Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

ONBÝRÝNCÝ SÖZ

 

بِسْم الَّلهِ الرَحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

وَالشَّمْسُ وَضُحًيها * وَاْلقَمَرِ اِذَا تَليَهَا*وَالنَّهَارِ اِذَاجَلَّيهَا * وَ الَّيْلِ اِذَ يَغْشَيهَا* وَاْلاَرْضِ وَماَ طَحَيهَا* وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّيهَا*اِلخ

 

 

 

Ey kardeþ! Eðer hikmet-i âlemin týlsýmýný ve hilkat-i insanýn muammasýný ve hakikat-ý salâtýn rumuzunu bir parça fehmetmek istersen, nefsimle beraber þu temsilî hikâyeciðe bak.Bir zaman bir sultan varmýþ; servetçe onun pek çok hazineleri vardý. Hem o hazinelerde her çeþit cevâhir, elmas ve zümrüt bulunuyormuþ. Hem gizli pek acâip defineleri varmýþ. Hem, kemâlâtça sanâyi-i garîbede pek çok mahareti varmýþ. Hem hesapsýz fünûn-u acîbeye ma'rifeti, ihâtasý varmýþ. Hem nihâyetsiz ulûm-u bedîaya ilim ve ýttýlaý varmýþ.Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemal ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sýrrýnca; o sultân-ý zîþan dahi istedi ki, bir meþher açsýn, içinde sergiler dizsin; tâ nâsýn enzarýnda saltanatýnýn haþmetini, hem servetinin þa'þaasýný,hem kendi san'atýnýn harikalarýný,hem kendi ma'rifetinin garîbelerini izhar edip göstersin.Tâ cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vecihle müþâhede etsin: Bir Vechi: Bizzat nazar-ý dekaik-âþinâsiyle görsün. Diðeri: Gayrýn nazarýyle baksýn. Bu hikmete binâen, cesim ve geniþ ve muhteþem bir kasrý yapmaða baþladý. Þâhâne bir surette dairelere, menzillere taksim ederek hazinelerinin türlü türlü murassaatiyle süslendirip kendi dest-i san'atýnýn en

 

(Sh»Tls:15)

 

lâtif,en güzel eserleriyle ziynetlendirip, fünûn-u hikmetinin en incelikleriyle tanzim edip düzelterek ve ulûmunun âsâr-ý mu'cizekâraneleriyle donatarak tekmil ettikten sonra, her bir taam ve ni'metlerinin bütün çeþitlerinden en lezizlerini câmî sofralar, o sarayda kurdu. Her bir tâifeye lâyýk bir sofra tayin etti.Öyle sahavatkârane, san'atperverane bir ziyâfet-i âmme ihzar etti ki, güya her bir sofra, yüz sanâyî-i lâtifenin eserleriyle vücud bulmuþ gibi kýymetli hadsiz ni'metleri serdi. Sonra aktâr-ý memleketindeki ahali ve raiyyetini, seyre ve tenezzühe ve ziyâfete dâvet etti. Sonra bir Yâver-i Ekremine (A.S.M.), sarayýn hikmetlerini ve müþtemilâtýnýn mânalarýný bildirerrek Onu üstad ve tarif edici tâyin etti. Tâ ki Sarayýn Sâniini, sarayýn müþtemilâtýyle ahaliye târif etsin ve sarayýn nakýþlarýnýn rumuzlarýný bildirip, içindeki san'atlarýnýn iþâretlerini öðretip, derûnundaki manzum murassalar ve mevzun nukuþ nedir? Ve ne vecihle saray sahibinin kemalâtýna ve hünerlerine delâlet ettiklerini, o saraya girenlere târif etsin ve girmenin âdâbýný ve seyrin merâsimini bildirip o görünmeyen sultana karþý marziyyatý dairesinde teþrifat merasimini târif etsin. Ýþte o muarrif üstadýn her bir dairede birer avenesi bulunuyor. Kendisi en büyük dairede þakirdleri içinde durmuþ, bütün seyircilere þöyle bir tebligatta bulunuyor. Diyor ki:

 

"Ey ahali, þu kasrýn meliki olan seyyidimiz, bu þeylerin izhârýyle ve bu sarayý yapmasýyle, kendini size tanýttýrmak istiyor. Siz dahi onu tanýyýnýz ve güzelce tanýmaða çalýþýnýz. Hem þu tezyinatla kendini size sevdirmek istiyor. Siz dahi onun san'atýný takdir ve iþlerini istihsan ile kendinizi Ona sevdiriniz.Hem, bu gördüðünüz ihsanat ile, size muhabbetini gösteriyor. Siz dahi, itaat ile Ona muhabbet ediniz.Hem, þu görünen in'am ve ikramlar ile, size þefkatini ve merhametini gösteriyor.Siz dahi þükür ile Ona hürmet ediniz.Hem, þu kemâlâtýnýn âsârýyle mânevî cemâlini size göstermek istiyor. Siz dahi, Onu görmeðe ve teveccühünü kazanmaya iþtiyakýnýzý gösteriniz.Hem, bütün þu gördüðünüz masnûat ve müzeyyenat üstünde birer mahsus sikke, birer hususî hâtem, birer taklid edilmez turra koymakla, herþey kendisine has olduðunu ve kendi eser-i dest-i olduðunu ve kendisi tek ve yekta, istiklâl ve infirad sahibi olduðunu size göstermek istiyor.Siz dahi, Onu; tek ve yekta ve misilsiz,nazirsiz, bîhemta tanýyýnýz ve kabûl ediniz. "Daha bunun gibi, Ona ve o makama münâsip sözleri seyircilere söyledi. Sonra, giren ahâli iki güruha ayrýldýlar.

 

Birinci gürûhu: Kendini tanýmýþ ve aklý baþýnda ve kalbi yerinde olduklarý için, o sarayýn içindeki acâiplere baktýklarý zaman dediler: "Bunda büyük bir iþ var." Hem anladýlar ki: Beyhûde deðil, âdî bir oyuncak

 

(Sh»Tls:16)

 

deðil. Onun için merak ettiler. "Acaba týlsýmý nedir, içinde ne var?" deyip düþünürken, birden o muarrif üstadýn (A.S.M.) beyan ettiði nutkunu iþittiler. Anladýlar ki: Bütün esrarýn anahtarlarý Ondadýr; Ona müteveccihen gittiler ve dediler: "Esselâmü Aleyke ya Eyyühel Üstad! Hakkan þöyle bir muhteþem sarayýn, senin gibi sâdýk ve müdakkik bir muarrifi lâzýmdýr. Seyyidimiz sana ne bildirmiþse lütfen bize bildiriniz. "Üstad ise evvel zikri geçen nutuklarý onlara dedi.Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabûl edip tam istifade ettiler.Padiþahýn marziyyâtý dairesinde amel ettiler. Onlarýn þu edepli muamele ve veziyetleri O Pâdiþahýn hoþuna geldiðinden onlarý has ve yüksek ve tavsif edilmez diðer bir saraya davet etti, ihsan etti. Hem öyle bir Cevvâd-ý Melîke lâyýk ve öyle mutî ahaliye þayeste ve öyle edebli misafirelere münasip ve öyle yüksek bir kasra þâyan bir surette ikram etti... Dâimî onlarý saadetlendirdi. Ýkinci güruh ise; akýllarý bozulmuþ, kalbleri sönmüþ olduklarýndan, saraya girdikleri vakit, nefislerine maðlûb olup lezzetli taamlardan baþka hiç bir þey'e iltifat etmediler; bütün o mehâsinden gözlerini kapadýlar ve o üstadýn (A.S.M.) irþâdâtýndan ve sâkirdlerinin îkazatýndan kulaklarýný týkadýlar. Hayvan gibi yiyerek uykuya daldýlar. Ýçilmeyen, fakat bazý þeyler için ihzar edilen iksirlerden içtiler. Sarhoþ olup öyle baðýrdýlar, karýþtýrdýlar; seyirci misafirleri çok rahatsýz ettiler. Sâni-i Zîþân'ýn düsturlarýna karþý edepsizlikte bulundular. Saray sahibinin askerleri de onlarý tutup, öyle edepsizlere lâyýk bir hapse attýlar. Ey benimle bu hikâyeyi dinleyen arkadaþ! Elbette anladýn ki: O Hâkim-i Zîþan; bu kasrý þu mezkûr maksatlar için bina etmiþtir. Þu maksatlarýn hüsûlü ise, iki þey'e mütevaffýktýr: Birisi: Þu gördüðümüz ve nutkunu iþittiðimiz üstadýn (A.S.M.) vücududur.Çünki: O bulunmazsa, bütün maksadlar beyhûde olur. Çünki: Anlaþýlmaz bir kitap, muallimsiz olsâ; mânasýz bir kâðýttan ibaret kalýr. Ýkincisi: Ahali o üstadýn (A.S.M.), sözünü kabul edip dinlemesidir. Demek Vücud-u Üstad (A.S.M.) vücud-u kasrýn dâisidir ve ahalinin istimâý, kasrýn bekasýna sebebtir. Öyle ise denilebilir ki: Þu Üstad (A.S.M.) olmasaydý, o Melik-i Zîþan, þu kasrý bina etmezdi.Hem yine denilebilir ki:O Üstadýn (A.S.M.) talimatýný, ahali dinlemedikleri vakit, elbette o kasr, tebdil ve tahvil edilecek.

 

Ey arkadaþ! Hikâye burada bitti.Eðer þu temsîlin sýrrýný anladýnsa bak, hakikatýn yüzünüde gör:

 

(Sh»Tls:17)

 

Ýþte o saray, þu âlemdir ki, tavaný, tebessüm eden yýldýzlarla tenvir edilmiþ gökyüzüdür. Tabaný ise, þarktan garbe gûnâ-gûn çiçeklerle süslendirilmiþ yer yüzüdür. O Melîk ise, ezel, ebed Sultaný olan bir Zât-ý Mukaddes'tir ki, yedi kat semâvat ve arz ve içlerinde olan herþey, kendilerine mahsus lisanlarla o Zât-ý takdis edip tesbih ediyorlar. Hem öyle bir Melîk-i Kadîr ki,semâvat ve arzý altý günde yaratarak Arþ-ý Rubûbiyyetinde durup; gece ve gündüzü, siyah ve beyaz iki hat gibi birbiri arkasý sýra döndürüp, kâinat sâhifesinde âyâtýný yazan; ve Güneþ, ay,yýldýzlar emrine müsahhar zîhaþmet ve zîkudret sahibidir. O sarayýn menzilleri ise, þu onsekizbin âlemdir ki, her birisi kendine lâyýk bir tarz ile tezyin ve tanzim edilmiþtir. Ýþte o sarayda gördüðün sanâyi-i garîbe ise, þu âlemde görülen Kudret-i Ýlâhiyyenin mu'cizeleridir ve o sarayda gördüðün taamlar ise; þu âlemde hele yaz mevsiminde, hele Barla bahçelerinde Rahmet-i Ýlâhiyyenin semerât-ý hârikalarýna iþarettir ve oradaki ocak ve matbah ise,burada kalbinde ateþ olan arz ve sath-ý arzdýr ve orada temsilde gördüðün gizli definelerin cevherleri ise, þu hakikatta Esmâ-i Kudsiyye-i Ýlâhiyyenin cilvelerine misâldir ve temsilde gördüðümüz nakýþlar ve o nakýþlarýn remizleri ise, þu âlemi süslendiren muntazam masnûat ve mevzun nukuþ-u kalem-i kudrettir ki, Kadîr-i Zülcelâlin Esmâsýna delâlet ederler ve o üstad ise, Seyyidimiz Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dýr. Avenesi ise, Enbiyâ Aleyhimüsselâmdýr ve þâkirdleri ise, Evliya ve Asfiyadýr.O saraydaki hâkimin hizmetkârlarý ise, þu âlemde Melâike Aleyhimüsselâm'a iþarettir. Temsilde, seyir ve ziyâfete davet edilen misâfirler ise, þu dünya misafirhanesinde cin ve ins ve insanýn hizmetkârlarý olan hayvanlara iþarettir ve o iki fýrka ise, burada birisi Ehl-i îmandýr ki, kitabý kâinatýn âyâtýnýn müfessiri olan Kur'an-ý Hakîm'in þâkirdleridir. Diðer güruh ise, Ehl-i küfür ve tuðyandýr ki, nefis ve þeytana tâbi olup yalnýz hayat-ý dünyeviyeyi tanýyan, hayvan gibi, belki daha aþaðý saðýr, dilsiz, dâllîn güruhudur. Birinci kafile olan süedâ ve ebrar ise, zülcenaheyn olan Üstadý dinlediler.O Üstad hem abddir; ubûdiyyet noktasýnda Rabbini tavsif ve tarif eder ki, Cenâb-ý Hakk'ýn dergâhýnda ümmetinin elçisi hükmündedir. Hem Resûldür; Risâlet noktasýnda Rabbinin ahkâmýný Kur'an vasýtasýyla cin ve inse teblið eder. Þu bahtiyar cemâat, o Resûlü dinleyip Kur'ana kulak verdiler. Kendilerini envâ-ý ibâdâtýn fihristesi olan "Namaz" ile birçok makamat-ý âliye içinde çok lâtif vazifelerle telebbüs etmiþ gördüler. Evet, Namazýn mütenevvi ezkâr ve harekâtiyle iþâret ettiði vazâifi, makamatý, mufasalan gördüler. Þöyle ki:

 

 

 

(Sh»Tls:18)

 

Evvelen: Âsâra bakýp, gaibâne muamele suretinde saltanat-ý Rubûbiyyetin mehasinine temâþâger makamýnda kendilerini gördüklerinden; tekbir ve tesbih vazifesini eda edip "Allahü Ekber" dediler.

 

Sâniyen: Esmâ-i Kudsiyye-i Ýlâhiyyenin cilveleri olan bedâyiine ve parlak eserlerine dellâllýk makamýnda görünmekle "Sübhanalllah, Velhamdulilllah" diyerek takdis ve tahmid vazifesini îfa ettiler.

 

Sâlisen: Rahmet-i Ýlâhiyyenin hazinelerinde iddihar edilen ni'metlerini zâhir ve bâtýn duygularla tadýp anlamak makamýnda þükür ve senâ vazifesini edâya baþladýlar.

 

Râbian: Esmâ-i Ýlâhiyyenin definelerindeki cevherleri, mânevî cihâzat mizanlariyle tartýp bilmek makamýnda tenzih ve medih vazifesine baþladýlar.

 

Hâmisen: Mistar-ý kader üstünde kalem-i kudretiyle yazýlan mektûbât-ý Rabbâniyyeyi mütalâa makamýnda tefekkür ve istihsan vazifesine baþladýlar.

 

Sâdisen: Eþyanýn yaradýlýþýnda ve masnûâtýn san'atýndaki lâtif incelik ve nâzenin güzellikleri temâþa ile tenzih makamýnda Fâtýr-ý Zülcelâl, Sâni-i Zülcemâl'lerine muhabbet ve iþtiyak vazifesine girdiler. Demek kâinata ve âsâra bakýp, gaibâne mûamele-i ubûdiyyetle mezkur makamatta mezkûr mezâifi edâ ettikten sonra Sâni-i Hakîm'in dahi muamelesine ve ef'aline bakmak derecesine çýktýlar ki, hâzýrâne bir muamele suretinde evvelâ Hâlýk-i Zülcelâl'in kendi san'atýnýn mu'cizeleriyle kendini zîþuura tanýttýrmasýna karþý hayret içinde bir ma'rifet ile mukabele ederek:

 

سُبْحَانَكَ ماَ عَرَفْنَاكَ حَقَّ معْرِقَتِكَ dediler. "Senin tarif edicilerin bütün masnûâtýndaki mu'cizelerindir. " Sonra O Rahmân'ýn kendi rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmesine karþý, muhabbet ve aþk ile mukabele edip: اِيَّاك نعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعيِنُ dediler. Sonra o Mün'im-i hakikînin tatlý ni'metleriyle terahhum ve þefkatini göstermesine karþý; þükür ve þükür ve hamd ile mukabele ettiler; dediler: سُبْحَانَكَ وَبِحَمْدِكَ "Senin hak þükrünü nasýl edâ edebiliriz? Sen öyle

 

(Sh»Tls:19)

 

þükre lâyýk bir meþkûrsun ki, bütün kâinata serilmiþ bütün ihsânâtýn açýk lisân-ý halleri, þükür ve senânýzý okuyorlar. Hem, âlem çarþýsýnda dizilmiþ ve zeminin yüzüne serpilmiþ bütün ni'metlerin ilânâtýyla hamd ve medhinizi bildiriyorlar.Hem, rahmet ve ni'metin manzum meyveleri ve mevzun yemiþleri, senin cûd ve keremine þehadet etmekle senin þükrünü enzar-ý mahlukat önünde îfâ ederler." Sonra þu kâinatýn yüzlerinde deðiþen mevcûdât âyinelerinde Cemâl ve Celâl ve Kemâl ve Kibriyâsýnýn izhârýna karþý, اَللَّهُ اَكْبَرْ deyip tâzim içinde bir aczle rükûa gidip mahviyet içinde bir muhabbet ve hayretle secde edip mukabele ettiler. Sonra O Ganiy-i Mutlak'ýn servetinin çokluðunu ve rahmetinin geniþliðini göstermesine karþý; fakr ve hâcetlerini izhar edip, duâ edip, istemekle mukabele edip واِياَّكَ نَسْتَعيِنُ dediler. Sonra o Sâni-i Zülcelâl'in kendi san'atýnýn lâtiflerini, hârikalarýný, antikalarýný, sergilerle teþhirgâh-ý enamda neþrine karþý ماَشَاءَ الله deyip takdir ederek: "Ne güzel yapýlmýþ!" deyip istihsan ederek, باَرَكَ الَّلهُ deyip müþâhede etmek, اّمنَّا deyip þehâdet etmek; "Geliniz, bakýnýz!" hayran olarak حَىَّ عَلَى الفَلاَحِ deyip herkesi þâhid tutmakla mukabele ettiler. Hem o Sultân-ý Ezel ve Ebed, kâinatýn aktârýnda kendi Rubûbiyyetinin saltanatýný ilânýna ve Vahdâniyyetinin izharýna karþý; tevhid ve tasdik edip سَمِعْنا وَاَطَعْنَا diyerek itaat ve inkýyad ile mukabele ettiler.

 

Sonra o Rabb-ül-âlemîn'in ulûhiyyetinin izhârýna karþý; zaaf içinde aczlerini, ihtiyaç içinde fakrlerini ilândan ibâret olan ubûdiyyet ile ve ubûdiyyetin hulâsasý olan ""Namaz" ile mukabele ettiler. Daha bunlar gibi gûnâ-gûn ubûdiyyet vazîfeleriyle þu dâr-ý dünya denilen mescid-i kebîrinde farîze-i ömürlerini ve vazife-i hayatlarýný edâ edip ahsen-i takvim suretini aldýlar. Bütün mahlûkat üstünde bir mertebeye çýktýlar ki,

 

(Sh»Tls:20)

 

yümn-i îman ile emn ü emanet ile mücehhez emîn bir halîfe-i arz oldular ve þu meydân-ý tecrübe ve þu destgâh-ý imtihandan sonra onlarýn Rabb-i Kerîm'i onlarý, îmanlarýna mükâfat olarak saaadet-i ebediyyeye ve Ýslâmiyetlerine ücret olarak dârüsselâma dâvet ederek öyle bir ikrâm etti ve eder ki, hiç göz görmemiþ ve kulak iþitmemiþ ve kalbi beþere hutûr etmemiþ derecede parlak bir tarzda rahmetine mazhar etti ve onlara ebediyyet ve beka verdi.Çünki: Ebedî ve sermedî olan bir cemâlin seyirci müþtâký ve âyinedar âþýký, elbette bâki kalýp ebede gidecektir.Ýþte Kur'an Þâkirdlerinin âkýbetleri böyledir. Cenâb-ý Hak bizleri onlardan eylesin, âmin! Amma, füccar ve eþrar olan diðer gürûh ise: Hadd-i bülûð ile þu âlem sarayýna girdikleri vakit, bütün vahdâniyyetin delillerine karþý küfür ile mukabele edip ve bütün ni'metlere karþý küfran ile mukabele ederek ve bütün mevcûdâtý kýymetsizlikle kâfirane bir ittiham ile tahkir ettiler ve bütün Esmâ-i Ýlâhiyyenin tecelliyatýna karþý red ve inkâr ile mukabele ettiklerinden, az bir vakitte nihayetsiz bir cinayet iþlediler; nihâyetsiz bir azâba müstehak oldular.Evet, insana sermâye-i ömür ve cihâzât-ý insâniyye, mezkûr vezâif için verilmiþtir. Ey sersem nefsim ve ey pürheves arkadaþým! Âyâ, zannediyormusunuz ki, vazife-i hayatýnýz; yalnýz terbiye-i medeniyye ile güzelce muhafaza-i nefs etmek, ayýb olmasýn, batýn ve fercin hizmetine mi münhasýrdýr? Yâhut, zannediyormusunuz ki, hayâtýnýzýn makinesinde dercedilen þu nâzik letâif ve mâneviyat; ve þu hassas âzâ ve âlât; ve þu muntazam cevarih ve cihâzât; ve þu mütecessis havas ve hissiyatýn gâye-i yegânesi; þu hayât-ý fâniyede, nefs-i rezîlenin, hevesât-ý süfliyyenin tatmini için isti'maline mi münhasýrdýr? Hâþâ ve kellâ! Belki vücudunuzda þunlarýn yaratýlmasý ve fýtratýnýzda bunlarýn gaye-i idhâli, iki esastýr: Biri: Cenâb-ý Mün'im-i Hakiki'nin bütün ni'metlerinin herbir çeþitlerini size ihsas ettirip þükrettirmekten ibarettir. Siz de hissedip þükür ve ibadetini etmelisiniz. Ýkincisi: Âleme tecellî eden Esmâ-i Kudsiyye-i Ýlâhiyyenin bütün tecelliyatýnýn aksâmýný, birer birer, size o cihâzat vâsýtasýyla bildirip tattýrmaktýr.Siz dahi tatmakla tanýyarak îman getirmelisiniz. Ýþte bu iki esas üzerine kemâlât-ý insâniyye, neþv ü nema bulur.Bununla insan, insan olur. Ýnsâniyyetin cihâzâtý, hayvan gibi hayât-ý dünyeviyeyi kazanmak için verilmemiþ olduðuna þu temsil sýrriyle bak:

 

(Sh»Tls:21)

 

Meselâ, bir zât, bir hizmetçisine yirmi altýn verdi; tâ mahsus bir kumaþtan kendisine bir kat libas alsýn. O hizmetçi gitti, o kumaþýn âlâsýndan mükemmel bir libas aldý, giydi.

 

Sonra gördük: O zât, diðer bir hizmetkârýna bin verip, bir kâðýt içinde bazý þeyler yazýlý olarak onun cebine koydu,ticârete gönderdi. Þimdi, her aklý baþýnda olan bilir ki; o sermâye, bir kat libas almak için deðil. Çünki evvelki hizmetkâr, yirmi altýnla en âlâ kumaþtan bir kat libas almýþ olduðundan, elbette bu bin altýn,bir kat libasa sarfedilmez.Þâyet bu ikinci hizmetkâr,cebine konulan kâðýdý okumayýp,belki evvelki hizmetçiye bakýp, bütün parayý bir dükkâncýya bir kat libas için verip, hem o kumaþýn en çürüðünden ve arkadaþýnýn libasýndan elli derece aþaðý bir libas alsa, elbette o hâdim nihâyet derecede ahmaklýk etmiþ olacaðý için þiddetle tâzip ve hiddetle te'dip edilecektir. Ey nefsim ve ey arkadaþým! Aklýnýzý baþýnýza toplayýnýz. Sermâye-i ömür ve istidâd-ý hayâtýnýzý hayvan gibi, belki hayvandan çok daha aþaðý bir derecede þu hayât-ý fâniye ve lezzet-i maddiyeye sarfetmeyiniz. Yoksa; sermâyece en âlâ hayvandan elli derece yüksek olduðunuz halde, en ednâsýndan elli deerece aþaðý düþersiniz. Ey gafil nefsim! Senin hayâtýnýn gâyesini ve hayatýnýn mahiyetini hem hayatýnýn sûretini, hem hayatýnýn sýrr-ý hakîkatýný, hem hayâtýnýn kemâl-i saaadetini bir derece anlamak istersen, bak: Senin hayatýnýn gayelerinin icmâli dokuz emirdir:

 

Birincisi þudur ki: Senin vücudunda konulan duygular terâzileriyle, Rahmet-i Ýlâhiyye'nin hazînelerinde iddihar edilen ni'metleri tartmaktýr ve küllî þükretmektir.

 

Ýkincisi: Senin fýtratýnda vaz'edilen cihâzâtýn anahtarlarýyle Esmâ-ý Kudsiyye-i Ýlâhiyyenin gizli definelerini açmaktýr, Zât-ý Akdes'i o esmâ ile tanýmaktýr. Üçüncüsü: Þu teþhirgâh-ý dünyada, mahlûkat nazarýnda, Esmâ-ý Ýlâhiyyenin sana taktýklarý garib san'atlarýný ve lâtif cilvelerini bilerek hayâtýnla teþhir ve izhâr etmektir.

 

Dördüncüsü: Lisân-ý hâl ve kalinle Hâlikýnýn dergâh-ý Rubûbiyyetine ubûdiyyetini ilân etmektir.

 

(Sh»Tls:22)

 

eþincisi: Nasýl bir asker, pâdiþahýndan aldýðý türlü türlü niþanlarý, resmî vakitlerde takýp pâdiþahýn nazarýnda görünmekle onun iltifâtât-ý âsârýný gösterdiði gibi, sen dahi Esmâ-ý Ýlâhiyyenin cilvelerinin sana verdikleri letâif-i insâniyye murassaâtýyle bilerek süslenip o Þâhid-i Ezelî'nin nazar-ý þuhud ve iþhâdýna görünmektir.

 

Altýncýsý: Zevilhayat olanlarýn tezâhürat-ý hayatiyye denilen, Hâlýklarýna tahiyyatlarý; ve rumûzat-ý hayatiyye denilen, Sani'lerine tesbihatlarý ve gayât-ý hayatiyye denilen, Vâhib'ül hayât'a arz-ý ubûdiyyetlerini bilerek müþâhede etmek, tefekkür ile görüp þehâdetle göstermektir.

 

Yedincisi: Senin hayatýna verilen cüz'î ilim ve kudret ve irâde gibi sýfat ve hallerinden küçük nümûnelerini vâhid-i kýyâsî ittihaz ile Hâlýk-ý Zülcelâl'in sýfât-ý mutlakasýný ve þuûn-u mukaddesesini o ölçüler ile bilmektir. Meselâ sen; cüz'î iktidarýn ve cüz''i ilmin ve cüz'î irâden ile bu haneyi muntazam yaptýðýndan, þu kasr-ý âlemin senin hanenden büyüklüðü derecesinde, þu âlemin ustasýný o nisbette Kadîr, Alîm, Hakîm, Müdebbir bilmek lâzýmdýr.

 

Sekizincisi: Þu âlemdeki mevcûdâtýn herbiri kendine mahsus bir dil ile Hâlýkýnýn vahdâniyyetine ve Sâniinin Rubûbiyyetine dâir mânevî sözlerini fehmetmektir.

 

Dokuzuncusu: Acz ve za'fýn, fakr ve ihtiyacýn ölçüsüyle kudret-i Ýlâhiyye ve Gýnâ-yý Rabbâniyenin derecât-ý tecelliyâtýný anlamaktýr.Nasýlki, açlýðýn dereceleri nisbetinde ve ihtiyâcýn envâý miktârýnca taamýn lezzeti ve derecâtý ve çeþitleri anlaþýlýr.Onun gibi sende, nihayetsiz aczin ve fakrýnla, nihayetsiz kudret ve gýnâ-yý Ýlâhiyyenin derecâtýný fehmetmelisin. Ýþte senin hayâtýnýn gâyeleri, icmâlen bunlar gibi emirlerdir. Þimdi kendi hayatýnýn mahiyetine bak ki, o mâhiyetinin icmâli þudur: Esmâ-i Ýlâhiyyeye âit garâibin fihristesi... hem þuûn ve sýfât-ý Ýlâhiyyenin bir mikyasý.. hem kâinattaki âlemlerin bir mîzaný..hem bu âlem-i kebîrin bir listesi..hem þu kâinatýn bir haritasý..hem þu kitab-ý ekberin bir fezlekesi..hem kudretin gizli defînelerini açacak bir anahtar külçesi.. hem mevcûdâta serpilen ve evkata takýlan kemâlâtýnýn bir ahsen-i takvîmidir.Ýþte mahiyet-i hayatýn bunlar gibi emirlerdir. Þimdi senin hayatýnýn sûreti ve tarz-ý vazifesi þudur ki: Hayatýn, bir kelime-i mektûbedir. Kalem-i Kudretle yazýlmýþ hikmetnüma

 

(Sh»Tls:23)

 

bir sözdür.

 

Görünüp ve iþitilip Esmâ-i Hüsnâya delâlet eder.Ýþte hayatýnýn sûreti bu gibi emirlerdir. Þimdi hayatýnýn sýrr-ý hakikatý þudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyyete, âyineliktir. Yâni bütün âleme tecelli eden esmânýn nokta-i mihrâkiyyesi hükmünde bir câmiiyyetle Zât-ý Ehad-i Samed'e âyineliktir. Þimdi hayatýnýn saadet içindeki kemali ise: Senin hayatýnýn âyinesinde temessül eden Þems-i Ezelî'nin envârýný hissedip sevmektir.Zîþuur olarak ona þevk göstermektir.Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir.Kalbin göz bebeðinde aks-i nurunu yerleþtirmektir.Ýþte bu sýrdandýr ki, seni âlâ-yý illiyyîne çýkaran bir Hadîs-i Kudsî'nin meâl-i þerîfi olan: من نكنجم در سموات وزَمين * اَز عَجَب كُنجَم بقلب مؤمنون denilmiþtir.

 

Ýþte ey nefsim! Hayatýnýn böyle ulvî gayâta müteveccih olduðu ve þöyle kýymetli hazîneleri câmi' olduðu halde,hiç akýl ve insâfa lâyýk mýdýr ki: Hiç-ender hiç olan muvakkat huzûzât-ý nefsâniyyeye,geçici lezâiz-i dünyeviyyeye sarfedip zâyi edersin!Eðer zâyi etmemek istersen geçen temsil ve hakikata remzeden

 

وَالشَّمْسِ وَضُحَيحاَ* والقَمَرِ اِذَاتلَيهَا *والنَّهَارِ اِذَاجَلَّيها * واليلِ اِذَا يَغْشَيها* والسَّماءِ وما بنيها * والارضِ وما طَحيها* وَ نَفْسٍ وَما سَوَّيها * فاَلْهَمَها فُجُورَها وتقْوايها* قَدْ اَفْلَهاَ مَنْ زَكَّيها * وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسَّيها *

 

sûresindeki kasem ve cevâb-ý kasemi düþünüp amel et.

 

اللهمَّ صَلِّ وسَلِّم عَلَى شَمْسِ سَمَاءِ الرِّساَلَةِ وَقَمَرِ بٌرْجِ النُّبُوَّةِ وَاَصْحابِهِ نُجُومِ الهِدَايَةِ وارحَمْنا وارحَمِ المؤْمنِينَ والمُؤمِناتِ امِّينَ اَمِّينَ اَمِّينَ

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...