Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Kapitalizm


Webmaster

Empfohlene Beiträge

Kapitalizmin Ayetleri

 

“Sahip olduğun herşey, bir gün sana sahip olacak”

Tyler Durden

 

İnsan mala sahip olunca, mal mal olur. Mal insana sahip olunca, insan mal olur!

 

 

Kapitalizmin ruhu insana der ki…

 

… sen bir ürünsün. Ürün gibi yaşa. Ürün gibi öl.

 

… senin bir ambalajin olmalı. Ambalajın imajındır, karizmandır.

 

… senin bir son kullanma tarihin var. Seni satamayınca, popülist kültüre yediremeyince, yerini acımasızca değiştiririm.

 

... piyasada satılabilmen için acımasızca kavga etmen ve savaşman gerekiyor.

 

... reklamda gösterdiğim ürünlerin hepsine ihtiyacın var. Onları almaz isen yaşayamassın.

 

... mülk sahibi olman gerekiyor. Delicesine, canavarca mülk topla. Acımasızca ez ve ye.

 

... ne olursa olsun, daha fazla kazan ve kazanmak için kazık at.

 

... hayatın boyunca robot gibi, köle gibi çalış. Ne için? Güzel bir evin olsun diye.

 

... irtibat için msn veya telefon yeterli. İnsanları görmene gerek yok. Hatta bayramlarda topluca mesaj gönder yeterli. Mesaj yazmana dahi gerek yok. Gelen mesajları başkalarına ilet.

 

***

 

Kapitalist sistem insanı öldüreli çok oluyor. İnsanları kimliksiz tüketme makinesine dönüştürdüğü gün, insanlık öldü. Çünkü kapitalist ruh insana oynaması gereken rolu verir. “Sen busun. Sen böylesin. Böyle olmalısın. Toplumda şu rolü oyna” der. İnsanlarda bu rollere girerler... Roller oynarlar.. Hayat filiminde başrol alır herkes... Kişiliksiz, karaktersiz...

 

Bir kaç ay önce Amazonlarda daha yeni keşfedilen kabileyi hatırlayalım. (Ayrıca ´yeni keşfedilmiş´ kavramıda çok yanlış. Kimin tarafından keşfedilmiş? Onların bakış açısından bizler keşfedilmemişiz). Bu keşfedilmemiş, yani bizim bildiğimiz kapitalist sitemin dışında kalmış insanların kimlikleri bizlerinkinden daha sağlam. Onlar daha kişilikli, daha huzurlu. Çünkü onlar, onlar. Evet onlar, onlar olabiliyor. Kendileri oluyorlar yani. Rol oynamıyorlar. Kılıktan kılığa girmiyorlar. Kravat takarat sun-i bir duvar örmüyorlar. Şahsiyetleriyle yaşıyorlar.

 

Muhtemelen bu yeni keşfedilmiş kabileye ilk önce Nokia gitmiştir. Demiştir ki: “Bak bu alet ile uzaktaki dostun ile görüşebilirsin”. Ardından Nike gitmiştir. Demiştir: “Bak şu ayakkabıyla daha hızlı koşacaksın”. Elbette McDonalds eksik olmaz: “Sana çok hızlı bir şekilde yemek yemeği öğreteceğim”. İnsanlıklarını kaybetmemiş kabile şöyle cevap vermiştir: “Benim elime soğuk bir alet gerekmiyor. Arkadaşımla konuşmak isteyince yanına giderim. Bana son model, havalanmış ayakkabıda lazım değil. Çünkü yürümek için, ağaçtan yaptığım ´ayakkabı´ tamamen yeterli. Hızlı yemek yememe ne gerek var, anlayamadım? Çünkü bizde zaman bol!!!”

 

***

 

Kapitalizm sınır tanımadığı için – küresel sermaye sağ olsun – bir şirket bazen bir futbol takımını, bazen koca bir şehri satın alabilir. Buda gayet normal karşılanır. Çünkü kapitalizm herşeyi satın alınabilir hale getirmiştir, insal dahil...

 

... Nasıl mı? İnsanı modern bir köleye çevirmiştir. Her gün 8-10 saat çalışan bir maaş kölesi. Zenginlerin daha zengin olması için kurulan kölelik sistemi, fakirleri daha fakır yapıyor. Aradaki uçurumdan kapitalizm faydalanıyor.

 

Çünkü kapitalizm, insanın sıcak evinde sıcak çorpa yemesine karşı. Bu insanı, dışarıda, soğuk fabrikalarda, makinelerin arasında bir robot – veya eşek – gibi çalıştırmak için mekanizmasını kurmuştur. Sıcak yatağına geçim sıkıntısı fikirleri sokmuştur: “Ev kredisini nasıl ödeyeceğim? Faiz bataklığından nasıl kurtulacağım? Çocuğum olursa, nasıl geçineceğiz?” vs...

 

“Mışlar” ve “muşlar” kapitalizmin gıdasıdır. “Kiralik evde yaşanmazmış”, “Güzel bir araba olmadan olmazmış”, “Komşuya hava atmak için, kullanmasını bilmediğim, fakat en son teknoloji harikası olan telefona sahip olmalıymışım”... Bu iş zoraki olarak nereye varıyor? Yukarıda bahsettiğimiz kölelik sistemine. Çünkü ayda 1000$la yetinebilecek şahıs, ihtiyaçlarının çoğaldığını zannederek, bu parayla idare edemiyor. Daha fazlasıni istiyor. Daha fazlasını elde edince, kapitalist sistem kendisine yine yeni “ihtiyaçlar” sunuyor... Ve yine daha fazla para yetmiyor...

 

Halbuki huzurlu insanın ve kapitalist ruhun farkı buradadır: Huzurlu insan ihtiyacını alır. Kapitalist insan ihtiyacı olduğunu düşündüğünü alır. Çünkü sistem onu böyle düşünmeye sevk eder. Bazen reklamlar ile, bazen toplum ile.

 

Kapitalizm modern çağda kadını dahi satın almıştır. Cahiliye devrinde Arap Yarım Adasında kızlar diri diri gömülüyordu. Bu şekilde kızların “sadece” bedenleri yok oluyordu, fakat ruhları devam yaşıyordu. Kızlarını gömenler, bu canavarca olayda “sadece” kızlarının dünya hayatını mafetmiş oluyordu. Ama 21. asırda kadınlar halen gömülüyor. Bu sefer bedenleri değil, ruhları gömülüyor. Kapitalizm kadınları reklam firmalarıyla, müzik klipleriyle, sahte ürünlerle gömüyor. Sadece bedenlerini önplana çıkararak, ruhları yokmuş gibi, bir ticari madde ve ürün haline getiriyor…

 

***

 

Kapitalizm ve Emperyalizm birbirlerinden beslenirler. Emperyalizm önce bir ülkeye bomba atar ve orayı yıkar. Ardından ekmek götürür, güya insanseverlik gösterisi yapmak için. Son olarak inşaat firmalarıyla yıktığı ülkeyi yeniden onarmaya çalışır. Bu şekilde kapitalist çarkta döner. Çünkü bombayı yapan firma ile inşaat firması aynı patronun tekelindedir... Bu vahşı durumun evcil metodu şöyledir: Kapitalizm önce çok yedirtir, yağlı yedirtir, hızlı yedirtir... Ardından, yıktığı – fethettiği – vücutları onarmak icin “diet” formülleri uydurur. Bu şekilde, hem kilo alma ürünlerini, hemde kilo verme ürünlerini yaymış olur....

 

***

 

 

Şimdi bir kriz ile karşı karşıyayız. Nedir bu kriz? Neyin krizi? Olmayan paranın, basılmayan değerlerin krizi. Bu kriz yüzünden neden Patagonya etkileniyor? Bu bir kriz değildir.

 

Asıl kriz, hayatı boyunca mal, mülk ve para biriktiren Kapitalist Sistemin müridlerinin varlığıdır…

 

Halbuki ne kadar nimet, o kadar hesap....

 

Yengin olmaktaki asıl hedef fakirlere daha çok zekat verebilmek olduğu gün kapitalizm biter...

 

 

Not: Kapitala karşı değilim. Kapitalizme karşıyım. Yani hayatın gayesini DOLAR olarak görmeye, hayat boyunca şuursuz bir canlı gibi mal biriktirmeye karşıyım!

 

Cemil Sahinöz

 

 

Yayinlandigi dergi: Ayasofya Dergisi, Nr.27, 2009, S.8-9

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 3 Monate später...

Kapitaliyzm insani maddi manevi ektiledigini Bu ayki Dergimizde okuduk ögrendik. ALLAh razi olsun. okumayanlara tavsiye derim;)

 

 

Insanlarin duygularini, inanclarini, hangi sosyal yasantida olursa olsun yasama tarzlarini etkileyen cok büyük bir faktör oldugunu anladim, bukadar detayli bilmiyordum, ALLAH razi olsun yazanlardan. Kapitalizym, gercekden insanlari iki sinifa ayiriyor resmen, Zengin ve fakir.

 

Ilginc olan biryerde okumusdum, kapitalzmi güclendiren iki faktör vardir:

 

1. Spekülasyon ve Faiz. mal ve servetin yigilmasi...

 

Islamda bunu haram kilmistir. Cünki faiz kapitaliyzmi körüklemekde, insanlarin parasi ile servetlerini güclendirmekte.

 

Gercekden söyle bir bakildiginda insanlari gün be gün fakirligi sürüklüyen büyük bir tuzakmis su "kapitalizym"

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 1 Monat später...

Ýslami Kapitalizm!

 

 

 

 

Ýslam dini ile Sosyalizm, insanlarýn toplu olarak yaþamalarýna getirdiði çözümler, paylaþma, yardýmlaþma ve eþitlik gibi bazý konulara bakýþlarýyla birbirine yakýn olarak görülmüþtür bir kýsým düþünürler tarafýndan. Gerçekte ise Soyalizm’in insana bakýþ açýsý ile Ýslam”ýn bakýþ açýsý arasýnda çok temel farklar bulunsa da, Ýslam’daki “zekat” müessesesi ile Sosyalizm’deki “paylaþým” ilkesi birbirine benzetilerek, bu tür bir düþünce geliþmiþtir. Hatta bir zamanlar bu anlamda Libya lideri Kaddafi’nin “Yeþil Kitaplarý” türkçeye çevrilmiþ, piyasaya sürülmüþtü. Lakin bu düþünce bizim toplumda yeteri kadar makes bulmadýðýndan tarihe karýþmýþtýr.

 

 

 

Buna karþýlýk son zamanlarda Ýslami Sosyalizm düzeni olmasa da Ýslami Kapitalizm düzenini iyiden iyiye içselleþtirdiðimiz ortaya çýkmaktadýr.

 

 

 

Kapitalist Batý kültüründe ne varsa bizde eksiði kalmasýn diye, ya aynen alýyoruz, batýya öykünüp duru duruyoruz. Batýda ne Sevgililer günü varsa bizde de olmalý, onlar noel kutluyorsa bizde kutlamalýyýz. Yaþ günümüz, Annler günümüz, babalar günümüz tamam ama bir eksik var noel babamýz yok. Alternatif olarak yakýnda “Hýzýr Baba” diye bir baba icat edersek þaþýrmayacaðým.

 

 

 

Liberal Kapitalizmin en meþhur ilkesi, Ýktisatçýlarýn babasý sayýlan Adam Smith’e aittir: “Býrakýnýz yapsýnlar, býrakýnýz geçsinler”. Bu ilke aslýnda, ticarete devlet müdahalesinin olmamasýna, ekonominin kendi kurallarýnda iþlemesine, bu anlamda serbestliðe iþaret etmekte iken, pratikte bu söylem zenginlerin fakir halktan kopmasýný, onlarý sömürmesini, zenginin hiçbir ahlaki ilkeye riayet etmeden daha zengin olmasýný, fakirlerin daha fakirleþmesini, hatta aç kalmalarýný meþrulaþtýran bir söylem halini almýþtýr. “Yani býrakýnýz batsýnlar” haline dönüþmüþtür.

 

 

 

Seçim havasýna girdiðimiz son günlerde toplumda tartýþýlan iki konu dikkat çekici olmaktadýr. Birincisi, belediyelerin, devletin ve yardým kuruluþlarýnýn fakir insanlara yaptýðý yardýmlar, ikincisi ise jip kullanan baþý örtülü hanýmlar.

 

 

 

Yardýmlar konusu baþka bir yazýnýn konusu olmakla birlikte, kýsaca þunu söylememiz gerekir: “Býrakýnýz yapsýnlar, býrakýnýz geçsinler” ilkesi gereðince yaþamýný, ticari hayatýný dizayn eden zenginler olduðu sürece bu fakirlik ortadan asla kaldýrýlmayacaktýr.

 

 

 

Günümüzde Ýslami yaþam tarzýný benimseyen insanlar ile seküler hayat tarzýný benimsemiþ insanlar arasýnda hiçbir mahiyet farký kalmamýþ gibidir. Daha da ötesi Ýslami hayat tarzýný benimseyen insanlar diðerlerini taklitten öteye geçememiþler dir.

 

 

 

Ýki kesimin zenginleri de pahalý arabalara, jiplere binmeyi, trilyonluk villalarda oturmayý toplumda bir statü göstergesi olarak algýlamaktadýrlar.

 

Ýki kesimin zenginleri de beþ yýldýzlý otellerde tatil yapmaktadýrlar. Kaldýklarý oteller arasýnda küçük nüans farklarý dýþýnda bir fark kalmamýþtýr.

 

Ýslami hassasiyetleri içinde barýndýran orijinal, özgün örnekler geliþtiremeyen insanlar, sonradan görme tavýrlarla, felsefesi Ýslamý yeryüzünden silmek, teorisi insan nefsini ilahlaþtýrmak olan Kapitalist sistemin kullarý haline gelmiþ bulunmaktadýrlar.

 

 

 

Tatil yaptýklarý otelde alkollü içki bulunmamasýný, bikini yerine Haþema giymiþ olmayý, bayan erkek ayrý havuzlara girmeyi Ýslami hassasiyetleri bakýmýndan yeterli saymaktadýrlar.

 

 

 

Bazýlarýmýz bu yaptýklarýna kýlýf olmak üzere fetvayý almýþlar: Helal olduktan sonra, her þeyin en iyisini neden almayalým, Müslüman’a layýk deðil mi? Bu düþünce ne kadar da Ýslami hassasiyetten uzak, ne kadar da bireyselci, ne kadar da egoist bir düþünce?

 

 

 

Bu kadar basit mi gerçekten? Bir yanda kentlerin varoþlarýnda çamur içinde yaþayan, aç açýk, çaresiz ve periþan insanlar, diðer yanda debdebe içinde yaþayan bir azýnlýk!

 

 

 

Komþusu aç iken tok yatan bizden deðildir diyen Hz. Peygamberin (s.a.v)’in ümmeti olduðunu iddia eden bir insanýn böyle yaþamasý mümkün mü gerçekten? Zekatýnýzý vermiþ olmanýz sizin böyle yaþamanýzý meþrulaþtýrýr mý? Haddinizi aþýp israfa yönelmeniz size hak mýdýr? Kazandýðýnýz büyük servetleri helalinden kazandýðýnýzý düþünüyor musunuz? Ülkemiz þartlarýnda helalinden kazanýp Jiplere binilebileceðine inanýyor musunuz? Yanýnýzda çalýþtýrdýðýnýz iþçilerinizin haklarýna da, kendi hakkýnýz olduðunu iddia ettiðiniz haklarýnýz kadar hassasiyet gösteriyor musunuz?

 

 

 

Hz.Aiþe (ra), Resulullah`ýn vefatýndan sonra ne zaman buðday ekmeði ve et yese aðlarlarmýþ. Sormuþlar: `Niçin aðlýyorsunuz?` Þu cevabý vermiþ: “Resulullah (s.a.v)`ýn bu iki þeyi birlikte doyasýya yediðini hiç görmemiþtim de ondan...”

 

 

 

Halbuki, Müslüman zenginlerimiz beþ yýldýzlý otellerde düðün yaparlar, tatil yaparlar. Açýk büfe, 200 çeþit yemekten istedikleri kadar týkýnabilirler!

 

 

 

TEKBÝR gibi Ýslami bir kavramý marka olarak kullanmak, Müslümanca yaþamanýza yeterli midir? Tesettür defilesi düzenleyerek tesettürü müstehcenleþtirmeniz, mankenlere gerdan kýrdýrmanýz size kapitalistçe yaþamaya öykünmeniz için meþruiyet mi kazandýrmaktadýr?

 

 

 

Kur`an, Sünnet böyle mi diyor? Selef-i salihin böyle mi yapmýþ, hakiki alimler, hakiki þeyhler, salihler böyle mi yapmýþlar? Onlar kendilerinden sonrakilere dünyevi olarak nasýl bir miras býrakmýþlar? Siz nasýl bir servet býrakacaksýnýz? Kendi yaþam tarzýnýz ile onlarýn yaþam tarzlarý arasýnda bir kýyaslama yapýyor musunuz?

 

 

 

Ýmam Humeyni vefat ettiðinde mirasý, Kum kentinde eski bir ev, bir gözlük, bir týrnak makasý, tarak, tesbih, Kur'an ve seccadeyle sarýk ve abasýndan oluþan elbisesi ve dinî mevzuata dair birkaç kitaptan ibaretti!

 

 

 

Hz. Peygamber (s.a.v)’den baþlamak üzere Ýslam coðrafyasýnda yaþamýþ ve halen yaþayan binlerce örnek þahsiyetin hiç birinde kendinize benzettiðiniz bir tek örnek bulabilir misiniz?

 

 

 

 

 

Ýsraf: Ýnsanlarýn yaptýklarý þeyde haddi aþmasý dýr, diye tarif edilir. Ýsraf, nimeti hafife almak, ihtiyaç olmadýðý halde rasgele harcamak, manasýz, faydasýz ve lüzumsuz saçýp savurmaktýr.

 

Haddin aþýlmasý ve ölçünün kaçýrýlmasý daima zarar getirir. Bilindiði gibi þifa ve deva için kullanýlan ilaçlar ile zehir arasýndaki tek ölçü “DOZ” dur. Doz aþýldýðý zaman, fayda beklenen þeyden zarar gelir. Bir Müslüman için harcamanýn DOZ’u meþru/zaruri ihtiyaçtýr. Unutulmamasý gereken sosyolojik bir kaide vardýr: “Bir þey haddini aþarsa zýddýna inkýlap eder... “

 

 

 

Unutulmamasý gereken bir husus ta, mülkün sahibinin Allah olduðudur. 45 saniyelik bir zaman diliminde nice servetlerin yok olduðunu 1999 yýlýnda hep birlikte gördük.

 

 

Bir Müslüman için harcamanýn ölçüsü meþru ihtiyaç olmasýna karþýn, bugünkü Kapitalist medeniyet anlayýþý, Kapitalist yaþam tarzý israfa, hýrs ve tamaha, aþýrý tüketime teþvik etmektedir. Oysa israf sefahatin, sefahat de sefaletin kapýsýný açar.

 

Buyurun ilahi Kelam’dan okuyalým.

 

"Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez." (A'raf, 30)

 

"Onlar mallarýný harcadýklarý zaman israf etmezler. Cimrilik de göstermezler. Ýkisi arasýnda orta yol tutarlar." (Furkan, 67)

 

"Biz bir ülkeyi yok etmek istediðimiz zaman (lüks içerisinde yüzen) þýmarýk zenginlerin yola gelmelerini emrederiz, ama onlar yoldan çýkarlar. Artýk o ülke (þehir) yok olmayý hak eder. Biz de onu yerle bir ederiz." ( Ýsra, 16)

 

 

 

"Yeryüzünde bozgunculuk yapan ve ýslah etmeyen müsriflerin emrine itaat etmeyin."

 

(Þuara,151,152)

 

Geleneksel ahlak düþüncemizde tüketimle ilgili olarak kanaat ve þükür kavramlarý geniþ bir yer tutar. Buna göre; imkanlarýmýz ne kadar geniþ olsa da meþru/zaruri ihtiyaçlarý karþýlayacak kadar bir miktarla yetinmek gerekir. Diðer taraftan asli ihtiyaçlarýný karþýlayamayan insanlara zekat (ama gerçekten)verilerek, toplumdaki herkesin temel ihtiyaçlarýný karþýlamamýz gerekir. Bir çok Müslüman kardeþimizin onurlu bir yaþam için gereken ihtiyaçlarý karþýlanmamýþken, imkaný olanlarýn lüks içinde yaþamasý asla doðru görülmez.

 

 

 

Kapitalizmin öngördüðü ve bizim de gönüllü köleleri haline dönüþtüðümüz tüketim kültürü toplumda haset duygusunu ortaya çýkartýyor. Bir kýsým insanlarýn yine Kapitalizmin icadý olan Marka, Moda, reklam vs. gibi kavramlarý kullanarak Ýnsanlarýn sürekli tüketim için harcama yapmasý, harcama yapmaya imkaný olmayan yoksul kesimlerde hýnç ve öfkeyi ortaya çýkarýyor. Boþuna “biri yer biri bakar, kýyamet ondan kopar” denmemiþtir.

 

 

 

Bu gün ne kadar tüketim yapsak da mutsuzluðumuzu gideremiyoruz, mutsuzluðumuzu gidermek için yine tüketime devam ediyoruz. Yani tam bir kýsýr döngü içerisinde bulunuyoruz. Bu kýsýr döngüden çýkýþýn tek yolu; zevk için, haz için tüketmekten kurtulup, ihtiyaç için tüketmektir.

 

Bu kýsýr döngüden kurtulabildiðimiz ölçüde mutlu olabileceðiz, bizim dýþýmýzdaki insanlarý görme imkanýna kavuþacaðýz. Kardeþlik hukukunu geliþtirip, veren el olabileceðiz. Veren el olmanýn huzuru ve mutluluðunu duyabileceðiz. Yoksa ahlaký olmayan Kapitalist tüketim anlayýþýnýn, popüler kültürün köleleri olmaya devam edeceðiz.

 

 

 

Son krizde de görüldüðü üzere bu aç gözlü, sadece kendini düþünen, egoist tüketim anlayýþý bizi, “býrakýnýz batsýnlar” noktasýna getirecektir. Bu batýþ, sadece ekonomik, dünyevi bir batýþtan ziyade, uhrevi bir batýþ da olacaktýr.

 

 

 

Müslüman'ýn en belirgin vasýflarýndan birisi, her türlü ifrat ve tefritten, aþýrýlýktan sakýnmasý, orta yol olan "Sýrat-ý Müstakim" çizgisinden ayrýlmamasýdýr.

 

Ýsrafta hayýr olmadýðý gibi, hayýrda da israf yoktur.

 

Selam ve dua ile

 

 

 

Osman Ergün, Genc Kalemler, 06.03.2009

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 1 Jahr später...

İslam mı Kapitalizm mi?

 

 

Suud-i Arabistan Krallığı’nın finansıyla hazırlanan mealde Bakara suresinin 219. Ayetinin yanlış çevrildiğiyle ilgili iddialara Hayrettin Karaman’ın verdiği yanıt tartışmaları alevlendirdi. Özgün Duruş Gazetesi var olan tartışmaları masaya yatırdı.

 

İhsan Eliaçık’ın 1982 yılında çevirmen heyeti arasında Ali Özek, Hayrettin Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağırıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş gibi isimlerin yer aldığı, Suud-i Arabistan Krallığı’nın finansıyla hazırlanan mealde, Bakara suresinin 219. Ayetinin yanlış çevrildiği ile ilgili iddialarına, Hayrettin Karaman’ın verdiği cevaplar var olan bir tartışmayı tekrar gündeme getirdi. “İhtiyaç fazlası mal ve servet” konusunda başlayan tartışmaları, Özgün Duruş olarak biz de konunun uzmanlarına sorarak masaya yatırdık.

R.İhsan Eliaçık, özellikle son yıllarda ezber bozan, sıra dışı yorumları ve tartışma meydana getirecek makaleleriyle kamuoyunun yakından takip ettiği bir isim. Her kesimden geniş bir okuyucu profiline sahip. R.İhsan Eliaçık, yaklaşık 30 yılı aşkın bir süredir düşünce ve yazı hayatına devam ediyor. Eliaçık, ihsaneliacik.org sitesinde yazdığı “Süleyman’ın Mülkü” başlıklı makalesi nedeniyle Prof. Hayrettin Karaman ile bir polemik yaşadı. Eliaçık, Prof. Hayrettin Karaman’ın da içinde bulunduğu altı kişilik heyetin hazırladığı mealde, Bakara Suresi 219. ayetin çevirisini hatalı bularak eleştirdi.

Prof. Hayrettin Karaman’da “İ. Eliaçık'ı dikkat, edep ve insafa davet” başlığıyla yazdığı yazıdan sonra, “ihtiyaç fazlası mal” ve “meşru servet” başlığıyla iki köşe yazısı daha yazarak, Eliaçık’ın tespitlerine cevap verdi.

Eliaçık’ın tartışma başlatan eleştirisi şöyle:

“Çevirmen heyeti arasında Ali Özek, Hayrettin Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağırıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş gibi isimlerin yer aldığı, Suud-i Arabistan Krallığı’nın finansıyla hazırlanan mealde Bakara 219 ayet bakın nasıl çevirilmiş: “Sana iyilikte ne harcayacaklarını sorarlar: ‘Affetmek’ olduğunu söyle.”

(Doğrusu: “Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyaç fazlasını.”)

Hz. İsa’nın “Ey kör kılavuzlar! Ey engerek soyu!” derken ne demek istediği sanırım anlaşılıyor. Kraldan alınan dolarlarla hazırlanan meal işte böyle oluyor. “En kral meal” işte budur! Çiçek, böcek, estetik, metafizik mi diyordunuz? Alın, evire çevire okuyun…”

Prof. Hayrettin Karaman, R.İhsan Eliaçık’ın bu eleştirisine on gün sonra Yeni Şafak gazetesindeki köşesinden cevap verdi. Prof. Karaman, “İ. Eliaçık'ı dikkat, edep ve insafa davet” başlıklı yazısında kendisini şu cümlelerle savundu:

“1982 yılında hocamız Ali Özek, mealde adı geçen beş arkadaşa, acele olarak Kur'an-ı Kerim'e açıklamalı bir meal yazacağız, "Dünya İslam Birliği" bunu bastırıp parasız dağıtacak" dedi, sureleri taksim etti, mümkün olduğu kadar acele olarak gereğini yaptık, A. Özek hoca hariç hiçbirimiz, diğerlerimizin yaptıklarını okuma fırsatı bulamadık. Meal 1982 yılında on bin adet basıldı ve dağıtıldı. Rabıta daha fazla basmak üzere harekete geçince biz itiraz ettik, "mealin tamamını altı kişi okuyalım, gerekli tashihleri yapalım, ondan sonra basılsın" dedik. Bunu da (yeniden okuma, tashih, iyileştirme işini) birkaç defa yaptık.

1985 yılından itibaren bu meal, önce M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı, sonra Diyanet Vakfı tarafından da defalarca basıldı. S. Arabistan'da yapılan baskılar ise milyon nüshaları çok aştı.

Evet, 1982 tarihli baskıda, bir hocamızın yaptığı meal kısmında, İ. Eliaçık'ın naklettiği gibi isabetsiz bir tercüme yapılmıştır. Ama bundan sonraki baskılarda o meal tashih edilmiştir. Buna rağmen yirmi beş yıl önce yapılan hatalı tercümeyi ele alıp diğerlerine bakmadan ağzına geleni söylemek de neyin nesi oluyor!?” dedi.

Karaman, iki makale kaleme alarak cevap verdi

Hayrettin Karaman, Eliaçık’ın suçlamalarına karşı Yeni Şafak gazetesinde “İhtiyaçtan fazla mal” ve “Meşru olan servet” başlıklı iki ayrı makale kaleme aldı. Prof. Karaman, bu makalelerde mal, servet ve mülkiyet gibi konularla ilgili düşüncelerini dile getirdi.

R.İhsan Eliaçık ise bir hafta sonra kendi sitesinden “Hayrettin Karaman’a cevap” başlıklı oldukça uzun makalesiyle Prof. Hayretin Karaman’a yanıt verdi. İşte Eliaçık’ın Prof. Karaman’a verdiği cevap: “Hayrettin Karaman, aynı köşede iki yazı daha yazarak “ihtiyaç fazlası mal” ve “meşru servet” hakkında “söylemlerimize” kendince iyice bir ayar çekmiş!

“Hocaların hocasından” destur alınca bize susmak mı düşüyor? Hayır! Hoca yanılıyor ve okuyucularını da yanıltıyor. Nedense “hocalar” hep mal mülk söz konusu olunca yanılırlar! Mesele basit bir “görüş ayrılığı” değil, bilesiniz. Mesele çok daha derinlerde… Şimdi, yukarıdaki açıklaması sizce makul mü? Yapılan tercümenin “aceleye getirilerek”, “tamamı okunmadan” “isabetsiz”, “hatalı” olduğunu kendisi de söylüyor. Bu iyi…

****

Yaptığınız “aceleye getirmenin” bir masum hata olduğu kanaatinde değilim. 80’li yıllar darbe yıllarıydı. Rabıta örgütü darbeyi “imamların maaşını ödeyerek” de olsa finanse ediyordu. Siz de o meal sebebiyle finans edilmediniz mi? Bunun bir “proje” olduğunu düşünüyorum. En iyimser yorumla buna alet edildiğiniz anlaşılıyor.”

Üst perdeden yapılan bu tartışmanın ana eksenini mal, mülk, mülkiyet, servet ve emek gibi başlıklar oluşturuyor. Aslında burada açığa kavuşturulması gereken konular; ihtiyaçtan fazla mal edinmenin haram olup olmadığı, meşru servetin ne olduğu, özel mülkiyetin sınırlarının ne olduğu, ihtiyaçtan fazlasından kastedilen şeyin ne olduğu gibi meseleler. Amacımız meseleyi kişiselleştirmek değil meselenin bizatihi kendisini konuşmak ve tartışmaktır. Özgün Duruş olarak İslam’da mülk, mülkiyet ve emek gibi konuları masaya yatırdık.

Meşru olan servet

Prof. Hayrettin Karaman

Sahabe devrinden beri İslam'da özel mülkiyetin sınırı konusu tartışılmıştır. Ebu-Zer el-Gıfârî Hazretleri istisna edilirse sahabenin kahir ekseriyeti ve daha sonraki dönemlerin alimlerine göre meşru olan özel mülkiyetin sınırını şöyle belirlemek mümkündür:

1. Başkası temel ihtiyaçlarını temin edememiş olursa, elinde ihtiyacından fazla malı olan kimsenin bu fazladan, o ihtiyacı karşılaması farzdır; karşılamazsa günahkâr olur.

2. Elinde fazla (nisab miktarı) malı olan kimse, şer'an zengin sayılmayan kimselere malının belli miktarını zekat olarak verecektir.

3. Başta cihad vergisi olmak üzere İslam topluluğunun ihtiyacı sebebiyle meşru ululemrin koyduğu vergiler ödenecektir.

4. Bu ödemeler yapıldıktan sonra kişilerin ellerinde bulunan servet, meşru yoldan elde edilmiş olmak şartıyla onların mülküdür, haklarıdır.

5. Müslüman ne kadar zengin olursa olsun malını israf edemez. İsraf Müslümanların örf ve âdetlerine göre bilinir, tespit edilir.

6. Serveti atıl bırakmak, ümmetin ve insanlığın ondan -infak, yatırım, üretim, istihdam gibi yollarla- yararlanmasına engel olmak caiz değildir.

***

Aşağıda mealini ve tefsirini vereceğim ayet, kişilerin ihtiyaçlarından fazla mallarını derhal ona muhtaç olan yoksullara dağıtmalarını ve herkesin eşit derecede mal sahibi veya yoksul olmasını hedeflemiyor. Ekonomi çevrimine sokularak herkesin istifade edebileceği serveti, yoksullar veya toplum ona muhtaç iken "atıl bırakarak stoklamanın" meşru olmadığını ifade ediyor. Elbette elinde ihtiyacından fazlası olan, buna muhtaç olana verecek, ama bu vecibe, yoksulların ihtiyaçları karşılandıktan sonra da fazla mal sahibi olmayı yasaklamıyor.

Bir de "ihtiyaç" kelimesini açmak gerekiyor. Elinde şahsi ve ailevi ihtiyacından fazla malı olan kimseler eğer bununla, "toplumun muhtaç olduğu" ticaret, yatırım ve üretim yapıyorsa, bu fazlayı "ihtiyaç fazlası" olarak değerlendirmek doğru olmaz. Aksi halde dağıtma, herkesin eşit derecede yoksul olmasına, sonunda toplumun bağımsızlığını kaybetmesine sebep olabilir.

Allah teâlâ buyuruyor: "Ey iman edenler! Bilin ki Yahudi din bilginlerinin ve Hıristiyan din adamlarının birçoğu halkın mallarını haksızlıkla yerler ve Allah yolundan alıkoyarlar. Altın gümüş biriktirip Allah yolunda harcamayanları elem veren bir azapla müjdele!/ O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılıp onların alınları, böğürleri ve sırtları dağlanacak: İşte yalnız kendiniz için toplayıp sakladıklarınız; tadın şimdi biriktirip sakladıklarınızı." (Tevbe: 9/34-35)

Mülk ayetlerinin ruhu ve bedeni çarmıha gerildi

R.İhsan Eliaçık / Araştırmacı-Yazar

Benim derdim kimi meallerde özellikle mal, mülk, eşitlik, emek vs. ile ilgili “kralları” yani servet ve iktidar sahiplerini rahatsız edecek ne kadar ayet varsa, ya (güya) neshedilmiş, ya da tevil-tefsir edilerek kuşa çevirilmiş olması…

Hangi birisini sayayım, ne kadar zengini rahatsız edecek ayet varsa tevil ve tefsir yoluyla “sinirleri alınmış”, kuşa çevirilmiş… Bunlara “görüş farklılığı” veya “farklı içtihat” deyip geçebilir miyiz? Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsunuz?

***

Dinî muhayyilede “Süleyman’ın mülkü” efsanesi, nice dindarın, aslında şeytanca telkinden başka bir şey olmayan zenginlik hayalini süslüyor ve buradan meşruiyet alıyor. Öyle ki buradan girilerek, sonsuz zenginlik ve sınırsız servetin “bir kişide” olabileceğine dair cevazlar veriliyor, fetvalar çıkarılıyor. İslam dünyasında zenginlik, şatafat ve debdebeli saray hayatı özlemlerinin hep “Süleyman’ın mülkü” efsanesinden esinlendiğini görüyoruz.

Tarih boyunca sultanlar, krallar ve onların dalkavuk avanesi, hep cariyelerle dolu haremlerde, altın musluklu, gümüş şamdanlı, camdan havuzlu saraylarda “zenginlikle imtihan olunduklarını” söylediler. “Ama…” diye itiraz edenleri “Süleyman’ın mülkü” diyerek susturdular. Saray çöplüklerinde yiyecek arayan yoksul dindarlara ise “Sabredin, huriler sizi bekliyor” dediler. Tabi ki “öldükten sonra, cennette…” Kurdular bir düzen, şeytanca telkinlerle oyalanıp durdular.

Nasıl olsa Ebuzer mezarından çıkamazdı. Peygamberin, Ali’nin mezarına ise beton dökülmüş, üzerine kayalar yığılmıştı, çıkmaları hiç mümkün değildi. Böylesi bir din algısının asırlardır Hindistan’daki kast sisteminin yerini aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. İslam, ne yazık ki paramparça yapmak, zırr-u zeber etmek istediği böylesi bir kast (şirk) düzeninin aracısı, onaylayıcısı ve afyon yüzü haline getirildi.

Değil Kur’an’ın, dört kitabın, hatta “İbrahim ve Musa’dan beri söylenegelen” tüm suhufların manası, içeriği, mesajı, çağrısı yani tüm mülk ayetlerinin ruhu ve bedeni adeta çarmıha gerildi, sonra mezara gömüldü, sonra üzerine betonlar döküldü, sonra da üzerlerine kaşâneler dikilip içlerinde tepinildi. Hz. İsa’nın “Peygamberleri hem öldürürsünüz, sonra da üzerlerine türbe dikersiniz” dediği şey bundan başkası değildi. (Matta; 23/19-35)…

Ebuzer’in davranışı ve tarzı tekil kalmıştır

Mustafa İslamoğlu / Araştırmacı-Yazar

Kur'an, mülkiyete bakışta ne sosyalizmin ve marksizmin mülkiyet anlayışını benimser ne de kapitalizmin mülkiyet anlayışını benimser. Bu beşeri ideolojilerin söylemlerinden birini Kur'an'a giydirmeye çalışmayı beyhude bir uğraş olarak görüyorum.

Kur'an, öncelikle muhatabında bir mülkiyet tasavvuru inşa eder. Bunun için de mülkün, mülkiyetin gerçek malikinin Allah olduğunu, servetin insana emanet olduğunu söyler. Onun için de “lâm”ı tahsis ile gelir. "Lehü'l-Mülküs semavati vel ard, Lehü’l-Mülkü ve lehü’l-Hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr" gibi birçok ayet “lâm”ı tahsis ile mülkü Allah'a hasreder.

Bu ne demektir? Müllkün gerçek maliki Allah'tır. Peki, gerçek maliki Allah ise, insan mülk sahibi oluyor. Öldüğü zaman mülkünü miras bırakıyor. Varisleri mirası paylaşıyor. Hatta Kur'an, varislerin mirası nasıl paylaşacağına dair düzenlemeler getiriyor. Mülke taarruz ve tecavüz suç olarak addeliliyor ve ceza görüyor. Onun için de hırsızlık, Kur'an'da cezası belirlenmiş bir cürüm oluyor. Çünkü hırsızlık mülke tecavüzdür. Eğer Kur'an mülkiyeti onaylamasaydı bu gibi düzenlemeleri de yazmazdı zaten. Mülkiyeti onaylamasaydı miras hukuku olmazdı, feraiz olmazdı. Mülkiyeti onaylamasaydı, faiz hakkındaki düzenlemeler olmazdı. Mülkiyeti onaylamasaydı zekât farzı olmazdı.

Zekât vermek için zaten mülkiyeti kabul etmek lazım. Ama bu mutlak mülkiyet değil, mukayyet bir mülkiyet. Yani emanet aslında… Bu mülkiyetin hakiki ismi emanettir. Onun için Kur'an muhatabında servetin emanet olduğu tasavvurunu inşa eder. Servet bir emanettir. Peki, servet emanettir de insan serveti istediği gibi kullanabilir mi? Yani “servetin sınırsızca temerküzü caiz midir?” dediğimiz zaman, Kur'an bu konuda prensipler koyar. Ne der? Servetin temerküzünü engellemek için, "Servet, içinizden zenginlerin arasında dolaşan bir devlete dönüşmesin." Yani servet temerküzü, servetin, iktidarın ve gücün bir yerde temerküzüne Kur'an karşı çıkar. Çünkü bunların temerküz ettiği yerde istibdat ortaya çıkar. Bunların temerküz ettiği yerde Firavunlar, Nemrutlar ortaya çıkar. Dolayısıyla Kur'an bunların temerküzüne mani olmamızı ister, temerküzünü önler.

Yine Kur'an zekâtı emreder. Bu da serveti aynı zamanda kamu enstrümanı görmesinin sebebidir. Neden? Çünkü Kur'an'ın zekât dışında bıraktığı kalemler, üretim kalemleridir. Bu manada üretim kalemleri Allah Rasülünün de beyanıyla zekât dışı bırakılmıştır. Efendimiz, Kur'an'ın zekât emrini adeta şöyle anlamıştır: Âtıl parayla Allah seni kırk yıl yaşatmaz. İsterse bu servet dünyalar dolusu olsun. Kırk yılda sıfıra çıkar. Niye? Âtıl durmayacak, aktif olacak. Yani bu servet çalışacak, üretimde olacak.

Yine faiz yasağı da aslında Kur'an'ın servet tasavvurunun bir boyutunu oluşturur. Zekâtın farz olması neyse, faizin haram olması da tersinden aynı şeydir. Zaten zekâtı farz kılmak, eğer faizi haram kılmayacaksa bir işe yaramaz. Faizin haram kılınmasının arka planında yatan temel saik emeksiz kazançtır. Yani Kur'an emeksiz kazancın kapılarını tıkar. Çünkü günah sektörünü emeksiz kazanç oluşturur. Bir yerde emeksiz bir girdi varsa orada mutlaka çıkacak günah arar. Bulamazsa, günah deliği açar ve oradan çıkar. Onun içindir ki toplum binasını sağlam tutmanın yolu haram girdiyi engellemektir. Haram girdilerin en başında da emeksiz kazanç gelir. Kur'an'ın emeksiz kazancı reddetmesinin temelinde de bu yatar.

Tabi sadece farz ve haram düzeyinde, emir ve nehiy düzeyinde anlaşılmaz Kur'an'ın servet telakkisi. Aynı zamanda teşvikler vardır. O teşviklerin başında "infak" teşviki vardır, tasadduk teşviki vardır. Yani yoksullarla paylaşma... Birçok nafile ibadet de bunun bir parçasıdır. İşte sadakayı fıtrı buna katabilirsiniz, kurbanı buna katabilirsiniz. Bu gibi ibadetler de aslında paylaşma emrinin ve tavsiyesinin birer parçasıdır.

İşte bu çerçevede Bakara Suresinin 219. ayetini ele almak lazım. Kur'an'ın ifadesiyle “kenz” yasaktır. Kenz, biriktirmektir. “Altını ve gümüşü kenz edenler, yani yığınlar ve onu infak etmeyenler...” Yığmak değil burada sadece, yığıp infak etmeyenler... “İşte Allah onlara o altınlarını, gümüşlerini ısıtıp onların ahirette böğürlerine, göğüslerine, sırtlarına damga vuracak, basacak” buyuruyor.

Bu aslında “kenz”in yasaklanmasıdır. Peki, bu bağlamda Bakara 219'u nasıl anlayacağız? Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki affı infak edin. Af nasıl anlaşılmalı? Bugün tartışma aslında buradan doğuyor. Bugünkü tartışmanın merkezinde bu “gulil affe” ibaresinin nasıl anlaşılacağı yatıyor.

Bu ayetle ilgili şunu sormak lazım; ihtiyaçtan fazlasını bu ayet infak etmeyi emir mi ediyor? Bir metin var önümüzde, biz bu metinde Allah'ın muradını anlamaya çalışıyoruz. Ayet, ihtiyaçtan fazlasını vermeyi emir mi ediyor? Kullanılan kelimeye baktığımızda asla kimse bunu söyleyemez. “Gulil affe...” Af, bizim bildiğimiz, kullandığımız “af” kelimesidir. Yani, “ihtiyaçtan fazlasını” diye çevirelim, doğru çeviri budur diyelim. Fakat burada bunu emir mi ediyor? “Af” kelimesi bir kere “affetmekten” gelir. Yani biri size karşı bir haksızlık yapmışsa affetmeniz emredilmez. Allah da affı sever, affedenleri sever, ama tavsiye eder. Bakın kısas ayetinin arkasında, “affederseniz sizin için hayırlı olur” der. Ama affedin demez. Çünkü affedip affetmemek bana kalmış bir şeydir. Affetmeyebilirim de. Affetmezsem hakkımı dünyada da ahirette de talep ederim, bu da anamın ak sütü gibi hakkımdır. Ama “af” burada tavsiye edilmektedir.

İşte burada kelimenin de etimolojisi atlanan ve ıskalanan budur. “İhtiyaçtan fazlasının infakı” tavsiye edilmektedir. Peygamberimiz bu tavsiyeyi yapmıştır. Ömrünün son gününde, altı ya da yedi dirhem para gelmiş onu da Hz. Aişe'ye infak etmek üzere vermiş. O hastalık telaşesi içerisinde o para infak edilememiş. Efendimizin, vefatından saatler önce uğraştığı meseleye bakın. “Onu bana getir” diyor. Yani ayılıyor, bayılıyor, artık vefata saatler kalmış. “Aişe, o dirhemleri bana getir” diyor. Aişe, dirhemleri efendimizin avucuna sayıyor. Efendimiz, o dirhemleri oracıkta Abbas'a veriyor. “Bunları infak edin” diyor ve o anda rahatlıyor.

Efendimiz bu tavsiyeyi yapmıştır. Peki, bunu bir emir olarak algılamış mıdır? Emir olarak algılamış olsaydı, efendimizin vefat etmeden önce sahabenin ihtiyaç fazlası hiçbir şeye sahip olmaması, efendimizin de buna izin vermemesi lazımdı. Oysaki böyle değil. Yani on bin tane köle azad eden sahabe var. Bin tane askeri, Hz. Osman gibi techiz eden sahabe var. Abdurrahman bin Avf gibi, binlerce askerin ihtiyacını karşılayan sahabe var. Bunlar daha efendimiz yaşarken oluyor. Efendimizin borç aldığı sahabeler var. Hakeza borç aldığı gayri müslimler de var. Dolayısıyla sahabenin, daha efendimiz yaşarken ihtiyaç fazlası elindeydi. Bunu böyle anlamak şu demektir; “kira getiren bir şeye sahip olmak haramdır!?.”

Bakara 219'u doğru anlamak lazım. Burada teşvik edilmiştir. Rabbimiz tavsiye etmiştir. Fakat tersi haramdır. Bu da bir emirdir. “İhtiyaç fazlası haramdır” diyecek ne ayetin metlulü ne lafzı ne maksadı ne manası ne Allah Rasulünün uygulaması ne de sahabenin uygulamasında bunu doğrulayıcı asla bir şey göremeyiz.

Allah Rasulünün kişisel tercihini Ebuzer’de görüyoruz. Ebuzer'in tavrı ve tarzı da böyle olmuştur. Şunu söyleyelim; Ebuzer Allah Rasulünün Mekke'den itibaren tedrisat halkasından geçmemiştir. Ebuzer Mekke'de yoktur, yani bir müddet gelmiştir sonra Rasulullah kendi kavmine geri göndermiştir. Çok kısa bir müddet Mekke'de kalmıştır. Ebuzer, Bedir'e katılmamıştır, Uhud'a katılmamıştır.

Ebuzer, Allah Rasulünün yanına geldiğinde kavminden birçok insanın imanına vesile olmuş gelmiştir. Fakat bu manada Ebuzer'in kişisel duruşu bu duruştur. Yani servet dediğimiz şeye kökten karşı olan bir duruştur. Ama bu, onun kişisel duruşu olmuştur. İkinci bir duruş göremiyoruz. Yani Allah Rasulü sahabeyi men etmezken, Ebuzer men etmeye kalkmıştır. Onun için Ebuzer'in davranışı ve tarzı tekil kalmıştır.

Peki, Ebuzer'in bu davranışını ve bu görüşünü bugün biri çıkıp da savunsa ne dieyceğiz? Ebuzerî diyeceğiz. O da Ebuzer yolunda diyeceğiz. Ben İslam yolu üzerindeki bu çizgilerin devam etmesinin birçok hayırlara vesile olduğuna inanıyorum. Onun için bu çizgiyi de birileri savunmalı diyorum. Çünkü bu çizginin de yüreğini teskin ettiği bir insan kitlesi var. Bu çizginin de İslam'ın güzelliğini yüreğine soktuğu bir kitle var. Yani gönlü sosyalizme yakın olanlar, eşitlikçiliğe doğuştan yakın olanlar, bunu bir varoluş problemi haline getiren insanlara verilecek mesajımız da vardır. Bu mesajı da bu çizgi versin diyorum. Fakat bir şartla; hiçbir çizgi kendi savunduğunu, kendi anlayışını mutlaklaştırmasın, diğer anlayışları ötekileştirip şeytanlaştırmasın.

Yaşar Yeşil – Özgün Duruş Gazetesi

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.

×
×
  • Neu erstellen...