Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

BEDÝÜZZAMAN'IN TEBLÝÐ VE ÝRÞAD YAPANLARA TAVSÝYELERÝ

Prof.Dr. Davut AYDÜZ

 

YENÝ ÜMÝT DERGÝSÝ

 

Makalemizde, Bediüzzaman’ýn bir ömür boyu teblið ve irþad vazifesinde kendisinin bizzat takip edip, talebelerine emir ve tavsiye ettiði, mübellið ve mürþidlerin takip etmeleri uygun olan metotlarý arzetmek istiyoruz.

 

1.Yaþadýðýný Anlatmak, Anlattýðýný da Mutlaka Yaþamak

 

Yaþadýðýný anlatmak, anlattýðýný da mutlaka yaþamak, tebliðcinin en önemli vasýflarýndan biridir. Ayrýca mübellið, yaþanmayan sözlerin, nasihatlerin, ma’þerî vicdanda herhangi bir müspet tesir icra etmeyeceðini de bilmelidir. Çünkü, samimî olmayan söz ve davranýþlara Allah (c.c) yümün, bereket ve tesir lûtfetmez. Onun için, mübellið bu hususa çok dikkat etmelidir. O, Ýslâm'ý önce kendi içine sindirip, onu tabiatýnýn bir yaný hâline getirmeli; namazýný dosdoðru kýlmalý, üzerine farz ise zekâtýný tastamam vermeli ve her meselede Allah (c.c) ve Resûlü’ne (s.a.s) itaat etmelidir. Halkýn arasýnda iken nasýl bir davranýþ sergiliyorsa, bunu yalnýz kaldýðý zamanlarda da devam ettirmeli ve gizli-açýk bütün davranýþlarýnda samimî olmaya gayret göstermelidir

 

Bediüzzaman’ýn yazdýðý eserlerin, yaptýðý harikulade izahlarýn fikirlerde ve gönüllerde büyük bir tesir icra etmesinin en mühim sýrrý, bu hakikatleri bizzat kendi nefsinde kemaliyle yaþamasýnda yatmaktadýr. Yani “Niçin yapmayacaðýnýz þeyleri söylüyorsunuz?” (Saf, 2) ve “Siz Kitâbý okuduðunuz hâlde, insanlara iyiliði emredip kendinizi unutuyor musunuz?” (Bakara, 44) âyetlerinin ikazý altýnda o, yapmadýðý þeyleri söylememiþtir. Bilâkis önce kendi nefsine hitap etmiþ ve kendisi hakkýyla yaþamýþ, daha sonra baþkalarýna anlatmýþtýr.

Bediüzzaman, Risale-i Nur’da sýk sýk kendine, kendi nefsine hitap ederek, birtakým yanlýþlarý kendine nisbet etmek suretiyle baþkalarýna ders vermeyi ve ikaz etmeyi, hem büyük insanlara mahsus tevazuun bir gereði olarak, hem de muhataplarýný rahatsýz etmeden teblið görevini yapabilmek açýsýndan benimsemiþtir. Nefsine, “Ey sersem nefsim!”, “Ey hodbin nefsim!”, “Ey tembel nefsim!”, “Ey miskin nefsim!”gibi hitaplarla baþkalarýndan ziyade önce kendi nefsine hitap etmiþtir:

 

Ey kardeþ! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduðun için, askerlik temsilâtýyla, sekiz hikâyeciklerle birkaç hakikati nefsimle beraber dinle. Çünkü ben nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiðim Sekiz Sözü biraz uzunca nefsime demiþtim. Þimdi kýsaca ve avam lisanýyla nefsime diyeceðim. Kim isterse beraber dinlesin. (Birinci Söz)

 

Eðer biz ahlâk-ý Ýslâmiyenin ve hakâik-i imaniyenin kemalâtýný ef’âlimizle izhar etsek, sâir dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle Ýslâmiyet’e girecekler; belki küre-i arzýn bazý kýt’alarý ve devletleri de Ýslâmiyet’e dehâlet edecekler. (Târihçe-i Hayat, s.83)

Hem Risale-i Nûr, en evvel tercümanýnýn nefsini iknaa çalýþýr, sonra baþkalara bakar. Elbette nefs-i emmaresini tam ikna eden ve vesvesesini tamamen izale eden bir ders, gayet kuvvetli ve hâlisdir ki, bu zamanda cemaat þekline girmiþ dehþetli bir þahs-ý manevi-i dalâlet karþýsýnda tek baþýyla galibane mukabele eder. (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 188)

 

2. Ýhlâs

 

Dine hizmet eden kiþiler, inanç, fikir, söz ve davranýþ bakýmýndan örnek bir samimiyet sergilemeli, yani ihlaslý olmalý, sadece Hak Teâlâ’nýn rýzasýný kazanmak maksadýyla irþad ve tebliðde bulunmalýdýrlar. Davranýþlarda menfaat saðlama kastý, riya, gösteriþ, kýskançlýk, hýrs, tama’ veya halkýn medh u senâsýný kazanma niyeti hiç olmamalýdýr. Ýhlâsýn zýddý riyâ ve sum’adýr. Riyâ ise hadis’in ifadesi ile þirk (-i hafî)dir. (Tirmizi, “Nezir”, 9; Ýbn Mâce, “Fiten” 16)

 

Risale-i Nur’un yolu ihlas yoludur. Necat ve kurtuluþ ise ancak ihlas iledir. Kur’ân’a hizmetteki muvaffakiyetin, kabul ve makbuliyetin manevî þifresi ihlastýr. Bediüzzaman, Risale-i Nur’un en büyük kuvvetinin ihlâs olduðunu ifâde etmektedir. Bu maksatla iki risâle te’lif etmiþtir (20 ve 21. Lem’alar). Bu risâlelerin baþýna “En az 15 günde bir defa okunmalý” kaydýný koymasý, onun ihlâsa ne derece önem verdiðini göstermektedir.

 

Risale-i Nur’un hakikî þâkirtleri hizmet-i îmâniyeyi her þeyin fevkinde görür. Kutbiyet de verilse ihlâs için hizmetkârlýðý tercih eder. (Târihçe-i Hayat, 31)

 

Aziz, dikkatli kardeþim! Biz insanlarýn hürmet ve ihtiramýndan ve þahsýmýza ait hüsn-ü zan ve ikram ve tahsinlerinden, mesleðimiz itibariyle cidden kaçýyoruz. Hususen, acip bir riyakârlýk olan þöhret-perestlik ve câzibedar bir hodfüruþluk olan tarihlere geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nur’un bir esasý ve mesleði olan ihlâsa zýttýr ve münafidir. Onu arzulamak deðil, bilâkis þahsýmýz itibariyle ondan ürküyoruz. Yalnýz, Kur’ân’ýn feyzinden gelen ve i’caz-ý mânevîsinin lemeatý olan ve hakikatlarýnýn tefsiri bulunan ve týlsýmlarýný açan Risale-i Nur’un revâcýný ve herkesin ona ihtiyacýný hissetmesini ve pek yüksek kýymetini herkes takdir etmesini ve onun pek zâhir mânevî keramatýný ve îman noktasýnda, zýndýkanýn bütün dinsizliklerini maðlûb ettiklerini ve edeceklerini bildirmek, göstermek istiyoruz; ve onu rahmet-i ilâhiyyeden bekliyoruz... (Hizmet R., 114)

 

3. Mübelliðin Vazifesi Sadece Anlatmak Olup, Kabul Ettirmek Allah’a Aittir

 

Yüce Allah (c.c.), peygamberlere düþen vazifenin sadece tebliðden ibâret olduðunu, kabul ettirip ettirmemenin ise Kendisine ait olduðunu bildirir: “Peygambere düþen sorumluluk, sadece teblið etmektir.” (Mâide, 99) Peygamber Efendimize hitâben de: “Sen dilediðin kimseyi doðru yola eriþtiremezsin! Lâkin ancak Allah dilediðini doðruya hidâyet eder.” (Kasas, 56) “Sen insanlarý irþada devam et. Zaten senin görevin sadece irþad edip düþündürmektir.Yoksa sen kimseyi zorlayacak deðilsin.” (Ðâþiye, 21-22) Teblið ve irþad yapan bir kimsenin vazifesi, güzel bir davet ve ilâhî hükümleri muhataplara ulaþtýrmaktýr. Hidâyete erdirmek ise Yüce Allah’ýn bileceði bir iþtir. Çünkü dâvetçi halký zorla îmana getirecek güce sahip deðildir ve bundan mes’ûl de deðildir.

...Risale-i Nur’un mesleði ise; vazifesini yapar. Cenâb-ý Hakk’ýn vazifesine karýþmaz. Vazifesi, tebliðdir. Kabûl ettirmek, Cenâb-ý Hakk’ýn vazifesidir. Hem, kemiyete ehemmiyet verilmez. (Kastamonu Lâhikasý,196-197)

 

4. Hasbîlik

 

Hasbîlik, Allah yolunda yapýlan hizmetin garazsýz ve ivazsýz, yani menfaat ve karþýlýk beklemeden yapýlmasý demektir. Hasbîlik, ihlas ve samimiyetten baþkadýr. Ýhlasýn zýddý riyâ, hasbîliðin zýddý menfaat ve karþýlýktýr. Ýrþad ve davetin ücretsiz yapýlmasý gerektiðini anlatmak için Kur’ân’da birçok peygamberin: “Bu tebliðimden ötürü sizden maddî bir karþýlýk istiyor deðilim. Benim mükâfatýmý verecek olan yalnýz Allah Teâladýr.” (Hûd, 29,51) dediði hikâye edilir. Bu ifadelerden anlaþýldýðýna göre irþad ve tebliðde insanlardan ne maddî, ne de manevî hiçbir menfaat beklenmez. Allah rýzasý esas alýnýr. Bediüzzaman da neþr-i hakta enbiyaya ittiba eder, hizmetinin karþýlýðýnda ecir ve ücret istemez. Ona göre bu dünya hizmet yeridir, ecir ve ücret yeri deðildir.

Hizmet-i Dîniyenin mukabilinde gelen menfaat-i maddiyeyi istemeden ve kalben talep etmeden, sýrf bir ihsan-ý ilahî bilerek, insanlardan minnet almayarak ve hizmet-i dîniyenin mukabilinde almamaktýr. Çünkü: Hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada bir þey istenilmemeli ki, ihlâs kaçmasýn... Verildiði vakit de, hizmetimin ücretidir denilmez. Mümkün olduðu kadar kanaatkârâne baþka ehil ve daha müstehak olanlarýn nefsini, kendi nefsine tercih etmek... (Lem’alar, 139).

 

Bunu da ciddî söylüyorum; ben isterim ki, ebnâ-yý cinsimi bi’l-fiil ikaz edeyim ki, devlete intisap, hizmet etmek içindir, maaþ kapmak için deðildir. Hem de benim gibi bir adamýn millete ve devlete hizmeti nasihatledir. O da hüsn-ü tesirledir. O da hasbîlikledir. Bu da garazsýzlýk, o da ivazsýzlýk, o da terk-i menâfi-i þahsiye iledir. Binâenaleyh, ben maaþýn kabulünde mâzurum.” (D.H.Ö. Ýçtimaî Reçeteler, I,73)

 

5. Kardeþlik, Birlik ve Beraberliði Muhafaza, Bütün Hizmet Ehline Ýyi Davranma

 

Allah, mü’minlerin birlik ve beraberlik içinde olmalarýný ve hayýr üzere yardýmlaþmalarýný emretmektedir. “Hepiniz toptan, Allah’ýn ipine (dinine) sýmsýký sarýlýn, bölünüp ayrýlmayýn.” (Âl-i Ýmrân, 103) “Ýyilik ve takvâ üzerinde yardýmlaþýn” (Mâide, 2). Bediüzzaman da, irþad ve tebliðde bulunan cemaat ve þahýslarýn birlik ve beraberlik içinde yardýmlaþarak ve diðer hizmet eden þahýs, grup ve cemaatleri tenkit ve gýybet etmeden hizmet etmelerini istemektedir. Þimdi bunlarý birkaç baþlýk altýnda görelim:

 

a. Ayný Hizmettekiler Arasýnda Birliði Koruma

 

Risale-i Nur’daki iliþki hasbî, samimî, hakikî kardeþlik iliþkisidir. Nur talebeleri Kur’ân dersinde kardeþ ve arkadaþtýrlar. Birbirlerinin muîn ve muzâhiridirler. Bu düstur Risale-i Nur’da “fenâfi’l-ihvân” tabiriyle ifâde edilmiþtir. Yani, birbirinde fâni olmak, kardeþinin meziyet ve hissiyatýyla fikren yaþamaktýr. Ýman, muhabbet-i Ýslamiyet uhuvveti iktiza etmektedir. Mü’minler arasýnda birlik, ittifak ve imtizaç râbýtalarýný tesis eden baðlar Esmâ-i ilâhiyye sayýsýncadýr. Risale-i Nura kuvvet vermek ve geniþlemesine çalýþmak ve þâkirdlerini teþvik etmek ve bir buz parçasý olan enaniyetini tam bir havuz kazanmak için, o dairedeki âb-ý hayat havuzuna atýp eritmek gerektir.” (Hizmet R., 23)

 

b. Diðer Hizmet Ehline Ýyi Davranma veya Müsbet Hareket

 

Bediüzzaman, bu meselede de makul ve muteber çözümler teklif etmiþtir. Her þeyden önce o, farklý anlayýþlarýn varlýðýný gerekli ve faydalý görür. Ýslâm’a hizmet etme anlayýþýndaki bu farklý görüþe sahip kimselerin, gayede bir olmalarýný arar. Elbette bu gaye müspet ve yapýcý, yani dine, millete hizmet etmek þeklinde olacaktýr. Bu varsa, metotta ve meþrepte birlik aranmaz. Böylesi birliðin fayda deðil, zarar getireceðini, insanlarý “nemelâzým baþkasý düþünsün” demeye iteceðini söyler. Talebelerinin ve teblið vazifesinde bulunanlarýn birbirlerini tenkit etmemeleri gerektiði üzerinde ýsrarla durur:

 

Müsbet hareket etmek, yani; kendi mesleðinin muhabbetiyle hareket etmek. Baþka mesleklerin adâveti ve baþkalarýnýn tenkîsi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin; onlarla meþgul olmasýn. Belki dâire-i Ýslâmiyet içinde hangi meþrebde olursa olsun medar-ý muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok râbýta-i vahdet bulunduðunu düþünüp ittifak ederek..

Ve haklý her meslek sahibinin, baþkasýnýn mesleðine iliþmemek cihetinde hakký ise... “Mesleðim haktýr, yahut daha güzeldir” diyebilir. Yoksa baþkasýnýn mesleðinin haksýzlýðýný veya çirkinliðini îmâ eden: “Hak yalnýz benim mesleðimdir, veyahut güzel benim meþrebimdir” diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek... Ve ehl-i hakla ittifak tevfik-i ilâhînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarý olduðunu düþünmekle...

Hem ehl-i dalâlet ve haksýzlýk -tesanüt sebebiyle- cemaat suretindeki kuvvetli bir þahs-ý mânevînin dehâsýyla hücumu zamanýnda o þahs-ý mânevîye karþý en kuvvetli, ferdî olan mukavemetin maðlûb düþtüðünü anlayýp; ehl-i hak tarafýndaki ittifak ile bir þahs-ý mânevî çýkarýp o müthiþ þahsý mânevî-i dalâlete karþý, hakkaniyeti muhafaza ettirmek...Ve ehemmiyetsiz rekabetkârane hissiyatýný terketmek... (Lem’alar, 140)

 

c. Ehl-i Ýlme Karþý Hareket Tarzý

 

Bediüzzaman, kendisinin benimsediði Ýslâm’a hizmet metodunu beðenmeyen ve tenkit edip itiraz eden ehl-i ilme karþý aynýyla mukabelede bulunmamýþtýr. Bilakis talebelerinin onlara karþý saygýlý olmalarýný tavsiye ve imaný olan herkesi kardeþ kabul etmiþtir. Hattâ O, Allah’ý tanýyan ve âhirete inanan Hýristiyanlarla bile tartýþmayý, talebelerine yasaklamýþtýr:

O vâiz ve âlim zâta benim tarafýmdan selâm söyleyiniz. Benim þahsýma olan tenkidini, itirazýný baþým üstüne kabûl ediyorum. Sizler de, o zâtý ve onun gibileri münakaþaya ve münazaraya sevketmeyiniz. Hattâ tecavüz edilse de, beddua ile de mukabele etmeyiniz. Kim olursa olsun madem îmaný var, o noktada kardeþimizdir. Bize düþmanlýk da etse, mesleðimizce mukabele edemeyiz… Elimizde nur var; topuz yok! Nur incitmez, ýþýðýyla okþar. Ve bilhassa ehl-i ilim olsa, ilimden gelen enâniyeti de varsa, enâniyetlerini tahrik etmeyiniz. Mümkün olduðu kadar “Boþ söz ve iþlere rastladýklarýnda vakarla oradan geçip giderler.” (Furkân, 72) düsturunu rehber ediniz… O’nun fikren bir yanlýþý varsa da affediniz. Deðil onlar gibi ehl-i diyânet ve tarikata mensup Müslümanlar, þimdi bu acip zamanda îmâný bulunan ve fýrka-i dâlleden bile olsa onlarla uðraþmamakta ve Allah’ý tanýyan ve âhireti tasdik eden Hýristiyan bile olsa onlarla medar-ý niza noktalarý, medar-ý münakaþa etmemeyi; hem bu acaip zaman, hem

mesleðimiz, hem kudsî hizmetimiz iktiza ediyor.” (Hizmet R., s.184-185)

 

6. Ýþe Esastan Baþlamak

 

Ýrþad ve tebliðde temel prensip, “iþe esastan baþlama ve tedrîcen teferruata inme”dir. Bu sebeple mürþit ve mübelliðler, her þeyden önce Müslümanlarýn ve insanlarýn içerisine düþtükleri îmanî teþevvüþü izâle ile tevhîd esasýný ikâme mecburiyetindedirler. Ýslâm ancak saðlam bir akîde üzerine bina edilebilir. Bu saðlanmadan, füru’ ile iþtigalin davete getireceði herhangi bir fayda yoktur. Mekke döneminde Kur’ân’ýn ilk inen âyetlerinin îmanla ilgili olmasý da bu meselenin önemini göstermektedir.

 

Bütün Ýslam mütefekkirleri gibi Bediüzzaman’a göre de, dünyada en büyük hakîkat îman ve tevhid hakîkatýdýr. Onun için Bediüzzaman teblið ve irþad vazifesinde îmanî meselelere öncelik vermiþ ve Risale-i Nur’un ilk ve esas vazifesinin bu olduðunu defaatle beyan etmiþtir. Çünkü ona göre, asrýn büyük problemi inançsýzlýktýr. Bütün hayatý boyunca hakîkat nurlarýnýn inkiþâfýna mâni bütün engellere karþý sürekli mücadele etmiþtir:

 

Risale-i Nur’un “Âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusulihî ve bi’l-yevmi’l-âhir”deki hakaik-ý kudsiye-i imâniyeyi en kat’î ve vâzýh bir sûrette ders verip, en muannid zýndýklarý ve en mütemerrid feylosoflarý susturup ders verirken... (Barla Lah.,s.41)

Madem hakikat böyledir. Ben tahmin ediyorum ki, eðer Þeyh Abdülkadir Geylânî (r.a.) ve Þah-ý Nakþibend (r.a.) ve Ýmam-ý Rabbânî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydýlar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i Ýslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarý onlardýr. Onlarda kusur edilse, þekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. Ýmansýz Cennet’e gidemez; fakat tasavvufsuz Cennet’e giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaþayamaz, fakat meyvesiz yaþayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i Ýslâmiye gýdadýr.” (Beþinci Mektup)

 

Evet eðer eski hayatým gibi, izzet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için hiçbir hakareti kabûl etmemek olsaydý; ve vazife-i hakikiyesi, sýrf âhiret ve ölümün îdam-ý ebedîsinden Müslümanlarý kurtarmak vazifesi olmasaydý...” (Hizmet R., s.116).

 

7. Teblið ve Ýrþatta Ýfadeye Dikkat Etmek

 

Kur’ân, makul bir delil ileri sürmeden, bilgisizce ve boþ iddialarla yapýlan mücadele þeklini reddetmiþtir. Dâvetini hikmet ve güzel öðüt esaslarý üzerine yürütürken, inatçý, katý ve sert tabiatlý insanlarla da en güzel þekilde mücadele yapýlmasýný ve tatlý dil kullanýlmasýný istemiþtir. “Sen insanlarý Allah yoluna hikmetle, güzel ve makul öðütlerle dâvet et, gerektiði zaman da onlarla en güzel tarzda mücadele et..” (Nahl, 125) “Ehl-i kitab ile en güzel olan þeklin dýþýnda bir tarzda mücadele etmeyin...” (Ankebût, 46) “Ona (Firavn’a) tatlý, yumuþak bir tarzda hitab edin. Olur ki aklýný baþýna alýr, yahut hiç deðilse biraz çekinir.” (Tâ-Hâ, 44)

Münakaþalardan müspet bir netice elde etmek oldukça zordur. Ayrýca yumuþaklýk ve güzellikle hareket edilmedikçe, savunulan fikirler ne kadar güzel ve ne kadar kabule þayan olursa olsun, karþý tarafça pek benimsenmez. Onun için Bediüzzaman, teblið ve irþatta tartýþmalardan uzak durulmasýný ve tatlý dil kullanýlmasýný tavsiye etmiþtir. Çünkü tebliðde hýrçýnlýðýn, kavganýn, münakaþanýn, öfkenin yeri yoktur. Bu bakýmdan, Bediüzzaman isteyerek hiçbir münakaþayý baþlatmamýþ, kavgaya girmemiþ, ancak zaman zaman kendisini kavganýn ve münakaþalarýn ortasýnda bulmuþtur. Bazen de, arzusunun dýþýnda kavga ve münakaþalarýn merkezi hâline gelmiþtir. O zaman da yatýþtýrýcý bir rol üstlenmiþtir.

Teblið ve Ýrþatta, ifade güzelliðinin önemini vurgularken de þöyle der:

 

Ulûm ve fünunun en parlaðý olan belâgat ve cezâlet bütün envaiyle âhir zamanda en mergup bir suret alacaktýr. Hattâ insanlar, kendi fikirlerini birbirlerine kabûl ettirmek ve hükümlerini birbirine icra ettirmek için, en keskin silâhýný, cezâlet-i beyandan ve en mukavemet- sûz kuvvetini belâgat-ý edadan alacaktýr. (Hizmet R., 68)

 

Bediüzzaman, özellikle îmânî meselelerin, münakaþa þeklinde ele alýnýp anlatýlmasýnýn câiz olmadýðý görüþündedir:

 

Aziz kardeþlerim, o gece benden sual ettiniz; ben cevabýný vermedim. Çünkü, mesâil-i imaniyenin münakaþa suretinde bahsi caiz deðildir. (Kastamonu Lâhikasý, 12. Mektup)

 

8. Vazife-i Bâkýyede Fütur Getirmeme ve Mâlâyâniyâtý Terk Etme

 

Allah’ýn dinine hizmet edenlerin, peygamberler ve onlarýn beraberinde olan kimseler gibi bu iþi yaparken fütur getirmemeleri, yýlgýnlýk ve zayýflýk göstermemeleri gerekir. “Nice peygamberler gelip geçti ki onlarla beraber, kendisini Allah’a adamýþ birçok rabbanîler savaþtý. Onlar, Allah yolunda baþlarýna gelen zorluklar sebebiyle asla yýlmadýlar, zayýflýk göstermediler, düþmanlarýna boyun da eðmediler.” (Âl-i Ýmrân, 146) Ayrýca teblið ve irþad vazifesini yaparken onu býrakýp, mâlâyânî þeyler ile ilgilenmemelidirler. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.): “Kiþinin kendisini ilgilendirmeyen þeyleri terketmesi, onun müslümanlýðýnýn güzelliðindendir.” (Tirmizî, “Zühd”, 11; Ýbn Mâce, “Fiten”, 12) buyurmuþlardýr. Üstad Said Nursi de bu meyanda þöyle demektedir.

Aziz Kardeþlerim, siz kat’î biliniz ki: Risale-i Nur ve þâkirdlerinin meþgul olduklarý vazife, rû-yi zemindeki bütün muazzam mesâilden daha büyüktür. Onun için, dünyevî, merak-âver meselelere bakýp, vazife-i bâkýyenizde fütur getirmeyiniz. (Emirdað Lah., I,43).

Biz, bütün kuvvetimiz ve merakýmýzla, vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun hâricindekileri malâyâni bilip vaktimizi zâyi etmemeliyiz... (Emirdað Lah., I,44).

 

9. Ýrþad ve Teblið Hizmetinde Karþýlaþýlan Zorluklara Sabretmek

 

Herhangi bir mürþidin seciyesindeki kuvvet ve kudretin en büyük miyarý, onun mihnet, meþakkat ve musibetlere karþý gösterdiði sabýr ve mukavemettir. O mürþidin asil ve necib hasletleri, mihnet ve meþakkatler karþýsýnda tecelli eder.

Sabýr ve tahammül tavsiye eden bir mürþid, mutlaka sabýr ve tahammül gerektiren mihnet ve meþakkatleri, eza ve cefalarý görmüþ ve geçirmiþ olmalýdýr. Tâ ki beþeriyete gerçek bir rehber olabilsin. Izdýraplar, meþakkatler ne kadar þiddetli olursa olsun o mürþid tevekkül, tedbir ve tahammül ile irþad ve hizmetine devam eder. Sabýr, Müslümanlarýn önemli vazifelerinden birisidir. Kur’ân’da doksanýn üzerinde âyet, sabýrdan bahsetmektedir. Ýþte Bediüzzaman, zatýnda bu hakikati kemâliyle yaþayan, talebelerine ve teblið ve irþatta bulunanlara tavsiye eden bir mürþid-i ekmeldir:

Madem biz böyle sarsýlmaz ve en yüksek ve en büyük ve en ehemmiyetli ve fiyat takdir edilmez derecede kýymettar ve bütün dünyasý ve caný ve cânâný pahasýna verilse, yine ucuz düþen bir hakikatýn uðrunda ve yolunda çalýþýyoruz; elbette bütün musibetlere ve sýkýntýlara ve düþmanlara kemâl-i metanetle mukabele etmemiz gerektir. (Hizmet R., 184).

Aziz Kardeþlerim, bizim vazifemiz müspet hareket etmektir. Menfî hareket deðildir. Rýza-yý ilâhîye göre sýrf hizmet-i îmâniyeyi yapmaktýr; vazife-i ilâhiyeye karýþmamaktýr. Bizler âsâyiþi muhafazayý netice veren müspet îman hizmeti içinde her bir sýkýntýya karþý sabýrla, þükürle mükellefiz.” (Hizmet R., s.205).

 

10. Ýrþad ve Teblið, Huzur ve Âsayiþin Mevcudiyeti ve Devamýyla Mümkündür

 

Üstad Bediüzzaman, feragatiyle, þecaatiyle, merhamet ve þefkatiyle yapmýþ olduðu bir asra yakýn manevî mücahedesinde talebelerini fitne ve fesadý, nifak ve þikaký netice verecek, asayiþi zedeleyecek her türlü hareketten büyük bir hassasiyetle uzak tutmuþ ve onlarý Müslümanlarý birbirine düþürecek davranýþlardan þiddetle sakýndýrmýþtýr. Zamanýn idarecilerine de hayatî önem taþýyan konularda gerekli ikazý yapmaktan bigâne kalmamýþtýr.

Üstadýn bu irþad metodunu geçmiþ asýrlarda gelen büyük zatlarda da müþahede etmekteyiz. Meselâ, Ýmam-ý Rabbanî, Ýmam-ý A’zâm Ebû Hanîfe ve Ahmed b. Hanbel gibi zatlar hapse atýldýklarý, nice zulümlere, iþkencelere maruz kaldýklarý hâlde, müspet hareketi elden býrakmamýþlardýr. Bu büyük zatlar; “Düzeltilmiþ olan ülkeyi ifsad etmeyin.” (A’raf, 56); “Allah bozguncularý sevmez.” (Mâide, 64); “Islâh et, bozguncularýn yoluna uyma.” (A’râf, 142) gibi Kur’ân’ýn emirlerini hayatlarýnda tatbîk etmiþlerdir.

Nifak ve tefrikaya düþerek parçalanan bir milletin asla payidar olamayacaðýna inanan Bediüzzaman, asayiþin muhafazasýna büyük ehemmiyet vermiþtir. Risâle-i Nûr’da bunu defalarca dikkat nazarlarýna arzetmiþtir.

Ýman ilminden ibaret olan Risâle-i Nûr eczalarý, emniyet ve asayiþi temin ve tesis ederler. Evet, güzel seciyelerin ve iyi hasletlerin menþe’ ve menbaý olan iman elbette emniyeti bozmaz, temin eder. Ýmansýzlýktýr ki, seciyesizliði ile emniyeti ihlal eder. (Tarihçe-i Hayat, 198).

Madem îman hizmetinde ihlâs-ý etemle, anarþiliði durdurmakla, âsâyiþi muhafaza etmekle sabýr ve tahammül gerektir. Ben de bunun için rahatýmý, haysiyetimi feda ediyorum.. Onlarý da helâl ediyorum.” (Þualar, 200)

 

11. Fiilî Olarak Teblið ve Ýrþatta Bulunanlarýn Siyasetten Kaçýnmalarý

 

Ýrþad ve teblið adýna hususiyle de günümüzde dikkat edilmesi gereken noktalardan biri de, bu kutsî vazifeye gölge düþürecek, mürþid ve mübelliðlere karþý antipati uyaracak ve belirli kimseleri memnun ederken, çoðunluðu küstürebilecek olan siyasî fikirlerden kaçýnýlmasý zaruretidir.

 

Herhangi bir siyasî kanaati olan birisine, dinî meselelerin siyasî havada kabul ettirilmesi mümkün deðildir. Böyle kimselerle münakaþa ve tartýþma suretiyle anlatýlan þeyler, onlarýn sadece gayz ve nefretlerinin kabarmasýna vesile olur. Böyle kimselere, Allah ve Resûlü’ne ait elmas gibi hakikatleri anlatýrken, muhatap onlara cam parçalarý nazarýyla bakacak, melek gibi insanlarý baþka nazarla mütalâa edecek, “o benim düþüncemde deðil, öyleyse yaramaz” diye kestirip atacaktýr. Ayrýca, “Dini siyasete alet ediyor” suçlamasýyla dinlemeyecektir. Bu düþünce, siyasî kanaatleri tenkit etmek deðildir. Mü’minlerin de belli bir siyasî kanaati olabilir. Bizim söylemek istediðimiz husus, siyasete bulaþtýrýlmýþ irþad ve teblið metodudur veya bizzat teblið ve irþad ile meþgul olanlarýn siyasete girmemeleridir.

Bediüzzaman, Eski Said tabir ettiði dönemde, sýrf dine, mukaddesata hizmet maksadýyla siyasete bir derece atf-ý nazar etmiþ, fakat siyasetin esas gayesinden saparak, menfaat üzerinde boðuþmaya inkýlap ettiðini, tarafgirliðe, tefrikaya yol açtýðýný görünce, bu yolla iman ve Kur’ân’a hizmet edilemeyeceðine karar vermiþ ve siyaset âleminden nazarýný çekmiþtir.

Bediüzzaman’ýn talebelerini siyasetten menetmesinin ehemmiyetli bir baþka sebebi de, siyasetin tefrikaya yol açmasý ve uhuvvet-i Ýslâmiyeyi zedelemesidir. Bu husustaki derin endiþesini þöyle dile getirir:

 

Sakýn, sakýn!.. dünya cereyanlarý, hususan siyaset cereyanlarý ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasýn? Karþýnýzda ittihat etmiþ dalalet fýrkalarýna karþý periþan etmesin! “Elhubbu fillah ve’l-buðzu fillah” (Allah için sevmek, Allah için buðzetmek) düstür-u Rahmanî yerine, el-iyâzu billah “Elhubbu fi’s- siyaseti ve’l- buðzu li’s- siyaseti” (Siyaset için sevmek, siyaset için buðzetmek, yani; ayný siyasî görüþü taþýyanlarý sevme, taþýmayanlara buðzetme) düstur-u þeytanî hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeþine adâvet ve el-hannâs gibi gösterip, cinayetine þerik eylemesin. (Kastamonu Lah. s.84).

Bu manâyý teyid eden bir hâdise, O’nu siyasetten tamamen nefret ettirmiþtir. Hâdiseyi bizzat kendisi þöyle dile getirir:

 

Bir zaman, bu garazkârane tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki; mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasisine muhalif bir âlim-i sâlihi tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafýðý, hürmetkârane methetti. Ýþte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, “eûzü billâhi mine’þ- þeytâni ve’s-siyâse” (Þeytan’dan ve siyasetten Allah’a sýðýnýrým.) dedim. O zamandan beri hayat-ý siyasiyeden çekildim.” (Mektubat, “22.Mektup, 4.Vecih, 4.Düstur, s.247”)

 

Bediüzzaman, bilfiil teblið ve irþad vazifesinde bulunan talebelerini siyasetten men ediyor:

Demek bize iliþen doðrudan doðruya îmâna tecavüz eder. Onlarý Cenab-ý Hakk’a havale ediyoruz. Hem ehl-i siyasetle hiçbir münasebetimiz olmadýðý hâlde, kat’î bilsinler ki: Bu memlekette, bu asýrda, bu milleti anarþilikten, tereddî ve tedenni-i mutlaktan kurtaracak yegâne çâre, Risâletü’n-Nurun esasatýdýr.” (Sikke-i Tas., s.149).

Dokuz on sene evvelki Eski Said, bir miktar siyasete girdi. Belki siyaset vasýtasýyla dine ve ilme hizmet edeceðim diye beyhude yoruldu ve gördü ki, o yol meþkûk ve müþkilatlý ve bana nispeten fuzuliyane, hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlý bir yoldur. Çoðu yalancýlýk ve bilmeyerek ecnebî parmaðýna âlet olmak ihtimali var...” (Mektubat, 57).

 

12. Hizmet Ehline Allah’ýn Yardým Edeceðini Bilmek

 

Allahü Teâlâ: “Ey iman edenler! Eðer siz Allah’ýn dinine destek olursanýz, O da size yardým eder.” (Muhammed, 7), “Dinine yardým edene Allah da elbette yardým edecektir.” (Hac, 40) buyuruyor. Bediüzzaman da âyetlere istinâden, deðiþik sebeplerden dolayý Allah’ýn dinine hizmette gevþeklik gösteren kimseleri teþvik mahiyetinde, hizmet edenlere Allah’ýn yardým edeceðini söyler:

 

Risale-i Nûr’un bir talebesi, Risale-i Nûr’a çalýþmadýðýnýn bir sebebi, derd-i maiþetin ziyadeleþmesi olduðunu söyledi. Biz de ona dedik: Risale-i Nûr’a çalýþmadýðýn için derd-i maiþet sana þiddetlendi. Çünkü bu havalide her talebe itiraf ediyor ve ben de ediyorum ki: Risale-i Nûr’a çalýþtýkça, yaþamakta kolaylýk ve kalpte ferahlýk ve maiþette suhulet görüyoruz. (Kastamonu Lah. s.93).

 

13. Meþveret

 

Ýslâm Dini’nde meþveretin önemli bir yeri vardýr. Kur’ân’da bir sûre’ye (Þûrâ) bu ismin verilmesi ve istiþâre ile ilgili baþka âyetlerin bulunmasý bunu göstermektedir. “Ýþlerini istiþare ile yürütürler.” (Þûrâ, 38) Peygamber Efendimiz’e (s.a.s.) hitâben de: “Ýþleri onlarla müþavere et.” (Âl-i Ýmrân, 159) buyurulmuþtur. Bediüzzaman da bu ilâhî emirlere imtisâlen hem kendisi istiþâre yapmýþ, hem de hizmet ehline istiþâreyi emretmiþtir:

 

...bu büyük ve aðýr ve kýymettar hizmet-i Kur’âniyeye kemal-i tesanütle çalýþmak lâzýmdýr… Meþveret-i þer’iyye ile reylerinizi teþettütten muhafaza ediniz. Ýhlâs Risalesi’nin düsturlarýný her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa, az bir ihtilâf bu vakitte Risale-i Nûr’a büyük bir zarar verebilir.” (Kastamonu Lah., s.178)

...siz, meþveretle ne lâzýmsa yaparsýnýz. Fakat ihtiyatla, telâþsýz, velveleye vermemek lâzým.” (Emirdað Lah., I,141)

 

14. Teblið ve Ýrþatta, Vâiz ve Ýlim Adamlarýnýn Çok Dikkatli Olmasý

 

Bediüzzaman’a göre teblið ve irþad vazifesinde vaizlerin ve ilim adamlarýnýn büyük bir ehemmiyeti vardýr. O, vâizleri “müderris-i umûmî” olarak tavsif eder. Ýslâm’ýn baþta tevekkül anlayýþý olmak üzere bir kýsým meselelerinin halka yanlýþ anlatýlarak, geri kalýþýmýzda mühim bir rol oynayan bu müesseselerin ýslâh edilmesi gerektiðini söyler. Böylece, büyük kitlelere Ýslâmî mesaj daha saðlýklý þekilde mâl edilebilecektir. Bediüzzaman’a göre, gerek ilmin halka mâl edilmesinde ve gerekse büyük halk kitlelerinde hissiyat-ý diniyeyi vicdanlara hâkim kýlmada en büyük hizmet vâizlere ve ilim adamlarýna düþmektedir.

 

a. Vâizlerin Durumu

O’na göre vâiz; basîretli, hikmetli, hem de muhakemeli konuþmalýdýr. Dinî hakîkatleri anlatýrken aþýrý mübalaða yapmamalý, hurâfelerden uzak durup, zayýf ve uydurma haberler anlatmamalýdýrlar. (Muhâkemât, 28; ayrýca bkz. “Divan-ý Harb-i Örfî”, Ýçtimaî Reçeteler, Ýstanbul 1990, Tenvîr neþ., I,70; “Makaleler”, Ýçtimaî Reçeteler, II,272; Mektubat, 30-31.).

 

b. Ýlim Adamlarýnýn Durumu

 

Ýlim adamlarý, ilme teþvik etmeli, halka nasihat ederek onlarý irþad etmelidirler. Halký irþad ederken ilimden istifade ederek ilme hizmet etmelidirler. Yoksa, ilmi kullanarak þahsî çýkarlar peþinden koþmamalýdýrlar. (Muhâkemât, s.47)

 

15. Din’in Maksadýný Çok Ýyi Bilme

 

Dîni nasihatten ibaret sayan hadîs-i þerifler mevcuttur. Bir hadîste þöyle buyurulmuþtur: “Dîn nasihattýr, din nasihattýr, din nasihattýr. Kim için nasihattýr Yâ Resûlallah! diye sorulunca, Allah, Kitabý, Resûlü, Müslümanlarýn imamlarý ve halký için nasihattir.” diye cevap verdi.” (Buhari, “Ýman”, 42; Müslim, “Ýmân”, 95; Tirmizî, “Birr”, 17) Evet, din bütünüyle nasihattýr. Din, “emr-i bi'l- maruf, nehy-i ani'l- münker”dir.

Dînin nasihat oluþu hakkýnda Bediüzzaman þöyle demektedir: “Din nasihatten ibarettir. Nasihatte tesir lâzým. Tesir de hamiyet-i Ýslâmiyenin heyecaný ve vicdanlarýn ihtisasýna (duygulanmasýna) vâbestedir.” (Âsâr-ý Bediiyye, s. 393).

“Þeriatýn hakikî maksadý irþad ve tâlimdir.” (Muhâkemât, s.142)

 

16. Mübellið ve Mürþid Liyakatli Olmalý

 

Ýrþad ve teblið vazifesini yapan kiþilerin, davete baþlamadan önce gayet güzel bilmesi gerekli bazý hususlar vardýr. Bu bilgiler elde edilmeden, yani ilmen davete hazýrlanmadan davetten netice almak söz konusu olamaz. Her þeyden önce davetçi, davet ettiði esas ve prensipleri çok iyi bilecek, Ýslâm’ý her yönüyle güzelce öðrenecektir. Bunun için de o, Kitap ve Sünnet’i her þeyin üstünde tutacak, onlarý anlayacak, onlarý kavrayacaktýr. Böylece saðlam bir Ýslâmî kültüre sahip olan mürþid ve mübellið, içerisinde davet yaptýðý zaman ve mekânýn, muhit ve çevrenin, muhâtaplarýnýn þart ve durumlarýný da bilmeye muhtaçtýr. Bütün bunlardan dolayý Bediüzzaman, tebliðcinin bu iþe liyakatli olmasýný istemektedir. (Barla Lâhikasý, 56)

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

17. Ýrþâd Ve Tebliðde Bulunan Kimselerin Muhataplarýnýn Durumlarýný Çok Ýyi Bilmesi

 

Ýrþâd ve tebliðde bulunan kimseler, muhataplarýnýn durumlarýný, düþünce yapýlarýný çok iyi bilmeli ve onlarý kaçýrýcý, nefret ettirici tutum ve davranýþlardan fevkalâde sakýnmalýdýrlar. Söylenen sözler, muhatabýn kültür seviyesinin çok altýnda veya üstünde ise, yapýlan iþ tekniðine uygun deðildir ve faydalý da olmayabilir. Kime ne anlatýlmasýnýn iyi tespit edilmesi gerektiði hususunu Bediüzzaman þöyle dile getirir:

...Kastamonu’nun daðýnda baðýrarak mükerrer defa dedim: “Kardeþlerim; ata et, arslana ot atmayýnýz”. Yani: “Her Risaleyi herkese vermeyiniz...” (Lem’alar, s.250).

 

18. Teblið ve Ýrþatta Enâniyeti Terk

 

Kendisine hak ve hakîkat anlatýlan muhatapla ikili konuþma anýnda, meselenin münazara zeminine çekilmemesine dikkat edilmelidir. Zira münazarada konuþan, haktan ziyade enaniyet ve benliklerdir. Bu sebeple konuþtuklarýmýz ve konuþacaklarýmýz ne denli ikna edici ve edebî olursa olsun, muhatabýmýzda zerre kadar tesiri olmayacak ve hüsn-ü kabul de görmeyecektir. Meseleye psikolojik açýdan baktýðýmýzda, münazaranýn yersiz ve yetersizliði ortaya çýkacaktýr. Zira, biz münazaraya hazýrlanýrken nasýl hasmýmýzý maðlup edecek fikir ve düþüncelerle kendimizi techiz etmeye çalýþmýþsak, muhatabýmýz da en az bizim kadar ayný hazýrlýk içindedir. Bizim getireceðimiz delillere muhakkak o da karþý bir delille mukabele edecek ve konuþma öyle bir kýsýr döngüye girecektir ki, günlerce konuþulsa dahi hiçbir neticeye ulaþýlamayacaktýr. Bediüzzaman, bu zamanda enaniyetin terk edilmesi gerektiðini þöyle ifade eder:

 

Mesleðimiz, bu zamanda hakka hizmet, bütün bütün terk-i enaniyetle olabileceðini kat’î kanaatimiz olduðu gibi, yirmi senedir nefs-i emmârem ister istemez o mesleðe itâate mecbur olmuþ...” (Hizmet R., 19)

 

Tevâzu, mahviyet ve terk-i enaniyet, bu zamanda ehl-i hakikata lâzým ve elzemdir. Bence bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, îmâný kurtarmaktýr, baþkalarýn îmânýna kuvvet verecek bir surette çalýþmaktýr. Sakýn, benlik ve gurura medar þeylerden çekin. Bu asýrda en büyük tehlike benlikten ve hodfuruþluktan ileri geldiðinden; ehl-i hak ve hakikat, mahviyetkârane daima kusurunu görmek ve nefsini itham etmek gerektir. Sizin gibilerin aðýr þerait içinde kahramancasýna îmanýný ve ubudiyetini muhafaza etmesi, büyük bir makamdýr. (Emirdað Lah, I,62; Sikke-i Tas., s.143; Mektûbât, s.398; Hizmet R., s.195; Þualar, s. 380; Kas. Lah, s.135,148 ve daha baþka yerlerde de benzeri ifadeleri bulmak mümkündür.)

 

Sonuç

 

Sonuç olarak kýsaca þunu ifade edebiliriz: Bediüzzaman’ýn hizmet metodu geçerliliðinden hiçbir þey kaybetmemiþtir. Her zaman için geçerli ve asrýmýzýn insaný için gereklidir. Kendilerini tebliðle mükellef sayanlar, bunu incelemek zorundadýrlar. Bu metot, ayný zamanda bir mücadelenin de anatomisidir. Önce, gençliðin imanýný kurtarma hedefi çizilmiþ, þartlar nazara alýnmakla birlikte þartlara teslim olunmamýþ, zamana ve zemine göre mücadele stratejisi deðiþmiþ, ancak varýlmak istenilen nokta hiçbir zaman deðiþmemiþtir. Âlî hakikatlerden taviz verilmemiþ; gazete, kitap, kürsü vs. gibi her türlü teblið imkânýndan faydalanýlmýþ, temel prensipler etrafýnda bir tefekkür manzumesi örülerek her zaman ve zeminde hedefe yürünmüþtür. O’nun býraktýðý mânevî mîras, Risâle-i Nûr Külliyatý, Türkiye’de ve dünyada milyonlarca insanýn ellerinde, dillerindedir. Milyonlarca insan, o mânevî mîras sayesinde imanýn güzelliklerini tatmýþtýr.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.

×
×
  • Neu erstellen...