Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Zindandan Aydinlik Yarinlari Haykiran Bir Sâir: Necip Fazil

 

 

 

http://www.sizinti.com.tr/images/konular/304/20.jpg

 

Necip Fazil'in hayatinda üç devre vardir. Onun yetmis dokuz yillik hayati ve altmis yillik sâirligi genel hatlariyla üç devreye ayrilir.

Necip Fazil, bu devreleri "Onu Taniyincaya Kadar", "Onu Tanidiktan Sonra", "O Günden Beri" olarak adlandirir. O dedigi; sâirin yol göstericisi, efendisi Abdülhakim Arvasi'dir. Necip Fazil'i sevmeyenlerin, onu begenmeyenlerin tasnifi ise; "Genç Sâir", "Mistik Sâir" ve "Sâbik Sâir" seklinde olmustur. O, bu devrelerde birbirinden çok farkli bir hayat ve sanat anlayisina sahiptir.

1904-1934 yillari arasindaki birinci devresinde Necip Fazil, Fransiz Mektebi, Amerikan Koleji, Büyük Resit Pasa Numune Mektebi, Rehber-i Ittihat Mektebi, Bahriye Mektebi gibi okullarda okuyan yaramaz bir çocuk olarak dikkati çeker. Bu okullardan sonra Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde okur. 1924 yilinda ise, Cumhuriyet'in Avrupa'ya gönderdigi ilk ögrenciler arasindadir. Paris'e gidecek ünlü Sorbon Üniversitesi'nde felsefe tahsili yapacaktir. Fakat, Paris'te kendini kumara kaptiran sâir, Türkiye'ye dönmek zorunda kalir. Üniversite ögrenciliginden Paris dönüsüne kadar geçen yillarinin özü, kendi ifadesiyle "basibozukluk ve serseriliktir."

 

 

1925-1934 yillari arasinda Hollanda Bankasi, Osmanli Bankasi ve Is Bankasi'nda çalisir. Ahmet Hasim, Yahya Kemal, Abdülhak Hâmid, Aka Gündüz, Nurullah Ataç, Ahmet Hamdi, Cahit Sitki, Peyami Safa, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi, Nazim Hikmet gibi birçok yazar ve sâirle tanisir ve onlarla birlikte kendini bohem hayatina birakir.

Ilk siirleri 1922 yilinda Yeni Mecmua'da yayimlanan Necip Fazil, 1925 yilinda ilk siir kitabi "Örümcek Agi"ni yayimlar. Ardindan 1928 yilinda "Kaldirimlar" adli ikinci siir kitabi çikar. Kisa sürede büyük bir söhrete kavusur. Yasayan genç sâirlerin en büyügü olarak görülür. Devrin ünlü edebiyatçilarindan Yakup Kadri, onu bir deha olarak tanitir. Edebiyat tarihçisi Ismail Habib, onun his ve hayal yüksekligine hiçbir sâirin çikmamis oldugu yazar. Devrin kimseyi begenmeyen ünlü elestirmeni Nurullah Ataç, onu yarina kalacak tek sâir olarak degerlendirir. Yasar Nabi, ondan "bir misrai bir millete seref verecek sâir" diye söz eder. Siirleri ders kitaplarina girer ve bu arada 1932 yilinda üçüncü siir kitabi "Ben ve Ötesi" yayimlanir.

Bütün bu ilgi, sevgi, itibar ve söhret Necip Fazil'i mutlu etmeye yetmez. Perisan yasayisini önlemez. Onu kadin-içki-kumar üçgeninden kurtaramaz. Bu hali, onun siirlerine de yansir. Bu devirde yazdigi siirlerinde, o, yalnizlik duygusu, bosluk hissî, ölüm korkusu, umutsuzluk gibi hep menfî denilebilecek duygulari terennüm eder.

Yeryüzünde yalniz benim serseri

Yeryüzünde yalniz ben derbederim

diye feryat eder. Süphe, korku, cinnet duygulari içinde yasar. Büyük sehirlerin kaldirimlarinda kendini yalniz, yapayalniz hisseder. Ailesinden aldigi ulvî degerleri bir süre korumaya çalissa da, birçok çagdasi gibi "devrini ve neslini saran korkunç imansizligi yenemez."2 "Içinde yasadigi devir ve muhitin ulvî bir imanin gelismesine meydan vermeyen yikici sartlari"3 Necip Fazil'a da önemli ölçüde tesir eder.

Iste Necip Fazil, bu derbeder, perisan hayatini yasarken karsisina çikan bir büyük insan, onun hayatinin akisini degistirmesine sebep olur. Bu, Abdulhakim Arvasî'dir. Abdülhakim Arvasî'yle tanistiktan sonra, Necip Fazil'in hayatinin birinci dönemi biter. 'Onu Tanidiktan Sonra" diye adlandirdigi ikinci dönemi baslar.

Necip Fazil, önce eski hayat tarziyla, "kurtaricim" diye nitelendirdigi Abdülhakim Arvasî'nin kendisine tavsiye ve telkin ettigi hayat tarzi arasinda bocalar ve ne yapacagini bilmez. "Aylarca yikik ve saskin" dolasir durur. Fakat bir süre sonra, Efendisi'nin yardimiyla hayat denilen "çetin bilmeceyi" çözer. O zamana kadar aklina takilan ama bir türlü tatmin edici cevaplar bulamadigi sorulara, cevap bulur. Kâinattaki müthis nizami kesfeder ve bu nizam onu, bu nizami kuran, isleten, her seye hükmeden büyük Yaratici'ya götürür:

Atomlarda cümbüs, donanma senlik;

Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur,

Iç içe mimari, iç içe benlik;

Bildim seni ey Rab, bilinmez meshur!

Abdülhakim Arvasî, sâirimize "yepyeni bir dünya hediye etmis", onu derinden etkilemis, hayat, kâinat ve insanin ne oldugunu anlatmistir. Bu yüzden Necip Fazil, Efendisi'yle tanistigi âni, hayatinin en güzel âni olarak görür:

Allah dostunu gördüm, bundan alti yil evvel

Bir aksamdi ki, zaman, donacak kadar güzel.

Onu tanimadan geçen yillarina üzülür, hayiflanir:

Tam otuz yil saatim islemis, ben durmusum;

Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmusum…

Necip Fazil'in hayatinda, 1934 yili, çok önemli bir dönüm noktasi olur. Hayat tarzi degisir, sâir fildisi kulesinden çikar, genis halk kitleleriyle bütünlesir. Eserlerinin sayisi hizla artar. Kendi ifadesiyle "O güne kadar bütün eseri bir buçuk kitapçiktan ibaret mistik sâir, sadece o büyükten aldigi feyzle seksen-doksan cilt esere dogru yürür."4 Siirleri, tiyatro eserleri, arastirma ve incelemeleri, gazete ve dergi yazilariyla Türk edebiyatinin ve Türk sosyal hayatinin en renkli simalarindan biri haline gelir. Artik gözü "büyük sanatkârliktadir." Onun için sanat Allah'i aramaktan baska bir sey degildir. Gerisi ise çelik-çomaktan ibarettir:

Anladim isi, sanat Allah'i aramakmis;

Marifet bu, gerisi yalniz çelik-çomakmis..

Simdi "gökte samanyolu" onun, "dipsizlik gölünde inciler" onundur. O, "Allah Dostu'nun" kilavuzlugunda "biricik meselesi" olan "Sonsuza" yürümektedir. Hayati düzene girmis, namaza baslamis, Efendisi'nin "devamli olarak evlenmesi gerektigi isaretine"5 uyarak 1941 yilinda onun huzurunda evlenmistir.6 Çalistigi bankadan istifa etmis, Güzel Sanatlar Akademisi ve Robert Kolej'de ögretmenlik yapmaya baslamistir. Gençlik günlerine pisman olmakta, "nur topu günlerin kanina" girdigini düsünmektedir.

Bu arada yillar yillari kovalamis, "gazetelerde giristigi Islâmî mücadele yüzünden" eski çevresinin ona karsi tavri gün geçtikçe degismistir. O da, 1943 yilinda bu sartlar altinda fikirlerini daha iyi anlatacagi ve Islâm'a daha iyi hizmet edecegini düsündügü "Büyük Dogu" mecmuasini çikarmis ve ilk sayisini eline alip Eyüb'e, Efendisi'nin yanina kosmustur. Fakat ev bombostur. Çünkü Efendisi Bakanlar Kurulu karariyla Izmir'e sürülmüs, kisa bir süre sonra serbest birakilmis ve ardindan vefat etmistir. "Artik Efendisi'ni dünya gözüyle bir daha göremeyecektir." Bu olayla birlikte Necip Fazil'in hayatindaki ikinci devir de bitmis, çok daha farkli, çileli, hareketli ve renkli üçüncü devir baslamistir.

 

http://www.sizinti.com.tr/images/konular/304/21.jpg

 

 

Necip Fazil, Büyük Dogu mecmuasini çikardiktan sonra, Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki hocalik görevinden ayrilmak zorunda kalmis ve kendini mücadele dolu bir hayatin ortasinda bulmustur. Çikardigi Büyük Dogu Mecmuasi bazen Bakanlar Kurulu karariyla, bazen sikiyönetim tarafindan kapatilmis, kendisi hapse atilmis, ailesiyle birlikte maddî, mânevî büyük sikintilara katlanmak zorunda kalmistir.

Büyük Dogu mecmuasiyla birlikte, Necip Fazil'in hayatinda sosyal bir dönem de baslamistir. Artik o, cemiyet meseleleri karsisinda "beyni zonk zonk sizlayanlardan biridir." "Kaldirimlar Sâiri" degil, "Muhasebe Sâiridir." Basini iki diz kapaginin arasina yerlestirip sorar:

…Ben neyim ve bu hâl neyin nesi?

Yetis, yetis, hey sonsuz varlik muhasebesi?

Disimda bir dünya var, zip zip gibi küçülen,

Içimde homurtular, inanma diye gülen…

Inanmiyorum, bana ögretilen tarihe!

Sebep ne, mezardansa bu hayati tercihe?

Üst kat: Elinde tesbih agliyor babaannem

Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âsiklari,

Alt kat: Kiz kardesimin (tamtam)da çigliklari,

Bir kurtlu peynir gibi, ortasinda kestigim

Buyrun ve maktaindan seyredin, iste evim!

Bu ne hazin agaçtir, bütün ufkumu tutmus!

Kökü iffet, dallari taklit, meyvesi fuhus…

Artik Necip Fazil, bir baska Necip Fazil olmustur. Artik o, "mukaddes emanetin dönmez davacisidir." Ona kimileri mürteci derler, fakat çile sâiri onlara gereken cevabi vermekte gecikmez:

Zamani kokutanlar, mürteci diyor bana;

Yükseldik saniyorlar, alçaldikça tabana

Yeter senden çektigim, ey tersi dönmüs ahmak!

Bir saman kâgidindan, bütün is kopya almak;

Ve sonra kelimeler, kutlu, mutlu, ulusal.

O, hiç durmadan, dinlenmeden, yilmadan büyük mücadelesine devam eder. "Kollarini bir makas gibi açarak"

"Durun kalabaliklar, bu cadde çikmaz sokak!"

diye haykirir. Insanlari dogru yola davet eder. Her seyi sorgular. Devrin tarih ve dil anlayisini tenkit eder:

Bülbüllere emir var; lisan ögren vakvaktan

Bahset tarih, baligin tirmandigi kavaktan.

Onun bu siirleri Anadolu insani tarafindan sevilerek okunur. Ve Türk halki, kendi duygularini, düsüncelerini, inançlarini, tarihini, kültürünü, mukaddeslerini böylesine güzel bir sekilde destanlastiran Istanbullu sâiri hasretle kucaklar.

Necip Fazil, 1943-1960 yillari arasinda defalarca tutuklanir, hapse atilir, "ölüm ve cinnetten ötede zindan acilari" çeker. Büyük Dogu defalarca kapatilir, toplatilir. "1958 Büyük Dogu'larindan da yüklendigi, parça parça yüz yila yakin mahkumiyeti" vardir. Bu durumda tam ne yapacagini düsünürken 1960 ihtilâli olur. Ihtilâlin umumî basin affiyla bu cezalardan bütünüyle kurtulur. Fakat o çile sâiridir. Bu dünyaya sanki çile çekmek için gelmistir. Ihtilâli yapanlarin ilk tutukladiklari, kimseler arasinda Necip Fazil da vardir. "Bir metre genislik ve iki-üç metre uzunlugunda, basik, içinde tenesirimsi tahta bir kerevet, bogucu, daha dogrusu çildirtici"7 bir "hücreye" atilir. Bu hücrede "eli, kolu, dili ve yolu bagli" çile sâirini "tokat, yumruk ve tekme altinda hirpalarlar."8 Ayrica çikarilan genel basin affina bir istisna getirilerek, Necip Fazil birbuçuk yil hapse mahkûm edilir ve Toptasi Cezaevi'ne kapatilir.9 "Bati demokrasilerini örnek alan Cumhuriyet devrinde çesitli dünya görüslerine sahip birçok yazar ve sâir hapse atilmislardir."10 Fakat "hapse atilma, hatta idam edilme sanatçilari düsüncelerini söylemekten alikoyamaz. Onlarin elinde kendilerini mahkûm edenleri mahkûm eden ölmez bir silâh vardir: Sanat"11 Toptasi Cezavi'nde birbuçuk yil kalan çile sâiri, orada Türk edebiyatina çok güzel siirler kazandirir. Bunlar arasinda, belki de en güzel siirlerinden biri olan "Zindandan Mehmed'e Mektup"da vardir. Mehmet sâirin büyük ogludur.

 

 

 

 

Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta!

Baba katiliyle baban bir safta!

Bir de, geri adam, boynunda yafta…

Halimi düsünüp yanma Mehmed'im!

Kavusmak mi?.. Belki… Daha ölmedim!

 

Avlu… Bir uzun yol… Tugla döseli,

Kirmizi tuglalar alti köseli.

Bu yol da tutuktur hapse düseli…

 

Git ve gel… Yüz adim… Bin yillik konak,

Ne ayak dayanir buna, ne tirnak!

 

Bir âlem ki, gökler boru içinde!

Akil, olmazlarin zoru içinde.

Üst üste sorular soru içinde:

 

Düsün mü, konus mu, sus mu, unut mu?

Buradan insan mi çikar, tabut mu?

 

Bir idamlik Ali vardi; asildi:

Kaydini düstüler, mühür basildi.

Geçti gitti, birkaç günlük fasildi.

 

Ondan kalan, boynu büyük ve sefil;

Bahçeye diktigi üç bes karanfil…

 

Müdür bey dert dinler, bugün "maruzât"!

Çatik kas.. Hükümet dedikleri zat…

Beni Allah tutmus, kim eder azat?

 

Anlamaz; yazisiz, pulsuz, dilekçem…

Anlamaz! Ruhuma geçti bilekçem!

 

Saat bes dedi mi, bir yirtici zil;

Sayim var, maltada hizaya dizil!

Tek yekûn içinde yazil ve çizil!

 

Insanlar zindanda birer kemmiyet;

Urbalarla kemik, mintanlarla et.

 

Somurtus ki biçak, nâra ki tokat;

Zift dolu gözlerde karanlik kat kat…

Yalniz seccademin yönünde sefkat:

Beni kimsecikler oksamaz mâdem;

Öp beni alnimdan, sen öp seccadem!

 

Çayci, getir, ilâç kokulu çaydan!

Dakika düselim, senelik paydan!

Zindanda dakika farksizdir aydan.

 

Karistir çayini zaman erisin;

Köpük köpük, duman duman erisin!

 

Peykeler, duvara mihli peykeler;

Duvarda baslardan, yagli lekeler,

Gömülmüs duvara, bas bas gölgeler…

 

Duvar katil duvar, yolumu biçtin!

Kanla dolu sünger… Beynimi içtin!

 

Sükût… Kivrim kivrim uzaklik uzar;

Tek nokta seçemez dünyadan nazar.

Yerinde mi acep, ölü ve mezar?

 

Yeryüzü bosaldi, habersiz miyiz?

Günese göç var da, kalan biz miyiz?

 

Ses demir, su demir ve ekmek demir…

Istersen demirde muhali kemir.

Ne gelir ki elden, kader bu, emir…

 

Garip pencerecik, küçük, daracik;

Dünyaya kapali, Allah'a açik.

 

Bu ne güzel, ne muhtesem bir siirdir. Bu ne güzel, ne mükemel bir dildir! Bu nasil çarpici bir üslûptur. Bu nasil bir sâirdir ki, mahkumken bile hükmeder. Çesitli devirlerde, çesitli dünya görüslerine mensup birçok sâir hapse girmistir. Fakat bunlarin hiçbirisi, zindandan bu kadar aydinlik, bu kadar orijinal, bu kadar derin, bu kadar heyecanla ve bu kadar gür bir sesle, bu kadar umutla haykiramamistir. Türk edebiyatinda heceyi onun kadar basariyla kullanan çok az sâir yetismistir.

Çile sâirinin en önemli vasiflarindan biri de, en olumsuz sartlar altinda bile umutsuzluga kapilmamasi, daima umut dolu olmasidir. O hiçbir zaman, hiçbir olumsuz sart altinda ümitsizlige düsmemis ve topluma daima tarihî misyonunu hatirlatmistir. Necip Fazil, zindandan bile aydinlik yarinlari haykiran, çevresine müjdeler veren adamdir:

Dua, dua, eller karincalanmis;

Yildizlar avuçta, gök parçalanmis.

Gözyasi bir tarla, hep yoncalanmis…

 

Bir soluk, bir tütsü, bir uçan bugu:

Iplik ki, incecik, örer boslugu.

 

Ana rahmi zâhir, su bizim kogus;

Karanliginda nur, yeniden dogus…

Sesler duymaktayim: Davran ve bogus!

 

Sen bir devsin, yükü agirdir devin!

Kalk ayaga, dimdik dogrul ve sevin!

Mehmed'im, sevinin, baslar yüksekte!

Ölsek de sevinin, eve dönsek de!

Sanma bu tekerlek kalir tümsekte!

Yarin elbet bizim, elbet bizimdir!

Gün dogmus, gün batmis, ebed bizimdir!

 

http://www.sizinti.com.tr/images/konular/304/22.jpg

 

Hapisten çýkýnca, 1964'den 1971'e kadar Büyük Doðu dört defa daha çýkar, kapanýr. Necip Fazýl yine bu yýllarda 1963'te baþlayan konferanslarýyla Anadolu'yu bucak bucak dolaþýr. "Büyük Doðu Neslini" yetiþtirmeye çalýþýr. Binlerce insana hitap eder. Hep ümit doludur. Geleceðe umutla bakar. Hiç durmadan Anadolu'ya tohum saçar. Bu tohumlar bitmezse toprak utanmalýdýr:

Tohum saç, bitmezse toprak utansýn

Hedefe varmayan mýzrak utansýn

Hey gidi küheylan, koþmana bak sen!

Çatlarsan, doðuran kýsrak utansýn!

….

Ustada kalýrsa bu öksüz yapý,

Onu sürdürmeyen çýrak utansýn!

Necip Fazýl, 1972'de artýk evindedir. 1978'de Büyük Doðu on altýncý defa çýkar. Ama o artýk bir hayli ihtiyarlamýþtýr. "Pýrýl pýrýl zekâsýna, muhayyilesine, dipdiri sesine raðmen, bedeni son senelerde süratle çökmüþtür." Ve koca þâire artýk dünya boþ, odalarý loþ gelmekte, gözleri müebbette, gününü beklemektedir. Gelen meleðe hoþ geldin, safa geldin demeye hazýrlanmaktadýr. Ýnanan bir insan olarak onun için "Ölüm güzel þeydir." Bu inancýný ne kadar da güzel þiirleþtirir:

Ölüm güzel þey, budur perde ardýndan haber…

Hiç güzel olmasaydý ölür müydü Peygamber?

O da her fani insan gibi, 25 Mayýs 1983'te bir güzel ölümle bu dünyadan ayrýlýr, çok sevdiði Yüce Yaratýcý'sýna kavuþur.

 

 

 

Kaynaklar:

1- Necip Fazýl Kýsakürek, O ve Ben, 5. baský, Ýstanbul, 1987, s. 64.

2- Mehmet Kaplan, Edebiyatýmýzýn Ýçinden, Ýstanbul, 1978,. S. 19.

3- a.g.e., s. 193.

4- Necip Fazýl Kýsakürek, Bâbýâli, 2. baský, Ýstanbul, 1976, s. 204.

5- Kýsakürek, O ve Ben, s. 130.

6- a.g.e., s. 162.

7- Necip Fazýl Kýsakürek, Cinnet Mustatili, 4. baský, Ýstanbul, 1983, s. 301.

8- a.g.e., s. 302.

9- a.g.e., s. 306-307.

10- Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Þiiri, 2. baský, Ýstanbul, 1975, s. 30.

11- a.g.e., s.31.

12- Necip Fazýl Kýsakürek, Çile, 12. baský, Ýstanbul, 1987.

 

 

 

 

Fatih ALPEREN

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Allah senden razi olsun. Necip Fazil gercekden cok müthis bir sahir.

Ayasofya Dergisinin 8.sayisinda Necip Fazilin hayatini kisaca yazmisdim.

Onuda buraya kopyalamak istiyorum.

 

 

NECÝP FAZIL KISAKÜREK

 

Hayatý

 

Necip Fazýl 26 Mayýs 1904 yýlýnda Ýstanbul´da doðdu. Eðitimini Fransýz ve Amerikan kolejlerinde, Bahriye Mektebinde ve Darülfünunun Felsefe Þubesinde görmüþ. 1925´de Paris´den Ýstanbul´a dönmüþ ve bankalarda çalýþmýþ. 1928 senesinde “Kaldýrýmlar” adlý þiir kitabýný çýkarýr ve namý duyulmaya baþlar. 1944 senesinde “Büyük Doðu” dergisini çýkarmaya baþlar ve politikaya atýlýr. Çeþitli kereler cezaevine girer ve çýkar. 1980 yýlýnda Türk Edebiyat Vakfý tarafýndan “Þairler Sultaný” ilan edilir. 25 Mayýs 1983´te Ýstanbul´da vefat eder. Allah rahmet eylesin.

 

Seyyid Abdülhakimi Ziyaret

 

Seyyid Abdülhakim Efendiyle karþýlaþtýðýnda, hayatýnýn dönüm noktasýna gelir. Bu karþýlaþma anýný þöyle tarif eder:

 

“Bana yakýn gözlerle bir kerecik baktýnýz; Ruhuma, büyük temel çivisini çaktýnýz!”

 

“Tam otuz yýl saatim iþlemiþ, ben durmuþum; Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuþum...” (Tam Otuz Yýl, 1934)

 

Bu olaydan sonra, Necip Fazýl birden “mürteci” ve “dindar” olarak namlandýrýlýr. Fakat o yolundan vazgeçmez ve Ýslami edebiyatýn öncüsü olarak gönüllere yerleþir.

 

Ýslam görüþü

 

Necip Fazýl artýk çareyi Ýslam´da arar. “Sosyalizma ve komünizmanýn var etmek isteyip de yok ettiði adalet ve tesviye ölçüsünün hakikatý, Ýslam´da... Liberalizma ve kapitalizmanýn yiye yiye çatlamasýna veya fertten her hakkýn kaptýrmasýna mani ölçüler, Ýslam´da... Demokrasya ve fikir hürriyetinin baþý bozukluða ve kargaþalýða sarkan aþýrýlýðýný köstekleyici anlayýþ, Ýslam´da... Nazizma ve faþizmanýn kazýp rüyasýný gördüðü üstün nizam ve ruhi müeyyidecilikteki esas, Ýslam´da... Her þey Ýslam´da...”

 

Eski þiirlerini çöpe atýyor

 

Ünlü “Çile” kitabýnýn önsözünde Necip Fazýl þöyle yazýyor: “Mal sahibi bensem, bunlarý istemediðim, tanýmadýðým ve çöplüðe attýðým bilinsin... Attýklarým, aldýklarýmdan çok olan eski þiirlerimi yenileriyle demetledikten ve bu kitapta derledikten sonra meydana gelen þu kadar parça þiir, þu ana kadar þairliðimin tam ve eksiksiz kadrosu oluyor. Ýþte þiir kitabým, bu, hepsi bu kadar; ve bu kitaba gelinceyedek baþka hiçbir þiir, bana, adýma ve ruhuma mal edilemez.”

 

Necip Fazýl Bediüzzaman Said Nursi´yi ziyaret ediyor

 

Muhsin Alev Bey anlatýyor: "Kâmil Öztürk ile birlikte Necip Fazýl Kýsakürek'in yanýna gidip geliyorduk. O yýllarda Necip Fazýl, Büyük Doðu faaliyetleriyle meþguldü. Necip Fazýl'la münasebetlerimiz devam ediyordu. Risale-i Nur'larda bazý parçalarý Büyük Doðu mecmuasýnda neþrettiriyorduk.

 

"Üstad Ýstanbul'a gelince sanki bütün Ýstanbul halký Akþehir Palas Oteline boþaldý. Hergün yüzlerce insan Üstadý ziyaret ediyordu. Bu arada bir çok tanýnmýþ zevat da bu ziyaretçiler arasýndaydý. Necip Fazýl da Üstadý ziyarete gelmiþti. Üstad, kendisini alaka ile karþýladý. Bir sandalyeye oturttu.

 

"Necip Fazýl, kendisinin yanýna gelip giden gençleri Üstad Bediüzzaman'ýn yanýnda ve hizmetinde görünce (ben tahmin ediyorum) üzülmüþ olacak ki, Üstad kendisine:

 

"Üzülme! Üzülme! Ben Doðucularý, Risale-i Nur talebesi olarak kabul ettim. Ben seni Risale-i Nur'a yirmi senelik hizmet yapmýþ olarak kabul ediyorum' dedi.

 

"Yine Necip Fazýl'la olan görüþme sýrasýnda Üstadýn þöyle dediðini hatýrlýyorum:

 

"Biz bir aðacýn meyveleriyiz. Aramýzda ayrýlýk-gayrýlýk yoktur. Ders almak ve kaynak bakýmýndan ayný yere gidiyoruz.'

 

Ahmed Ramazan Bey anlatýyor: "Uzun seneler Suriye'de kaldým. Türkiye'ye 1961'de geldim. 1950'lerde Büyük Doðu mecmuasýnda çalýþýrken, Necip Fazýl, Üstaddan sitayiþle (övünerek) bahsederdi. Mecmuada, Nur'lardan parçalar neþrederdi."

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

 

 

Sen bir devsin, yükü agirdir devin!

Kalk ayaga, dimdik dogrul ve sevin!

Mehmed'im, sevinin, baslar yüksekte!

Ölsek de sevinin, eve dönsek de!

Sanma bu tekerlek kalir tümsekte!

Yarin elbet bizim, elbet bizimdir!

Gün dogmus, gün batmis, ebed bizimdir!

 

 

 

Ne muhtesem bir ifade ve na kadar veciz. Nur icinde yatsin.....

Adem

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 1 Jahr später...

Amin, insallah, bencede gelmis gecmis türkiyenin en iyi sairlerinden!

 

NEcip Fazildan bide merhamet üzerine yapilan bi tiyatro eseri var...

Adi Reis Bey, ben o kadar cok baktim ama her bakisimda yine agliyorum!

Cok süper, ben tavsiye ederim!

Hatta Ankebut'tan indiriliyor (kalitesi pek iyi olmasada!)

Bakmayanlar baksin!

 

Allaha emanet olun,

 

vesselam

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Necip Fazil'a duyulan ilgi üzerine asagidaki yaziyi da buraya yerlestirme cüretinde bulunuyorum.Yazi 22.5.2005'de bir gazetede yayinlanmisti.

 

BÜTÜN YÖNLERIYLE NECIP FAZIL

 

Bütün yönleriyle Necip Fazýl Kýsakürek

 

Ahmet Haþim, “üstad” kavramýnýn aþýndýðýndan, okur yazarlarýn beyhude hayat yaþadýðýna ait bir kanaati ifade eder hale geldiðinden yakýnýr; bu kavramýn artýk bazý insanlarý istihza ile anmak isteðiyle kullanýldýðýndan söz eder. Ondan 20-30 yýl sonra “üstad” kavramý bütün kültür çevrelerinde Necip Fazýl’ý ciddi bir tarzda anmak için kullanýlýr, “üstad” denilince o anlaþýlýrdý. Bu bakýmdan Necip Fazýl, “üstad” gibi tarihe karýþmýþ bir kavramý dirilttiði gibi, yaþadýðý sürece pek çok ebedî hakikatin sözcüsü, kültür çevreleri için de kamu oyunun vicdaný oldu. Bazý eserleri Ýsmet Paþa tarafýndan Meclis gündemine taþýndý, bazý tarih tezleri bütün kültür çevrelerini resmi ideolojiyi sorgulama yönünde seferber etti. Bazý kanunlarda sýrf onun için istisnalar oluþtu, bazý mahkeme müdafaalarý da Sokrates’in Müdafaasý kadar büyük yankýlar uyandýrdý, yönetimi sarstý. Bazý eserleri, Türkiye’yi yönetenleri sarsan tezleriyle gerçek birer “olay” oldu, yasaklandý.

Necip Fazýl ne sadece þairlerden bir þair, ne de cerbezeli konuþmalarýyla kitleleri peþinden sürükleyen hatiplerden bir hatiptir. Onun þiiri edebiyatýmýzýn Cumhuriyet döneminde eser veren bütün önemli þairlerinde iz býrakmýþ, düþüncesi de her türlü fikrî veya siyasî hareketleri etkilemiþtir. Böylesine önemli bir þahsiyeti basit ve sýð mülahazalarla geçiþtiremezsiniz; þahsi endiþelerinizle hatýralarýnýza mahkum bir idrakle sahiplenemezsiniz.

Bir Yalnýzlýk Gecesinin Vehimleri adlý hikâyesiyle Rilke’nin Malte Laurids Brigge’nin Notlarý ayný yýllarda yayýnlanýr ve birbirinden habersiz ayný þeyleri anlatýr. Herman Hesse ile Bertan Russel ve Aldous Huxley’in eserleri de Necip Fazýl’ýn tiyatro eserlerini andýrýr. Sartre, Camus, Dürenmatt ve Max Frish’in tiyatro eserleri de Necip Fazýl’dan sonra, ama ondan habersiz benzer þeyleri anlatýr. Kral Oidipus, Hamlet ve Raskolnikof’u andýran Husrev’in macerasý, bir ruh akrabalýðýný ortaya koyar.

Tiyatro eserlerinde metafizik meseleleri ortaya koymasýyla, sanat eserinde kendine özgü birer felsefe geliþtiren Shakespeare, Goethe, Strinberg ve Ýbsen gibi tiyatro yazarlarýna benzer bir yol tutmuþtur. Bir Adam Yaratmak, Para ve Reis Bey gibi tiyatro eserlerinde büyük dram yazarlarýna özgü evrensel mesajlar ortaya koyar. Cervantes, Dostoyevski, Tolstoy ve Faulkner gibi eserlerinde dinden yola çýkan farklý bakýþ açýsýyla dikkati çekmiþ, çaðdaþlarýndan Paul Claudel, T.S. Eliot ve Muhammed Ýkbal gibi geleneði dönüþtürme ve kendine özgü bir ifadeye kavuþturmada önemli bir tavrýn sözcüsü olmuþtur. T.S. Eliot’un geliþtirdiði “dinamik gelenek” kavramý, her halde Yahya Kemal’den çok Necip Fazýl’ýn eserleriyle anlaþýlabilir...

Yalnýz Türk edebiyatýnýn deðil, insanlýðýn kültür mirasýnýn yarýna taþýnmasý gereken hikmetli özünü benimseyerek kendine özgü bir dil ve anlatýmla edebileþtirmesi çok önemli. Bütün bunlarý ortaya koyarken þeyhi Abdülhakim Arvâsi’den aldýðý þeylerin ne kadar temel olduðunu kendisi söyler.

Hem büyük þair, hem büyük mütefekkir

Necip Fazýl, hikâye ve anlatý dilinde geliþtirdiði kendine özgü dil, menâkýp türüyle romanýn buluþmasýna benzer, bize özgü bir nesir diline imkân vermiþtir. Bu dille edebî, tarihî ve dinî portreler, biyografiler yazmýþtýr. Gerek O ve Ben ve Kafa Kaðýdý gibi otobiyografik kitaplarý, gerekse Çöle Ýnen Nur gibi geleneksel siyer türünün modernize edilmiþ örnekleri ile Necip Fazýl, çok etkili ve taklit edilerek benzerleri üretilen bir nesir yazarlýðý ortaya koymuþtur. Dinî, tasavvufî ve tarihî eserleriyle kendine özgü görüþleri, resmi ideoloji ile desteklenen pozitivist düþüncenin temellerini sarsmýþtýr. Batýlýlaþma dönemini eleþtiren ve þahsiyetli bir politika savunan tarih tezleri ile yakýn dönem tarihçileriyle siyaset adamlarýný etkilemiþ, makale ve eserleriyle dünya görüþünü bütün boyutlarýyla ortaya koymuþ, ama yeterince anlaþýlamamýþtýr.

Necip Fazýl’ýn estet yaný, belki de sanatçýlýðý kadar önemlidir. Estetik görüþleriyle eserlerini bütünleþtirebilen, poetikasýyla ideolojisini tutarlý bir bütünlüðe ulaþtýrabilmek için son derece dikkat eden ender sanatçýlardandýr. Bu anlamda “zýtlarýn âhengi”ni arayan sanatçý kimliði, en çok düþünce alanýnda saðlam bir bütünlük oluþturur. Fikrî portresi, din, tarih ve felsefe alanýnda, akýllara durgunluk verecek bir derinliðe ulaþýr. Þiirinin derinliði kadar düþünce dünyasýnýn enginliði de þaþýrtýcý bir zenginlik ve çeþitlilik gösterir; büyük bir medeniyetin müjdecisidir.

Felsefe alanýnda uzmanlarýn ilgisini çekecek kadar vukuflu görüþ ve düþünceleri olmasýna raðmen, felsefeye karþý felsefeci diyebileceðimiz kimliði onu Ýmam Gazalî’yi andýracak bir derinliðe ulaþtýrmaktadýr. Ýslâm felsefesi kavramýna karþý geliþtirdiði görüþler, ancak felsefî disiplin okumuþ bir uzmanýn kavrayabileceði inceliklerle doludur. Bir yönüyle de hem hayat hikâyesi, hem de fikrî geliþimi ile Hüccetü’l Ýslâm Ýmam-ý Gazali’yi andýracak niteliktedir. Bu benzerliði kendisi de vurgular eserlerinde: O ve Ben adlý kitabý, El-Munkýzý Mineddalal gibidir. Ýman ve Ýslam Atlasý son eseri ise Ýhya veya Kimya-yý Saadet gibi bir bütünlük içinde dini anlatýr. Bunlarda zahir ve bâtýn birliktedir.

Necip Fazýl’ýn eserleri ve tarih tezleriyle hesaplaþmamýþ, ondan habersiz çaðdaþ bir Türk yazarý ve þairi düþünülemez. Eðer varsa ve onu okumadan eser verebiliyorsa, gerçekten þaþýrtýcý...

Fransýz Ýhtilâli etkisinde oluþmuþ bir aydýnlanma düþüncesi Osmanlý’nýn son zamanlarýndan bugüne herkesi etkilemiþ, pozitivist ve jakoben bir tavýr her çevrede görülmüþtür. Jön Türk hareketine karþý geleneksel yapýyý korumaya çalýþan Abdülhamit Han’dan sonra Atatürk devrimleri de böyle bir tavýrla bu toplumu deðiþtirmeye çalýþmýþtýr. Bu yolda din, dil ve tarih alanlarýnda kurulan yeni kurumlarla geliþtirilen yeni telâkkiler, bir toplum mühendisliðine dönüþmüþtür. Kur’an ve Hadis dýþýndaki bütün yorumlarý ve geleneksel uygulamalarla birlikte tarikat telâkkisini bertaraf eden Selefî anlayýþ yanýnda, manevî ve kültürel muhtevayý taþýyan kavramlar ve deyimler tasfiye edilerek dilin kültür taþýyýcý özelliði daraltýlmýþtýr. Ömer Seyfeddin ile Yahya Kemal’in geliþtirdiði yazý diline dönüþtürme çabalarýna yönelebilmek için, Güneþ Dil Teorisi ile Orta Asya’dan Sümer ve Hititlere uzanan bir tarih anlayýþý ortaya konmuþtur.

Mehmet Âkif’le Yahya Kemal’in sessiz bir muhalefetle kabul etmedikleri bu tezleri, Necip Fazýl 1943’ten sonra yayýnladýðý Büyük Doðu dergilerinde, giderek saflaþan bir telâkki ile fikrî ve felsefî planda eleþtirmiþ, 40 yýl boyunca geliþtirdiði Ýdeolocya Örgüsü ile buna baðlý eserlerinde aydýnlanma düþüncesi etrafýnda teþekkül eden Tanzimat’tan sonraki pozitivist fikrî yapýyý dönüþtürmeyi mesele edinmiþtir. O yüzden, bu çaðda Necip Fazýl’ýn mesajýný iyi anlamak için, Ýkinci Abdülhamit’le Atatürk’ü iyi anlamak gerekir. Bu ikisini anlamak için de Necip Fazýl’ý iyi okumalý...

Aydýnlanma düþüncesinin tenkidi

Þiirindeki yerli, modern ve orijinal olma endiþesi, mistik dünya görüþüne de sinmiþtir. Böylece dünya çapýnda büyük þair ve büyük mütefekkir vasýflarý yanýnda, çaðdaþ bir klâsik vasfý da kazanmýþtýr. O yüzden, felsefeye karþý felsefeci tavrýyla Ýmam Gazali’yi, tarih þuuru ve sosyal yapýyý esas alan bakýþ açýsýyla Ahmet Cevdet Paþa’yý, bu milletin temel deðerlerini lirik bir dille þiirleþtirme çabasýyla Yunus Emre’yi hatýrlatýr. Fuzûli, Bâki ve Þeyh Galib gibi þahsiyetlerin þiirle geliþtirdikleri dünya görüþlerini benimserken, bir yandan da çaðdaþ bir dille geliþtirir. Kültür adamý ve estet kimliðiyle, yayýnladýðý dergilerde ister istemez tarihimizdeki öteki büyük þahsiyetleri temessül çabasýna giriþir; böylece edebî kimliðimizi temsil ettiði gibi, meselesini her türlü dille ifadede gösterdiði baþarý ve bilgece uzak görüþlülüðüyle de benzersiz bir deha...

Gazete yazarlýðýnda da mütefekkir sanatçý yönü kendisini gösterir, kýsa köþe yazýlarýyla bile bazen dünya çapýndaki meselelere çözüm arayýþý içinde görünür. Ýkinci Dünya Savaþý’nýn çýkacaðýna dair ön görüsü ile DP’nin temelde CHP’den farksýz olduðu hususunu herkese raðmen ilk kez Necip Fazýl yazmýþ ve pek çok gazete yazarýndan farklý bir yol izlemiþtir. Medyanýn bütün imkânlarýný kullanmadaki baþarýsý, yaþadýðý dönemde bütün önemli þahsiyetlerin onu izlemesine, eleþtiri ve tekliflerine dikkat etme zorunluluðu getirmiþtir. Yazdýðý þeylerin hep yankýsý olmuþtur.

Yeniden baþa dönebilecek cesaretiniz varsa, bütün ön yargýlardan kurtulabilirsiniz. Bunu tarih muhasebesiyle teklif eden Necip Fazýl, felsefî temelleriyle sistemleþtirilmiþ dünya görüþü adýna, hakký yenmiþ tarihî þahsiyetleri savunurken, içinde yetiþtiði Tanzimat ve Meþrutiyet sonrasý ile Cumhuriyet dönemlerinin telâkkileri yanýnda resmî ideoloji ile hesaplaþmýþ, din, dil ve tarih görüþleriyle dünyada büyük alâka görmüþ çaðdaþ gelenekçiler ile modernistler arasýnda kendine özgü bir yer edinmiþtir. Bu ülkede sanat, siyaset veya kültür faaliyeti yapacak herkesin bir þekilde Necip Fazýl’ýn tezleriyle karþýlaþmasý mukadderdir. Çile’den sonra Bir Adam Yaratmak’taki yakýcý hasretle Çöle Ýnen Nur’daki Peygamber sevgisi, bu milletin öz sesidir.

Necip Fazýl kadar pozitivist aydýnlanma düþüncesine kökten eleþtiri getiren olmadý. Onu anlamadan ne bu çaðý anlamak, ne de yakýn tarihimizi anlamak mümkündür. Çünkü bu toplum temel deðerlerine karþý kuþku ile bakan aydýnlar tarafýndan yönetildi, sanatçýlarla çarpýtýldý. Bu eleþtiri ve ardýndan teklif edilen yeni bakýþ açýsýyla insanlýk belki de Sokrates’ten Ýmam-ý Gazali ve Deskartes’e kadar felsefe tarihinde gördüðü büyük dönüþümlerden birine tanýklýk edecektir...

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

BEN, kimsesiz seyyahý, meçhuller caddesinin...

BEN, yankýsýndan kaçan çocuk kendi sesinin...

BEN, sýrtýnda taþýyan iþlenmedik günahý;

Allah'ýn körebesi, cinlerin padiþahý...

BEN, usanmaz bekçisi, yolcu inmez hanlarýn;

BEN tükenmez ormaný, ýsýnmaz külhanlarýn...

BEN, kutup yelkenlisi, buz tutmuþ kayalarda;

Öksüzün altýn bahtý, yýldýzdan mahyalarda...

BEN, baþý aðýr gelmiþ, boþlukta düþen fikir;

Benliðin dolabýnda, kör ve çilekeþ beygir...

BEN Allah diyenlerin boyunlarýnda vebal;

BEN bugünküne mazi, yarinkine istikbal...

BEN, BEN, BEN; haritada deniz görmüþ, boðulmuþ;

Dokuz köyün sahibi, dokuz köyden kovulmuþ...

Hep BEN, ayna ve hayal, hep BEN, pervane ve mum;

Ölü ve Münker-Nekir, baþdönmesi uçurum...

NFK

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

SabIr

 

SabrIn sonu selâmet,

SabIr hayra alâmet.

Belâ sana kahretsin;

Sen belâya selâm et!

 

Felâh mI, onda felâh,

Silâh mI, onda silâh

Sen de kim oluyorsun?

ASIL sabreden Allah.

 

Sabir, incecik SIRAT;

Murat içinde murat.

Sabir Hakk'a tevekkül.

Sabir Hakk'a itimat.

 

Sabirla siser koruk,

Yerle bir olur doruk.

Sabir, sabir ve sabir,

ISte Kur'an'da buyruk!

 

Bir SIR ki âSikâre,

AvcI yenik SCH-ikâre.

YalnIz, yalnIz sabIrda

Çaresizlige çare...

 

1982

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

"Sairligim 12 yasimda basladi. Bahanesi tuhaftir:

 

Annem hastahenedeydi.Ziyaretine gitmistim...Beyaz yatak örtüsünde, siyah kapli, kücük eski bir defter..Bitisikte yatan veremli genc kizin siirleri varmis defterde..Haberi veren annem, bir an gözlerimin icini tarayip:

-Senin, dedi; sair olmani ne kadar isterdim!

 

Annemin diledigi bana, icimde besleyip de on iki yasima kadar farkinda olmadigim bir sey gibi göründü.Varlik hikmetimin ta kendisi...Gözlerim, hastahane odasinin penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgara karsi, icimden kararimi verdim:

 

-Sair olacagim!

ve oldum.

 

Necip FAZIL KIsakürek - Cile'deki Takdim Yazisi'ndan ALINTI

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 11 Monate später...

ZÝNDANDAN MEHMED'E MEKTUP

 

Zindan iki hece. Mehmed'im lafta!

Baba katiliyle baban bir safta!

Bir de geri adam, boynunda yafta...

Halimi düþünüp yanma Mehmed'im!

Kavuþmak mý?.. Belki... Daha ölmedim!

 

Avlu... Bir uzun yol... Tuðla döþeli,

Kýrmýzý tuðlalar altý köþeli.

Bu yol da tutuktur hapse düþeli...

Git ve gel... Yüz adým... Bin yýllýk konak

Ne ayak dayanýr buna, ne týrnak!

 

Bir alem ki, gökler boru içinde.

Akýl almazlarýn zoru içinde

Üstüste sorular soru içinde.

Düþün mü, konuþ mu, sus mu, unut mu?

Buradan insan mý çýkar, tabut mu?

 

Bir idamlýk Ali vardý, asýldý

Kaydýný düþtüler, mühür basýldý.

Geçti gitti, birkaç günlük fasýldý

Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;

Bahçeye diktiði üç beþ karanfil...

 

Müdür bey dert dinler, bugün "maruzat"!

Çatýk kaþ... Hükümet dedikleri zat...

Beni Allah tutmuþ kim eder azat?

Anlamaz; yazýsýz, pulsuz dilekçem...

Anlamaz! ruhuma geçti bilekçem!

 

Saat beþ dedi mi, bir yýrtýcý zil

Sayým var, maltada hizaya dizil!

Tek yekün içinde yazýl ve çizil!

Ýnsanlar zindanda birer kemmiyet;

Urbalarla kemik, mintanlarla et.

 

Somurtuþ ki býçak, nara ki tokat;

Zift dolu gözlerde karanlýk kat kat...

Yalnýz seccademin yönünde þefkat

Beni kimsecikler okþamaz madem

Öp beni alnýmdan, sen seccadem!

 

Çaycý getir ilaç kokulu çaydan!

Dakika düþelim, senelik paydan!

Zindanda dakika farksýz aydan

Karýþtýr çayýný zaman erisin

Köpük köpük, duman duman erisin!

 

Peykeler, duvara mýhlý peykeler

Duvarda, baþlardan yaðlý lekeler

Gömülmüþ duvara, baþ baþ gölgeler...

Duvar, katil duvar yolumu biçtin

Kanla dolu sünger... Beynimi içtin

 

Sükut... Kývrým kývrým uzaklýk uzar

Tek nokta seçemez dünyada nazar

Yerinde mi acep, ölü ve mezar?

Yeryüzü boþaldý habersiz miyiz?

Güneþe göç var da, kalan biz miyiz?

 

Ses demir, su demir ve ekmek demir...

Ýstersen demirde muhali kemir.

Ne gelir ki elden, kader bu, emir...

Garip pencerecik, küçük daracýk;

Dünyaya kapalý, Allah'a açýk

 

Dua, dua eller karýncalanmýþ;

Yýldýzlar avuçta, gök parçalanmýþ

Gözyaþý bir tarla, hep yoncalanmýþ

Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buðu

Ýplik ki incecik, örer boþluðu

Ana rahmi zahir, þu bizim koðuþ

Karanlýðýnda nur, yeniden doðuþ...

Sesler duymaktayým; Davran ve boðuþ!

Sen bir devsin, yükü aðýrdýr devin!

Kalk ayaða, dimdik doðrul ve sevin!

 

Mehmed'im, sevinin, baþlar yüksekte!

Ölsek de sevinin, eve dönsek de!

Sanma bu tekerlek kalýr tümsekte!

Yarýn elbet bizim, elbet bizimdir!

Gün doðmuþ, gün batmýþ, ebed bizimdir

 

 

NFK

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

SAKARYA TÜRKÜSÜ

 

Ýnsan bu, su misali, kývrým kývrým akar ya:

Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

 

Su iner yokuþlardan, hep basamak basamak;

Benimse alýn yazým, yokuþlarda susamak.

 

Her þey akar, su, tarih, yýldýz, insan ve fikir:

Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.

 

Akýþta demetlenmiþ, büyük, küçük, kainat:

Þu çýkan buluta bak, bu inen suya inat!

 

Fakat Sakarya baþka, yokuþ mu çýkýyor ne?

Kurþundan bir yük binmiþ, köpükten gövdesine:

 

Çatlýyor, yýrtýnýyor yokuþu sökmek için.

Hey Sakarya, kim demiþ suya vurulmaz perçin?

 

Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur.

Sýrtýna Sakarya'nýn, Türk tarihi vurulur.

 

Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mý düþtü bu yük?

Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..

 

Ne aðýr imtihandýr, baþýndaki Sakarya!

Binbir baþlý kartalý nasýl taþýr kanarya?

 

Ýnsandýr sanýyordum mukaddes yüke hamal;

Hamallýk ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

 

Yalnýz acý bir lokma, zehirle piþmiþ aþtan:

Ve ayrýlýk, anneden, vatandan, arkadaþtan!

 

Þimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;

Kehkeþanlara kaçmýþ eski güneþleri an!

 

Hani Yunus Emre ki, kýyýnda geziyordu?

Hani ardýna çil çil kubbeler serpen ordu?

 

Nerede kardeþlerin, cömert Nil, yeþil Tuna?

Giden þanlý akýncý, ne gün döner yurduna?

 

Mermerlerin nabzýnda hâlâ çarpar mý tekbir?

Bulur mu deli rüzgâr o sedayý: Allah bir!

 

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;

Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

 

Vicdan azabýna eþ kayna kayna Sakarya.

Öz yurdunda garipsin, öz vatanýnda parya!

 

Ýnsan üç beþ damla kan, ýrmak üç beþ damla su:

Bir hayata çattýk ki, hayata kurmuþ pusu.

 

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:

Siz, hayat süren leþler, sizi kim diriltecek?

 

Kafdaðýný assalar, belki çeker de bir kýl!

Bu ifritten sualin, kýlýný çekmez akýl!

 

Sakarya, saf çocuðu, mâsum Anadolu'nun,

Divanesi ikimiz kaldýk Allah yolunun!

 

Sen ve ben, gözyaþýyle ýslanmýþ hamurdanýz;

Rengimize baksýnlar, kandan ve çamurdanýz!

 

Akrebin kýskacýnda yoðurmuþ bizi kader;

Aldýrma, böyle gelmiþ, bu dünya böyle gider!

 

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:

Sen kývrýl, ben gideyim, Son Peygamber kýlavuz!

 

Yol onun, varlýk onun, gerisi hep angarya:

Yüzüstü çok süründün, ayaða kalk, Sakarya!

 

 

NECÝP FAZIL KISAKÜREK

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.

×
×
  • Neu erstellen...