Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

[h=1]Fatih R. Civelekoğlu ile psikoloji konuştuk[/h]

http://i1.wp.com/www.ayasofya-zeitschrift.de/wp-content/uploads/Civeleko%C4%9Flu.jpg?resize=618%2C463Gurbet piskolojisi nasıl olur hocam? Gurbetçinin gurbette olması münasebetiyle piskolojisi nasıl olur? Özel bir durum söz konusu olurmu?

Anadolu da “Taş yerinde ağırdır“ diye bir söz vardır, kişiyle içinde bulunduğu ortam ilişkisine dair. Bu söz aslında toplumsal bilinçaltımızda yerleşik bir yargıyı dışa vurmaktadır, o da “herkesin ait olduğu bir yer vardır ve kişi orada bulunmalıdır“ yargısıdır. Bu ve benzeri yargılar kişinin içinde bulunduğu ortamı tanımlamasında belirleyicidir. Eğer kişi kendisini içinde bulunduğu yere ait görmüyor aidiyeti aslında kökünün geldiği yerlere aitse gurbet psikolojisi dediğimiz durum ortaya çıkar. Bu psikolojide kişi bulunduğu yere yabancıdır, bilinçaltından ona sürekli ´burada olmamalısın, sen buraya ait değilsin´ mesajları gönderilir. Bu da aslında içinde bulunduğu ortama uyum yetenekleri harikulade olan insanın bu kaynaklarının uyum sağlama yönünde değil de ait olduğu yere dönme yönünde işlemesine neden olur.Kişinin içinde bulunduğu durumu kabullenemeyerek eski durumuna özlem duyuyor olması ciddi bir stres kaynağıdır. Eğer kişi ´memleketimde yaşamalıyım´ gibi bir düşünceye sahipse, memleketinde olmak onun için ciddi bir ihtiyaç olmaya başlar. Karşılanmayan ihtiyaçlar strese yani gerilime neden olur. Bu gerilim kişinin psikolojik ve fizyoljik işleyişini bozarak onun verimliliğini ve uyum kabiliyetlerini olumsuz etkiler, hatta bu durum uzun vadede psikolojik rahatsızlıkların ortaya çıkmasına bile neden olur.

Fatih bey, Almanya´da yaşayan türkler Almanya´da “yabancı“, Türkiye´de “alamancı“ olarak adlandırılıyorlar. Aidiyet duygusu bu durumdan dolayı biraz zedeleniyor gibi. Sizce Almanya´da ki türkler “nereli“ veya nereli olmalılar?

Türkler Almanya´ya gideli yıllar olmuştur ancak bir çok kişi hala içinde bulunduğu koşullara uyum sağlayamamıştır. Bu uyumsuzluk hem kişiyi hem de çevresini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu durumda kendimize şu soruyu sormakta fayda var: Kader bizim bu beldelerde meskun olmamıza hükmetmiş ve bu hüküm kolay kolay değişecek gibi görünmüyor olduğu halde, bizim hala geldiğimiz yerleri düşünüyor, oralarda olmayı istiyor olmamız mutluluk ve başarı hedefimize ne derece uygundur?Bediüzzamanın da dediği gibi kadere karşı gelen başını örse vurur. O zaman kişiye düşen Mevla’nın takdiri ile cedelleşmek yerine benim burada bulunmamın elbette bir sebebi, bir amacı ve bir hikmeti vardır deyip işine bakmaktır. Bunu dediğimiz andan itibaren Mevla’nın “Her zorlukla beraber kolaylık evet bir kolaylık daha vardır“ hükmü gereğince gerek iç alemimizde gerekse de dış alemimizde var olan kaynaklarımız içinde bulunduğumuz koşullara uyum sağlamak için harekete geçecektir. Ve buna bağlı olarak belki yıllar sürebilecek uyum süreci aylar belki haftalar içerisinde aşılacak ve kişi bulunduğu beldede misyonunun gereğini ifaya başlayabilecektir. Mülk Mevla’ya aittir hükmünü hiç bir zaman unutmamalıyız her ne kadar bu mülkün üzerine Almanı, Hollandalısı vb. iskan edilmişse de en temelinde bütün bu beldeler içindekilerle Mevla’ya aittir. Bizler de O´na iman eden kulları olarak kaynağını bizzat Ondan alan oralarda var olma hakkına sahibiz. Yakın bir zamanda Hollanda ve Belçika seyahatim olmuştu, uçaktan ilk indiğimde biraz yabancılık çektiysem de yukarıda ki düşünce biçimi bir kaç saat içinde kendimi yabancı bir ükede oldukça rahat hissetmemi sağladı. Evet ben öncelikle Mevla’mın mülkünde idim, adı Hollanda ya da Belçika olsa da bütün bunlar O na aitti ve O benim mülkünün bu bölümünde bulunmama hükmetmişti. Bu örnekte de görüldüğü gibi düşünce biçimimiz içinde bulunduğumuz koşulların üzerimizdeki etkisini belirliyor. Bu etkiyi olumlu yönde değiştirmek de bizim elimizde.

Peki, birde nesiller çatışması yaşanıyor gurbette. Türkiye´den gelen 1. nesil ve 2. nesil ile Almanya´da doğan 3. nesil arasında bir kopukluk var. 1. nesil ve 2. nesil çocuklarına ve gençlere nasıl davranmalı? Bu sorun nasıl çözülebilinir?

1. ve 2. nesil uyum sorununu çözemedikleri halde 3. nesil ile sorunlarını çözebilmeleri oldukça zor. Kişi eğer kendisini geldiği yere ait hissediyor ise evlatlarının da bu duygu ve düşüncelerini paylaşmasını ister. Ancak çocukları onun geçtiği evrelerden geçmemiş, onun geldiği yerlerden gelmemiştir. Memleket onlar için ebeveynlerinden daha farklı şeyleri çağrıştırmaktadır. Dolayısıyla bu kavramlara bakışı farklıdır. Çoğu zaman çocuklarının bu yaklaşım farkı ebeveynlerde tedirginlik oluşturur, bu durumu kabullenemezler, çocuklarını kendileri gibi düşünmeye ve hissetmeye zorlar. Bu da çatışmaya ve zamanla ilişkilerin zedelenmesine yol açar. Gerek yurtdışındaki gözlemlerim gereksede yurt dışından gelen danışanlarımla yaptığım çalışmada bu endişeyi ve onun tetiklediği bu çatışmayı yoğun bir şekilde gözemliyorum. O zaman kendimize şu soruyu soralım: bir sonraki nesli istediğimiz gibi şekillendirmeye çalışırken, onlarla çatışmamız ve bundan dolayı ilişkilerin zayıflaması onlara değerlerimizi benimsetme çabamıza ne derece uygun bir davranış olur? Elbette ki kalıplayıcı bir yaklaşım yerine muhabbet temelli bir yaklaşımı benimsemek hem iletişim çatışmalarına neden olmayacak hem de onların şahsımızda temsil ettiğimiz kültürel değerlerimizi benimsemesine vesile olacaktır. Nitekim Peygamberimiz (sav.) ´sevdirin, nefret ettirmeyin´ buyuruyor. Buradan da anladığımız üzere çocuklarımız bile olsa sevmedikleri takdirde kültürel değerlerimizi onlara benimsetmemiz oldukça güçtür.

Gurbetteki gençler çoğu zaman hem türkçeyi hemde bulundukları ülkenin dillerini iyi bilemedikleri için, ailelerde bir iletişim kopukluğu meydana geliyor. Bunu aşmak için neler yapılmalı?

Bir insanın bir tane ana dili olur ve bu ana dili kendisiyle düşündüğü dildir. Eğer bir gurbetçi çocuğu Almanca düşünüyorsa onun ana dili Almanca demektir. Kaldı ki çocuklar yabancı dilde eğitim alıyor olmanın etkisiyle çoğunlukla o dilde düşünüyorlar. O zaman kişi öncelikle düşünme sürecinde kullandığı dili çok iyi bilmeli, aksi takdirde düşünme kapasitesi sınırlanır. Avrupa´da gurbetçi çocuklarının eğitim seviyelerinin düşük olması zeki olmadıklarından değil zekanın işleyişinin en önemli unsuru olan dile yeterince hakim olamamalarıdır. Bunun yanı sıra kişinin kendi dilini bilmesi de elzemdir. Dile ne kadar hakimse öz kültürüne de o kadar hakimdir. Çünkü kültürel öğeler dil aracılığıyla aktarılır. Şiirler, kıssalar, ayet ve hadisler ancak dile hakim olunmayla öğrenilebilir. Ne yazık ki gözlemlerim gurbetçi çocuklarımızın Türkçe konusunda çok yetersiz olduğunu gösteriyor. O zaman yapılması gerekenlerden birisi Türkçeyi öğrenmelerini sağlamaksa da diğeri kültürlerini ağırlıklı olarak kullandıkları dil olan Almanca aracılığıyla onlara aktarmak. Örneğin bir gencin Türkçesi Kuran Mealini anlamada yetersizse onun Kuranı, Almanca mealinden okuyabilmesini sağlamamız gerekiyor ki dil yetersizliği dinini kültürünü öğrenmesine mani olmasın. Bu açıdan Türkçenin öğretimi kadar, Türk kültürünün oradaki 3. nesile aktarılabilmesi için belli başlı kaynakların Almancaya çevrilmesi de ihmal edilmemesi gereken hususlardandır.

Publiziert in der Ayasofya 46, 2014

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...