Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Selam kardesler, Doç. Dr. Þadi Eren hocadan cok güzel bir yazi. Okumanizi tavsiye ederim.

 

Link:

http://www.nurpenceresi.com/moduller.php?modul=makale&op=1&id=125

 

BÝR KUR’AN MÜFESSÝRÝ BEDÝÜZZAMAN SAÝD NURSÝ

 

 

 

(Bediüzzaman Said Nursi, 1876 – 1960 yýllarý arasýnda yaþadý. Ülkemizde ve ülkemiz dýþýnda milyonlarca insan Onun Risale-i Nur isimli tefsirinden istifade etti.

 

O, hep “Nurlar Vadisinde” gezdi. Karanlýk vadilerde gezenler, yarasanýn ýþýktan hoþlanmamasý misali bu nurdan rahatsýzlýk duydu. Ama O, aldýrmadý. “Elimizde nur var, topuz yok. Nur kimseyi incitmez, ýþýðýyla okþar” dedi ve yoluna devam etti…

 

Bu araþtýrmamýzda, kendisinin hayatýna, fikirlerine ve mücadelesine kuþbakýþý bir bakýþla bakmaya çalýþacak, doðrudan eserlerinden alýnan cümlelerle bazý deðerlendirmelerde bulunacaðýz.)

 

 

 

Doç. Dr. Þadi Eren

 

sadieren@hotmail.com

 

 

 

Kur’an Müfessiri

 

 

 

Bediüzzamanýn en belirgin vasfý, Kur’an müfessiri olmasýdýr. Bu konuda þöyle der:

 

“Kur'an-ý Hakîm'in dergâhýnda, bir dilenci hâdim hükmündeyim.”

 

“Derd benimdir, deva Kur'anýndýr.”

 

Yazmýþ olduðu Risale-i Nur külliyatý, ayetlerin ve hadislerin yorumundan ibarettir. Risaleler müstakil bir dava olmayýp, Ýslam davasýnýn izah ve isbatýndan ibarettir.

 

 

 

Çaðýn Önünde Bir Âlim

 

 

 

Bediüzzaman, çaðýn gereklerini anlamýþ ve ona göre hizmetini yapmýþ bir Ýslam âlimidir. Bazýlarý bu zamanýn þartlarýyla eski zamanýn þartlarýný birbirinden ayýrt edememiþler, adeta zamanýmýza gelememiþlerdir. O, bu konuda þu veciz ölçüyü ortaya koyar:

 

“Eski hal muhal…

 

Ya yeni hal veya izmihlal!”

 

Yani, zaman deðiþmiþtir. Zamanýn çarklarýný geriye doðru çeviremeyiz. Ya yeni hale uyum saðlanacak veya durum çok vahim olacaktýr.

 

Eski devirlerde bileði kuvvetli olan galip gelirmiþ. Ama artýk günümüzde bilim ve fen ön plana çýkmýþ. Kaliteli aydýn bir insan, sýradan binlerce kiþiye bedel olabilir. Kim daha ziyade bilim ve fenne dayanýrsa, o galip gelir. Yabancýlar bununla bize galip geldiler. Artýk sadece kalbin cesur olmasý yetmemektedir.

 

Geleceðe yatýrým

 

Ahirzaman, manen kýþ bir mevsimdir. Pek çok âlim bu kýþýn þiddetinden feryad eder, ama nedense kýþtan sonra gelecek bahara bir hazýrlýk yapmazlar. Bediüzzaman ise þöyle der: “Çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemin hazýr etmek lâzým gelir.”

 

Hizmet insaný

 

 

 

Bazý âlimler vardýr, kendi köþelerinde kalmýþ, ilmini baþkalarýyla pek paylaþ(a)mamýþtýr. Bediüzzaman ise bir “hizmet adamý”dýr. O, þöyle der:

 

“Bir adamýn kýy­meti, himmeti nisbetindedir.

 

Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek ba­þýyla küçük bir millettir.”

 

Ýnsan, sosyal bir varlýktýr. Hay­van gibi bir postla yaþayamadýðýndan, toplum halinde yaþamaya mecburdur. Toplum halinde yaþama­nýn da, kolaylýklarýyla beraber, bir takým sorumluluklarý vardýr. Her insan kendi çapýnda baþkalarýný da düþünmekle mükelleftir.

 

Bediüzzaman, “Âlim olan mazur deðil­dir.” der. Kendisi âlim biri olarak þunu söyler:

 

“Ýlim itibariyle insanlara bir menfaat dokundurmak için þer'an hizmete mükellef olduðumdan, hizmet etmek isterim.”

 

O, hizmet etmeyi doðal bir görev olarak görür. Arý için bal vermek ne kadar doðalsa Bediüzzaman için de Kur’ana hizmet etmek, insanlarý aydýnlatmaya çalýþmak o derece doðaldýr.

 

Etrafý aydýnlatmak isteyen nice insan yangýn çýkarmakla suçlandýðý gibi, bazýlarý da Bediüzzamana nedense ön yargýyla bakmýþlardýr. O, bunlara þöyle cevap verir:

 

“Ben imanýn cereyanýndayým. Karþýmda imansýzlýk cereyaný var. Baþka cereyanlarla alâkam yok.”

 

“Ben baþka maksaddayým; baþka noktalar benim kalbimi doldurmuþ, baþka þeyleri düþünmeye kalbimde yer býrakmamýþ.”

 

 

 

Ýçimizden Biri

 

Bir batýlý “yolu sormuyorum, arkadaþ arýyorum” der. Bediüzzaman da benzeri bir þekilde kendine mürid deðil dava arkadaþý arar. O, çevresindekileri her söylediðini düþünmeden onaylayan kimseler olarak deðil, araþtýrmacý muhakkikler olarak yetiþtirmek ister. Bu meyanda þöyle der:

 

“Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görü­nür. Yahut bâtýlý hak görür.

 

Evet, kimse demez ‘ayraným ekþidir.’

 

Fakat siz mihenge vurmadan almayýnýz.

 

Zîrâ çok silik söz ticarette geziyor.

 

Hatta benim sözümü de, ben söylediðim için hüsn-ü zan edip tamamýný kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim veya bilmediðim halde ifsad ediyo­rum.

 

Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz.

 

Ýþte size söylediðim sözler hayalin elinde kalsýn, mihenge vurunuz. Eðer altýn çýktý ise kalpte saklayýnýz. Bakýr çýktý ise çok gýybeti üstüne ve bedduayý arkasýna takýnýz, bana reddediniz, gönderiniz.”

 

Bir kýsým toplum önderleri kendilerini adeta kusursuz göstermek için gayret sarfederken, O þöyle der:

 

“Ben nefsimi herkesten ziyade nasihata muhtaç görüyorum.”

 

Ayrýca, kendisini hatasýz zannetmenin hatalarýna þöyle dikkat çeker:

 

“Aziz kardeþlerim! Üstadýnýz lâyuhtî (hatasýz) deðil. Onu hatasýz zannetmek hatadýr.”

 

“Biliniz, kardeþlerim ve ders arkadaþlarým!

 

Benim hatamý gördüðünüz vakit serbestçe bana söyleseniz mesrur olacaðým.

 

Hattâ baþýma vursanýz, ‘Allah razý olsun’ diyeceðim.

 

Hakk'ýn hatýrýný muhafaza için baþka hatýrlara bakýlmaz.”

 

 

 

Karizmatik bir lider

 

 

 

Lider bir insan, beraber yürüdüðü insanlarý onure etmeyi bilir, bir problem olduðunda en tatlý bir þekilde halleder, hatta gerekirse etrafta suçlu aramak yerine kendini suçlu olarak görür. Bediüzzamanýn etrafýnda bulunan bazý kimseler kendi aralarýnda bir problem yaþadýklarýnda O, þu ibretli mektubu gönderir:

 

“Kardeþlerimden ricâ ederim ki: Sýkýntý veya ruh darlýðýndan veya nefis ve þeytanýn desiselerine kapýlmaktan veya þuursuzluktan arkadaþlardan sudur eden fena ve çirkin sözlerle birbirine küsmesinler ve "haysiyetime dokundu” demesinler. Ben o fena sözleri kendime alýyorum. Damarýnýza dokunmasýn. Bin haysiyetim olsa kardeþlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete fedâ ederim.”

 

Zühd insaný

 

Zühd, kalben dünyayý terk etmektir. Bediüzzaman, þayet istese dünyada saltanat sürebileceði halde, sade bir hayatý tercih etmiþtir. Hediye kabul etmemesi buna güzel bir örnektir. Aslýnda hediyeleþmek sünnettir. Ama bazý özel durumlarda hediye almamak daha isabetli olur. Mesela, adaletiyle meþhur Ömer bin Abdülaziz, Emevi hükümdarý olduktan sonra hediye almadý. Kendisine “sünnete muhalif olarak niçin hediye almýyorsun?” diye sorulduðunda þu cevabý verirdi:

 

“Hz. Peygamber zamanýnda hediye gerçekten hediye idi. Ama günümüzde rüþvet haline geldi.”

 

Bediüzzaman hediye almama sebebini þöyle anlatýr:

 

“Mühim bir tüccar dostum otuz kuruþluk bir çay getirdi, kabul etmedim.

 

"Ýstanbul'dan senin için getirdim, beni kýrma" dedi. Kabul ettim, fakat iki kat fiatýný verdim.

 

Dedi: "Ne için böyle yapýyorsun, hikmeti nedir?"

 

Dedim: Benden aldýðýn dersi, elmas derecesinden þiþe derecesine indirmemektir. Senin menfaatin için, menfaatimi terk ediyorum. Çünkü dünyaya tenezzül etmez, tama' ve zillete düþmez, hakikat mukabilinde dünya malýný almaz, tasannua mecbur olmaz bir üstaddan alýnan ders-i hakikat elmas kýymetinde ise,

 

sadaka almaya mecbur olmuþ,

ehl-i servete tasannua muztar kalmýþ,

tama' zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiþ,

sadaka verenlere hoþ görünmek için riyakârlýða temayül etmiþ,

âhiret meyvelerini dünyada yemeðe cevaz göstermiþ bir üstaddan alýnan ayný ders-i hakikat, elmas derecesinden þiþe derecesine iner.

Ýþte sana manen otuz lira zarar vermekle, otuz kuruþluk menfaatimi aramak, bana aðýr geliyor ve vicdansýzlýk telakki ediyorum. Sen madem fedakârsýn; ben de o fedakârlýða mukabil, menfaatinizi menfaatime tercih ediyorum, gücenme!

 

O da bu sýrrý anladýktan sonra kabul etti, gücenmedi.”

 

Þefkat insaný

 

 

 

O, bahar çiçeklerinin solmasýndan ýzdýrap duyacak kadar engin bir þefkate sahiptir. Ýhtiyarlara yönelik yazdýðý “Ýhtiyarlar Risalesinde” geçen þu ifadelerinde, bu engin þefkatin yansýmalarýný açýkça görmekteyiz:

 

“Sizin en ihtiyarýnýz her ne kadar zahiren benden yaþlý ise de, manen ben onlardan daha ziyade ihtiyarlýðýmý tahmin ediyorum. Çünki fýtratýmda rikkat-ý cinsiye ile acýmak hissi ziyade bulunduðundan, kendi elemimden baþka binler kardeþlerimin elemlerini de o þefkat sýrrýyla çektiðimden, yüzler sene yaþamýþ gibi ihtiyarým.

 

Ve siz ne kadar firak (ayrýlýk) belasýný çekmiþ iseniz, benim kadar o belaya maruz kalmamýþsýnýz.

 

Çünkü oðlum yoktur ki yalnýz oðlumu düþüneyim. Bendeki fýtrî olan bu ziyade acýmaklýk ve þefkat, binler Müslüman evlâdlarýnýn, hattâ masum hayvanlarýn teellümlerine karþý dahi bir rikkat, bir elem, o sýrr-ý þefkat ile hissediyordum.

 

Hususî bir hanem yoktur ki fikrimi yalnýz ona hasredeyim; belki bu memleket ile ve belki âlem-i Ýslâmýn kýt'asýyla hanem gibi, hamiyet-i Ýslâmiye noktasýnda alâkadarým. Ve o iki büyük hanedeki dindaþlarýmýn elemleriyle müteellim ve firaklarýyla mahzun oluyorum!”

 

Bir aile reisinin kendi ev ve evladýyla alakadar olmasý gibi, Bediüzzaman bütün vatan evladýný kendi çocuklarý ve tüm Ýslam Dünyasýný kendi evi olarak kabul etmiþtir.

 

1952 de Eþref Edib’in kendisiyle yaptýðý bir röportajda ifade ettiði þu cümleler O’nun iç dünyasýný tahlilde bize mühim ipuçlarý sunar:

 

 

 

"Bana ýztýrap veren, yalnýz Ýslâmýn mâruz kaldýðý tehlikelerdir… Yoksa þahsýmýn mâruz kaldýðý zahmet ve meþakkatleri düþünmeye bile vaktim yoktur. Keþke bunun bin misli meþakkate mâruz kalsam da iman kalesinin istikbali selâmette olsa!

 

Ben, cemiyetin iç hayatýný, mânevî varlýðýný, vicdan ve imanýný terennüm ediyorum. Yalnýz Kur'ân'ýn tesis ettiði tevhid ve iman esasý üzerinde iþliyorum ki, Ýslâm cemiyetinin ana direði budur. Bu sarsýldýðý gün, cemiyet yoktur.

 

Bana, 'Sen þuna buna niçin sataþtýn?' diyorlar. Farkýnda deðilim. Karþýmda müthiþ bir yangýn var. Alevleri göklere yükseliyor. Ýçinde evlâdým yanýyor, imaným tutuþmuþ yanýyor. O yangýný söndürmeye, imanýmý kurtarmaya koþuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiþ de ayaðým ona çarpmýþ; ne ehemmiyeti var? O müthiþ yangýn karþýsýnda bu küçük hâdise bir kýymet ifade eder mi? Dar düþünceler, dar görüþler!

 

Beni, nefsini kurtarmayý düþünen hodgâm bir adam mý zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanýný kurtarmak yolunda dünyamý da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsur senelik bütün hayatýmda dünya zevki namýna birþey bilmiyorum."

 

Dâhili ve Harici Cihad Farký

 

Bazýlarý “cihad” denildiðinde “savaþ” anlasalar da, cihad savaþ demek deðildir. Cihad kelimesi, cehdetmek, gayret göstermek anlamýndadýr. Çevremize baktýðýmýzda, büyük bir faaliyet ve hareketlilik gözümüze çarpar. Kavram olarak cihad, bu faaliyet ve hareketliliðin Allah yolunda yönlendirilmiþ þeklidir.

 

Bediüzzaman ülke dâhilinde yapýlacak cihad ile, dýþ düþmanlara karþý yapýlacak cihadý çok net ifadelerle birbirinden ayýrýr. Sözgelimi, dýþtan bir ülke saldýrdýðýnda silahla karþýlýk verilir ve savaþýlýr. Ama ülke dâhilinde yapýlacak olan cihad, manevi bir mücadeledir. Kendisinin ifadesiyle:

 

“Bizler âsâyiþi muhafazayý netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sýkýntýya karþý sabýrla, þükürle mükellefiz.

 

…Çünkü asýl mesele bu zamanýn cihad-ý mânevîsidir. Mânevî tahribatýna karþý sed çekmektir. Bununla dahilî âsâyiþe bütün kuvvetimizle yardým etmektir.

 

Evet, mesleðimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyiþi muhafaza etmek içindir… Bu kuvvet dahile karþý deðil, ancak hâricî tecavüze karþý istimal edilebilir… Vazifemiz, dahildeki âsâyiþe bütün kuvvetimizle yardým etmektir.

 

…Hariçteki cihad baþka, dahildeki cihad baþkadýr.

 

…Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak âsâyiþi muhafaza için müsbet hareket edeceðiz.”

 

Müsbet Hareket

 

 

 

Ülke dâhilinde yapýlacak cihadda en mühim bir esas müsbet hareket etmektir. Bediüzzamanýn ifadesiyle:

 

“Aziz kardeþlerim,

 

Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket deðildir.”

 

“Din dahilde menfi bir tarzda istimal edilmez.” (Yani din ülke içinde menfi olaylara alet edilemez.)

 

Yapýlmasý gereken,

 

· insanlarý dine meylettirmek

 

· onlarý teþvik etmek

 

· dinî görevlerini hatýrlatmaktýr.

 

Yoksa “dinsizsiniz!” dese onlarý tecavüze sevkeder.

 

Din aslýnda hiçbir zümrenin tekelinde deðildir. Herkesin hak dinden istifade etmek, hem hakký, hem görevidir.

 

Müsbet hareket, “kahrolsun karanlýk!” demek yerine bir mum yakmayý öðretir. Batýl ilahlara sövmek yerine Allah’ýn adýný anmayý ders verir.

 

Müsbet hareket, yýkmayý deðil yapmayý, tahribi deðil tamiri esas alýr.

 

Müsbet hareket, baþkalarýnýn kusur ve noksanlarýný ortaya koymak yerine, Ýslamýn güzelliðini ilan etmeyi öðretir.

 

Müsbet hareket, mutedil hareketi netice verir, insaný taþkýnlýk ve þaþkýnlýktan kurtarýr, fevrî davranýþlara sed çeker.

 

Müsbet hareket, görünüþte pasif, ama gerçekte en etkili bir metottur. Meþhur örnek ile anlatmak gerekirse, rüzgar ve güneþ yolda giden bir adamýn sýrtýndaki paltoyu çýkartmak için bahse girmiþler. Önce rüzgar denemiþ, gittikçe sür’atini artýrarak adamýn paltosunu çýkarmaya çalýþmýþ. O þiddetini artýrdýkça adam paltosuna daha þiddetle sarýlmýþ. Ardýndan güneþ devreye girmiþ, hararetini azýcýk artýrmasý adamýn paltoyu çýkarmasýna yetmiþ.

 

Ýþte müsbet hareket, temsildeki güneþin hareketine benzer. Ýlk bakýþta ortalýkta bir þey yok gibidir. Ama sonuca baktýðýmýzda muhteþem bir sonuç bizi beklemektedir.

 

Cahilliðe-Fakirliðe-Ayrýlýða Karþý Cihad

 

20. yüzyýlýn baþlarýnda, Bediüzzaman ülke dâhilinde yapýlacak cihadla ilgili olarak þu hedefi gösterir:

 

"Bizim düþmanýmýz, ‘cehalet, zaruret, ihtilaftýr.’

 

Bu üç düþmana karþý ‘san'at, marifet, ittifak’ silahýyla cihad edeceðiz."

 

Aradan geçen bir asýrlýk zaman biriminde bu üç düþmanla yapýlan cihad henüz kazanýlmýþ deðildir. Cahillik, ekonomik geri kalmýþlýk ve Müslümanlar arasýnda ayrýlýk hâlâ devam etmektedir.

 

Yaþadýðýmýz çaða “bilgi ve teknoloji çaðý” adý verilmektedir. Ýlk emri “oku!” olan bir dinin mensuplarý bu meselede çaða ayak uydurmada zorlanmamalarý gerekir.

 

Öte yandan, ekonomik alanda nice gayr-ý Müslim ülke Müslümanlardan daha ileri vaziyettedir. Böyle bir durum ise, Ýslamýn evrensel intiþarýna ciddi bir engeldir.

 

Ayrýca, ayný dine mensup olan, ayný gaye için çalýþan, ayný deðerleri paylaþan Müslümanlarýn adeta “ittifak etmeme hususunda ittifak etmeleri” acý bir gerçektir.

 

Ýþte, bu üç düþmana karþý verilecek mücadele, Müslümanlarý canlandýracak, evrensel barýþa muazzam bir katkýda bulunacaktýr.

 

Sivil itaatsizlik

 

Bediüzzaman 1926-1950 yýllarý arasýnda sürgün hayatý yaþadý, bu arada üç defa hapsedildi. Vefat ettiði yýl olan 1960’a kadar da gözetlemeler devam etti. Fakat O, hiçbir zaman devlete isyan eden biri olmadý ve talebelerini de öyle hareketlerden alýkoydu.

 

Þüphesiz O’nun bu tarz tavrý, o dönemlerde yapýlan bir takým yanlýþlarý kabul etmek anlamýna gelmiyordu. Kendisinin mahkemede kullandýðý þu ifadelerinde bu noktayý açýkça görebiliriz:

 

“Bir þeyi reddetmek ayrýdýr, kalben kabul etmemek ayrýdýr ve amel etmemek bütün bütün ayrýdýr.

 

Ehl-i hükûmet ele bakar, kalbe bakmaz.”

 

Bediüzzamanýn savunduðu bu ince noktalar, artýk günümüzde evrensel hukuk çerçevesinde gittikçe yükselen kýymetler halini almaktadýr. Din ve vicdan hürriyeti, fikir hürriyeti gibi deðerler dünyanýn her tarafýnda genel kabul görmeðe baþlamýþtýr.

 

Bediüzzaman yanlýþ uygulamalara “fikren ve kalben taraftar olmadýklarýný” açýkça beyan etmekten çekinmez. Fakat bu yanlýþ uygulamalardan hareketle isyan cihetine de gitmez. Böyle bir hareketin çok acý sonuçlar doðurabileceðini nazara verir. Ýdarede olanlara þöyle seslenir:

 

“Sizin vazifeniz ele bakmaktýr, kalbe bakmak deðil. Çünkü idarenizi, âsâyiþinizi istiyorsunuz. El karýþmadýðý vakit, ne hakkýnýz var ki, hiç lâyýk olmadýðýnýz halde "kalp de bizi sevsin" demeye?”

 

Bediüzzamanýn nazara verdiði “bir þeyi reddetmek baþkadýr ve onun ile amel etmemek bütün bütün baþkadýr” manasý günümüz dünyasýnda geniþ revaç bulmaktadýr. Özellikle sivil toplum kuruluþlarý mevcut hükümetlerin yanlýþlarý olduðunda harekete geçip bu yanlýþlarýn önünü almaya çalýþmaktadýrlar. Bu bir isyan deðildir, ama aynen kabul de deðildir. Hata hata olarak görülmekte, bünyede zarar vermeksizin tedavisi cihetine gidilmektedir.

 

 

 

Asayiþ muhafýzý

 

Bediüzzaman asayiþi “her türlü dünyevi saadetin esasý” olarak görür. “Yüz ruhum olsa asayiþe feda ediyorum” der.

 

Talebelerini de asayiþin manevi muhafýzlarý olarak yetiþtirir. Uhuvvet Risalesinde verdiði þu örnek konunun daha iyi anlaþýlmasýna yardýmcý olacaktýr:

 

“Nasýl ki, sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalýþan bir adamýn ne derece zulmettiðini bilirsin. Ve zalimliðini, semâvâta iþittirecek derecede baðýracaksýn. Hattâ birtek mâsum, dokuz câni olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batýrýlmaz.”

 

Terör eylemlerinde ise böyle bir ince ölçü, böylesine insaflý bir yaklaþým asla söz konusu deðildir. Terörün hâkim olduðu toplumlar mayýnlý arazi gibi güvenden uzak olur. Her an bir bomba patlayabilir, her an serseri bir kurþun hedefe veya bir masuma isabet edebilir.

 

Bir Müslüman, eðer dini gerçek þekliyle biliyorsa asla terörist olamaz. Ancak “dinde hassas, aklî muhakemede noksan” bazýlarý hemen her toplumda görüldüðü gibi, Ýslam toplumlarýnda da bulunabilir. Böylelerinin yanlýþlarýyla Ýslamý ve Müslümanlarý karalamaya çalýþmak akla- mantýða ve insafa sýðan bir tavýr olamaz.

 

Siyasetüstü Bir Kur’an Hizmeti

 

Siyaset, yönetime talip olmaktýr. Þüphesiz bazýlarý siyaseti esas alýp hizmet etmeye çalýþabilirler ve hizmet de edebilirler. Bediüzzaman ise siyasetüstü bir hizmet metoduyla insanlara faydalý olmaya çalýþýr.

 

Bediüzzaman “Kur'ân ve iman hizmetinin kendisini siyasetten men ettiðini söyler ve bunu þöyle açýklar:

 

“Hakaik-i imaniye ve Kur'âniye birer elmas hükmünde olduðu halde, siyasetle âlûde olsaydým, elimdeki o elmaslar, kandýrýlabilen avam tarafýndan, "Acaba taraftar kazanmak için bir siyaset propagandasý deðil mi?" diye düþünürler. O elmaslara âdi þiþeler nazarýyla bakabilirler. O halde, ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kýymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer.”

 

Ýþte böyle ciddi sebeplerden dolayý siyasetin içine girmeden vatan evladýna faydalý olmaya çalýþan Bediüzzaman, siyasilere de zaman zaman mektuplar göndererek Kur’an- iman hesabýna tavsiyelerde bulunur.

 

Bu siyasetüstü metodun sonucu olarak, çeþitli partilere mensup kimseler günümüzde de O’nun eserlerinden istifade etmektedirler.

 

Medenilere Galebe

 

14 asýrlýk Ýslam tarihine baktýðýmýzda gayr-ý Müslimlerle yapýlan pek çok kanlý savaþlar görürüz. Günümüzde dýþtan bir saldýrý olduðunda “sýcak savaþ” bir hak, hatta bir görev olmakla beraber, Bediüzzaman normal þartlar altýnda barýþ ve diyaloða taraftardýr. Bunu þöyle ifade eder:

 

“Medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahþîler gibi icbar ile deðildir.

 

Biz muhabbet fedaileriyiz; husumete vaktimiz yoktur.”

 

Ýslamýn güzelliðini fiilen göstermek onu en güzel bir þekilde temsil ve teblið etmek anlamýna gelir. Bu layýkýyla yapýldýðýnda dünyanýn her tarafýndan nice insanlar gruplar halinde Ýslama koþacaklardýr.

 

Kendisinin þu cümleleriyle konuyu noktalayalým:

 

“Ne yapayým, acele ettim, kýþta geldim;

 

sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz…

 

Þimdi ekilen tohumlar, zemininizde çiçek açacak­týr.”

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.

×
×
  • Neu erstellen...