ demektir. Onun için paylaşmanızın, birşeyleri birlikte yapmanızın keyfi çok farklıdır. Ben de bu şekilde büyüdüm. Ailemden öyle gördüm. Paylaşmayı ve vermeyi öğrendim. Asla bir şeyi kendinde sahiplenmemek gerekir. Çıktığım yol şu idi: Mesleğim ne olursa olsun, bunu en iyi şekilde nasıl yaparım? İdealim aranjör olmak idi. Ve bunu gerçekleştirdikten sonra, ne mutlu bana, Türkiye´nin çok değerli sanatçıları ile birarada çalışma fırsatı buldum.

Kendi çalışmalarınız çıkmadan önce başkaları için parçalar hazırladınız, bir şekilde yardımcı oldunuz. Ve kendi yolunuzu torpillerle değil, büyük emeklerle çizdiniz. Şimdi o tecrübelerin etkisini görebiliyormusunuz?

 

Tabiki hepsinden birşey öğrendim. Ve ´ben yaptım, şunu yaptım, bunu yaptım, birşey başardım´ demiyorum. Ortak bir çalışmayla, birarada birşeyler yaparak ortaya çıkan birşey. Ve o dişlilerin ve çarkların birtanesiydim. Bundan dolayı her zaman çok mutluluk duydum. Aslında paylaşmanın rahatlığını yaşıyorum. Onun getirdiği bir güzellik var. Bu güzellik devam etti. Ve bir gün aranjör kimliğine bir de şarkıcı kimliği eklenince bunun faydasını halen görüyorum. Yaptığın işi bile sahiplenmeyeceksin. Mustafa Ceceli albümün kapağında yazan bir isim. Sadece bu kadar. Çünkü kişinin en büyük düşmanı ´benlik´. Kelimelerin arkasındaki “M” harfi yakar. “Arabam, evim, benim”. İşte o sahiplenme duygusu insanın mezarıdır. Konserdeki tezahüratlar benim için değil, Mustafa için değil. Allah için. Hani derler ya, fiilin arkasındaki faile bak. Mustafa ancak bir gölge. Eğer ben orada ´vay be, ne şarkı söyledim, millette coştu´ dersem, biliyorumki bedeli de çok ağır olacak. Eğer direksiyona oturursa şöhret bittiniz. Özellikle bizim mesleğimiz alkışın içinde olduğu bir meslek. Eğer o beğeniyi üzerinize alırsanız hayat sizin için zorlaşır. Ama ne mutluki tüm bunları bir tarafa koyup, ´ne için dünyada yaşıyoruz? Neden dünyaya geldik?´ diye düşünebiliyoruz. Bizi hakikate götürecek olan bu yolculukta, benim dünya hayatı için yaptıklarım ne anlama geliyor? Bu soruyu kendime çokca sorup, bunun ile ilgili yanıtlar almaya çalışıyorum.

Peki muzik ile nasıl hakikate ulaşabiliyorsunuz?

 

Her ne iş yapıyorsanız yapın çalışmalarınızı hakikate, Allah´a yönlendirebilirsiniz. Bunu bir şarkıyla da yapabilirsiniz. Örneğin albümdeki ´Aşikardır Zat-ı Hak´ gibi. Yunus Emre´nin, Mevlana´nın, Şems´in de eserleri vardı. Hatta Padişahlar bile – ´Uyan ey gözlerim´ ile – bunu yapabilmişler. Onun için kişiyi hakikatlerine, gerçeklerine yönlendirilmiş her çalışma aslında Allah için yapılmıştır. Ve özellikle de bunu uzaklara atfetmek yerine şah damarınızdan daha yakın olanın sırrını yakalamak önemli. Bu sırrı yakalayamaz isek heba olup gidenlerden oluruz. Onun için olabildiğince tüm bunları içiçe alarak hayatımıza yön vermeye çalışmamız gerekiyor. İnsan hayatı geçicidir. Ne kadar sürecekki hayat?

İnsan ne kadar sahiplenirse o kadar bağımlı oluyor ve o kadar kaybediyor. Çalışmalarınız çıktıktan sonra hem parçalarınız, hem albümleriniz hızlı bir şekilde ´en iyi´ ödüllerini sahiplendi. Kaderi bu yönden nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Amaçlar vardır ve bunun ile beraber bazı araçlar vardır. Elbetteki bir ürünün ortaya çıkması ve bunun beğeni görmesi çok güzel bir şeydir. Burada önemli olan bunun bir amaç olmaması. Zaten bütün hayat böyle devam eder. Siz ibadetlerinizi amaç zannedersiniz, ama araçtır aslında. Gerçeğe götürecek bir araçtır. Ve bu bir hakikat meselesidir. ´Bir dünya hayatı var, bir de manevi hayat var´ ikileminden çıkmak lazım. Önemli olan şöhret dediğimiz şeyi üzerinizde tutmamanız. Şöhreti hayatınızın merkezi yaparsanız veya lokomotif olarak başınıza geçirirseniz yanarsınız. Bu nedenle bu ödüllerin hiçbirini şahsıma kabul etmiyorum. Orada ödüllenen pekçok insan vardır. Şarkının yazarı, bestecisi ve her kim var ise. Yani ödüllenince bunu bir ´ben´ meselesi yapmamak gerekiyor. Bunu üstünüze giymeyeceksiniz.

Avrupa´ya bir çok defa geldiniz. Sizce gurbette dinimiz ve kültürümü muhafaza edilebiliyormu? Sizin gözlemleriniz nasıl?

 

Bunu herkes kendi evinde, yani kalbinde yaşamalıdır. Örneğin Kreuzberg´i gördük, oralara gittik. Önemli olan bir yeri, bir mahalleyi Türkiye mahallesi gibi yapmakmıdır, yani bir kültürün devamı gibi göstermekmidir yoksa oranın koşullarına uygun bir biçimde hayatı en iyi bir şekilde yaşamakmıdır? İkiside kabul edilebilinir. Ama bence önemli olan önce bu sistemin doğru bir biçimde anlaşılması ve ondan sonra yaşamaktır. Elbetteki orada kendini çokda korumuş bir kültür var diyebiliriz. Ama kaç kuşak önce gidilmiş, örneğin hayatında Türkiye´yi görmemiş çocuklar var orada. Tabiki bu birazcık ailelerin durumuyla da ilgili bir mesele. Avrupa bazı konularda daha özgürlükçü görünüyor olabilir, bazı konularda da olmayabilir. Mühim olan oradaki koşullara göre en iyi bir şekilde, kimseye zarar vermeden, kimsenin yaşantısına mani olmadan uyum sağlayarak yaşamak. Çünkü herkes yanlız geldi, yanlız gidecek. Onun için siz o sokağı kendinize benzetseniz ne olur, benzetmeseniz ne olur?

Peki Almanya´da gelecekte bir projeniz olacakmı?

 

Almanya´da şuana kadar bir salon etkinliği yapmadık. Daha önce konserlerimiz oldu, ama bir salon etkinliği olmadı. Çıktığımız yerler yaş engeli olan yerlerdi, kapalı mekanlardı. Onun için gönlüm isterdi, yaş engeli olmayan biryerde salon konseri vermek. İnşaallah nasip olur. Bunun dışında yakın zamanda Viyana´da, Paris´de, Belçika´da, Sydney´de ve Hannover´de konserlerimiz olacak inşaallah.

Siz interneti ve özellikle sosyal paylaşım sitelerini de aktif bir şekilde kullanıyorsunuz.

 

İnternet öyle bir nimetki, buluş demek istemiyorum, bu Allah´ın bir nimeti. Çünki bir realite var. Zaman ve mekanı kaldırmıştır. Ben şarkımı burada yapıyorum, Almanya´daki bir dinleyici bir saatte yorumlayabiliyor. Bütün sınırlar kalktı aslında. Bu sebeple etkinliklerimizi çok hızlı bir şekilde paylaşabiliyoruz. Twitter´i kullanıyoruz (

), Facebook´ta bir fan-sitesi var (https://www.facebook.com/mustafaceceli), orada yeri geldiğinde kendim de yazıyorum. Tabiki bunlar hep bir sorumluluk da getiriyor. Yazdığınız bir harf milyonlarca kişi tarafından görünebiliniyor. O sebeple sosyal medyayı kullanırken çok dikkatli olmak gerekiyor. Sosyal medya bir kolaylığı getirmiştir, evet, dinleyiciniz veya takipciniz size ulaşabilir. Ancak bu saygı duvarlarını yıkan da birşey. Karşınızdakini görmediğiniz için, yüzüne de söylemediğiniz için saygısızlıklar olabiliyor. O yüzden ismi olmayan, resmi olmayan kişileri pek ciddi almıyoruz mesela. Ama bunun dışında ismi belli olan ve bazı konularda uyarıda bulunan kişileri ciddi alıyoruz. Örneğin ´kartonetteki şu söz hatalı´ diyenler oluyor. Yani böyle bir kolaylık da sağlıyor size sosyal medya. Bazı şeyleri oradan öğreniyorsunuz. Bir de Twitter´i anlık gelişmeler için çok kullanıyoruz. Gündem, haber portalları, ajanslar vs. için. Sonun olarak teknoloji kıymetli birşey. Buna kapalı kalarak yaşanmaz. Ve bunun kültür ile de hiç bir ilgisi yok. Eğer birisi ´ben teknolojiyi sevmem, anlamam´ diyorsa, kendisini bir nimetten mahrum bırakıyordur. Çünkü güzellik, bunun ile birlikte yaşamakta. Nasıl kullanırsanız size öyle geri dönecektir.

Kliplerinizde hep bir slow ağırlığı var. Bunun bir nedeni var mı?

 

Bu tepkiyi fark ettiğimiz için son iki klibi hareketli parçalara çektik. Çünkü albümlerde hareketli parçalarımız da var. ´Bu adam acaba sadece slow´mu söylüyor´ imajını birazcık değiştirmeye çalıştık. Slow çalmak bizim tercihimizdi, fakat şunu fark ettik, sahne çok hareketli, çok enerjik. İzleyenler o zaman şok geçiriyor. Ben de zaten fazla sakin biri değilim aslında. İşte televizyon insanları yanıltabiliyor. Televizyonun yanılttığı iki şey var: birisi bu mod, ikincisi kilo. Bu yüzden prodüksüyon ekibi olarak hareketli bir parçaya klip çekme kararı aldık.

Mustafa bey, hayatınızda önemli bir değişiklik daha oldu. Baba oldunuz. Babalık hayatınızı nasıl değiştirdi?

 

Önceliklerim değişdi. Eskisi gibi uzun stüdyo çalışmalarını tercih etmiyorum. Günün daha erken saatlerinde tercih ediyorum. Başka bir mesuliyet oluyor çünkü. Hayatta pek çok şeye dikkat eder hale geliyorsunuz. Birkişinin korunması, sağlığı, yetişmesi çok önemli birşey. Çünkü hepberaber bir mucizeye tanık olduk. Ultrason´da küçük bir nokta olarak görülen birşey, bebek olarak ruhuyla beraber canlı olarak meydana geliyor. Ve şuan onun gelişimini izliyoruz. Bırakın bir günü, on dakika´da değişiyor. Aslında hayatın nasıl durmayıp devam ettiğini biz kaçırmışız. Geri dönüp, kendi çocukluğunuzu hatırlayın, bir saniye bile kalbiniz durmadı. Bir saniye bile şu sisteminizde bir şey bozulmadı. Vücudunuzdaki bütün organizma yenileniyor. Çocukluk fotoğraflarınıza bakin. Onlar öldü. O fotoğraftaki kişi öldü. Hiç demeyinki ´o büyüdü´, çünkü o öldü. Aslında her an ölüyorsunuz ve her an diriliyorsunuz. Ve bunu fark etmek içinde bizim için çocuk çok iyi bir fırsat oldu. Biz de bunu gözlemliyoruz inşaallah. Ve bunun ile birlikte ´nasıl bir çocuk yetişecek?´ diye düşünüyoruz. Şartlar her gün dahada zorlaşıyor.

Meşhur bir baba olmak daha mı zor?

 

Bunun getirdiği farklı sorumluluklar da var tabiki. Önemli olan, onun kendisi bir birey olarak yaşaması gereken bir hayatı var. Herkes kendi özelliklerini yaşıyor. Hani derlerya ´7sinde neyse, 70şinde de o´. Bu atasözleri öylesine söylenmiş sözler değil.

Tanınmak, populer olmak hayatınızı sınırlandırıyormu? Mesela dışarıda istediğiniz gibi hareket edebiliyormusunuz?

 

Riskli tabiki. Ama hayatta risk almamak diye birşey yok. Nefes aldığınız her an risk altındasınız. Başınıza ne geleceğini bilemessiniz. Dünyevi şeylerle ilgili risk ise, ben zaten öyle fazla riskli yaşamıyorum. Sınırlamaya gelince, bu aslında yine sizin kendinize koyduğunuz bir kısıtlamadır. Ben yine sokakta geziyorum, alışverişimi yapıyorum. Sokakta biri beni görürse en fazla fotoğraf çektiriyoruz, ya da albümü imzalıyorum, ya da ayak üstü sohbet ediyoruz. Bu kadar. Kendini izole etmek, kendini birşeylerden soyutlamak kişinin kendi derdidir. Bunun için meşhur veya sanatçı olmanıza gerek yok. Bir kurumda çalışıyorsunuzdur, ´ben olmasam bu gazete çıkmaz´ dersiniz, kendinizi soyutlarsınız, bu da bir egoistliktir. Bu bir yaşam biçimidir. Sanatçı olmak gerekmiyor bunun için. Sen olmadan da o gazetenin çıkabileceğini sana sistem öğretir. Sensiz olabileceğini öğrenirsin. Tabiki meşhur olmanın bir sorumluluğu da var. Ama o şöhretin esiri olamayız, çünkü ahirettedeki VİP buradakine benzemez. Yani burada beğeniliyorsanız, bunun sonsuza dek böyle devam edeceğini düşünmemek lazım. O yüzden farkındalık ile yaşamaya çalışıyorum. Onun için hayatımı engellemiyor. Engellemesine müsaade etmiyorum. Dediğim gibi, izole olmak sizin elinizde.

Sizin için hayata anlam katan nedir?

 

Resulullah´ın söylediği hadislerin hiç biri o an söylensin diye, sadece bir konuyu aydınlatsın diye söylenmemiştir. Eğer onu açarsanız, bugüne de nasıl ışık tuttuğunu görürsünüz. Ayetler de sadece o dönemi anlatmıyor. ´2012´de ben bir ayetten ne anlamalıyım?´ diye sormamız gerekiyor. Bunları doğru yorumlayan kaynaklar, özellikle de kapalı ve kilitli olmayan beyinler bu konular ile ilgili çok önemli bilgiler veriyorlar. Ve bizler gelişmeyi ve yetişmeyi böyle düşünmemiz gerekiyor. Çünkü bizim tabi olduğumuz sistem bize yeniliği tavsiye ediyor. ´İlim Çin´de de olsa gidin alın´ diyor. Çin kelimesi de boşuna söylenmemiş. Şuan dünyanın en büyük ülkelerinden biri. Demekki hiç bir şey boşuna söylenmemiş. Bizler hep tesadüfi olarak hayatı değerlendiriyoruz ama bunun içinde en önemli şeyi kaçırıyoruz. O da işin özü. O yüzden hayatı yaşarken bunun ruhuyla ilgili düşünmemiz ve kendimizi bu konuda da geliştirmemiz gerekiyor. Mesela siz Almanya´da istediğiniz herşeye ulaşabilirsiniz. Eskiden olduğu gibi uzaklara gitmeye gerek yok. Herşey heryerde var. Onun için bence en önemli konu şu: Neden nefes alıyorsunuz? Yani gayeniz ne? Niye geldiniz bu dünyaya? Milyarlarca galaksinin içinde bir tane galakside insanoğlu. Milyonlarca gezegenden bir tanesidir dünya. Şuan 1000km´nin üstünde bir sürat ile dönüyoruz. Hangimiz farkında bunun? Firene basmak diye birşey yok. Dönüyor dünya. Şuan burada gördüğümüz herşeyin içinde muhteşem bir çalışma var. Bardağımızın içindeki suyun içinde bir çalışma var. Herşey dönüyor. Hiç bir şey durmuyor. Bu sistemin içinde insan bir nokta bile değil. Peki o zaman nasıl oluyorda en şerefli mahlukat olabiliyorsun? İşte bunları anlamak gerekiyor. Kur´an´ı Kerim kaplar içinde, göğsün üzerinde saklansın diye gelmedi. Biz okuyalım diye geldi. Okuyabilen ve açabilen beyinler tarafından da bugün hala dillenmektedir. Ve okurkende anlamını bilmek gerekir. Hepimiz Fatiha´yı ezbere biliyoruz. Ama anlamı ne? Fatiha´sız namaz olmaz. Manasını bilmeden nasıl olacak? Bu bir sorgulama değil, bu herkesin kendisine soracağı bir soru. Sadece seccadenin başında mı Allah´ın huzurundayım? Şuan neredeyim? O´nun olmadığı bir alan mı var? Acaba senin olduğun bir alan var mı? Tüm bunları birarada düşünürsek eğer, bizim başlangıç noktamız böyle birşey olması lazım. Sadece ´oldu bitti, araştırmayalım, sorgulamayalım´ demek yerine araştıralım, daha iyi anlamamıza, konsantre olmamıza vesile olacak ise araştıralım. Yani hangi dili konuşuyorsanız, o dilde birşeylere hakim olmanız, anlamanız daha kolaydır. Eğer diliniz almanca ise, almanca olarak sevebileceksiniz. Elbette ayetler indiği dilde, orijinalinde söylenmelidir, çünkü bu beyin ile ilgili birsey. Çünkü beyinde o kelimelerin titreştirdiği frekans ve karşılık herhangi bir lisana çevirildiğinde %100 olarak dönüşemiyor.

Zaten her tercüme aslında bir yorumdur. Tercüme eden, anladığını tercüme ediyor.

 

Evet. Örneğin bir Rahman kelimesi bir kelimeyle türkçeye çevirilemez. ´Esirgeyen´ derseniz birmilyonda birini bile söylememiş olursunuz. Okadar basit bir şey kalıyorki. O yüzden hem onun %100ünü hissedebilmek için elbetteki orijinal diliyle okumak gerekir, hemde kendi içinizde onu hissedip yaşayabileceğiniz cümleleriniz var ise bunlara da konsantre olmak lazım.

Hangi kaynaklardan faydalanıyorsunuz?

 

Kaynaklar da artık yenilenen çağ ile çok gelişdi. Özellikle hem dini hem bilimi paralel işleyen kaynakları tercih ediyorum. Bunları takip ediyorum. Çünkü o zaman anlıyorum internetin Allah´ın esmasının tecellisi olduğunu. Bunu daha evvel bilmiyordum. Yani bunu bana birisi açıklaması gerekiyor. Çünkü siz ile biz ile sınırlı birşey değil. Sonsuz birşey bu. Siz bunu, bir parça kendinizi yukarıdan seyrettiğinizde görürsünüz. Yani tek olan bir yapı var. Ancak bizim bugüne kadarki eğitim sistemimiz ve öğrenim şeklimiz çokluk üzerine kurulu. Okula gittiğin anda çoku öğreniyorsun. Rakamlar ile başlıyor çokluk. Herşey farklı, hersey çok, bir tane yeşil bile başka bir yeşili tutmuyor. Biryandanda o tek yapının içinde mükemmel sonsuz bir çokluk var. Dönüp dolaşıp ulaşmanız gereken, o tekil yapıyı anlayabilmek.

Mustafa bey, size Hacı Mustafa diyorlar. Birazcık Hacc´dan bahsedermisiniz?

 

Hacı demelerinden hiç rahatsız değilim. 2003´de Hacc´a gittim. 10 sene oldu. Tekrar gitmek isterim. Bazı semboller var, birde bunun ile beraber sizdeki gerçek karşılıkları var. Yani onları fark edip bulmak gerekiyor. Yani Hacc´a gelene kadar diğer ibadetleri doğru anlamak lazım yoksa Hacc sadece bir ziyaret olarak kalır. Ama öncelikle namaz nedir, oruç nedir, zekat nedir? Bunların üçü hakkında kendimizi çok iyi bilgilendirdiysek, hazırlandıysak, ondan sonra Hacc ile ilgili birşeylerden bahsedebiliriz. Yoksa anlatacaklarınız çok fiziksel ve yüzeysel olacaktır. Yani kalp ile alakalı birşey. Herkes çok farklı şeyler hissediyor orada. Güzel olan, bunların tamamını birleştirip döndüğünüzde yaptıklarınız. Bakın, bir olayın içindeyken ne yaptığınızın çokta bir önemi yok. Harika bir Ramazan yaşayabilirsiniz. Hayırlı olsun. Peki sonra ne yaptık? Tamam, Ramazan boyu dedikodu yapmadınız, dikkat ettiniz. Peki iftar´dan sonra? Yani önemli olan o hali koruyabilmek. Devam edebilmek. Tıpkı bunun gibi. Hacc´da belki bunların sonuncusu ama en kıymetlisi, çünkü bir hadis var, imkanı yerinde olan, ekonomik olarak ve sağlığı yerinde olan mutlaka Hacc´a gitmeli. Benimde orada değişik tecrübeler başıma geldi. Daha sonra iki defa umre yaptık. 2010´da Ramazan´da eşimle beraber ailelerle umre´ye gittik. Ondan sonra kardeşim, annem ve ben gittik. Elbetteki orası kendine ait özel bir yer. Herkese nasip olsun. İşte mühim olan sonrasında hayatınızda ne yaptığınız. Ve bunu derken fiziksel şeyleri demiyorum. Mesela şirk´e dikkat etmek. Şirk sadece ´iki tane Allah var´ demek değilki. ´Allah var, bir de ben varım´ diyorsan zaten bu şirk´dir. Kendine bir varlık verdiğinde biter. Ne için yaşıyorsun? Para için mi? Bitti. Şirk. Hayattaki önceliklerimiz önemli. Bunları biz göremiyoruz. Sembollerin peşinde kalıyoruz. Kişilerin peşinden koşuyoruz. Halbuki sen yanlız geldin, toprağa da yanlız gireceksin. Buna ne kadar hazırız? Aslında gün içinde belki en çok bu soruyu sormak lazım. Akşam yatağa yatarken sabaha uyanamama ihtimalin var. Hazırmısın peki? Ve buna razımısın? Tüm bunlar bize hayal gibi, masal gibi geliyor. Fakat hiçkimsenin inkar edemeyeceği bir gerçek var, oda ölüm. Görüşü, düşüncesi, inancı ne olursa olsun, kimse inkar edemez. Aslında ölümsüsüz. Ama Yunus Emre´nin de dediği gibi bu beden bir gün fonksiyonunu yitirecektir. Ama sonsuza kadar devam edecek olan o mükemmellik ve bunun sırları paylaşılmış, sonsuz bir hayat ile ilgili bir çok ayet var Kur´an-ı Kerim´de. Bitiyor ve devam ediyor. Nasılki hücreniz yenileniyor, aynen bunun gibi. Yani toparlayacak olursak, tefekkür olmaz ise, işin ruhundan uzaklaşırız, sadece sembolik bir takım anlatımlara takılırız. Mesela namaz. Orijinalindeki salat kelimesini çeviremiyorsunuz. Namaz dediğiniz zaman bir yükümlülük, ödev gibi oluyor. ´Kılmak´ diyorsun, daha beter. Halbuki yaşamak, yönelmek demek salat. Yani ´namaz kılmak´ ne demek, ´Rabbine yönelmek´ ne demek? Bütün derinliğinden uzak bir mana. Onun için hızlı, hızlı namaz kiliyorsun. Secdeye yatan, hemen geri kalkıyor. O zaman spor kadar karşılık alırsınız. Ne yaparsan, onu görürsün. Bu sistem, mekanizma böyle işliyor. Sen O´ndan yaşamaya yönelik daha fazla şey talep edebilirsin. Örneğin düşünerek yapabiliriz herşeyi. ´Bana burada ne hitap edildi? Besmelede ne anlamalıyım?´ diye düşünsek. Namaz´daki rüku´ları biraz daha düşünsek. Namazı bir ödev gibi, hemen bitirmek gibi görmeyip biraz daha yaşamak ile ilgili zaman harcasak. Orucu sadece yemeye, içmeye ve buzdolabına vurulan bur kilit olarak değilde, Kur´an´da geçen ´dedikodu yapan, ölmüş kardeşinin çiğ etini yemiş gibidir´ diye düşünsek ve et yemeden orucu tamamlasak. Elbetteki ´zorlaştırmayın, kolaylaştırın´ diye bir yolda yürüyoruz, ama güzel olan şey bunların hepsini birarada değerlendirmek. Bizde hayatı yaşarken bunları bir potada yaşamaya çalışıyoruz. Muziği de buna göre yapmaya çalışıyoruz. Sokağa çıktığınızda işinizi buna göre yapmaya gayret ediyorsunuz.

Allah da ona göre verir.

 

Biz bir beklenti içinde değiliz. Sistem kendi sonucunu kendi oluşturuyor. Yani biryerlerden bizlere birşeyler verecek kimse de yok aslında. Ne yaparsan sonucunu yaşıyorsun. Hani diyorya ´o gün elleriyle yaptıklarının sonucunu görecek insan´. O gün işte her an aslında. Her an bir konuların kıyameti kopar. Kopmakta ve siz onların sonucunu yaşıyorsunuz. Birgün insan dediğiniz şeyin, daha doğrusu bedenin de sonu gelecektir. Ama sonrası hakkında hiç bir bilgimiz yokmu acaba? Yoksa bize o bilgiler verilmişmi? İnsan netice olarak halife potansiyelinde yaratılmıştır. ´Yeryüzünde ben insanı halife meydana getireceğim´ diyor. Erkeği veya kadını demiyor. Bir cinsiyet ayırımı yok. İnsan yönelebilirse bir halife potansiyelindedir. Onu arzularsa ve o onda dilenmişse. Tabiki bu öyle bir sistemki sadece sizin arzulamanız yetmiyor. O yüzden olması gereken her an oluyor. Çam ağacı kiraz vermez. Kiraz ağacı kiraz verir. Bir adama ´sen şunu niye yapamadın?´ diye kızmak okadar abes ki. Olmuyorsa onu da öyle sevmen gerekiyor.

Peki Hacc´dan etkilenerek hazırladığınız bir parça var mı?

 

O dönemde henüz planda şarkıcılık yoktu. Fakat döndükten bir sene sonra tekrar albüm çalışmasına başladım ve ´Aşikardır Zat-ı Hak´ parçası ortaya çıktı. Şimdi bu öyle birşeyki, sizin orada birşeyleri ilham olarak almanız için çok konsantre bir hayatınız olması lazım. Yani önceliğiniz bu olması lazım. O yüzden Ahmed Hulusi´nin bu şiirini seslendirmek istedim. Söyleyelim ki, beyinlerimiz o yönde hissetsin, açılsın. Çünkü dillendikçe bu bizde ortaya çıkacaktır. Öbür türlü sadece lafda kalır. Tasavvufun özü dediğimiz zaman, yani İmam Gazali´nin eserlerinde de göreceğimiz bir mesele, mutlak varlık sahibinin olması. Orada vücud ´vücut´ demek değildir. Yani vahdet-i vücud Allah´ı bir bedene sokmak değil. Vücud varlık demek. Tek bir varlık var. İşte bunu dilde bırakmamak, yaşamak önemli. Sen kafanda birşey düşündüğün an beyinde işlemi yapar.

Bu konuyu biraz açabilirmisiniz?

 

Şöyle söyleyim, beynin çalışma sistemine bir bakalım: Ben size baktım, sizin üzerinize yansıyan ışınlar benim görme merkezime iletildi, görüntü orada oluşdu ve sonra ben bunun adını koydum. Halbuki o an siz zaten orada birşeyi tamamlamışsınız. Yani bir duayı düşündüğünüz an, aklınızdan geçirdiğiniz an o işlemini yerine getirmiştir. Dil en son ortaya çıkar. Yani bu işlemin son basamağıdır. O yüzden tüm bunları değerlendirirken bu şekilde değerlendirmek gerekir. O yüzden elbetteki size eskiden beri öğretilenler vardır, bir de araştırıp, üstüne düşünüp, hiç birşey kapalı olmaksızın yapacağınız şeyler vardır. İşte bunun başında da kendini tanımak gerekiyor. Bu konuda İmam Gazali´nin kitaplarını okuyorum, Ahmed Hulusi´yi okuyorum. Din-bilim ve sufizm üçlüsünü bir arada düşünüyorum. Bilim dünyasının en büyük hatası dini algılayamamaktır, bazı kapalı kalmış kişilerin hataları da bilimi anlamamaktır. Birbirini çürütmek için var değildir. Bilimle sen dini daha iyi anlayabilirsin. Sana bir kolaylık sağlayabilir. Biliyormusunuz, beynimizde herşey altı saniyede olup bitiyor. Ve siz kaderi de böyle daha iyi anlarsınız. Halbuki biz hep tasvirlerle yaşadık. Yani iman kelimesi, sadece görmediğiniz birşeyi kabul etmek değil. Dalabileceğiniz en güvenli su burasıdır. Derinde boğulmak, bence tasavvuf´da yok. Derine dalarsınız ve daldıkça daha güzel şeylerle karşılaşırsınız. Çünkü sırlar oralarda gizli. Yunus Emre´nin bir sözü var: ´Şeriat bir gemi, Hakikat bir deniz. Çokları gemiden denize dalamadılar.´ Korkmaya gerek yok, derine daldıkça Rabbul Alemi´ni fark edeceksin. Allah mükemmel bir şekilde sistemini çalıştırıyor. O kusursuzluğu görmek istersek aynada kendimize bakalım. Biz ne zaman kalbimize komuta verdik? Allah çalıştırıyor. Eğer sen bu bedene sahiplenirsen, yarin ölümü tattığında bu bedenden kurtulamassın. Bu hakikatlere ulaşabilmek için firsatımız var. Günde beş defa sesleniyor bize. Resulullah (sav.) ´Namaz, mü´minin miracıdır´ diyor. Yani sen bunu yaşayabilirsin. Her seferinde istiğfar etme şansın var. ´Ben şunları, bunları ettim, hata ettim´ deme şansın var. ´Bugün Seni hakkıyla değerlendiremedim´ deme şansın var. Çünkü hiç bir zaman değerlendirebildik diyemeyeceğiz.

Peki bunlara hayatımıza nasıl geçirebiliriz sizce?

 

En önemli şey bu hakikatları anlayabilmek. Sen bir olay karşısında hangi durumdasın? Firavun gibi misin? Firavunluk mu yaptın? Onun için o sonsuz hayata hazırlanabilecek bilgileri bize ulaştıran Resulullah´ı biraz daha iyi anlamamız gerekiyor. Kur´an ile biraz daha iç içe yaşamamız gerekiyor, biraz daha okumaya çalışmamız gerekiyor. Daha detaylı, daha derinlerde bu konuları araştırmak lazim, ki mevsim olarak böyle bir mevsimdeyiz. Bugün herşey internette var.

Yani okumamak ve araştırmamak için hiç bir bahane kalmadı.

 

Aynen öyle. Hiç bir bahane kalmadı. Sadece açılıp okunması lazim. Yunus´un, Şems Tebrizi´nin, Mevlana´nın, Gazali´nin Miskatül Envar´da yazılan cümlelerini biraz daha anlamaya yönelik okumak lazım. Resulullah´a konsantre olanlar mutlaka ondan beslenirler. Duyguların esiri olmamamız gerekiyor. Dedikoduyu hayatımızdan atalım. Dedikodu çok fuzuli ve tehlikeli birşey. Aynı şekilde su-i zan´ı bırakmamız gerekiyor. Yani düşünsel günahları. Sen bir adamı içki içiyor diye çekiştiriyorsan, sen de dedikodusunu yapmış oluyorsun. Herkes kendi önüne bakmalı, çünkü toprakta yanlız olacağız. Onun için bu hakikatları iyi anlamamız lazımki günümüze dönüştürelim. Her ne yapıyorsak o zaman işimizi doğru yaparız. Ve yaparkende sadece Allah rızası için yapalım. Kişileri hakikate yönelticek şekilde yapalım. Sizin derginiz de böyle bir şey. Hakikati ulaştırmaya çalışıyorsunuz. Bir dükkanda sağlıklı ve temiz meyve satan insan da Allah için çalışmış olur. Çünkü o yediğiniz şey kendi vücudunuzda bir hücreye dönüşecek, belki sağlıklı bir beyin hücresine dönüşecek ve o kişinin hakikate yönlenmesine vesile olacak. Alın işte Allah için işini yapan bir bakkal, bir manav. Bu böyledir. Biz de muziği bu şekilde değerlendirmeye ve hayatımızda yaşamaya çalışıyoruz.

Mustafa bey, bu akıcı ve güzel şöyleşi için, vaktınızı ayırdığınız için size çok teşekkür ediyoruz.

 

Ayasofya Dergisi No: 42

http://www.ayasofya-zeitschrift.de/?p=1552

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 2 Jahre später...
Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...