Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

22 Þubat 2007 tarihli Radikal’de Ayþe Hür imzasýyla yayýnlanan yazý dizisinin 5. bölümünde çok sayýda yanlýþ ve saptýrma maksatlý ifade ve iddialara yer verildi. Hattâ tek cümlede dahi bu özelliði taþýyan 4-5 örnek bulmak mümkün. Pek çok hüküm cümlesi öncesi veya sonrasýyla çeliþir mahiyette. Ama ortak olan tek yön yazar Ayþe Hür’ün Bediüzzaman Said Nursî’yi dar bir bakýþ açýsýyla ve kalýplaþmýþ bir þablon çerçevesinde yaklaþýyor olmasý.

 

Ana baþlýðýn hemen altýnda sunulan spottaki ifadelerde “Said-i Nursî ve Nurcularla yakýnlýðýnýz olursa akibetiniz kötü olur” anlamý çýkarýlabilecek bir üslup kullanýldý. Yazý dizisinde Bediüzzaman Said Nursî’ye ve Ýstiklâl þairimiz Mehmet Akif Ersoy’a yer verildi. Bediüzzaman, “Cumhuriyetin Ebedî Sürgünü” baþlýðý altýnda verilirken, Mehmet Akif “Ankara’da Mürteci, Mýsýr’da Hýristiyan” gibi gayet itici ve yönlendirici bir baþlýkla sunuldu.

 

Ayþe Hür imzalý dizinin 5. bölümündeki göze çarpan en önemli özellik, ortaya sürülen iddia ve bilgilerin hiçbirisinin kaynaðýnýn verilmemiþ oluþu. Bunun yaný sýra aktarýlan olaylar ve geliþmeler öncelik sonralýk, hadiseler arasý yaþanan süre, konum ve þartlar dikkate alýnmaksýzýn tamamen keyfî bir yaklaþýmla ele alýnýyor. Sunulan bilgi ve iddialarýn neredeyse tamamý yanlýþ ve saptýrma nitelikli.

 

Yazýda dikkat çeken noktalar ve doðrularý þöyle sýralayabiliriz:

Yazýnýn ilk cümlesi, neredeyse yazýnýn tamamýnýn konumunu açýkça ortaya koyuyor. Üstelik okuyanlarý ve Said Nursî hakkýnda az da olsa bilgi sahibi olanlarý “bir cümlede bu kadar çok hata ve mesnetsiz iddia olamaz” dedirtecek bilgi ve iddialara yer veriliyor.

En baþta Said Nursî’ye “Bediüzzaman” unvaný müridleri tarafýndan verilmiþ deðildir. Bu unvan ilk kez 1892 yýlýnda, Siirt’in önemli âlimlerinden Molla Fethullah Efendi tarafýndan verilmiþtir. Bu unvanýn veriliþ gerekçesi ise, Molla Fethullah’ýn gerek zeka seviyesini ölçmeye, gerekse çok sayýda ilmî kitaptan derinlikli sorular yöneltmeye dayalý bir imtihandýr. Henüz 14-15 yaþlarýnda olan Said Nursî bütün sorulara eksiksiz cevap veriþi üzerine hocasý þaþkýna dönmüþ, “Zamanýn eþsizi” anlamýna gelen “Bediüzzaman” unvanýný kendisine vermiþtir. Bu geliþme, yaþadýðý bölgede zaten yaygýn olan þöhretini artýrmýþ, katýldýðý bütün ilmî münazara ve tartýþmalarda hep üstün gelmiþ, böylece sadece halk arasýnda deðil, dönemin ve o çevrenin ilim adamlarýnca da “Bediüzzaman” olarak anýlmýþtýr.

 

Ayþe Hür’ün, yazýsýndaki daha ilk cümlede görülen bir diðer önemli hata, Bediüzzaman Said Nursî’ye yönelik “Hakikat Kahramaný,” “Türkiye’nin Gandhi’si,” “‘Ýlmi açýdan Aristo’yu, Ýbni Sina’yý, Farabi’yi geride býrakan filozof” gibi övgü ve takdir dolu ifadeler “Müridleri” tarafýndan deðil, gerek ulusal, gerekse uluslar arasý akademik platformlarda, akademisyenler ve araþtýrmacýlar tarafýndan sunulan tebliðler, kaleme alýnan kitaplar, makale ve araþtýrma dosyalarý aracýlýðýyla ifade edilmiþtir. Bu konuda daha geniþ araþtýrma yapmak ve bilgi edinmek isteyenler www.nursistudies.com, www.risaleinur.com.tr ve benzeri siteleri ziyaret edebilirler.

 

Ayþe Hür’ün ilk cümlesinde bir ön yargý ve bir tür etiketleme uygulamasý da vardýr. Said Nursî “Nurculuk” akýmýnýn kurucusu olarak nitelemiþ, yine iradeye dayalý planlý bir organizasyon havasý verilerek, bir tür gruplaþma, gizli bir teþkilatlanma vurgusu yapýlmaya çalýþýlmýþtýr. Aslýnda bu yaklaþým, hayatý boyunca çýkarýldýðý onlarca mahkemede öne sürülmüþ ve bunlarýn hepsinde böyle bir ithamý ve suçlamayý bizzat kendisi reddetmiþtir.

 

Ayþe Hür’ün ilk cümlesinde Cumhuriyet’in kuruluþu öncesine yönelik bir suçlama özelliði taþýyan ifadeler yer almaktadýr. Buna göre Baþta Mustafa Kemal olmak üzere Millî Mücadelede önemli rol oynayan isimler “pragmatik nedenlerle” bazý “dinsel çevrelerle” ittifak kurmuþlar, Cumhuriyet’in ilanýndan sonra da onlarý bir tasfiye sürecine sokmuþlardýr. Ancak, yine Ayþe Hür’e göre, bu “tasfiye” uygulamasý “baþarýsýzlýk”la sonuçlanmýþtýr. Said Nursî’de bu baþarýsýzlýðý “sembolize etmesi açýsýndan önemli bir figürdür.”

 

Said Nursî’nin doðduðu köy olan “Nurs” hakkýnda, parantez içinde, “karþýtlarýna göre” þeklindeki bir ifadeyle, masum gibi görünen ama daha ziyade zihin bulandýrýcý bir iddia aktarýlýyor. Buna göre Nurs Köyünün asýl ismi Nors olduðu halde, Nur kelimesini çaðrýþtýrmasý için, Bediüzzaman özellikle “Nurs” ismini kullanmýþ. Halbuki, yine küçük bir araþtýrma yapan veya bölge insanýnýn bazý özellikleri hakkýnda bilgi sahibi olan bir kiþi böyle bir ihtimali aklýna bile getirmezdi. Bölge halkýnýn günlük yaþamda kullandýðý bazý kelimeler farklý telaffuzlarla dile getirilmekte. Buna dair belki yüzlerce örnek verilebilir. Bunlardan birisi de “Nur” kelimesidir ve bu kelime “Nor” olarak söylenmektedir. Eðer Bediüzzaman’ýn “Nors” ismini özellikle “Nurs” diye ifade ettiðini kabul edersek, kendi annesinin ismini “Noriye”den özellikle “Nuriye”ye, ilk hocasý olan Seyyid Nor Muhammed’in ismini özellikle “Seyyid Nur Muhammed”e çevirdiðini söylemek gerekirdi ki, ortaya son derece komik bir tablo çýkardý. Buna benzer belki yüzlerce örneðin var olduðunu da düþünürsek, böyle bir iddianýn konumu ve seviyesini çocuklar dahi anlayabilecektir.

 

Bediüzzaman’ýn çocukluk ve eðitim dönemiyle ilgili bilgisi olmayan veya araþtýrma ihtiyacý hissetmeyen bir okur, Ayþe Hür’ün “Said-i Nursi, sert ve kavgacý mizacý yüzünden medrese eðitimini tamamlayamadý.” ifadesinden anlayacaðý manalar bellidir ve çok büyük ihtimalle olumsuz olacaktýr. Bu konuda detaylý bilgi edinmek isteyenleri yukarýda verdiðimiz adresleri ziyaret etmelerini veya özellikle Bediüzzaman’ýn hayatýnýn tüm detaylarýyla sunulduðu ve Þükran Vahide tarafýndan kaleme alýnan “Bediüzzaman Said Nursî Entellektüel Biyografisi” (Etkileþim Yayýnlarý) isimli eseri okumalarýný tavsiye ederiz.

 

Ayþe Hür’ün, “Bediüzzaman” unvanýna Said Nursî’nin kendi iddiasýyla 15 yaþýnda “eriþmesi” iddiasýnýn gerçekleri yansýtmadýðýna ve doðrusunun ne olduðuna dair bilgileri zaten yukarýda ifade etmiþtik.

 

Yazý dizisinde “Ýki önemli tarikat” ara baþlýðýyla verilen bölümde ise yaklaþýk 30 senelik zaman dilimi, sadece iki cümleyle ifade ediliyor. Her iki cümlede doðru olan bilgiler, adeta “Ne sihirdir ne keramet. El çabukluðudur marifet” der gibi, büyük bir el çabukluðu veya dikkatleri baþka yöne çevirebilme telaþýyla, Said Nursî’nin Nakþibendilikle Kadiriliðin rekabet ettiði bir bölgede yetiþmesinden girilip, akýl saðlýðýnýn kontrol edilmesi için týmarhaneye (bu arada týmarhanenin ismi Topbaþý deðil Toptaþý) yollanmasýndan çýkýlýyor. Öylesi bir telaþ ki, bu 30 senelik süre içinde Said Nursî, ne zaman hangi eðitimi gördüðü, bölgedeki âlimlerle ve Valilerle olan irtibatýnýn gerekçeleri ve neticelerinin neler olduðu anlatýlmýyor. Hattâ Ýstanbul’un bile adýný anmadan, Ýstanbul’a ne zaman geliþini bile söylemeden 1908’de Saray’a dilekçe verdiði ifade ediliyor.

 

30 yýllýk bir süreyi iki cümleye sýðýþtýrma çabasýnda olan Ayþe Hür, “Sonrasý baþ döndürücü bir hýzla geçti.” dedikten sonra, Said Nursî’nin Ýstanbul’daki hayatý, verdiði mücadele, davasý uðruna her tehlikeyi göze alarak gerçekleþtirdiði icraatlere bir kelimeyle dahi yer vermeden 31 Mart Hadisesine geçiyor ve sadece 31 Mart Olayýna katýlmakla suçlandý, ceza almadý” deniyor. Aslýnda bu kýsa ifadede dahi, sanki suçlu olduðu halde, “bir þekilde ceza almaktan kurtuldu” manasý kinayeli olarak sunuluyor. Bu manayý teyid için de Birinci Dünya Savaþý sýrasýnda Teþkilat-ý Mahsusa’ya katýldýðý belirtiliyor. Bir diðer ifadeyle Rumi takvime göre 31 Mart 1325’te Miladî takvimde 13 Nisan 1909’da gerçekleþen 31 Mart Hadisesi’nden hemen Birinci Dünya Savaþýna, yani 1914 tarihine geçiliyor. Bu süre içinde ne olduðu, Said Nursî’nin hangi faaliyetlere katýldýðý, nelerle karþýlaþtýðý yok. Sanki bu dört yýllýk dönem yaþanmamýþ veya kayda deðer hiçbir geliþme olmamýþ gibi.

 

Ayþe Hür’ün, bu kadar özet ve bu kadar yanlý anlatýmýnda, nasýl olduysa gerçek olmayan, delili olmayan bir Libya meselesi var. Yazara göre Bediüzzaman, “Sunusileri Osmanlý devletinin ünlü cihat çaðrýsýna katýlmaya ikna etmek için Libya’ya” gitmiþ. Her ne kadar, yazýsýnýn baþýndan sonuna kadar hiçbir kaynak ve referans göstermemiþ olsa da, böyle bir iddianýn kaynaðýný gösterseydi, tarihî bir misyon üstlenmiþ, büyük bir gazetecilik baþarýsý göstermiþ olurdu. Aslýna bakarsanýz yazardan böyle bir sunum beklemek de bir tür hayalcilik olurdu. Öyle ki, Bediüzzaman’ýn Libya’dan döner dönmez Bitlis savunmasýnda esir düþmesine kadar geçen süreyi bir çýrpýda anlamak için hayal hýzý bile yetersiz kalýyor. Ayný yetersizlik 3 Mart 1916 tarihinde baþlayýp 17 Haziran 1918 tarihinde Ýstanbul’a dönüþle tamamlanan Rus esareti döneminin sadece bir cümlede ifade edilmesinde de kendini gösteriyor. Ýki seneyi aþan esaret yýllarýnda neler yaþandý, Said Nursî’nin baþýndan neler geçti, esaretten hangi yolla ve nasýl kurtuldu, Ýstanbul’a geliþinde nasýl karþýlandý…. Bütün bunlara dair bir tek cümle yok. Belki de böyle bir anlatýmý ummak da hayalperestlik olurdu.

 

Ancak anlatým hýzýna hayalen de yetiþmekte yetersiz kaldýðýmýz Ayþe Hür, Bediüzzaman’ýn, Milli Mücadele’nin baþladýðý zaman dilimiyle ilgili aktardýðý bir anekdot zihinlerde soru iþareti býrakýyor. Yazara göre Bediüzzaman, Milli Mücadelenin baþladýðý zaman diliminde “Ýstanbul Sarýyer’de” oturuyordu. Bir diðer ifadeyle, umursamaz bir tavýrla rahat döþeðinde yatýyordu. “Darü’l-Hikmetil-Ýslamiye’de (Ýslam akademisi) hocalýk yapýyordu.” Hiçbir kayýtta ismi geçmeyen “Van Kütüphanesinde” tanýþtýðý bir eðitim kurumunun kurulmasýndan baþka bir þey düþünmüyordu adeta. Burada Bediüzzaman’ýn “Medresetü’z-Zehrâ” projesiyle ilgili tarihi süreci aktarmaya ihtiyaç duymuyoruz. Zaten buna dair doðru bilgilere ulaþmak son derece kolaydýr. Ama yazar Ayþe Hür’ün anlatýmýna ve hayal gücüne ayak uydurmak alabildiðine imkansýz görünüyor. Hele bir de, Bediüzzaman’ýn Ankara’ya geliþ süreci ve burada yaþanan geliþmelerle ilgili aktardýðý bilgiler, sanki Bediüzzaman’la ilgili deðil de bir baþka isim için geçerli gibi. Eðer tembellik edip sadece Ayþe Hür’ün yazdýklarýný dikkate alsaydýk, þöyle bir Bediüzzaman görüntüsü zihnimizde canlanýrdý:

-Ýki seneden fazla süren Rus esaret dönemi, sanki son derece rahat ve konforlu bir þekilde geçmiþ.

-Esaret dönüþü Ýstanbul’da yine çok rahat ve keyif dolu bir vaziyette geçmekte.

-Ülkeyi iþgale eden yabancý güçlere karþý millî bir mücadele baþlýyor. Ama Bediüzzaman hiç oralý olmuyor. Ýstanbul’da “hocalýk” yapýyor.

-Van Kütüphanesi isimli bir yerde, gençlik yýllarýnda tanýþtýðý ve sanki bir baþkasýna ait olan bir üniversite projesini hayata geçirme derdine düþmüþ.

-Milli mücadelenin sürdüðü bir dönemde, sanki sadece üniversite projesini gerçekleþtirme hesabýna girmiþ ve ülkenin kurtuluþu için deðil de sadece bu amaçla Ankara’ya gitmiþ. En ilginci de bu projesini Ýstanbul hükümeti aracýlýðýyla gerçekleþtirebilme imkaný kalmayýnca böyle bir adým atmýþ.

- 9 Kasým 1922 tarihinde TBMM’de ‘hoþamedi merasimi’ ile karþýlanýyor. Ama Ankara’daki havayý görünce, çocuklar misali dilini tutamýyor. Ýleri geri konuþmalar yapýyor. Týpký “Saray”a çýkýp da tutamadýðý ve bu yüzden “Týmarhaneye” gönderildiði dönemdeki gibi.

-Ýleri geri konuþmaya baþlayýnca “durum deðiþiyor.”

 

Evet, yazar Ayþe Hür’ün tarif ettiði Bediüzzaman iþte böyle bir þahsiyet.

Peki ya onu Ankara’ya ýsrarla davet eden Mustafa Kemal?

Ayþe Hür’e göre Mustafa Kemal “O günlerde baþarýya ulaþmak için her türlü ittifaký yapmaya hazýr olan” bir konumda.

 

Yazýdaki en komik ve hayal ürünü iddialardan birisi tam bu noktada sunuluyor. Yazarýn önce “beyanname,” sonra “mektubunda” ifadesiyle dile getirdiði yazýda geçen “laflardan” dolayý 50-60 milletvekili çok heyecanlanmýþ ve hemen “oracýkta” namaza durmuþ. Buraya kadar önümüzde kendini gösteren böyle bir yazýdan veya yazarýndan kaynak beklemek yine hayalperestlik olacaðý için sadece bu kadarla yetinmek durumundayýz.

 

Ancak Ayþe Hür, kaynak beklentisi bir nebzecik de olsa kýrabilmek için “söylenir” kelimesini kullanýyor. Ama hemen ardýndan gelen Said Nursî’ye ait olan Paþa! Paþa! Ýslâmiyet’te imandan sonra en yüksek hakikat, namazdýr. Namaz kýlmayan haindir, hainin hükmü merduttur” ifadesinden önce “güya” vurgusu yapmaktan da geri kalmýyor. Bunu takiben de, pek çok güvenilir kaynak ve vesikalarda yer alan, olayýn þahidlerinin dilinden yazýlý kaynaklara aktarýlan bilgileri “yandaþlarýna göre” diyerek aktarýyor. Bu arada yazar Ayþe Hür, tren biletlerine varýncaya kadar vesikalý ve kayýtlý bir gerçeði daha çarpýtarak Bediüzzaman’ýn Ankara’dan Van’a deðil Erzurum’a gittiðini söyleyiveriyor.

 

1923 yýlý bahar mevsiminden itibaren Van’da, tamamen inziva hayatýný yaþayan Bediüzzaman’nýn Þeyh Said Ayaklanmasýna kadar geçen iki senelik dönem, yine yazý dizisine göre meçhul. Bu süre içinde, özellikle isyan hazýrlýklarý sýrasýnda Bediüzzaman’ýn engelleme çabalarý, bu yönde gerçekleþen görüþmeler, telkinler sanki hiç yaþanmamýþ gibi. Ama yazar Ayþe Hür’ün bakýþ açýsý ve yaklaþýmý belli. Bu yüzden yazar, “Þeyh Said Ayaklanmasý’na katýlmakla suçlandýðýnda, Mustafa Kemal’in aslýnda ne düþündüðünü anlamýþ olmalýdýr.” diyerek, Bediüzzaman’ýn Ankara’da bulunduðu sýradaki tavrýna karþý Mustafa Kemal’in bir nevi rövanþ aldýðýný ima etmekten çekinmiyor.

 

Yazar Ayþe Hür’e göre, isyanýn bastýrýlmasýnýn ardýndan Bediüzzaman adeta bir korku ve kendini savunma psikolojisi içine giriyor. Ona göre Said Nursî, isyancýlarý engellemeye yönelik sözleri isyan öncesi deðil, isyandan sonra tutuklandýktan sonra kendisini savunmaya yönelik dile getiriyor. Bütün çabalarýna raðmen yine isyancýlarla sürgüne gönderilmekten kurtulamadýðýný ifade ediyor. Böylece Said Nursî ile birlikte, isyanla en küçük baðlantýsý ve desteði olmadýðý halde âlimlerinden köylüsüne, yaþlýsýndan çocuðuna kadar yerinden yurdundan koparýlarak farklý bölgelere sürgün edilen on binlerce insan vatan haini konumuna getirmiþ oluyor. Bununla da kalmayarak, “isyancý Kürt liderleriyle birlikte” diyerek, asýl isyana katýlan ve isyanýn bastýrýlmasýnýn hemen ardýndan isyancý liderlerin idam cezasýna çarptýrýlmalarý gerçeði de gizlenmiþ oluyor. Sýrf Bediüzzaman’a “isyancý” etiketi vurabilmek için, onunla birlikte sürgün edilenler “isyancý lider” olarak niteleniyor.

 

Ayþe Hür’ün trajikomik tespitlerinden birisi de “Said-i Kürdî” ifadesinin kaynaðýyla ilgili. Tarihî pek çok belgede olduðu gibi Bediüzzaman, bu unvaný özellikle 1907 yýlýnda Ýstanbul’a geliþinden sonra kullanmýþtý. O dönemde eyalet sistemiyle yönetilen Osmanlý Devletinde, gerek tüm idarî kademelerde, gerekse halk arasýnda insanlar yetiþtikleri bölgeye nisbetle belli unvanlar kullanýyorlardý ve bu son derece normal bir uygulamaydý. Üstelik bu tür unvanlar o dönemlerde bölücülük deðil, tam tersine birleþtiricilik maksadýyla kullanýlýyordu. Bu ve benzeri pek çok gerçek varken Bediüzzaman’ýn “Said-i Kürdî” unvanýný sürgünden sonra kullandýðýna dair bir iddia hayal ürünü, belki bir açýdan da saptýrma olduðu gayet açýktýr.

 

Bediüzzaman’ýn sürgün yeri olarak Isparta ve daha sonra Barla’ya gönderilmesi yazar Ayþe Hür’e göre o dönem idarecilerinin büyük bir hatasý olmuþtu. Bu açýdan da gerçeklerle uzaktan-yakýndan ilgisi olmayan bir yaklaþým sergileyen yazar Ayþe Hür, kafasýndaki þablonu her hadiseye ve geliþmeye uygulayabilmek için çok ýsrarlý ve inatçý bir çizgi izlemiþtir. Tarikatlerin nüfuzu, kanaat önderlerinin merkezi hükümetin icraatleri karþýsýnda tekili oluþu, daha da ilerisi cahil ve dar gelirli geniþ halk kitlelerinin dinî propagandaya hazýr oluþu gibi hayal ürünü tablolarý her fýrsatta dile getirmiþtir. Böyle bir mizansende de Bediüzzaman’a her defasýnda hükümet aleyhinde halký ayaklandýrmaya teþvik eden, bulduðu her fýrsatý bu yönde deðerlendiren, gizli güçlerden destek alan isyancý elebaþýsý olma rolü biçmiþtir. Bu zorlama o kadar alenidir ki, kendisine selam verenlerin bile hapse atýlýp en aðýr iþkencelere maruz kaldýðý nice örnekler varken, güya Bediüzzaman, Isparta ve Barla’da da rahat durmamýþ, Bitlis’teki Halidiye tarikati üyesi eski öðrencilerini teþkilanlandýrmýþtýr. Her defasýnda da ayný þeyleri yaptýðý için, Eskiþehir’e ve Kastamonu’ya sürülmüþtür.

 

Baþtan sona kasýtlý ve önyargýlý yaklaþým sergilenen yazý dizisinin “Nurculuk nedir?” baþlýklý bölümde de aynen sergileniyor. Ama, sanki yazýnýn önceki bölümlerinde farklý þekilde anlatýlmýþ ve hiç deðinilmemiþ gibi Nurculuðun aslýnda bir tarikat olmaktan çok bir tefsir ekolü oluþundan bahsediyor. Bunu da aslýnda hayrýna yapmýyor. “Cumhuriyeti hýzlý ve yüzeysel laiklik politikalarýnýn baþarýsýzlýðýna” ve bundan istifade ile uzun vadeli bir baþarý elde edebildiðine bir örnek olarak dile getiriyor.

 

Hemen her cümlesinde asýlsýz ve maksatlý iddialara yer verilen, çoðu yerde de bir cümlesi diðerine uymayan, birbirleriyle çeliþen yazý dizisinde, Nurculukla ilgili diðer tespitler üzerinde yorum yapmayý gerek görmeden sizin için sýralamak istedik:

- “Said-i Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatýný, söz dizimi ve kullanýlan sözcükler yüzünden okumak ve anlamak zordur.” (Anlaþýlmasý zor ama, bu eserleri okuyanlar neden çok?)

-Bu zorluðun sebebi “anadili Kürtçe olan Said-i Nursi’nin Türkçeyi 20’li yaþlarýnda, Arapçayý ise daha sonra öðremesi. “ Bu yüzden de “risalelerini yardýmcýlarýna” yazdýrmasý. (Türkçeyi daha sonra öðrendi ama, Arapçayý kýsa da olsa aldýðý medrese eðitimi sýrasýnda öðrenmiþti. Hattâ 90 civarýndaki Ýslamî ilimlerle ilgili eserleri ezberine almýþ, bunlarý üç ayda bir tekrarlýyordu. Yazdýðý veya yazdýrdýðý eserlerini zor þartlar altýnda talebelerine veriyor, bu nüshalar elle yazýlarak çoðaltýlýyor, çoðaltýlan risaleler daha sonra kendisine ulaþtýrýlýyor, o da tek tek bunlarý okuyup tashih ediyordu.)

-1925 sonrasý takip ettiði çizgi “Cumhuriyet elitlerini çok endiþelendirmiþ” olmasýna raðmen Bediüzzaman’ýn “Hýyanet-i Vataniye Kanunu ve Ýstiklal Mahkemesi gibi organlarýn gadrine uðramamasý” Ayþe Hür’e göre çok ilginç. Üstelik bu risalelerde “adýný vermeden Mustafa Kemal’den ‘Deccal’ diye söz” ettiði halde. Üstelik onun “müritleri” (burada tekrar tarikat nitelemesine dönmüþ) “Mustafa Kemal hakkýnda ‘Beton Kemal’ türü aþaðýlayýcý ifadeler” kullandýðý halde.

-”Tarikat olmaktan çok bir tefsir ekolü” olan “Nurcularýn lideri Bediüzzaman,” Ayþe Hür’e göre “ölümünden sonra geride bir ‘halife’ býrakmamýþ.

-Ayþe Hür’ün en flaþ tespiti yazýnýn en sonunda sunuluyor. Buna göre Nurculuk hareketi günümüzde bir heyet tarafýndan yönetildiði “sanýlmaktadýr.

 

 

Veli Sirim

26.02.2007

* Bu haber Risale-i Nur Araþtýrma Merkezi tarafýndan hazýrlanmýþtýr. Kaynak gösterilerek veya izin alýnarak yayýnlanabilir.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.

×
×
  • Neu erstellen...