Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Derin olmayan bir analiz: Gülen ne yapmak istiyor

 

GELÝN Fethullah Gülen’in siyasal çizgisindeki önemli duraklara bir bakalým:

 

* Türban eylemlerine karþý çýktý.

* Türbanlý kýzlara “Otoriteyle çekiþmektense açýn baþýnýzý girin” dedi.

* Milli Görüþ hareketine karþý mesafe koydu.

* Demirel’le iyi iliþkiler kurdu.

* Refah Partisi’nden farklý olduðunu göstermek amacýyla “diyalog” adý altýnda toplantýlar düzenleyip çeþitli kesimlere açýldý.

* 28 Þubat’ta Erbakan’ý eleþtirdi, askere destek verdi.

* 28 Þubat’a karþý en küçük bir direniþ göstermedi.

* Ecevit’le yakýnlaþtý.

* * *

Bütün bunlardan “Fethullah Gülen’i nasýl bilirsiniz?” sorusuna þu türden yanýtlar çýkar:

* Macerayý hiç sevmez, gözü kara deðildir.

* Denge adamýdýr ve aþýrý ihtiyatlýdýr.

* Türkiye’nin dünya sistemi içindeki yerini önemser.

* Temkin onun þiarýdýr, kelimenin tam anlamýyla ýlýmlýdýr.

* Radikalizme karþý mesafelidir.

* Savrulmaz, intizamsýzlýða asla prim vermez.

* Kontrollüdür, cemaat içinde hiyerarþiye uyum ister.

* * *

Bu özelliklere bakarsak...

Fethullah Gülen’in “Gazze gemileri”ni eleþtirmesi karþýsýnda þaþýrmamamýz, hayret etmememiz gerekir.

Ama þaþýrýyoruz, ama hayret ediyoruz.

Neden mi?

Þundan dolayý:

Fethullah Gülen epey bir zamandýr, hareketini AK Parti içinde eritmiþti.

Darbe planlarýna karþý hayli enerjik, askerin etkinliðinin kýrýlmasý için de epey agresif bir çizgi izliyordu.

Yani bu konuda AK Parti ile yüzde yüz uyum içindeydi.

* * *

Ama ne zaman ki “Ýsrail /ABD / Gazze gemileri” konusu gündeme geldi, iþin rengi birden deðiþti.

Gülen, AK Parti ile ayrýþma ihtiyacý hissetti.

Bunun üç temel nedeni var:

* BÝR: Askeri geriletmenin dünya sistemi açýsýndan bir sorun teþkil etmediðini bilen Fethullah Gülen, “gemi olayý”nýn dünya sistemi tarafýndan “çok aþýrý bir hareket” olarak algýlandýðýný gördü. Ve sistemden kopmak istemedi.

* ÝKÝ: AK Parti’nin dünya sistemiyle uyumsuzluk sürecine girdiðini gördü ve bu nedenle AK Parti’den ayrýþmak istedi.

* ÜÇ: AK Parti’nin hafiften gerileme sürecine girdiðini, CHP’nin hafiften yükseliþe geçtiðini, ufukta da bir CHP-MHP koalisyonunun göründüðünü fark etti.

 

Aman dikkat ÝHH

 

* Hedefiniz galeyan halindeki Müslüman yürekleri ferahlatmak deðil, insanlýk vicdanýný uyandýrmak olmalýdýr.

* Hamas’ýn insani yardým örgütü deðil, insanlýk vicdanýnýn insani yardým örgütü olduðunuzu daha çok vurgulamalýsýnýz.

* Bir yardým örgütüyle Hasan Nasrallah’lýk yapýlmaz. Baþardýklarýnýzýn ardýndan havaya girip sakýn rolünüzü abartmayýn.

* Artýk bütün gözler üzerinizde... Þeffaflaþýn, denetime açýk hale gelin... En küçük bir lekenin bile üzerine yapýþmasýna izin vermeyin.

 

Olup bitenleri anlamak için küçük bir kýlavuz

 

SORU: AK Parti hükümeti neden Filistin konusunda bu kadar hassas?

CEVAP: Filistin sorunu, Ýslami duyarlýlýk sahiplerinin yetiþmelerinde, siyasal ve kültürel kodlarýnda çok esaslý bir yer tutar. Dünden bugüne var olan bir duyarlýlýktan söz etmiyorum, bütün bir ömre yayýlan duyarlýlýktan söz ediyorum.

SORU: Türkiye’de Ýslamcýlar Hamas’a mý destek veriyorlar?

CEVAP: Ýslamcýlar “direniþ”e destek veriyorlar. Ilýmlýsýndan radikaline, tarikatçýsýndan entelektüeline Ýslami kesimin bütün renkleri, özellikle Filistin direniþinin Ýslamcý örgütlerin eline geçmesinden itibaren Filistin’e duyarlý olmaya baþladýlar. Genel olarak durumu “Örgüt gözetmeden direniþe destek” diye nitelendirebiliriz. Ama radikaller bu konuda daha bilinçli.

SORU: Ýslamcýlar bu olayý bir din savaþý olarak mý görüyorlar?

CEVAP: Evet... Ýsrail karþýsýnda hep yenilgi duygusu yaþamak travmaya yol açýyor, travma büyüdükçe de olaya “din savaþý” perspektifinden yaklaþýlýyor. Bu perspektifte de iþi Yahudi düþmanlýðý boyutuna getirenler var. Ýslami kaynaklardan Yahudi düþmanlýðýna malzeme bulma çabasý hep olmuþtur.

SORU: Tayyip Erdoðan Ýsrail karþýtý çýkýþlarýyla gündemi mi deðiþtirmek istiyor?

CEVAP: Tek neden tabii ki bu deðil. Tayyip Erdoðan Ýsrail karþýtý çýkýþlarýnýn kendi doðal tabanýnda yarattýðý yankýdan memnun... Ama daha önemlisi kendisinin “tarihi deðiþtirecek” denli büyük bir çýkýþ yaptýðýný düþünüyor. Tabii Ýsrail’i yalnýzlýða iten konjonktürden yararlandýðý da unutulmamalý.

SORU: Gönüllüler nasýl oldu da ölümü göze alarak o gemilere bindiler?

CEVAP: Gönüllülerin büyük çoðunluðu, çocukluklarýndan beri Filistin’den gelecek bir zafer haberini beklediler. Direniþle ilgili destansý öykülerle yetiþtiler. Ellerine geçen ilk fýrsatta da o destanlardan birinin parçasý olmak istediler.

SORU: Tayyip Erdoðan’ýn Ýsrail’e kafa tutmasý, neden bu denli büyük bir karþýlýk buluyor?

CEVAP: Bu zamana kadar hep “Ýsrail’in dünyayý yönettiði” efsanesine inanýldý. “Ýsrail’e kafa tutulamaz” yargýsý beyinlere kazýndý. Büyük güçlerin Ýsrail’i açýktan desteklemesi, bu tür yargýlarýn pekiþmesine neden oldu. Tayyip Erdoðan, Ýsrail’e her meydan okuduðunda iþte bu arka-plan devreye giriyor... Erdoðan da meydan okumalarýnýn hem Türkiye’deki muhafazakâr kesimde, hem de Ýslam dünyasýnda nasýl bir etki uyandýracaðýný gayet iyi biliyor.

 

 

 

Ahmet Hakan, Hürriyet, 05.06.2010

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • Antworten 423
  • Erstellt
  • Letzte Antwort

Top-Benutzer in diesem Thema

Top-Benutzer in diesem Thema

Veröffentlichte Bilder

Gülen ile AK Parti kavgaya giriþir mi

 

DÜNKÜ yazýmda “Fethullah Gülen ne yapmak istiyor?” diye sormuþ ve þu üç yanýtý vermiþtim:

BÝR: Dünya sisteminden kopan AK Parti’den ayrýþmak istiyor. ÝKÝ: Ufukta CHP-MHP koalisyonunu gördü, ona göre yatýrým yapýyor. ÜÇ: Gemi olayýnýn ABD’deki algýlanýþýndan ürktü.

* * *

Dün konuyu bir kez daha düþündüm.

Ýnce eledim sýk dokudum... Eldeki verileri bir kez daha alt alta dizdim... Aradaki baðlara bir kez daha dikkat kesildim...

Ve þuna karar verdim:

Fethullah Gülen ile AK Parti’nin arasýnýn açýlmasý, öyle kolayca olacak bir iþ deðil.

Yani...

“Cemaat ile AK Parti ilk kez karþý karþýya geldi... Þimdi seyreyleyin gümbürtüyü” diye

mal bulmuþ Maðribi gibi üzerine atlanacak bir durum yok.

* * *

Her þeyden önce...

Fethullah Gülen Cemaati’nin tabaný ve sempatizanlarý ile mevcut iktidarýn tabaný arasýnda belli bir örtüþme var... Cemaat, kendi tabanýný da, AK Parti tabanýný da küstürmeyi göze alamaz.

Nitekim...

Cemaat cephesinden hemen tevil etme çabalarý devreye girdi.

“Öyle demedi / böyle dedi” türünden izahlar yapýldý.

* * *

Bir de þu var:

Fethullah Gülen Cemaati ile AK Parti iktidarý, son zamanlarda fazlasýyla iç içe girdi.

“Askerin sivil siyasete müdahalesinin ve etkisinin azaltýlmasý” þeklinde özetleyebileceðim “muazzam bir dava”ya sahip olmak, öyle küçümsenecek bir þey deðildir.

Hiçbir gerekçe, bu davayý terk etme sonucuna yol açmaz.

Zaten bu tür büyük eksen kaymalarý da dünden bugüne kolayca gerçekleþmez.

“Güçlü ve etkin bir cemaat” ile “güçlü ve etkin bir iktidar”ýn giriþtikleri ortak serüvenden söz ediyoruz.

Bu þarký öyle kolay bitmez.

* * *

Yani Fethullah Gülen’in çýkýþýný abartmamak gerekir.

Peki hiç mi sonucu olmaz bu çýkýþýn?

Tabii ki olur...

Mesela þöyle bir þey:

Radikal rüzgârlarýn etkisi altýndaki iktidar partisinin biraz frene basmasýna yol açabilir.

Hem belki böylece...

Radikal bir söylemle radikal oylarý garantileyen AK Parti, kaybedebileceði liberal oylarý da hepten kaybetmemiþ olur.

 

 

 

Ahmet Hakan, Hürriyet, 06.06.2010

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Pazar gecesi Fehmi-Nebahat Koru çiftinin Beykoz’daki evinde bir davet vardý... Ýçiþleri Bakaný Beþir Atalay ve yakýn ekibi, Sabah Gazetesi Baþyazarý Mehmet Barlas ve eþi yazar Canan Barlas, Çalýk Medya Grup CEO’su Serhat Albayrak ve yardýmcýsý Haluk Çimen, Star ve Yeni Þafak’ýn Genel Yayýn Yönetmenleri Mustafa Karaalioðlu ve Yusuf Ziya Cömert, yazarlar Ahmet Kekeç, Hasan Bülent Kahraman, Salih Tuna, Fuat Keyman, Derya Sazak, Elif Çakýr, Mehmet Þeker, Mehmet Kamýþ, televizyoncular Gürkan Zengin, Erhan Çelik ve birçok seçkin davetli de ordaydý...

 

Haliyle o gün en çok konuþulan konu Fethullah Gülen’in açýklamalarýydý... Hem Ýçiþleri Bakaný hem de medya dünyasýnda önemli pozisyonlarda olan isimlerle bu meseleyi konuþtum, kimi zaman özel olarak teke tek konuþtuk, kimi zaman da genel ve herkesin duyacaðý þekilde yorumlar yapýldý...

 

Öncelikle kendi adýma þunu söylemeliyim... Wall Street Journal haberi birebir okunduðunda orada Fethullah Gülen tarafýndan yapýlmýþ olarak takdim edilen açýklamalarý doðru kabul edeceksek, o açýklamalar yanlýþtýr. Fethullah Gülen yanlýþ konuþmuþtur, ýlýmlýlýk ve saðduyu mesajý böyle verilmez. Ben WSJ haberinde ifade edilen cümleleri isabetli bulmuyorum, üstelik ÝHH Ýsrail’den izin almak, Ýsrail’le uzlaþarak Gazze’ye ulaþmak için sonuna kadar baþvurmuþ bir kurum. Bütün yollar tükendikten sonra ÝHH bu yolculuða çýkmýþtýr. Orada Ýsrail’in egemenliðine bir meydan okuma, bir meþru otoriteye baþkaldýrma da yoktur. Uluslararasý karasularý Ýsrail’in otoritesi altýnda deðil. Esas meþru otoriteye, uluslararasý hukuka baþkaldýran Ýsrail’dir. Fakat elbette ÝHH Ýsrail hukuksuzluðuna baþkaldýrmýþtýr ve iyi ki de öyle yapmýþtýr. Vicdan, adalet ve hakkaniyet adýna çok doðru bir iþ yapmýþtýr. Bana göre Fethullah Gülen’in de bu giriþimi ve hareketi desteklemesi gerekiyor...

 

Fakat öte yandan Gülen’e yakýn isimler WSJ’nin haberi çarpýtarak verdiðini söylüyorlar, 25 soruluk bir röportajýn provokatif amaçla cýmbýzlandýðýný belirtiyorlar. Gülen’in yaklaþýmýnýn sunulduðu gibi olmadýðýný söyleyerek, WSJ’de yazanlarý tevil yoluna gidiyorlar. WSJ dýþ politikada külliyen Ýsrail yandaþý bir gazete. Bu konuda her türlü küstahlýðý, çarpýtmayý ve kýþkýrtmayý yapabilecek týynete sahip bir gazete. Belki bu konuda Fethullah Gülen daha net dille baþka bir yayýn organýna yazýlý açýklama yapabilir...

 

Gülen’in ve hareketinin yayýn organlarýnýn bu kanlý baskýn sonrasý diplomatik iliþkileri bitirmeden, savaþ tamtamlarý çalmadan ama Ýsrail devlet terörüne de net tavýr konarak akýllý ve ýlýmlý bir yolda gidilmesi yönündeki kanaati isabetlidir bence de. Zaten AK Parti hükümetinin tavrý da bu yöndedir. Gülen hareketinin sivil alanda, AK Parti’nin siyasi alanda “Dünya sisteminden kopmadan kendi idealleri doðrultusunda davranmak” tavrý birebir örtüþüyor. Bence de hem Türkiye’deki dindarlar açýsýndan, hem Ýslam dünyasýndaki sivil ve siyasi hareketler açýsýndan da doðru tavýr budur. Fethullah Gülen ve Tayyip Erdoðan Ýslam dünyasýnýn geleceði, huzuru, özgürlüðü ve refahý açýsýndan da en doðru rol-model olan iki insandýr... Ülkemiz de kritik bir süreçten geçiyor, kimileri bu süreçte Gülen hareketi ve AK Parti arasýnda bir nifak oluþturabilmeyi dört gözle bekliyor. Ýsrail derin yapýlanmasý da, Ergenekon yapýlanmasý da bunu istiyor... Türkiye’deki vicdan ittifaký cephesinin bu oyunlara gelmemesi gerekiyor...

 

Fehmi Koru’nun evindeki hava da bu yöndeydi... Bir yandan yazýlmamak kaydýyla olan özel konuþmalarda birçok isim Gülen’e karþý burukluðunu belirtiyordu, bir kýsmý þaþýrmýþtý. Burukluðunu ve sitemlerini anlatanlarýn bir kýsmý Gülen’den çok içten biçimde “Hocaefendi” diye bahsetmeye devam ediyordu, çünkü Gülen’le manevi gönül baðlarý vardý. Öte yandan kimi isimler Gülen’i eleþtirmeye çekindiklerini de ifade ettiler... “Eskiden böyle deðildi, Gülen’e dair daha rahat yazýlýyordu, þimdi herkes söyleyeceðini yutuyor” dedi bir davetli, “Gülen’in geçmiþte de buna benzer çýkýþlarý oldu” diyerek birkaç örnek verdi... Buradaki “çekinti” Türkiye’nin çýkarýný düþünerek olan bir çekinti de deðil, bildiðiniz korkuya benzer “Acaba baþýma bir þey gelir mi?” duygusuyla karýþýk bir çekintiydi bu... Ýslami kesim içinde bile Fethullah Gülen ve hareketine dair bu hisler yükselmeye baþladýysa durum iyi deðil demektir. Gülen’e dair ulusalcýlar tarafýndan uydurulmuþ þehir efsanelerinden Ýslami kesimde de kimilerinin fazla etkilendiðini düþünüyorum. Bu hisler bana göre paranoyakça... Bu hissiyattan ne Fethullah Gülen ne de gönüllüler hareketi memnun olur, olabilir. Buna eminim... Sevgi ve hoþgörü merkezli bir hareket, kendine çok yakýn ideallere sahip kimi insanlar tarafýndan bile çekinti ve korkuyla anýlýyorsa, burada durup düþünmek gerekir... Bugün bir yandan Ergenekon’un tezgâhlarýna karþý vicdan ittifaký olarak hareket edilmeye devam edilmeli ama bir yandan da bu vicdan ittifaký ilkesi gözetilerek dileyen dilediði eleþtirel manþeti atabilmeli, yazýyý yazabilmeli... Öbür türlü karnýndan konuþmalar, içinden geçeni saklamalar artýyor, bu gelecek için de olumlu bir þey deðil...

 

Bu davetten izlenimlere, Gülen-AKP meselesine ve kimi isimlerin açýklamalarýna yarýn devam edeceðim...

 

 

Rasim Ozan Kütahyali, Taraf, 09.06.2010

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Fethullah Gülen ve Doðan medyasý

 

AK Parti-Fethullah Gülen meselesini çarþamba günü devam ettirecektim fakat yoðunluktan ötürü yazamadým, bugüne kaldý. Hürriyet’te Mehmet Yakup Yýlmaz da benim yazdýklarýmdan hareketle bir yazý kaleme aldý... Mehmet Yakup’un yeni stratejisi Türkiye’de oluþmuþ Ergenekon-karþýtý ittifaka nifak sokmak yönünde. Tüm yazýlarýný “AKP ile Gülen grubu birbirine düþse de, bu hükümet zayýflayýp alaþaðý edilse” amacýyla kurguluyor. 13 yaþýndan beri sosyalist Mehmet Yakup CHP-MHP koalisyonunu daha hayýrlý görüyor herhalde. Oysa Antalya’da bana“Ömrüm boyu TKP’ye oy verdim, CHP’ye hiç vermedim” demiþti. Kendisinin ulusalcý ya da Kemalist olmadýðýnýn, tam tersi bir düþünceye sahip olduðunun da özellikle altýný çizmiþti. 13 yaþýndan beri sahip olduðu sosyalist çizginin neticesi, bir ulusalcý/faþist cephe koalisyonunu desteklemek mi? Türkiye’deki gerçek özgürlükçü-sosyalistler AKP’ye aðýr eleþtiriler yöneltirler ama CHP-MHP çizgisiyle kýyaslandýðýnda AK Parti çok daha olumlu bir harekettir. Bunu her aklý baþýnda özgürlükçü-demokrat ifade eder. Benim de tavrým bu konuda nettir... Yýlmaz’ýn “13 yaþýndan beri sosyalist” çizgisini de gerçek bir özgürlükçü-sosyalist olan Murat Belge’ye havale ediyorum.

 

Ben Gülen hareketine dair, AK Parti hükümetine dair kimsenin karnýndan konuþmasýný istemem, özgür bir tartýþma ortamýnda her þeyi konuþabilmeliyiz. Tepki çekmek pahasýna bunu da yazdým. Öte yandan Ergenekon-karþýtý vicdan ittifaký da asla bozulmamalý. Türkiye’nin özgürleþmesi ve sivilleþmesi yolunda her vicdanlý insan birbirini eleþtirerek ama beraber hareket etmeli. Sonra þu tehlike de var. Ýfade edilmeyen eleþtiriler içerde birikince sonradan öfke dolu, radikal bir dille ortaya çýkýyor. O sebeple özgür eleþtiri mekanizmasý sonuna kadar iþlemeli...

 

Bu arada Mehmet Yakup öyle yazmýþ ki “Doðan grubu” bazýnda bu “karnýndan konuþma, riya yapma” durumlarý sanki hiç yok... Mesela kimi Hürriyet yazarlarý “Evet, Ahmet Kaya’yýHürriyet gazetesi öldürmüþtür” ya da “Yýlmaz Özdil nefret suçu iþliyor, medeni bir ülkede bu adama yazdýrmazlar” diye özel sohbetlerde konuþmuyor mu? Bu söylediklerim yalan mý? Niye bu düþündüklerini mertçe yazamýyorlar? Niye karýnlarýndan konuþuyorlar? Mehmet Yakup bunlara da cevap vermeli... Þahsen Ahmet Kaya-Hürriyet meselesindeki net görüþünü de merak ettim. Bakalým “korkmadan” açýk açýk yazabilecek mi düþündüklerini 13 yaþýndan beri sosyalist Mehmet Yýlmaz?

 

 

Rasim Ozan Kütahyali, Taraf, 12.06.2010

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Milli Görüþ vs. Gülen Hareketi

 

 

ÞURASI inkâr edilemez bir gerçek ki, gerek Milli Görüþ, gerekse Gülen Hareketi Türkiye'nin siyasal ve sosyal tarihinde rol almýþ en önemli örgüt/ hareketlerdendir.

 

Büyük bir azimle; býkmadan, yorulmadan yýllardýr mücadele verirler ve tabana ulaþma gayretlerinde hem solculardan hem de laiklik hassasiyeti yüksek kesimlerden çok daha baþarýlýdýrlar.

Baþarýlarýnýn temelinde de tabandaki insanlara siyasal söylem götürme yerine öncelikle onlarý anlama ve hizmet götürme gayretleri yatar. Ýhtiyaç sahibine saðlýk hizmetinden tutun, eðitim hizmetine kadar hemen her alanda yardýmcý olurlar, zor günlerinde yaný baþlarýnda bulunmaya azami gayret gösterirler.

“Laikler” hamasi nutuklarla yetinirken, bu kuruluþlar ceplerinden para da harcayarak, ellerinden geldiðince, muhtaç olanýn yardýmýna koþarlar.

Siyaset bilimi tanýmý ile yazýyorum. Gerek Milli Görüþ, gerek Gülen Hareketi kendilerine baðlananlar ile hayatýn tüm alanlarýný kapsadýðýna inanýlan ideolojik bað kurarlar.

Gönüllü bir baðlýlýk ama tam baðýmlýlýk söz konusudur.

* * *

Benim indimde iki kuruluþ arasýnda onlarý ayýrt eden temel farklar da vardýr. Bana göre bu farklar:

1) Milli Görüþ özünde bir siyasi örgütlenmedir. Siyasi tercih ve hedefleri her dönem açýktýr.

Gülen Hareketi ise sosyal, hatta ekonomik alanlarda aktif, siyasete yukarýdan bakan, her dönem siyasi hedefleri global hedefleri ile þekillenen bir yapýlanmadýr.

Milli Görüþ milli/bölgesel hedefleri, Gülen Hareketi ise evrensel hedefleri olan kuruluþlardýr.

* * *

2) Milli Görüþ bilimsel geliþmelerle yakýndan ilgilenmeyen, tersine dünyayý statik bakýþ açýsý ile algýlayan bir örgüttür.

Gülen Hareketi Said-i Nursi'nin izinden giderek bilim ile dini birlikte içlemeye çalýþan, eðitime özel önem veren bir örgüttür. Hatta Nurculuðun bir kolu olarak Yeni Asya Hareketi bilim ve felsefe ile yoðrulamaya çalýþýr.

* * *

3) Milli Görüþ siyasal aðýrlýklý þekillenme ile uzlaþmaya sadece taktiksel bakan, sert duruþlarýn zaman zaman gerekliliðine inanan, inanç ayrýlýðýnýn keskin farklýlýklar yarattýðýný düþünen bir varlýktýr.

Son 10-15 yýldýr Türkiye'ye dünyadan bakan Gülen Hareketi ise farklýlýklar ile uzlaþmaya önem verir, sert yaptýrýmlarý dýþlar, birlikte yaþamayý becermeyi yaþamýn önemli bir parçasý olarak görür.

* * *

4) Fethullah Gülen'in son 10 yýllýk mecburi serüveni, Gülen Hareketi'ni ABD ile yakýnlaþtýrmýþ, Milli Görüþ ise Batý'da herhangi bir müttefik arayýþýnda olmamýþtýr. Milli Görüþ'ün müttefikleri daha çok Ortadoðu'da mücadele veren Ýslamcý siyasi örgütler olmuþtur.

* * *

Gülen Hareketi son yýllara dek Milli Görüþ'ün siyasi parti uzantýsý olan unsurlarla hep uzak kalmýþ, iki taraf adeta birer hasým gibi yaþamýþlardýr.

Ancak 2007 seçimlerinden sonra Milli Görüþ kökenli AKP ile Gülen Hareketi arasýnda, Hareket'e duygusal getiriler dýþýnda ne getirdiðini hâlâ çözemediðim bir yakýnlaþma oluþmuþ ve AKP Hükümeti içinde Milli Görüþ ile Gülen Hareketi arasýnda bir koalisyon kurulmuþtur.

(Yarýn: Koalisyon çatýrdýyor mu?)

 

 

Cüneyt Ülsever, Hürriyet, 15.06.2010

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Milli Görüþ vs. Gülen Hareketi (II)

 

 

DÜN yazdým. Gerek Milli Görüþ, gerekse Gülen Hareketi Türkiye’nin siyasal ve sosyal tarihinde rol almýþ en önemli

 

örgüt/hareketlerdendir. Tabana ulaþma gayretlerinde diðer kesimlerden çok daha baþarýlýdýrlar.

Ancak Milli Görüþ özünde bir siyasi örgütlenmedir. Siyasi hedefleri her dönem açýktýr. Gülen Hareketi ise sosyal, hatta ekonomik alanlarda aktif, ama siyasete yukarýdan bakan, her dönem siyasi hedefleri global hedefler ile þekillenen bir yapýlanmadýr.

Milli Görüþ “ötekiler” ile uzlaþmaya göreceli olarak daha uzak, Gülen Hareketi daha yakýndýr.

Gülen Hareketi ABD ile yakýndýr, hatta “ýlýmlý Ýslam” doktrininde en azýndan model olarak rol almýþtýr. Milli Görüþ ise Batý’da herhangi bir müttefik arayýþýnda deðildir. Müttefikleri daha çok Ortadoðu’da mücadele veren Ýslamcý siyasi örgütler olmuþtur.

* * *

Önceleri sadece bir tek partiye deðil, kendisine kucak açan tüm partilere destek veren ve herkese ayný mesafede duran Gülen Hareketi 2007 seçimlerinde merkez-sað çuvallayýnca, tarihinde ilk kez tek bir partiye, AKP’ye destek vermek zorunda kaldý. O tarih itibari ile CHP’yle arasý ise bir türlü ýsýnmýyordu.

Belki de Hareket’e yön verenlerce de öngörülemeyen, Mehmet Aðar ve Erkan Mumcu’nun merkez-saðý arapsaçýna dönüþtüren beceriksizlikleri “tek parti ile ittifak mecburiyeti”ni doðurdu.

Bunun sonucu olarak da maalesef, 2007 sonrasý beni sükut-u hayale uðratan geliþmeler oluþtu.

Bu tarihten sonra Gülen Hareketi adeta kendi ufkunu daralttý, hükümetin apansýz savunucusu haline geldi, zýt kardeþi Milli Görüþ ile halvet oldu. Bir zamanlar Türkiye’nin en ciddi gazetelerinden olan Zaman maalesef “Hükümet organlýðý”na soyundu.

Milli Görüþ ile AKP hükümeti içinde kurduðu “koalisyon” kýsa sürede belirli çevrelerde “28 Þubat’ýn intikamý” için oluþturulan birliktelik olarak yorumlanmaya baþladý.

Ergenekon Davalarý’ndaki bazý abuk geliþmelerde hep “Gülenciler”in parmaðý arandý.

Zamanla Gülen Hareketi ile eþleþtirilen bürokratlarýn özellikle Emniyet Güçleri, Adalet mekanizmasý ve hatta gizlice TSK’da etkin/yön verici olmaya baþladýklarý çok deðiþik çevrelerde konuþulmaya baþladý.

Fethullah Gülen “gatakulli” söylemini ortaya attýðýnda çok ama çok þaþýrdým. Benim dünyada ancak Dala Laima ile mukayese ettiðim bir lider kendine muhatap olarak yapacaðý “darbe”yi yüzüne gözüne bulaþtýrmýþ bir “darbeli paþa”yý muhatap alýyordu!

* * *

2007’den sonra Gülen Hareketi ile AKP hükümeti (Milli Görüþ) arasýnda yaþanan “seviyeli birliktelik” bazý çevrelerce “Gülen Hareketi’nin gerçek yüzü ortaya çýktý”, þeklinde yorumlandý. Özellikle “Laikçi” çevreler Gülen Hareketi’nin baþtan beri takiye yaptýðýný, þimdi güç ellerine geçince mutlak iktidara oynadýklarýný söylemeye baþladýlar.

Ancak benim anlayamadýðým bir konu vardý. Milli Görüþ ile Gülen Hareketi, hedeflerinde birliktelikler olsa da, yöntemleri itibari ile bir araya gelmeleri çok zor iki yapý idi. Ýki tarafýn 2002 öncesi birbirleri hakkýndaki görüþlerini bizzat bilen bir insan olarak bu “koalisyon”a çok þaþýrýyordum.

Bu birliktelik artýk hal-i hamur mu olmuþtu?

Yoksa, birlikteliðin sýnýrlarý var mýydý?

(Yarýn devam edeceðim.)

 

 

Cüneyt Ülsever, Hürriyet, 16.06.2010

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

"Siyaset bilimi tanýmý" ile yazan sayin cüneyt ülsever beyefendinin takip ettigi rota ve isabet etmeyi hedefledigi nokta belli: TEFRIKA.

birbirlerine "hasým", yani herkesin anlayacagi bir kelime ile DÜSMAN olarak nitelendiren sayin siyaset bilimi arastirmaci yazar efendinin "þaþýrdigi koalisyon"un aslinda olmamasi verektigi düsüncesinde oldugu gün gibi apacik belli.

ki bu "koalisyonun" bir taraftan sosyal ve ekonomik alanda agirligini koyan diger yandan da siyasi hedeflerini belirleyen ve ilermeyi gaye edinen bu iki "zýt kardeþ ÖRGÜT"lerin verimli olabilcegi veya belki de verimli olduklarinin kanaatine varmis olmali ki maksat arayi iyice acmak (ki zaten mavi marmara olayindan sonra bir sarsilma yasandi...)...!

 

bakalim ücüncü sayida bizlerle daha hangi sasirilmasi ve düsünülmesi gereken noktalari bizlere sergileyecek sayin cüneyt bey.

arkasi yarin...

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Milli Görüþ vs. Gülen Hareketi (III)

 

 

ÝKÝ gündür Milli Görüþ ile Gülen Hareketi’nin benzeþen ve ayrýþan özelliklerini sýnýflandýrmaya çalýþýyorum.

 

Bu iki yapýnýn, hedeflerde benzerlikler olsa da, yöntemde büyük farklýlýk arz ettiðini izah etmeye uðraþýyorum. Milli Görüþ’ün göreceli olarak daha yerel/bölgesel kaldýðýný, Gülen Hareketi’nin ise daha evrensel davrandýðýný vurguluyorum. Milli Görüþ “diðerleri” için yer yer sert çözümler ararken, Gülen Hareketi’nin “diðerlerine” uzlaþmacý çözümlerle yaklaþtýðýný belirtiyorum.

Bu iki “zýt kardeþler”in özellikle 2007 sonrasý AKP çatýsý altýnda nasýl “ittifak” yaptýklarýný anlamadýðýmý da iki gündür sorguluyorum.

* * *

“Ýttifak” Marmara Gemisi’ne yapýlan Ýsrail saldýrýsýndan sonra çatladý. Baþbakan ve artýk rüya aleminde gezdiðine iman ettiðim Dýþiþleri Bakaný “Milli Görüþ”e uygun açýklamalar yaparken Mavi Marmara Gemisi’ne “komuta” edenlerin uyguladýklarý yöntemlere açýk eleþtiri bizzat Fethullah Gülen tarafýndan dile getirildi.

O gün ben düþünmeden edemedim:

Siyasete yön vermeye kalkarsan siyaset de sana yön verir!

* * *

Görüþüme göre, Gülen Hoca’nýn çýkýþýný iki seviyede deðerlendirmek gerekmektedir:

1) Konjoktürel açýdan belki de Fethullah Gülen’in ABD’deki misafirliðini korumak için bu çýkýþý yapmasý gerekiyordu. Ayrýca, Türkiye’ye dünyadan bakan bir bakýþýn bu uyarýlarý yapmasý eþyanýn tabiatýna uygun kaçmýþtýr.

2) Felsefi açýdan ise Gülen “uzlaþma içinde bir arada yaþama” anlayýþý ile tamamen uyumlu bir çýkýþ yapmýþtýr. “Meseleleri sulh ile çözmek” Hareket’in her zaman asli þiarý olmuþtur. Hatta Hoca kendisine vicdan dýþý haksýzlýklar yapýldýðý bir dönemde bile 28 Þubatçýlara karþý hep itidal ile tepki verilmesini tavsiye etmiþtir. Ayný dönemde üniversiteye türbanla giremeyen kýz öðrencilere eðitimlerinde geri kalmamak uðruna baþlarýný açmalarýný öneren de bizzat Hoca’dýr.

Gülen’in “Mavi Marmara”ya verdiði tepki tutarlý ve Hareket’i Milli Görüþ’ten doðru çizgide ayrýþtýran bir çýkýþtýr.

* * *

Benim temennim odur ki, bu vesile ile Gülen Hareketi eski ama doðru duruþu olan, ayrýca kendisini tek ve özel kýlan siyaset üstü veya tüm siyasi partilere ayný mesafeden bakan duruþuna geri döner.

Özellikle “mütedeyyin laikler”de yer eden AKP’nin sert ve uzlaþmadan uzak iç ve dýþ politikalarýna Gülen Hareketi’nin destek verdiði algýlamasý ivedilikle kýrýlmak zorundadýr.

Harekete yakýþan budur ve onu evrensel kýlan da bu duruþtur!

* * *

Ancak Gülen Hareketi’nin siyaset üstü/tüm siyasi partilere ayný mesafede konumunu yeniden kazanmasý için diðer partilerin de uzatýlacak ele karþýlýk verecek ortamý yaratmasý gerekir.

Bu gereklilik CHP, MHP, BDP için eþit derecede geçerlidir.

Genel Baþkanlýðý býrakmadan evvel Deniz Baykal’ýn uzattýðý el takdire þayandýr.

Bu konuda ne yapýldýðýna dair hiçbir bilgim yok ama Kemal Kýlýçdaroðlu, Hareket ile CHP arasýndaki tarihi buzlarý eritmeye niyet ederse, doðacak uzlaþma ortamýndan hem Türkiye hem de CHP büyük kazanç saðlar.

Ben bu dönemde hem Gülen Hareketi’nden, hem de CHP’den yeni açýlýmlar bekliyorum!

 

 

Cüneyt Ülsever, Hürriyet, 17.06.2010

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Rabbim serli ve fitne fesat yaratmak isteyen, tefrikaya meydan hazirlayan insanlardan beri eylesin.

Rabbim insanimizi suskunluk ve cehalet uykusundan uyandirsin ki güclü bir ses ile sert, mert, cesur ve ahlak-i muhammediyeye uygun bir uslüb ile alni acik, gönlü ak, fikri pak olarak dimdik ayakta duranlardan eylesin biiznillah.

 

Haassaten cüneyt beyin dolayli yollardan elestirdigi "müslüman ve siyaset" konusunda söylenecek cok kelam var aslinda ya...

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 1 Monat später...

Gülen cemaati ve AKP

 

 

GEÇEN pazar günü (25.07) Akþam Gazetesi’nde Þenay Yýldýz ABD Utah Üniversitesi’nden Profesör Dr. Hakan Yavuz ile bir söyleþi yayýnladý:

 

“Türkiye’deki dönüþümde kaybeden Gülen cemaati.”

 

Hakan Yavuz AKP ve Gülen cemaatini yakýn takip eden ve görüþlerini ilgi ile izlediðim bir bilim adamý.

 

Yavuz’un bu söyleþide yer alan “AKP analizi”ni AKP’yi anlamak isteyen herkes okumalý. Ben bugünkü yazýmda hepimizin çok merak ettiði ama bir türlü tam teþhis koyamadýðý “Gülen cemaati ile AKP iliþkisi” üzerine Yavuz’un söylediklerine dikkat çekmek istiyorum. Ýþte bazý sözleri:

 

* * *

 

“... Bunlar (örneðin Zaman Gazetesi - C.Ü.) artýk iktidarla içlidýþlý olmuþ, cemaatten çok AKP’ye biat eder hale gelmiþler... Türkiye’de cemaatin içinde bulunduðu baðlam ile ABD’de cemaatin koþullarý ayný deðil. Ayrýca ‘Her þeyi hoca yönlendiriyor’ gibi basit bir düþünce içinde olmamamýz lazým. Pek çok iþ Hoca’ya raðmen yapýlýyor. AKP-cemaat iliþkilerine baktýðýnýz zaman, bu bir koalisyon. Fakat, cemaat mensubu birçok üniversiteli AKP sayesinde bürokrasiye girebildi ve yüksek mevkilere geldi. Bu nedenle, þimdi AKP’ye daha fazla biat eder hale geldiler. Artýk onlarýn dinleyeceði kesim Fethullah Gülen deðil, Recep Tayyip Erdoðan...”

 

* * *

 

Hakan Yavuz haklý! Neden?

 

Yavuz ile hemfikirim:

 

“... Eskiden tüm siyasal partilere eþit olan cemaat, þimdi taraf oldu ve bugün artýk Gülen hareketi AKP ile özdeþleþti. Ama, cemaat-AKP teknesi su alýnca, ilk giden cemaat olacak... Cemaat içinde AKP ile iliþkilerin çok ciddi tartýþýldýðýndan haberdarým. Cemaat de homojen bir yapý deðil...”

 

* * *

 

AKP, Milli Görüþ kökenli yerel bir hareket. Gülen hareketi ise evrensel mesajlar taþýdýðýný iddia eden Ýslam kökenli ama uluslararasý bir yapýlanma.

 

Gülen hareketi Türkiye’de her kesimde saygýnlýðýný tüm partilere ayný mesafede durarak korurdu. En büyük silahý aktif siyasetten uzak durmasýydý.

 

Hayatýnýn her safhasýnda sertlik/çatýþma/baský/zordan uzak duran Fethullah Gülen’in “Mavi Marmara” çýkýþý ile AKP ile kendi arasýna mesafe koymasý Gülen’in ABD’de yaþýyor olmasýndan öte genel dünya görüþü ile de ilgilidir.

 

Gülen hareketi hiçbir zaman Milli Görüþ, Hamas, Hizbullah, Müslüman Kardeþler vb. türü görüþlere yakýn düþmemiþtir. Þimdilerde Arap dünyasý ve Ýran’la kol kola giren AKP’nin aksine; gerek Ortadoðu’da, gerekse Ýran’da sempati ile karþýlanmamaktadýr.

 

Benim tanýdýðým Gülen Hareketi Ýslam’a Ortadoðu’dan deðil, dünyadan bakar!

 

* * *

 

Koskoca bir cemaat/hareketin tek merkezden yönetildiðini zannetmek safdillik.

 

Arada muhakkak mecburi organik baðlar var ama ABD’nin Gülen’i, Gülen’in de Türkiye’deki milyonlarca taraftar/sempatizanýna emir komuta zinciri içinde hükmettiðini düþünmek dünyayý basit beyinleri ile anlamaya çalýþanlarýn iþine gelen bir þema!

 

Hatta, Fethullah Gülen’i basit siyasete indirgemek de ona haksýzlýk!

 

Ancak, Hakan Yavuz haklýdýr. 27 Temmuz 2007’den sonra tamamen AKP’nin dümen suyuna giren Hareket’in bazý ileri gelen mensuplarý, iktidarý elinde tutanýn gücü sayesinde, sadece AKP’nin iþine geleni yapan kiþiler/oluþumlar haline gelmiþtir.

 

Bu durumdan da en fazla Recep Tayyip Erdoðan memnundur!

 

 

Cüneyt Ülsever, Hürriyet, 28.07.2010

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 2 Monate später...

KURTULMUÞ, PENSÝLVANYA'DAN EMÝR MÝ BEKLÝYOR?

 

 

 

Numan Kurtulmuþ, SP Kongresinde aday olmayacak. Kurtulmuþ'un Pensilvanya'dan gelecek emre göre hareket edeceði söyleniyor.

 

 

TABANSIZ KALDI ADAY OLMAYACAK!

 

Saadet Partisi’nin 11 Temmuz’da gerçekleþen kongresinde 1250 delegenin 310’unun oyu ile baþkan seçilen ve yaþanýlan süreçte taban desteðini tamamen yitiren Numan Kurtulmuþ’un medya ve sermaye çevrelerinin desteðine raðmen, parti tabanýn istifa etmesi doðrultusundaki talebine daha fazla direnemeyeceði ve istifa edeceði açýklandý.

 

PENSÝLVANYA’DAN EMÝR MÝ BEKLÝYOR?

 

 

OKYANUS ÖTESÝ OPERASYONU

 

CHP Ýstanbul Milletvekili Ýlhan Kesici’nin istifasýnýn altýndan Fethullah Gülen çýktý. Amaç, CHP-DP koalisyonuyla Baykal’ý Köþk’e çýkarmak!.

 

 

Þok’in iddiasýna göre, Ýlhan Kesici istifasý, okyanus ötesi operasyonunun sonucu. Kulislerde konuþulanlara göre Fethullah Gülen, DP Genel Baþkaný Hüsamettin Cindoruk ve CHP eski Genel Baþkaný Deniz Baykal, Türkiye siyasetinin gelecekteki durumuyla ilgili görüþerek ortak bir noktada buluþtular.

 

DP’NÝN BAÞINA NUMAN KURTULMUÞ

 

Ýddialara göre Gülen, AKP’nin önünü kesmek için Numan Kurtulmuþ’un Demokrat Parti’nin baþýna geçmesini istedi. Kurtulmuþ’un ikna edilmesi için kulis faaliyetlerinin sürdüðü belirtiliyor.

 

GÜLEN AKP ÝLE ÝPLERÝ KOPARDI

 

AKP ile ipleri kopardýðý belirtilen Gülen’in, Kesici’yi de DP’nin ikinci adamý yapmak istediði belirtilirken, Gülen’in önümüzdeki seçimlerde CHP ve DP koalisyonu için çalýþacaðý, Kesici’yi de ekonomiden sorumlu bakan yaparak iktidardaki ve DP’deki ikinci adam konumuna taþýyacaðý ifade ediliyor.

 

CHP-DP KOALÝSYONU OLUÞTURULACAK, KURTULMUÞ, BAÞBAKAN YARDIMCISI OLACAK

 

Kulislerde konuþulan senaryoya göre MHP tamamen saf dýþý býrakýlacak, önümüzdeki seçimlerde CHP ve DP koalisyonuyla birlikte 2012’deki Cumhurbaþkanlýðý seçiminde Baykal aday gösterilecek. Ýddialara göre Gülen, Baþbakan Erdoðan’ýn cumhurbaþkanlýðýna sýcak bakmýyor. Düðmeye bu nedenle basýldý. Önümüzdeki seçimlerde iktidarda CHP-DP koalisyonu olacak. Kýlýçdaroðlu Baþbakan, Kurtulmuþ Baþbakan Yardýmcýsý olarak görev alacak.

 

 

Ahmed Niyazoglu, 29.09.2010

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • 2 Jahre später...

15.03.2012 Perşembe 01:09

[h=1]Erdoğan, cemaat-hükümet tartışması iddialarına cevap verdi[/h]

Erdoğan, tartışmaların başlamasından bu yana ilk kez cemaat-hükümet tartışmaları ile ilgili sorulara cevap verdi

 

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, cemaat-hükümet kavgası ile ilgili tartışmaların başlağı günden bu yana ilk kez bu konuya girdi.

 

Başbakan Erdoğan, Karadağ Başbakanı Igor Luksic'le yaptığı görüşmenin ardından yaptığı basın toplantısında gazetecilerin sorularına cevap verdi.

 

Hükümet ve cemaatin arasının açık olduğu iddialarını cevaplayan Başbakan Erdoğan, Startfor raporlarını yayınlayan Taraf Gazetesine gönderme yaparak'Gazetede çıkan dedikodulara itibar etmiyorum..'diye konuştu.

Erdoğan, bir diğe soru üzerine Suriye'de kayıp 2 Türk gazeteci için Dışişleri'nin girişimlerde bulunduğunu ifade ederek, Kilis'te bir konteyner kentin kurulacağını da söyledi.

Erdoğan, Suriye'ye giden ve kendilerinden 5 gündür haber alınamayan Gerçek Hayat dergisinin Ortadoğu temsilcisi Adem Özköse ile kameraman Hamit Coşkun ile ilgili "İki arkadaşımızla ilgili Dışişleri Bakanlığı nezdinde çeşitli girişimler yapıldı. Süreç yakın takiptedir. Bazı dedikodular duyuyoruz, takip edeceğiz. Uluslararası camiayı bu noktada uyarıyoruz. Başta İran olmak üzere bu noktada hassas olmalarını istiyoruz" dedi

 

 

Internethaber, 12.03.2012

 

 

 

 

 

 

 

 

---------------------

 

 

Aman savrulmayalım!

 

Daha başlığı görür görmez kaşlarını çatıp 'Kime laf çakıyorsun!' diyenleri görür gibiyim. Maalesef bu ülkede fikir tartışmalarının dibe vurduğu nokta 'Kime çaktı?' derekesine kadar geriledi. Sanki hiçbir kimse ya da kitleye laf sokuşturmaksızın insanlar düşüncelerini ifade edemez; sanki hadiselerin bir kısmına olumlu bakılırken diğer kısmına itiraz şerhleri konamaz gibi...

 

Her şey bu kadar keskinleşince memleketin tımarhaneye dönmesi ve herkesin bir kampa gönüllü esir haline getirilmesi; ya da her ferdin bilmecburiye bir yere yamanması yakındır. İşte tam bu yüzden “Savrulmayalım!” demek gerekiyor.

Yine de, “Bu mesaj kime?” derseniz, açık cevabım hazır: Herkese! Öncelikle nefsimize. Sonra çevremize. Ve tabii ki hadiselerin aktif aktörlerine. Toplumları doğrudan etkileyen hadiselerde tansiyon yükselir. Gerginlik biraz daha artınca itidal çizgileri kaybolur. Sonra herkes savrulur. O kadar ki, öfkeyle bir uçtan bir uca savrulanlar, herkesi de kendileri gibi savrulmuş sanır. Oysa mevzi değişikliğini belirleyen, dünkü durduğunuz yerdir. Dün, demokrasi derken bugün ucunda darbe kokan bir yola girmişseniz hiç savrulmadığınızı söyleyebilir misiniz mesela? Yapılması gereken ortak aklı, hırpalanmış duyguların önüne geçirmektir; yani orta yolda durabilmektir.

Orta yol?.. Toplumun tamamını 'kendi konumuyla' kabul ederek kucaklayan, hiçbir ferdi/kitleyi ötekileştirmeyen, ne sebep olursa olsun şiddete de, karşı şiddete de müsaade etmeyen yol. Bu yola girdiğinizde sabırlı olmak, marjinal kışkırtmaları bile hukuk içinde göğüslemek gerekir. Bu yol sadece düşünce özgürlüğünü garanti altına almaz; aynı zamanda bütün hakları kutsal kazanım olarak görür.

Türkiye'nin savrulup savrulmadığını anlamak için birkaç soruya cevap aramalıyız. Mesela son hadiseler yaşanmadan önce bu ülke hangi hedefe doğru yol alıyorsa şimdi de aynı güzergâhta yürüyor mu? Devlet politikası haline gelmiş ve belli bir oranda kabul görmüş hedeflerinde herhangi bir sapma oldu mu? Toplumdaki birlik-dirlik havasında büyük bir hasar söz konusu mu?

Daha da netleştirelim manzarayı. Bir ay geriye gittiğinizde karşınıza çıkan Türkiye'nin yeri de bellidir, rotası da. Nasıl bir ülkeydi Türkiye? Her şeye rağmen Avrupa Birliği (AB) yolunda ilerleyen bir ülke. Demokratik tecrübesi nedeniyle İslam dünyasına (‘model' olmasa bile) örnek gösterilen ve ilham veren bir ülke. Bölge dengelerinde sözü dinlenen, dünya muvazenesinde (şimdilik göz ucuyla da olsa) dikkate alınan bir ülke. Global ekonomik krizin tam ortasında elde ettiği başarılar sebebiyle dünyanın dört bir yanında ayakta alkışlanan ve gıpta edilen bir ülke...

Şimdi herkesin elini vicdanına koyarak bir soruya cevap vermesi gerekiyor: Bir ay önceki Türkiye ile bugünkü Türkiye aynı mıdır? En azından son dönemde yaşananlar yüzünden bu ülkenin imajına zarar verildiğini görmemiz gerekiyor. Daha düne kadar parmakla gösterilen bir ülkenin bugün 'sıradan bir Ortadoğu ülkesi' muamelesi görmesi hangi vicdan sahibini derinden yaralamaz? Dünkü ışıltılı manzaradan bugünkü kaotik resme gelinceye kadar yaşananları kare kare mercek altına alıp yeni bir çıkış yolu haritası çizmeye mecburuz.

Mazeret çok. Aşırı örgütler, kışkırtıcı yayınlar, provokatif eylemler, sert söylemler, birikmiş öfkeler, yaralayıcı sözler, planlanmış ihanetler, fırsatçı hamleler. Dişinizi sıksanız daha onlarca sebep bulup onlarla başkalarını mahkûm eder, kendinize beraat kararı çıkarırsınız. Tamam da bütün bu sebepleri sıralayarak oto-hipnoz yapmaya ihtiyacımız var mı? Aslolan, hatalar üzerine odaklanarak iç enerjimizi tüketmek yerine, yeni bir atmosfer oluşturmak değil mi? Bu atmosfer hem Türkiye'nin demokratik ve çoğulcu havasını yansıtmalı hem de dünya ile uyumlu olmalı. En azından bu ülkeyi bir ay önceki demokratik yörüngesine yeniden oturtmaya kafa yormak şart. Provokasyonları bertaraf edecek hamle de budur, ajitasyonları akim bırakacak adım da bu.

Kendi rotamızı unutursak başkalarının dümen suyuna girmiş oluruz. Bu ülke daha demokratik, daha şeffaf, daha özgür bir yola çoktan girdi; oradan geriye asla dönemez. Asabımızı sürekli bozarak bizi birbirimize kırdırmak isteyenlerin en temel maksadı Türkiye'yi kendi iç sorunlarıyla boğuşan bir ülke haline getirmek. Bu çıkmaz sokağa girilmesi demek, yalnızlaşmayı tercih etmektir. O çıkmaz sokaklardan sıyrılıp yeni bir enerji üretimine ihtiyaç var. Alevi-Sünni tartışmasına, laik antilaik kamplaşmasına, Türk-Kürt kavgasına vs. dalıp orada boğulmak, Türkiye'nin kendi yörüngesini terk etmesine neden olabilir. Çoklu savrulmalar hem ruh dünyamızda derin yaralar açar hem de bizi zamanın ruhundan uzaklaştırır...

AB hedefinden uzaklaştıkça

Türkiye, Avrupa Birliği’ne (AB) tam üye olur mu olmaz mı; biraz karışık bir konu. Türkiye’ye çıkarılan zorluklar ve Birlik içindeki bazı ülkelerin olumsuz yaklaşımı ortada. Yalnız hakkını teslim edelim: AB kriterleri doğrultusunda yürürken Türkiye’de demokratik bir değişim yaşandı. AB lokomotif olmasaydı Türkiye kendi demokratikleşme sürecini kendi iç motivasyonu ile başaramazdı. Hiç kuşkusuz AB sürecinde daha demokratik, daha şeffaf, daha özgürlükçü bir ülke haline geldik. Vesayet rejimi, süreci tersine çevirmek için çok direndi ama halkın arzusu, hükümet(ler)in dirayeti sayesinde pek çok adım atıldı, reform yapıldı.

Türkiye, çok zor ve kritik dönemlerde AB sürecine verilen desteğin karşılığını aldı aslında. Mesela e-muhtıra verildiğinde AB, çok çabuk ve demokratik bir tepki verdi. Darbe davalarına verilen demokratik destek olmasaydı uluslararası platformda Türkiye kendini ifade etmekte çok zorlanırdı. AK Parti için açılan kapatma davası bir hukuk katliamıydı; AB bu konuda da iyi sınav verdi...

Madalyonun bir başka yüzü de var kuşkusuz. Bazı AB üyeleri küçük hesapların altında ezilerek Türkiye’yi süreçten soğuttu. Türkiye’deki AB karşıtları da bu fırsatı kaçırmadı. Bazı AB üyelerinin incitici yaklaşımı ve pervasız beyanları Türkiye’ye karşı çifte standardı işaretliyordu. Nitekim o tavır büyük bir hayal kırıklığına yol açtı. AB, Kıbrıs’ta tamamen çuvalladı, Annan Planı’na ‘evet’ demesine rağmen Kıbrıslı Türkler cezalandırıldı. Şu an 35 faslın 18’i askıda, sudan bahanelerle müzakere süreci felç.

Bütün olumsuzluklara rağmen gerçek ortada: Türkiye’nin demokrasi yolunda ilerleyebilmesi için en büyük motivasyon kaynağımız hâlâ AB’dir. Türkiye’nin o yolda ilerlemesi, demokratik standartlarını yükseltmesi anlamına geliyor hâlâ. Tamam, AB’yi eleştirelim; ama AB hedefinden şaşmayalım. Türkiye’nin bu süreçten kopması, kendi kendini yalnızlaştırması, içine kapanması ve özgürlük rotasından ayrılması gibi sonuçlar doğuruyor. Toparlanmak ve daha demokratik Türkiye hedefini tazelemek gerekiyor...

PANORAMA

BRÜKSEL'DE yapılan ‘Balkanlar ve Türkiye’de Medyanın Durumu’ toplantısında Yavuz Baydar’ın çok ilginç bir tespiti olmuş: “Türkiye’de bazı gazeteciler meslekleri ile politik aktivizmi birbirlerine karıştırıyor.” Durum aynen böyledir. Maalesef bazı gazeteciler, gerçeğin tamamını görmekten ve göstermekten kaçıyor, kaçınıyor. Haberciliğe siyasi bir eylemcilik bulaştırdığınızda hem ülkeye hem gazeteciliğe zarar veriyorsunuz. Bu hata yıllarca yapıldı ve bu ülkenin insanı o fanatik zihniyeti defalarca cezalandırdı. Nostaljik solculuğun şiddet tutkusuna bir son vermek şart. Artık ders çıkarıp gazeteciliğe dönmek, siyasi aktörmüş gibi davranıp fanatik duruş sergilemekten vazgeçmek gerekiyor...

SIRF hükümeti zor durumda bırakmak için yalana dolana başvurulduğu onlarca hadiseyle sabit hale geldi. Olacak şey midir bu: Pek çok kışkırtıcı açıklamayla gündeme gelen CHP milletvekili Hüseyin Aygün yine büyük bir skandala imza attı: Suriye’de öldürülen çocuğu Gezi olaylarıyla ilgiliymiş gibi sosyal medyada paylaştı. Bir kadın, “Başörtülüyüm, müftü eşiyim. Eşimi de boşayacağım.” gibi laflar etti, sonra CHP’li başkanın eşi ve bar işletmecisi olduğu ortaya çıktı. Faili meçhul internet yalanlarını saysak bitiremeyiz; ama CHP gibi köklü bir parti tedbir almalı, kara propaganda ile arasına mesafe koymalı...

PKK ve BDP son dönemde tehditler savuruyor sürekli. İlginçtir; her diklenmenin sonunda birtakım hukuki düzenlemeler için sürenin bitmek üzere olduğu, aksi takdirde sokağa inileceği, eylemler başlatılacağı, hatta silaha başvurulacağı vurgulanıyor. Hangi yasal düzenlemelerden bahsedildiği, bu kadar tehditkar konuşmaların arkasında hangi maksadın gözetildiği kamuoyunca bilinmiyor. Mezkur süre kısa bir zaman dilimini işaretlediğine göre bekleyip göreceğiz...

 

 

 

Ekrem Dumanli, Zaman, 24.06.2013

 

 

 

 

 

 

 

 

------------------

 

Mehmet Barlas: Fethullah Gülen, Müslüman Soros!

 

 

Sabah gazetesinin Başyazarı Mehmet Barlas, bir Rus Gazetesi'ne verdiği röportajda Fethullah Gülen'i ünlü Rus spekülatör George Soros'a benzetti. Rus Komsomolskaya Pravda gazetesinin muhabiri Darya Aslamova, Mehmet Barlas'ın Boğaz'daki evine konuk oldu.

Aslamova'nın anlatımıyla Barlas'ın söyledikleri şöyle;

 

"Boğaz'da öğlen vakti... 'Binbir Gece Masalları'ndan çıkmış bir villa. Villanın sahibi, ince, aristokrat tavırları olan, gerçek bir İstanbul beyefendisi. Türk gazeteciliğinin gurusu Mehmet Barlas."

 

KONYAK İÇTİK

 

"Mehmet Barlas, Başbakan Erdoğan 'ın eski dostu. Büyük bir liberal. Kendisiyle çok kaliteli bir konyak içme şerefine erişiyorum.

 

'Benim rakı, Başbakan'ın ise çay içmesi, inanın, muhabbetimizi hiç olumsuz etkilemiyor' diyor, gülerek. Sonra ciddileşerek devam ediyor:

 

' TÜRKİYE ÇOK DEĞİŞTİ! DEĞİŞTİREN BAŞBAKAN ERDOĞAN'

'Türkiye'de yaşananlar devrim değil. Ayaklanma, isyan diyebilirsiniz. Son 10 yılda Türkiye değişti. Peki kim değiştirdi? Başbakan Erdoğan.

 

İktidara geldiğinde kişi başı yıllık milli gelir 2 bin dolardı, bugün ise 11 bin dolar. İhracat hacmi 35 milyar dolardan 150 milyar dolara çıktı. Kentler ve kırsal kesim kalkındı, yollar, altyapı düzeldi. Türkiye'nin Müslüman bir ülke olduğunu unutmamak lazım.

 

Erdoğan'dan önce ülkeyi, ordunun başını çektiği laik, aydın azınlık yönetti. Erdoğan sistemi değiştirdi ve 'askeri demokrasiyi' tasfiye etti. Anadolu'nun küçük kentlerinden insanlar iktidara geldi. Bu köylü insanlar bile değişti. Avrupa kurallarını benimsediler. Avrupa Birliği'nin dayatmasıyla Türkiye, anayasasını kısmen değiştirdi.

 

'TÜRKİYE'Yİ DEĞİŞTİRDİ AMA O BİR MUHAFAZAKAR'

Erdoğan Türkiye'yi değiştirdi, ama o bir muhafazakar. Taksim'e çıkan kentli sınıfı, aydın kesim oluşturuyor. Camiye gitmezler, beş vakit namaz kılmazlar. Ama onlar azınlık. Sizde Putin nereden geldi? KGB'den. Erdoğan nereden geldi? İslam dünyasından. İkisi de disiplin ve düzenin her şeyden önemli olduğuna inanıyor. İkisi de kaostan nefret ediyor. Putin güçlü bir Rusya görüyor ve bu hedef itaat gerektiriyor. Erdoğan da aynı şekilde. İnsanların sert ahlak kurallarına bağlı olması gerektiğini düşünüyor.

 

'DESTEKLİYORUM ÇÜNKÜ ÜLKEDEKİ DEĞİŞİMİ GÖRÜYORUM'

 

Ben içki içiyorum, ibadet etmiyorum, ama Erdoğan'ı destekliyorum, çünkü ülkedeki değişimi görüyorum. Evet, seçmenlere, 'Üç çocuk yapın' dediği zaman onu eleştiriyorum. İnsanların özel hayatlarına nasıl müdahale edilebilir? Ama o üç kez üst üste seçimleri, oylarını her seferinde daha fazla artırarak hakkıyla kazandı.'

 

'FETHULLAH GÜLEN MÜSLÜMAN SOROS'

'Fethullah Gülen kim? Türkiye üzerindeki etkisi ne? Erdoğan ile arasındaki ayrılığın sebebi ne?' diye soruyorum. Uzun molada Bay Barlas sigarasını yakıyor. 'Gülen'e Müslüman Soros diyebilir miyiz?' diyorum. Gülerek, 'Diyebilirsiniz. Doğru bir tanım.'

 

D.A: Gülen'in, polis çevrelerindeki etkisi nedeniyle Gezi Parkı protestocularına sert müdahale için provokasyonda bulunduğu söyleniyor?

 

M.B.: Zannetmiyorum. Ama Gülen'in polis, savcılık ve genel anlamda güvenlik güçleri üzerinde ciddi etkisi olduğuna inanıyorum.

 

D.A: Neden Gülen Zaman gazetesinde, gösterilerden birkaç gün sonra Erdoğan'ı eleştirdi? Ne istiyor?

 

M.B.: Erdoğan ile iktidarı paylaşmak, Türkiye üzerinde daha fazla etki sahibi olmak ve kendi adamlarının gerekli pozisyonlara gelmesini istiyor. Ama ülkenin geleceğini ikisi farklı görüyor. Gülen İslam Türkiyesi'nin hayalini kuruyor, Erdoğan ise kalkınmış bir Türkiye'nin. Gülen ABD 'de yaşıyor ve memleketine dönmeye niyeti yok. Gülen diyaloğa inanıyor. Yahudilerle çok iyi anlaşıyor. Papa ile görüşüyor. En önemlisi, ABD Gülen'in dev ağını El Kaide ve Hizbullah'a karşı kullanmak istiyor.

 

 

Radikal, 12.07.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gülen cemaatinden muhalefet üretilebilirmi?

 

 

Geçenlerde Rusya'nın "Komsomolskaya Pravda" gazetesinin muhabiri Daria Aslamova aradı ve görüşmek istediğini söyledi. Evime davet ettim.

Gezi Parkı merkezli direniş eylemlerinin Türk siyaseti üzerindeki etkileri üzerine bir haber hazırlıyormuş. Benden önce değişik çevrelerden insanlarla görüşmüş.

Neticede ben de dış ülkelerdeki olayları yerinde izlemiş, söyleşiler yapmış bir gazeteciyim. Bir ülkede siyasi kararsızlık ortamı olduğunda, iktidar alternatifi siyasi partilerin durumunu anlamaya çalışırım öncelikle.

Bu Rus meslektaş CHP'nin tutumu ve gücü hakkında hiç soru sormadı. Bunun yerine "Gülen Cemaati"ni gündeme getirdi ve 40 yıl düşünsem aklıma gelmeyecek bir benzetme yaparak sordu sorusunu.

-Fethullah Gülen'e Müslüman Soros diyebilir miyiz, dedi.

 

Siyasal hareket mi?

Kendisine bunun ilgi çekici bir benzetme olduğunu söyleyerek, Gülen Cemaati'nin siyasal bir hareket olmadığını, bu cemaatin mensuplarının hareketlerine "Hizmet" dediklerini anlattım. Konuşmamız ilerledikçe bu Rus meslektaşın AK Parti'ye karşı en etkili örgütlü muhalif hareketi "Gülen Cemaati" olarak gördüğünü hissettim.

Bu arada Rusya'daki Müslüman nüfus üzerinde Siyasal ve Radikal İslam'ın etkilerini değerlendirirken, Gülen Cemaati'nin ılımlı ve diyalogcu tutumunun, El Kaide'ye ve Hizbullah'a alternatif olabileceğini de vurguluyordu.

Nitekim daha sonra Moskova'da bir televizyon programında Gülen Cemaati üzerinde konuşmuş... Fethullah Gülen'in Amerika'daki ikameti ve ilişkilerinden giderek, Rusya'nın bu hareketten yararlanmasının mümkün olmadığını söylemiş.

 

Cemaatin imajı

Bu Rus gazetecinin veya benim Gülen Cemaati üzerinde düşünce çeşitlemeleri yapmamız çok görülmemiş bir durum değil. Batı'nın en etkili gazetelerinde de Gülen ve Cemaat üzerine sayısız yorum ve inceleme yayınlandı, yayınlanıyor.

Önemli olan Sayın Gülen'in ve Cemaat'in kamuoyuna yansıyan imajları hakkında kendilerinin ne düşündükleridir.

Bizim medyada da Gülen Cemaati'nin Başbakan Erdoğan ve AK Parti iktidarı karşısında yer aldığına ilişkin spekülatif haber ve yorumlar fazlasıyla yok mu? "Gülenci savcılar"ın MİT Müsteşarı hakkında soruşturma girişiminde bulundukları ve buna Başbakan Erdoğan'ın tepki gösterdiği içerikli haberlerini okumadık mı?

Türkiye'de Başbakan Erdoğan'ı en sert biçimde eleştiren gazetecilerin Gülen'i Pennsylvania'daki çiftlikte ziyaret ettiklerinde, bir nevi dertleştikleri şeklindeki dedikodu içerikli haberleri hatırlamıyor muyuz?

 

Yurda dön çağrısı

Ve hatta bazılarına göre yol ayrımı Mavi Marmara'ya karşı tutum farklılığında başlamadı mı? Veya Başbakan Erdoğan'ın Gülen'e kitleler önünde "Artık yurduna dön" çağrısı yapmasının olumsuz şekilde cevaplanması da farklı yorumlara neden olmadı mı?

Kısacası "Cemaat"in imajı, sonunda bir Rus gazetecinin Fethullah Gülen'den AK Parti'ye ve Başbakan Erdoğan'a muhalif bir portre çıkartma çabasına dayanmış. Gülen'i "Türk Soros'u"olarak görecek kadar uçurmuş onu.

Burada galiba unutulan nokta "Siyasi risk" kavramıdır.

AK Parti ve Başbakan Erdoğan başarısız olduklarında taşıdıkları siyasi riskin içerikleri ile karşı karşıya kalırlar.

Ama geçmişte de gördük ki Jakoben laikçi resmi ideoloji demokratik siyaseti rafa kaldırdığı zaman,"Cemaat" denilen oluşumlar "Cezai riskler"le baş başa kalırlar. Gülen'i Amerika'ya götüren risk de böyle değil miydi?

 

İktidara ortak olmak

Siyasi risk taşıyanlar, iktidarlarını derneklerle, vakıflarla, cemaatlerle paylaşmazlar. Onların hayat alanlarını, özgürlüklerini güvence altına alırlar. Aktif siyasete katılmadan ve Ortadoğu coğrafyasında siyaset yapmanın risklerini taşımadan "Biz iktidara ortağız" demek, sadece tepkiye sebep olur.

Özetlersek Gülen Cemaati'nden AK Parti'ye muhalif bir siyasi hareket çıkarmaya dönük arayışlar, Rus medyasında da, bizim medyada da nakıs teşebbüsler olmaktan öteye gidemez.

Bunlar olsa olsa Gülen'in aklını, zekasını, bilincini hafife alanların ve yaşadığı deneyimlerden çıkardığı derslerin farkında olmayanların yazdıkları senaryolardır.

 

 

 

Mehmet Barlas, 13.07.2013

 

 

 

-------------------

 

[h=1]Nedir bu şımarıklık Allah aşkına?[/h]Eski Roma'nın menhus bir geleneği varmış. Önde görünen birini itibarsızlaştırmak istediklerinde önce bir iddia atarlarmış ortaya. Aslı faslı olmayan o laflara ilkin kimse inanmazmış. O yüzden tepkiyle karşılanırmış.

Ne var ki ilk yalanı inandırıcı kılmak isteyen fettan bir ekip, ikinci gün uyduruk “ayrıntılar” üzerine dedikodu üretirmiş; ta ki ilk baştaki yalan tartışılmaz bir gerçek sanılsın. Bugün de aynen böyle yapılıyor internet üzerinden, medya kanalıyla. Siyasi fanatizm ve ideolojik şartlanmışlık, insanları itibarsızlaştırabilmek için yalan üstüne yalan uyduruyor. Kara listeler yapılıyor, tetikçilere emir salınıyor ve kitlelerin gıybeti topluca yapılıyor. “Tabanı nasıl olsa uydurma ayrıntılarla ikna ederiz; o yüzden önde görünenleri itibarsızlaştıralım.” mantığıyla yapılan kara propagandayı kim, kime, hangi maksatla yaparsa yapsın büyük bir vebaldir; hesabı hem burada hem mahşerde ağırdır...

Üstat Bediüzzaman, ürpertici bir hatırayı aynen şöyle paylaşıyor: “Bir zaman, bu garazkârâne tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki, mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhâlif bir âlim-i salihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârâne medhetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, ‘euzubillahi mineşşeytâni ve'ssiyaseti...' dedim.” (Mektubat). Bu vahim davranış biçimini alışkanlık haline getirenleri bir günde bin kere görüp de o ürpertiyi yaşamayana ne demeli?

Mübarek Ramazan gününde nerden mi çıktı bu sitem? İnternet sitelerindeki tetikçilere bakın, gazete sütunlarından tertemiz vatan evlatlarına bir yerden emir almışçasına saldıranlara bakın, 140 karakterlik tweet mesajında 140 defa karakter katliamı yapanlara bakın. Daha düne kadar ‘tağut' deyip sövüp saydıkları, ‘helvadan put' diye tasvir ve takbih ettikleri mekanizmayı adeta teabbüd edercesine kutsayanlara bakın... Üzüleceksiniz. “Bunca senedir çekilen çileler bu gamsızlık için miydi?” deyip ıstıraplara düçar olacaksınız. Bir şımarıklık, bir şımarıklık ki sormayın. Elindeki kalemi, seyahat ettiği gemiyi delmek için kullanan ve bunu yazarlık çizerlik sanan kişilere ne demeli bilemiyorum. Istırapla söylenen çilekeş sözleri bile polemik yapıp bilye oynamayı ‘mukaddes yüke hamal' olmaya tercih edene ne anlatılabilir ki!

Neler oluyor Allah aşkına! Hayır mübarek günde müminlere ve onların sevdiklerine her fırsatta saldırıp dil uzatma cüretini kimden alıyor bazı arkadaşlar? İftar saatini bile beklemeden oruçlu kardeşlerine ‘siyonist' diyecek kadar küçülen ve o hırsla kendi ruh dünyasından uzaklaşan kişiler neyin peşinde acaba? Bir kısım yanlışları örtbas etmek için kafalarından uydurdukları Tel Aviv hikâyeleriyle nasıl bir korkunç iftirada bulunduklarını vicdanlarıyla baş başa kaldıklarında itiraf etmiyorlar mı? Her bir saniyesinin ilahî bir feyizle ihya edileceği bir zaman diliminde onlarca kere gıybet yapıp bir büyük kitlenin hakkına hukukuna tecavüz etmenin, hiç gereği yokken yaftalı bir kıyım mekanizması inşa etmenin gayretullaha dokunacağından hiç mi korkmaz insanlar?

Nedir bu şımarıklık, bu taşkınlık, bu hoyratlık Allah aşkına! Prensip bellidir: Dünyevi hiçbir konuda (başta siyasi meseleler olmak üzere) mutlak hakikatten söz edilemez ve herkesin aynı şeyleri düşünmesi için bir baskı oluşturulamaz. Hatta insanlar temelde sizinle aynı cephede yer alırken bazı konularda farklı fikirlere sahip olabilir ve o farklılık için kınanamaz. O farklılık bir zenginliktir çünkü. Hele insanlar hiçbir çıkar hesabı yapmaksızın yüreklerindeki endişeyi dile getiriyor ve kardeşlerine bazı ikazlarda bulunuyorsa bu civanmertlik karşısında onların kalpleri asla kırılamaz. Bir dostun feryad-u figan içinde, “Aman dikkat orada bir akrep gördüm.” demesi karşısında akrebi değil, ikaz yapanı dövmeye kalkışmak ne hakperestlikle, ne kadirşinaslıkla ne de vefa ile izah edilebilir.

Sahabi, Allah Resûlü'ne soruyordu: “Ya Resulallah, bu vahiy mi yoksa sizin görüşünüz mü?” Allah'ın şanlı elçisi bu tür sorulara kızmıyordu, aksine o konudaki tutumunun kaynağını beyan ediyor, usul ve edebine münasip yapılacak önerilere kapılarını aralıyordu. Hatta başta beyan ettiği bir fikir yerine meşveret sırasında serd edilen bir düşünceyi tercih buyuruyordu Kainatın Efendisi. Hal böyleyken yeryüzünde hangi fani, yaptığı dünyevi her işin yüzde yüz doğru ve itiraz edilemez olduğunu savunabilir!

Eyvah ki ne eyvah!

Ruh dünyamızdan, manevi disiplinlerimizden ne kadar da uzaklaşmışız! Üstelik maskeli iletişimin hükümferma olduğu sanal âlemde ve medyada kendi mukaddes değerlerinden bihaber bir zümrenin ruh kökümüze dair incelikleri hatırlaması hiç de kolay gözükmüyor. Yazık! Özgür ve farklı düşüncelerin meşveret bereketine dönüşmediği, istişare yollarının gıybetle kapatıldığı bir ortamda ‘Kazanma kuşağında kaybetme' riski doğar. Ve gerçekten yazık olur bu ülkeye, yazık olur insanlığa.

[h=3]Pembe tablo çizmekle barış gelmez[/h]Manzara ortada: Başbakan Erdoğan, çekilme sürecinin yüzde 15 gibi küçük bir rakama tekabül ettiğini söylüyor. Bu arada PKK silahlı militan sayısını artırıyor. Bölgedeki kaynaklara göre kış üslenmesine başladı bile. Basına yansıdığına göre Cizre'de ve Diyarbakır'da kolluk kuvvetlerini oluşturdu örgüt. Son 10 günde 47 şiddet eylemi gerçekleştirdiler. BDP Van Milletvekili Nazmi Gür, katıldığı cenaze töreninde dört parçadan oluşan büyük Kürdistan'ın kurulacağını ilan etti. KCK başkanlığından alınıp silahlı birimin (HPG) başına atanan Murat Karayılan, hükümete bir hafta süre tanıdıklarını, aksi takdirde sürecin tıkanacağını söyleyerek adeta tehditte bulundu. Yeni KCK eşbaşkanlarından Bese Hozat, Öcalan'ın özgürlüğüne kavuşmadan sürecin devam edemeyeceğini söyledi... Yeni KCK yönetiminin beyan ettiği stratejilere bakar mısınız: İran'la ateşkese devam edilmesi, Suriye'nin kuzeyinde özerk yönetim kurulması, Kuzey Irak'taki Barzani yönetimine alternatif bir yapının inşa edilmesi ve Türkiye'de halkın sokağa dökülmesi. Ne anlaşılıyor bu kararlardan? Belli ki örgüt yeni bir belanın peşinde; üstelik sadece Türkiye'de oynanmayacak yeni senaryo.

Bu arada BDP'liler hükümete adım atmayı, “2. aşama”yı dayatmak istiyor. İçişleri Bakanı Muammer Güler “2. aşama için şartlar oluşmadı.” diyor. BDP büyük mitingler yaparak 2. aşama talebini daha gür bir sada ile duyurmaya karar verdi. Bölgede gerginlik had safhada; zira PKK, örgüte yeni katılan 2 bin 500 üye ile daha da güçlendiğini, Gezi Parkı olaylarının örgüte de moral olduğunu düşünüyor. Helikoptere ateş açmalar, öğrenci yurdunu yakmalar, yol kesip asker kaçırmalar…

Onca olumsuz hadise art arda gelişirken ve gerginlik -maazallah- katlanıp giderken bazı gazetecilerin süreçle ilgili pembe tablo çizmelerini anlamak çok zor. PKK yönetimi değişiyor, en iyimser yorumcular bile “Örgüt masaya yumruğunu vurarak pazarlık gücünü artırıyor.” diyor, KCK yeni lideri Cemil Bayık'ın İran bağlantısı endişelere neden oluyor vs. ancak pembe dizi hayranları hâlâ örgütün devlet kontrolü altında birtakım hamleler yaptığını yazıyor, konuşuyor. Bu nasıl bir iştir? Gerçekten örgüt kendi yapılanmasını devletin İmralı'ya hakimiyetinden dolayı istenen bir çerçevede yapıyorsa, şiddet eylemlerinin zuhur etmesini ne ile izah edeceğiz? İyimser yorumcuların/habercilerin kaynağı gizli değil; onlardan bir kısmı açıkça MİT'i zikrediyor bir kısmı da işaret ediyor. İyimser yorumlarında umarım haklıdırlar. Ancak Türkiye içi ve dışı pek çok faktör ve aktörü hesaba kattığınızda insanın yüreği ağzına geliyor. Endişe o ki, birileri yakında çamura yatarak Türkiye'yi büyük bir bela ile karşı karşıya bırakabilir. Komşu ülkelerden Türkiye'ye sızan ajanlar endişeleri daha da derinleştiriyor. Umudumuzu koruyalım; hatta sürecin başarılı olması için herkes katkıda bulunsun; lâkin sinsi bir planla yüz yüze gelebileceğimizi ve Türkiye'nin parçalanma sürecine doğru hızla savrulabileceğini ihtimal hesapları içinde düşünelim. Manzara ortada; makyaj üstüne makyaj yapılması sorunu çözmüyor; tam aksine mesele daha da karmaşık hale getiriliyor...

 

 

 

Ekrem Dumanli, 15.07.2013

 

 

 

---------------------

 

 

Bu ilan neden Todays Zaman da yayinlanmadi

 

 

 

 

Siz sayın okurlarımın da anlamakta zorlandığınız durumlar yok mu? Mesela ben kendi mesleğimi doğrudan ilgilendiren çok güncel bir durumu anlamakta zorlandım.

Şöyle ki...

- Türkiye'deki AK Parti iktidarının mitinglerini Hitler'in Nazi Partisi'nin gösterilerine benzeten ve ünlü sanatçıların imzaladığı bildiri, neden sadece "The Times"da yayınlandı? İngilizce yayın yapan ve üstelik Türklerin daha fazla okudukları Cemaat'in (veya Hizmet'in) yayın organı "Today's Zaman"da da neden yayınlanmadı bu bildiri?

Çünkü bu bildiride yer alan iddialar Today's Zaman köşelerinde hemen her gün seslendirilmekte.

Bu arada gazetemiz Sabah da hemen her gün hedefte...

Türk medyasındaki tabloyu genel açıdan bilen ama ayrıntıları ve mülkiyet yapılarını bilmeyenler, ilk bakışta "Today's Zaman"ın da Gezi eylemlerinin sözcüsü ve pompalayıcısı konumundaki Doğan Medyası'na ait bir yayın organı olduğunu düşünebilir.

Erdoğan'ı desteklemek ayıp mı?

Dünkü köşe yazılarının başlıklarını özetle vereyim isterseniz.- Erdoğan neden Türkiye'yi kutuplaştırıyor?- Muhalefetin kriminalleştirilmesi.- Erdoğan'ın gazetecileri.

Bu arada bir köşe yazısında beni de ele alan bir yazar da "Mehmet Barlas köşesini Erdoğan'ın eylemlerini haklı göstermeye adadı. Erdoğan mükemmel lider, baba, eş, evlat olarak sunuluyor" çizgisinde bir şeyler yazmış.

Evet... Anlamakta zorlandığım durumlardan biri de "Cemaat"in yayın organlarının Gezi Parkı eylemleri sürecinde tencere ve tava gürültüsüne kendilerini neden böyle fazlaca kaptırdıklarıdır?

Basın özgürlüğü mü?

"Cemaat böyledir, Cemaat organlarında yazanlar iktidar yanında yer almaz" demeyin sakın.

Ben 28 Şubat post-modern darbesinde çok kısa süre Zaman'da yazmak imkânına kavuştum. Ama dönemin sorumlularından biri olan Mesut Yılmaz'ı eleştiren cümlelerim yazılarımdan çıkarılmak istendiği için ayrıldım Zaman'dan.

28 Şubat'ta atanmış Mesut Yılmaz'a sergilenen muhabbet ve hoşgörünün şimdiki seçilmiş Başbakan Erdoğan'dan niçin esirgendiğini anlamakta tabii ki zorlanıyorum.

Acaba bir algılama hatası mı var hepimizde?

Hatırlarsınız... Bir dönemde "Avrupa Birliği'ne giden yol Diyarbakır'dan geçer" denilmişti.

Acaba şimdi de bazıları "Alternatif iktidara giden yol Pensylvannia'dan geçer" diye mi düşünüyor. AK Parti'ye öfkeli veya bu iktidara alternatif arayan kim varsa, mutlaka Fethullah Gülen'i ziyaret ediyor.

Laikçi endişeliler

İşin garibi dini bir cemaatin lideri ile dertleşen bu ziyaretçilerden bazıları AK Parti iktidarının özel yaşam alanlarını kısıtlayacağını düşünen laikçi endişeliler.

İşte bu Cemaat'in yayın organlarında yer alan bazı yorumlara bakarsanız, Başbakan Erdoğan'ı desteklemek ve sokak eylemlerine karşı çıkmak, hem düşünce özgürlüğüne, hem de basın özgürlüğüne karşı olmakla eş anlamlıdır.

Sayın Gülen'in ülkeye ve insanlara sunduğu hizmetlerini yok saymak sadece insafsızlıktır.

Ama onun ülkesine neden dönmediğini ve Cemaat'in bazı sözcülerinin neden bir siyasi karşı kampın üyeleri izlenimi verdiklerini anlamak da mümkün değildir.

Neticede Cemaat bir cemaattir ve AK Parti bir siyasi partidir. Aydın Doğan'la Fethullah Gülen'i aynı eğilimdeki medya sermayesinin sahipleri olarak görmeye eğilimli olanlar, sadece Gülen'e haksızlık ederler, onun imajını bozarlar.

 

 

Mehmet Barlas, 30.07.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Medyanın siyasetle imtihanı[/h]Ufukta üç seçim birden tulû ettiğine göre siyaset karşısındaki duruşların iyi belirlenmesi lazım; zira nerede duracağını bilemeyen, nerede durduğunuzu da bilemiyor. Ve kendi önyargıları üzerinden kara propaganda makinesine dönüşüveriyor.

 

Hani bir zamanlar “Üç Tarz-ı Siyaset” diye bir tasnif yapılmış ve aydınlar için kabaca bir pozisyon belirlemişti ya; bugün de “Üç Tarz-ı Neşriyat” üzerinde konuşmalıyız; ta ki kimin ne yaptığı daha doğru anlaşılsın:

1- ÖLÜMÜNE KÖSTEK OLAN GAZETECİLİK:

Bu tür yayıncılık, bir partiyi (özellikle de iktidar partisini) düşman ittihaz eder ve her fırsatta o partiyi karalamak için yayın yapar. Bu tavır demokratik bir denetimden ziyade, her icraatın düşmanca yorumlanmasını netice verir. Bu zihniyete göre bir partinin bütün yaptıkları yanlıştır ve neticesi 'hıyanet'tir. Oysa önemli olan icraatın muhtevasıdır; kategorik düşmanlığın kimseye faydası yoktur. Demokrasilerde medyanın görevi de tam burada başlar: İcraat denetimi. Faydalı görülen politikaları desteklemek, zararından şüphe duyulan politikaları eleştirmek sadece gazeteciliğin değil, akıl ve vicdan sahibi olmanın gereğidir.

Toplumun bir bölümü köstekli, her şeye karşı gazeteciliği pek sever. Öfkeli kitlelerin arzuları toplumu kimi zaman gerer, kutuplaştırır, hatta bazen (maalesef) bilfiil çatıştırır. Bu duruma rağmen demokratik toplumlarda bu tip kışkırtıcı yayınlar mı daha tahripkardır, yoksa o izan ve insaf yoksunu yayınların susturulması mı derseniz; tabii ki en tehlikeli tercih devlet eliyle o gürültülü sedanın susturulmasıdır derim. Çünkü bir fikrin ne kadar tehlikeli olduğunu belirleme hakkı, keyfi uygulamaları da yanında getirir. Bilfiil terör suçuna saplananlar, hakaret ve şiddet çağrısı yapanlar saded haricidir. Hiç korkmayın, toplumun ezici çoğunluğu, cinnet sınırında dolaşan tahripkar yayınları zaman içinde dışlar ve marjinalleştirir...

2- ÖLÜMÜNE DESTEK VEREN GAZETECİLİK:

Bir partinin bütün politikaları doğru olabilir mi? Mümkün değil. Dünyevi meselelerin hiçbirinde insanoğlu, “Yüz tane icraatımız var, yüzü de doğrudur.” diyemez. Ne var ki ölümüne destek düşüncesini ete kemiğe büründüren gazetecilikte herhangi bir hatayı dile getirme, yanlış yapıldığında (dostça da olsa) uyarma gibi bir şey söz konusu olamaz. Bir partiyi (iktidar ya da muhalefette olması fark etmez) ölümüne destekleyen fanatik tarzın gözünde ya 'dost' olarak yaftalanırsın yahut 'düşman'. Vahy-i semavî ile mukayyed veya edille ile müeyyedmiş gibi davranıldığından bir tür kutsallık oluşturulur. Halbuki ülkeyi yönetmeye talip olanların, paçalarından yağ damlayan kutsamalara değil; içi tefekkürle yoğrulmuş yapıcı fikirlere ihtiyacı vardır. El hak, partizan gazeteciliğin de toplumsal bir karşılığı vardır ve bunun sebepleri bellidir. Ne var ki partizan gazeteciliğin hırçın tarzı (hele bir de belli bir güce erişmişse) konjonktürel tetikçiler üretmeye müsaittir. Aynı düşünce kulvarında yer alsa bile her konuda kendisi gibi düşünmeyenlere karşı sergilenen hodgâmlık, çoğu kez üzücü sonuçlar doğurur; hele mukaddes bir mefkureden uzaklaşılmış ve insan yetiştirme idealinden mahrum kalınmışsa...

3- ORTA YOLDA DURAN GAZETECİLİK:

En zor olan tarz-ı neşriyat budur. Aklınızı, iradenizi, ülke ve dünya gerçeklerini anlama gayretine sarf edeceksiniz ve eğriye eğri doğruya doğru diyeceksiniz. Sizin eğri dediğiniz doğru, doğru dediğiniz eğri olamaz mı? Tabii ki olabilir. Dünya işlerinde yanılma payınız her daim vardır; tıpkı siyasetteki yanılma payınızın var olması gibi. Burada önemli olan, hüsnü niyettir. Hiçbir menfaat gözetmeden yapılan yapıcı tenkitler de tenkide tabidir; yeter ki karşı tenkitçiler de zerre miktar menfaat gözetmesin, demagoji yapma uğruna fikrin namusuna tecavüz etmesin ve üslubunu bozmasın. Heyhat!

İtidal yolunu seçen, ateşten bir gömlek giymeyi göze almıştır. Bu yola girdin mi haberde vakayı raporla vazifedarsın artık. Yorumda da olabildiğince çok sesli bir ton yakalamaya mecbursun. Bir dünya görüşün olsa bile, farklı dünya görüşlerine de kapılar açarsın. Bazen köşelerde yazılanlar ile sizin (gazete yönetiminin) hadiselere bakış açısı arasında büyük farklar oluşabilir; ama tesadüm-ü efkardan hakikatin zuhur edeceğine inanıyorsanız katılmadığınız o fikirleri de neşredersiniz; yeter ki içinde somut bilgi hatası ya da hakaret gibi hak ihlali bulunmasın. “Benim düşündüğümü yazmıyorsan ben de senin yazını yayınlamam.” demek, kendimize dar bir hücre inşa etmek demektir. Fikri fikirle alt etmek zordur; farklı fikirleri aynı gazetede, aynı sayfada buluşturmak daha da zordur. Bazen okurunuzun bile kafası karışır; ama tefekkür dünyamızın zenginleşmesi için yapılması gereken de budur; tabii, “Benden başka doğru yoktur!” gibi bir labirente sıkışmamışsan.

Herkesin tercihi kendine. Kimseyi seçtiği yayın tarzından dolayı kınamıyorum; tam tersine seçtikleri pozisyonu mertçe ifade ediyorlarsa saygı duyuyorum. Tarzınızın ne derece doğru olduğuna tabii ki kamu vicdanı karar verecek. O vicdan ya yayınlarınızı adil bulmayıp sizi cezalandıracak ya da fikir zenginliğine yol açan tutumunuzdan dolayı sizi baş tacı yapıp ödüllendirecek. Bir de tarih yargılayacak herkesi. Ufuk zenginliğiniz ve tahammül gücünüz sizin tarih sayfasındaki yerinizi belirleyecek; çünkü bir gün toz duman ortadan kalktığında izan ve insaf çizgisini aşanlara tarih çok ağır bir fatura kesecek...

[h=3]Ayıp ki ne ayıp![/h]Meslekte yaşını başını almış bir beyefendi (tıpkı diğer bazı beyefendiler gibi) belli bir zamandan beri tuhaf yazılar kaleme alıyor. İnsanın inanası gelmiyor. Mesela Rusya'da yayın yapan bir medya kuruluşuna verdiği röportajda, Fethullah Gülen Hocaefendi için “Soros” diyebiliyor. Ne kadar ayıp! Ne kadar yaralayıcı! Söylediği lafın ne manaya geldiğini “bilmiyor” desem, onun meşhur bilgi dağarcığına hakaret sayılır. “Biliyor” desem, bunun altında çok kötü bir mana gizlidir de demek zorundayım; onu da meslekte pek çok kişiye abi sayılan bir insana yakıştıramıyorum. “Sehven söylemiştir” diye avunurken bir açıklama yayınlıyor köşesinde; ama açıklama maalesef hiçbir şeyi açıklayamıyor. Feci bir karakter katliamı ve masum insanları zor durumda bırakabilecek ağır bir benzetme duruyor orta yerde. Şimdi cemaati eleştiriyor diye avuçları şişinceye kadar beyefendiyi alkışlayanlar, bir zamanlar Başbakan için Putin dediğini unutmuş görünüyorlar.

“Neyse...” deyip bu korkunç hatayı sineye çekecekken Today's Zaman'da çıkan bazı yazıları vesile kılarak “Cemaat-AK Parti kavgası” üzerine çok sert bir yazı geliyor ve “cemaat” hedef tahtasına oturtuluyor. Bir partinin sözcüsü gibi yazılar döşenen üstat, acaba başka yazarların sansürlenmesini mi ya da derhal susturulmasını mı istiyor? Belki de işten atılmalarını mı temenni ediyor? Başyazarlığını yaptığı gazetenin ombudsmanı kovuluyor; ona bir kelime ile itiraz etmiyor, İngilizce çıkan bir gazetede bir yazar bir şeyler yazdı diye koca bir kitleye en ağır ithamlarda bulunuyor. Oysa suçladığı gazetede hükümetin politikalarını doğru bulan yüzlerce yazı da yayınlanıyor. Bir başka gazeteden “Bütün yazılar alkış kıvamında olsun!” dercesine uluorta konuşmak hangi nezaket anlayışının ürünüdür; anlamakta zorlanıyorum. Bir gazetedeki farklı sesleri kimse duymasa bile tecrübeli bir başyazarın o zenginliği yakalaması gerekirdi. Diyelim ki Today's Zaman'a ya da “cemaatin yayın organları”na kızdın; orada çıkan her satırın hesabını neden Hocaefendi'den soruyorsun? Meslektaşlarına eleştiri getirmek varken Hocaefendi'ye ve hatta camiaya en incitici lafları sıralıyorsun?

Sırada bekleşenler varmış meğer. Bir yerden hücum borusu çalmışçasına cemaate karşı bir kampanya başlatıyor bazı arkadaşlar. İtibarsızlaştırmaya yönelik şımarık yazılar vasıtasıyla nezaket kuralları da yerle bir ediliyor. Bu arada öyle laflar sarf ediliyor ki (özellikle sosyal medyada), ne insanlığa sığar ne Müslümanlığa. . Herkes bazı yazılardan bahsediyor ama belli ki bahsi geçen yazıları ne görmüşler ne de okumuşlar. Çoğu yalan ve iftiraya dayanan bazı lafları okudukça hayretler içinde kalıyorsunuz. Şeytanların bağlandığı, rahmet ve mağfiretin gönüllerimizi sağanak sağanak yıkadığı bir zaman diliminde bu kadar keskin gıybetlerin yapılmasını sadece İslamiyet'le değil, insaniyetle de izah etmek çok zor.

Akla hayale gelmez laflar. Neymiş? Cemaat yeni bir vesayet merkezi olmak ya da 'iktidarı paylaşmak' istiyormuş. Ne münasebet! Alın o Leviathan'ınızı güle güle, tepe tepe kullanın. Uluorta yazılanlardan anlaşılıyor ki bazıları ne katılımcı demokrasiyi kavramış; ne de sivil toplum örgütlerinin, medyanın ve kanaat önderlerinin demokrasideki rolünü anlamış. Benci ve kinci söylemlerle insan olsa olsa dostlarını gücendirir, kendini tüketir. Yazık...

 

 

 

Ekrem Dumanli, 05.08.2013 Zaman

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Cemaatler sivil toplum örgütü degildir

 

[h=3]Cemaatler sivil toplum örgütü değildir - Mehmet Barlas[/h]

Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı dünkü yazısında Cemaat'i ve Fethullah Gülen'i bana karşı savunmak gereğini hissetmişti. Bu yazı gereksiz ve anlamsız bir polemiğe de neden olabilecek nitelikteydi.

Genç ve nispeten az deneyimli Dumanlı, Sayın Gülen'i ve Cemaat'i gereksiz polemiklerin odağına oturtacak üsluptan kaçınması gerektiğini herhalde zamanla öğrenecektir.

Örneğin "Bazıları"nın demokraside "Sivil Toplum Örgütleri"nin rolünü anlamadıklarını yazmış. İşin alfabesinden başlarsak dini cemaatler demokratik sivil toplum örgütleri değildir. Siyasi parti hiç değildirler. Mesela sivil toplum kuruluşuna veya bir siyasi partiye üye iseniz, lideri de eleştirebilirsiniz. Ama bir cemaate mensupsanız sadece başbakanı eleştirebilirsiniz. Cemaatin yayın organlarında Başbakan'a "Diktatör" diyebilirsiniz, ama "Gülen neden ülkesine dönmüyor" diye soramazsınız.

İleri gidenler

Turan Güneş "Partilerin ileri gelenleri ve ileri gidenleri vardır" demişti bana... Demek aynı durum dini cemaatler için söz konusu.

"Gülen Cemaati"ne "Hizmet" denilirken Başbakan Erdoğan'ın ülkeye yaptığı "Hizmet"leri görmezden gelip, onu hedef alanlara kucak açılmasını anlamak kolay değil.

"Cemaat"in tabanındaki bazı kesimlerin Cemaat'i angaje edebilecek siyasi davranışlar sergilemeleri yüzünden, Cemaat dışı kesimlerde Sayın Gülen'in de eleştirilere hedef olduğunu görmezden gelmek mümkün mü?

Pazar günkü Yeni Şafak'ta Cem Küçük'ün "7 Şubat Tarihin Kırılma Anıdır" başlıklı yazısındaki iddialar yenilir yutulur gibi miydi?

Erbakan ve Cemaat

 

Ya da 28 Şubat döneminde rahmetli Erbakan'a karşı izlenilen tutumu, Milli Görüş mensupları hâlâ hatırlamıyorlar mı?

Dumanlı'nın bana yönelttiği eleştirilere gelince...

Örneğin benim bir Rus gazetesine verdiğim demeçte Gülen'i Soros'a benzettiğimi yazmıştı bu genç meslektaşım. Oysa bu konuya kendi köşemde açıklık getirmiştim.

Gülen'i Soros'a benzeten kişi ben değildim. Bu benzetmeyi yapan Komsomolskaya Pravda'nın muhabiri Daria Aslamova'ydı... Benim dışımda görüştüğü bazı diğer Türk gazetecilere de "Gülen Müslüman Soros mu" diye sormuştu.

Yani mesele benim Sayın Gülen'i bir kişiye benzetmem meselesi değil, Sayın Gülen'in dış dünyaya verdiği imajla ilgiliydi. Ben yazımda bu meseleye parmak basmıştım.

Sözcü gibiymişim

Dumanlı benim Cemaat gazetelerinde Sabah'ı ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ı hedef alan yorumlara yönelttiğim eleştiriye de şöyle yaklaşmıştı:

"
- Bir partinin sözcüsü gibi yazılar döşenen üstat, acaba başka yazarların sansürlenmesini mi ya da derhal susturulmasını mı istiyor? Belki de işten atılmalarını mı temenni ediyor? Başyazarlığını yaptığı gazetenin ombudsmanı kovuluyor; ona bir kelime ile itiraz etmiyor.
"

Dumanlı'nın bu suçlamalarına karşı sevgili Hüseyin Gülerce'nin Zaman'da yayınlanan yazısındaki şu satırları okumasını tavsiye edebilirim:

Gülerce'nin cevabı

"
- Yıllarca yüksek ücretler aldıkları halde seslerini çıkarmayıp, sonra etkisiz kaldıklarını gördüklerinde patronlarını aşağılayıcı, karalayıcı, suçlayıcı yazılar yazıp kendilerine yol verilmesinin zeminini hazırlamamalıdır. Sonra da bunu 'Türkiye'de basın özgürlüğü bitti' diye yabancılara jurnallememelidir...
"

Ben haksız eleştiriler ve yıpratma kampanyaları karşısında Turgut Özal'ı savunduğum gibi, bugün de komploculara karşı Başbakan Erdoğan'ı savunuyorum.

Ne bir partinin ne de bir cemaatin sözcüsüyüm.

 

Özgür, bağımsız ve özerk olmayı Cemaat görevlisi bir gazetecinin anlaması kolay değildir.

 

Attığı bir tweetle aforoz edilen Ergun Babahan da herhalde hâlâ anlayamıyor bu durumu.

 

 

 

Mehmet Barlas, Sabah, 06.08.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Sayın Barlas’a cevap vermeliyim…

 

Bir gün Sayın Mehmet Barlas’ın yazılarına cevap vermek zorunda kalacağımı hiç tahmin etmezdim. Kendisiyle bir hukukumuz var. Gazetemiz yayın yönetmeni Sayın Ekrem Dumanlı’nın pazartesi günkü yazısına, dün köşesinden verdiği cevaptan sonra, bir polemiğe asla fırsat vermeden birkaç hususu belirtmem gerekiyor.

 

“Cemaat medyası” lafı rencide edici bir tabir. Ben Zaman’da 23 yıldır yazıyorum. 5 yıl da yöneticilik yaptım. Bütün kalbimle söylüyorum fikrin, vicdanın en hür olduğu medya “cemaat” yaftasını yiyen medyadır. Hiçbir gazetede Zaman’daki fikir, düşünce, inanç zenginliği bulunmuyor. Kimseye taş atmıyorum, samimiyetimle söylüyorum; patron korkusunun olmadığı gazetelerin en başında Zaman gelir.

Başka bir husus. Bizim “hizmet” dediğimiz, aynı duygu ve düşüncede birleşen fedakâr insanların birlikteliğinin, “dinî cemaat” olarak vasıflandırılması tam anlamıyla bir haksızlık olur. Hocaefendi kaç defa söyledi; “dinî cemaat değiliz” dedi. Evet, Allah rızası için hareket ediliyor, “Allah ile irtibat yoksa, hayat koskocaman bir sıfırdır” deniyor. Sadece Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de ifade ettiği “hayır ve iyiliklerde yarışma, kötülüklere mani olma” gayesine kilitleniliyor. Bu, insan olmanın da gayesidir. Ama bu yapılırken yaşadığımız çağ, ülkemizin ve dünyanın şartları, imkânları doğru okunmaya çalışılıyor. Niyet Allah rızası ama hedef; “kendimiz kalarak, evrensel insani değerlerde buluşarak, dünya ile entegre olmaktır. Eğer bu hizmet, dinî bir cemaatin eseri olsa; din, ırk, dil ayrımı gözetmeksizin neredeyse BM’ye üye bütün ülkelerde nasıl olur da insanların gönlüne girilir, onlarla insanî meseleler paylaşılır ve birlikte çalışarak barış köprüleri inşa edilebilir? Hizmet, dinî bir hareket değil, insanî bir harekettir. Öyle olmasaydı, sadece Türk cumhuriyetlerinde, sadece İslam coğrafyasında gayret gösterilirdi. En muhteşem örneği 150 ülkenin çocuklarının katıldığı Türkçe Olimpiyatları’dır. Türkçemizi dünya dili olmaya götüren bu güzellik, “yeni bir dünya çağrısı yapan” bu küresel barış korosu, elinizi vicdanınıza koyunuz, bir dinî cemaat faaliyeti midir, bir sivil toplum faaliyeti midir?

Üçüncü husus, Soros meselesi. Bir Rus gazeteci birkaç hafta önce Sayın Barlas ile röportaj yapıyor. Bu röportajdan bir bölüm şöyle yayınlanıyor: “Gülen’e Müslüman Soros diyebilir miyiz?’ diyorum. Barlas, gülerek, ‘Diyebilirsiniz. Doğru bir tanım.’ cevabını veriyor.” Sayın Barlas bunu yalanladı. Kendisinin dediği şu: “Komsomolskaya Pravda gazetesinin muhabiri Daria Aslamova ‘Fethullah Gülen’e Müslüman Soros diyebilir miyiz?’ dedi. Kendisine bunun ilgi çekici bir benzetme olduğunu söyledim…” Yani Sayın Barlas “ben demedim, Rus gazeteci dedi” diyor. Ancak benim üzüldüğüm, kırıldığım yer de tam burası. Şahsen kendisinden şu cevabı beklerdim: “Size katılmıyorum. Bu benzetme ile haksızlık yapıyorsunuz. Sayın Gülen’in hayır ve diyalog hizmetleri, siyasi bir amaca yönelik değildir…” Zira ABD’li finans spekülatörü Soros’u, çok kişi, parasal gücünü kullanarak ülkelerin iç işlerine karışmak ve o ülke siyasetine yön vermekle suçluyor. Belli ki Rus gazeteci, Soros benzetmesiyle, Avrasya coğrafyasında yanlış bir Gülen algısı oluşması için devreye girenlerin amacına yönelik bir çabanın içerisinde. Sayın Barlas’ın bu konuda net bir tepki vermesini beklerdim. Burada kendime de bir eleştiri getireceğim. Demek onca hukuka rağmen, Sayın Barlas’a kendimizi anlatamamışız. Bu da bizim eksiğimiz. AK Parti-Cemaat meselesini de cuma günkü yazımda ele almak istiyorum…

 

 

Hüseyin Gülerce, Zaman, 07.08.2013

 

 

 

 

---------------------

 

 

 

 

Fethullah Gülen için “müslümanların soros”u diyen Rus kadın gazeteciyle yarıda kestiğim röportaj!..

 

 

 

İnsanın dertsiz başına “dert açacağını” genç kadını gördüğümün ikinci dakikasında anlayıvermiştim...

 

Rahat ve güzel bir kadındı...

 

Benimle röportaj yapmak istemiş defalarca aramıştı...

 

O günlerde çok yoğundum...

 

Birkaç randevumun arasına sıkıştırıvermiştim onunla görüşmeyi...

 

Kısa bir görüşme olmasını bekliyordum...

 

Yirmi dakika civarında...

 

Kanyon’da her zaman gittiğim restoranda, başka masada arkadaşlarım ve görüşmelerim vardı...

 

Onlara “bana biraz müsaade” deyip, içerdeki bir masaya geçtim genç kadınla röportajı yapmak için...

 

***

 

Öğleden sonra saatleriydi...

 

Şık ve albenili bir kıyafetle gelen konuğuma “Ne alırsınız?..” diye sordum...

 

- “Beyaz şarap...” dedi, “Biraz da peynir...”

 

Ona şarap söyledim, kendime de kahve...

 

Konuşmaya başladık...

 

Gezi Parkı olaylarının bütün hızıyla devam ettiği günlerdi...

 

Her şey çok hassastı...

 

Etrafta her türlü tezvirat, spekülasyon ve suçlama gırla gidiyordu...

 

Söylenecek her sözün gideceği ve başınıza hiç istemeyeceğiniz sonuçlar doğuracağı günlerdi...

 

Genç kadın ise durumu “umursamaz” görünüyordu ve almak istediği mesajı almaya fikslenmiş görünüyordu...

 

Amacı ne olduğunu öğrenmek, ülke içinde isim yapmış bir gazeteciden durum hakkında bilgi edinmek değildi...

 

Hatta hiç oralı değildi...

 

Bunu ilk dakikada fark etmiştim...

 

En hassas konuları “leblebi çekirdek” gibi soruyordu...

 

ŞARABIN ETKİSİ

 

İlk kadeh şarabını beş dakika içinde bitirdi...

 

- “Ben bir şarap daha alabilir miyim?..” dedi...

 

Ne de olsa Rus’tu...

 

Yine de bir gazetecinin röportaj yapma biçimine pek benzemiyordu...

 

Röportaja gittiği misafirinden “şarap ve

 

peynir isteyerek başlayan bir uvertür”, “Ben bir şarap ve sonrasında bir şarap daha alabilir miyim” diye devam eden bir güzergah, bana “röportajın sağlıklı gitmeyeceğini” düşündürtüyordu...

 

Elbette Ruslar içki konusunda antrenmanlıydılar...

 

Ben de içki konusunda pek tecrübesiz sayılmazdım...

 

Neyin nereye gidebileceğini bilecek kadar tecrübeli en azından...

 

Kendim kahve içsem de, “bu kadar içkiyle bir röportajın nereye gidebileceğini” anlayabilecek kıvamdaydım...

 

***

 

Atina günlerim gelmişti aklıma...

 

Yunan başkentini o yıllarda merkez üssü

 

yapan yabancı gazetecilerle, arka arkaya viskileri devirdiğimiz ilk gazetecilik günleri gelmişti gözümün önüne...

 

İçkili gazeteci muhabbetlerinden, pek hayırlı sonuçlar çıkmayacağını bildiğimden, röportaj başladığında kendimi belli belirsiz bir korumaya aldım...

 

MİNİ KAMERALI KAYIT CİHAZI

 

Darya Aslamova oturur oturmaz önüme mini kameralı bir kayıt cihazı kurmuştu...

 

- “İsterseniz mini kamerayı kaldırayım...” dedi...

 

- “Hayır” dedim, “Kalsın kamera; benim için bir sakıncası yok...”

 

Kameranın kalmasının bir sakıncası yoktu fakat genç kadının Türkiye’nin en hassas konularına şaraba meze leblebi çekirdek mantağıyla yaklaşması sorunluydu...

 

İçtiği şarabın etkisiyle aklına gelen kimseler hakkında olur olmaz “cüretkar suçlamalar” yapılmasını istiyordu...

 

Olmayınca da, “istediğini alamamış bir gazeteci edasıyla mutsuz ve tatminsiz bir ifade takınıyordu...”

 

FETHULLAH GÜLEN SORUSU

 

Gezi Pakı olaylarının henüz ilk günleriydi...

 

- “Polisin Gülen cemaatinin etkisi altında

 

olduğu için, hükümeti zorda bırakmak amacıyla orantısız güç kullandığı söyleniyor... Siz de böyle olduğunu düşünüyor musunuz?..”

 

Dakika bir gol bir...

 

Hiç tanımadığın bir yabancı kadın gazeteci, karşına gelecek, bir soru içinde “on tane herbiri birbirinden ağır iddiayı” hiçbir şey olmamış gibi soracak, senden de onaylamanı bekleyecek...

 

Ben onun gibi şarap içmiyordum...

 

Cezbeden güzelliği ise hiç umurumun teki değildi...

 

Sonradan bu kadın gazeteciden dolayı büyük bir tartışmanın ortasında kalan Mehmet Barlas gibi böyle durumlarda “nezaket” kurallarını önemseyen bir gazeteci hiç değildim...

 

- “Bu ne biçim soru” gibisinden baktım genç kadına...

 

- “Bu söylediğiniz ihtimalin belgesi olan bir kanıtı yok elimde... Onun için söyleyemem böyle bir şey...” dedim...

 

Kendim bile verdiğim cevaba sinirlenmiştim...

 

Ne o öyle “diplomat gibi bir cevap” vermek zorunda kalmıştım...

 

***

 

Ancak daha ilk sorudan öylesine provokatif yaklaşmıştı ki, tanımadığım genç Rus kadın gazeteci konusunda “kendimi korumaya almamın” dışında refleks gelmemişti içimden...

 

Bir taraftan da gözlemlemeye başlamıştım genç kadını...

 

Leblebi çekirdek gibi sorduğu ve cevap beklediği sorulardaki cüreti sinirlendirmişti beni...

 

Bu tipten yabancı gazetecilere yıllar önce

 

Atina’da sık sık rastlardım...

 

Sonraları onların yalnızca gazeteci olmadığını fark etmiştim...

 

Gazeteciliğin onlara her soruyu uluorta ve cüretkarca sorma hakkını verdiğini sanırlardı...

 

“YOKSA SİZ DE?..”

 

Genç kadın gazeteci benden istediği cevabı alamayınca, eski bir gazetecilik numarasına başvurdu:

 

- “Sizin cevap vermediğiniz soruya, konuştuğum birçok kişi cevap verdi... ‘Evet öyle’ dedi... Ben onlardan duydum, onun için size soruyorum... Dün Mehmet Barlas’la görüşmüştüm... Çok önemli şeyler söyledi... Önemli bir röportajdı...”

 

Aklınca, beni tahrik ediyordu...

 

- “Aaa öyle mi madem öyle söylediler ben de açıklayayım bari” diye bülbül kesilecektim...

 

- “Hanımefendi” dedim; “Ben bir gazeteciyim... Elimde belge ve somut kanıt olmadan konuşmam... Bu söylediğiniz iddianın olduğunu gösteren bir kanıt yok elimde... Kusura bakmayın...”

 

Minik kamera çalışmaya devam ediyordu...

 

Sinir katsayım ise yükselmekteydi...

 

Kadın o anda “tahrik etmekteki cüretinin son sınırına dayanıverdi aniden...”

 

Sanki portakal fiyatını soruyormuş gibi bir aleladelikte;

 

- “Yoksa siz Fethullahçı mısınız?..” deyiverdi...

 

Sinirden deliye dönmüştüm...

 

Tersten tahrik ederek beni konuşturacağını sanıyordu...

 

İstihbaratçı ya da polis taktikleriydi bunlar...

 

YARIDA KESİLEN RÖPORTAJ

 

- “Siz kim olarak böyle bir soruyu kendinizde sorma hakkını buluyorsunuz?..” dedim...

 

Patlama anlarımdaki zaptedilmez tepkilerim birer birer fışkırıyordu içimden...

 

- “Siz röportaj yaptığınız bir gazeteciye nasıl böyle bir soru sorabiliyorsunuz?.. Sizinle röportaj falan yapmam ben hanımefendi... Bitmiştir bu röportaj...”

 

***

 

Hiç böyle bir tepki almamış olduğunu fark etmiştim...

 

- “Gazeteci gazeteciye konuşuyoruz ne var bunda alınacak?..” gibisinden ucuz bir formüle başvurdu...

 

- “Gazeteci gazeteciyle böyle röportaj yapmaz...” dedim;

 

- “33 yıllık gazetecilik hayatımda böyle bir tavır ve röportaj görmedim...”

 

Gülümseyerek ve alttan alarak durumu düzeltmeye çalışıyordu...

 

Arada üçüncü şarap masaya gelmiş, daha kaçıncıya doğru gideceğimiz belli değildi...

 

Geldiği andan itibaren, tavırlar, davranışlar, şaraplar, peynirler, sorulardaki sınır tanımaz cüretkarlıklar...

 

Buna bir gazeteci röportajı demeye bin şahit isterdi...

 

Bir şeyler söyletmek ve bunları kullanmak istiyordu...

 

Anladığım kadarıyla görüştüğü kişilere ilk aşamadan itibaren “Fethullah Gülen’le ilgili suçlayıcı bir şeyler söyletmeye” çalışıyordu...

 

***

 

Olabilir çalışabilirdi de...

 

Tavrı, cüretkarlığı ve yabancı bir ülkeyle ilgili olayları bir gazeteciden öğrenmeyi değil, suçlamaları talep eden soruları ile irite ediciydi...

 

Genç kadında kabul edilmez bulduğum, bir röportajcı olarak hangi görüşü savunduğu değil, röportaj yapmasındaki amacın “birilerini suçlayacak malzeme bulmaktan ibaret” olduğunu anlamamdı...

 

Kendi düşüncelerini yoğurmuş, şimdi kendisine bunları onaylatacak “adam” arıyordu...

 

Sonradan öğrendim ki; Mehmet Barlas evinde konuk etmiş kadın gazeteciyi...

 

Konyak içerken, bir punduna getirmiş

 

“Fethullah Gülen için Müslümanların Soros’u deniyor, doğru mu?..” demişti...

 

Mehmet Barlas’la, Ekrem Dumanlı arasında bu sözden kaynaklanan ve günlerdir devam eden tartışmayı izlerken, Komsomolskaya

 

Pravda muhabiri aynı Darya Aslamova’yla yaşadığım bu olay geldi gözlerimin önüne...

 

Kadın gazetecinin “başıma dert olacağını ikinci dakikada anladığım o yarım kalan söyleşiye...”

 

***

 

Ekrem Dumanlı, Mehmet Barlas’ı Fethullah Gülen için bu ifadeleri kullanmakla eleştiriyor ve üzüntülerini bildiriyordu...

 

Barlas ise, “Bu sözü kendisinin söylemediğini, ifadenin kadın gazeteciye ait olduğunu” ifade ediyordu...

 

Ekrem Dumanlı ikna olmuyordu...

 

Şöyle düşünüyordu;

 

- “Kadın gazeteci etmiş, fakat üstat da onaylamış...”

 

***

 

Bana gelince;

 

Darya Aslamova’yla röportajı, sorusu üzerine yarıda kestim...

 

- “Sizinle röportaj yapamayacağım...” dedim...

 

Bir kadına, böylesine bir davranışta bulunmanın, çok da nazik bir şey olmadığının farkındaydım...

 

Fakat o kadar sinirliydim ki, öteki masada beni beklemekte olan başka gazeteci arkadaşlara “isterseniz siz yapın... Ben yapmayacağım...” dedim ve genç kadının o ana kadar içtiği içkilerin hesabını ödeyip masadan kalktım...

 

Kadın gazeteciyi evinde ağırlayan ve sinirlendi mi benim gibi tepesi atmayıp, nezaketi elden bırakmayan Mehmet Barlas’la aramızda böyle bir fark olması doğaldı...

 

O bir kadın gazeteciye nezaketinden ötürü kendi evinde konyak içerken yaptığı tanımlamalar karşısında “Hayır öyle değil şöyle” diyememişti...

 

Bense Atina’nın arka sokaklarındaki gazetecilikten geliyordum...

 

Çok görmüştüm böylelerini...

 

Yunan başkenti “kaynardı” bir zamanlar böyle gazetecilerle!..

 

Atina’dan kalan bir yadigar tecrübe işte!..

 

Hayatımı böyle etkileyiverdi...

 

 

 

 

Reha Muhtar, Vatan, 07.08.2013

 

 

 

 

-----------

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[h=1]Ergenekon ve yeniden kardeşlik zamanı

[/h]Evet, tasfiye olan Ergenekon rejimidir. Yaşananlara öyle bakmadıkça kavrayamazsınız. Şimdi bu zalim rejimi beraber tasfiye etmiş toplumsal kesimler birbirine düşemez! Artık tüm dindarların ve demokratların bu gafletten uyanmaları şarttır. Bakın daha 1.5 ay önce yaşadığımız darbe kalkışmasından iki tweet örneği...

"Tayyip'in Bank Asya'sını yaktık. İşte zafer..."

"Tayyipçilerin, Fethullahçıların merkezi Körfez Dershanesi'ni ateşe verdik!"

İntikam almak isteyen eski rejim teröristleri AKP ya da Cemaat diye ayır- mıyor. Tayyip Erdoğan ya da Fethullah Gülen diye ayırmıyor. İzmir'deki cemaat dershanesini "Tayyip'in yeri" olarak görüyor. AKP'yi de "Fethullahçı parti" olarak görüyor. Ergenekon zihniyeti dindar olan herkesin düşmanı. Yarın bayram günü. Yalvarıyorum artık kardeşlik ve akıl kazansın. Köşelerden taciz ateşleri bitsin, o ateşlere de kimse karşılık vermek durumunda kalmasın. Zaten millet nezdinde hiçbir ayrılık yok. Millet yaşanan bu gölge boksunu anlamıyor bile.

Yeniden kardeşlik, yeniden beraberlik, yeniden ittifak. Akıl ile tüm ihtilafların çözülmesi mümkün.

 

 

 

Rasim Ozan Kütahyali, Sabah, 07.08.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]Bayram öfkenin değil hoşgörünün zamanıdır...

[/h]Dilimizden yüzlerce yıldır düşmeyen söylemler vardır. Örneğin "Bayramlar düşmanların dost olduğu, öfkelerin hoşgörüye dönüştüğü, küslerin barıştığı zamanlardır" denilir.

Ben bu söyleme inananlardanım.

Hele bir de ne düşman ne de küs iseniz ve birileri bunu böyle görmek istiyorsa, bayram gerçek duygu ve düşüncelerinizi anlatmak için bir fırsat yaratır.

Mesela ben Ne Fethullah Gülen'e, ne de onun cemaatine öfkeliyim. Yaptıkları hizmetleri ve yurdun da dünyanın da ücra köşelerinde bu hizmete kendilerini adayan eğitim gönüllülerinin özverilerini de, hayranlıkla izleyenlerdenim.

Sadece Gezi Parkı eylemleri rüzgârında Cemaat'in yayın organlarında yer alan bazı yorumların, Gülen'in ve Cemaat'in yanlış anlaşılmasına neden olduğunu yazdım.

Yanlış anlaşılmak

Sanki Başbakan Erdoğan ha düştü ha düşecek konumundaymış ve Cemaat de yeni duruma kendini uyarlıyormuş gibi bir görüntü doğuyor izlenimi oluşmaktaydı değişik çevrelerde.

Dün sevgili Hüseyin Gülerce Zaman'da kişiliği ile özdeş nezaket çizgileri üzerinden bana cevap vermişti. Yazısının bir yerinde de "Demek onca hukuka rağmen, Sayın Barlas'a kendimizi anlatamamışız. Bu da bizim eksiğimiz" demişti.

Evet... Durum böyle. Sayın Gülerce yanlış anlaşılmanın anlaşılamamak kadar ciddi sonuçlar doğuracağını yaşayarak öğrenmiş bilge kişilerden.

Dilerim köşeleri yetersiz bulup tweetlerde kavga sürdüren deneyimsiz genç meslektaşlar onu örnek alır. Ve dilerim bu Bayram'da onlar da öfkelerini bırakıp "Neden böyle yanlış algılandık" sorusuna cevap ararlar.

 

Çocuklar ve bayram

Geçmiş bayramlardan birinde "Çocuk olmayan bayramın tadını alamaz" diye yazmış ve Ahmet Rasim'in (1864-1932)bir yazısını alıntılamıştım. Unutanlar için hatırlatayım yazdıklarımı:

Ahmet Rasim çocukluğunda hep bir "Sako"su olsun istermiş. Sako da, kukuletasının ucunda bir püskül bulunan paltonun adıymış. Sonunda arife günü annesi ona Mahmutpaşa'dan bir sako almış. Eve gelmişler, sakoyu odasındaki minderin üzerine koyup yatağına uzanmış küçük Ahmet Rasim ve gündüz yorgunluğu ile uykuya dalmış. Sonrasını şöyle anlatıyor:

- Başımı kaldırıp baktım ki yatarken koyduğum minderin üstünde elbiselerim, o güzel sakom yok. Birdenbire ağlamaya hatta hıçkırmaya başladım...

 

Sakodan iPad'e...

O sırada bir el Ahmet Rasim'i dürtüyor. Sütninesi ona "Rasim, Rasim gözlerini aç" diyor. Uyanıp sakosunun yerli yerinde durduğunu gören Ahmet Rasim, "Sütninenin o kapkara, yarık yarık yanağına titrek dudaklarımı yapıştırdım" diye noktalıyor anısını.

Ahmet Rasim bugün çocuk olsaydı annesi ona bir "Sako" değil bir "iPad" alırdı herhalde. Ve sütninesine de "Rüyamda wi-fi'ın kesildiğini gördüm" diye dert yanardı.

Keşke siyasal yaşamımız da teknolojik yaşamımız ölçüsünde değişseydi geçen yıllar içinde. Hepinizle barışığım... Hepinizin bayramınızı kutlarım sevgili okurlarım.

 

Mehmet Barlas, Sabah, 08.08.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

[h=1]AK Parti-cemaat meselesi…[/h]AK Parti ile “cemaat” arasında bir mesele olduğu, son günlerde bir gündem konusu haline getiriliyor.

“Cemaat”ten kasıt; içinde bulunanların “hizmet hareketi” dediği ve Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin tavsiyeleri ile ülke ve dünya geneline yayılan eğitim, sağlık, diyalog ve hayır faaliyetleridir. Hızlı büyüyen ve fedakâr insanların büyük gayretleri ile milyonları etkileyen bir hareketin üzerinde çok konuşulması tabiidir. Ancak hareketin iki büyük derdi de bu arada büyümektedir: Önyargıların ve algıların insafsızlığı…

Bu “cemaatin” bir sözcüsü yoktur. Mesela “cemaat medyası”nda, ben dâhil hiçbir yazarın ifadeleri “cemaat”i bağlamaz. İlk yanlış, bu kulvardaki gazetelerde çıkan yazılardan hareketle bir “cemaat” genellemesi yapıp, olan biteni üzülerek takip eden milyonlarca insanın rencide edilmesi, töhmet altında bırakılmasıdır. Hemen arkasından Muhterem Hocaefendi’nin isminin ortaya atılması ikinci bir yanlıştır. Dürüstlük, yanlış yaptığı söylenen kişilere, şahıslara eleştiri getirmeyi gerektirir. Öte yandan hizmet insanlarına yönelik üslup eleştirileri de elbet bir iç muhasebeye tabi tutulur. Sevap kazanalım derken, insanları günaha sokmama hassasiyeti, unutulmuş değildir.

En ağır suçlama da “cemaat”in yeni bir vesayet merkezi haline gelmek istediği ve iktidara ortak olmaya çalıştığıdır. Böyle bir algı için akıl almaz provokasyonlar, tertipler var. Öyle bir algı oluşturulmaya çalışılsa da, hizmet insanlarına “iktidar ortaklığı istiyorsunuz” demek hakaretlerin en büyüğüdür. Muhterem Gülen’in ifadeleri açıktır:

“Fedakârlık destanı yazan insanların hiçbir beklentisi yoktur. Olsaydı, onlar da siyaset sahnesine sıçramak için bir menfez kollar, sıçrarlardı. Milletimize ve insanlığa hizmet yolunda Cenab-ı Hakk’ın ‘Ben sizden razıyım’ demesini ummaktan başka bir mülahazamız olmadı ve –inşallah– olmayacaktır. Bizler Türkiye sevdalılarıyız. Ülkemizi, vatanımızı, milletimizi, devletimizi, dinimizi seviyoruz.”

Hal böyle iken nedir bu AK Parti-cemaat meselesi? Cevabı ilkeleri hatırlamada, nefisleri aşmada aramalıyız.

“Cemaat” daima devletin, ülke bütünlüğünün ve memleket içinde istikrarın yanındadır. Hiçbir hükümete karşı değildir. Hepsi bu ülkenin hükümetleridir. Yaptıkları hizmetlerden dolayı -kim yapmışsa- Allah onlardan razı olsun. Bugünkü hükümetin de ekonomik kalkınma, refah ve demokratikleşme konusundaki çabaları takdir ve teşvik edilmekte, onlara dualarla da destek verilmektedir. Bu destek, bir partiye veya şahsa göre değil, Türkiye’nin bugünü ve yarınları adına yapılan hizmetlerden dolayıdır. Bürokraside vazifeleri kim yaparsa yapsın, kim hangi makamı temsil ederse etsin, o konuda kimse hafife alınamaz ve kınanamaz. Demokrasiyi savunuyorsak inisiyatifin, seçilmiş insanların hükümetinde olduğunu da samimi olarak savunmalıyız. Kiminle isterlerse, onlarla çalışırlar. Burada AK Parti’ye düşen; herkesin hükümeti olma şuuruyla, kimseyi şucu-bucu diye ayırarak hasım gibi davranma yanlışına savrulmamasıdır…

En önemlisi de, AK Parti-cemaat kavgası isteyenlerin, fitne için koşuşturanların, iyi niyetli olmadıklarının bilinmesidir. Fitnenin hedefi, “AK Parti’yi ve Gülen’i bitirmek”tir. AK Parti’ye hukuk ve demokrasi dışı bir şey olursa bundan bütün ülke ve “cemaat” zarar görür. Aynı şekilde “cemaat”e karşı hukuksuzluk ve haksızlık yapılırsa, bundan da hükümet ve bütün ülke zarar görür.

Bayramın güzel atmosferinde herkes konumunu, üslubunu bir daha gözden geçirmelidir. Hayırlı bayramlar dileği ile…

 

 

Hüseyin Gülerce, Zaman, 09.08.2013

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

  • Webmaster änderte den Titel in Fetö ve Ak Parti (Fethullah Gülen, Tayyip Erdogan)

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.


×
×
  • Neu erstellen...