Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Muhâkemât ve Ahmet Feyzi Kul

 

 

Muhâkemât bize her yönden farklý bir ufuk açtý. Bazý konularýný ‘Hakikat Çekirdekleri’nde ve ‘Lemâât’ta görmüþ okumuþtuk. Bazý meseleleri Ýþârâtü’l-Ý’caz’da vardý ama Muhâkemât

tek baþýna derli toplu halde apayrý bir þaheserdi... O bahçeye girmeden çiçek ve meyveleri görülmez; o deryaya dalmadan, derinliklerindeki hazineler ve sergilenmiþ olan mücevherler temaþa edilemez... Onun için iyi gavvas olmak gerekir.

 

Külliyattan her bir Risale elimize geçtikçe sanki yepyeni bir mücevher hazinesine ve yeni keþfedilmiþ bir çiçekler bahçesine girmiþ gibi olur, anlayabildiðimiz kadarý ile onu okuyup bitirmek isterdik.

 

O zamanlar Üstad’ýn talebelerinden, bilhassa Afyon Müdafaasý ile meþhur Nur’un Avukatý Ahmet Feyzi Kul Aðabeyimiz de sohbetlerde Risalelerin derinliklerine iner, enginliklerinde dolaþýr, bizlerin bu keþfedilmeyi bekleyen cevherlere karþý merakýmýzý artýrmaya çalýþýrdý. Bazan bir sayfa süren tek cümlesini hiçbir þey kaçýrmadan anlamak için dikkatlerimizi onun sözlerine çevirir ve arada bir bizi test eden sorularýna karþý da hazýrlýklý olmaya çalýþýrdýk. Risalede geçen kelimelerin mânasýný sorar “Dikkat edin, Risale-i Nur talebeleri ehl-i tahkik olmalýdýr.” derdi.

 

Bazan okunan bir cümle ve paragraf hakkýnda “Peki þimdi burada ne denmek istiyor?” diye anlama seviyemizi yoklar, “Aðabey, biz okuyalým, anlamasak da latifelerimiz istifade eder zaten.” diyenlere de “Caným bunlar, anlaþýlmasýn diye mi yazýlmýþ?” diye sitem ederdi. Bazan o Sokrat bakýþlarý ile þöyle bir bakýp, “Öyleyse hep Kur’an okuyalým. O hem daha çok sevap hem biz hiç anlamasak da lâtifelerimiz daha çok istifade eder!..” diye kýzgýnlýkla karþýlýk verirdi... Israrla meseleyi Risaleleri anlamaya getirir, Üstad’ýn vazifesinin önemine dikkat çekerdi. Hatta, Üstad’ýn çok önem verdiði ve “Abdurrahman yerine birinci talebem” dediði Hulusi Aðabey ile bir sohbetlerinde Üstadýn önemli hizmeti ve makamýnýn ibraz, izhar ve ifþasý yolunda uzun uzun sorular sorduðu, hatta yer yer kýþkýrtýcý ifadeler kullandýðý halde, Hulusî Aðabeyin, o taraflara pek girmemeye gayret göstermesi karþýsýnda “Biz bu hakikatlarý kabirde mi söyleyeceðiz artýk?” demiþti.

 

Ahmet Feyzi Aðabey, “Kimin peþinden gidiyor, kimin eserlerini okuyoruz bunu iyi takdir etmek için kitaplarýný okuduðumuz kiþinin mâhiyetini bilmemiz gerekir.” demek istiyordu. Onun için de þöyle diyordu: “Üstad diyor ki: ‘Ey muhataplarým ben çok baðýrýyorum. Zira 13. Asrýn minaresinin baþýnda durmuþum, sözde medenî, dinde lâûbâli olanlarý câmiye davet ediyorum!.’ Peki soruyorum sizlere 13. Asrýn bir minaresi mi var? Oraya niye çýkmýþ ve orada ne iþi varmýþ? Yani bu ifadelerle bu zât ne demek istiyor? Bunlar üzerinde durup düþünmemiz icap etmez mi? Þimdi bakýnýz ben Denizli ve Afyon hapishanelerinde altý eserin yazýlmasýna þâhit oldum. Hapishanelerde Üstad’a karþý o kadar müthiþ bir teyakkuz vardý ki, bir kelime yazmamasý için her türlü baský vardý. Hiçbir yazýnýn içeriden dýþarý çýkmasýna ve kuþ uçmasýna imkân yoktu. Evet bu þartlar altýnda altý eser yazýldý. Bilhassa Meyve Risalesi... Meyve Risalesi þaheserdi... Mesela Denizli’de baþ gardiyana o aðýr þartlar altýnda meselemiz anlatýldý ve iknâ edildi... Hapishane içinde Üstad ayrý bir hücrede, bizler de ayrý ayrý koðuþlardayýz. Mesela, Ispartalýlar bir koðuþta... Isparta’dan gelenleri o koðuþa gönderiyorlar. Bir kitap yazmak için kaðýt yok, imkan yok. Ama, mahkûmlar sigara içiyorlar. Paketleri atýyorlar, tütün sarýlan kaðýtlarý atýyorlar. Baþ gardiyan atýlan o kaðýtlarý toplatarak. ‘Hâfýz Ali!’ diye seslenip onu yanýna çaðýrýyor ve onlarý veriyor. O kaðýtlar alýnýyor, bir gün üç satýr yazý yazýlýyor. Ertesi gün beþ satýr yazýlýyor. Þimdi bunlarýn öncesinde ne yazýlmýþtý, sonrasýnda ne yazýlmýþtý diye siyak ve sibaký birbirini tutuyor mu, uygun mu diye birþey yok. Nihayet iþte bu parça parça kaðýtlar gönderiliyor ve bunlar Meyve Risalesi oluyor! Bugün Meyve Risalesi’ni okuduðumuz zaman ondaki ifade azameti karþýsýnda donup kalýyoruz!. Sonra bu iþin daha garip noktasý da þu... Dýþarýya çýkmasýna imkân ve ihtimal bile yok. Ama bu þekilde yazýlmýþ altý eserin hepsi de dýþarýya çýkýyor ve dýþarýda neþrediliyor. Biz buna þâhidiz. Hatta bir gün bir tek pusula yakalanmýþ. (Bu sýradan, bu önemsiz pusula için bile) öyle tahkikat yaptýlar, öyle baskýlar uyguladýlar. Halbuki Afyon Mahkemesinde okuyacaðýmýz müdafaa dýþarýya çýktý. Dýþarýda intiþar etti. Neþredilenlerden bir nüsha da Baþ savcýya verildi. Biz böyle yüzlerce keramete þâhit olduk. Ama böyle bir þey olunca Üstad hemen reddeder ‘Bu hizmetin kerametidir; benimle alâkasý yok!’ derdi. Size bir hatýramý daha anlatayým: Emirdað’a Üstadýn ziyaretine gittim. Görüþtükten sonra bana dedi ki: ‘Kardeþim sen bugün mutlaka buradan git. Zira buranýn kaymakamý çok düþman, bir hâdise çýkarma ihtimali var!.’ Biz de emri alýp hemen yanýndan ayrýlýp Mehmet Çalýþkan’ýn dükkânýna vardýk. Onlar yemek hazýrlamýþlar. Onlara ‘Siz yemek yediriyorsunuz, ama ben emir aldým, bir vâsýtaya bakýn. Gitmem lâzým.’ dedim. Onlar ‘Ooo, vâsýta bir defa geliyor buraya. O da gitti.’ Ama senin hususi araba tutmaya paran varsa, hemen bir taksi kiralayalým, gönderelim.’ dediler. ‘Nerde hacýda kav çakmak...’ dedim. Onlar da bana ‘Bugün sen mecburen burada kalýyorsun.’ dediler. Ben ‘Üstad, duyar muyar aman... Sonra ben ne hâle gelirim’ dedim. Ýkindi oldu camiye gideceðiz. ‘Aman beni Üstad’a yakýn yerlerden götürmeyin... Þöyle sapa yerlerden, dolaþýp gidelim.’ dedim. ‘Korkma seni göstermeyiz.’ dediler. Namazdan sonra yine saklý yerlerden Mehmet Çalýþkan’ýn evine kapandýk. Akþam oldu, misafirler gelmeye baþladý. Oranýn ne kadar hâkimi, doktoru ve sâiresi varsa, hep o yüksek tabaka hepsi de geldiler. Hep müdakkik insanlar. Boyna bana soru soruyorlar. Gece yarýsýna kadar sohbet devam etti. Ama müthiþ bir fütühat oldu. Hiç aklýma gelmeyen þeyleri de Allah’ýn inayeti ile onlara orada söyledim. ‘Artýk bu gece tam doyduk. Bütün müþkillerimiz halloldu.’ dediler. Gece yarýsýndan sonra onlar daðýldýlar. Biz de namazý kýlýp yattýk. Sabah namazýna kalktýk. Ben hemen namazdan sonra bir an evvel gitmenin çaresine bakýyorum. Bir de baktým Üstad’ýn talebesi Zübeyir, bir jandarma gibi gelip damladý: ‘Üstad Hazretleri seni istiyor!’ dedi. ‘Eyvah yandýk. Mehmet Çalýþkan, gel beraber gideceðiz. Suç senin. Beni býrakan sensin.’ dedim. Neyse yanýna vardýk. Ben önüne diz çöktüm, oturdum. Mehmet Çalýþkan ayaktaydý, o da oturdu. Üstad bana hiç ‘Niçin gitmedin? Neden kaldýn?’ diye bir þey söylemedi. Þöyle kaþlarýný çattý. ‘Kardaþým, bu gece kalmanýz çok isabetli oldu.’ dedi. Ondan sonra bazý þeyler de söyledi. Orada konuþulan her þeyden haberdar. Gece bizi mi dinledin be mübarek!.. Yani o gece yapýlan sohbet sanki telkin edildi, tasarruf edildi. Biz neler gördük ve nelere þâhit olduk!..”

 

Ahmet Feyzi Aðabeyin bu sözlerini nakletmekten maksadým, hem onun Risale-i Nurlar ve Üstad hakkýnda bizim gözümüzü açýcý ve uyarýcý tesirlerini ifade etmek, hem de onun zâviyesinden bu mübarek eserler hakkýnda bir fikir vermek... Elbette bu hatýralardan alacaðýmýz dersler de var...

 

Aþaðý yukarý basýlmýþ bütün Risale-i Nur Külliyatýný okumuþtuk. Ama henüz basýlmayanlar vardý. Bunlarlarda birisi de “Muhâkemât” idi. Elime elle yazýlmýþ bir nüsha geçti, onu hemen okuyup Osmanlýca’dan yeni harflere aktarmaya çalýþtým. Bir taraftan karþýlaþtýðým yeni kelimeleri de öðrenmeye çalýþýyordum. Bazýlarýný lügatlarda bulamadým. Doðulu aðabey ve kardeþlere sorup öðrendim. Tam bu sýralarda bir gün Ahmet Feyzi Aðabeyle karþýlaþtýk; onlardan “çiznök” kelimesini sordum tabii bilemezdi. Ama kitabý eline aldý, cümleyi okudu, önüne ve sonuna bakýp siyak ve sibaka göre uygun bir mâna verdi... Ama ben ýsrarla, onun bize yaptýðý gibi, kelimenin tam karþýlýðýný istiyordum. “Anlaþýlýyor iþte, ne diye kelime karþýlýðýný sorup duruyorsun?” dedi. Ben de kendi sözünü tekrarlayýp “Ama Risale-i Nur talebeleri ehl-i tahkik olmalý deðil mi?” dedim. Bu þakama “Caným sen de o kadar müþkil-pesend olma bakalým...” diye gülerek karþýlýk verdi.

 

Muhâkemât bize her yönden farklý bir ufuk açtý. Bazý konularýný ‘Hakikat Çekirdekleri’nde ve ‘Lemâât’ta görmüþ okumuþtuk. Bazý meseleleri Ýþârâtü’l-Ý’caz’da vardý ama Muhâkemât tek baþýna derli toplu halde apayrý bir þaheserdi... O bahçeye girmeden çiçek ve meyveleri görülmez; o deryaya dalmadan, derinliklerindeki hazineler ve sergilenmiþ olan mücevherler temaþa edilemez... Onun için iyi gavvas olmak gerekir...

 

 

Abdullah AYMAZ

Aksiyon Dergisi

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.

×
×
  • Neu erstellen...