Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

11.Söz


el-dumano

Empfohlene Beiträge

 

11.Söz

 

"Yemin olsun günese ve aydinligina ve onu takip eden aya ve günesi güne ve onu örten geceye; ve gökyüzüne ve onu bina edene ve yerysüzüne ve onu yayip döseyene ve nefse (kisiye) ve onu intizamla yaratana." Sems Süresi, 91:1-7

 

Ey kardeþ! Eðer hikmet-i âlemin týlsýmýný ve hilkat-i insanýn muammasýný ve hakikat-ý salâtýn rumuzunu bir parça fehmetmek istersen, nefsimle beraber þu temsilî hikâyeciðe bak:

 

Bir zaman bir sultan varmýþ; servetçe onun pek çok hazineleri vardý. Hem o hazinelerde her çeþit cevahir, elmas ve zümrüt bulunuyormuþ. Hem gizli pek acaib defineleri varmýþ. Hem kemalâtça sanayi-i garibede pek çok mehareti varmýþ. Hem hesabsýz fünun-u acibeye marifeti, ihatasý varmýþ. Hem, nihayetsiz ulûm-u bediaya ilim ve ýttýlaý varmýþ. Her cemal ve kemal sahibi, kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sýrrýnca; o sultan-ý zîþan dahi istedi ki, bir meþher açsýn, içinde sergiler dizsin; tâ nâsýn enzarýnda saltanatýnýn haþmetini, hem servetinin þaþaasýný, hem kendi san'atýnýn hârikalarýný, hem kendi marifetinin garibelerini izhar edip göstersin. Tâ cemal ve kemal-i manevîsini iki vecihle müþahede etsin:

Bir vechi: Bizzât nazar-ý dekaik-aþinasýyla görsün.

Diðeri: Gayrýn nazarýyla baksýn.

 

Bu hikmete binaen, cesîm ve geniþ ve muhteþem bir kasrý yapmaða baþladý. Þahane bir surette dairelere, menzillere taksim ederek hazinelerinin türlü türlü murassaatýyla süslendirip kendi dest-i san'atýnýn en latif, en güzel eserleriyle zînetlendirip, fünun-u hikmetinin en incelikleriyle tanzim edip düzelterek ve ulûmunun âsâr-ý mu'cizekâraneleriyle donatarak tekmil ettikten sonra, herbir taam ve nimetlerinin bütün çeþitlerinden en lezizlerini câmi' sofralar, o sarayda kurdu. Herbir taifeye lâyýk bir sofra tayin etti. Öyle sehavetkârane, san'atperverane bir ziyafet-i âmme ihzar etti ki, güya herbir sofra, yüz sanayi-i latifenin eserleriyle vücud bulmuþ gibi kýymetli hadsiz nimetleri serdi. Sonra aktar-ý memleketindeki ahali ve raiyetini, seyre ve tenezzühe ve ziyafete davet etti. Sonra bir yaver-i ekremine sarayýn hikmetlerini ve müþtemilâtýnýn manalarýný bildirerek onu üstad ve tarif edici tayin etti. Tâ ki, sarayýn Sâniini, sarayýn müþtemilâtýyla ahaliye tarif etsin ve sarayýn nakýþlarýnýn rumuzlarýný bildirip, içindeki san'atlarýnýn iþaretlerini öðretip, derûnundaki manzum murassalar ve mevzun nukuþ nedir? Ve ne vecihle saray sahibinin kemalâtýna ve hünerlerine delalet ettiklerini, o saraya girenlere tarif etsin ve girmenin âdâbýný ve seyrin merasimini bildirip, o görünmeyen sultana karþý marziyatý dairesinde teþrifat merasimini tarif etsin. Ýþte o muarrif üstadýn herbir dairede birer avenesi bulunuyor. Kendisi en büyük dairede þakirdleri içinde durmuþ, bütün seyircilere þöyle bir tebligatta bulunuyor. Diyor ki:

 

"Ey ahali! Þu kasrýn meliki olan seyyidimiz, bu þeylerin izharýyla ve bu sarayý yapmasýyla, kendini size tanýttýrmak istiyor. Siz dahi onu tanýyýnýz ve güzelce tanýmaða çalýþýnýz. Hem þu tezyinatla kendini size sevdirmek istiyor. Siz dahi onun san'atýný takdir ve iþlerini istihsan ile kendinizi ona sevdiriniz. Hem bu gördüðünüz ihsanat ile, size muhabbetini gösteriyor. Siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz. Hem þu görünen in'am ve ikramlar ile, size þefkatini ve merhametini gösteriyor. Siz dahi þükür ile ona hürmet ediniz. Hem þu kemalâtýnýn âsârýyla, manevî cemalini size göstermek istiyor. Siz dahi onu görmeðe ve teveccühünü kazanmaða iþtiyakýnýzý gösteriniz. Hem bütün þu gördüðünüz masnuat ve müzeyyenat üstünde birer mahsus sikke, birer hususî hâtem, birer taklid edilmez turra koymakla, herþey kendisine has olduðunu ve kendi eser-i desti olduðunu ve kendisi tek ve yekta, istiklal ve infirad sahibi olduðunu size göstermek istiyor. Siz dahi onu tek ve yekta ve misilsiz, nazirsiz bîhemta tanýyýnýz ve kabul ediniz."

 

Daha bunun gibi, ona ve o makama münasib sözleri seyircilere söyledi. Sonra, giren ahali iki güruha ayrýldýlar:

 

Birinci güruhu: Kendini tanýmýþ ve aklý baþýnda ve kalbi yerinde olduklarý için, o sarayýn içindeki acaiblere baktýklarý zaman dediler: "Bunda büyük bir iþ var." Hem anladýlar ki: Beyhude deðil, âdi bir oyuncak deðil. Onun için merak ettiler. "Acaba týlsýmý nedir, içinde ne var?" deyip düþünürken, birden o muarrif üstadýn beyan ettiði nutkunu iþittiler. Anladýlar ki, bütün esrarýn anahtarlarý ondadýr. Ona müteveccihen gittiler ve dediler: "Esselâmü Aleyke ya Eyyühel Üstad! Hakkan, þöyle bir muhteþem sarayýn, senin gibi sadýk ve müdakkik bir muarrifi lâzýmdýr. Seyyidimiz sana ne bildirmiþse lütfen bize bildiriniz." Üstad ise, evvel zikri geçen nutuklarý onlara dedi. Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabul edip tam istifade ettiler. Padiþahýn marziyatý dairesinde amel ettiler. Onlarýn þu edebli muamele ve vaziyetleri o padiþahýn hoþuna geldiðinden onlarý has ve yüksek ve tavsif edilmez diðer bir saraya davet etti, ihsan etti. Hem öyle bir Cevvad-ý Melik'e lâyýk ve öyle muti ahaliye þayeste ve öyle edebli misafirlere münasib ve öyle yüksek bir kasra þâyan bir surette ikram etti, daimî onlarý saadetlendirdi.

 

Ýkinci güruh ise; akýllarý bozulmuþ, kalbleri sönmüþ olduklarýndan, saraya girdikleri vakit, nefislerine maðlub olup lezzetli taamlardan baþka hiç bir þeye iltifat etmediler; bütün o mehasinden gözlerini kapadýlar ve o üstadýn irþadatýndan ve þakirdlerinin ikazatýndan kulaklarýný týkadýlar. Hayvan gibi yiyerek uykuya daldýlar. Ýçilmeyen, fakat bazý þeyler için ihzar edilen iksirlerden içtiler. Sarhoþ olup öyle baðýrdýlar, karýþtýrdýlar; seyirci misafirleri çok rahatsýz ettiler. Sâni'-i Zîþan'ýn düsturlarýna karþý edebsizlikte bulundular. Saray sahibinin askerleri de onlarý tutup, öyle edebsizlere lâyýk bir hapse attýlar.

Ey benimle bu hikâyeyi dinleyen arkadaþ! Elbette anladýn ki: O Hâkim-i Zîþan bu kasrý, þu mezkûr maksadlar için bina etmiþtir. Þu maksadlarýn husulü ise, iki þeye mütevakkýftýr:

 

Birisi: Þu gördüðümüz ve nutkunu iþittiðimiz üstadýn vücududur. Çünki o bulunmazsa, bütün maksadlar beyhude olur. Çünki anlaþýlmaz bir kitab, muallimsiz olsa; manasýz bir kâðýttan ibaret kalýr.

 

Ýkincisi: Ahali, o üstadýn sözünü kabul edip dinlemesidir. Demek, vücud-u üstad vücud-u kasrýn dâîsidir ve ahalinin istimaý, kasrýn bekasýna sebebdir. Öyle ise denilebilir ki: Þu üstad olmasaydý, o Melik-i Zîþan þu kasrý bina etmezdi. Hem yine denilebilir ki: O üstadýn talimatýný ahali dinlemedikleri vakit, elbette o kasr tebdil ve tahvil edilecek.

Ey arkadaþ! Hikâye burada bitti. Eðer þu temsilin sýrrýný anladýnsa bak, hakikatýn yüzünü de gör:

 

Ýþte o saray, þu âlemdir ki; tavaný, tebessüm eden yýldýzlarla tenvir edilmiþ gök yüzüdür. Tabaný ise, þarktan garba gûna-gûn çiçeklerle süslendirilmiþ yeryüzüdür. O Melik ise, ezel ebed sultaný olan bir Zât-ý Mukaddes'tir ki, yedi kat semavat ve arz ve içlerinde olan herþey, kendilerine mahsus lisanlarla o zâtý takdis edip tesbih ediyorlar. Hem öyle bir Melik-i Kadîr ki, semavat ve arzý altý günde yaratarak arþ-ý rububiyetinde durup; gece ve gündüzü, siyah ve beyaz iki hat gibi birbiri arkasý sýra döndürüp, kâinat sahifesinde âyâtýný yazan; ve Güneþ, Ay, yýldýzlar emrine müsahhar zîhaþmet ve zîkudret sahibidir. O sarayýn menzilleri ise, þu onsekiz bin âlemdir ki, herbirisi kendine lâyýk bir tarz ile tezyin ve tanzim edilmiþtir.

Ýþte o sarayda gördüðün sanayi-i garibe ise, þu âlemde görünen kudret-i Ýlahiyenin mu'cizeleridir ve o sarayda gördüðün taamlar ise; þu âlemde, hele yaz mevsiminde, hele Barla bahçelerinde rahmet-i Ýlahiyenin semerat-ý hârikalarýna iþarettir ve oradaki ocak ve matbah ise, burada kalbinde ateþ olan arz ve sath-ý arzdýr ve orada temsilde gördüðün gizli definelerin cevherleri ise, þu hakikatta esma-i kudsiye-i Ýlahiyenin cilvelerine misaldir ve temsilde gördüðümüz nakýþlar ve o nakýþlarýn remizleri ise, þu âlemi süslendiren muntazam masnuat ve mevzun nukuþ-u kalem-i kudrettir ki, Kadîr-i Zülcelal'in esmasýna delalet ederler ve o üstad ise Seyyidimiz Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dýr. Avenesi ise, Enbiya Aleyhimüsselâm'dýr ve þakirdleri ise evliya ve asfiyadýr. O saraydaki hâkimin hizmetkârlarý ise, þu âlemde Melaike Aleyhimüsselâm'a iþarettir. Temsilde, seyir ve ziyafete davet edilen misafirler ise, þu dünya misafirhanesinde cin ve ins ve insanýn hizmetkârlarý olan hayvanlara iþarettir ve o iki fýrka ise, burada birisi ehl-i imandýr ki kitab-ý kâinatýn âyâtýnýn müfessiri olan Kur'an-ý Hakîm'in þakirdleridir. Diðer güruh ise ehl-i küfür ve tuðyandýr ki, nefis ve þeytana tabi olup yalnýz hayat-ý dünyeviyeyi tanýyan, hayvan gibi belki daha aþaðý saðýr, dilsiz, dâllîn güruhudur.

 

Birinci kafile olan süeda ve ebrar ise, zülcenaheyn olan üstadý dinlediler. O üstad hem abddir; ubudiyet noktasýnda Rabbini tavsif ve tarif eder ki, Cenab-ý Hakk'ýn dergâhýnda ümmetinin elçisi hükmündedir. Hem resuldür; risalet noktasýnda Rabbinin ahkâmýný Kur'an vasýtasýyla cin ve inse teblið eder.

 

Þu bahtiyar cemaat, o resulü dinleyip Kur'ana kulak verdiler. Kendilerini, enva'-ý ibadatýn fihristesi olan "namaz" ile birçok makamat-ý âliye içinde çok latif vazifelerle telebbüs etmiþ gördüler. Evet namazýn mütenevvi ezkâr ve harekâtýyla iþaret ettiði vezaifi, makamatý, mufassalan gördüler. Þöyle ki:

 

Evvelen: Âsâra bakýp, gaibane muamele suretinde saltanat-ý rububiyetin mehasinine temaþager makamýnda kendilerini gördüklerinden; tekbir ve tesbih vazifesini eda edip "Allahü Ekber" dediler.

 

Sâniyen: Esma-i kudsiye-i Ýlahiyenin cilveleri olan bedayiine ve parlak eserlerine dellâllýk makamýnda görünmekle "Sübhanallah, Velhamdülillah" diyerek takdis ve tahmid vazifesini îfa ettiler.

 

Sâlisen: Rahmet-i Ýlahiyenin hazinelerinde iddihar edilen nimetlerini zahir ve bâtýn duygularla tadýp anlamak makamýnda, þükür ve sena vazifesini edaya baþladýlar.

 

Râbian: Esma-i Ýlahiyenin definelerindeki cevherleri, manevî cihazat mizanlarýyla tartýp bilmek makamýnda, tenzih ve medih vazifesine baþladýlar.

 

Hâmisen: Mistar-ý kader üstünde kalem-i kudretiyle yazýlan mektubat-ý Rabbaniyeyi mütalaa makamýnda, tefekkür ve istihsan vazifesine baþladýlar.

 

Sâdisen: Eþyanýn yaratýlýþýnda ve masnuatýn san'atýndaki latif incelik ve nazenin güzellikleri temaþa ile tenzih makamýnda Fâtýr-ý Zülcelal, Sâni'-i Zülcemal'lerine muhabbet ve iþtiyak vazifesine girdiler.

 

Demek kâinata ve âsâra bakýp, gaibane muamele-i ubudiyetle mezkûr makamatta mezkûr vezaifi eda ettikten sonra Sâni'-i Hakîm'in dahi muamelesine ve ef'aline bakmak derecesine çýktýlar ki, hazýrane bir muamele suretinde evvelâ Hâlýk-ý Zülcelal'in kendi san'atýnýn mu'cizeleriyle kendini zîþuura tanýttýrmasýna karþý hayret içinde bir marifet ile mukabele ederek "Ey Rabbimiz!Seni bütün noksan sifatlardan tenzih ederiz. Seni hakkiyla taniyamadik." dediler. "Senin tarif edicilerin bütün masnuatýndaki mu'cizelerindir." Sonra o Rahman'ýn kendi rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmesine karþý, muhabbet ve aþk ile mukabele edip

"Yalniz Sana ibadet eder ve yalniz Senden yardim dileriz."

dediler. Sonra o Mün'im-i Hakikî'nin tatlý nimetleriyle terahhum ve þefkatini göstermesine karþý þükür ve hamd ile mukabele ettiler; dediler:

Bu ifade pekcok hadiste gecmektedir:

"Senin hak þükrünü nasýl eda edebiliriz? Sen öyle þükre lâyýk bir meþkûrsun ki, bütün kâinata serilmiþ bütün ihsanatýn açýk lisan-ý halleri, þükür ve senanýzý okuyorlar. Hem âlem çarþýsýnda dizilmiþ ve zeminin yüzüne serpilmiþ bütün nimetlerin ilânatýyla hamd ve medhinizi bildiriyorlar. Hem rahmet ve nimetin manzum meyveleri ve mevzun yemiþleri, senin cûd u keremine þehadet etmekle senin þükrünü enzar-ý mahlukat önünde îfa ederler."

 

Sonra þu kâinatýn yüzlerinde deðiþen mevcudat âyinelerinde cemal ve celal ve kemal ve kibriyasýnýn izharýna karþý, Allahu ekber deyip ta'zim içinde bir aczle rükua gidip mahviyet içinde bir muhabbet ve hayretle secde edip mukabele ettiler. Sonra o Ganiyy-i Mutlak'ýn servetinin çokluðunu ve rahmetinin geniþliðini göstermesine karþý; fakr ve hacetlerini izhar edip, dua edip, istemekle mukabele edip "Yalniz senden yardim dileriz." dediler.

 

Sonra o Sâni'-i Zülcelal'in kendi san'atýnýn latiflerini, hârikalarýný, antikalarýný, sergilerle teþhirgâh-ý enamda neþrine karþý, Masallah 8ödeyip takdir ederek: "Ne güzel yapýlmýþ!" deyip istihsan ederek, Barekallah ödeyip müþahede etmek Amenna ödeyip þehadet etmek; "Geliniz, bakýnýz!" hayran olarak Hayye ale'l fellah ödeyip herkesi þahid tutmakla mukabele ettiler. Hem o Sultan-ý Ezel ve Ebed, kâinatýn aktarýnda kendi rububiyetinin saltanatýný ilânýna ve vahdaniyetinin izharýna karþý; tevhid ve tasdik edip Semi'na ve eta'na diyerek itaat ve inkýyad ile mukabele ettiler.

 

Sonra o Rabb-ül Âlemîn'in uluhiyetinin izharýna karþý; za'f içinde aczlerini, ihtiyaç içinde fakrlerini ilândan ibaret olan ubudiyet ile ve ubudiyetin hülâsasý olan "namaz" ile mukabele ettiler. Daha bunlar gibi gûna-gûn ubudiyet vazifeleriyle þu dâr-ý dünya denilen mescid-i kebirinde fariza-i ömürlerini ve vazife-i hayatlarýný eda edip ahsen-i takvim suretini aldýlar. Bütün mahlukat üstünde bir mertebeye çýktýlar ki, yümn-i iman ile emn ü emanet ile mücehhez emîn bir halife-i arz oldular ve þu meydan-ý tecrübe ve þu destgâh-ý imtihandan sonra onlarýn Rabb-i Kerim'i onlarý, imanlarýna mükâfat olarak saadet-i ebediyeye ve Ýslâmiyetlerine ücret olarak dârüsselâma davet ederek öyle bir ikram etti ve eder ki, hiç göz görmemiþ ve kulak iþitmemiþ ve kalb-i beþere hutur etmemiþ derecede parlak bir tarzda rahmetine mazhar etti ve onlara ebediyet ve beka verdi. Çünki ebedî ve sermedî olan bir cemalin seyirci müþtaký ve âyinedar âþýký, elbette bâki kalýp ebede gidecektir. Ýþte Kur'an þakirdlerinin akibetleri böyledir. Cenab-ý Hak bizleri onlardan eylesin, âmîn!

 

Amma füccar ve eþrar olan diðer güruh ise: Hadd-i büluð ile þu âlem sarayýna girdikleri vakit, bütün vahdaniyetin delillerine karþý küfür ile mukabele edip ve bütün nimetlere karþý küfran ile mukabele ederek ve bütün mevcudatý kýymetsizlikle kâfirane bir ittiham ile tahkir ettiler ve bütün esma-i Ýlahiyenin tecelliyatýna karþý red ve inkâr ile mukabele ettiklerinden, az bir vakitte nihayetsiz bir cinayet iþlediler; nihayetsiz bir azaba müstehak oldular. Evet insana sermaye-i ömür ve cihazat-ý insaniye, mezkûr vezaif için verilmiþtir.

 

Ey sersem nefsim ve ey pürheves arkadaþým! Âyâ zannediyor musun ki, vazife-i hayatýnýz; yalnýz terbiye-i medeniye ile güzelce muhafaza-i nefs etmek, ayýb olmasýn, batn ve fercin hizmetine mi münhasýrdýr? Yahut zannediyor musunuz ki, hayatýnýzýn makinesinde dercedilen þu nazik letaif ve maneviyat ve þu hassas âza ve âlât ve þu muntazam cevarih ve cihazat ve þu mütecessis havas ve hissiyatýn gaye-i yegânesi; þu hayat-ý fâniyede nefs-i rezilenin, hevesat-ý süfliyenin tatmini için istimaline mi münhasýrdýr? Hâþâ ve kellâ! Belki vücudunuzda þunlarýn yaratýlmasý ve fýtratýnýzda bunlarýn gaye-i idhali, iki esastýr:

 

Biri: Cenab-ý Mün'im-i Hakikî'nin bütün nimetlerinin herbir çeþitlerini size ihsas ettirip þükrettirmekten ibarettir. Siz de hissedip, þükür ve ibadetini etmelisiniz.

 

Ýkincisi: Âleme tecelli eden esma-i kudsiye-i Ýlahiyenin bütün tecelliyatýnýn aksamýný, birer birer, size o cihazat vasýtasýyla bildirip tattýrmaktýr. Siz dahi tatmakla tanýyarak iman getirmelisiniz.

Ýþte bu iki esas üzerine kemalât-ý insaniye neþv ü nema bulur. Bununla insan, insan olur.

Ýnsaniyetin cihazatý, hayvan gibi hayat-ý dünyeviyeyi kazanmak için verilmemiþ olduðuna þu temsil sýrrýyla bak:

 

Meselâ, bir zât bir hizmetçisine yirmi altun verdi; tâ mahsus bir kumaþtan kendisine bir kat libas alsýn. O hizmetçi gitti, o kumaþýn a'lâsýndan mükemmel bir libas aldý, giydi.

Sonra gördü ki: O zât, diðer bir hizmetkârýna bin altun verip, bir kâðýt içinde bazý þeyler yazýlý olarak onun cebine koydu, ticarete gönderdi. Þimdi, her aklý baþýnda olan bilir ki; o sermaye, bir kat libas almak için deðil. Çünki evvelki hizmetkâr, yirmi altunla en a'lâ kumaþtan bir kat libas almýþ olduðundan, elbette bu bin altun, bir kat libasa sarfedilmez. Þayet bu ikinci hizmetkâr, cebine konulan kâðýdý okumayýp, belki evvelki hizmetçiye bakýp, bütün parayý bir dükkâncýya bir kat libas için verip, hem o kumaþýn en çürüðünden ve arkadaþýnýn libasýndan elli derece aþaðý bir libas alsa, elbette o hâdim nihayet derecede ahmaklýk etmiþ olacaðý için þiddetle tazib ve hiddetle te'dib edilecektir.

 

Ey nefsim ve ey arkadaþým! Aklýnýzý baþýnýza toplayýnýz. Sermaye-i ömür ve istidad-ý hayatýnýzý hayvan gibi, belki hayvandan çok aþaðý bir derecede þu hayat-ý fâniye ve lezzet-i maddiyeye sarfetmeyiniz. Yoksa sermayece en a'lâ hayvandan elli derece yüksek olduðunuz halde, en ednasýndan elli derece aþaðý düþersiniz.

 

Ey gafil nefsim! Senin hayatýnýn gayesini ve hayatýnýn mahiyetini, hem hayatýnýn suretini, hem hayatýnýn sýrr-ý hakikatýný, hem hayatýnýn kemal-i saadetini bir derece anlamak istersen, bak:

Senin hayatýnýn gayelerinin icmali dokuz emirdir:

 

Birincisi þudur ki: Senin vücudunda konulan duygular terazileriyle, rahmet-i Ýlahiyenin hazinelerinde iddihar edilen nimetleri tartmaktýr ve küllî þükretmektir.

 

Ýkincisi: Senin fýtratýnda vaz'edilen cihazatýn anahtarlarýyla esma-i kudsiye-i Ýlahiyenin gizli definelerini açmaktýr, Zât-ý Akdes'i o esma ile tanýmaktýr.

 

Üçüncüsü: Þu teþhirgâh-ý dünyada, mahlukat nazarýnda, esma-i Ýlahiyenin sana taktýklarý garib san'atlarýný ve latif cilvelerini bilerek hayatýnda teþhir ve izhar etmektir.

 

Dördüncüsü: Lisan-ý hal ve kalinle Hâlýkýnýn dergâh-ý rububiyetine ubudiyetini ilân etmektir.

 

Beþincisi: Nasýl bir asker, padiþahýndan aldýðý türlü türlü niþanlarý, resmî vakitlerde takýp padiþahýn nazarýnda görünmekle onun iltifatat-ý âsârýný gösterdiði gibi, sen dahi esma-i Ýlahiyenin cilvelerinin sana verdikleri letaif-i insaniye murassaatýyla bilerek süslenip o Þahid-i Ezelî'nin nazar-ý þuhud ve iþhadýna görünmektir.

 

Altýncýsý: Zevilhayat olanlarýn tezahürat-ý hayatiye denilen, Hâlýklarýna tahiyyatlarý; ve rumuzat-ý hayatiye denilen, Sâni'lerine tesbihatlarý ve semerat ve gayat-ý hayatiye denilen, Vâhib-ül Hayat'a arz-ý ubudiyetlerini bilerek müþahede etmek, tefekkür ile görüp þehadetle göstermektir.

 

Yedincisi: Senin hayatýna verilen cüz'î ilim ve kudret ve irade gibi sýfat ve hallerinden küçük nümunelerini vâhid-i kýyasî ittihaz ile, Hâlýk-ý Zülcelal'in sýfât-ý mutlakasýný ve þuun-u mukaddesesini o ölçüler ile bilmektir. Meselâ sen cüz'î iktidarýn ve cüz'î ilmin ve cüz'î iraden ile bu haneyi muntazam yaptýðýndan, þu kasr-ý âlemin senin hanenden büyüklüðü derecesinde, þu âlemin ustasýný o nisbette Kadîr, Alîm, Hakîm, Müdebbir bilmek lâzýmdýr.

 

Sekizincisi: Þu âlemdeki mevcudatýn herbiri kendine mahsus bir dil ile Hâlýkýnýn vahdaniyetine ve Sâniinin rububiyetine dair manevî sözlerini fehmetmektir.

 

Dokuzuncusu: Acz ve za'fýn, fakr ve ihtiyacýn ölçüsüyle kudret-i Ýlahiye ve gýna-yý Rabbaniyenin derecat-ý tecelliyatýný anlamaktýr. Nasýlki açlýðýn dereceleri nisbetinde ve ihtiyacýn enva'ý miktarýnca, taamýn lezzeti ve derecatý ve çeþitleri anlaþýlýr. Onun gibi sen de nihayetsiz aczin ve fakrýnla, nihayetsiz kudret ve gýna-yý Ýlahiyenin derecatýný fehmetmelisin. Ýþte senin hayatýnýn gayeleri, icmalen bunlar gibi emirlerdir.

Þimdi kendi hayatýnýn mahiyetine bak ki, o mahiyetinin icmali þudur:

 

Esma-i Ýlahiyeye ait garaibin fihristesi, hem þuun ve sýfât-ý Ýlahiyenin bir mikyasý, hem kâinattaki âlemlerin bir mizaný, hem bu âlem-i kebirin bir listesi, hem þu kâinatýn bir haritasý, hem þu kitab-ý ekberin bir fezlekesi, hem kudretin gizli definelerini açacak bir anahtar külçesi, hem mevcudata serpilen ve evkata takýlan kemalâtýnýn bir ahsen-i takvimidir. Ýþte mahiyet-i hayatýn bunlar gibi emirlerdir.

Þimdi senin hayatýnýn sureti ve tarz-ý vazifesi þudur ki:

Hayatýn bir kelime-i mektubedir. Kalem-i kudretle yazýlmýþ hikmet-nüma

bir sözdür. Görünüp ve iþitilip, esma-i hüsnaya delalet eder. Ýþte hayatýnýn sureti bu gibi emirlerdir.

 

Þimdi hayatýnýn sýrr-ý hakikatý þudur ki: Tecelli-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir. Yani bütün âleme tecelli eden esmanýn nokta-i mihrakýyesi hükmünde bir câmiiyetle Zât-ý Ehad-i Samed'e âyineliktir.

Þimdi hayatýnýn saadet içindeki kemali ise: Senin hayatýnýn âyinesinde temessül eden Þems-i Ezelî'nin envârýný hissedip sevmektir. Zîþuur olarak ona þevk göstermektir. Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir. Kalbin göz bebeðinde aks-i nurunu yerleþtirmektir. Ýþte bu sýrdandýr ki, seni a'lâ-yý illiyyîne çýkaran bir hadîs-i kudsînin meal-i þerifi olan:

Hadisi-i kudsinin metni söyledir:"Ben göklere ve yere sigmam, fakat mü'min kulumun kalbini sigarim."denilmiþtir.

 

Ýþte ey nefsim! Hayatýnýn böyle ulvî gayata müteveccih olduðu ve þöyle kýymetli hazineleri câmi' olduðu halde, hiç akýl ve insafa lâyýk mýdýr ki: Hiç-ender-hiç olan muvakkat huzuzat-ý nefsaniyeye, geçici lezaiz-i dünyeviyeye sarfedip zayi' edersin! Eðer zayi' etmemek istersen, geçen temsil ve hakikata remzeden

 

"Yemin olsun günese ve aydinligina ve onu takip eden aya ve günesi güne ve onu örten geceye; ve gökyüzüne ve onu bina edene ve yerysüzüne ve onu yayip döseyene ve insana ve onu intizamla yaratana; sonra da ona kütülügü bildirip ondan sakinmayi ilham edene. Nefsini günahlardan arindiran kurtulusa ermistir. Nefsini günaha daldiran da hüsrana düsmüstür." Sems Süresi, 91:1-10

 

suresindeki kasem ve cevab-ý kasemi düþünüp amel et.

 

Allahim! Risalet semasinin günesi ve nübüvvet burcunun ayina, hidayet yildizlari olan al ve ashabina salat ve selam olsun. Bize ve erkek-kadin bütün mü'minlere rahmet et. Amin, amin, amin

* * *

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...