Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Nur Cesmesi


Webmaster

Empfohlene Beiträge

Asâ-yý Musa' dan akan bir

NUR ÇEÞMESÝ

 

 

--- sh:»(Nç:5)  -----

Tamirci Atom Bombasýndan Bir Nümune

Nur Talebeleri tarafýndan soruldu ki: Nur Risalelerinde denilmiþ: "Küfr-ü mutlakýn dehþetli tahribatýna karþý tamirci bir atom bombasý Risale-i Nur'dur." Bunun bir nümunesini isteriz.

Elcevab: Asâ-yý Musa mecmualarý; hususan bir nümunesi Altýncý, Yedinci, Sekizinci Mes'eleler ve Sekizinci ve Onbirinci Hüccet-i Ýmaniye ki; en derin bir feylesofla bir çocuk, onlardan en derin hakikatý anlayabilir ve vehim ve vesveseleri býrakmaz.

Said Nursî

* * *

--- sh:»(Nç:6)  --------------------------------------------------------------------------------------------

Altýncý Mes'ele

Risale-i Nur'un çok yerlerinde izahý ve kat'î hadsiz hüccetleri bulunan iman-ý billah rüknünün binler küllî bürhanlarýndan birtek bürhana kýsaca bir iþarettir.

Kastamonu'da lise talebelerinden bir kýsmý yanýma geldiler. "Bize Hâlýkýmýzý tanýttýr, muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar" dediler. Ben dedim: Sizin okuduðunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ý mahsusuyla mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlýký tanýttýrýyorlar. Muallimleri deðil, onlarý dinleyiniz.

Meselâ: Nasýlki mükemmel bir eczahane ki, her kavanozunda hârika ve hassas mizanlarla alýnmýþ hayatdar macunlar ve tiryaklar var. Þübhesiz gayet meharetli ve kimyager ve hakîm bir eczacýyý gösterir. Öyle de, küre-i arz eczahanesinde bulunan dörtyüz bin çeþit nebatat ve hayvanat kavanozlarýndaki zîhayat macunlar ve tiryaklar cihetiyle, bu çarþýdaki eczahaneden ne derece ziyade mükemmel ve büyük olmasý nisbetinde, okuduðunuz fenn-i týp mikyasýyla küre-i arz eczahane-i kübrasýnýn eczacýsý olan Hakîm-i Zülcelal'i hattâ kör gözlere de gösterir, tanýttýrýr.

Hem meselâ: Nasýl bir hârika fabrika ki, binler çeþit çeþit kumaþlarý basit bir maddeden dokuyor. Þeksiz, bir fabrikatörü ve meharetli bir makinisti tanýttýrýr. Öyle de, küre-i arz denilen yüzbinler baþlý, her baþýnda yüzbinler mükemmel fabrika bulunan bu seyyar makine-i Rabbaniye, ne derece bu insan fabrikasýndan büyükse, mükemmelse, o derecede okuduðunuz fenn-i makine mikyasýyla küre-i arzýn ustasýný ve sahibini bildirir ve tanýttýrýr.

--- sh:»(Nç:7)  --------------------------------------------------------------------------------------------

Hem meselâ, nasýlki gayet mükemmel binbir çeþit erzak etrafýndan celbedip içinde muntazaman istif ve ihzar edilmiþ depo ve iaþe anbarý ve dükkân, þeksiz bir fevkalâde iaþe ve erzak mâlikini ve sahibini ve memurunu bildirir. Öyle de, bir senede yirmidört bin senelik bir dairede muntazaman seyahat eden ve yüzbinler ve ayrý ayrý erzak isteyen taifeleri içine alan ve seyahatýyla mevsimlere uðrayýp, baharý bir büyük vagon gibi, binler ayrý ayrý taamlarla doldurarak, kýþta erzaký tükenen bîçare zîhayatlara getiren ve küre-i arz denilen bu Rahmanî iaþe anbarý ve bu sefine-i Sübhaniye ve binbir çeþit cihazatý ve mallarý ve konserve paketleri taþýyan bu depo ve dükkân-ý Rabbanî, ne derece o fabrikadan büyük ve mükemmel ise; okuduðunuz veya okuyacaðýnýz fenn-i iaþe mikyasýyla, o kat'iyyette ve o derecede küre-i arz deposunun sahibini, mutasarrýfýný, müdebbirini, bildirir, tanýttýrýr, sevdirir.

Hem nasýlki: Dörtyüz bin millet içinde bulunan ve her milletin istediði erzaký ayrý ve istimal ettiði silâhý ayrý ve giydiði elbisesi ayrý ve talimatý ayrý ve terhisatý ayrý olan bir ordunun mu'cizekâr bir kumandaný, tek baþýyla bütün o ayrý ayrý milletlerin ayrý ayrý erzaklarýný ve çeþit çeþit eslihalarýný ve elbiselerini ve cihazatlarýný, hiçbirini unutmayarak ve þaþýrmayarak verdiði o acib ordu ve ordugâh, þübhesiz bedahetle o hârika kumandaný gösterir, takdirkârane sevdirir. Aynen öyle de, zemin yüzünün ordugâhýnda ve her baharda yeniden silâh altýna alýnmýþ bir yeni ordu-yu Sübhanîde, nebatat ve hayvanat milletlerinden dörtyüz bin nev'in çeþit çeþit elbise, erzak, esliha, talim, terhisleri gayet mükemmel ve muntazam ve hiç birini unutmayarak ve þaþýrmayarak bir tek kumandan-ý a'zam tarafýndan verilen küre-i arzýn bahar ordugâhý, ne derece mezkûr insan ordu ve ordugâhýndan büyük ve mükemmel ise, sizin okuyacaðýnýz fenn-i askerî mikyasýyla, dikkatli ve aklý baþýnda olanlara o derece küre-i arzýn Hâkimini ve Rabbini ve Müdebbirini ve Kumandan-ý Akdes'ini hayretler ve takdislerle bildirir ve tahmid ve tesbihle sevdirir.

--- sh:»(Nç:8)  --------------------------------------------------------------------------------------------

Hem nasýlki: Bir hârika þehirde milyonlar elektrik lâmbalarý hareket ederek her yeri gezerler, yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzdaki elektrik lâmbalarý ve fabrikasý, þeksiz, bedahetle elektriði idare eden ve seyyar lâmbalarý yapan ve fabrikayý kuran ve iþtial maddelerini getiren bir mu'cizekâr ustayý ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi hayretler ve tebriklerle tanýttýrýr, yaþasýnlar ile sevdirir. Aynen öyle de, bu âlem þehrinde dünya sarayýnýn damýndaki yýldýz lâmbalarý, bir kýsmý -kozmoðrafyanýn dediðine bakýlsa- küre-i arzdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiþ defa sür'atli hareket ettikleri halde, intizamýný bozmuyor, birbirine çarpmýyor, sönmüyor, yanmak maddeleri tükenmiyor. Okuduðunuz kozmoðrafyanýn dediðine göre, küre-i arzdan bir milyon defadan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaþayan ve bir misafirhane-i Rahmaniyede bir lâmba ve soba olan güneþimizin yanmasýnýn devamý için, her gün küre-i arzýn denizleri kadar gazyaðý ve daðlarý kadar kömür veya bin arz kadar odun yýðýnlarý lâzýmdýr ki sönmesin. Ve onu ve onun gibi ulvî yýldýzlarý gazyaðsýz, odunsuz, kömürsüz yandýran ve söndürmeyen ve beraber ve çabuk gezdiren ve birbirine çarptýrmayan bir nihayetsiz kudreti ve saltanatý, ýþýk parmaklarýyla gösteren bu kâinat þehr-i muhteþemindeki dünya sarayýnýn elektrik lâmbalarý ve idareleri ne derece o misalden daha büyük, daha mükemmeldir, o derecede sizin okuduðunuz veya okuyacaðýnýz fenn-i elektrik mikyasýyla bu meþher-i a'zam-ý kâinatýn Sultanýný, Münevvirini, Müdebbirini, Sâniini, o nuranî yýldýzlarý þahid göstererek tanýttýrýr. Tesbihatla, takdisatla sevdirir, perestiþ ettirir.

--- sh:»(Nç:9)  --------------------------------------------------------------------------------------------

Hem meselâ, nasýlki bir kitab bulunsa ki: Bir satýrýnda bir kitab ince yazýlmýþ ve herbir kelimesinde ince kalemle bir sure-i Kur'aniye yazýlmýþ, gayet manidar ve bütün mes'eleleri birbirini teyid eder ve kâtibini ve müellifini fevkalâde meharetli ve iktidarlý gösteren bir acib mecmua, þeksiz, gündüz gibi, kâtib ve musannifini kemalâtýyla, hünerleriyle bildirir, tanýttýrýr. Mâþâallah, Bârekâllah cümleleriyle takdir ettirir. Aynen öyle de, bu kâinat kitab-ý kebiri ki, birtek sahifesi olan zemin yüzünde ve birtek formasý olan baharda, üçyüz bin ayrý ayrý kitablar hükmündeki üçyüz bin nebatî ve hayvanî taifeleri beraber, birbiri içinde, yanlýþsýz hatasýz, karýþtýrmayarak, þaþýrmayarak; mükemmel, muntazam ve bazan aðaç gibi bir kelimede bir kasideyi; ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabýn tamam bir fihristesini yazan bir kalem iþlediðini gözümüzle gördüðümüz bu nihayetsiz manidar ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan þu mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur'an-ý Ekber-i Âlem, mezkûr misaldeki kitabdan ne derece büyük ve mükemmel ve manidar ise, o derecede sizin okuduðunuz fenn-i hikmet-ül eþya ve mektebde bilfiil mübaþeret ettiðiniz fenn-i kýraat ve fenn-i kitabet, geniþ mikyaslarýyla ve dûrbîn gözleriyle bu kitab-ý kâinatýn nakkaþýný, kâtibini hadsiz kemalâtýyla tanýttýrýr. Allahü Ekber cümlesiyle bildirir, Sübhanallah takdisiyle tarif eder, Elhamdülillah senalarýyla sevdirir.

Ýþte bu fenlere kýyasen, yüzer fünundan herbir fen, geniþ mikyasýyla ve hususî âyinesiyle ve dûrbînli gözüyle ve ibretli nazarýyla bu kâinatýn Hâlýk-ý Zülcelal'ini esmasýyla bildirir; sýfâtýný, kemalâtýný tanýttýrýr.

--- sh:»(Nç:10)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ýþte bu muhteþem ve parlak bir bürhan-ý vahdaniyet olan mezkûr hücceti ders vermek içindir ki; Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan çok tekrar ile en ziyade

«Œ²*«ž²!«:ö¬€!«Y´WÅK7!ö«s«V«' öveö¬Œ²*«ž²!«:ö¬€!«Y´WÅK7!öÇÆ«*

âyetleriyle Hâlýkýmýzý bize tanýttýrýyor, diye o mektebli gençlere dedim. Onlar dahi tamamýyla kabul edip tasdik ederek: "Hadsiz þükür olsun Rabbimize ki, tam kudsî ve ayn-ý hakikat bir ders aldýk. Allah senden razý olsun." dediler. Ben de dedim:

Ýnsan binler çeþit elemler ile müteellim ve binler nevi lezzetler ile mütelezziz olacak bir zîhayat makine ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddî, manevî düþmanlarý ve nihayetsiz fakrýyla beraber hadsiz zahirî ve bâtýnî ihtiyaçlarý bulunan ve mütemadiyen zeval ve firak tokatlarýný yiyen bir bîçare mahluk iken, birden iman ve ubudiyetle böyle bir Padiþah-ý Zülcelal'e intisab edip bütün düþmanlarýna karþý bir nokta-i istinad ve bütün hacatýna medar bir nokta-i istimdad bularak, herkes mensub olduðu efendisinin þerefiyle, makamýyla iftihar ettiði gibi, o da böyle nihayetsiz Kadîr ve Rahîm bir padiþaha iman ile intisab etse ve ubudiyetle hizmetine girse ve ecelin i'dam ilânýný kendi hakkýnda terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnetdar ve ne kadar müteþekkirane iftihar edebilir, kýyas ediniz.

--- sh:»(Nç:11)  ------------------------------------------------------------------------------------------

O mektebli gençlere dediðim gibi musibetzede mahpuslara da tekrar ile derim: Onu tanýyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardýr. Onu unutan saraylarda da olsa zindandadýr, bedbahttýr. Hattâ bir bahtiyar mazlum i'dam olunurken bedbaht zalimlere demiþ: "Ben i'dam olmuyorum. Belki terhis ile saadete gidiyorum. Fakat, ben de sizi i'dam-ý ebedî ile mahkûm gördüðümden sizden tam intikamýmý alýyorum." Lâ ilahe illallah diyerek sürur ile teslim-i ruh eder.

­v[¬U«E²7!ö­v[¬V«Q²7!ö«a²9«!ö«tÅ9¬!ö@«X«B²WÅV«2ö@«8öެ!ö@«X«7ö«v²V¬2ö«žö«t«9@«E²A­,

* * *

--- sh:»(Nç:12)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Yedinci Mes'ele

(Denizli Hapsinde bir Cuma gününün meyvesidir.)

¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"

­Æ«h²5«!ö«x­;ö²:«!ö¬h«M«A²7!ö¬d²W«V«6öެ!ö¬^«2@ÅK7!ö­h²8«!ö@«8«:

¯?«G¬&!«:ö¯j²S«X«6öެ!ö²v­U­C²Q«"ö«ž«:ö²v­U­T²V«'ö@«8

@«Z¬#²x«8ö«G²Q«"ö«Œ²*«ž²!ö]¬[²E­

°h

Bir zaman Kastamonu'da "Hâlýkýmýzý bize tanýttýr" diyen lise talebelerine sâbýk Altýncý Mes'ele'de mekteb fünununun dilleriyle verdiðim dersi, Denizli Hapishanesinde benimle temas edebilen mahpuslar okudular. Tam bir kanaat-ý imaniye aldýklarýndan âhirete bir iþtiyak hissedip, "Bize âhiretimizi de tam bildir. Tâ ki nefsimiz ve zamanýn þeytanlarý bizi yoldan çýkarmasýn, daha böyle hapislere sokmasýn." dediler. Ve Denizli Hapsindeki Risale-i Nur þakirdlerinin ve sâbýkan Altýncý Mes'ele'yi okuyanlarýn arzularý ile âhiret rüknünün dahi bir hülâsasýnýn beyaný lâzým geldi. Ben de Risale-i Nur'dan bir kýsacýk hülâsa ile derim:

--- sh:»(Nç:13)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Nasýlki Altýncý Mes'ele'de biz Hâlýkýmýzý arzdan, semavattan sorduk; onlar fenlerin dilleri ile güneþ gibi Hâlýkýmýzý bize tanýttýrdýlar. Aynen biz de, âhiretimizi baþta o bildiðimiz Rabbimizden, sonra Peygamberimizden, sonra Kur'anýmýzdan, sonra sair peygamberler ve mukaddes kitablardan, sonra melaikelerden, sonra kâinattan soracaðýz. Ýþte birinci mertebede âhireti Allah'tan soruyoruz. O da bütün gönderdiði elçileriyle ve fermanlarýyla ve bütün isimleriyle ve sýfatlarýyla "Evet âhiret vardýr ve sizi oraya sevkediyorum." ferman ediyor. Onuncu Söz, oniki parlak ve kat'î hakikatlar ile bir kýsým isimlerin âhirete dair cevablarýný isbat ve izah eylemiþ. Burada, o izaha iktifaen gayet kýsa bir iþaret ederiz.

Evet madem hiçbir saltanat yoktur ki, o saltanata itaat edenlere mükâfatý ve isyan edenlere mücazatý bulunmasýn. Elbette rububiyet-i mutlaka mertebesinde bir saltanat-ý sermediyenin, o saltanata iman ile intisab ve taat ile fermanlarýna teslim olanlara mükâfatý ve o izzetli saltanatý küfür ve isyanla inkâr edenlere de mücazatý; o rahmet ve cemale, o izzet ve celale lâyýk bir tarzda olacak diye "Rabb-ül Âlemîn" ve "Sultan-üd Deyyan" isimleri cevab veriyorlar.

Hem madem güneþ gibi, gündüz gibi, zemin yüzünde bir umumî rahmet ve ihatalý bir þefkat ve kerem gözümüzle görüyoruz. Meselâ o rahmet, her baharda umum aðaçlarý ve meyveli nebatlarý Cennet hurileri gibi giydirip, süslendirip, ellerine her çeþit meyveleri verip bizlere uzatýp "Haydi alýnýz, yeyiniz" dediði gibi; bir zehirli sineðin eliyle bizlere þifalý, tatlý balý yedirdiði ve elsiz bir böceðin eliyle en yumuþak ipeði bizlere giydirdiði gibi, bir avuç kadar küçücük çekirdeklerde, tohumcuklarda binler batman taamlarý bizim için saklayan ve ihtiyat zahîresi olarak o küçücük depolarda yerleþtiren bir rahmet, bir þefkat, elbette hiç þübhe olamaz ki; bu derece nazeninane beslediði bu sevimli ve minnetdarlarý ve perestiþkârlarý olan mü'min insanlarý i'dam etmez. Belki onlarý daha parlak rahmetlere mazhar etmek için, hayat-ý dünyeviye vazifesinden terhis eder diye "Rahîm" ve "Kerim" isimleri sualimize cevab veriyorlar; "El-Cennetü Hakkun" diyorlar.

--- sh:»(Nç:14)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki: Umum mahluklarda ve zemin yüzünde öyle bir hikmet eli iþliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle iþler dönüyor ki, akl-ý beþer onun fevkinde düþünemiyor. Meselâ: Ýnsanýn bin cihazatýna takýlan hikmetlerinden yalnýz bir küçük çekirdek kadar kuvve-i hâfýzasýnda bütün tarihçe-i hayatýný ve ona temas eden hadsiz hâdisatý o kuvvecikte yazýp, onu bir kütübhane hükmüne getirip ve insanýn haþirde muhakemesi için neþir olacak olan defter-i a'malinin bir küçük senedi olarak her vakit hatýrlatmak sýrrý ile her insanýn eline vererek dimaðýnýn cebine koyan bir ezelî hikmet ve bütün masnuatta gayet hassas mizanlar ile a'zalarýný yerleþtiren, mikroptan gergedana, sinekten simurga kuþuna, bir çiçekli nebattan milyarlar, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeðine kadar, israfsýz ölçülerle bir tenasüb, bir müvazene, bir intizam ve bir cemal içinde masnuatý bir hüsn-ü san'at yapan ve her zîhayatýn hukuk-u hayatýný kemal-i mizanla veren; iyiliklere güzel neticeler ve fenalýklara fena neticeler verdiren ve Âdem zamanýndan beri tâgi ve zalim kavimlere vurduðu tokatlarla kendini pek kuvvetli ihsas ettiren bir adalet-i sermediye, elbette ve hiç þübhe getirmez ki: Güneþ gündüzsüz olmadýðý gibi; o hikmet-i ezeliye, o adalet-i sermediye âhiretsiz olmazlar ve ölümde en zalimlerin ve en mazlumlarýn bir tarzda gitmelerindeki akibetsiz bir dehþetli haksýzlýða, adaletsizliðe ve hikmetsizliðe hiçbir veçhile müsaade etmezler diye "Hakîm" ve "Hakem" ve "Adl" ve "Âdil" isimleri bizim sualimize kat'î cevab veriyorlar.

--- sh:»(Nç:15)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Hem madem bütün zîhayat mahluklarýn elleri yetiþmediði ve iktidarlarý dairesinde olmayan bütün hacatlarýný, bütün fýtrî matlablarýný bir nevi dua bulunan istidad-ý fýtrî ve ihtiyac-ý zarurî dilleriyle istedikleri vakitte, gayet rahîm ve iþitici ve þefkatli bir dest-i gaybî tarafýndan verildiðinden ve ihtiyarî olan daavat-ý insaniyenin, hususan havaslarýn ve nebilerin dualarýnýn on adedden altý-yedisi hilaf-ý âdet makbul olmasýndan kat'î anlaþýlýyor ki: Her dertlinin âhýný, her muhtacýn duasýný iþiten ve dinleyen bir Semî' ve Mücîb perde arkasýnda var, bakar ki; en küçük bir zîhayatýn en küçük bir ihtiyacýný görür ve en gizli bir âhýný iþitir, þefkat eder, fiilen cevab verir, memnun eder. Elbette ve her halde hiçbir þübhe ihtimali kalmaz ki: Mahluklarýn en ehemmiyetlisi olan nev'-i insanýn en ehemmiyetli ve umumî ve umum kâinatý ve umum esma ve sýfât-ý Ýlahiyeyi alâkadar eden beka-i uhreviyeye ait dualarýný içine alan ve nev'-i insanýn güneþleri ve yýldýzlarý ve kumandanlarý olan bütün peygamberleri arkasýna alýp onlara duasýna "âmîn, âmîn" dedirten ve ümmetinden her gün her ferd-i mütedeyyin hiç olmazsa kaç defa ona salavat getirmekle onun duasýna "âmîn, âmîn" diyen ve belki bütün mahlukat o duasýna iþtirak ederek "Evet ya Rabbenâ! Ýstediðini ver, biz de onun istediðini istiyoruz." diyorlar. Bütün bu reddedilmez þerait altýnda beka-i uhrevî ve saadet-i ebediye için Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn -haþrin hadsiz esbab-ý mûcibesinden- yalnýz tek duasý Cennet'in vücuduna ve baharýn icadý kadar kudretine kolay olan âhiretin icadýna kâfi bir sebebdir diye "Mücîb" ve "Semi'" ve "Rahîm" isimleri bizim sualimize cevab veriyorlar.

--- sh:»(Nç:16)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Hem madem gündüz bedahetle güneþi gösterdiði gibi; zemin yüzünde, mevsimlerin tebeddülünde küllî ölmek ve dirilmekte, perde arkasýnda bir mutasarrýf gayet intizamla koca küre-i arzý bir bahçe, belki bir aðaç kolaylýðýnda ve intizamýnda ve azametli baharý bir çiçek sühuletinde ve mizanlý zînetinde ve zemin sahifesinde üçyüz bin haþr u neþrin nümune ve misallerini gösteren üçyüz bin kitab hükmündeki nebatat ve hayvanat taifelerini (onda) yazar, beraber ve birbiri içinde þaþýrmayarak, karýþýk iken karýþtýrmayarak, birbirine benzemekle beraber iltibassýz, sehivsiz, hatasýz, mükemmel, muntazam, manidar yazan bir kalem-i kudret, bu azameti içinde hadsiz bir rahmet, nihayetsiz bir hikmet ile iþlediði gibi; koca kâinatý bir hanesi misillü insana müsahhar ve müzeyyen ve tefriþ etmek ve o insaný halife-i zemin ederek ve dað ve gök ve yer tahammülünden çekindikleri emanet-i kübrayý ona vermesi ve sair zîhayatlara bir derece zabitlik mertebesiyle mükerrem etmesi ve hitabat-ý Sübhaniyesine ve sohbetine müþerref eylemesi ile fevkalâde bir makam verdiði ve bütün semavî fermanlarda ona saadet-i ebediyeyi ve beka-i uhreviyeyi kat'î va'd ü ahdettiði halde, elbette ve hiçbir þübhe olmaz ki: Bahar kadar kudretine kolay gelen dâr-ý saadeti o mükerrem ve müþerref insanlar için açacak ve yapacak ve haþir ve kýyameti getirecek diye Muhyî ve Mümit ve Hayy ve Kayyum ve Kadîr ve Alîm isimleri, Hâlýkýmýzdan sormamýza cevab veriyorlar.

--- sh:»(Nç:17)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Evet her baharda bütün aðaçlarý ve otlarýn köklerini aynen ihya ve nebatî ve hayvanî üçyüz bin nevi haþrin ve neþrin nümunelerini icad eden bir kudret, Muhammed ve Musa Aleyhimessalâtü Vesselâmlarýn herbirinin ümmetinin geçirdiði bin senelik zaman, karþý karþýya hayalen getirilip bakýlsa, haþrin ve neþrin bin misalini ve bin delilini iki bin baharda (1) gösterdiði görülecek. Ve böyle bir kudretten haþr-i cismanîyi uzak görmek, bin derece körlük ve akýlsýzlýktýr.

Hem madem nev'-i beþerin en meþhurlarý olan yüzyirmidört bin peygamberler ittifak ile saadet-i ebediyeyi ve beka-yý uhrevîyi Cenab-ý Hakk'ýn binler va'd ü ahidlerine istinaden ilân edip mu'cizeleriyle doðru olduklarýný isbat ettikleri gibi, hadsiz ehl-i velayet, keþf ile ve zevk ile ayný hakikata imza basýyorlar. Elbette o hakikat güneþ gibi zahir olur, þübhe eden divane olur. Evet bir fende ve bir san'atta mütehassýs bir-iki zâtýn o fen ve o san'ata ait hükümleri ve fikirleri, onda ihtisasý olmayan bin adamýn, -hattâ baþka fenlerde âlim ve ehl-i ihtisas da olsalar- muhalif fikirlerini hükümden ýskat ettikleri gibi; bir mes'elede, meselâ ramazan hilâlini yevm-i þekte isbat etmek ve "Süt konservelerine benzeyen ceviz-i hindî bahçesi rûy-i zeminde var" diye dava etmekte iki isbat edici, bin inkâr edici ve nefyedicilere galebe edip davayý kazanýyorlar. Çünki isbat eden yalnýz bir ceviz-i hindîyi veyahut yerini gösterse kolayca davayý kazanýr. Onu nefy ve inkâr eden, bütün rûy-i zemini aramak, taramakla hiçbir yerde bulunmadýðýný göstermekle davasýný isbat edebildiði gibi; Cennet'i ve dâr-ý saadeti ihbar ve isbat eden yalnýz bir izini, sinemada gibi keþfen bir gölgesini, bir tereþþuhunu göstermekle davayý kazandýðý halde; onu nefy ve inkâr eden, bütün kâinatý ve ezelden ebede kadar zamanlarý görmek ve göstermekle ancak inkârýný ve nefyini isbat ile davayý kazanabilir. Ve bu ehemmiyetli sýrdandýr ki; hususî bir yere bakmayan ve imanî hakikatlar gibi umum kâinata bakan nefyler, inkârlar (zâtýnda muhal olmamak þartýyla) isbat edilmez diye ehl-i tahkik ittifak edip bir düstur-u esasî kabul etmiþler.

(1): Sâbýk herbir bahar; kýyameti kopmuþ, ölmüþ ve karþýsýndaki bahar, onun haþri hükmündedir.

--- sh:»(Nç:18)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ýþte bu kat'î hakikata binaen binler feylesoflarýn muhalif fikirleri, böyle imanî mes'elelerde birtek muhbir-i sadýka karþý hiçbir þübhe hattâ vesvese vermemek lâzým iken, yüzyirmi bin isbat edici ehl-i ihtisas ve muhbir-i sadýkýn ve hadsiz ve nihayetsiz müsbit ve mütehassýs ehl-i hakikat ve ashab-ý tahkikin ittifak ettikleri erkân-ý imaniyede, aklý gözüne inmiþ, kalbsiz, maneviyattan uzaklaþmýþ, körleþmiþ birkaç feylesofun inkârlarýyla þübheye düþmenin ne kadar ahmaklýk ve divanelik olduðunu kýyas ediniz.

Hem madem gözümüzle, gündüz gibi; hem nefsimizde, hem etrafýmýzda bir rahmet-i âmme ve bir hikmet-i þamile ve bir inayet-i daime müþahede ediyoruz ve dehþetli bir saltanat-ý rububiyet ve dikkatli bir adalet-i âliye ve izzetli icraat-ý celaliyenin âsârýný ve cilvelerini görüyoruz. Hattâ bir aðacýn meyveleri ve çiçekleri sayýsýnca o aðaca hikmetler takan bir hikmet ve herbir insanýn cihazatý ve hissiyatý ve kuvveleri adedince ihsanlarý, in'amlarý ona baðlamýþ bir rahmet ve Kavm-i Nuh ve Hud ve Sâlih Aleyhimüsselâm ve Kavm-i Âd ve Semud ve Firavun gibi âsi milletlere tokat vuran ve en küçük bir zîhayatýn hakkýný muhafaza eden izzetli ve inayetli bir adalet ve

«–Y­%­I²F«#ö²v­B²9«!ö~«)¬!ö¬Œ²*«ž²!ö«w¬8ö®œ«Y²2«(ö²v­6@«2«(ö~«)¬!öÅv­$ö¬˜¬I²8«@¬"ö­Œ²*«ž²!«:ö­š_«WÅK7!ö«•Y­T«#ö²–«!ö¬y¬#@«

âyeti, azametli bir îcaz ile der:

--- sh:»(Nç:19)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Nasýlki iki kýþlada yatan ve duran muti' askerler, bir kumandanýn çaðýrmasýyla silâh baþýna ve vazife baþýna boru sesiyle gelmeleri gibi, aynen öyle de: Bu iki kýþlanýn misalinde ve emre itaatýnda koca semavat ve küre-i arz, Sultan-ý Ezelî'nin askerlerine iki muti' kýþla gibi, ne vakit Hazret-i Ýsrafil Aleyhisselâm'ýn borusuyla o kýþlalarda ölüm ile yatanlar çaðýrýlsa, derhal cesed libaslarýný giyip dýþarý fýrlamalarýný isbat edip gösteren her baharda arz kýþlasý içindekiler, melek-i ra'dýn borusuyla ayný vaziyeti göstermesiyle nihayetsiz azameti anlaþýlan bir saltanat-ý rububiyet; elbette ve elbette ve her halde ve hiç þübhe getirmez ki, -Onuncu Söz'de isbatýna binaen- o rahmet ve hikmet ve inayet ve adalet ve saltanat-ý sermediyenin gayet kat'î istedikleri dâr-ý âhiret ve daire-i haþr ü neþrin açýlmamasýyla o nihayetsiz cemal-i rahmet nihayetsiz bir çirkin merhametsizliðe inkýlab etmesi ve o hadsiz kemal-i hikmet, hadsiz kusurlu abesiyete ve faydasýz israfata dönmesi ve o gayet þirin inayet, gayet acý ihanetlere deðiþmesi ve o gayet mizanlý ve hakkaniyetli adalet, gayet þiddetli zulümlere kalbolmasý ve o gayet derecede haþmetli ve kuvvetli saltanat-ý sermediye sukut etmesi ve haþrin gelmemesiyle bütün haþmeti kaybolmasý ve kemalât-ý rububiyeti acz ve kusur ile lekedar olmasý, hiçbir cihet-i imkâný yok; hiçbir akýl ihtimal vermez, yüz muhal içinde birden bulunur, daire-i imkân haricinde bâtýl ve mümteni'dir. Çünki nazenin ve nazdar beslediði ve akýl ve kalb gibi cihazatla saadet-i ebediyeye ve âhirette beka-i daimîye iþtiyak hissini verdiði halde onu ebedî i'dam etmek, ne kadar gadirli bir merhametsizlik ve onun yalnýz dimaðýna yüzer hikmetler ve faydalar taktýðý halde onu dirilmemek üzere bütün cihazatýný ve binler faideleri bulunan istidadatýný akibetsiz bir ölümle faidesiz, neticesiz, hikmetsiz bütün bütün israf etmek ne derece hilaf-ý hikmet ve binler va'd ü ahidlerini yerine getirmemek ile -hâþâ- aczini ve cehlini göstermek, ne kadar o haþmet-i saltanata ve o kemal-i rububiyete zýddýr, her zîþuur anlar. Bunlara kýyasen, inayet ve adaleti tatbik eyle.

--- sh:»(Nç:20)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ýþte Hâlýkýmýzdan sorduðumuz âhirete dair sualimize Rahman ve Hakîm ve Adl ve Kerim ve Hâkim isimleri mezkûr hakikatle cevab veriyorlar, þeksiz þübhesiz, güneþ gibi âhireti isbat ediyorlar.

Hem madem biz gözümüzle görüyoruz: Öyle ihatalý ve azametli bir hafîziyet hükmeder ki, zîhayat herþeyin ve her hâdisenin çok suretlerini ve gördüðü fýtrî vazifesinin defterini ve esma-i Ýlahiyeye karþý lisan-ý hal ile tesbihatýna dair sahife-i a'malini misalî levhalarda ve çekirdeklerinde ve tohumcuklarýnda ve levh-i mahfuzun nümunecikleri olan kuva-yý hâfýzalarýnda ve bilhassa insanýn dimaðýndaki pek büyük ve pek küçük kütübhanesi olan kuvve-i hâfýzasýnda ve sair maddî ve manevî in'ikas âyinelerinde kaydeder, yazdýrýr; zabtederek muhafaza altýna alýr. Sonra mevsimi geldikçe bütün o manevî yazýlarý maddî bir tarzda da gözümüze gösterip milyonlarla misaller ve deliller ve nümuneler kuvvetiyle ²€«h¬L­9ö­r­EÇM7!ö!«)¬!«: âyetindeki en acib bir hakikat-ý haþriyeyi, kudretin bir çiçeði olan her bahar, kendi çiçek-i ekberinde milyarlar dil ile kâinata ilân eder. Ve baþta nev'-i insan olarak bütün zîhayatlar ve bütün eþya, fenaya düþmek ve ademe sukut etmek ve hiçlikte mahvolmak ve baþta nev'-i beþer olarak zîhayatlar i'dam edilmek için yaratýlmamýþlar. Belki bekaya terakki ile ve devama tasaffi ile ve sermedî vazifeye istidadýyla girmek için halk olunduklarýný gayet kuvvetli isbat eder.

--- sh:»(Nç:21)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Evet her baharda müþahede ediyoruz ki: Güz mevsimi kýyametinde vefat eden hadsiz nebatat, bahar haþrinde herbir aðaç, herbir kök, herbir çekirdek, herbir tohum ²€«h¬L­9ö­r­EÇM7!ö!«)¬!«:öâyetini okuyup bir manasýný, bir ferdini kendi diliyle, geçmiþ senelerde gördüðü vazifenin misalleriyle tefsir ederek o azametli hafîziyete þehadet eder. ­w¬0@«A²7!«:ö­h¬;@ÅP7!«:ö­h¬'žÀ²!«:ö­ÄÅ:«ž²!ö«x­; âyetindeki dört muazzam hakikatlarý her þeyde gösterip hafîziyeti a'zamî derecede ve haþri bahar kolaylýðýnda ve kat'iyyetinde bizlere ders verir. Evet bu dört ismin cilveleri, en cüz'îden en küllîye kadar cereyan ederler. Meselâ: Nasýlki bu aðacýn menþei olan bir çekirdek ­ÄÅ:«ž²!«öismine mazhariyetle o aðacýn gayet mükemmel proðramýný ve icadýnýn noksansýz cihazatýný ve teþekkülünün bütün þeraitini câmi' bir kutucuktur ki; hafîziyetin azametini isbat eder.

--- sh:»(Nç:22)  ------------------------------------------------------------------------------------------

­h¬'žÀ²!«:öismine mazhar olan meyvesi ise, çekirdekleriyle o aðacýn iþlediði bütün fýtrî vazifelerinin fihristesini ve amellerinin listesini ve hayat-ý sâniyesinin düsturlarýný ihtiva eden bir sandukçadýr ki, a'zamî derecede hafîziyete þehadet eder.

­h¬;@ÅP7!«:öismine mazhar olan o aðacýn suret-i cismaniyesi ise, öyle tenasüblü ve san'atlý ve süslü bir hulle, bir libas ve ayrý ayrý nakýþlar ve zînetler ve yaldýzlý niþanlar ile tezyin edilmiþ; güya yetmiþ renkli bir huri elbisesidir ki, hafîziyet içinde azamet-i kudret ve kemal-i hikmet ve cemal-i rahmeti gözlere gösterir.

­w¬0@«A²7!«:öismine âyine olan o aðacýn içindeki makinesi ise, öyle muntazam ve mükemmel ve mu'cizatlý bir fabrika, bir tezgâh, bir kimyahane ve hiçbir dalý ve meyveyi ve yapraðý gýdasýz býrakmayan mizanlý bir kazan-ý erzaktýr ki; hafîziyet içinde kemal-i kudret ve adalet ve cemal-i rahmet ve hikmeti güneþ gibi isbat eder.

Aynen öyle de, küre-i arz, senevî mevsimler cihetinde bir aðaçtýr. Ýsm-i Evvel cilvesiyle güz mevsiminde hafîziyete emanet edilen bütün tohumlar ve çekirdekler, bahar çarþafýný giyen zemin yüzünün milyarlar dal, budak, meyve veren ve çiçek açan aðacýnýn teþkilâtýna dair Ýlahî emirlerin mecmuacýklarý ve kaderden gelen düsturlarýn listeleri ve geçen yazýn iþlediði vazifelerin küçücük sahife-i amelleri ve defter-i hidematýdýr ki, bilbedahe bir Hafîz-i Zülcelali Vel'ikram'ýn hadsiz kudret, adalet, hikmet, rahmet ile iþ gördüðünü gösteriyor.

--- sh:»(Nç:23)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ve senevî zemin aðacýnýn âhiri ise, ikinci güzde o aðacýn gördüðü bütün vazifelerini ve esma-i Ýlahiyeye karþý ettiði bütün fýtrî tesbihatlarýný ve gelecek bahar haþrinde neþir olabilen bütün sahaif-i a'mallerini, zerrecik ve küçücük kutucuklarýn içine koyup, Hafîz-i Zülcelal'in dest-i hikmetine teslim eder. ­h¬'žÀ²!ö«x­;öismini hadsiz dillerle kâinat yüzünde okur.

Ve bu aðacýn zahiri ise, haþrin üçyüz bin misallerini ve emarelerini gösteren üçyüz bin küllî ve çeþit çeþit çiçekler açýp hadsiz rahmaniyet ve rezzakýyet ve rahîmiyet ve kerimiyet sofralarýný sererek zîhayatlara ziyafetler vermekle ­h¬;@ÅP7!ö«x­;öismini meyveleri, çiçekleri, taamlarý sayýsýnca lisanlarýyla zikredip medh ü sena eder, gündüz gibi ²€«h¬L­9ö­r­EÇM7!ö!«)¬!«:ö hakikatýný gösterir.

Bu haþmetli aðacýn bâtýný ise, hadsiz ve hesaba gelmez muntazam makineleri ve mizanlý fabrikalarý kemal-i dikkat ve intizamla iþlettiren öyle bir kazan ve tezgâhtýr ki, bir dirhemden bin batman taamlarý piþirir, açlara yetiþtirir. Ve öyle bir mizan ve dikkatle iþler ki, zerre kadar tesadüfün karýþmasýna bir yer býrakmýyor. ­w¬0@«A²7!ö«x­;öismini zeminin iç yüzüyle yüzbin dil ile tesbih eden bazý melaike gibi yüzbin tarzlarda ilân edip isbat eder.

--- sh:»(Nç:24)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Hem arz, senevî hayatý haysiyetiyle bir aðaç olduðu ve o dört isim içinde hafîziyeti ve onunla haþir kapýsýna bir anahtar yaptýðý gibi, aynen öyle de, dehrî ve dünya hayatý cihetiyle yine meyveleri âhiret pazarýna gönderilen bir muntazam aðaçtýr. Ve o dört isme öyle bir mazhar, bir âyine ve âhirete giden bir yol açar ki, geniþliðini ihataya ve tabire aklýmýz kâfi gelmiyor. Yalnýz bu kadar deriz: Nasýlki bir saatin saniyeleri ve dakikalarý ve saatleri ve günleri sayan haftalýk saatin milleri birbirine benzer, birbirini isbat eder. Saniyelerin hareketini gören, sair çarklarýn hareketlerini tasdik etmeðe mecbur olur. Aynen öyle de; semavat ve arzýn Hâlýk-ý Zülcelalinin bir saat-ý ekberi olan bu dünyanýn saniyelerini sayan günler ve dakikalarýný hesab eden seneler ve saatlerini gösteren asýrlar ve günlerini bildiren devirler birbirine benzer, birbirini isbat eder. Ve bu gecenin sabahý ve bu kýþýn baharý kat'iyyetinde fâni dünyanýn karanlýklý kýþýnýn bâki bir baharý ve sermedî bir sabahý geleceðini hadsiz emarelerle haber verir diye, Hafîz ismi ile ­w¬0@«A²7!«:ö­h¬;@ÅP7!«:ö­h¬'žÀ²!«:ö­ÄÅ:«ž²!ö«x­; isimleri, biz Hâlýkýmýzdan sorduðumuz haþir mes'elesine, mezkûr hakikatla cevab veriyorlar.

--- sh:»(Nç:25)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Hem madem gözümüzle görüyoruz ve aklýmýzla anlýyoruz ki; insan þu kâinat aðacýnýn en son ve en cem'iyetli meyvesi ve hakikat-ý Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi ve kâinat Kur'anýnýn âyet-i kübrasý ve ism-i a'zamý taþýyan âyet-ül kürsisi ve kâinat sarayýnýn en mükerrem misafiri ve o saraydaki sair sekenelerde tasarrufa me'zun en faal memuru ve kâinat þehrinin zemin mahallesinin bahçesinde ve tarlasýnda, vâridat ve sarfiyatýna ve zer' ve ekilmesine nezarete memur ve yüzer fenler ve binler san'atlarla techiz edilmiþ en gürültülü ve mes'uliyetli nâzýrý ve kâinat ülkesinin arz memleketinde, Padiþah-ý Ezel ve Ebed'in gayet dikkat altýnda bir müfettiþi, bir nevi halife-i arzý ve cüz'î ve küllî harekâtý kaydedilen bir mutasarrýfý ve sema ve arz ve cibalin kaldýrmasýndan çekindikleri emanet-i kübrayý omuzuna alan ve önüne iki acib yol açýlan, bir yolda zîhayatýn en bedbahtý ve diðerinde en bahtiyarý, çok geniþ bir ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî ve kâinat sultanýnýn ism-i a'zamýna mazhar ve bütün esmasýna en câmi' bir âyinesi ve hitabat-ý Sübhaniyesine ve konuþmalarýna en anlayýþlý bir muhatab-ý hassý ve kâinatýn zîhayatlarý içinde en ziyade ihtiyaçlýsý ve hadsiz fakrýyla ve aczi ile beraber hadsiz maksadlarý ve arzularý ve nihayetsiz düþmanlarý ve onu inciten zararlý þeyleri bulunan bir bîçare zîhayatý ve istidadca en zengini ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi ve lezzetleri dehþetli elemlerle âlûde ve bekaya en ziyade müþtak ve muhtaç ve en çok lâyýk ve müstehak ve devamý ve saadet-i ebediyeyi hadsiz dualarla isteyen ve yalvaran ve bütün dünya lezzetleri ona verilse, onun bekaya karþý arzusunu tatmin etmeyen ve ona ihsanlar eden zâtý perestiþ derecesinde seven ve sevdiren ve sevilen çok hârika bir mu'cize-i kudret-i Samedaniye ve bir acube-i hilkat ve kâinatý içine alan ve ebede gitmek için yaratýldýðýna bütün cihazat-ý insaniyesi þehadet eden.. böyle yirmi küllî hakikatlar ile Cenab-ý Hakk'ýn Hak ismine baðlanan ve en küçük zîhayatýn en cüz'î ihtiyacýný gören ve niyazýný iþiten ve fiilen cevab veren Hafîz-i Zülcelal'in, Hafîz ismiyle mütemadiyen amelleri kaydedilen ve kâinatý alâkadar edecek ef'alleri o ismin kâtibîn-i kiramlarýyla yazýlan ve her þeyden ziyade o ismin nazar-ý dikkatine mazhar bulunan bu insanlar, elbette ve elbette ve her halde ve hiçbir þübhe getirmez ki; bu yirmi hakikatýn hükmüyle, insanlar için bir haþr ü neþr olacak ve Hak ismiyle evvelki hizmetlerinin mükâfatýný ve kusuratýnýn mücazatýný çekecek. Ve Hafîz ismiyle cüz'î-küllî kayd altýna alýnan her amelinden muhasebe ve sorguya çekilecek. Ve dâr-ý bekada saadet-i ebediye ziyafetgâhýnýn ve þekavet-i daime hapishanesinin kapýlarý açýlacak. Ve bu âlemde çok taifelere kumandanlýk yapan ve karýþan ve bazan karýþtýran bir zabit, topraða girip her amelinden sual olunmamak ve uyandýrýlmamak üzere yatýp saklanmayacaktýr.

--- sh:»(Nç:26)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Yoksa sineðin sesini iþitip hakk-ý hayatýný vermekle fiilen cevab verdiði halde, gök gürültüsü kuvvetinde bekaya ait hadsiz hukuk-u insaniyenin, mezkûr yirmi hakikatlar lisanlarý ile edilen ve arþý ve ferþi çýnlatan dualarýný iþitmemek ve o hadsiz hukuku zayi' etmek ve sinek kanadýnýn intizamý þehadetiyle sinek kanadý kadar israf etmeyen bir hikmet, bütün o hakikatlarýn baðlandýklarý insanî istidadatý ve ebede uzanan emelleri ve arzularý ve o istidad ve arzularý besleyen kâinatýn pek çok rabýtalarýný ve hakikatlarýný bütün bütün israf etmek öyle bir haksýzlýktýr ve imkân haricinde ve zalimane bir çirkinliktir ki; Hak ve Hafîz ve Hakîm ve Cemil ve Rahîm isimlerine þehadet eden bütün mevcudat onu reddeder. Yüz derece muhal ve bin vecihle mümteni'dir derler. Ýþte biz Hâlýkýmýzdan haþre dair sorduðumuz suale, Hak, Hafîz, Hakîm, Cemil, Rahîm isimleri cevab verip derler: "Biz, hak ve hakikat olduðumuz gibi ve hem bize þehadet eden mevcudatýn tahakkuku misillü, haþir haktýr ve muhakkaktýr."

Hem madem.. daha yazacaktým, fakat güneþ gibi malûm olmasýndan kýsa kestim. Ýþte geçmiþ misallerde ve mademlerdeki maddelere kýyasen, Cenab-ý Hakk'ýn yüz, belki bin esmasýnýn kâinata bakan isimlerinin herbirisi, nasýlki mevcudattaki âyine ve cilveleriyle müsemmasýný bedahetle isbat eder. Aynen öyle de; haþri ve dâr-ý âhireti de gösterirler ve kat'iyyetle isbat ederler.

Hem nasýl Hâlýkýmýzdan sorduðumuz sualimize, o Rabbimiz bütün fermanlarýyla ve nâzil ettiði bütün kitablarýyla ve müsemma olduðu ekser isimleriyle bize kudsî ve kat'î cevab veriyor. Aynen öyle de, melaikeleriyle ve onlarýn diliyle daha baþka bir tarzda dedirir:

--- sh:»(Nç:27)  ------------------------------------------------------------------------------------------

"Sizin zaman-ý Âdem'den beri hem ruhanîlerle, hem bizimle görüþmenizin yüzer tevatür kuvvetinde hâdiseleri var ve bizim ve ruhanîlerin vücudlarýna ve ubudiyetlerine delalet eden hadsiz emare ve deliller var. Ve biz âhiret salonlarýnda ve bazý dairelerinde gezdiðimizi, birbirimize mutabýk olarak sizin kumandanlarýnýz ile görüþtüðümüz zaman söylemiþiz ve daima da söylüyoruz. Elbette bu gezdiðimiz bâki ve mükemmel salonlar ve bu salonlarýn arkalarýnda tefriþ ve tezyin edilmiþ olan saraylar ve menziller, hiç þübhemiz yoktur ki, gayet ehemmiyetli misafirleri o yerlerde iskân etmek üzere bekliyorlar. Size kat'î beyan ediyoruz." diye sualimize cevab veriyorlar.

Hem madem Hâlýkýmýz, bize en büyük muallim ve en mükemmel üstad ve þaþýrmaz ve þaþýrtmaz en doðru rehber olarak Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ý tayin etmiþ. Ve en son elçi olarak göndermiþ. Biz dahi, ilmelyakîn mertebesinden aynelyakîn ve hakkalyakîn mertebelerine terakki ve tekemmül etmek üzere herþeyden evvel bu üstadýmýzdan, Hâlýkýmýzdan sorduðumuz suali sormaklýðýmýz lâzým geliyor. Çünki o zât, Hâlýkýmýz tarfýndan herbiri birer niþane-i tasdik olan bin mu'cizatýyla, Kur'anýn bir mu'cizesi olarak Kur'anýn hak ve kelâmullah olduðunu isbat ettiði gibi; Kur'an dahi, kýrk nevi i'caz ile, o zâtýn bir mu'cizesi olup, onun doðru ve resulullah olduðunu isbat ederek ikisi beraber, biri âlem-i þehadet lisaný -bütün hayatýnda bütün enbiya ve evliyanýn tasdikleri altýnda- diðeri âlem-i gayb lisaný -bütün semavî fermanlarýn ve kâinat hakikatlarýnýn tasdikleri içinde- binler âyâtýyla iddia ve isbat ettikleri hakikat-ý haþriye elbette güneþ ve gündüz gibi bir kat'iyyettedir.

--- sh:»(Nç:28)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Evet haþir gibi, en acib ve en dehþetli ve tavr-ý aklýn haricinde bir mes'ele, ancak ve ancak böyle hârika iki üstadýn dersleriyle halledilir, anlaþýlýr.

Eski zaman peygamberleri ümmetlerine Kur'an gibi izahat vermediklerinin sebebi, o devirler beþerin bedeviyet ve tufuliyet devri olmasýdýr. Ýbtidaî derslerde izah az olur.

Elhasýl: Madem Cenab-ý Hakk'ýn ekser isimleri âhireti iktiza edip isterler. Elbette o isimlere delalet eden bütün hüccetler, bir cihette âhiretin tahakkukuna dahi delalet ederler. Ve madem melaikeler âhiretin ve âlem-i bekanýn dairelerini gördüklerini haber veriyorlar. Elbette melaike ve ruhlarýn ve ruhaniyatýn vücud ve ubudiyetlerine þehadet eden deliller, dolayýsýyla âhiretin vücuduna dahi delalet ederler. Ve madem Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn bütün hayatýnda vahdaniyetten sonra en daimî davasý ve müddeasý ve esasý âhirettir; elbette o zâtýn nübüvvetine ve sýdkýna delalet eden bütün mu'cizeleri ve hüccetleri, -bir cihette, dolayýsýyla- âhiretin tahakkukuna ve geleceðine þehadet ederler. Ve madem Kur'anýn dörtten birisi haþir ve âhirettir ve bin âyâtýyla onun isbatýna çalýþýr ve onu haber verir. Elbette Kur'anýn hakkaniyetine þehadet ve delalet eden bütün hüccetleri ve delilleri ve bürhanlarý, dolayýsýyla âhiretin vücuduna ve tahakkukuna ve açýlmasýna dahi delalet ve þehadet ederler.

Ýþte bak, bu rükn-ü imanî ne kadar kuvvetli ve kat'î olduðunu gör.

* * *

--- sh:»(Nç:29)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Sekizinci Mes'elenin Bir Hülâsasý

Yedinci'de haþri çok makamattan soracaktýk. Fakat Hâlýkýmýzýn isimleriyle verdiði cevab o derece kuvvetli yakîn ve kanaat verdi ki; daha baþka sorgulara ihtiyaç býrakmadýðýndan orada kýsa kestik. Þimdi bu mes'elede, âhiret imanýnýn, hem âhiretin saadetine, hem dünya saadetine dair temin ettiði faideler ve neticelerinden yüzden biri hülâsa edilecek. Saadet-i uhreviyeye ait kýsmý, Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn izahatý daha hiç bir beyana ihtiyaç býrakmamýþ, onu ona havale ederek ve saadet-i dünyeviyeye ait kýsmý izah cihetini Risale-i Nur'a býrakýp, yalnýz kýsa bir hülâsa ile insanýn hayat-ý þahsiye ve hayat-ý içtimaiyesine ait yüzer neticelerinden üç-dört tanesini beyan ederiz.

Birincisi: Ýnsan, sair hayvanata muhalif olarak, hanesiyle alâkadar olduðu misillü dünya ile alâkadardýr ve akaribiyle münasebetdar olduðu gibi, nev'-i beþer ile de ciddî ve fýtrî münasebetdardýr. Ve dünyada muvakkat bekasýný arzuladýðý gibi bir dâr-ý ebedîde bekasýný, aþk derecesinde arzuluyor. Ve midesinin gýda ihtiyacýný temin etmeðe çalýþtýðý gibi dünya kadar geniþ, belki ebede kadar uzanan sofralarý ve gýdalarý, akýl ve kalb ve ruh ve insaniyet mideleri için tedarik etmeðe fýtraten mecburdur, çabalýyor. Ve öyle arzularý ve matlablarý var ki, ebedî saadetten baþka hiçbir þey onlarý tatmin etmiyor. Hattâ Onuncu Söz'de iþaret edildiði gibi, bir zaman -küçüklüðümde- hayalimden sordum: "Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatý verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliðe düþmesini mi istersin? Yoksa bâki fakat âdi ve meþakkatli bir vücudu mu istersin?" dedim. Baktým, ikincisini arzulayýp birincisinden "ah" çekti. "Cehennem de olsa beka isterim" dedi.

--- sh:»(Nç:30)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ýþte madem mahiyet-i insaniyenin bir hizmetkârý olan kuvve-i hayaliyeyi bu dünya lezzetleri tatmin etmiyor. Elbette gayet câmi' mahiyet-i insaniye, ebediyetle fýtraten alâkadardýr. Ýþte bu hadsiz arzu ve emellere baðlý olduðu halde, sermayesi bir cüz'î cüz-ü ihtiyarî ve fakr-ý mutlak bir insana, âhirete iman ne derece kuvvetli ve kâfi ve vâfi bir hazine, bir medar-ý saadet ve lezzet, bir medar-ý istimdad, bir merci' ve dünyanýn hadsiz gamlarýna karþý bir medar-ý teselli olduðu öyle bir meyve ve faidedir ki; onu kazanmak yolunda dünya hayatýný feda etse, yine ucuzdur.

Ýkinci meyvesi ve hayat-ý þahsiyeye bakan bir faidesi:

Üçüncü Mes'ele'de izah edilen ve Gençlik Rehberi'nde bir haþiye bulunan çok ehemmiyetli bir neticedir.

Evet her insanýn, her zaman düþündüðü en ehemmiyetli endiþesi, mezaristana giren kendi dostlarý ve akrabalarý gibi o i'damhaneye girmek keyfiyetidir. Birtek dostu için, ruhunu feda eden o bîçare insanýn; binler, belki milyonlar, milyarlar dostlarý ebedî bir müfarakat içinde i'dam olmalarýný tevehhüm edip Cehennem azabýndan beter bir elem -o düþünmek ucundan- göründüðü vakit, âhirete iman geldi, gözünü açtýrdý ve perdeyi kaldýrdý. "Bak" dedi. O imanla baktý. Cennet lezzetinden haber veren bir lezzet-i ruhaniyeyi o dostlarý ebedî ölümlerden ve çürümelerden kurtulup mesrurane bir nuranî âlemde onu da bekliyorlar vaziyetinde müþahedesiyle aldý. Risale-i Nur'da bu netice hüccetlerle izahýna iktifaen kýsa kesiyoruz.

--- sh:»(Nç:31)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Hayat-ý þahsiyeye ait üçüncü bir faidesi:

Ýnsanýn sair zîhayatlar üstündeki tefevvuku ve rütbesi ise; yüksek seciyeleri ve cem'iyetli istidadlarý ve küllî ubudiyetleri ve geniþ vücudî daireleri itibariyledir. Halbuki o insan, hem madum, hem ölü, hem karanlýk olan geçmiþ ve gelecek zamanlarýn ortasýnda sýkýþmýþ bir kýsa zaman olan hazýr vaktin mikyasýyla, ölçüsüyle; hamiyeti, muhabbeti, kardeþliði, insaniyeti gibi seciyeler alýr.

Meselâ, eskiden tanýmadýðý ve ayrýldýktan sonra da hiç göremeyeceði babasýný, kardeþini, karýsýný, milletini ve vatanýný sever, hizmet eder. Ve tam sadakata ve ihlasa pek nâdir muvaffak olabilir; o nisbette kemalâtý ve seciyeleri küçülür. Deðil hayvanlarýn en ulvîsi belki baþ aþaðý, akýl cihetiyle en bîçaresi ve aþaðýsý olmak vaziyetine düþeceði sýrada, âhirete iman imdada yetiþir. Mezar gibi dar zamanýný, geçmiþ ve gelecek zamanlarý içine alan, pek geniþ bir zamana çevirir. Ve dünya kadar, belki ezelden ebede kadar bir daire-i vücud gösterir. Babasýný, dâr-ý saadette ve âlem-i ervahta dahi pederlik münasebetiyle ve kardeþini, tâ ebede kadar uhuvvetini düþünmesiyle ve karýsýný Cennet'te dahi en güzel bir refika-i hayatý olduðunu bilmesi haysiyetiyle sever, hürmet eder, merhamet eder, yardým eder. Ve o büyük ve geniþ daire-i hayatta ve vücuddaki münasebetler için olan ehemmiyetli hizmetleri, dünyanýn kýymetsiz iþlerine ve cüz'î garazlarýna ve menfaatlerine âlet etmez. Ciddî sadakata ve samimî ihlasa muvaffak olarak, kemalâtý ve hasletleri, o nisbette -derecesine göre- yükselmeðe baþlar. Ýnsaniyeti teâli eder. Hayat lezzetinde serçe kuþuna yetiþmeyen o insan; bütün hayvanat üstünde, kâinatýn en müntehab ve bahtiyar bir misafiri ve Sahib-i Kâinat'ýn en mahbub ve makbul bir abdi olmasýdýr. Bu netice dahi Risale-i Nur'da hüccetlerle izahýna iktifaen kýsa kesildi.

--- sh:»(Nç:32)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Dördüncü bir faidesi ki, insanýn hayat-ý içtimaiyesine bakýyor:

Risale-i Nur'dan Dokuzuncu Þua'da beyan edilen o neticenin bir hülâsasý þudur:

Nev'-i insanýn dörtten birini teþkil eden çocuklar, âhiret imanýyla insanca yaþayabilirler ve insaniyetin istidadlarýný taþýyabilirler. Yoksa elîm endiþeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarýyla, haylaz bir hayatla yaþayacak. Çünki her vakit etrafýnda onun gibi çocuklarýn ölmesiyle onun nazik dimaðýnda ve ileride uzun arzularý taþýyan zaîf kalbinde ve mukavemetsiz ruhunda öyle bir tesir yapar ki; hayatý ve aklý o bîçareye âlet-i azab ve iþkence edeceði zamanda, âhiret imanýnýn dersiyle, görmemek için oyuncaklar altýnda onlardan saklandýðý o endiþeler yerinde, bir sevinç ve geniþlik hissederek der: "Bu kardeþim veya arkadaþým öldü, Cennet'in bir kuþu oldu. Bizden daha iyi keyfeder, gezer. Ve vâlidem öldü, fakat rahmet-i Ýlahiyeye gitti, yine beni Cennet'te kucaðýna alýp sevecek ve ben de o þefkatli anneciðimi göreceðim." diye insaniyete lâyýk bir tarzda yaþayabilir.

Hem insanýn bir rub'unu teþkil eden ihtiyarlar; yakýnda hayatlarýnýn sönmesine ve topraða girmelerine ve güzel ve sevimli dünyalarýnýn kapanmasýna karþý teselliyi, ancak ve ancak âhiret imanýnda bulabilirler. Yoksa o merhametli muhterem babalar ve fedakâr þefkatli analar, öyle bir vaveylâ-yý ruhî ve bir daðdaða-i kalbî çekeceklerdi ki, dünya onlara me'yusane bir zindan ve hayat iþkenceli bir azab olurdu. Fakat âhiret imaný onlara der: "Merak etmeyiniz, Sizin ebedî bir gençliðiniz var, gelecek ve parlak bir hayat ve nihayetsiz bir ömür sizi bekliyor. Ve zayi' ettiðiniz evlâd ve akrabalarýnýzla sevinçlerle görüþeceksiniz. Ve ettiðiniz bütün iyilikleriniz muhafaza edilmiþ, mükâfatlarýný göreceksiniz." diye, iman-ý âhiret onlara öyle bir teselli ve inþirah verir ki; her birinin yüz ihtiyarlýk birden baþlarýna toplansa onlarý me'yus etmez.

--- sh:»(Nç:33)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Nev'-i insanýn üçten birisini teþkil eden gençler, hevesatlarý galeyanda, hissiyata maðlub, cür'etkâr akýllarýný her vakit baþýna almayan o gençler, âhiret imanýný kaybetseler ve Cehennem azabýný tahattur etmezlerse; hayat-ý içtimaiyede ehl-i namusun malý ve ýrzý ve zaîf ve ihtiyarlarýn rahatý ve haysiyeti tehlikede kalýr. Bazý bir dakika lezzeti için bir mes'ud hanenin saadetini mahveder ve bu gibi hapiste dört-beþ sene azab çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eðer iman-ý âhiret onun imdadýna gelse, çabuk aklýný baþýna alýr. "Gerçi hükûmet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim, fakat Cehennem gibi bir zindaný bulunan bir Padiþah-ý Zülcelal'in melaikeleri beni görüyorlar ve fenalýklarýmý kaydediyorlar. Ben baþýboþ deðilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zaîf olacaðým." diye birden, zulmen tecavüz etmek istediði adamlara karþý bir þefkat, bir hürmet hissetmeye baþlar. Bu mananýn dahi Risale-i Nur'da bürhanlarýyla izahýna iktifaen kýsa kesiyoruz.

Hem nev'-i beþerin ehemmiyetli bir kýsmý, hastalar ve mazlumlar ve bizim gibi musibetzedeler ve fakirler ve aðýr ceza alan mahpuslar; eðer iman-ý âhiret onlarýn imdadýna yetiþmezse, her vakit hastalýðýn ihtarýyla gözü önüne gelen ölüm ve intikamýný alamadýðý ve namusunu elinden kurtaramadýðý zalimin maðrurane ihaneti ve büyük musibetlerde boþuboþuna malýný, evlâdýný kaybetmekle gelen elîm me'yusiyeti ve bir-iki dakika veya bir-iki saat keyif yüzünden beþ-on sene böyle bir hapis azabýný çekmekten gelen kederli sýkýntý, elbette o bîçarelere dünyayý zindan ve hayatý bir iþkenceli azaba çevirir. Eðer âhirete iman imdadlarýna yetiþse, birden onlar nefes alýrlar; sýkýntýlarý, me'yusiyetleri ve endiþeleri ve intikam hiddetleri derece-i imanýna göre kýsmen ve bazan tamamen zâil olur.

--- sh:»(Nç:34)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Hattâ diyebilirim ki: Benim ve bir kýsým kardeþlerimin bu sebebsiz hapsimizde ve dehþetli musibetimizde, eðer iman-ý âhiret yardým etmese idi, bir gün dayanmak ölüm kadar tesir edip bizi hayattan istifa etmeðe sevkedecekti. Fakat hadsiz þükür olsun, benim caným kadar sevdiðim pek çok kardeþlerimin bu musibetten gelen elemlerini de çektiðim ve gözüm kadar sevdiðim binler Risale-i Nur risaleleri ve benim yaldýzlý ve süslü ve çok kýymetdar kitablarýmýn ziya'larý ve aðlamalarýndan teessüflerini çektiðim ve eskiden beri az bir ihaneti ve tahakkümü kaldýramadýðým halde, sizi kasemle temin ederim ki: Ýman-ý bil'âhiret nuru ve kuvveti bana öyle bir sabýr ve tahammül ve teselli ve metanet, belki mücahidane, kârlý bir imtihan dersinde daha büyük mükâfatý kazanmak için bir þevk verdi ki; ben bu risalenin baþýnda dediðim gibi, kendimi Medrese-i Yusufiye ünvanýna lâyýk bir güzel ve hayýrlý medresede biliyorum. Arasýra gelen hastalýklar ve ihtiyarlýktan neþ'et eden titizlikler olmasa idi, mükemmel ve rahat-ý kalb ile derslerime daha ziyade çalýþacaktým. Her ne ise.. bu makam münasebetiyle saded harici girdi, kusura bakýlmasýn.

--- sh:»(Nç:35)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Hem her insanýn küçük bir dünyasý, belki küçük bir cenneti dahi kendi hanesidir. Eðer iman-ý âhiret o hanenin saadetinde hükmetmezse, o aile efradý, herbiri þefkat ve muhabbet ve alâkadarlýðý derecesinde elîm endiþeler ve azablar çeker. O cenneti, cehenneme döner. Veyahut muvakkat eðlenceler ve sefahetlerle aklýný tenvim edip uyutur. Devekuþu gibi avcýyý görür, kaçamýyor, uçamýyor. Baþýný kuma sokar, tâ görünmesin. Baþýný gaflete sokar, tâ ölüm ve zeval ve firak onu görmesin. Divanece, muvakkat, ibtal-i his nev'inden bir çare bulur. Çünki meselâ: Vâlide ruhunu feda ettiði evlâdýný daima tehlikelere maruz gördükçe titrer. Ve pederini ve kardeþini eksik olmayan belalardan kurtaramayan evlâdlar, daim bir keder, bir korkaklýk hisseder. Buna kýyasen, bu daðdaðalý kararsýz hayat-ý dünyeviyede o mes'ud zannedilen aile hayatý çok cihetlerle saadetini kaybeder ve kýsacýk bir hayattaki münasebet ve karabet dahi, hakikî sadakatý ve samimî ihlasý ve garazsýz bir hizmeti ve muhabbeti vermez. Ahlâk o nisbette küçülür, belki sukut eder. Eðer âhirete iman o haneye girse, birden ýþýklandýracak, ortalarýndaki münasebet ve þefkat ve karabet ve muhabbet kýsacýk bir zaman ölçüsüyle deðil, belki dâr-ý âhirette saadet-i ebediyede dahi o münasebetlerin devamý ölçüsüyle samimî hürmet eder, sever, þefkat eder, sadakat eder, kusurlarýna bakmaz gibi ahlâk yükseklenir. Hakikî insaniyet saadeti o hanede baþlar inkiþafa. Bu mana dahi hüccetlerle Risale-i Nur'da beyanýna binaen kýsa kesildi.

--- sh:»(Nç:36)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Hem herbir þehir kendi ahalisine geniþ bir hanedir. Eðer iman-ý âhiret o büyük aile efradýnda hükmetmezse; güzel ahlâkýn esaslarý olan ihlas, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlýk, rýza-yý Ýlahî, sevab-ý uhrevî yerine garaz, menfaat, sahtekârlýk, hodgâmlýk, tasannu, riya, rüþvet, aldatmak gibi haller meydan alýr. Zahirî asayiþ ve insaniyet altýnda, anarþistlik ve vahþet manalarý hükmeder; o hayat-ý þehriye zehirlenir. Çocuklar haylazlýða, gençler sarhoþluða, kavîler zulme, ihtiyarlar aðlamaða baþlarlar.

Buna kýyasen, memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir millî ailenin hanesidir. Eðer iman-ý âhiret bu geniþ hanelerde hükmetse, birden samimî hürmet ve ciddî merhamet ve rüþvetsiz muhabbet ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaþeret ve riyasýz ihsan ve fazilet ve enaniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkiþafa baþlarlar. Çocuklara der: "Cennet var, haylazlýðý býrak." Kur'an dersiyle temkin verir. Gençlere der: "Cehennem var, sarhoþluðu býrak." Aklý baþlarýna getirir. Zalime der: "Þiddetli azab var, tokat yiyeceksin." Adalete baþýný eðdirir. Ýhtiyarlara der: "Senin elinden çýkmýþ bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimî bir uhrevî saadet ve taze, bâki bir gençlik seni bekliyorlar. Onlarý kazanmaða çalýþ." Aðlamasýný gülmeye çevirir. Bunlara kýyasen cüz'î ve küllî herbir taifede hüsn-ü tesirini gösterir, ýþýklandýrýr. Nev'-i beþerin hayat-ý içtimaiyesiyle alâkadar olan içtimaiyyun ve ahlâkiyyunlarýn kulaklarý çýnlasýn! Ýþte iman-ý âhiretin binler faidelerinden iþaret ettiðimiz beþ-altý nümunelerine sairleri kýyas edilse kat'î anlaþýlýr ki; iki cihanýn ve iki hayatýn medar-ý saadeti yalnýz imandýr.

* * *

--- sh:»(Nç:37)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Üçüncü Þua

Münacat

Bu Sekizinci Hüccet-i Ýmaniye; vücub-u vücuda ve vahdaniyete delalet ettiði gibi, hem delail-i kat'iyye ile rububiyetin ihatasýna ve kudretinin azametine delalet eder. Hem hâkimiyetinin ihatasýna ve rahmetinin þümulüne dahi delalet ve isbat eder. Hem kâinatýn bütün eczasýna hikmetinin ihatasýný ve ilminin þümulünü isbat eder.

Elhasýl: Bu Sekizinci Hüccet-i Ýmaniyenin herbir mukaddemesinin sekiz neticesi var. Sekiz mukaddemelerin her birinde, sekiz neticeyi delilleriyle isbat eder ki; bu cihette bu Sekizinci Hüccet-i Ýmaniyede yüksek meziyetler vardýr.

Said Nursî

--- sh:»(Nç:38)  ------------------------------------------------------------------------------------------

 

¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"

«‰@ÅX7!ö­p«S²X«

¬ƒ@«

«–x­V¬T²Q«

Ya Ýlahî ve ya Rabbî! Ben imanýn gözüyle ve Kur'anýn talimiyle ve nuruyla ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn dersiyle ve Ýsm-i Hakîm'in göstermesiyle görüyorum ki: Semavatta hiçbir deveran ve hareket yoktur ki; böyle intizamýyla senin mevcudiyetine iþaret ve delalet etmesin. Ve hiçbir ecram-ý semaviye yoktur ki; sükûtuyla gürültüsüz vazife görerek direksiz durmalarýyla, senin rububiyetine ve vahdetine þehadeti ve iþareti olmasýn. Ve hiçbir yýldýz yoktur ki; mevzun hilkatýyla, muntazam vaziyetiyle ve nuranî tebessümüyle ve bütün yýldýzlara mümaselet ve müþabehet sikkesiyle senin haþmet-i uluhiyetine ve vahdaniyetine iþaret ve þehadette bulunmasýn. Ve oniki seyyareden hiçbir seyyare yýldýz yoktur ki; hikmetli hareketiyle ve itaatli müsahhariyetiyle ve intizamlý vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle senin vücub-u vücuduna þehadet ve saltanat-ý uluhiyetine iþaret etmesin!..

--- sh:»(Nç:39)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Evet gökler; sekeneleriyle, herbiri tek baþýyla þehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasýyla derece-i bedahette, -ey zemin ve gökleri yaratan yaratýcý!- senin vücub-u vücuduna öyle zahir þehadet.. -ve ey zerratý, muntazam mürekkebatýyla tedbirini gören ve idare eden ve bu seyyare yýldýzlarý manzum peykleriyle döndüren, emrine itaat ettiren!- senin vahdetine ve birliðine öyle kuvvetli þehadet ederler ki, göðün yüzünde bulunan yýldýzlar sayýsýnca nurani bürhanlar ve parlak deliller o þehadeti tasdik ederler. Hem bu safi, temiz, güzel gökler; fevkalâde büyük ve fevkalâde sür'atli ecramýyla muntazam bir ordu ve elektrik lâmbalarýyla süslenmiþ bir saltanat donanmasý vaziyetini göstermek cihetiyle, senin rububiyetinin haþmetine ve herþeyi icad eden kudretinin azametine zahir delalet.. ve hadsiz semavatý ihata eden hâkimiyetinin ve herbir zîhayatý kucaðýna alan rahmetinin hadsiz geniþliklerine kuvvetli iþaret.. ve bütün mahlukat-ý semaviyenin bütün iþlerine ve keyfiyetlerine taalluk eden ve avucuna alan, tanzim eden ilminin herþeye ihatasýna ve hikmetinin her iþe þümulüne þübhesiz þehadet ederler. Ve o þehadet ve delalet o kadar zahirdir ki; güya yýldýzlar, þahid olan göklerin þehadet kelimeleri ve tecessüm etmiþ nurani delilleridirler. Hem semavat meydanýnda, denizinde, fezasýndaki yýldýzlar ise; muti' neferler, muntazam sefineler, hârika tayyareler, acaib lâmbalar gibi vaziyetiyle, senin saltanat-ý uluhiyetinin þaþaasýný gösteriyorlar. Ve o ordunun efradýndan bir yýldýz olan güneþimizin seyyarelerinde ve zeminimizdeki vazifelerinin delalet ve ihtarýyla, güneþin sair arkadaþlarý olan yýldýzlarýn bir kýsmý âhiret âlemlerine bakarlar ve vazifesiz deðiller; belki bâki olan âlemlerin güneþleridirler.

--- sh:»(Nç:40)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ey Vâcib-ül Vücud! Ey Vâhid-i Ehad! Bu hârika yýldýzlar, bu acib güneþler, aylar; senin mülkünde, senin semavatýnda, senin emrin ile ve kuvvetin ve kudretin ile ve senin idare ve tedbirin ile teshir ve tanzim ve tavzif edilmiþlerdir. Bütün o ecram-ý ulviye, kendilerini yaratan ve döndüren ve idare eden birtek Hâlýk'a tesbih ederler, tekbir ederler, lisan-ý hal ile "Sübhanallah, Allahü Ekber" derler. Ben dahi onlarýn bütün tesbihatýyla seni takdis ederim.

Ey þiddet-i zuhurundan gizlenmiþ ve ey azamet-i kibriyasýndan ihtifa etmiþ olan Kadîr-i Zülcelal! Ey Kadir-i Mutlak! Kur'an-ý Hakîminin dersiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn talimiyle anladým: Nasýlki gökler, yýldýzlar, senin mevcudiyetine ve vahdetine þehadet ederler.. öyle de; cevv-i sema bulutlarýyla ve þimþekleri ve ra'dlarý ve rüzgârlarýyla ve yaðmurlarýyla, senin vücub-u vücuduna ve vahdetine þehadet ederler.

Evet camid, þuursuz bulut, âb-ý hayat olan yaðmuru, muhtaç olan zîhayatlarýn imdadýna göndermesi, ancak senin rahmetin ve hikmetin iledir. Karýþýk tesadüf karýþamaz. Hem elektriðin en büyüðü bulunan ve fevaid-i tenviriyesine iþaret ederek ondan istifadeye teþvik eden þimþek ise, senin fezadaki kudretini güzelce tenvir eder. Hem yaðmurun gelmesini müjdeleyen ve koca fezayý konuþturan ve tesbihatýnýn gürültüsüyle gökleri çýnlatan ra'dat dahi, lisan-ý kal ile konuþarak seni takdis edip, rububiyetine þehadet eder. Hem zîhayatlarýn yaþamasýna en lüzumlu rýzký ve istifadece en kolayý ve nefesleri vermek, nüfuslarý rahatlandýrmak gibi çok vazifeler ile tavzif edilen rüzgârlar dahi; cevvi âdeta bir hikmete binaen "levh-i mahv ve isbat" ve "yazar, ifade eder, sonra bozar tahtasý" suretine çevirmekle, senin faaliyet-i kudretine iþaret ve senin vücuduna þehadet ettiði gibi, senin merhametinle bulutlardan saðýp zîhayatlara gönderilen rahmet dahi; mevzun, muntazam katreleri kelimeleriyle, senin vüs'at-i rahmetine ve geniþ þefkatine þehadet eder.

--- sh:»(Nç:41)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ey Mutasarrýf-ý Fa'al ve ey Feyyaz-ý Müteâl! Senin vücub-u vücuduna þehadet eden bulut, berk, ra'd, rüzgâr, yaðmur; birer birer þehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasýyla keyfiyetçe birbirinden uzak, mahiyetçe birbirine muhalif olmakla beraber, birlik, beraberlik, birbiri içine girmek ve birbirinin vazifesine yardým etmek haysiyetiyle, senin vahdetine ve birliðine gayet kuvvetli iþaret ederler. Hem koca fezayý mahþer-i acaib yapan ve bazý günlerde birkaç defa doldurup boþaltan rububiyetinin haþmetine ve o geniþ cevvi, yazar deðiþtirir bir levha gibi ve sýkar ve onunla zemin bahçesini sulattýrýr bir sünger gibi tasarruf eden kudretinin azametine ve herbir þeye þümulüne þehadet ettikleri gibi; umum zemine ve bütün mahlukata cevv perdesi altýnda bakan ve idare eden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz geniþliklerine ve herþeye yetiþmelerine delalet eder. Hem fezadaki hava, o kadar hakîmane vazifelerde istihdam ve bulut ve yaðmur, o kadar alîmane faidelerde istimal olunur ki; herþeye ihata eden bir ilim ve herþeye þamil bir hikmet olmazsa, o istimal, o istihdam olamaz.

Ey Fa'alün Limâ Yürid! Cevv-i fezadaki faaliyetinle her vakit bir nümune-i haþir ve kýyamet göstermek, bir saatte yazý kýþa ve kýþý yaza döndürmek, bir âlem getirmek, bir âlem gayba göndermek misillü þuunatta bulunan kudretin; dünyayý âhirete çevirecek ve âhirette þuunat-ý sermediyeyi gösterecek iþaretini veriyor.

Ey Kadîr-i Zülcelal! Cevv-i fezadaki hava, bulut ve yaðmur, berk ve ra'd; senin mülkünde, senin emrin ve havlin ile, senin kuvvet ve kudretinle müsahhar ve vazifedardýrlar. Mahiyetçe birbirinden uzak olan bu feza mahlukatý, gayet sür'atli ve âni emirlere ve çabuk ve acele kumandalara itaat ettiren âmir ve hâkimlerini takdis ederek, rahmetini medh ü sena ederler.

--- sh:»(Nç:42)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ey Arz ve Semavatýn Hâlýk-ý Zülcelali! Senin Kur'an-ý Hakîminin talimiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn dersiyle iman ettim ve bildim ki: Nasýl semavat yýldýzlarýyla ve cevv-i feza müþtemilatýyla senin vücub-u vücuduna ve senin birliðine ve vahdetine þehadet ediyorlar. Öyle de: Arz bütün mahlukatýyla ve ahvaliyle senin mevcudiyetine ve vahdetine, mevcudatý adedince þehadetler ve iþaretler ederler. Evet zeminde hiçbir tahavvül ve aðaç ve hayvanlarýnda her senede urbasýný deðiþtirmek gibi hiçbir tebeddül -cüz'î olsun, küllî olsun- yoktur ki; intizamýyla, senin vücuduna ve vahdetine iþaret etmesin. Hem hiçbir hayvan yoktur ki, za'fiyet ve ihtiyacýnýn derecesine göre verilen rahîmane rýzkýyla ve yaþamasýna lüzumu bulunan cihazatýnýn hakîmane verilmesiyle, senin varlýðýna ve birliðine þehadeti olmasýn. Hem her baharda gözümüz önünde icad edilen nebatat ve hayvanattan hiçbir tanesi yoktur ki, san'at-ý acibesiyle ve latif zînetleriyle ve tam temeyyüzüyle ve intizamýyla ve mevzuniyetiyle seni bildirmesin. Ve zemin yüzünü dolduran ve nebatat ve hayvanat denilen kudretinin hârikalarý ve mu'cizeleri; mahdud ve maddeleri bir ve müteþabih olan yumurta ve yumurtacýklardan ve katrelerden ve habbe ve habbeciklerden ve çekirdeklerden; yanlýþsýz, mükemmel, süslü, alâmet-i farikalý olarak yaratýlýþlarý, Sâni'-i Hakîmlerinin vücuduna ve vahdetine ve hikmetine ve hadsiz kudretine öyle bir þehadettir ki, ziyanýn güneþe þehadetinden daha kuvvetli ve parlaktýr. Hem hava, su, nur, ateþ, toprak gibi hiçbir unsur yoktur ki, þuursuzluklarýyla beraber, þuurkârane, mükemmel vazifeleri görmesiyle, basit ve istilâ edici, intizamsýz, heryere daðýlmakla beraber, gayet muntazam ve mütenevvi meyveleri ve mahsulleri hazine-i gaybdan getirmesiyle, senin birliðine ve varlýðýna þehadeti bulunmasýn.

--- sh:»(Nç:43)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ey Fâtýr-ý Kadîr! Ey Fettah-ý Allâm! Ey Fa'al-i Hallak! Nasýl Arz, bütün sekenesiyle Hâlýkýnýn Vâcib-ül Vücud olduðuna þehadet eder.. öyle de: Senin -ey Vâhid-i Ehad, ey Hannan-ý Mennan, ey Vehhab-ý Rezzak!- vahdetine ve ehadiyetine, yüzündeki sikkesiyle ve sekenesinin yüzlerindeki sikkeleriyle ve birlik ve beraberlik ve birbiri içine girmek ve birbirine yardým etmek ve onlara bakan rububiyet isimlerinin ve fiillerinin bir olmak cihetinde, bedahet derecesinde senin vahdetine ve ehadiyetine þehadet, belki mevcudat adedince þehadetler eder. Hem nasýl zemin bir ordugâh, bir meþher, bir talimgâh vaziyetiyle.. ve nebatat ve hayvanat fýrkalarýnda bulunan dörtyüz bin muhtelif milletlerin ayrý ayrý cihazatlarý muntazaman verilmesiyle, senin rububiyetinin haþmetine ve kudretinin herþeye yetiþmesine delalet eder; öyle de: Hadsiz bütün zîhayatýn ayrý ayrý rýzýklarý, vakti vaktine kuru ve basit bir topraktan, rahîmane, kerimane verilmesi ve hadsiz o efradýn kemal-i müsahhariyetle evamir-i Rabbaniyeye itaatleri, rahmetinin herþeye þümulünü ve hâkimiyetinin herþeye ihatasýný gösteriyor. Hem zeminde deðiþmekte bulunan mahlukat kafilelerinin sevk ü idareleri, mevt ve hayat münavebeleri ve hayvan ve nebatatýn idare ve tedbirleri dahi, herþeye taalluk eden bir ilim ile ve herþeyde hükmeden nihayetsiz bir hikmetle olabilmesi, senin ihata-i ilmine ve hikmetine delalet eder. Hem zeminde kýsa bir zamanda hadsiz vazifeler gören ve hadsiz bir zaman yaþayacak gibi istidad ve manevî cihazat ile techiz edilen ve zemin mevcudatýna tasarruf eden insan için, bu talimgâh-ý dünyada ve bu muvakkat ordugâh-ý zeminde ve bu muvakkat meþherde; bu kadar ehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiz tecelliyat-ý rububiyet, bu hadsiz hitabat-ý Sübhaniye ve bu gayetsiz ihsanat-ý Ýlahiye, elbette ve herhalde bu kýsacýk ve hüzünlü ömre ve bu karýþýk kederli hayata, bu belalý ve fâni dünyaya sýðýþmaz. Belki ancak baþka ve ebedî bir ömür ve bâki bir dâr-ý saadet için olabildiði cihetinden, âlem-i bekada bulunan ihsanat-ý uhreviyeye iþaret, belki þehadet eder.

--- sh:»(Nç:44)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ey Hâlýk-ý Külli Þey! Zeminin bütün mahlukatý, senin mülkünde, senin arzýnda, senin havl ü kuvvetinle ve senin kudretin ve iradetin ile ve ilmin ve hikmetin ile idare olunuyorlar ve müsahhardýrlar. Ve zemin yüzünde faaliyeti müþahede edilen bir rububiyet, öyle ihata ve þümul gösteriyor ve onun idaresi ve tedbiri ve terbiyesi öyle mükemmel ve öyle hassastýr ve her taraftaki icraatý öyle birlik ve beraberlik ve benzemeklik içindedir ki, tecezzi kabul etmeyen bir küll ve inkýsamý imkânsýz bulunan bir küllî hükmünde bir tasarruf, bir rububiyet olduðunu bildiriyor. Hem zemin bütün sekenesiyle beraber, lisan-ý kalden daha zahir hadsiz lisanlarla Hâlýkýný takdis ve tesbih ve nihayetsiz nimetlerinin lisan-ý halleriyle Rezzak-ý Zülcelalinin hamd ve medh ü senasýný ediyorlar.

Ey þiddet-i zuhurundan gizlenmiþ ve ey azamet-i kibriyasýndan istitar etmiþ olan Zât-ý Akdes! Zeminin bütün takdisat ve tesbihatýyla; seni kusurdan, aczden, þerikten takdis ve bütün tahmidat ve senalarýyla sana hamd ve þükrederim.

Ey Rabb-ül Berri Ve-l Bahr! Kur'anýn dersiyle ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn talimiyle anladým ki: Nasýl gökler ve feza ve zemin senin birliðine ve varlýðýna þehadet ederler.. öyle de: Bahrler, nehirler ve çeþmeler ve ýrmaklar, senin vücub-u vücuduna ve vahdetine bedahet derecesinde þehadet ederler. Evet bu dünyamýzýn menba-ý acaib buhar kazanlarý hükmünde olan denizlerde hiçbir mevcud, hattâ hiçbir katre su yoktur ki; vücuduyla, intizamýyla, menfaatýyla ve vaziyetiyle Hâlýkýný bildirmesin. Ve basit bir kumda ve basit bir suda rýzýklarý mükemmel bir surette verilen garib mahluklardan ve hilkatlarý gayet muntazam hayvanat-ý bahriyeden, hususan bir tanesi, bir milyon yumurtacýklarý ile denizleri þenlendiren balýklardan hiç birisi yoktur ki, hilkatýyla ve vazifesiyle ve idare ve iaþesiyle ve tedbir ve terbiyesiyle yaratanýna iþaret ve Rezzakýna þehadet etmesin.

--- sh:»(Nç:45)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Hem denizde kýymetdar, hasiyetli, zînetli cevherlerden hiç birisi yoktur ki, güzel hilkatýyla ve cazibedar fýtratýyla ve menfaatli hasiyetiyle seni tanýmasýn, bildirmesin. Evet onlar birer birer þehadet ettikleri gibi; heyet-i mecmuasýyla, beraberlik ve birbiri içinde karýþmak ve sikke-i hilkatte birlik ve icadça gayet kolay ve efradça gayet çokluk noktalarýndan, senin vahdetine þehadet ettikleri gibi; arzý, topraðýyla beraber bu küre-i arzý kuþatan muhit denizlerini muallakta durdurmak ve dökmeden ve daðýtmadan güneþin etrafýnda gezdirmek ve topraðý istila ettirmemek ve basit kumundan ve suyundan, mütenevvi ve muntazam hayvanatýný ve cevherlerini halketmek ve erzak ve sair umûrlarýný küllî ve tam bir surette idare etmek ve tedbirlerini görmek ve yüzünde bulunmak lâzým gelen hadsiz cenazelerinden hiçbirisi bulunmamak noktalarýndan, senin varlýðýna ve Vâcib-ül Vücud olduðuna mevcudatý adedince iþaretler ederek þehadet eder. Ve senin saltanat-ý rububiyetinin haþmetine ve herþeye muhit olan kudretinin azametine pek zahir delalet ettikleri gibi, göklerin fevkindeki gayet büyük ve muntazam yýldýzlardan, tâ denizlerin dibinde bulunan gayet küçücük ve intizamla iaþe edilen balýklara kadar herþeye yetiþen ve hükmeden rahmetinin ve hâkimiyetinin hadsiz geniþliklerine delalet.. ve intizamatýyla ve faideleriyle ve hikmetleriyle ve mizan ve mevzuniyetleriyle, senin herþeye muhit ilmine ve herþeye þamil hikmetine iþaret ederler. Ve senin bu misafirhane-i dünyada yolcular için böyle rahmet havuzlarýn bulunmasý ve insanýn seyr ü seyahatýna ve gemisine ve istifadesine müsahhar olmasý iþaret eder ki; yolda yapýlmýþ bir handa, bir gece misafirlerine bu kadar deniz hediyeleriyle ikram eden zât, elbette makarr-ý saltanat-ý ebediyesinde öyle ebedî rahmet denizleri bulundurmuþ ki, bunlar onlarýn fâni ve küçük nümuneleridirler. Ýþte denizlerin böyle gayet hârika bir tarzda arzýn etrafýnda vaziyet-i acibesiyle bulunmasý ve denizlerin mahlukatý dahi, gayet muntazam idare ve terbiye edilmesi bilbedahe gösterir ki; yalnýz senin kuvvetin ve kudretin ile ve senin irade ve tedbirin ile, senin mülkünde, senin emrine müsahhardýrlar. Ve lisan-ý halleriyle Hâlýkýný takdis edip "Allahü Ekber" derler.

--- sh:»(Nç:46)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ey daðlarý zemin sefinesine hazineli direkler yapan Kadîr-i Zülcelal! Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn talimiyle ve Kur'an-ý Hakîminin dersiyle anladým ki, nasýl denizler acaibleriyle seni tanýyorlar ve tanýttýrýyorlar.. öyle de: Daðlar dahi, zelzele tesiratýndan zeminin sükûnetine ve içindeki dâhilî inkýlabat fýrtýnalarýndan sükûtuna ve denizlerin istilasýndan kurtulmasýna ve havanýn gazat-ý muzýrradan tasfiyesine ve suyun muhafaza ve iddiharlarýna ve zîhayatlara lâzým olan madenlerin hazinedarlýðýna ettiði hizmetleriyle ve hikmetleriyle seni tanýyorlar ve tanýttýrýyorlar. Evet daðlardaki taþlarýn enva'ýndan ve muhtelif hastalýklara ilâç olan maddelerin aksamýndan ve zîhayata, hususan insanlara çok lâzým ve çok mütenevvi olan madeniyatýn ecnasýndan ve daðlarý, sahralarý çiçekleriyle süslendiren ve meyveleriyle þenlendiren nebatatýn esnafýndan hiçbirisi yoktur ki; tesadüfe havalesi mümkün olmayan hikmetleriyle, intizamýyla, hüsn-ü hilkatýyla, faideleriyle.. hususan madeniyatýn tuz, limontuzu, sulfato ve þap gibi sureten birbirine benzemekle beraber tadlarýnýn þiddet-i muhalefetiyle.. ve bilhassa nebatatýn basit bir topraktan çeþit çeþit enva'larýyla, ayrý ayrý çiçek ve meyveleriyle, nihayetsiz Kadîr nihayetsiz Hakîm, nihayetsiz Rahîm ve Kerim bir Sâniin vücub-u vücuduna bedahetle þehadet ettikleri gibi; heyet-i mecmuasýndaki vahdet-i idare ve vahdet-i tedbir ve menþe' ve mesken ve hilkat ve san'atça beraberlik ve birlik ve ucuzluk ve kolaylýk ve çokluk ve yapýlmakta çabukluk noktalarýndan, o Sâniin vahdetine ve ehadiyetine þehadet ederler.

--- sh:»(Nç:47)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Hem nasýlki daðlarýn yüzünde ve karnýndaki masnu'lar, zeminin her tarafýnda, herbir nevi ayný zamanda, ayný tarzda, yanlýþsýz, gayet mükemmel ve çabuk yapýlmalarý ve bir iþ bir iþe mani olmadan, sair neviler ile beraber karýþýk iken, karýþtýrmaksýzýn icadlarý; senin rububiyetinin haþmetine ve hiçbir þey ona aðýr gelmeyen kudretinin azametine delalet eder; öyle de: Zeminin yüzündeki bütün zîhayat mahluklarýn hadsiz hacetlerini, hattâ mütenevvi hastalýklarýný, hattâ muhtelif zevklerini ve ayrý ayrý iþtihalarýný tatmin edecek bir surette, daðlarýn yüzlerini ve içlerini muntazam eþcar ve nebatat ve madeniyatla doldurmak ve muhtaçlara teshir etmek cihetiyle, senin rahmetinin hadsiz geniþliðine ve hâkimiyetinin nihayetsiz vüs'atine delalet.. ve toprak tabakatý içinde, gizli ve karanlýk ve karýþýk bulunduðu halde; bilerek, görerek, þaþýrmayarak, intizamla, hacetlere göre ihzar edilmeleriyle, senin herþeye taalluk eden ilminin ihatasýna ve herbir þeyi tanzim eden hikmetinin bütün eþyaya þümulüne ve ilâçlarýn ihzaratý ve madenî maddelerin iddiharatýyla rububiyetinin rahîmane ve kerimane olan tedabirinin mehasinine ve inayetinin ihtiyatlý letaifine pek zahir bir surette iþaret ve delalet ederler.

Hem bu dünya hanýnda misafir yolcular için, koca daðlarý levazýmatlarýna ve istikbaldeki ihtiyaçlarýna muntazam ihtiyat deposu ve cihazat anbarý ve hayata lüzumu olan çok definelerin mükemmel mahzeni olmak cihetinde iþaret, belki delalet, belki þehadet eder ki; bu kadar kerim ve misafirperver ve bu kadar hakîm ve þefkatperver ve bu kadar kadîr ve rububiyetperver bir Sâniin, elbette ve herhalde, çok sevdiði o misafirleri için, ebedî bir âlemde, ebedî ihsanatýnýn ebedî hazineleri vardýr. Buradaki daðlara bedel, orada yýldýzlar o vazifeyi görürler.

Ey Kadir-i Külli Þey! Daðlar ve içindeki mahluklar senin mülkünde ve senin kuvvet ve kudretinle ve ilim ve hikmetinle müsahhar ve müddehardýrlar. Onlarý bu tarzda tavzif ve teshir eden Hâlýkýný takdis ve tesbih ederler.

--- sh:»(Nç:48)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ey Hâlýk-ý Rahman ve ey Rabb-i Rahîm! Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn talimiyle ve Kur'an-ý Hakîminin dersiyle anladým: Nasýlki sema ve feza ve arz ve deniz ve dað, müþtemilât ve mahluklarýyla beraber seni tanýyorlar ve tanýttýrýyorlar.. öyle de: Zemindeki bütün aðaç ve nebatat, yapraklarý ve çiçekleri ve meyveleriyle, seni bedahet derecesinde tanýttýrýyorlar ve tanýyorlar. Ve umum eþcarýn ve nebatatýn cezbedarane hareket-i zikriyede bulunan yapraklarýndan ve zînetleriyle Sâniinin isimlerini tavsif ve tarif eden çiçeklerinden ve letafet ve cilve-i merhametinden tebessüm eden meyvelerinden herbirisi, tesadüfe havalesi hiçbir cihet-i imkâný olmayan hârika san'at içindeki nizam ve nizam içindeki mizan ve mizan içindeki zînet ve zînet içindeki nakýþlar ve nakýþlar içindeki güzel ve ayrý ayrý kokular ve kokular içindeki meyvelerin muhtelif tatlarýyla, nihayetsiz Rahîm ve Kerim bir Sâniin vücub-u vücuduna bedahet derecesinde þehadet ettikleri gibi, heyet-i mecmuasýyla, bütün zemin yüzünde birlik ve beraberlik, birbirine benzemeklik ve sikke-i hilkatte müþabehet ve tedbir ve idarede münasebet ve onlara taalluk eden icad fiilleri ve Rabbanî isimlerde muvafakat ve o yüzbin enva'ýn hadsiz efradlarýný birbiri içinde þaþýrmayarak birden idareleri gibi noktalarýyla, o Vâcib-ül Vücud Sâniin bilbedahe vahdetine ve ehadiyetine dahi þehadet ederler. Hem nasýlki onlar senin vücub-u vücuduna ve vahdetine þehadet ediyorlar.. öyle de; rûy-i zeminde dört yüz bin milletlerden teþekkül eden zîhayat ordusundaki hadsiz efradýn yüzbinler tarzda iaþe ve idareleri; þaþýrmayarak, karýþtýrmayarak mükemmel yapýlmasýyla, senin rububiyetinin vahdaniyetteki haþmetine ve bir baharý bir çiçek kadar kolay icad eden kudretinin azametine ve herþeye taallukuna delalet ettikleri gibi, koca zeminin her tarafýnda, hadsiz hayvanatýna ve insanlara, hadsiz taamlarýn çeþit çeþit aksamýný ihzar eden rahmetinin hadsiz geniþliðine.. ve o hadsiz iþler ve in'amlar ve idareler ve iaþeler ve icraatlar kemal-i intizamla cereyanlarý ve herþey hattâ zerreler o emirlere ve icraata itaat ve müsahhariyetleriyle, hâkimiyetinin hadsiz vüs'atine kat'î delalet etmekle beraber o aðaçlarýn ve nebatlarýn ve herbir yaprak ve çiçek ve meyve ve kök ve dal ve budak gibi herbirisinin herbir þeyini, herbir iþini bilerek, görerek, faidelere, maslahatlara, hikmetlere göre yapýlmakla, senin ilminin her þeye ihatasýna ve hikmetinin herþeye þümulüne pek zahir bir surette delalet ve hadsiz parmaklarýyla iþaret ederler.

--- sh:»(Nç:49)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ve senin gayet kemaldeki cemal-i san'atýna ve nihayet cemaldeki kemal-i nimetine hadsiz dilleriyle sena ve medhederler. Hem bu muvakkat handa ve fâni misafirhanede ve kýsa bir zamanda ve az bir ömürde, eþcar ve nebatatýn elleriyle, bu kadar kýymetdar ihsanlar ve nimetler ve bu kadar fevkalâde masraflar ve ikramlar iþaret belki þehadet eder ki: Misafirlerine burada böyle merhametler yapan kudretli, keremkâr Zât-ý Rahîm, bütün ettiði masrafý ve ihsaný, kendini sevdirmek ve tanýttýrmak neticesinin aksiyle, yani bütün mahlukat tarafýndan "Bize tattýrdý, fakat yedirmeden bizi i'dam etti" dememek ve dedirmemek ve saltanat-ý uluhiyetini iskat etmemek ve nihayetsiz rahmetini inkâr etmemek ve ettirmemek ve bütün müþtak dostlarýný mahrumiyet cihetinde düþmanlara çevirmemek noktalarýndan, elbette ve her halde ebedî bir âlemde, ebedî bir memlekette, ebedî býrakacaðý abdlerine, ebedî rahmet hazinelerinden, ebedî Cennetlerinde, ebedî ve Cennet'e lâyýk bir surette meyvedar eþcar ve çiçekli nebatlar ihzar etmiþtir. Buradakiler ise, müþterilere göstermek için nümunelerdir.

Hem aðaçlar ve nebatlar, umumen yaprak ve çiçek ve meyvelerinin kelimeleriyle seni takdis ve tesbih ve tahmid ettikleri gibi, o kelimelerden herbirisi dahi ayrýca seni takdis eder. Hususan meyvelerin bedi' bir surette, etleri çok muhtelif, san'atlarý çok acib, çekirdekleri çok hârika olarak yapýlarak o yemek tablalarýný aðaçlarýn ellerine verip ve nebatlarýn baþlarýna koyarak zîhayat misafirlerine göndermek cihetinde, lisan-ý hal olan tesbihatlarý, zuhurca lisan-ý kal derecesine çýkar. Bütün onlar senin mülkünde, senin kuvvet ve kudretinle, senin irade ve ihsanatýnla, senin rahmet ve hikmetinle müsahhardýrlar ve senin herbir emrine muti'dirler.

--- sh:»(Nç:50)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ey þiddet-i zuhurundan gizlenmiþ ve ey kibriya-yý azametinden tesettür etmiþ olan Sâni'-i Hakîm ve Hâlýk-ý Rahîm! Bütün eþcar ve nebatatýn, bütün yaprak ve çiçek ve meyvelerin dilleriyle ve adediyle; seni kusurdan, aczden, þerikten takdis ederek hamd ü sena ederim.

Ey Fâtýr-ý Kadîr! Ey Müdebbir-i Hakîm! Ey Mürebbi-i Rahîm! Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn talimiyle ve Kur'an-ý Hakîm'in dersiyle anladým ve iman ettim ki; nasýl nebatat ve eþcar seni tanýyorlar, senin sýfât-ý kudsiyeni ve esma-i hüsnaný bildiriyorlar.. öyle de: Zîhayatlardan ruhlu kýsmý olan insan ve hayvanattan hiçbirisi yoktur ki; cisminde gayet muntazam saatler gibi iþleyen ve iþlettirilen dâhilî ve haricî âzalarýyla ve bedeninde gayet ince bir nizam ve gayet hassas bir mizan ve gayet mühim faideler ile yerleþtirilen âlât ve duygularýyla ve cesedinde gayet san'atlý bir yapýlýþ ve gayet hikmetli bir tefriþ ve gayet dikkatli bir müvazene içinde konulan cihazat-ý bedeniyesiyle, senin vücub-u vücuduna ve sýfatlarýnýn tahakkukuna þehadet etmesin. Çünki bu kadar basirane nazik san'at ve þuurkârane ince hikmet ve müdebbirane tam müvazeneye, elbette kör kuvvet ve þuursuz tabiat ve serseri tesadüf karýþamazlar ve onlarýn iþi olamaz ve mümkün deðildir. Ve kendi kendine teþekkül edip öyle olmasý ise, yüz derece muhal içinde muhaldir. Çünki o halde herbir zerresi; herbir þeyini ve cesedinin teþekkülünü, belki dünyada alâkadar olduðu herþeyini bilecek, görecek, yapabilecek âdeta ilah gibi ihatalý bir ilim ve kudreti bulunacak. Sonra teþkil-i cesed ona havale edilir ve kendi kendine oluyor denilebilir. Ve heyet-i mecmuasýndaki vahdet-i tedbir ve vahdet-i idare ve vahdet-i nev'iye ve vahdet-i cinsiye ve umumun yüzlerinde göz, kulak, aðýz gibi noktalarda ittifak cihetinde müþahede edilen sikke-i fýtratta birlik ve herbir nev'in efradý sîmalarýnda görülen sikke-i hikmette ittihad ve iaþede ve icadda beraberlik ve birbirinin içinde bulunmak gibi keyfiyetlerinden hiçbirisi yoktur ki, senin vahdetine kat'î þehadette bulunmasýn! Ve herbir ferdinde, kâinata bakan bütün isimlerin cilveleri bulunmakla, vâhidiyet içinde senin ehadiyetine iþareti olmasýn.

--- sh:»(Nç:51)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Hem nasýlki insan ile beraber hayvanatýn, zeminin bütün yüzünde yayýlan yüzbin enva'ý, muntazam bir ordu gibi teçhiz ve talimat ve itaat ve müsahhariyetle ve en küçükten tâ en büyüðe kadar, rububiyetin emirleri intizamla cereyanlarýyla o rububiyetinin derece-i haþmetine ve gayet çoklukla beraber gayet kýymetli ve gayet mükemmel olmakla beraber gayet çabuk yapýlmalarý ve gayet san'atlý olmakla beraber gayet kolay yapýlýþlarýyla kudretinin derece-i azametine delalet ettikleri gibi; þarktan garba, þimalden cenuba kadar yayýlan mikroptan tâ gergedana kadar, en küçücük sinekten tâ en büyük kuþa kadar bütün onlarýn rýzýklarýný yetiþtiren rahmetinin hadsiz vüs'atine ve herbiri emirber nefer gibi vazife-i fýtriyesini yapmak ve zemin yüzü her baharda, güz mevsiminde terhis edilenler yerinde yeniden taht-ý silâha alýnmýþ bir orduya ordugâh olmak cihetiyle, hâkimiyetinin nihayetsiz geniþliðine kat'î delalet ederler. Hem nasýlki hayvanattan herbirisi, kâinatýn bir küçük nüshasý ve bir misal-i musaggarý hükmünde gayet derin bir ilim ve gayet dakik bir hikmetle, karýþýk eczalarý karýþtýrmayarak ve bütün hayvanlarýn ayrý ayrý suretlerini þaþýrmayarak, hatasýz, sehivsiz, noksansýz yapýlmalarýyla, ilminin herþeye ihatasýna ve hikmetinin herþeye þümulüne, adedlerince iþaretler ederler; öyle de: Herbiri birer mu'cize-i san'at ve birer hârika-i hikmet olacak kadar san'atlý ve güzel yapýlmasýyla, çok sevdiðin ve teþhirini istediðin san'at-ý Rabbaniyenin kemal-i hüsnüne ve gayet derecede güzelliðine iþaret ve herbirisi, hususan yavrular gayet nazdar, nazenin bir surette beslenmeleriyle ve heveslerinin ve arzularýnýn tatmini cihetiyle, senin inayetinin gayet þirin cemaline hadsiz iþaretler ederler.

--- sh:»(Nç:52)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ey Rahmanürrahîm! Ey Sadýk-ul Va'd-il Emin! Ey Mâlik-i Yevmiddin! Senin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmýnýn talimiyle ve Kur'an-ý Hakîminin irþadýyla anladým ki: Madem kâinatýn en müntehab neticesi hayattýr.. ve hayatýn en müntehab hülâsasý ruhtur.. ve zîruhun en müntehab kýsmý zîþuurdur.. ve zîþuurun en câmii insandýr.. ve bütün kâinat ise, hayata müsahhardýr ve onun için çalýþýyor.. ve zîhayatlar, zîruhlara müsahhardýr, onlar için dünyaya gönderiliyorlar.. ve zîruhlar, insanlara müsahhardýr, onlara yardým ediyorlar.. ve insanlar fýtraten Hâlýkýný pek ciddî severler ve Hâlýklarý onlarý hem sever, hem kendini onlara her vesile ile sevdirir.. ve insanýn istidadý ve cihazat-ý maneviyesi, baþka bir bâki âleme ve ebedî bir hayata bakýyor.. ve insanýn kalbi ve þuuru, bütün kuvvetiyle beka istiyor.. ve lisaný, hadsiz dualarýyla beka için Hâlýkýna yalvarýyor; elbette ve herhalde, o çok seven ve sevilen ve mahbub ve muhib olan insanlarý dirilmemek üzere öldürmekle, ebedî bir muhabbet için yaratmýþ iken, ebedî bir adavetle gücendirmek olamaz ve kabil deðildir. Belki baþka bir ebedî âlemde mes'udane yaþamasý hikmetiyle, bu dünyada çalýþmak ve onu kazanmak için gönderilmiþtir. Ve insana tecelli eden isimlerin, bu fâni ve kýsa hayattaki cilveleriyle âlem-i bekada onlarýn âyinesi olan insanlarýn, ebedî cilvelerine mazhar olacaklarýna iþaret ederler.

Evet, ebedînin sadýk dostu, ebedî olacak. Ve Bâki'nin âyine-i zîþuuru, bâki olmak lâzým gelir.

Hayvanlarýn ruhlarý bâki kalacaðýný ve Hüdhüd-ü Süleymanî (A.S.) ve Neml'i ve Naka-i Sâlih (A.S.) ve Kelb-i Ashab-ý Kehf gibi bazý efrad-ý mahsusa; hem ruhu, hem cesediyle bâki âleme gideceði ve herbir nev'in arasýra istimal için birtek cesedi bulunacaðý rivayet-i sahihadan anlaþýlmakla beraber; hikmet ve hakikat, hem rahmet ve rububiyet öyle iktiza ederler.

--- sh:»(Nç:53)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ey Kadîr-i Kayyum! Bütün zîhayat, zîruh, zîþuur senin mülkünde, yalnýz senin kuvvet ve kudretinle ve ancak senin irade ve tedbirinle ve rahmet ve hikmetinle, rububiyetinin emirlerine teshir ve fýtrî vazifelerle tavzif edilmiþler. Ve bir kýsmý, insanýn kuvveti ve galebesi için deðil, belki fýtraten insanýn za'fý ve aczi için, rahmet tarafýndan ona müsahhar olmuþlar. Ve lisan-ý hal ve lisan-ý kal ile Sâni'lerini ve Mabudlarýný kusurdan, þerikten takdis ve nimetlerine þükür ve hamd ederek, herbiri ibadet-i mahsusasýný yapýyorlar.

Ey þiddet-i zuhurundan gizlenmiþ ve ey azamet-i kibriyasýndan perdelenmiþ olan Zât-ý Akdes! Bütün zîruhlarýn tesbihatýyla seni takdis etmek niyet edip ±¯]«&ö¯š²z«-öÅu­6ö¬š@«W²7!ö«w¬8ö«u«Q«%ö²w«8ö@«

Ya Rabb-el Âlemîn! Ya Ýlahe-l Evvelîne Ve-l Âhirîn! Ya Rabb-es Semavat-ý Ve-l Aradîn! Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn talimiyle ve Kur'an-ý Hakîm'in dersiyle anladým ve iman ettim ki: Nasýl sema, feza, arz, berr ve bahr, þecer, nebat, hayvan; efradýyla, eczasýyla, zerratýyla seni biliyorlar, tanýyorlar ve varlýðýna ve birliðine þehadet ve delalet ve iþaret ediyorlar; öyle de: Kâinatýn hülâsasý olan zîhayat ve zîhayatýn hülâsasý olan insan ve insanýn hülâsasý olan enbiya, evliya, asfiyanýn hülâsasý olan kalblerinin ve akýllarýnýn müþahedat ve keþfiyat ve ilhamat ve istihracatýyla, yüzer icma' ve yüzer tevatür kuvvetinde bir kat'iyyetle senin vücub-u vücuduna ve senin vahdaniyet ve ehadiyetine þehadet edip, ihbar ediyorlar. Mu'cizat ve keramat ve yakînî bürhanlarýyla, haberlerini isbat ediyorlar.

--- sh:»(Nç:54)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Evet kalblerde, perde-i gaybda ihtar edici bir zâta bakan hiçbir hatýrat-ý gaybiye; ve ilham edici bir zâta baktýran hiçbir ilhamat-ý sadýka; ve hakkalyakîn suretinde sýfât-ý kudsiye ve esma-i hüsnaný keþfeden hiçbir itikad-ý yakîne; ve enbiya ve evliyada bir Vâcib-ül Vücud'un envârýný aynelyakîn ile müþahede eden hiçbir nurani kalb; ve asfiya ve sýddýkînde, bir Hâlýk-ý Külli Þey'in âyât-ý vücubunu ve berahin-i vahdetini ilmelyakîn ile tasdik eden, isbat eden hiçbir münevver akýl yoktur ki, senin vücub-u vücuduna ve sýfât-ý kudsiyene ve senin vahdetine ve ehadiyetine ve esma-i hüsnana þehadet etmesin, delaleti bulunmasýn ve iþareti olmasýn. Ve bilhassa bütün enbiya ve evliya ve asfiya ve sýddýkînin imamý ve reisi ve hülâsasý olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn ihbarýný tasdik eden hiçbir mu'cizat-ý bahiresi ve hakkaniyetini gösteren hiçbir hakikat-ý âliyesi ve bütün mukaddes ve hakikatlý kitablarýn hülâsat-ül hülâsasý olan Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn hiçbir âyet-i tevhidiye-i katýasý ve mesail-i imaniyeden hiçbir mes'ele-i kudsiyesi yoktur ki, senin vücub-u vücuduna ve kudsî sýfatlarýna ve senin vahdetine ve ehadiyetine ve esma ve sýfâtýna þehadet etmesin ve delaleti olmasýn ve iþareti bulunmasýn!..

Hem nasýlki bütün o yüzbinler muhbir-i sadýklar, mu'cizatlarýna ve keramatlarýna ve hüccetlerine istinad ederek, senin varlýðýna ve birliðine þehadet ederler; öyle de: Herþeye muhit olan Arþ-ý A'zam'ýn külliyat-ý umûrunu idareden, tâ kalbin gayet gizli ve cüz'î hatýratýný ve arzularýný ve dualarýný bilmek ve iþitmek ve idare etmeye kadar cereyan eden rububiyetinin derece-i haþmetini.. ve gözümüz önünde hadsiz muhtelif eþyayý birden icad eden hiçbir fiil bir fiile, bir iþ bir iþe mani olmadan, en büyük bir þeyi en küçük bir sinek gibi kolayca yapan kudretinin derece-i azametini icma' ile, ittifak ile ilân ve ihbar ve isbat ediyorlar.

--- sh:»(Nç:55)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Hem nasýlki bu kâinatý zîruha, hususan insana mükemmel bir saray hükmüne getiren ve cenneti ve saadet-i ebediyeyi cinn ve inse ihzar eden ve en küçük bir zîhayatý unutmayan ve en âciz bir kalbin tatminine ve taltifine çalýþan rahmetinin hadsiz geniþliðini.. ve zerrattan tâ seyyarata kadar bütün enva'-ý mahlukatý emirlerine itaat ettiren ve teshir ve tavzif eden hâkimiyetinin nihayetsiz vüs'atini haber vererek, mu'cizat ve hüccetleriyle isbat ederler; öyle de: Kâinatý, eczalarý adedince risaleler içinde bulunan bir kitab-ý kebir hükmüne getiren ve Levh-i Mahfuz'un defterleri olan Ýmam-ý Mübin ve Kitab-ý Mübin'de bütün mevcudatýn bütün sergüzeþtlerini kaydedip yazan ve umum çekirdeklerde umum aðaçlarýnýn fihristlerini ve proðramlarýný ve zîþuurun baþlarýnda bütün kuvve-i hâfýzalarda, sahiblerinin tarihçe-i hayatlarýný yanlýþsýz, muntazaman yazdýran ilminin herþeye ihatasýna; ve herbir mevcuda çok hikmetleri takan, hattâ herbir aðaçta meyveleri sayýsýnca neticeleri verdiren; ve herbir zîhayatta âzalarý, belki eczalarý ve hüceyratlarý adedince maslahatlarý takib eden; hattâ insanýn lisanýný çok vazifelerde tavzif etmekle beraber, taamlarýn tatlarý adedince zevkî olan mizancýklar ile teçhiz ettiren hikmet-i kudsiyenin herbir þeye þümulüne; hem bu dünyada nümuneleri görülen celalî ve cemalî isimlerinin tecellileri daha parlak bir surette ebed-ül âbâdda devam edeceðine ve bu fâni âlemde nümuneleri müþahede edilen ihsanatýnýn daha þaþaalý bir surette Dâr-ý Saadette istimrarýna ve bekasýna ve bu dünyada onlarý gören müþtaklarýn ebedde dahi refakatlarýna ve beraber bulunmalarýna bil'icma', bil'ittifak þehadet ve delalet ve iþaret ederler.

Hem yüzer mu'cizat-ý bahiresine ve âyât-ý katýasýna istinaden, baþta Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ve Kur'an-ý Hakîm'in olarak, bütün ervah-ý neyyire ashabý olan enbiyalar ve kulûb-u nuraniye aktabý olan evliyalar ve ukûl-ü münevvere erbabý olan asfiyalar; bütün suhuf ve kütüb-ü mukaddesede, senin çok tekrar ile ettiðin va'dlerine ve tehdidlerine istinaden ve senin kudret ve rahmet ve inayet ve hikmet ve celal ve cemalin gibi kudsî sýfatlarýna ve þe'nlerine ve izzet-i celaline ve saltanat-ý rububiyetine itimaden ve keþfiyat ve müþahedat ve ilmelyakîn itikadlarýyla, saadet-i ebediyeyi cinn ve inse müjdeliyorlar. Ve ehl-i dalalet için Cehennem bulunduðunu haber verip ilân ediyorlar ve iman edip þehadet ediyorlar.

--- sh:»(Nç:56)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ey Kadîr-i Hakîm! Ey Rahman-ý Rahîm! Ey Sadýk-ul Va'd-il Kerim! Ey izzet ve azamet ve celal sahibi Kahhar-ý Zülcelal! Bu kadar sadýk dostlarýný ve bu kadar va'dlerini ve bu kadar sýfât ve þuunatýný tekzib edip, saltanat-ý rububiyetinin kat'î mukteziyatýný ve sevdiðin ve onlar dahi seni tasdik ve itaatle kendilerini sana sevdiren hadsiz makbul ibadýnýn hadsiz dualarýný ve davalarýný reddederek, küfür ve isyan ile ve seni va'dinde tekzib etmekle, senin azamet-i kibriyana dokunan ve izzet-i celaline dokunduran ve uluhiyetinin haysiyetine iliþen ve þefkat-i rububiyetini müteessir eden ehl-i dalalet ve ehl-i küfrü, haþrin inkârýnda tasdik etmekten yüzbin derece mukaddessin ve hadsiz derece münezzeh ve âlîsin! Böyle nihayetsiz bir zulümden, bir çirkinlikten senin nihayetsiz adaletini ve cemalini ve rahmetini takdis ediyorum! !®h[¬A«6ö~ÈY­V­2ö«–Y­7Y­T«

Ey Rabb-ül Enbiya Ve-s Sýddýkîn! Bütün onlar senin mülkünde, senin emrin ve kudretin ile, senin irade ve tedbirin ile, senin ilmin ve hikmetin ile müsahhar ve muvazzaftýrlar. Takdis, tekbir, tahmid, tehlil ile Küre-i Arz'ý bir zikirhane-i a'zam, bu kâinatý bir mescid-i ekber hükmünde göstermiþler.

--- sh:»(Nç:57)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ya Rabbî ve ya Rabb-es Semavatý Ve-l Aradîn! Ya Hâlýkî ve ya Hâlýk-ý Külli Þey! Gökleri yýldýzlarýyla, zemini müþtemilatýyla ve bütün mahlukatý bütün keyfiyatýyla teshir eden kudretinin ve iradetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hakký için, nefsimi bana müsahhar eyle! Ve matlubumu bana müsahhar kýl! Kur'ana ve imana hizmet için, insanlarýn kalblerini Risale-i Nur'a müsahhar yap! Ve bana ve ihvanýma, iman-ý kâmil ve hüsn-ü hâtime ver. Hazret-i Musa Aleyhisselâm'a denizi ve Hazret-i Ýbrahim Aleyhisselâm'a ateþi ve Hazret-i Davud Aleyhisselâm'a daðý, demiri ve Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'a cinni ve insi ve Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'a Þems ve Kamer'i teshir ettiðin gibi, Risale-i Nur'a kalbleri ve akýllarý müsahhar kýl!.. Ve beni ve Risale-i Nur talebelerini, nefis ve þeytanýn þerrinden ve kabir azabýndan ve Cehennem ateþinden muhafaza eyle ve Cennet-ül Firdevs'te mes'ud kýl! Âmîn, âmîn, âmîn!..

­v[¬U«E²7!ö­v[¬V«Q²7!ö«a²9«!ö«tÅ9¬!ö@«X«B²WÅV«2ö@«8öެ!ö@«X«7ö«v²V¬2ö«žö«t«9@«E²A­,

«w[¬W«7@«Q²7!ö±¬Æ«*ö¬yÁV¬7ö­G²W«E²7!ö¬–«!ö²v­Z

* * *

Kur'andan ve münacat-ý Nebeviye olan Cevþen-ül Kebir'den aldýðým bu dersimi, bir ibadet-i tefekküriye olarak, Rabb-ý Rahîmimin dergâhýna arzetmekte kusur etmiþsem, kusurumun afvý için Kur'aný ve Cevþen-ül Kebir'i þefaatçý ederek rahmetinden afvýmý niyaz ediyorum.

Said Nursî

* * *

--- sh:»(Nç:58)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Yirmiikinci Söz'ün Birinci Makamý

¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"

ö«–:­hÅ6«H«B«

«–:­hÅU«S«B«

 

Bir zaman iki adam, bir havuzda yýkandýlar. Fevkalâde bir tesir altýnda kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtýklarý vakit gördüler ki; acib bir âleme götürülmüþler. Öyle bir âlem ki, kemal-i intizamýndan bir memleket hükmünde, belki bir þehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir. Kemal-i hayretlerinden etraflarýna baktýlar. Gördüler ki: Bir cihette bakýlsa azîm bir âlem görünüyor. Bir cihette bakýlsa, muntazam bir memleket... Bir cihette bakýlsa, mükemmel bir þehir... Diðer bir cihette bakýlsa, gayet muhteþem bir âlemi içine almýþ bir saraydýr. Þu acaib âlemde gezerek seyran ettiler. Gördüler ki: Bir kýsým mahluklar var; bir tarz ile konuþuyorlar, fakat bunlar onlarýn dillerini bilmiyorlar. Yalnýz iþaretlerinden anlaþýlýyor ki, mühim iþler görüyorlar ve ehemmiyetli vazifeler yapýyorlar.

--- sh:»(Nç:59)  ------------------------------------------------------------------------------------------

O iki adamdan birisi, arkadaþýna dedi ki: "Þu acib âlemin elbette bir müdebbiri ve þu muntazam memleketin bir mâliki, þu mükemmel þehrin bir sahibi, þu musanna sarayýn bir ustasý vardýr. Biz çalýþmalýyýz, onu tanýmalýyýz. Çünki anlaþýlýyor ki, bizi buraya getiren odur. Onu tanýmazsak kim bize meded verecek? Dillerini bilmediðimiz ve onlar bizi dinlemedikleri þu âciz mahluklardan ne bekleyebiliriz? Hem koca bir âlemi bir memleket suretinde, bir þehir tarzýnda, bir saray þeklinde yapan ve baþtan baþa hârika þeylerle dolduran ve müzeyyenatýn enva'ýyla tezyin eden ve ibretnüma mu'cizatlarla donatan bir zât, elbette bizden ve buraya gelenlerden bir istediði vardýr. Onu tanýmalýyýz. Hem ne istediðini bilmekliðimiz lâzýmdýr." Öteki adam dedi: "Ýnanmam, böyle bahsettiðin gibi bir zât bulunsun ve bütün bu âlemi tek baþýyla idare etsin." Arkadaþý cevaben dedi ki: "Bunu tanýmazsak, lâkayd kalsak, menfaati hiç yok; zararý olsa pek azîmdir. Eðer tanýmasýna çalýþsak, meþakkati pek hafiftir, menfaati olursa pek azîmdir. Onun için ona karþý lâkayd kalmak, hiç kâr-ý akýl deðildir." O serseri adam dedi: "Ben bütün rahatýmý, keyfimi; onu düþünmemekte görüyorum. Hem böyle aklýma sýðýþmayan þeylerle uðraþmayacaðým. Bütün bu iþler, tesadüfî ve karmakarýþýk iþlerdir, kendi kendine dönüyor; benim neme lâzým." Akýllý arkadaþý ona dedi: "Senin bu temerrüdün beni de, belki çoklarý da belaya atacaktýr. Bir edebsizin yüzünden, bazan olur ki, bir memleket harab olur." Yine o serseri dönüp dedi ki: "Ya kat'iyyen bana isbat et ki; bu koca memleketin tek bir mâliki, tek bir sâni'i vardýr. Yahut bana iliþme." Cevaben arkadaþý dedi: "Madem inadýn divanelik derecesine çýkmýþ; o inadýnla bizi ve belki memleketi bir kahre giriftar edeceksin. Ben de sana oniki bürhan ile göstereceðim ki: Bir saray gibi þu âlemin, bir þehir gibi þu memleketin, tek bir ustasý vardýr ve o usta, herþeyi idare eden yalnýz odur. Hiçbir cihette noksaniyeti yoktur. Bize görünmeyen o usta, bizi ve herþeyi görür ve sözlerini iþitir. Bütün iþleri mu'cize ve hârikadýr. Bütün bu gördüðümüz ve dillerini bilmediðimiz þu mahluklar onun memurlarýdýr."

--- sh:»(Nç:60)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Birinci Bürhan

Gel her tarafa bak, herþeye dikkat et! Bütün bu iþler içinde gizli bir el iþliyor. Çünki bak, bir dirhem (Haþiye-1) kadar kuvveti olmayan bir çekirdek küçüklüðünde bir þey, binler batman yükü kaldýrýyor. Zerre kadar þuuru olmayan, (Haþiye-2) gayet hakîmane iþler görüyor. Demek bunlar kendi kendilerine iþlemiyorlar. Onlarý iþlettiren gizli bir kudret sahibi vardýr. Eðer kendi baþýna olsa, bütün baþtan baþa bu gördüðümüz memlekette her iþ mu'cize, herþey mu'cizekâr bir hârika olmak lâzýmgelir. Bu ise, bir safsatadýr.

Ýkinci Bürhan

Gel bütün bu ovalarý, bu meydanlarý, bu menzilleri süslendiren þeyler üstünde dikkat et. Herbirisinde o gizli zâttan haber veren iþler var. Âdeta herbiri birer turra, birer sikke gibi, o gaybî zâttan haber veriyorlar. Ýþte gözünün önünde, bak; bir dirhem pamuktan (Haþiye-3) ne yapýyor. Bak, kaç top çuha ve patiska ve çiçekli kumaþ çýktý. Bak, ondan ne kadar þekerlemeler, yuvarlak tatlý köfteler yapýlýyor ki, bizim gibi binler adam giyse ve yese, kâfi gelir. Hem de bak, bu demiri, topraðý, suyu, kömürü, bakýrý, gümüþü, altunu gaybî avucuna aldý, bir et parçasý (Haþiye-4) yaptý; bak gör... Ýþte ey akýlsýz adam! Bu iþler öyle bir zâta mahsustur ki; bütün bu memleket, bütün eczasýyla onun mu'cize-i kuvveti altýnda duruyor, her arzusuna râm oluyor.

--- sh:»(Nç:61)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Üçüncü Bürhan

Gel, bu müteharrik antika (Haþiye-5) san'atlarýna bak! Herbirisi öyle bir tarzda yapýlmýþ; âdeta bu koca sarayýn bir küçük nüshasýdýr. Bütün bu sarayda ne varsa, o küçücük müteharrik makinelerde bulunuyor. Hiç mümkün müdür ki, bu sarayýn ustasýndan baþka birisi gelip, bu acib sarayý küçük bir makinede dercetsin? Hem hiç mümkün müdür ki, bir kutu kadar bir makine bütün bir âlemi içine aldýðý halde, tesadüfî veyahut abes bir iþ içinde bulunsun? Demek bütün gözün gördüðü ne kadar antika makineler var, o gizli zâtýn birer sikkesi hükmündedirler. Belki birer dellâl, birer ilânname hükmündedirler. Lisan-ý halleriyle derler ki: "Biz öyle bir zâtýn san'atýyýz ki: Bütün bu âlemimizi, bizi yaptýðý ve sühuletle icad ettiði gibi kolaylýkla yapabilir bir zâttýr."

Dördüncü Bürhan

Ey muannid arkadaþ! Gel, sana daha acibini göstereceðim. Bak, bu memlekette bütün bu iþler, bu þeyler deðiþti, deðiþiyor, bir halette durmuyor. Dikkat et ki, bu gördüðümüz camid cisimler, hissiz kutular; birer hâkim-i mutlak suretini aldýlar; âdeta herbir þey, bütün eþyaya hükmediyor. Ýþte bu yanýmýzdaki bu makineye bak; (Haþiye-6) güya emrediyor. Ýþte onun tezyinatýna ve iþlemesine lâzým levazýmat ve maddeler, uzak yerlerden koþup geliyorlar. Ýþte oraya bak: O þuursuz cisim (Haþiye-7) güya bir iþaret ediyor, en büyük bir cismi, kendine hizmetkâr ediyor, kendi iþlerinde çalýþtýrýyor. Daha baþka þeyleri bunlara kýyas et. Âdeta herbir þey, bütün bu âlemdeki hilkatleri müsahhar ediyor. Eðer o gizli zâtý kabul etmezsen, bütün bu memleketteki taþýnda, topraðýnda, hayvanýnda, insana benzer mahluklarda; o zâtýn bütün hünerlerini, san'atlarýný, kemalâtlarýný, birer birer (o þeylere) vereceksin. Ýþte aklýn uzak gördüðü birtek mu'ciznüma zâtýn bedeline, milyarlar onun gibi mu'ciznüma, hem birbirine zýd, hem birbirine misil, hem birbiri içinde bulunsun; bu intizam bozulmasýn, ortalýðý karýþtýrmasýnlar. Halbuki bu koca memlekette iki parmak karýþsa, karýþtýrýr. Çünki bir köyde iki müdür, bir þehirde iki vali, bir memlekette iki padiþah bulunsa, karýþtýrýr. Nerede kaldý, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun!

--- sh:»(Nç:62)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Beþinci Bürhan

Ey vesveseli arkadaþ! Gel, bu azîm sarayýn nakýþlarýna dikkat et ve bütün bu þehrin zînetlerine bak ve bütün bu memleketin tanzimatýný gör ve bütün bu âlemin san'atlarýný tefekkür et! Ýþte bak: Eðer nihayetsiz mu'cizeleri ve hünerleri olan gizli bir zâtýn kalemi iþlemezse, bu nakýþlarý sair þuursuz sebeblere, kör tesadüfe, saðýr tabiata verilse, o vakit ya bu memleketin herbir taþý, herbir otu, öyle mu'ciznüma nakkaþ, öyle bir hârikulâde kâtib olmasý lâzýmgelir ki, bir harfte bin kitabý yazabilsin, bir nakýþta milyonlar san'atý dercedebilsin. Çünki bak bu taþlardaki nakþa, (Haþiye-8) herbirisinde bütün sarayýn nakýþlarý var, bütün þehrin tanzimat kanunlarý var, bütün memleketin teþkilât proðramlarý var. Demek bu nakýþlarý yapmak, bütün memleketi yapmak kadar hârikadýr. Öyle ise herbir nakýþ, herbir san'at, o gizli zâtýn bir ilânnamesidir, bir hâtemidir.

Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San'atlý bir nakýþ, nakkaþýný bildirmemek olmaz. Nasýl olur ki: Bir harfte koca bir kitabý yazan, bir nakýþta bin nakþý nakþeden nakkaþ, kendi kitabýyla ve nakþýyla bilinmesin?

--- sh:»(Nç:63)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Altýncý Bürhan

Gel, bu geniþ ovaya çýkacaðýz (Haþiye-9). Ýþte o ova içinde yüksek bir dað var. Üstüne çýkacaðýz, tâ bütün etrafý görülsün. Hem herþeyi yakýnlaþtýracak güzel dûrbînleri de beraber alacaðýz. Çünki bu acib memlekette, acib iþler oluyor. Her saatte hiç aklýmýza gelmeyen iþler oluyor. Ýþte bak! Bu daðlar ve ovalar ve þehirler, birden deðiþiyor. Hem nasýl deðiþiyor.. öyle bir tarzda ki: Milyonlarla birbiri içinde iþler gayet muntazam surette deðiþiyor. Âdeta milyonlar mütenevvi kumaþlar birbiri içinde beraber dokunuyor gibi, pek acib tahavvülât oluyor. Bak, o kadar ünsiyet ettiðimiz ve tanýdýðýmýz çiçekli-miçekli þeyler kayboldular. Muntazaman yerlerine ve mahiyetçe onlara benzer, fakat suretçe ayrý, baþkalarý geldiler. Âdeta þu ova, daðlar birer sahife; yüzbinlerle ayrý ayrý kitablar içinde yazýlýyor. Hem hatasýz, noksansýz olarak yazýlýyor. Ýþte, bu iþler yüz derece muhaldir ki; kendi kendine olsun. Evet nihayet derecede san'atlý, dikkatli þu iþler, kendi kendine olmak bin derece muhaldir ki: Kendilerinden ziyade, san'atkârlarýný gösteriyorlar. Hem bunlarý iþleyici öyle mu'ciznüma bir zâttýr ki, hiçbir iþ, ona aðýr gelmez. Bin kitab yazmak, bir harf kadar ona kolay gelir. Bununla beraber her tarafa bak ki, hem öyle bir hikmetle herþeyi yerli yerine koyuyor ve öyle mükrimane herkese lâyýk olduklarý lütuflarý yapýyor; hem öyle ihsan-perverane umumî perdeler ve kapýlar açýyor ki, herkesin arzularýný tatmin ediyor. Hem öyle sehavet-perverane sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarýna, hayvanlarýna, herbir taifesine has ve lâyýk, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-yý nimet veriliyor. Ýþte dünyada bundan muhal bir þey var mý ki, bu gördüðümüz iþler içinde tesadüfî iþler bulunsun veya abes ve faidesiz olsun veya müteaddid eller karýþsýn veya ustasý herþeye muktedir olmasýn veya herþey ona müsahhar olmasýn! Ýþte ey arkadaþ! Haddin varsa buna karþý bir bahane bul!

--- sh:»(Nç:64)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Yedinci Bürhan

Ey arkadaþ gel! Þimdi bu cüz'iyatý býrakýp, saray þeklindeki bu acib âlemin eczalarýnýn birbirine karþý olan vaziyetlerine dikkat edeceðiz. Ýþte bak: Bu âlemde o derece intizam ile küllî iþler yapýlýyor ve umumî inkýlablar oluyor ki, âdeta bütün bu saraydaki mevcud taþlar, topraklar, aðaçlar, herbir þey, birer fâil-i muhtar gibi bütün bu âlemin nizamat-ý külliyesini gözetip, ona tevfik-ý hareket ediyor. Birbirinden en uzak þeyler, birbirinin imdadýna koþuyor. Ýþte bak: Gaibden acib bir kafile (Haþiye-10) çýkýp geliyor. Merkebleri aðaçlara, nebatlara, daðlara benzerler. Baþlarýnda birer tabla-yý erzak taþýyorlar. Ýþte bak: Bu tarafta bekleyen muhtelif hayvanatýn erzaklarýný getiriyorlar. Hem de bak: Bu kubbede o azîm elektrik lâmbasý (Haþiye-11) onlara ýþýk verdiði gibi, bütün taamlarýný öyle güzel piþiriyor; yalnýz, piþirilecek taamlar bir dest-i gaybî tarafýndan birer ipe takýlýp(Haþiye-12) ona karþý tutuluyor. Bu tarafa da bak: Bu bîçare zaîf, nahif, kuvvetsiz hayvancýklar... Nasýl onlarýn baþý önünde, latif gýda ile dolu iki tulumbacýk(Haþiye-13) takýlmýþ, iki çeþme gibi; yalnýz o kuvvetsiz mahluk, onu aðzýna yapýþtýrmasý kâfidir.

Elhasýl: Bütün bu âlemin bütün eþyasý, birbirine bakar gibi, birbirine yardým eder. Birbirini görür gibi, birbirine el-ele verir. Birbirinin iþini tekmil için, birbirine omuz-omuza veriyor. Bel-bele verip beraber çalýþýyorlar. Her þeyi buna kýyas et; ta'dad ile bitmez... Ýþte bütün bu haller, iki kerre iki dört eder derecesinde kat'î gösterir ki; þu saray-ý acibin ustasýna yani þu garib âlemin sahibine herþey müsahhardýr. Herþey onun hesabýna çalýþýr. Herþey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herþey onun kuvvetiyle döner. Herþey onun emriyle hareket eder. Herþey onun hikmetiyle tanzim olur. Herþey onun keremiyle muavenet eder. Herþey onun merhametiyle baþkasýnýn imdadýna koþar, yani koþturulur. Ey arkadaþ! Haddin varsa buna karþý bir söz söyle!

--- sh:»(Nç:65)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Sekizinci Bürhan

Gel, ey nefsim gibi kendini âkýl zanneden akýlsýz arkadaþ! Þu saray-ý muhteþemin sahibini tanýmak istemiyorsun! Halbuki herþey onu gösteriyor, ona iþaret ediyor, ona þehadet ediyor. Bütün bu þeylerin þehadetini nasýl tekzib ediyorsun! Öyle ise, bu sarayý da inkâr et ve "Âlem yok, memleket yok" de ve kendini de inkâr et, ortadan çýk. Yahut aklýný baþýna al, beni dinle! Ýþte bak: Þu saray içinde bulunan ve memleketi ihata eden yeknesak unsurlar, madenler var(Haþiye-14). Âdeta memleketten çýkan herþey, o maddelerden yapýlýyor. Demek o maddeler kimin mülkü ise, bütün ondan yapýlan þeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. Hem bak, bu dokunan þeyler, bu nescolunan münakkaþ kumaþlar, birtek maddeden yapýlýyor. O maddeyi getiren, ihzar eden ve ip haline getiren, elbette bilbedahe birdir. Çünki o iþ, iþtirak kabul etmez. Öyle ise bütün nescolunan san'atlý þeyler, ona mahsustur. Hem de bak, bu dokunan, yapýlan þeylerin herbir cinsi, bütün memleketin her tarafýnda bulunuyor; bütün ebna-yý cinsleriyle öyle intiþar etmiþ; beraber olarak birbiri içinde, bir tarzda, bir anda yapýlýyor, nescediliyor. Demek birtek zâtýn iþidir, birtek emirle hareket ediyor. Yoksa böyle bir anda, bir tarzda, bir keyfiyette, bir heyette ittifak ve muvafakat, muhaldir. Öyle ise bu san'atlý þeylerin herbirisi, o gizli zâtýn bir ilânnamesi hükmünde, onu gösteriyor. Güya herbir çiçekli kumaþ, herbir san'atlý makine, herbir tatlý lokma, o mu'ciznüma zâtýn birer sikkesi, birer hâtemi, birer niþaný, birer turrasý hükmünde; lisan-ý hal ile herbirisi der: "Ben kimin san'atýyým, bulunduðum sandýklar ve dükkânlar da onun mülküdür." Ve herbir nakýþ der: "Beni kim dokudu ise, bulunduðum top da onun dokumasýdýr." Herbir tatlý lokma der: "Beni kim yapýyor, piþiriyorsa bulunduðum kazan dahi onundur." Herbir makine der: "Beni kim yapmýþ ise, memlekette intiþar eden bütün emsalimi de o yapýyor ve bütün memleketin her tarafýnda bizi yetiþtiren, odur. Demek memleketin mâliki de odur. Öyle ise, bütün bu memlekete, bu saraya mâlik kimse, o bize mâlik olabilir." Meselâ, nasýl mîrîye mahsus tek bir palaska veyahut birtek düðmeye mâlik olmak için, onlarý yapan bütün fabrikalara mâlik olmak lâzýmdýr ki, onlara hakikî mâlik olsun. Yoksa o boþboðaz baþýbozuktan, "mîrî malýdýr" diye elinden alýnýp, tecziye edilir.

--- sh:»(Nç:66)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Elhasýl: Nasýl bu memleketin anasýrý, memlekete muhit birer maddedir. Onlarýn mâliki de, bütün memlekete mâlik birtek zât olabilir. Öyle de, bütün memlekette intiþar eden san'atlar, birbirine benzediði ve birtek sikke izhar ettikleri için, bütün memleket yüzünde intiþar eden masnular, herbir þeye hükmeden tek bir zâtýn san'atlarý olduðunu gösteriyorlar.

Ýþte ey arkadaþ! Madem þu memlekette, yani þu saray-ý muhteþemde bir birlik alâmeti vardýr; bir vahdet sikkesi var. Çünki bir kýsým þeyler, bir iken; ihatasý var. Bir kýsým, müteaddid ise -fakat birbirine benzediði ve her tarafta bulunduðu için- bir vahdet-i nev'iye gösteriyor. Vahdet ise, bir vâhidi gösterir. Demek ustasý da, mâliki de, sahibi de, sânii de bir olmak lâzýmgelir. Bununla beraber sen buna dikkat et ki, bir perde-i gaybdan kalýnca bir ip çýkýyor.(Haþiye-15) Bak, sonra binler ipler ondan uzanmýþ. Herbir ipin baþýna bak: Birer elmas, birer niþan, birer ihsan, birer hediye takýlmýþ. Herkese göre birer hediye veriyor. Acaba bilir misin ki, böyle garib bir gayb perdesinden, böyle acib ihsanatý, hedayayý þu mahluklara uzatan zâtý tanýmamak, ona teþekkür etmemek, ne kadar divanece bir harekettir. Çünki onu tanýmazsan bilmecburiye diyeceksin ki: "Bu ipler; uçlarýndaki elmaslarý, sair hediyeleri kendileri yapýyorlar, veriyorlar." O vakit her ipe, bir padiþahlýk manasýný vermek lâzýmgelir. Halbuki gözümüzün önünde bir dest-i gaybî, o ipleri dahi yapýp o hedayayý onlara takýyor. Demek bütün bu sarayda herþey, kendi nefsinden ziyade, o mu'ciznüma zâtý gösteriyor. Onu tanýmazsan, bütün bu þeyleri inkâr etmekle, hayvandan yüz derece aþaðý düþeceksin.

--- sh:»(Nç:67)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Dokuzuncu Bürhan

Gel, ey muhakemesiz arkadaþ! Sen þu sarayýn sahibini tanýmýyorsun ve tanýmak da istemiyorsun. Çünki istib'ad ediyorsun. Onun acib san'atlarýný ve hâlâtýný, akla sýðýþtýramadýðýndan inkâra sapýyorsun. Halbuki asýl istib'ad, asýl müþkilât ve hakikî suubetler ve dehþetli külfetler, onu tanýmamaktadýr. Çünki onu tanýsak, bütün bu saray, bu âlem birtek þey gibi kolay gelir, rahat olur; bu ortadaki ucuzluk ve mebzuliyete medar olur. Eðer tanýmazsak ve o olmazsa, o vakit herbir þey, bütün bu saray kadar müþkilâtlý olur. Çünki herþey, bu saray kadar san'atlýdýr. O vakit ne ucuzluk ve ne de mebzuliyet kalýr. Belki bu gördüðümüz þeylerin birisi, deðil elimize, hiç kimsenin eline geçmezdi. Sen, yalnýz þu ipe takýlan tatlý konserve kutusuna bak.(Haþiye-16) Eðer onun gizli matbaha-i mu'ciznümasýndan çýkmasa idi, þimdi kýrk para ile aldýðýmýz halde, yüz liraya alamazdýk.

Evet bütün istib'ad, müþkilât, suubet, helâket belki muhaliyet, onu tanýmamaktadýr. Çünki nasýl bir aðaca bir kökte, bir kanunla, bir merkezde hayat veriliyor. Binler meyvelerin teþekkülü, bir meyve gibi sühulet peyda eder. Eðer o aðacýn meyveleri, ayrý ayrý merkeze ve köke, ayrý ayrý kanunla rabtedilse, herbir meyve bütün aðaç kadar müþkilâtlý olur. Hem nasýl bütün ordunun teçhizatý bir merkezde, bir kanunda, bir fabrikadan çýksa; kemmiyetçe bir neferin teçhizatý kadar kolaylaþýr. Eðer herbir neferin ayrý ayrý yerlerde teçhizatý yapýlsa, alýnsa; herbir neferin teçhizatý için, bütün ordunun teçhizatýna lâzým fabrikalar bulunmasý lâzýmdýr.

Aynen bu iki misal gibi: Þu muntazam sarayda, þu mükemmel þehirde, þu müterakki memlekette, þu muhteþem âlemde, bütün bu þeylerin icadý birtek zâta verildiði vakit o kadar kolay olur, o kadar hýffet peyda eder ki; gördüðümüz nihayetsiz ucuzluða ve mebzuliyete ve sehavete sebebiyet verir. Yoksa herþey o kadar pahalý, o kadar müþkilâtlý olacak ki, dünya verilse birisi elde edilemez.

--- sh:»(Nç:68)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Onuncu Bürhan

Gel, ey bir parça insafa gelmiþ arkadaþ! Onbeþ gündür(Haþiye-17) biz buradayýz. Eðer þu âlemin nizamlarýný bilmezsek, padiþahýný tanýmazsak; cezaya müstehak oluruz. Özrümüz kalmadý. Zira onbeþ gün (güya bize mühlet verilmiþ gibi) bize iliþmiyorlar. Elbette biz baþýboþ deðiliz. Bu derece nazik san'atlý, mizanlý, letafetli, ibretli masnular içinde hayvan gibi gezip bozamayýz, bize bozdurmazlar. Þu memleketin haþmetli mâlikinin elbette cezasý da dehþetlidir. O zât ne kadar kudretli, haþmetli bir zât olduðunu þununla anlayýnýz ki: Þu koca âlemi, bir saray gibi tanzim ediyor, bir dolap gibi çeviriyor. Þu büyük memleketi; bir hane gibi, hiçbirþey noksan býrakmayarak idare ediyor. Ýþte bak, vakit-bevakit bir kabý doldurup boþaltmak gibi þu sarayý, þu memleketi, þu þehri kemal-i intizamla doldurup, kemal-i hikmetle boþalttýrýyor. Bir sofrayý da kaldýrýp indirmek gibi, koca memleketi baþtan baþa, çeþit çeþit sofralar,(Haþiye-18) bir dest-i gaybî tarafýndan kaldýrýr, indirir tarzýnda mütenevvi yemekleri sýra ile getirip yedirir. Onu kaldýrýp baþkasýný getirir, sen de görüyorsun ve aklýn varsa anlarsýn ki, o dehþetli haþmet içinde hadsiz sehavetli bir kerem var.

--- sh:»(Nç:69)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Hem de bak ki, o gaybî zâtýn saltanatýna, birliðine bütün bu þeyler þehadet ettiði gibi; öyle de kafile kafile arkasýndan gelip geçen, o hakikî perde perde arkasýndan açýlýp kapanan bu inkýlablar, bu tahavvülâtlar; o zâtýn devamýna, bekasýna þehadet eder. Çünki zeval bulan eþya ile beraber esbablarý dahi kayboluyor. Halbuki onlarýn arkasýndan, onlara isnad ettiðimiz þeyler, tekrar oluyor. Demek o eserler, onlarýn deðilmiþ; belki zevalsiz birinin eserleri imiþ. Nasýlki bir ýrmaðýn kabarcýklarý gidiyor, arkasýndan gelen kabarcýklar, gidenler gibi parladýðýndan anlaþýlýyor ki; onlarý parlattýran, daimî ve yüksek bir ýþýk sahibidir. Öyle de: Bu iþlerin sür'atle deðiþmesi, arkalarýndan gelenlerin ayný renk almasý gösteriyor ki; zevalsiz daimî birtek zâtýn cilveleridir, nakýþlarýdýr, âyineleridir, san'atlarýdýr.

Onbirinci Bürhan

Gel ey arkadaþ! Þimdi sana geçmiþ olan on bürhan kuvvetinde kat'î bir bürhan daha göstereceðim. Gel, bir gemiye bineceðiz;(Haþiye-19) þu uzakta bir cezire var, oraya gideceðiz. Çünki bu týlsýmlý âlemin anahtarlarý orada olacak. Hem herkes o cezireye bakýyor, oradan birþeyler bekliyor, oradan emir alýyorlar. Ýþte bak gidiyoruz. Þimdi þu cezireye çýktýk. Bak pek büyük bir içtima var. Þu memleketin bütün büyükleri buraya toplanmýþ gibi, mühim ihtifal görünüyor. Ýyi dikkat et. Bu cem'iyet-i azîmenin bir reisi var. Gel daha yakýn gideceðiz. O reisi tanýmalýyýz. Ýþte bak ne kadar parlak ve binden(Haþiye-20) ziyade niþanlarý var. Ne kadar kuvvetli söylüyor. Ne kadar tatlý bir sohbet ediyor. Þu onbeþ gün zarfýnda, bunlarýn dediklerini ben bir parça öðrendim. Sen de benden öðren. Bak o zât, þu memleketin mu'ciznüma sultanýndan bahsediyor. O sultan-ý zîþan, beni sizlere gönderdi söylüyor. Bak, öyle hârikalar gösteriyor; þübhe býrakmýyor ki, bu zât o padiþahýn bir memur-u mahsusudur. Sen dikkat et ki, bu zâtýn söylediði sözü, deðil yalnýz þu ceziredeki mahluklar dinliyorlar, belki hârikulâde suretinde bütün memlekete iþittiriyor. Çünki uzaktan uzaða herkes buradaki nutkunu iþitmeye çalýþýyor. Deðil yalnýz insanlar dinliyor, belki hayvanlar da hattâ bak daðlar da onun getirdiði emirlerini dinliyorlar ki, yerlerinden kýmýldanýyorlar. Þu aðaçlar, iþaret ettiði yere gidiyorlar. Nerede istese su çýkarýyor. Hattâ parmaðýný da bir âb-ý kevser memesi gibi yapar; ondan âb-ý hayat içiriyor. Bak, þu sarayýn kubbe-i âlîsinde mühim lâmba,(Haþiye-21) onun iþaretiyle, bir iken ikileþiyor.

--- sh:»(Nç:70)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Demek, bu memleket bütün mevcudatýyla onun memuriyetini tanýyor. Onu "gaybî bir zât-ý mu'ciz-nümanýn en has ve doðru bir tercümanýdýr, bir dellâl-ý saltanatý ve týlsýmýnýn keþþafý ve evamirinin tebliðine emin bir elçisi" olduðunu biliyor gibi, onu dinleyip itaat ediyorlar. Ýþte bu zâtýn her söylediði sözü, etrafýndaki bütün aklý baþýnda olanlar: "Evet, evet doðrudur" derler, tasdik ederler. Belki þu memlekette daðlar, aðaçlar, bütün memleketleri ýþýklandýran büyük nur lâmbasý,(Haþiye-22) o zâtýn iþaret ve emirlerine baþ eðmesiyle, "Evet, evet her dediðin doðrudur" derler.

Ýþte ey sersem arkadaþ! Þu padiþahýn hazine-i hassasýna mahsus bin niþan taþýyan þu nuranî ve muhteþem ve pek ciddî zâtýn bütün kuvvetiyle bütün memleketin ileri gelenlerinin taht-ý tasdikinde bahsettiði bir Zât-ý Mu'ciznümadan ve zikrettiði evsafýndan ve teblið ettiði evamirinde, hiçbir vecihle hilaf ve hile bulunabilir mi? Bunda hilaf-ý hakikat kabilse; þu sarayý, þu lâmbalarý, þu cemaati hem vücudlarýný, hem hakikatlarýný tekzib etmek lâzým gelir. Eðer haddin varsa buna karþý itiraz parmaðýný uzat gör, nasýl parmaðýn bürhan kuvvetiyle kýrýlýp, senin gözüne sokulacak.

Onikinci Bürhan

Gel, ey bir parça aklý baþýna gelen birader! Bütün onbir bürhan kuvvetinde bir bürhan daha göstereceðim. Ýþte bak: Yukarýdan inen ve herkes ona hayretinden veya hürmetinden kemal-i dikkatle bakan, þu nuranî fermana(Haþiye-23) bak. O bin niþanlý zât, onun yanýna durmuþ, o fermanýn mealini umuma beyan ediyor. Ýþte þu fermanýn üslûblarý öyle bir tarzda parlýyor ki, herkesin nazar-ý istihsanýný celbediyor ve öyle ciddî, ehemmiyetli mes'eleleri zikrediyor ki, herkes kulak vermeye mecbur oluyor. Çünki bütün bu memleketi idare eden ve bu sarayý yapan ve bu acaibi izhar eden zâtýn þuunatýný, ef'alini, evamirini, evsafýný birer birer beyan ediyor. O fermanýn heyet-i umumiyesinde bir turra-i a'zam olduðu gibi, bak herbir satýrýnda, herbir cümlesinde taklid edilmez bir turra olduðu misillü, ifade ettiði manalar, hakikatlar, emirler, hikmetler üstünde dahi, o zâta mahsus birer manevî hâtem hükmünde ona has bir tarz görünüyor.

--- sh:»(Nç:71)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Elhasýl: O Ferman-ý A'zam, güneþ gibi o Zât-ý A'zam'ý gösterir; kör olmayan görür.

Ýþte ey arkadaþ! Aklýn baþýna gelmiþ ise, bu kadar kâfi... Eðer bir sözün varsa, þimdi söyle. O inadçý adam cevaben dedi ki: "Ben, senin bu bürhanlarýna karþý yalnýz derim: "Elhamdülillah inandým. Hem güneþ gibi parlak ve gündüz gibi aydýn bir tarzda inandým ki: Þu memleketin tek bir Mâlik-i Zülkemali, þu âlemin tek bir Sahib-i Zülcelali, þu sarayýn tek bir Sâni'-i Zülcemali bulunduðunu kabul ettim. Allah senden razý olsun ki, beni eski inadýmdan ve divaneliðimden kurtardýn. Getirdiðin bürhanlarýn herbirisi tek baþýyla bu hakikati göstermeye kâfi idi. Fakat herbir bürhan geldikçe daha revnakdar, daha þirin, daha hoþ, daha nurani, daha güzel marifet tabakalarý, tanýmak perdeleri, muhabbet pencereleri açýldýðý için bekledim, dinledim."

Tevhidin hakikat-ý uzmasýna ve "Âmentü Billah" imanýna iþaret eden hikâye-i temsiliye tamam oldu. Fazl-ý Rahman, feyz-i Kur'an, nur-u iman sayesinde tevhid-i hakikînin güneþinden, hikâye-i temsiliyedeki oniki bürhana mukabil, oniki lem'a ile bir mukaddemeyi göstereceðiz.

* * *

--- sh:»(Nç:72)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Üçüncü Hüccet-i Ýmaniye

Tabiat Risalesi

(Tabiattan gelen fikr-i küfrîyi dirilmeyecek bir surette öldürüyor; küfrün temel taþýný zîr ü zeber ediyor.)

Ýhtar

Þu notada, Tabiiyyunun münkir kýsmýnýn gittikleri yolun iç yüzü ne kadar akýldan uzak ve ne kadar çirkin ve ne derece hurafe olduðu, lâakal doksan muhali tazammun eden dokuz muhal ile beyan edilmiþ. Sair risalelerde o muhaller kýsmen izah edildiðinden; burada gayet muhtasar olmak haysiyetiyle, bazý basamaklar tayyedilmiþtir. Onun için, birdenbire, bu kadar zahir ve aþikâre bir hurafeyi nasýl bu meþhur âkýl feylesoflar kabul etmiþler, o yolda gidiyorlar, hatýra geliyor. Evet onlar, mesleklerinin iç yüzünü görememiþler. Hem hakikat-ý meslekleri ve mesleklerinin lâzýmý ve muktezasý odur ki; yazýlmýþ herbir muhalin ucunda beyan edilen o çirkin ve müstekreh ve gayr-ý makul (Haþiye) hülâsa-i mezhebleri, mesleklerinin lâzýmý ve zarurî muktezasý olduðunu gayet bedihî ve kat'î bürhanlarla þübhesi olanlara tafsilen beyan ve isbat etmeye hazýrým.

(Haþiye): Bu risalenin sebeb-i te'lifi; gayet mütecavizane ve gayet çirkin bir tarz ile hakaik-i imaniyeyi tezyif edip, bozulmuþ aklý yetiþmediði þeye hurafe deyip, dinsizliði tabiata baðlayarak, Kur'ana hücum edilmesidir. O hücum ise, þiddetli bir hiddeti (kalbe) kaleme verdi ki, þiddetli ve galiz tokatlarý o mülhidlere ve haktan yüz çeviren bâtýl mezheblilere yedirdi. Yoksa Risale-i Nur'un mesleði, nezihane ve nazikane ve kavl-i leyyindir.

--- sh:»(Nç:73)  ------------------------------------------------------------------------------------------

 

¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"

¬Œ²*«ž²!«:ö¬€!«x´WÅK7!ö¬h¬0@«4öÊt«-ö¬yÁV7!ö]¬4«!ö²v­Z­V­,­*ö²a«7@«5

Þu âyet-i kerime, istifham-ý inkârî ile "Cenab-ý Hak hakkýnda þekk olmaz ve olmamalý" demekle; vücud ve vahdaniyet-i Ýlahiye, bedahet derecesinde olduðunu gösteriyor.

Þu sýrrý izahtan evvel bir ihtar:

1338'de Ankara'ya gittim. Ýslâm ordusunun Yunan'a galebesinden neþ'e alan ehl-i imanýn kuvvetli efkârý içinde, gayet müdhiþ bir zýndýka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasane çalýþtýðýný gördüm. Eyvah dedim, bu ejderha imanýn erkânýna iliþecek! O vakit, þu âyet-i kerime bedahet derecesinde vücud ve vahdaniyeti ifham ettiði cihetle ondan istimdad edip, o zýndýkanýn baþýný daðýtacak derecede Kur'an-ý Hakîm'den alýnan kuvvetli bir bürhaný, Arabî risalesinde yazdým. Ankara'da, Yeni Gün Matbaasý'nda tab'ettirmiþtim. Fakat maatteessüf Arabî bilen az ve ehemmiyetle bakanlar da nadir olmakla beraber, gayet muhtasar ve mücmel bir surette o kuvvetli bürhan tesirini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkiþaf etti, hem kuvvet buldu. Bilmecburiye, o bürhaný Türkçe olarak bir derece beyan edeceðim. O bürhanýn bazý parçalarý, bazý risalelerde tam izah edildiðinden; burada icmalen yazýlacaktýr. Sair risalelerde inkýsam etmiþ olan müteaddid bürhanlar, bu bürhanda kýsmen ittihad ediyor; herbiri bunun bir cüz'ü hükmüne geçiyor.

--- sh:»(Nç:74)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Mukaddime

Ey insan! Bil ki, insanlarýn aðzýndan çýkan ve dinsizliði iþmam eden dehþetli kelimeler var. Ehl-i iman, bilmeyerek istimal ediyorlar. Mühimlerinden üç tanesini beyan edeceðiz:

Birincisi: "Evcedethü-l esbab" Yani, "esbab bu þey'i icad ediyor."

Ýkincisi: "Teþekkele binefsihi" Yani, "kendi kendine teþekkül ediyor, oluyor, bitiyor."

Üçüncüsü: "Ýktezathü-t tabiat" Yani, "tabiîdir, tabiat iktiza edip icad ediyor."

Evet madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem her mevcud san'atlý ve hikmetli vücuda geliyor. Hem madem kadîm deðil, yeniden oluyor. Herhalde ey mülhid! Bu mevcudu, meselâ bu hayvaný ya diyeceksin ki, esbab-ý âlem onu icad ediyor; yani esbabýn içtimaýnda o mevcud vücud buluyor.. veyahud o kendi kendine teþekkül ediyor.. veyahud tabiat muktezasý olarak, tabiatýn tesiriyle vücuda geliyor.. veyahud bir Kadîr-i Zülcelal'in kudretiyle icad edilir. Madem aklen bu dört yoldan baþka yol yoktur, evvelki üç yol muhal, battal, mümteni', gayr-ý kabil olduklarý kat'î isbat edilse; bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan tarîk-i vahdaniyet, þeksiz þübhesiz sabit olur.

--- sh:»(Nç:75)  ------------------------------------------------------------------------------------------

AMMA BÝRÝNCÝ YOL KÝ: Esbab-ý âlemin içtimaýyla teþkil-i eþya ve vücud-u mahlukattýr. Pek çok muhalatýndan yalnýz üç tanesini zikrediyoruz.

BÝRÝNCÝSÝ: Bir eczahanede, gayet muhtelif maddelerle dolu, yüzer kavanoz þiþeler bulunuyor. O edviyelerden, zîhayat bir macun istenildi. Hem hayatdar hârika bir tiryak onlardan yapýlmak îcab etti. Geldik, o eczahanede, o zîhayat macunun ve hayatdar tiryakýn çoklukla efradýný gördük. O macunlardan herbirisini tedkik ettik. Görüyoruz ki: O kavanoz þiþelerden herbirisinden, bir mizan-ý mahsusla, bir iki dirhem bundan, üç dört dirhem ötekinden, altý yedi dirhem baþkasýndan ve hakeza.. muhtelif mikdarlarda eczalar alýnmýþ. Eðer birinden, bir dirhem ya noksan veya fazla alýnsa o macun zîhayat olamaz, hasiyetini gösteremez. Hem o hayatdar tiryaký da tedkik ettik. Herbir kavanozdan bir mizan-ý mahsus ile bir madde alýnmýþ ki, zerre mikdarý noksan veya ziyade olsa, tiryak hassasýný kaybeder. O kavanozlar elliden ziyade iken, herbirisinden ayrý bir mizan ile alýnmýþ gibi, ayrý ayrý mikdarda eczalarý alýnmýþ. Acaba hiçbir cihette imkân ve ihtimal var mý ki, o þiþelerden alýnan muhtelif mikdarlar, þiþelerin garib bir tesadüf veya fýrtýnalý bir havanýn çarpmasýyla devrilmesinden, herbirisinden alýnan mikdar kadar yalnýz o mikdar aksýn, beraber gitsinler ve toplanýp o macunu teþkil etsinler? Acaba bundan daha hurafe, muhal, bâtýl birþey var mý? Eþek muzaaf bir eþekliðe girse, sonra insan olsa, "Bu fikri kabul etmem" diye kaçacaktýr.

--- sh:»(Nç:76)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ýþte bu misal gibi; herbir zîhayat, elbette zîhayat bir macundur ve herbir nebat, hayatdar bir tiryak gibidir ki; çok müteaddid eczalardan, çok muhtelif maddelerden, gayet hassas bir ölçü ile alýnan maddelerden terkib edilmiþtir. Eðer esbaba, anasýra isnad edilse ve "esbab icad etti" denilse; aynen eczahanedeki macunun, þiþelerin devrilmesinden vücud bulmasý gibi, yüz derece akýldan uzak, muhal ve bâtýldýr.

Elhasýl: Þu eczahane-i kübra-yý âlemde, Hakîm-i Ezelî'nin mizan-ý kaza ve kaderiyle alýnan mevadd-ý hayatiye, hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve herþeye þamil bir irade ile vücud bulabilir. "Kör, saðýr, hududsuz, sel gibi akan küllî anasýr ve tabayi' ve esbabýn iþidir" diyen bedbaht, "O tiryak-ý acib, kendi kendine þiþelerin devrilmesinden çýkýp olmuþtur" diyen divane bir hezeyancý, sarhoþ bulunan bir ahmaktan daha ziyade ahmaktýr. Evet o küfür; ahmakane, sarhoþane, divanece bir hezeyandýr.

--- sh:»(Nç:77)  ------------------------------------------------------------------------------------------

ÝKÝNCÝ MUHAL: Eðer herþey, Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Zülcelal'e verilmezse, belki esbaba isnad edilse lâzým gelir ki; âlemin pek çok anasýr ve esbabý, herbir zîhayatýn vücudunda müdahalesi bulunsun. Halbuki sinek gibi bir küçük mahlukun vücudunda, kemal-i intizam ile gayet hassas bir mizan ve tamam bir ittifak ile, muhtelif ve birbirine zýd, mübayin esbabýn içtimaý, o kadar zahir bir muhaldir ki, sinek kanadý kadar þuuru bulunan, "Bu muhaldir, olamaz!" diyecektir. Evet bir sineðin küçücük cismi, kâinatýn ekser anasýr ve esbabý ile alâkadardýr; belki bir hülâsasýdýr. Eðer Kadîr-i Ezelî'ye verilmezse, o esbab-ý maddiye onun vücudu yanýnda bizzât hazýr bulunmak lâzým; belki onun küçücük cismine girmek gerektir. Belki cisminin küçük bir nümunesi olan gözündeki bir hüceyresine girmeleri îcab ediyor. Çünki sebeb maddî ise, müsebbebin yanýnda ve içinde bulunmasý lâzým geliyor. Þu halde, iki sineðin iðne ucu gibi parmaklarý yerleþmeyen o hüceyrecikte erkân-ý âlem ve anasýr ve tabayiin, maddeten içinde bulunup, usta gibi içinde çalýþtýklarýný kabul etmek lâzým geliyor.

Ýþte, Sofestaînin en eblehleri dahi, böyle bir meslekten utanýyorlar.

ÜÇÜNCÜ MUHAL: ¬G¬&!«x²7!ö¬w«2öެ!ö­*­G²M«

--- sh:»(Nç:78)  ------------------------------------------------------------------------------------------

AMMA ÝKÝNCÝ MES'ELE: "Teþekkele binefsihi"dir. Yani: Kendi kendine teþekkül ediyor. Ýþte bu cümlenin dahi çok muhalatý var. Çok cihetle bâtýldýr, muhaldir. Nümune için muhalâtýndan üç tanesini beyan ederiz.

BÝRÝNCÝSÝ: Ey muannid münkir! Senin enaniyetin seni o kadar ahmaklaþtýrmýþ ki, yüz muhali birden kabul etmeyi, bir derece hükmediyorsun. Çünki sen mevcudsun. Ve basit bir madde ve camid ve tegayyürsüz deðilsin. Belki, daima teceddüdde olarak, gayet muntazam bir makine ve hârika ve daima tahavvülde bir saray gibisin. Senin vücudunda her vakit zerreler çalýþýyorlar. Senin vücudun kâinatla, hususan rýzýk münasebetiyle, hususan beka-i nev'i itibariyle alâkadar ve alýþ-veriþi vardýr. Senin vücudunda çalýþan zerreler, o münasebatý bozmamak ve o alâkadarlýðý kýrmamak için dikkat ediyorlar. Öylece ihtiyatla ayaklarýný atýyorlar. Güya bütün kâinata bakýyorlar. Senin münasebatýný kâinatta görüp öyle vaziyet alýyorlar. Sen zahirî ve bâtýnî duygularýnla, o zerrelerin, o hârika vaziyetine göre istifade edersin. Eðer sen vücudundaki zerreleri, Kadîr-i Ezelî'nin kanunuyla hareket eden küçücük memurlarý veya bir ordusu veya kalem-i kaderin uçlarý, herbir zerre bir kalem ucu veya kalem-i kudretin noktalarý, herbir zerre bir nokta olduðunu kabul etmezsen; o vakit senin gözünde çalýþan herbir zerreye öyle bir göz lâzým ki, senin mecmu-u cesedinin her tarafýný görmekle beraber, münasebetdar olduðun bütün kâinatý dahi görecek bir gözü ve bütün senin mazi ve müstakbel ve nesil ve aslýn ve anasýrýnýn menbalarýný ve rýzkýnýn madenlerini bilecek, tanýyacak yüz dâhî kadar bir akýl vermek lâzým geliyor. Senin gibi bu mes'elelerde zerre kadar aklý olmayanýn bir zerresine bin Eflatun kadar bir ilim ve þuur vermek, bin derece divanece bir hurafeciliktir!..

--- sh:»(Nç:79)  ------------------------------------------------------------------------------------------

ÝKÝNCÝ MUHAL: Senin vücudun bin kubbeli hârika bir saraya benzer ki; her kubbesinde taþlar, direksiz birbirine baþbaþa verip, muallakta durdurulmuþ. Belki senin vücudun, bin defa bu saraydan daha acibdir. Çünki o saray-ý vücudun, daima kemal-i intizamla tazelenmektedir. Gayet hârika olan ruh, kalb ve manevî letaiften kat-ý nazar, yalnýz cesedindeki herbir âza, bir kubbeli menzil hükmündedir. Zerreler, o kubbedeki taþlar gibi birbirleriyle kemal-i müvazene ve intizam ile baþbaþa verip, hârika bir bina, fevkalâde bir san'at, göz ve dil gibi acib birer mu'cize-i kudret gösteriyorlar. Eðer bu zerreler, þu âlemin ustasýnýn emrine tâbi' birer memur olmasalar; o vakit herbir zerre, umum o ceseddeki zerrelere hem hâkim-i mutlak hem herbirisine mahkûm-u mutlak, hem her birisine misil hem hâkimiyet noktasýnda zýd, hem yalnýz Vâcib-ül Vücud'a mahsus olan ekser sýfâtýn masdarý, menbaý, hem gayet mukayyed hem gayet mutlak bir surette olmakla beraber, sýrr-ý vahdetle yalnýz bir Vâhid-i Ehad'in eseri olabilen gayet muntazam bir masnu-u vâhidi o hadsiz zerrata isnad etmek; zerre kadar þuuru olan, bunun pek zahir bir muhal belki yüz muhal olduðunu derkeder.

--- sh:»(Nç:80)  ------------------------------------------------------------------------------------------

ÜÇÜNCÜ MUHAL: Eðer senin vücudun, Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Ezelî'nin kalemiyle mektub olmazsa ve tabiata, esbaba mensub matbu' ise, o vakit senin vücudundaki bir hüceyre-i bedenden tut, birbiri içinde daireler misillü, binler mürekkebler adedince tabiat kalýblarýnýn bulunmasý lâzým gelir. Çünki meselâ bu elimizdeki kitab eðer mektub olsa, bir tek kalem, kâtibinin ilmine istinad edip, bütün onlarý yazar. Eðer o, mektub olmazsa ve onun kalemine verilmezse, kendi kendine olmuþ denilse veya tabiata verilse, o vakit matbu' kitab gibi, herbir harfi için ayrý bir demir kalem lâzýmdýr ki tab'edilsin. Nasýlki matbaada hurufat adedince demir harfler bulunur, sonra o harfler vücud bulur; o vakit bir tek kaleme bedel, o hurufat adedince kalemler bulunmasý lâzým gelir. Belki o hurufat içinde bazan olduðu gibi, küçük kalem ile bir büyük harfte bir sahife -ince hatla- yazýlmýþ ise, binler kalem bir tek harf için lâzým geliyor. Belki birbirinin içine girip muntazam bir vaziyetle, senin cesedin gibi bir þekil alýyorsa, o vakit herbir dairede, herbir cüz' için, o mürekkebat adedince kalýplar lâzým geliyor. Haydi, yüz muhal içinde bulunan bu tarzý, mümkün desen dahi, bu muntazam san'atlý demir harfleri ve mükemmel kalýplarý ve kalemleri yapmak için, yine bir tek kaleme verilmezse, o kalemler, o kalýplar, o demir harflerin yapýlmasý için, onlarýn adedlerince yine kalemler, kalýplar ve harfler lâzým. Çünki onlar da yapýlmýþlar ve onlar da muntazam san'atlýdýrlar. Ve hakeza müteselsilen gittikçe gidecek...

Ýþte sen de anla! Bu öyle bir fikirdir ki; senin zerratýn adedince muhalat ve hurafeler, içinde bulunuyor. Ey muannid muattýl! Sen de utan, bu dalaletten vazgeç!

--- sh:»(Nç:81)  ------------------------------------------------------------------------------------------

ÜÇÜNCÜ KELÝME: "Ýktezathü-t tabiat" Yani; tabiat iktiza ediyor, tabiat yapýyor. Ýþte bu hükmün çok muhalatý var. Nümune için üçünü zikrediyoruz.

BÝRÝNCÝSÝ: Eðer mevcudatta, hususan zîhayatta görünen basîrane, hakîmane olan san'at ve icad, Þems-i Ezelî'nin kalem-i kader ve kudretine verilmezse, belki kör, saðýr, düþüncesiz olan tabiata ve kuvvete isnad edilse lâzým gelir ki; tabiat, icad için herþeyde hadsiz manevî makine ve matbaalarý bulundursun; veyahud herþeyde, kâinatý halk ve idare edecek bir kudret ve hikmet dercetsin. Çünki nasýl þemsin cilveleri ve akisleri, zemin yüzündeki zerrecik cam parçalarýnda ve katrelerde görünüyor. Eðer o misalî ve aksî güneþçikler, semadaki tek güneþe isnad edilmese, lâzým gelir ki; bir kibrit baþý yerleþmeyen bir zerrecik cam parçasýnda tabiî, fýtrî ve güneþin hasiyetlerine mâlik, zahiren küçük, manen çok derin bir güneþin haricî vücudunu kabul ederek, zerrat-ý zücaciye adedince tabiî güneþleri kabul etmek lâzým geldiði gibi.. -aynen bu misal gibi- mevcudat ve zîhayat doðrudan doðruya Þems-i Ezelî'nin cilve-i esmasýna verilmezse, herbir mevcudda, hususan herbir zîhayatta hadsiz bir kudret ve irade ve nihayetsiz bir ilim ve hikmet taþýyacak bir tabiatý, bir kuvveti, âdeta bir ilahý içinde kabul etmek lâzým gelir. Bu tarz-ý fikir ise, kâinattaki muhalatýn en bâtýlý, en hurafesidir. Hâlýk-ý Kâinat'ýn san'atýný, mevhum, ehemmiyetsiz, þuursuz bir tabiata veren insan, elbette yüz defa hayvandan daha hayvan, daha þuursuz olduðunu gösterir.

--- sh:»(Nç:82)  ------------------------------------------------------------------------------------------

ÝKÝNCÝ MUHAL: Eðer gayet intizamlý, mizanlý, san'atlý, hikmetli þu mevcudat; nihayetsiz Kadîr, Hakîm bir zâta verilmezse, belki tabiata isnad edilse, lâzým gelir ki; tabiat, herbir parça toprakta, Avrupa'nýn umum matbaalarý ve fabrikalarý adedince makineleri, matbaalarý bulundursun.. tâ, o parça toprak, menþe' ve tezgâh olduðu hadsiz çiçekler ve meyvelerin yetiþmelerine ve teþkillerine medar olabilsin. Çünki çiçekler için saksýlýk vazifesini gören bir kâse toprak içine tohumlarý nöbetle atýlan umum çiçeklerin birbirinden çok ayrý olan þekil ve heyetlerini teþkil ve tasvir edebilir bir kabiliyeti, bilfiil görülüyor. Eðer Kadîr-i Zülcelal'e verilmezse; o vakit, o kâsedeki toprakta, herbir çiçek için manevî, ayrý, tabiî bir makinesi bulunmazsa, bu hal vücuda gelemez. Çünki tohumlar ise nutfeler ve yumurtalar gibi, maddeleri birdir. Yani müvellid-ül ma, müvellid-ül humuza, karbon, azotun intizamsýz, þekilsiz, hamur gibi halitasýndan ibaret olmakla beraber, hava, su, hararet, ziya dahi, herbiri basit ve þuursuz ve herþeye karþý sel gibi bir tarzda gittiðinden, o hadsiz çiçeklerin teþkilleri ayrý ayrý ve gayet muntazam ve san'atlý olarak o topraktan çýkmasý, bilbedahe ve bizzarure iktiza ediyor ki; o kâsede bulunan toprakta, manen Avrupa kadar, manevî ve küçük mikyasta matbaalarý ve fabrikalarý bulunsun. Tâ ki, bu kadar hayatdar kumaþlarý ve binler ayrý ayrý nakýþlý mensucatlarý dokuyabilsin.

Ýþte tabiiyyunlarýn fikr-i küfrîleri, ne derece daire-i akýldan hariç saptýðýný kýyas et. Ve tabiatý mûcid zanneden insan suretindeki ahmak sarhoþlar "mütefennin ve akýllýyýz" diye dava ettikleri halde, akýl ve fenden ne kadar uzak düþtüklerini ve mümteni' ve hiçbir cihetle mümkün olmayan bir hurafeyi kendilerine meslek ittihaz ettiklerini gör, gül ve tükür!

--- sh:»(Nç:83)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Eðer desen: Mevcudat, tabiata isnad edilse böyle acib muhaller olur, imtina' derecesinde müþkilât olur; acaba Zât-ý Ehad u Samed'e verildiði vakit, o müþkilât nasýl kalkýyor? Ve o suubetli imtina, o sühuletli vücuba nasýl inkýlab eder?

Elcevab: Birinci muhalde nasýlki güneþin cilve-i in'ikasý, kemal-i sühuletle, külfetsiz en küçük zerrecik camidden tut, tâ en büyük bir denizin yüzüne kadar feyzini ve tesirini misalî güneþçiklerle gayet kolaylýkla gösterdikleri halde, eðer güneþten nisbeti kesilse; o vakit herbir zerrecikte, tabiî ve bizzât bir güneþin haricî vücudu imtina derecesinde bir suubetle olabilmesi, kabul edilmek lâzým gelir. Öyle de; herbir mevcud, doðrudan doðruya Zât-ý Ehad u Samed'e verilse; vücub derecesinde bir sühulet, bir kolaylýk ile ve bir intisab ve cilve ile, herbir mevcuda lâzým herbir þey, ona yetiþtirilebilir. Eðer o intisab kesilse ve o memuriyet baþýbozukluða dönse ve herbir mevcud kendi baþýna ve tabiata býrakýlsa, o vakit imtina' derecesinde yüzbin müþkilât ve suubetle sinek gibi bir zîhayatýn, kâinatýn küçük bir fihristesi olan gayet hârika makine-i vücudunu icad eden, içindeki kör tabiatýn, kâinatý halk ve idare edecek bir kudret ve hikmet sahibi olduðunu farzetmek lâzým gelir. Bu ise bir muhal deðil, belki binler muhaldir.

--- sh:»(Nç:84)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Elhasýl: Nasýlki Zât-ý Vâcib-ül Vücud'un þerik ve naziri mümteni' ve muhaldir. Öyle de: rububiyetinde ve icad-ý eþyada baþkalarýnýn müdahalesi, þerik-i zâtî gibi mümteni' ve muhaldir.

Amma ikinci muhaldeki müþkilât ise müteaddid risalelerde isbat edildiði gibi, eðer bütün eþya Vâhid-i Ehad'e verilse; bütün eþya, bir tek þey gibi sühuletli ve kolay olur. Eðer esbaba ve tabiata verilse, bir tek þey, umum eþya kadar müþkilâtlý olduðu, müteaddid ve kat'î bürhanlarla isbat edilmiþ. Bir bürhanýn hülâsasý þudur ki: Nasýlki bir adam, bir padiþaha askerlik veya memuriyet cihetiyle intisab etse, o memur ve o asker o intisab kuvvetiyle, yüzbin defa kuvvet-i þahsiyesinden fazla iþlere medar olabilir. Ve padiþahý namýna bazan bir þahý esir eder. Çünki gördüðü iþlerin ve yaptýðý eserlerin cihazatýný ve kuvvetini kendi taþýmýyor ve taþýmaya mecbur olmuyor. O intisab münasebetiyle, padiþahýn hazineleri ve arkasýndaki nokta-i istinadý olan ordu; o kuvveti, o cihazatý taþýyor. Demek gördüðü iþler, þahane olarak bir padiþahýn iþi gibi; ve gösterdiði eserler, bir ordu eseri misillü hârika olabilir. Nasýlki karýnca, o memuriyet cihetiyle Firavun'un sarayýný harab ediyor. Sinek o intisab ile, Nemrud'u gebertiyor. Ve o intisab ile, buðday tanesi gibi bir çam çekirdeði, koca çam aðacýnýn bütün cihazatýný yetiþtiriyor. (Haþiye) Eðer o intisab kesilse, o memuriyetten terhis edilse, yapacaðý iþlerin cihazatýný ve kuvvetini, belinde ve bileðinde taþýmaða mecburdur. O vakit, o küçücük bileðindeki kuvvet mikdarýnca ve belindeki cephane adedince iþ görebilir. Evvelki vaziyette gayet kolaylýkla gördüðü iþleri bu vaziyette

(Haþiye): Evet, eðer intisab olsa; o çekirdek, kader-i Ýlahîden bir emir alýr, o hârika iþlere mazhar olur. Eðer o intisab kesilse; o çekirdeðin hilkati, koca çam aðacýnýn hilkatinden daha ziyade cihazat ve iktidar ve san'atý iktiza eder. Çünki daðdaki -kudret eseri olan- mücessem çam aðacýnýn bütün âzalarý ve cihazatýyla, o çekirdekteki kader eseri olan manevî aðaçta mevcud bulunmasý lâzým gelir. Çünki o koca aðacýn fabrikasý, o çekirdektir. Ýçindeki kaderî aðaç, kudretle hariçte tezahür eder, cismanî çam aðacý olur.

--- sh:»(Nç:85)  ------------------------------------------------------------------------------------------

ÜÇÜNCÜ MUHAL: Bu muhali izah edecek bazý risalelerde beyan edilen iki misal:

Birinci Misal: Bütün âsâr-ý medeniyetle tekmil ve tezyin edilmiþ, hâlî bir sahrada kurulmuþ, yapýlmýþ bir saraya; gayet vahþi bir adam girmiþ, içine bakmýþ. Binlerle muntazam san'atlý eþyayý görmüþ. Vahþetinden, ahmaklýðýndan, hariçten kimse müdahale etmeyip, o saray içinde o eþyadan birisi, o sarayý müþtemilatýyla beraber yapmýþtýr diye taharriye baþlýyor. Hangi þeye bakýyor; o vahþetli aklý dahi kabil görmüyor ki, o þey bunlarý yapsýn. Sonra o sarayýn teþkilat proðramýný ve mevcudat fihristesini ve idare kanunlarý içinde yazýlý olan bir defteri görür. Çendan elsiz ve gözsüz ve çekiçsiz olan o defter dahi, sair içindeki þeyler gibi, hiçbir kabiliyeti yoktur ki o sarayý teþkil ve tezyin etsin. Fakat muztar kalarak, bilmecburiye, eþya-yý âhere nisbeten, kavanin-i ilmiyenin bir ünvaný olmak cihetiyle, o sarayýn mecmuuna bu defteri münasebetdar gördüðünden, "Ýþte bu defterdir ki, o sarayý teþkil, tanzim ve tezyin edip bu eþyayý yapmýþ, takmýþ, yerleþtirmiþ." diyerek vahþetini; ahmaklarýn, sarhoþlarýn hezeyanýna çevirmiþ.

Ýþte aynen bu misal gibi; hadsiz derecede misaldeki saraydan daha muntazam, daha mükemmel ve bütün etrafý mu'cizane hikmetle dolu þu saray-ý âlemin içine, inkâr-ý uluhiyete giden tabiiyyun fikrini taþýyan vahþi bir insan girer. Daire-i mümkinat haricinde olan Zât-ý Vâcib-ül Vücud'un eser-i san'atý olduðunu düþünmeyerek ve ondan i'raz ederek, daire-i mümkinat içinde kader-i Ýlahînin yazar bozar bir levhasý hükmünde ve kudret-i Ýlahiyenin kavanin-i icraatýna tebeddül ve tegayyür eden bir defteri olabilen ve pek yanlýþ ve hata olarak "tabiat" namý verilen bir mecmua-i kavanin-i âdât-ý Ýlahiye ve bir fihriste-i san'at-ý Rabbaniyeyi görür. Ve der ki: "Madem bu eþya bir sebeb ister, hiçbir þeyin bu defter gibi münasebeti görünmüyor. Çendan hiçbir cihetle akýl kabul etmez ki; gözsüz, þuursuz, kudretsiz bu defter, rububiyet-i mutlakanýn iþi olan ve hadsiz bir kudreti iktiza eden icadý yapamaz. Fakat madem Sâni'-i Kadîm'i kabul etmiyorum; öyle ise en münasibi, bu defter bunu yapmýþ ve yapar diyeceðim" der. Biz de deriz:

--- sh:»(Nç:86)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ey ahmak-ul humakadan tahammuk etmiþ sarhoþ ahmak! Baþýný tabiat bataklýðýndan çýkar, arkana bak; zerrattan, seyyarata kadar bütün mevcudat, ayrý ayrý lisanlarla þehadet ettikleri ve parmaklarýyla iþaret ettikleri bir Sâni'-i Zülcelal'i gör.. ve o sarayý yapan ve o defterde sarayýn proðramýný yazan Nakkaþ-ý Ezelî'nin cilvesini gör, fermanýna bak, Kur'anýný dinle.. o hezeyanlardan kurtul!..

Ýkinci Misal: Gayet vahþi bir adam muhteþem bir kýþla dairesine girer. Gayet muntazam bir ordunun umumî beraber talimlerini, muntazam hareketlerini görür. Bir neferin hareketiyle; bir tabur, bir alay, bir fýrka kalkar, oturur, gider; bir ateþ emriyle ateþ ettiklerini müþahede eder. Onun kaba, vahþi aklý, bir kumandanýn, devletin nizamatýyla ve kanun-u padiþahî ile kumandasýný anlamayýp, inkâr ettiðinden, o askerlerin iplerle birbiriyle baðlý olduklarýný tahayyül eder. O hayalî ip, ne kadar hârikalý bir ip olduðunu düþünür; hayrette kalýr. Sonra gider.. Ayasofya gibi gayet muazzam bir câmie, Cuma gününde dâhil olur. O cemaat-ý müslimînin, bir adamýn sesiyle kalkar, eðilir, secde ederek oturduklarýný müþahede eder. Manevî ve semavî kanunlarýn mecmuundan ibaret olan þeriatý ve þeriat sahibinin emirlerinden gelen manevî düsturlarýný anlamadýðýndan, o cemaatýn maddî iplerle baðlandýðýný ve o acib ipler onlarý esir edip oynattýðýný tahayyül ederek en vahþi insan suretindeki canavar hayvanlarý dahi güldürecek derecede maskaralý bir fikirle çýkar, gider.

--- sh:»(Nç:87)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ýþte ayný bu misal gibi: Sultan-ý Ezel ve Ebed'in hadsiz cünudunun muhteþem bir kýþlasý olan þu âleme ve o Mabud-u Ezelî'nin muntazam bir mescidi olan þu kâinata; mahz-ý vahþet olan, inkârlý fikr-i tabiatý taþýyan bir münkir giriyor. O Sultan-ý Ezelî'nin hikmetinden gelen nizamat-ý kâinatýn manevî kanunlarýný, birer maddî madde tasavvur ederek ve saltanat-ý rububiyetin kavanin-i itibariyesi ve o Mabud-u Ezelî'nin þeriat-ý fýtriye-i kübrasýnýn, manevî ve yalnýz vücud-u ilmîsi bulunan ahkâmlarýný ve düsturlarýný birer mevcud-u haricî ve maddî birer madde tahayyül ederek, kudret-i Ýlahiyenin yerine, o ilim ve kelâmdan gelen ve yalnýz vücud-u ilmîsi bulunan o kanunlarý ikame etmek ve ellerine icad vermek, sonra da onlara "tabiat" namýný takmak ve yalnýz bir cilve-i kudret-i Rabbaniye olan kuvveti, bir zîkudret ve müstakil bir kadîr telakki etmek; misaldeki vahþiden bin defa aþaðý bir vahþettir!..

Elhasýl: Tabiiyyunlarýn, mevhum ve hakikatsýz tabiat dedikleri þey, olsa olsa ve hakikat-ý hariciye sahibi ise; ancak bir san'at olabilir, Sâni' olamaz. Bir nakýþtýr, Nakkaþ olamaz. Ahkâmdýr, hâkim olamaz. Bir þeriat-ý fýtriyedir, Þâri' olamaz. Mahluk bir perde-i izzettir, Hâlýk olamaz. Münfail bir fýtrattýr, Fâtýr bir fâil olamaz. Kanundur, kudret deðildir; kâdir olamaz. Mistardýr, masdar olamaz.

--- sh:»(Nç:88)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Elhasýl: Madem mevcudat var. Madem Onaltýncý Nota'nýn baþýnda denildiði gibi; mevcudun vücuduna, taksim-i aklî ile dört yoldan baþka yol tahayyül edilmez. O dört cihetten üçünün -herbirinin üç zahir muhaller ile butlaný, kat'î bir surette isbat edildi. Elbette bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan vahdet yolu, kat'î bir surette isbat olunuyor. O dördüncü yol ise; baþtaki ¬Œ²*«ž²!«:ö¬€!«x´WÅ,7!ö¬h¬0@«4öÊt«-ö¬yÁV7!ö]¬4«! âyeti, þeksiz ve þübhesiz bedahet derecesinde Zât-ý Vâcib-ül Vücud'un uluhiyetini ve her þey doðrudan doðruya dest-i kudretinden çýktýðýný ve Semavat ve Arz kabza-i tasarrufunda bulunduðunu gösteriyor.

Ey esbabperest ve tabiata tapan bîçare adam! Madem herþeyin tabiatý, herþey gibi mahluktur; çünki san'atlýdýr ve yeni oluyor. Hem her müsebbeb gibi, zahirî sebebi dahi masnu'dur. Ve madem herþeyin vücudu, pek çok cihazat ve âletlere muhtaçtýr. O halde, o tabiatý icad eden ve o sebebi halkeden bir Kadîr-i Mutlak var. Ve o Kadîr-i Mutlak'ýn ne ihtiyacý var ki âciz vesaiti, rububiyetine ve icadýna teþrik etsin. Hâþâ! Belki doðrudan doðruya müsebbebi, sebeb ile beraber halkederek, cilve-i esmasýný ve hikmetini göstermek için, bir tertib ve tanzim ile zahirî bir sebebiyet, bir mukarenet vermekle, eþyadaki zahirî kusurlara, merhametsizliklere ve noksaniyetlere merci' olmak için, esbab ve tabiatý dest-i kudretine perde etmiþ; izzetini o suretle muhafaza etmiþ. Acaba bir saatçi, saatin çarklarýný yapsýn; sonra saati çarklarla tertib edip tanzim etsin, daha mý kolaydýr? Yoksa hârika bir makineyi, o çarklar içinde yapsýn; sonra saatin yapýlmasýný o makinenin camid ellerine versin, tâ saati yapsýn, daha mý kolaydýr? Acaba imkân haricinde deðil midir? Haydi o insafsýz aklýnla sen söyle, sen hâkim ol! Veyahud bir kâtib; mürekkeb, kalem, kâðýdý getirdi. Onunla kendi bizzât o kitabý yazsa, daha mý kolaydýr? Yoksa o kâðýd, mürekkeb, kalem içinde o kitabdan daha san'atlý, daha zahmetli, yalnýz o tek kitaba mahsus olarak bir yazý makinesi icad etsin; sonra o þuursuz makineye "Haydi sen yaz" desin de kendi karýþmasýn, daha mý kolaydýr? Acaba yüz defa yazýdan daha müþkil deðil midir?

--- sh:»(Nç:89)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Eðer desen: Evet bir kitabý yazan makinenin icadý, o kitabdan yüz defa daha müþkildir. Fakat o makine, ayný kitabýn bir çok nüshalarýný yazmasýna vasýta olmak cihetiyle, belki bir kolaylýk var?

Elcevab: Nakkaþ-ý Ezelî, hadsiz kudretiyle nihayetsiz cilve-i esmasýný her vakit tazelendirmekle, ayrý ayrý þekilde göstermek için, eþyadaki teþahhuslarý ve hususî sîmalarý öyle bir surette halketmiþtir ki; hiçbir mektub-u Samedanî ve hiçbir kitab-ý Rabbanî, diðer kitablarýn ayný aynýna olamýyor. Alâküllihal, ayrý manalarý ifade etmek için, ayrý bir sîmasý bulunacak. Eðer gözün varsa, insanýn sîmasýna bak, gör ki; zaman-ý Âdem'den þimdiye kadar, belki ebede kadar, bu küçük sîmada, âza-yý esasîde ittifak ile beraber, herbir sîma, umum sîmalara nisbeten, herbirisine karþý birer alâmet-i farikasý var olduðu kat'iyyen sabittir. Bunun için herbir sîma, ayrý bir kitabdýr. Yalnýz san'atýn tanzimi için ayrý bir yazý takýmý ve ayrý bir tertib ve te'lif ister. Ve maddelerini hem getirmek, hem yerleþtirmek ve hem de vücuda lâzým olan herþeyi dercetmek için, bütün bütün baþka bir tezgâh ister. Haydi, farz-ý muhal olarak tabiata bir matbaa nazarýyla baktýk. Fakat bir matbaaya ait olan tanzim ve basmak, yani muayyen intizamýný kalýba sokmaktan baþka, o tanzimin icadýndan, icadlarý yüz derece daha müþkil bir zîhayatýn cismindeki maddeleri, aktar-ý âlemden mizan-ý mahsusla ve has bir intizamla icad etmek ve getirmek ve matbaa eline vermek için, yine o matbaayý icad eden Kadîr-i Mutlak'ýn kudret ve iradesine muhtaçtýr. Demek bu matbaalýk ihtimali ve farzý, bütün bütün manasýz bir hurafedir.

--- sh:»(Nç:90)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ýþte bu saat ve kitab misalleri gibi; Sâni'-i Zülcelal, Kadîr-i Külli Þey', esbabý halketmiþ; müsebbebatý da halkediyor. Hikmetiyle, müsebbebatý esbaba baðlýyor. Kâinatýn harekâtýnýn tanzimine dair kavanin-i âdetullahtan ibaret olan þeriat-ý fýtriye-i kübra-yý Ýlahiyenin bir cilvesini ve eþyadaki o cilvesine, yalnýz bir âyine ve bir ma'kes olan tabiat-ý eþyayý, iradesiyle tayin etmiþtir. Ve o tabiatýn vücud-u haricîye mazhar olan vechini, kudretiyle icad etmiþ ve eþyayý o tabiat üzerinde halketmiþ, birbirine mezcetmiþ. Acaba gayet derecede makul ve hadsiz bürhanlarýn neticesi olan bu hakikatýn kabulü mü daha kolaydýr.. -acaba vücub derecesinde lâzým deðil midir?- Yoksa camid, þuursuz, mahluk, masnu, basit olan o sebeb ve tabiat dediðiniz maddelere, herbir þey'in vücuduna lâzým hadsiz cihazat ve âlâtý verip hakîmane, basîrane olan iþleri kendi kendilerine yaptýrmak mý daha kolaydýr? Acaba imtina' derecesinde, imkân haricinde deðil midir? Senin, o insafsýz aklýnýn insafýna havale ediyoruz.

Münkir ve tabiatperest diyor ki: Madem beni insafa davet ediyorsun. Ben de diyorum ki; þimdiye kadar yanlýþ gittiðimiz yol, hem yüz derece muhal, hem gayet zararlý ve nihayet derecede çirkin bir meslek olduðunu itiraf ediyorum. Sâbýk tahkikatýnýzdan zerre mikdar þuuru bulunan anlayacak ki; esbaba, tabiata icad vermek mümteni'dir, muhaldir. Ve herþeyi doðrudan doðruya Vâcib-ül Vücud'a vermek vâcibdir, zarurîdir. Elhamdülillahi ale-l iman deyip iman ediyorum.

--- sh:»(Nç:91)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Yalnýz bir þübhem var. Cenab-ý Hakk'ýn Hâlýk olduðunu kabul ediyorum; fakat bazý cüz'î esbabýn ehemmiyetsiz þeylerde icada müdahaleleri ve bir parça medh ü sena kazanmalarý, saltanat-ý rububiyetine ne zarar verir? Saltanatýna noksaniyet gelir mi?"

Elcevab: Bazý risalelerde gayet kat'î isbat ettiðimiz gibi; hâkimiyetin þe'ni, müdahaleyi reddetmektir. Hattâ en edna bir hâkim, bir memur; daire-i hâkimiyetinde oðlunun müdahalesini kabul etmiyor. Hattâ hâkimiyetine müdahale tevehhümüyle, bazý dindar padiþahlar -halife olduklarý halde- masum evlâdlarýný katletmeleri, bu "redd-i müdahale kanunu"nun hâkimiyette ne kadar esaslý hükmettiðini gösteriyor. Bir nahiyede iki müdürden tut, tâ bir memlekette iki padiþaha kadar, hâkimiyetteki istiklaliyetin iktiza ettiði "men'-i iþtirak kanunu" tarih-i beþerde çok acib herc ü merc ile kuvvetini göstermiþ. Acaba âciz ve muavenete muhtaç insanlardaki âmiriyet ve hâkimiyetin bir gölgesi, bu derece müdahaleyi reddetmeyi ve baþkasýnýn müdahalesini men'etmeyi ve hâkimiyetinde iþtirak kabul etmemeyi ve makamýnda istiklaliyetini nihayet taassubla muhafazaya çalýþmayý gör, sonra hâkimiyet-i mutlaka rububiyet derecesinde ve âmiriyet-i mutlaka uluhiyet derecesinde ve istiklaliyet-i mutlaka ehadiyet derecesinde ve istiðna-yý mutlak kadiriyet-i mutlaka derecesinde bir Zât-ý Zülcelal'de, bu redd-i müdahale ve men'-i iþtirak ve tard-ý þerik, ne derece o hâkimiyetin zarurî bir lâzýmý ve vâcib bir muktezasý olduðunu kýyas edebilirsen et.

--- sh:»(Nç:92)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Amma ikinci þýk þübhen ki: Bazý esbab, bazý cüz'iyatýn bazý ubudiyetlerine merci' olsa, o Mabud-u Mutlak olan Zât-ý Vâcib-ül Vücud'a müteveccih zerrattan seyyarata kadar mahlukatýn ubudiyetlerinden ne noksan gelir?

Elcevab: Þu kâinatýn Hâlýk-ý Hakîm'i kâinatý bir aðaç hükmünde halkedip, en mükemmel meyvesini zîþuur ve zîþuurun içinde en câmi' meyvesini insan yapmýþtýr. Ve insanýn en ehemmiyetli, belki insanýn netice-i hilkati ve gaye-i fýtratý ve semere-i hayatý olan þükür ve ibadeti; o Hâkim-i Mutlak ve Âmir-i Müstakil, kendini sevdirmek ve tanýttýrmak için kâinatý halkeden o Vâhid-i Ehad, bütün kâinatýn meyvesi olan insaný ve insanýn en yüksek meyvesi olan þükür ve ibadetini baþka ellere verir mi? Bütün bütün hikmetine zýd olarak, netice-i hilkati ve semere-i kâinatý abes eder mi? Hâþâ ve kellâ... Hem hikmetini ve rububiyetini inkâr ettirecek bir tarzda mahlukatýn ibadetlerini baþkalara vermeye rýza gösterir mi, hiç müsaade eder mi? Ve hem hadsiz bir derecede kendini sevdirmeyi ve tanýttýrmayý ef'aliyle gösterdiði halde, en mükemmel mahlukatýnýn þükür ve minnetdarlýklarýný, tahabbüb ve ubudiyetlerini baþka esbaba vermekle kendini unutturup, kâinattaki makasýd-ý âliyesini inkâr ettirir mi? Ey tabiat-perestlikten vazgeçen arkadaþ! Haydi sen söyle!

O diyor: Elhamdülillah, bu iki þübhem hallolmakla beraber, vahdaniyet-i Ýlahiyeye dair ve Mabud-u Bilhak o olduðuna ve ondan baþkalarý ibadete lâyýk olmadýðýna o kadar parlak ve kuvvetli iki delil gösterdin ki, onlarý inkâr etmek, Güneþ'i ve gündüzü inkâr etmek gibi bir mükâberedir.

* * *

--- sh:»(Nç:93)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Otuzikinci Söz'ün Birinci Mevkýfý

¬v[¬&ÅI7!ö¬w´W²&ÅI7!ö¬yÁV7!ö¬v²K¬"

@«#«G«K«S«7ö­yÁV7!öެ!ö½^«Z¬7³~ö@«W¬Z[¬4ö«–@«6ö²x«7

­a[¬W­

­h[¬M«W²7!ö¬y²[«7¬!ö«:ö°h

 

Bir Ramazan gecesinde, þu kelâm-ý tevhidînin onbir cümlesinin herbirinde birer tevhid mertebesi ve birer müjde bulunduðunu ve o mertebelerden yalnýz ­y«7ö«t

Bütün tabiatperest, esbabperest ve müþrik gibi umum enva'-ý ehl-i þirkin ve küfrün ve dalaletin tevehhüm ettikleri þeriklerin namýna bir þahýs farzediyoruz ki: O þahs-ý farazî, mevcudat-ý âlemden bir þeye Rab olmak istiyor ve hakikî mâlik olmak dava etmektedir.

--- sh:»(Nç:94)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ýþte o müddeî, evvelâ mevcudatýn en küçüðü olan bir zerreye rast gelir. Ona Rab ve hakikî mâlik olmakta olduðunu; zerreye, tabiat lisanýyla, felsefe diliyle söyler. O zerre dahi, hakikat lisanýyla ve hikmet-i Rabbanî diliyle der ki: "Ben hadsiz vazifeleri görüyorum. Ayrý ayrý her masnua girip iþliyorum, bütün o vezaifi bana gördürecek, sende ilim ve kudret varsa.. hem, benim gibi hadd ü hesaba gelmeyen zerrat içinde beraber gezip (Haþiye)iþ görüyoruz. Eðer bütün emsalim o zerreleri de istihdam edip emir tahtýna alacak bir hüküm ve iktidar sende varsa.. hem kemal-i intizam ile cüz olduðum mevcudlara, meselâ kandaki küreyvat-ý hamraya hakikî mâlik ve mutasarrýf olabilirsen, bana Rab olmak dava et; beni, Cenab-ý Hak'tan baþkasýna isnad et. Yoksa sus! Hem bana Rab olamadýðýn gibi, müdahale dahi edemezsin. Çünki vezaifimizde ve harekâtýmýzda o kadar mükemmel bir intizam var ki; nihayetsiz bir hikmet ve muhit bir ilim sahibi olmayan bize parmak karýþtýramaz. Eðer karýþsa, karýþtýracak. Halbuki senin gibi camid, âciz ve kör ve iki eli tesadüf ve tabiat gibi iki körün elinde olan bir þahýs, hiçbir cihette parmak uzatamaz."

O müddeî, Maddiyyunlarýn dedikleri gibi dedi ki: "Öyle ise sen kendi kendine mâlik ol. Neden baþkasýnýn hesabýna çalýþmasýný söylüyorsun?" Zerre ona cevaben der: "Eðer, güneþ gibi bir dimaðým ve ziyasý gibi ihatalý bir ilmim ve harareti gibi þümullü bir kudretim ve ziyasýndaki yedi renk gibi muhit duygularým ve gezdiðim her yere ve iþlediðim her mevcuda müteveccih birer yüzüm ve bakar birer gözüm ve geçer birer sözüm bulunsa idi, belki senin gibi ahmaklýk edip kendi kendime mâlik olduðumu dava ederdim. Haydi def'ol git, sen benden iþ bulamazsýn!"

(Haþiye): Evet müteharrik herbir þey, zerrattan seyyarata kadar, kendilerinde olan sikke-i Samediyet ile vahdeti gösterdikleri gibi, harekâtlarýyla dahi, gezdikleri bütün yerleri vahdet namýna zabtederler. Kendi mâlikinin mülküne idhal ederler. Hareket etmeyen masnuat ise, nebatattan nücum-u sevabite kadar, birer mühr-ü vahdaniyet hükmündedirler ki; bulunduðu mekâný, kendi Sâniinin mektubu olduðunu gösterirler. Demek herbir nebat, herbir meyve, birer mühr-ü vahdaniyet, birer sikke-i vahdettirler ki; mekânlarýný ve vatanlarýný, vahdet namýna Sâni'lerinin mektubu olduðunu gösterirler.

Elhasýl: Her bir þey, hareketiyle bütün eþyayý vahdet namýna zabteder. Demek bütün yýldýzlarý elinde tutmayan, birtek zerreye Rab olamaz.

--- sh:»(Nç:95)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Ýþte þeriklerin vekili, zerreden me'yus olunca, küreyvat-ý hamradan iþ bulacaðým diye, kandaki bir küreyvat-ý hamraya rast gelir. Ona esbab namýna ve tabiat ve felsefe lisanýyla der ki: "Ben sana Rab ve mâlikim." O küreyvat-ý hamra, yani yuvarlak kýrmýzý mevcud, ona hakikat lisanýyla ve hikmet-i Ýlahiye dili ile der: "Ben yalnýz deðilim. Eðer sikkemiz ve memuriyetimiz ve nizamatýmýz bir olan kan ordusundaki bütün emsalime mâlik olabilirsen, hem gezdiðimiz ve kemal-i hikmetle istihdam olunduðumuz bütün hüceyrat-ý bedene mâlik olacak bir dakik hikmet ve azîm kudret, sende varsa göster ve gösterebilirsen belki senin davanda bir mana bulunabilir. Halbuki senin gibi sersem ve senin elindeki saðýr tabiat ve kör kuvvetle, deðil mâlik olmak belki zerre miktar karýþamazsýn. Çünki bizdeki intizam o kadar mükemmeldir ki, ancak herþeyi görür ve iþitir ve bilir ve yapar bir zât bize hükmedebilir. Öyle ise sus! Vazifem o kadar mühim ve intizam o kadar mükemmeldir ki; senin ile, senin böyle karmakarýþýk sözlerine cevab vermeðe vaktim yok" der, onu tardeder.

Sonra onu kandýramadýðý için o müddeî gider, bedendeki hüceyre tabir ettikleri menzilciðe rast gelir. Felsefe ve tabiat lisanýyla der: "Zerreye ve küreyvat-ý hamraya söz anlattýramadým; belki sen sözümü anlarsýn. Çünki sen, gayet küçük bir menzil gibi birkaç þeyden yapýlmýþsýn. Öyle ise ben seni yapabilirim. Sen benim masnuum ve hakikî mülküm ol." der. O hüceyre ona cevaben, hikmet ve hakikat lisanýyla der ki:

--- sh:»(Nç:96)  ------------------------------------------------------------------------------------------

"Ben çendan küçücük bir þeyim. Fakat pek büyük vazifelerim, pek ince münasebetlerim ve bedenin bütün hüceyratýna ve heyet-i mecmuasýna baðlý alâkalarým var. Ezcümle: Evride ve þerayin damarlarýna ve hassase ve muharrike asablarýna ve cazibe, dafia, müvellide, musavvire gibi kuvvelere karþý derin ve mükemmel vazifelerim var. Eðer bütün bedeni, bütün damar ve asab ve kuvveleri teþkil ve tanzim ve istihdam edecek bir kudret ve ilim sende varsa ve benim emsalim ve san'atça ve keyfiyetçe birbirimizin kardeþi olan bütün hüceyrat-ý bedeniyeye tasarruf edecek nafiz bir kudret, þamil bir hikmet, sende varsa göster, sonra ben seni yapabilirim diye dava et. Yoksa haydi git! Küreyvat-ý hamra, bana erzak getiriyorlar. Küreyvat-ý beyza da, bana hücum eden hastalýklara mukabele ediyorlar. Ýþim var, beni meþgul etme. Hem senin gibi âciz, camid, saðýr, kör bir þey, bize hiçbir cihetle karýþamaz. Çünki bizde o derece ince ve nazik ve mükemmel bir intizam (Haþiye) var ki; eðer bize hükmeden bir Hakîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak olmazsa, intizamýmýz bozulur, nizamýmýz karýþýr."

Sonra o müddeî, onda da me'yus oldu. Bir insanýn bedenine rast gelir. Yine kör tabiat ve serseri felsefe lisaný ile Tabiiyyunun dedikleri gibi der ki: "Sen benimsin? Seni yapan benim. Veya sende hissem var." Cevaben o beden-i insanî, hakikat ve hikmet diliyle ve intizamýnýn lisan-ý haliyle der ki: "Eðer bütün emsalim ve yüzümüzdeki sikke-i kudret ve turra-i fýtrat bir olan bütün insanlarýn bedenlerine hakikî mutasarrýf olacak bir kudret ve ilim sende varsa, hem sudan ve havadan tut, tâ nebatat ve hayvanata kadar benim erzakýmýn mahzenlerine mâlik olacak bir servetin ve bir hâkimiyetin varsa, hem ben kýlýf olduðum gayet geniþ ve yüksek olan ruh, kalb, akýl gibi letaif-i maneviyeyi benim gibi dar, süflî bir zarfta yerleþtirerek, kemal-i hikmet ile istihdam edip ibadet ettirecek sende nihayetsiz bir kudret, hadsiz bir hikmet varsa göster, sonra "Ben seni yaptým" de. Yoksa sus! Hem bendeki intizam-ý ekmelin þehadetiyle ve yüzümdeki sikke-i vahdetin delaletiyle, benim Sâniim herþeye Kadîr, herþeye Alîm, herþeyi görür ve herþeyi iþitir bir zâttýr. Senin gibi sersem, âcizin parmaðý, onun san'atýna karýþamaz. Zerre miktar müdahale edemez."

(Haþiye): Sâni'-i Hakîm, beden-i insaný gayet muntazam bir þehir hükmünde halketmiþtir. Damarlarýn bir kýsmý, telgraf ve telefon vazifesini görür. Bir kýsmý da çeþmelerin borularý hükmünde, âb-ý hayat olan kanýn cevelanýna medardýrlar. Kan ise içinde iki kýsým küreyvat halkedilmiþ. Bir kýsmý küreyvat-ý hamra tabir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak daðýtýyor ve bir kanun-u Ýlahî ile hüceyrelere erzak yetiþtiriyor (tüccar ve erzak memurlarý gibi). Diðer kýsmý küreyvat-ý beyzadýrlar ki; ötekilere nisbeten ekalliyettedirler. Vazifeleri, hastalýk gibi düþmanlara karþý asker gibi müdafaadýr ki, ne vakit müdafaaya girseler Mevlevî gibi iki hareket-i devriye ile sür'atli bir vaziyet-i acibe alýrlar. Kanýn heyet-i mecmuasý ise; iki vazife-i umumiyesi var: Biri: Bedendeki hüceyratýn tahribatýný tamir etmek. Diðeri: Hüceyratýn enkazlarýný toplayýp, bedeni temizlemektir. Evride ve þerayin namýnda iki kýsým damarlar var ki: Biri safi kaný getirir, daðýtýr, safi kanýn mecralarýdýr. Diðer kýsmý; enkazý toplayan bulanýk kanýn mecrasýdýr ki, þu ikinci ise kaný "Ree" denilen nefesin geldiði yere getirirler.

Sâni'-i Hakîm, havada iki unsur halketmiþtir. Biri azot, biri müvellid-ül humuza. Müvellid-ül humuza ise nefes içinde kana temas ettiði vakit, kaný telvis eden karbon unsur-u kesifini kehribar gibi kendine çeker. Ýkisi imtizac eder. Buharî hâmýz-ý karbon denilen (semli havaî) bir maddeye inkýlab ettirir. Hem hararet-i gariziyeyi temin eder, hem kaný tasfiye eder. Çünki Sâni'-i Hakîm, fenn-i Kimya'da aþk-ý kimyevî tabir edilen bir münasebet-i þedideyi müvellid-ül humuza ile karbona vermiþ ki; o iki unsur birbirine yakýn olduðu vakit, o kanun-u Ýlahî ile o iki unsur imtizac ederler. Fennen sabittir ki; imtizacdan hararet hasýl olur. Çünki imtizac, bir nevi ihtiraktýr. Þu sýrrýn hikmeti þudur ki: O iki unsurun herbirisinin zerrelerinin ayrý ayrý hareketleri var. Ýmtizac vaktinde her iki zerre, yani onun zerresi bunun zerresiyle imtizac eder, birtek hareketle hareket eder. Bir hareket muallak kalýr. Çünki imtizacdan evvel iki hareket idi; þimdi iki zerre bir oldu, her iki zerre bir zerre hükmünde bir hareket aldý. Diðer hareket, Sâni'-i Hakîm'in bir kanunu ile hararete inkýlab eder. Zâten "hareket, harareti tevlid eder" bir kanun-u mukarreredir. Ýþte bu sýrra binaen beden-i insanîdeki hararet-i gariziye, bu imtizac-ý kimyeviye ile temin edildiði gibi, kandaki karbon alýndýðý için kan dahi safi olur. Ýþte nefes dâhile girdiði vakit, vücudun hem âb-ý hayatýný temizliyor, hem nâr-ý hayatý iþ'al ediyor. Çýktýðý vakit aðýzda mu'cizat-ý kudret-i Ýlahiye olan kelime meyvelerini veriyor. ö­ÄY­T­Q²7!ö¬y¬Q²X­.özµ4ö«hÅ[«E«#ö²w«8ö«–@«E²A­K«4

--- sh:»(Nç:97)  ------------------------------------------------------------------------------------------

O þeriklerin vekili, bedende dahi parmak karýþtýracak yer bulamaz, gider, insanýn nev'ine rast gelir. Kalbinden der ki: "Belki bu daðýnýk, karmakarýþýk olan cemaat içinde; þeytan, onlarýn ef'al-i ihtiyariye ve içtimaiyelerine karýþtýðý gibi, belki ben de ahval-i vücudiye ve fýtriyelerine karýþabileceðim ve parmak karýþtýracak bir yer bulacaðým. Ve onda bir yer bulup beni tardeden bedene ve beden hüceyresine hükmümü icra ederim." Onun için beþerin nev'ine, yine saðýr tabiat ve sersem felsefe lisanýyla der ki: "Siz çok karýþýk birþey görünüyorsunuz. Ben size Rab ve mâlikim veyahut hissedarým." der. O vakit nev'-i insan, hak ve hakikat lisanýyla, hikmet ve intizamýn diliyle der ki: "Eðer bütün küre-i arza giydirilen ve nev'imiz gibi bütün hayvanat ve nebatatýn yüzler bin enva'ýndan, rengârenk atký ve iplerden kemal-i hikmetle dokunan ve dikilen gömleði ve yeryüzüne serilen ve yüzbinler zîhayat enva'ýndan nescolunan ve gayet nakýþlý bir surette icad edilen haliçeyi yapacak ve her vakit kemal-i hikmetle tecdid edip tazelendirecek bir kudret ve hikmet sende varsa, hem eðer biz meyve olduðumuz küre-i arza ve çekirdek olduðumuz âlemde tasarruf edecek bir iktidar sende varsa; belki bana rububiyet dava edebilirsin. Yoksa haydi sus! Benim nev'imdeki karmakarýþýklýða bakýp parmak karýþtýrabilirim deme. Çünki intizam mükemmeldir. O karmakarýþýk zannettiðin vaziyetler, kudretin kader kitabýna göre kemal-i intizam ile bir istinsahtýr. Çünki bizden çok aþaðý olan ve bizim taht-ý nezaretimizde bulunan hayvanat ve nebatatýn kemal-i intizamlarý gösteriyor ki, bizdeki karýþýklýklar bir nevi kitabettir.

--- sh:»(Nç:98)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Hiç mümkün müdür ki: Bir haliçenin her tarafýna yayýlan bir atký ipini san'atkârane yerleþtiren, haliçenin ustasýndan baþkasý olsun. Hem bir meyvenin mûcidi, aðacýnýn mûcidinden baþkasý olsun. Hem çekirdeði icad eden, çekirdekli cismin sâniinden baþkasý olsun. Hem gözün kördür. Yüzümdeki mu'cizat-ý kudreti, mahiyetimizdeki havarik-ý fýtratý görmüyorsun. Eðer görsen, anlarsýn ki: Benim Sâniim öyle bir zâttýr ki, hiçbir þey ondan gizlenemez, hiçbir þey ona nazlanýp aðýr gelemez. Yýldýzlar, zerreler kadar ona kolay gelir. Bir baharý bir çiçek kadar sühuletle icad eder. Koca kâinatýn fihristesini, kemal-i intizamla benim mahiyetimde derceden bir zâttýr. Böyle bir zâtýn san'atýna senin gibi camid, âciz ve kör, saðýr parmak karýþtýrabilir mi? Öyle ise, sus! Def'ol git!" der onu tardeder.

Sonra o müddeî gider zeminin yüzüne serilen geniþ haliçeye ve zemine giydirilen gayet müzeyyen ve münakkaþ gömleðe esbab namýna ve tabiat lisanýyla ve felsefe diliyle der ki: "Sende tasarruf edebilirim ve sana mâlikim veya sende hissem var" diye dava eder. O vakit o gömlek, (Haþiye) o haliçe, hak ve hakikat namýna, lisan-ý hikmetle o müddeîye der ki: "Eðer seneler, karnlar adedince yere giydirilip sonra intizam ile çýkarýlýp geçmiþ zamanýn ipine asýlan ve yeniden giydirilecek ve kemal-i intizam ile kader dairesinde proðramlarý ve biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gelecek zamanýn þeridine takýlan ve intizamlý ve hikmetli, ayrý ayrý nakýþlarý bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak, icad edecek kudret ve san'at sende varsa, hem hilkat-i arzdan tâ harab-ý arza kadar, belki ezelden ebede kadar ulaþacak, hikmetli, kudretli iki manevî elin varsa ve bütün atkýlarýmdaki bütün ferdleri icad edecek kemal-i intizam ve hikmetle tamir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa, hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarþaf yapan küre-i arzý elinde tutup mûcid olabilirsen, bana rububiyet dava et. Yoksa haydi dýþarýya! Bu yerde yer bulamazsýn. Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i ehadiyet vardýr ki, bütün kâinat kabza-i tasarrufunda olmayan ve bütün eþyayý, bütün þuunatýyla birden görmeyen ve nihayetsiz iþleri beraber yapamayan ve her yerde hazýr ve nâzýr bulunmayan ve mekândan münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan bize sahib olamaz ve müdahale edemez."

(Haþiye): Fakat þu haliçe hem hayattardýr, hem intizamlý bir ihtizazdadýr. Her vakit nakýþlarý kemal-i hikmet ve intizam ile tebeddül eder. Tâ ki nessacýnýn muhtelif cilve-i esmasýný ayrý ayrý göstersin.

--- sh:»(Nç:99)  ------------------------------------------------------------------------------------------

Sonra o müddeî gider. "Belki küre-i arzý kandýrýp orada bir yer bulurum" der. Gider, küre-i arza (Haþiye-1) yine esbab namýna ve tabiat lisanýyla der ki: "Böyle serseri gezdiðinden, sahibsiz olduðunu gösteriyorsun. Öyle ise, sen benim olabilirsin." O vakit küre-i arz, hak namýna ve hakikat diliyle, gök gürültüsü gibi bir sadâ ile ona der ki: "Haltetme... Ben, nasýl serseri, sahibsiz olabilirim? Benim elbisemi ve elbisemin içindeki en küçük bir noktayý, bir ipi intizamsýz bulmuþ musun ve hikmetsiz ve san'atsýz görmüþ müsün ki, bana sahibsiz, serseri dersin. Eðer hareket-i seneviyem ile takriben yirmibeþ bin senelik(Haþiye-2) bir mesafede, bir senede gezdiðim ve kemal-i mizan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüðüm o daire-i azîmeye hakikî mâlik olabilirsen ve kardeþlerim ve benim gibi vazifedar olan on seyyareye ve gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamýmýz ve biz onunla baðlý ve cazibe-i rahmetle ona takýlý olduðumuz güneþi icad edip, yerleþtirecek ve sapan taþý gibi beni ve seyyarat yýldýzlarý ona baðlayacak ve kemal-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek bir nihayetsiz hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana rububiyet dava et, yoksa haydi cehennem ol, git! Benim iþim var. Vazifeme gidiyorum. Hem bizlerdeki haþmetli intizamat ve dehþetli harekât ve hikmetli teshirat gösteriyor ki, bizim ustamýz öyle bir zâttýr ki; bütün mevcudat, zerrelerden yýldýzlara ve güneþlere kadar emirber nefer hükmünde ona muti' ve müsahhardýrlar. Bir aðacý, meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiði gibi, kolayca güneþi, seyyaratla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelal ve Hâkim-i Mutlak'týr."

(Haþiye-1): Elhasýl: Zerre, o müddeîyi küreyvat-ý hamraya havale eder. Küreyvat-ý hamra onu hüceyreye, hüceyre dahi beden-i insana, beden-i insan ise nev-i insana, nev-i insan onu zîhayat enva'ýndan dokunan arzýn gömleðine, arzýn gömleði dahi küre-i arza, küre-i arz onu güneþe, güneþ ise bütün yýldýzlara havale eder. Herbiri der: "Git, benden yukarýdakini zabtedebilirsen sonra gel benim zabtýma çalýþ. Eðer onu maðlub etmezsen, beni ele geçiremezsin."

Demek, bütün yýldýzlara sözünü geçiremiyen, birtek zerreye rububiyetini dinletemez.

(Haþiye-2): Bir dairenin takriben nýsf-ý kutru, yüzseksen milyon kilometre olsa; o daire (kendisi) takriben yirmibeþ bin senelik mesafe olur.

--- sh:»(Nç:100)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Sonra o müddeî, yerde yer bulamadýðý için gider gümeþ. Kalbinden der ki: "Bu çok büyük bir þeydir, belki içinde bir delik bulup, bir yol açarým. Yeri de müsahhar ederim." Gümeþ þirk namýna ve þeytanlaþmýþ felsefe lisanýyla, Mecusilerin dedikleri gibi der ki: "Sen bir sultansýn, kendi kendine mâliksin, istediðin gibi tasarruf edersin." Güneþ ise, Hak namýna ve hakikat lisanýyla ve hikmet-i Ýlahiye diliyle ona der: "Hâþâ yüzbin defa hâþâ ve kellâ!.. Ben müsahhar bir memurum. Seyyidimin misafirhanesinde bir mumdarým. Bir sineðe, belki bir sineðin kanadýna dahi hakikî mâlik olamam. Çünki sineðin vücudunda öyle manevî cevherler ve göz, kulak gibi antika san'atlar var ki; benim dükkânýmda yok. Daire-i iktidarýmýn haricindedir." der, müddeîyi tekdir eder.

Sonra o müddeî döner, firavunlaþmýþ felsefe lisanýyla der ki: "Madem kendine mâlik ve sahib deðilsin, bir hizmetkârsýn; esbab namýna benimsin." der. O vakit güneþ, hak ve hakikat namýna ve ubudiyet lisanýyla der ki: "Ben öyle birinin olabilirim ki; bütün emsalim olan ulvî yýldýzlarý icad eden ve semavatýnda kemal-i hikmetle yerleþtiren ve kemal-i haþmetle döndüren ve kemal-i zînetle süslendiren bir zât olabilir."

Sonra o müddeî, kalbinden der ki: "Yýldýzlar çok kalabalýktýrlar. Hem daðýnýk, karmakarýþýk görünüyorlar. Belki onlarýn içinde, müekkillerim namýna birþey kazanýrým." der. Onlarýn içine girer. Onlara esbab namýna, þerikleri hesabýna ve tuðyan etmiþ felsefe lisanýyla, nücumperest olan sabiiyyunlarýn dedikleri gibi der ki: "Sizler, pekçok daðýnýk olduðunuzdan, ayrý ayrý hâkimlerin taht-ý hükmünde bulunuyorsunuz." O vakit yýldýzlar namýna bir yýldýz der ki: "Ne kadar sersem, akýlsýz ve ahmak ve gözsüzsün ki; bizim yüzümüzdeki sikke-i vahdeti ve turra-i ehadiyeti görmüyorsun, anlamýyorsun. Ve bizim nizamat-ý âliyemizi ve kavanin-i ubudiyetimizi bilmiyorsun. Bizi intizamsýz zannediyorsun. Bizler öyle bir zâtýn san'atýyýz ve hizmetkârlarýyýz ki, bizim denizimiz olan semavatý ve þeceremiz olan kâinatý ve mesiregâhýmýz olan nihayetsiz feza-yý âlemi kabza-i tasarrufunda tutan bir Vâhid-i Ehad'dir. Bizler donanma elektrik lâmbalarý gibi, onun kemal-i rububiyetini gösteren nurani þahidleriz ve saltanat-ý rububiyetini ilân eden ýþýklý bürhanlarýz. Herbir taifemiz onun daire-i saltanatýnda ulvî, süflî, dünyevî, berzahî, uhrevî menzillerde haþmet-i saltanatýný gösteren ve ziya veren nurani hizmetkârlarýz.

--- sh:»(Nç:101)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Evet herbirimiz kudret-i Vâhid-i Ehad'in birer mu'cizesi ve þecere-i hilkatin birer muntazam meyvesi ve vahdaniyetin birer münevver bürhaný ve melaikelerin birer menzili, birer tayyaresi, birer mescidi ve avalim-i ulviyenin birer lâmbasý, birer güneþi ve saltanat-ý rububiyetin birer þahidi ve feza-yý âlemin birer zîneti, birer kasrý, birer çiçeði ve sema denizinin birer nurani balýðý ve gökyüzünün birer güzel gözü (Haþiye-1) olduðumuz gibi, heyet-i mecmuamýzda sükûnet içinde bir sükût ve hikmet içinde bir hareket ve haþmet içinde bir zînet ve intizam içinde bir hüsn-ü hilkat ve mevzuniyet içinde bir kemal-i san'at bulunduðundan Sâni'-i Zülcelalimizi, nihayetsiz diller ile vahdetini, ehadiyetini, samediyetini ve evsaf-ý cemal ve celal ve kemalini bütün kâinata ilân ettiðimiz halde, bizim gibi nihayet derecede safi, temiz, muti', müsahhar hizmetkârlarý, karmakarýþýklýk ve intizamsýzlýk ve vazifesizlik hattâ sahibsizlik ile ittiham ettiðinden tokata müstehaksýn." der. O müddeînin yüzüne recm-i þeytan gibi, bir yýldýz öyle bir tokat vurur ki, yýldýzlardan tâ cehennemin dibine onu atar. Ve beraberinde olan tabiatý (Haþiye-2) evham derelerine ve tesadüfü adem kuyusuna ve þerikleri, imtina' ve muhaliyet zulümatýna ve din aleyhindeki felsefeyi, esfel-i safilînin dibine atar. Bütün yýldýzlarla beraber o yýldýz @«#«G«,«S«7ö­yÁV7!öެ!ö½^«Z¬7³~ö@«W¬Z[¬4ö«–@«6ö²x«7 ferman-ý kudsîsini okuyorlar. Ve "Sinek kanadýndan tut, tâ semavat kandillerine kadar, bir sinek kanadý kadar þerike yer yoktur ki, parmak karýþtýrsýn" diye ilân ederler.

­v[¬U«E²7!ö­v[¬V«Q²7!ö«a²9«!ö«tÅ9¬!ö@«X«B²WÅV«2ö@«8öެ!ö@«X«7ö«v²V¬2ö«žö«t«9@«E²A­,

«t¬#@«5x­V²F«8ö¬?«h²C«6ö]¬4ö«t¬#«G²&«:ö¬‚!«h¬,ö¯GÅW«E­8ö@«9¬G±¬[«,ö]«V«2ö²v±¬V«,ö«:ö±¬u«.öÅv­ZÁV7«!

«w[¬Q«W²%«!ö¬y¬A²E«.ö«:ö¬y¬7³~ö]«V«2ö«:ö«t¬#@«X¬=@«6ö¬h«Z²L«8ö]¬4ö«t¬BÅ[¬9!«G²&«:ö¬ÄŞ«(ö«:

* * *

(Haþiye-1): Cenab-ý Hakk'ýn acaib-i masnuatýna bakýp, temaþa edip ve ettiren iþaretleriz. Yani: Semavat, hadsiz gözlerle zemindeki acaib-i san'at-ý Ýlahiyeyi temaþa eder gibi görünüyor. Semanýn melaikeleri gibi, yýldýzlar dahi mahþer-i acaib ve garaib olan arza bakýyorlar ve zîþuurlarý dikkatle baktýrýyorlar, demektir.

 

(Haþiye-2): Fakat sukuttan sonra tabiat tövbe etti. Hakikî vazifesi, tesir ve fiil olmadýðýný, belki kabul ve infial olduðunu anladý. Ve kendisi kader-i Ýlahînin bir nevi defteri -fakat tebeddül ve tegayyüre kabil bir defteri- ve kudret-i Rabbaniyenin bir nevi proðramý ve Kadîr-i Zülcelal'in bir nevi fýtrî þeriatý ve bir nevi mecmua-i kavanini olduðunu bildi. Kemal-i acz ve inkýyad ile vazife-i ubudiyetini takýndý. Ve fýtrat-ý Ýlahiye ve san'at-ý Rabbaniye ismini aldý.

--- sh:»(Nç:102)  -----------------------------------------------------------------------------------------

(Pencereler Risalesi'nden)

"Ýnsan, öyle bir nüsha-i câmiadýr ki: Cenab-ý Hak bütün esmasýný, insanýn nefsi ile insana ihsas ediyor." Tafsilâtýný baþka Sözlere havale edip yalnýz üç noktayý göstereceðiz.

BÝRÝNCÝ NOKTA: Ýnsan, üç cihetle esma-i Ýlahiyeye bir âyinedir.

Birinci Vecih: Gecede zulümat, nasýl nuru gösterir. Öyle de: Ýnsan, za'f ve acziyle, fakr u hacatýyla, naks ve kusuru ile, bir Kadîr-i Zülcelal'in kudretini, kuvvetini, gýnasýný, rahmetini bildiriyor ve hakeza pek çok evsaf-ý Ýlahiyeye bu suretle âyinedarlýk ediyor. Hattâ hadsiz aczinde ve nihayetsiz za'fýnda, hadsiz a'dasýna karþý bir nokta-i istinad aramakla, vicdan daima Vâcib-ül Vücud'a bakar. Hem nihayetsiz fakrýnda, nihayetsiz hacatý içinde, nihayetsiz maksadlara karþý bir nokta-i istimdad aramaða mecbur olduðundan, vicdan daima o noktadan bir Ganiyy-i Rahîm'in dergâhýna dayanýr, dua ile el açar. Demek her vicdanda þu nokta-i istinad ve nokta-i istimdad cihetinde iki küçük pencere, Kadîr-i Rahîm'in barigâh-ý rahmetine açýlýr, her vakit onunla bakabilir.

Ýkinci Vecih âyinedarlýk ise: Ýnsana verilen nümuneler nev'inden cüz'î ilim, kudret, basar, sem', mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz'iyat ile kâinat Mâlikinin ilmine ve kudretine, basarýna, sem'ine, hâkimiyet-i rububiyetine âyinedarlýk eder. Onlarý anlar, bildirir. Meselâ: "Ben nasýl bu evi yaptým ve yapmasýný biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idare ediyorum. Öyle de þu koca kâinat sarayýnýn bir ustasý var. O usta onu bilir, görür, yapar, idare eder ve hâkeza...

--- sh:»(Nç:103)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Üçüncü Vecih âyinedarlýk ise: Ýnsan, üstünde nakýþlarý görünen esma-i Ýlahiyeye âyinedarlýk eder. Otuzikinci Söz'ün Üçüncü Mevkýfýnýn baþýnda bir nebze izah edilen insanýn mahiyet-i câmiasýnda nakýþlarý zahir olan yetmiþten ziyade esma vardýr. Meselâ: Yaradýlýþýndan Sâni', Hâlýk ismini ve hüsn-ü takviminden Rahman ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerim, Latif isimlerini ve hâkeza... Bütün a'za ve âlâtý ile, cihazat ve cevarihi ile, letaif ve maneviyatý ile, havas ve hissiyatý ile ayrý ayrý esmanýn ayrý ayrý nakýþlarýný gösteriyor. Demek nasýl esmada bir ism-i a'zam var, öyle de o esmanýn nukuþunda dahi bir nakþ-ý a'zam var ki, o da insandýr.

Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku... Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var!

--- sh:»(Nç:104)  -----------------------------------------------------------------------------------------

ÝKÝNCÝ NOKTA: Mühim bir sýrr-ý ehadiyete iþaret eder. Þöyle ki:

Ýnsanýn nasýl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki: Bütün a'zasýný ve eczasýný birbirine yardým ettirir. Yani, irade-i Ýlahiye cilvesi olan evamir-i tekviniye ve o emirden vücud-u haricî giydirilmiþ bir kanun-u emrî ve latife-i Rabbaniye olan ruh, onlarýn idaresinde onlarýn manevî seslerini hissetmesinde ve hacatlarýný görmesinde birbirine mani olmaz, ruhu þaþýrtmaz. Ruha nisbeten uzak-yakýn bir hükmünde. Birbirine perde olmaz. Ýsterse, çoðunu birinin imdadýna yetiþtirir. Ýsterse bedenin her cüz'ü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hattâ çok nuraniyet kesbetmiþ ise, herbir cüz'ü ile görebilir ve iþitebilir. Öyle de: |«V²2«ž²!ö­u«C«W²7!ö¬yÁV¬7«:ö Cenab-ý Hakk'ýn madem onun bir kanun-u emri olan ruh, küçük bir âlem olan insan cisminde ve a'zasýnda bu vaziyeti gösteriyor. Elbette âlem-i ekber olan kâinatta o Zât-ý Vâcib-ül Vücud'un irade-i külliyesine ve kudret-i mutlakasýna hadsiz fiiller, hadsiz sadâlar, hadsiz dualar, hadsiz iþler, hiçbir cihette ona aðýr gelmez, birbirine mani olmaz. O Hâlýk-ý Zülcelal'i meþgul etmez, þaþýrtmaz. Bütününü birden görür, bütün sesleri birden iþitir. Yakýn uzak birdir. Ýsterse, bütününü birinin imdadýna gönderir. Herþey ile her þeyi görebilir, seslerini iþitebilir ve her þey ile herþeyi bilir ve hâkeza...

--- sh:»(Nç:105)  -----------------------------------------------------------------------------------------

ÜÇÜNCÜ NOKTA: Hayatýn pek mühim bir mahiyeti ve ehemmiyetli bir vazifesi var. Fakat o bahis, Hayat Penceresinde ve Yirminci Mektub'un Sekizinci Kelimesinde tafsili geçtiðinden ona havale edip yalnýz bunu ihtar ederiz ki:

Hayatta hissiyat suretinde kaynayan memzuç nakýþlar; pekçok esma ve þuunat-ý zâtiyeye iþaret eder. Gayet parlak bir surette Hayy-ý Kayyum'un þuunat-ý zâtiyesine âyinedarlýk eder. Þu sýrrýn izahý, Allah'ý tanýmayanlara ve daha tam tasdik etmeyenlere karþý zamaný olmadýðýndan o kapýyý kapýyoruz...

* * *

--- sh:»(Nç:106)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Hayat, kudret-i Rabbaniye mu'cizatýnýn en nuranisidir, en güzelidir. Ve vahdaniyet bürhanlarýnýn en kuvvetlisi ve en parlaðýdýr. Ve tecelliyat-ý Samedaniye âyinelerinin en câmii ve en berrakýdýr. Evet, hayat tek baþýyla bir Hayy-ý Kayyum'u bütün esma ve þuunatý ile bildirir. Çünki hayat, pekçok sýfâtýn memzuç bir macunu hükmünde bir ziya, bir tiryaktýr. Elvan-ý seb'a, ziyada; ve muhtelif edviyeler, tiryakta nasýlki mümtezicen bulunur. Öyle de: Hayat dahi, pekçok sýfâttan yapýlmýþ bir hakikattýr. O hakikattaki sýfatlardan bir kýsmý, duygular vasýtasýyla inbisat ederek inkiþaf edip ayrýlýrlar. Kýsm-ý ekseri ise hissiyat suretinde kendilerini ihsas ederler. Ve hayattan kaynama suretinde kendilerini bildirirler.

Hem hayat, kâinatýn tedbir ve idaresinde hükümferma olan rýzk ve rahmet ve inayet ve hikmeti tazammun ediyor. Güya hayat onlarý arkasýna takýp, girdiði yere çekiyor. Meselâ hayat bir cisme, bir bedene girdiði vakit; Hakîm ismi dahi tecelli eder, hikmetle yuvasýný güzelce yapýp tanzim eder. Ayný halde Kerim ismi de tecelli edip, meskenini hacatýna göre tertib ve tezyin eder. Yine ayný halde Rahîm isminin cilvesi görünüyor ki, o hayatýn devam ve kemali için türlü türlü ihsanlarla taltif eder. Yine ayný halde Rezzak isminin cilvesi görünüyor ki, o hayatýn bekasýna ve inkiþafýna lâzým maddî, manevî gýdalarý yetiþtiriyor. Ve kýsmen bedeninde iddihar ediyor. Demek hayat bir nokta-i mihrakýye hükmünde; muhtelif sýfât birbiri içine girer, belki birbirinin ayný olur. Güya hayat tamamýyla hem ilimdir, ayný halde kudrettir, ayný halde de hikmet ve rahmettir ve hâkeza... Ýþte hayat bu câmi' mahiyeti itibariyle þuun-u zâtiye-i Rabbaniyeye âyinedarlýk eden bir âyine-i Samediyettir. Ýþte bu sýrdandýr ki: Hayy-ý Kayyum olan Zât-ý Vâcib-ül Vücud, hayatý pek çok kesretle ve mebzuliyetle halkedip, neþir ve teþhir eder. Ve herþeyi hayatýn etrafýna toplattýrýp, ona hizmetkâr eder. Çünki hayatýn vazifesi büyüktür. Evet Samediyetin âyinesi olmak kolay bir þey deðil, âdi bir vazife deðil.

--- sh:»(Nç:107)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Ýþte göz önünde her vakit gördüðümüz bu hadd ü hesaba gelmeyen yeni yeni hayatlar ve hayatlarýn asýllarý ve zâtlarý olan ruhlar, birden ve hiçten vücuda gelmeleri ve gönderilmeleri, bir Zât-ý Vâcib-ül Vücud ve Hayy-ý Kayyum'un vücub-u vücudunu ve sýfât-ý kudsiyesini ve esma-i hüsnasýný; lemaatýn güneþi gösterdiði gibi gösteriyorlar. Güneþi tanýmayan ve kabul etmeyen adam, nasýl gündüzü dolduran ziyayý inkâr etmeye mecbur oluyor. Öyle de: Hayy-ý Kayyum, Muhyî ve Mümît olan Þems-i Ehadiyeti tanýmayan adam, zeminin yüzünü belki mazi ve müstakbeli dolduran zîhayatlarýn vücudunu inkâr etmeli ve yüz derece hayvandan aþaðý düþmeli. Hayat mertebesinden düþüp camid bir cahil-i echel olmalý.

* * *

--- sh:»(Nç:108)  -----------------------------------------------------------------------------------------

(Otuzuncu Lem'anýn Beþinci Nüktesi'nden bazý parçalar)

"Hayat nedir? Ve mahiyeti ve vazifesi nedir?" sualine karþý fihristevari cevab þudur ki:

Hayat, þu kâinatýn en ehemmiyetli gayesi.. hem en büyük neticesi.. hem en parlak nuru.. hem en latif mayesi.. hem gayet süzülmüþ bir hülâsasý.. hem en mükemmel meyvesi.. hem en yüksek kemali.. hem en güzel cemali.. hem en güzel zîneti.. hem sýrr-ý vahdeti.. hem rabýta-i ittihadý.. hem kemalâtýnýn menþei.. hem san'at ve mahiyetçe en hârika bir zîruhu.. hem en küçük bir mahluku bir kâinat hükmüne getiren mu'cizekâr bir hakikatý.. hem güya kâinatýn küçük bir zîhayatta yerleþmesine vesile oluyor gibi; koca kâinatýn bir nevi fihristesini o zîhayatta göstermekle beraber, o zîhayatý ekser mevcudatla münasebetdar ve küçük bir kâinat hükmüne getiren en hârika bir mu'cize-i kudrettir. Hem en büyük bir küll kadar -hayat ile- küçük bir cüz'ü büyülten ve bir ferdi dahi küllî gibi bir âlem hükmüne getiren ve rububiyet cihetinde kâinatý tecezzi ve iþtiraki ve inkýsamý kabul etmez bir küll ve bir küllî hükmünde gösteren fevkalâde hârika bir san'at-ý Ýlahiyedir. Hem kâinatýn mahiyetleri içinde Zât-ý Hayy-ý Kayyum'un vücub-u vücuduna ve vahdetine ve ehadiyetine þehadet eden bürhanlarýn en parlaðý, en kat'îsi ve en mükemmeli.. hem masnuat-ý Ýlahiye içinde en hafîsi ve en zahiri, en kýymetdar ve en ucuzu, en nezihi ve en parlak ve en manidar bir nakþ-ý san'at-ý Rabbaniyedir. Hem sair mevcudatý kendine hâdim ettiren nazenin, nazdar, nazik bir cilve-i rahmet-i Rahmaniyedir. Hem þuunat-ý Ýlahiyenin gayet câmi' bir âyinesidir. Hem Rahman, Rezzak, Rahîm, Kerim, Hakîm gibi çok esma-i hüsnanýn cilvelerini câmi' ve rýzk, hikmet, inayet, rahmet gibi çok hakikatlarý kendine tabi eden ve görmek ve iþitmek ve hissetmek gibi umum duygularýn menþei, madeni bir acube-i hilkat-i Rabbaniyedir. Hem hayat, bu kâinatýn tezgâh-ý a'zamýnda öyle bir istihale makinesidir ki, mütemadiyen her tarafta tasfiye yapýyor, temizlendiriyor, terakki veriyor, nurlandýrýyor.. Ve zerrat kafilelerine, güya hayatýn yuvasý olan cesedi o zerrelere vazife görmek, nurlanmak, talimat yapmak için bir misafirhane, bir mekteb, bir kýþladýr. Âdeta Zât-ý Hayy ve Muhyî, bu makine-i hayat vasýtasýyla; bu karanlýklý ve fâni ve süfli olan âlem-i dünyayý latifleþtiriyor, ýþýklandýrýyor, bir nevi beka veriyor, bâki bir âleme gitmeye hazýrlattýrýyor. Hem hayatýn iki yüzü, yani mülk, melekût vecihleri parlaktýr, kirsizdir, noksansýzdýr, ulvîdir. Onun için perdesiz, vasýtasýz, doðrudan doðruya dest-i kudret-i Rabbaniyeden çýktýðýný aþikâre göstermek için, sair eþya gibi zahirî esbabý hayattaki tasarrufat-ý kudrete perde edilmemiþ bir müstesna mahluktur. Hem hayatýn hakikatý, altý erkân-ý imaniyeye bakýp, manen ve remzen isbat eder. Yani: Hem Vâcib-ül Vücud'un vücub-u vücudunu ve hayat-ý sermediyesini, hem dâr-ý âhireti ve hayat-ý bâkiyesini, hem vücud-u melaike, hem sair erkân-ý imaniyeye

--- sh:»(Nç:109)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Ýþte, hayatýn bu mezkûr yirmidokuz ehemmiyetli ve kýymetdar hassalarýný ve ulvî ve umumî vazifelerini nazara al. Sonra bak. Muhyî isminin arkasýnda, Ýsm-i Hayy'ýn azametini gör. Ve hayatýn bu azametli hassalarý ve meyveleri noktasýndan, Ýsm-i Hayy nasýl bir Ýsm-i A'zam olduðunu bil. Hem anla ki; bu hayat, madem kâinatýn en büyük neticesi ve en azametli gayesi ve en kýymetdar meyvesidir; elbette bu hayatýn dahi kâinat kadar büyük bir gayesi, azametli bir neticesi bulunmak gerektir. Çünki aðacýn neticesi meyve olduðu gibi, meyvenin de çekirdeði vasýtasýyla neticesi, gelecek bir aðaçtýr. Evet bu hayatýn gayesi ve neticesi hayat-ý ebediye olduðu gibi bir meyvesi de, hayatý veren Zât-ý Hayy ve Muhyî'ye karþý þükür ve ibadet ve hamd ve muhabbettir ki; bu þükür ve muhabbet ve hamd ve ibadet ise; hayatýn meyvesi olduðu gibi, kâinatýn gayesidir. Ve bundan anla ki; bu hayatýn gayesini "rahatça yaþamak ve gafletli lezzetlenmek ve heveskârane nimetlenmektir" diyenler, gayet çirkin bir cehaletle; münkirane, belki de kâfirane, bu pek çok kýymetdar olan hayat nimetini ve þuur hediyesini ve akýl ihsanýný istihfaf ve tahkir edip, dehþetli bir küfran-ý nimet ederler.

….Ýþte, hayatýn yirmidokuz hassalarýndan yirmiüçüncü hassasýnda þöyle denilmiþtir ki: Hayatýn iki yüzü de þeffaf, kirsiz olduðundan, esbab-ý zahiriye, ondaki tasarrufat-ý kudret-i Rabbaniyeye perde edilmemiþtir. Evet bu hassanýn sýrrý þudur ki; kâinatta gerçi herþeyde bir güzellik ve iyilik ve hayýr vardýr; ve þerr ve çirkinlik gayet cüz'îdir ve vâhid-i kýyasîdirler ki, güzellik ve iyilik mertebelerini ve hakikatlarýnýn tekessürünü ve taaddüdünü göstermek cihetiyle, o þerr ise hayýr ve o kubh dahi hüsün olur. Fakat zîþuurlarýn nazar-ý zahirîsinde görünen zahirî çirkinlik ve fenalýk ve bela ve musibetten gelen küsmekler ve þekvalar Zât-ý Hayy-ý Kayyum'a teveccüh etmemek için; hem aklýn zahirî nazarýnda hasis, pis görünen þeylerde, kudsî münezzeh olan kudretin bizzât ve perdesiz onlar ile mübaþereti, kudretin izzetine münafî gelmemek için, zahirî esbablar o kudretin tasarrufatýna perde edilmiþler. O esbab ise; icad edemiyorlar, belki haksýz olan þekvalara ve itirazlara hedef olmak ve izzet ve kudsiyet ve münezzehiyet-i kudreti muhafaza içindirler. Yirmiikinci Söz'ün Ýkinci Makamýnýn Mukaddemesinde beyan edildiði gibi; Hazret-i Azrail (A.S.), kabz-ý ervah vazifesi hususunda Cenab-ý Hakk'a münacat etmiþ. Demiþ: "Senin kullarýn benden küsecekler." Cevaben ona denilmiþ: "Senin vazifen ile vefat edenlerin ortasýnda hastalýklar ve musibetler perdesini býrakacaðým; vefat edenler sana deðil, belki itiraz ve þekva oklarýný o perdelere atacaklar." Bu münacatýn sýrrýna göre; ölümün ve vefatýn ehl-i iman hakkýnda hakikî güzel yüzünü görmeyen ve ondaki rahmetin cilvesini bilmeyenlerin küsmeleri ve itirazlarý Zât-ý Hayy-ý Kayyum'a gitmemek için Hazret-i Azrail'in (A.S.) vazifesi de bir perde olduðu gibi, sair esbablar dahi zahirî perdedirler. Evet izzet-i azamet ister ki, esbab perdedar-ý dest-i kudret ola aklýn nazarýnda.. fakat vahdet ve celal ister ki; esbab, ellerini çeksinler tesir-i hakikîden... Fakat hayatýn hem zahirî, hem bâtýnî, hem mülk, hem melekût vecihleri kirsiz, noksansýz, kusursuz

--- sh:»(Nç:110)  -----------------------------------------------------------------------------------------

…. Yirmidokuzuncu hassasýnda denilmiþtir ki; kâinatýn neticesi hayat olduðu gibi; hayatýn neticesi olan þükür ve ibadet dahi, kâinatýn sebeb-i hilkati ve ille-i gaiyesi ve maksud neticesidir. Evet bu kâinatýn Sâni'-i Hayy-ý Kayyum'u bu kadar hadsiz enva'-ý nimetiyle kendini zîhayatlara bildirip sevdirdiðine mukabil, elbette zîhayatlardan o nimetlere karþý teþekkür ve sevdirmesine mukabil sevmelerini ve kýymetdar san'atlarýna mukabil medh ü sena etmelerini ve evamir-i Rabbaniyesine karþý itaat ve ubudiyetle mukabele edilmelerini ister.

Ýþte bu sýrr-ý rububiyete göre teþekkür ve ubudiyet, bütün enva'-ý hayatýn ve dolayýsýyla bütün kâinatýn en ehemmiyetli gayesi olduðundandýr ki, Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan pek çok hararetle ve þiddetle ve halâvetle þükür ve ibadete sevkediyor. Ve ibadet Cenab-ý Hakk'a mahsus ve þükür ona lâyýk ve hamd ona hastýr diye çok tekrar ile beyan ediyor.

….Hayatýn yirmisekizinci hassasýnda beyan edilmiþtir ki; hayat, imanýn altý erkânýna bakýp isbat ediyor; onlarýn tahakkukuna iþaretler ediyor. Evet madem bu kâinatýn en mühim neticesi ve mayesi ve hikmet-i hilkatý hayattýr; elbette o hakikat-ý âliye, bu fâni, kýsacýk, noksan, elemli hayat-ý dünyeviyeye münhasýr deðildir. Belki hayatýn yirmidokuz hassasýyla mahiyetinin azameti anlaþýlan þecere-i hayatýn gayesi, neticesi ve o þecerenin azametine lâyýk meyvesi, hayat-ý ebediyedir ve hayat-ý uhreviyedir; taþýyla ve aðacýyla, topraðýyla hayatdar olan dâr-ý saadetteki hayattýr. Yoksa bu hadsiz cihazat-ý mühimme ile teçhiz edilen hayat þeceresi; zîþuur hakkýnda, hususan insan hakkýnda meyvesiz, faidesiz, hakikatsýz olmak lâzým gelecek.. ve sermayece ve cihazatça serçe kuþundan meselâ yirmi derece ziyade ve bu kâinatýn ve zîhayatýn en mühim yüksek ve ehemmiyetli mahluku olan insan, serçe kuþundan saadet-i hayat cihetinde yirmi derece aþaðý düþüp en bedbaht, en zelil bir bîçare olacak. Hem en kýymetdar bir nimet olan akýl dahi, geçmiþ zamanýn hüzünlerini ve gelecek zamanýn korkularýný düþünmekle kalb-i insaný mütemadiyen incitip bir lezzete dokuz elemleri karýþtýrdýðýndan, en musibetli bir bela olur. Bu ise, yüz derece bâtýldýr. Demek bu hayat-ý dünyeviye, âhirete iman rüknünü kat'î isbat ediyor ve her baharda haþrin üçyüz binden ziyade nümunelerini gözümüze gösteriyor. Acaba senin cisminde, senin bahçende ve senin vatanýnda hayatýna lâzým ve münasib bütün levazýmatý ve cihazatý hikmet ve inayet ve rahmetle ihzar eden ve vaktinde yetiþtiren, hattâ senin midenin beka ve yaþamak arzusuyla ettiði hususî ve cüz'î olan rýzýk duasýný bilen ve iþiten ve hadsiz leziz taamlarla o duanýn kabulünü gösteren ve mideyi memnun eden bir Mutasarrýf-ý Kadîr, hiç mümkün müdür ki; seni bilmesin ve görmesin ve nev-i insanýn en büyük gayesi olan hayat-ý ebediyeye lâzým esbabý ihzar etmesin ve nev-i insanýn en büyük, en ehemmiyetli, en lâyýk ve umumî olan beka duasýný hayat-ý uhreviyenin inþasýyla ve Cennet'in icadýyla kabul etmesin ve kâinatýn en mühim mahluku, belki zeminin sultaný ve neticesi olan nev-i insanýn arþ ve ferþi çýnlatan umumî ve gayet kuvvetli duasýný iþitmeyip küçük bir mide kadar ehemmiyet vermesin, memnun

--- sh:»(Nç:111)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Hem hiç kabil midir ki; hayatýn en cüz'îsinin pek gizli sesini iþitsin, derdini dinlesin ve derman versin ve nazýný çeksin ve kemal-i itina ve ihtimam ile beslesin ve ona dikkatle hizmet ettirsin ve büyük mahlukatýný ona hizmetkâr yapsýn; ve sonra en büyük ve kýymetdar ve bâki ve nazdar bir hayatýn gök sadâsý gibi yüksek sesini iþitmesin ve onun çok ehemmiyetli beka duasýný ve nazýný ve niyazýný nazara almasýn. Âdeta bir neferin kemal-i itina ile teçhizat ve idaresini yapsýn; ve muti' ve muhteþem orduya hiç bakmasýn.. ve zerreyi görsün, Güneþ'i görmesin.. sivrisineðin sesini iþitsin, gök gürültüsünü iþitmesin? Hâþâ.. yüzbin defa hâþâ!..

Hem hiçbir cihetle akýl kabul eder mi ki; hadsiz rahmetli, muhabbetli ve nihayet derecede þefkatli ve kendi san'atýný çok sever ve kendini çok sevdirir ve kendini sevenleri ziyade sever bir Zât-ý Kadîr-i Hakîm, en ziyade kendini seven ve sevimli ve sevilen ve Sâniini fýtraten perestiþ eden hayatý ve hayatýn zâtý ve cevheri olan ruhu, mevt-i ebedî ile i'dam edip, kendinden o sevgili muhibbini ve habibini ebedî bir surette küstürsün, darýltsýn, dehþetli rencide ederek sýrr-ý rahmetini ve nur-u muhabbetini inkâr etsin ve ettirsin? Yüzbin defa hâþâ ve kellâ!.. Bu kâinatý cilvesiyle süslendiren bir cemal-i mutlak ve umum mahlukatý sevindiren bir rahmet-i mutlaka, böyle hadsiz bir çirkinlikten ve kubh-u mutlaktan ve böyle bir zulm-ü mutlaktan, bir merhametsizlikten, elbette nihayetsiz derece münezzehtir ve mukaddestir.

NETÝCE: Madem dünyada hayat var, elbette insanlardan hayatýn sýrrýný anlayanlar ve hayatýný sû'-i istimal etmeyenler, dâr-ý bekada ve Cennet-i bâkiyede, hayat-ý bâkiyeye mazhar olacaklardýr. Âmennâ.

--- sh:»(Nç:112)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Ve hem nasýlki yeryüzünde bulunan parlak þeylerin Güneþ'in akisleriyle parlamalarý ve denizlerin yüzlerinde kabarcýklarý ziyanýn lem'alarýyla parlayýp sönmeleri, arkalarýndan gelen kabarcýklar yine hayalî güneþçiklere âyinelik etmeleri bilbedahe gösteriyor ki; o lem'alar, yüksek bir tek Güneþ'in cilve-i in'ikasýdýrlar ve Güneþ'in vücudunu muhtelif diller ile yâdediyorlar ve ýþýk parmaklarýyla ona iþaret ediyorlar. Aynen öyle de: Zât-ý Hayy-ý Kayyum'un Muhyî isminin cilve-i a'zamý ile berrin yüzünde ve bahrin içinde zîhayatlarýn kudret-i Ýlahiye ile parlayýp, arkalarýndan gelenlere yer vermek için "Ya Hayy!" deyip perde-i gaybda gizlenmeleri; bir hayat-ý sermediye sahibi olan Zât-ý Hayy-ý Kayyum'un hayatýna ve vücub-u vücuduna þehadetler, iþaretler ettikleri gibi.. umum mevcudatýn tanziminde eseri görünen ilm-i Ýlahîye þehadet eden bütün deliller ve kâinata tasarruf eden kudreti isbat eden bütün bürhanlar ve tanzim ve idare-i kâinatta hükümferma olan irade ve meþieti isbat eden bütün hüccetler ve kelâm-ý Rabbanî ve vahy-i Ýlahînin medarý olan risaletleri isbat eden bütün alâmetler, mu'cizeler ve hakeza yedi sýfât-ý Ýlahiyeye þehadet eden bütün delail; bil'ittifak Zât-ý Hayy-ý Kayyum'un hayatýna delalet, þehadet, iþaret ediyorlar. Çünki nasýl bir þeyde görmek varsa, hayatý da var; iþitmek varsa, hayatýn alâmetidir; söylemek varsa, hayatýn vücuduna iþaret eder; ihtiyar, irade varsa hayatý gösterir.. aynen öyle de; bu kâinatta âsârýyla vücudlarý muhakkak ve bedihî olan kudret-i mutlaka ve irade-i þamile ve ilm-i muhit gibi sýfatlar bütün delailleriyle Zât-ý Hayy-ý Kayyum'un hayatýna ve vücub-u vücuduna þehadet ederler ve bütün kâinatý bir gölgesiyle ýþýklandýran ve bir cilvesiyle bütün dâr-ý âhireti zerratýyla beraber hayatlandýran hayat-ý sermediyesine þehadet ederler.

--- sh:»(Nç:113)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Hem hayat, "melaikeye iman" rüknüne dahi bakar, remzen isbat eder. Çünki madem kâinatta en mühim netice hayattýr ve en ziyade intiþar eden ve kýymetdarlýðý için nüshalarý teksir edilen ve zemin misafirhanesini gelip geçen kafilelerle þenlendiren zîhayatlardýr.. ve madem Küre-i Arz bu kadar zîhayatýn enva'ýyla dolmuþ ve mütemadiyen zîhayat enva'larýný tecdid ve teksir etmek hikmetiyle her vakit dolar boþanýr ve en hasis ve çürümüþ maddelerinde dahi kesretle zîhayatlar halkedilerek bir mahþer-i huveynat oluyor.. ve madem hayatýn süzülmüþ en safi hülâsasý olan þuur ve akýl ve en latif ve sabit cevheri olan ruh, bu Küre-i Arz'da gayet kesretli bir surette halkolunuyorlar; âdeta Küre-i Arz, hayat ve akýl ve þuur ve ervah ile ihya olup öyle þenlendirilmiþ... Elbette Küre-i Arz'dan daha latif, daha nuranî, daha büyük, daha ehemmiyetli olan ecram-ý semaviye; ölü, camid, hayatsýz, þuursuz kalmasý imkân haricindedir. Demek gökleri, güneþleri, yýldýzlarý þenlendirecek ve hayatdar vaziyetini verecek ve netice-i hilkat-ý semavatý gösterecek ve hitabat-ý Sübhaniyeye mazhar olacak olan zîþuur, zîhayat ve semavata münasib sekeneler, her halde sýrr-ý hayatla bulunuyorlar ki, onlar da melaikelerdir.

Hem hayatýn sýrr-ý mahiyeti "Peygamberlere Ýman" rüknüne bakýp remzen isbat eder. Evet madem kâinat, hayat için yaratýlmýþ ve hayat dahi Hayy-ý Kayyum-u Ezelî'nin bir cilve-i a'zamýdýr, bir nakþ-ý ekmelidir, bir san'at-ý ecmelidir. Madem hayat-ý sermediye, Resullerin gönderilmesiyle ve Kitablarýn indirilmesiyle kendini gösterir. Evet eðer Kitablar ve Peygamberler olmazsa, o hayat-ý ezeliye bilinmez. Nasýlki bir adamýn söylemesiyle, diri ve hayatdar olduðu anlaþýlýr; öyle de bu kâinatýn perdesi altýnda olan âlem-i gaybýn arkasýnda söyleyen, konuþan, emir ve nehyedip hitab eden bir zâtýn kelimatýný, hitabatýný gösterecek, Peygamberler ve ellerinde nâzil olan Kitablardýr. Elbette kâinattaki hayat, kat'î bir surette Hayy-ý Ezelî'nin vücub-u vücuduna kat'î þehadet ettiði gibi; o hayat-ý ezeliyenin þuaatý, celevatý, münasebatý olan "Ýrsal-i Rusül" ve "Ýnzal-i Kütüb" rükünlerine bakar, remzen isbat eder. Ve bilhassa risalet-i Muhammediye (A.S.M.) ve vahy-i Kur'anî, hayatýn ruhu ve aklý hükmünde olduðundan, bu hayatýn vücudu gibi, hakkaniyetleri kat'îdir denilebilir.

Evet nasýlki hayat, bu kâinattan süzülmüþ bir hülâsadýr.. ve þuur ve his dahi hayattan süzülmüþ, hayatýn bir hülâsasýdýr.. akýl dahi þuurdan ve histen süzülmüþ, þuurun bir hülâsasýdýr.. ve ruh dahi, hayatýn hâlis ve safi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtýdýr; öyle de maddî ve manevî hayat-ý Muhammediye (A.S.M.) dahi, hayat ve ruh-u kâinattan süzülmüþ hülâsat-ül hülâsadýr.. ve risalet-i Muhammediye dahi (A.S.M.), kâinatýn his ve þuur ve aklýndan süzülmüþ en safi hülâsasýdýr, belki maddî ve manevî hayat-ý Muhammediye (A.S.M.), âsârýnýn þehadetiyle hayat-ý kâinatýn hayatýdýr.. ve risalet-i Muhammediye (A.S.M.), þuur-u kâinatýn þuurudur ve nurudur.. ve vahy-i Kur'an dahi, hayatdar hakaikýnýn þehadetiyle hayat-ý kâinatýn ruhudur ve þuur-u kâinatýn aklýdýr. Evet, evet, evet... Eðer kâinattan risalet-i Muhammediyenin (A.S.M.) nuru çýksa, gitse; kâinat vefat edecek.. eðer Kur'an gitse,

--- sh:»(Nç:114)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Hem hayat, "iman-ý bil'kader" rüknüne bakýyor, remzen isbat eder. Çünki madem hayat, âlem-i þehadetin ziyasýdýr ve istilâ ediyor ve vücudun neticesi ve gayesidir ve Hâlýk-ý Kâinat'ýn en câmi' âyinesidir ve faaliyet-i Rabbaniyenin en mükemmel enmuzeci ve fihristesidir, temsilde hata olmasýn, bir nevi proðramý hükmündedir. Elbette âlem-i gayb -yani mazi, müstakbel- yani geçmiþ ve gelecek mahlukatýn hayat-ý maneviyeleri hükmünde olan intizam ve nizam ve malûmiyet ve meþhudiyet ve taayyün ve evamir-i tekviniyeyi imtisale müheyya bir vaziyette bulunmalarýný sýrr-ý hayat iktiza ediyor. Nasýlki bir aðacýn çekirdek-i aslîsi ve kökü ve müntehasýnda ve meyvelerindeki çekirdekleri dahi aynen aðaç gibi bir nevi hayata mazhardýrlar. Belki aðacýn kavanin-i hayatiyesinden daha ince kavanin-i hayatý taþýyorlar. Hem nasýlki bu hazýr bahardan evvel geçmiþ güzün býraktýðý tohumlar ve kökler, bu bahar gittikten sonra, gelecek baharlara býrakacaðý çekirdekler, kökler, bu bahar gibi cilve-i hayatý taþýyorlar ve kavanin-i hayatiyeye tabidirler. Aynen öyle de; þecere-i kâinatýn bütün dal ve budaklarýyla herbirinin bir mazisi ve müstakbeli var. Geçmiþ ve gelecek tavýrlarýndan ve vaziyetlerinden müteþekkil bir silsilesi bulunur. Her nevi ve her cüz'ünün ilm-i Ýlahiyede muhtelif tavýrlarý ile müteaddid vücudlarý bir silsile-i vücud-u ilmî teþkil eder. Ve vücud-u haricî gibi o vücud-u ilmî dahi, hayat-ý umumiyenin manevî bir cilvesine mazhardýr ki, mukadderat-ý hayatiye, o manidar ve canlý elvah-ý kaderiyeden alýnýr. Evet âlem-i gaybýn bir nev'i olan âlem-i ervah, ayn-ý hayat ve madde-i hayat ve hayatýn cevherleri ve zâtlarý olan ervah ile dolu olmasý, elbette mazi ve müstakbel denilen âlem-i gaybýn bir diðer nev'i de ve ikinci kýsmý dahi, cilve-i hayata mazhariyetini ister ve istilzam eder. Hem herbir þeyin vücud-u ilmîsindeki intizam-ý ekmeli ve manidar vaziyetleri ve canlý meyveleri, tavýrlarý; bir nevi hayat-ý maneviyeye mazhariyetini gösterir. Evet hayat-ý ezeliye güneþinin ziyasý olan bu cilve-i hayat, elbette yalnýz bu âlem-i þehadete ve bu zaman-ý hazýra ve bu vücud-u haricîye münhasýr olamaz; belki herbir âlem, kabiliyetine göre o ziyanýn cilvesine mazhardýr; ve kâinat bütün âlemleriyle o cilve ile hayatdar ve ziyadardýr. Yoksa nazar-ý dalaletin gördüðü gibi muvakkat ve zahirî bir hayat altýnda herbir âlem, büyük ve müdhiþ birer cenaze ve karanlýklý birer virane âlem olacaktý.

--- sh:»(Nç:115)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Ýþte "kadere ve kazaya iman" rüknü dahi, geniþ bir vecihte sýrr-ý hayatla anlaþýlýyor ve sabit oluyor. Yani nasýlki âlem-i þehadet ve mevcud hazýr eþya, intizamlarýyla ve neticeleriyle hayatdarlýklarý görünüyor, öyle de âlem-i gaybdan sayýlan geçmiþ ve gelecek mahlukatýn dahi manen hayatdar bir vücud-u manevîleri ve ruhlu birer sübut-u ilmîleri vardýr ki, Levh-i Kaza ve Kader vasýtasýyla o manevî hayatýn eseri, mukadderat namýyla görünür, tezahür eder.

* * *

Ey esbab-perest gafil! Esbab, bir perdedir. Çünki izzet ve azamet öyle ister. Fakat iþ gören, kudret-i Samedaniyedir. Çünki tevhid ve celal öyle ister ve istiklali iktiza eder. Sultan-ý Ezelî'nin memurlarý, saltanat-ý rububiyetin icraatçýlarý deðillerdir. Belki o saltanatýn dellâllarýdýrlar ve o rububiyetin temaþager nâzýrlarýdýrlar. Ve o memurlar, o vasýtalar; kudretin izzetini, rububiyetin haþmetini izhar içindir. Tâ umûr-u hasise ile kudretin mübaþereti görünmesin. Acz-âlûd, fakr-piþe olan insanî bir sultan gibi, acz ve ihtiyaç için memurlarý þerik-i saltanat etmiþ deðildir. Demek esbab vaz'edilmiþ, tâ aklýn nazar-ý zahirîsine karþý kudretin izzeti muhafaza edilsin. Zira âyinenin iki veçhi gibi, herþeyin bir "mülk" ciheti var ki, âyinenin mülevven yüzüne benzer. Muhtelif renklere ve hâlâta medar olabilir. Biri "melekût"tur ki, âyinenin parlak yüzüne benzer. Mülk ve zahir veçhinde, kudret-i Samedaniyenin izzetine ve kemaline münafî hâlât vardýr. Esbab, o hâlâta hem merci, hem medar olmak için vaz'edilmiþler. Fakat melekûtiyet ve hakikat canibinde, herþey þeffaftýr, güzeldir. Kudretin bizzât mübaþeretine münasibdir, izzetine münafî deðildir. Onun için esbab sýrf zahirîdir, melekûtiyette ve hakikatte tesir-i hakikîleri yoktur.

--- sh:»(Nç:116)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Hem esbab-ý zahiriyenin diðer bir hikmeti þudur ki: Haksýz þekvalarý ve bâtýl itirazlarý Âdil-i Mutlak'a tevcih etmemek için, o þekvalara, o itirazlara hedef olacak esbab vaz'edilmiþtir. Çünki kusur onlardan çýkýyor, onlarýn kabiliyetsizliðinden ileri geliyor. Bu sýrra bir misal-i latif suretinde bir temsil-i manevî rivayet ediliyor ki: Hazret-i Azrail Aleyhisselâm, Cenab-ý Hakk'a demiþ ki: "Kabz-ý ervah vazifesinde senin ibadýn benden þekva edecekler, benden küsecekler." Cenab-ý Hak lisan-ý hikmetle ona demiþ ki: "Seninle ibadýmýn ortasýnda, musibetler, hastalýklar perdesini býrakacaðým. Tâ þekvalarý onlara gidip senden küsmesinler." Ýþte bak, nasýl hastalýklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalýklara mercidirler ve kabz-ý ervahta hakikat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrail Aleyhisselâm'ýn vazifesine mütealliktir. Öyle de: Hazret-i Azrail dahi bir perdedir. Kabz-ý ervahta zahiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemaline münasib düþmeyen bazý hâlâta merci olmak için, o memuriyete bir nâzýr ve kudret-i Ýlahiyeye bir perdedir. Evet izzet ve azamet ister ki, esbab perdedar-ý dest-i kudret ola aklýn nazarýnda... Tevhid ve celal ister ki; esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden...

….Bak, þu kâinat-ý seyyalede, þu mevcudat-ý seyyarede cevelan eden zîhayatlara! Göreceksin ki: Bütün zîhayatlardan herbir zîhayat üstünde Hayy-ý Kayyum'un koyduðu çok hâtemleri vardýr. O hâtemlerden bir hâtemi þudur ki: O zîhayat, meselâ þu insan, âdeta kâinatýn bir misal-i musaggarý, þecere-i hilkatin bir semeresi ve þu âlemin bir çekirdeði gibi ki, enva'-ý âlemin ekser nümunelerini câmi'dir. Güya o zîhayat bütün kâinattan gayet hassas mizanlarla süzülmüþ bir katredir. Demek, þu zîhayatý halketmek ve ona Rab olmak, bütün kâinatý kabza-i tasarrufunda tutmak lâzýmgelir.

--- sh:»(Nç:117)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Ýþte, eðer aklýn evhamda boðulmamýþ ise anlarsýn ki: Bir kelime-i kudreti, meselâ "bal arýsý"ný ekser eþyaya bir nevi küçük fihriste yapmak ve bir sahifede meselâ "insan"da þu kitab-ý kâinatýn ekser mes'elelerini yazmak, hem bir noktada meselâ küçücük "incir çekirdeði"nde koca incir aðacýnýn proðramýný dercetmek ve bir harfte meselâ "kalb-i beþer"de þu âlem-i kebirin safahatýnda tecelli ve ihata eden bütün esmanýn âsârýný göstermek ve bir mercimek tanesi kadar mevki tutan "kuvve-i hâfýza-i insaniyede" bir kütübhane kadar yazý yazdýrmak ve bütün hâdisat-ý kevniyenin mufassal fihristesini o kuvvecikte dercetmek, elbette ve elbette Hâlýk-ý Küll-i Þey'e has ve bu kâinatýn Rabb-i Zülcelal'ine mahsus bir hâtemdir.

Ýþte zîhayat üstünde olan pek çok hâtem-i Rabbanîden birtek hâtem, böyle nurunu gösterse ve onun âyâtýný þöyle okuttursa, acaba birden bütün o hâtemlere bakabilsen, görebilsen: ¬*x­ZÇP7!ö¬?ÅG¬L¬"ö]«S«B²'!ö¬w«8ö«–@«E²A­,ödemeyecek misin?

* * *

--- sh:»(Nç:118)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Zerrelerden mürekkeb bir parça toprak, herbir çiçekli ve meyveli nebatatýn neþv ü nemasýna menþe olabilir bir kâseyi o zerreciklerden doldursan, bütün dünyadaki her nevi çiçek ve meyveli nebatatýn tohumcuklarý ki, o tohumcuklar hayvanatýn nutfeleri gibi ayrý ayrý þeyler deðil, nutfeler bir su olduðu gibi, o tohumlar da karbon, azot, müvellid-ül mâ, müvellid-ül humuzadan mürekkeb, mahiyetçe birbirinin misli, keyfiyetçe birbirinden ayrý, yalnýz kader kalemiyle sýrf manevî olarak aslýnýn proðramý tevdi edilmiþ. Ýþte o tohumlarý nöbetle o kâseye koysak, herbiri hârika cihazatýyla, eþkal ve vaziyetiyle zuhur edeceðini, vuku bulmuþ gibi inanýrsýn. Eðer o zerreler herbir þeyin herbir hal ve vaziyetini bilen ve herþeye (ona) lâyýk vücudu ve vücudun levazýmatýný vermeye kadir ve kudretine nisbeten herþey kemal-i sühuletle müsahhar olan bir zâtýn memuru ve emirber bir vazifedarý olmazlarsa, o topraðýn herbir zerresinde, ya bütün çiçekli ve meyvedarlarýn adedince manevî fabrikalar ve matbaalar içinde bulunmasý lâzým gelir ki, o cihazatlarý ve eþkalleri birbirinden uzak ve birbirinden ayrý mevcudat-ý muhtelifeye menþe' olabilsin. Veya bütün o mevcudata muhit bir ilim ve bütün onlarýn teþkilâtýna muktedir olacak bir kudret vermek lâzýmdýr. Tâ bütün onlarýn teþkilatýna medar olsun. Demek Cenab-ý Hak'tan nisbet kesilse, topraðýn zerratý adedince ilahlar kabul edilmesi lâzým gelir. Bu ise bin defa muhal içinde muhal bir hurafedir.

--- sh:»(Nç:119)  -----------------------------------------------------------------------------------------

…Nasýlki bir kitab eðer yazma ve mektub olsa, onun yazmasýna bir kalem kâfidir. Eðer basma ve matbu olsa, o kitabýn hurufatý adedince kalemler, yani demir harfler lâzýmdýr. Tâ o kitab tab'edilip vücud bulsun. Eðer o kitabýn bazý harflerinde gayet ince bir hat ile o kitabýn ekseri yazýlmýþ ise -Sure-i Yâsin, lafz-ý Yâsin'de yazýldýðý gibi- o vakit bütün o demir harflerin küçücükleri, o tek harfe lâzýmdýr, tâ tab'edilsin. Aynen öyle de: Þu kitab-ý kâinatý, kalem-i kudret-i Samedaniyenin yazmasý ve Zât-ý Ehadiyet'in mektubu desen, vücub derecesinde bir sühulet ve lüzum derecesinde bir makuliyet yoluna gidersin. Eðer tabiata ve esbaba isnad etsen, imtina derecesinde suubetli ve muhal derecesinde müþkilâtlý ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlý þöyle bir yola gidersin ki; tabiat için herbir cüz' toprakta, herbir katre suda, herbir parça havada, milyarlarca madenî matbaalar ve hadsiz manevî fabrikalar bulunmasý lâzým. Tâ ki, hesabsýz çiçekli, meyveli masnuatýn teþkilâtýna mazhar olabilsin. Yahut herþeye muhit bir ilim, herþeye muktedir bir kuvvet, onlarda kabul etmek lâzým gelir. Tâ þu masnuata hakikî masdar olabilsin. Çünki topraðýn ve suyun ve havanýn herbir cüz'ü, ekser nebatata menþe olabilir. Halbuki herbir nebat -meyveli olsa, çiçekli olsa- teþekkülâtý o kadar muntazamdýr, o kadar mevzundur, o kadar birbirinden mümtazdýr, o kadar keyfiyetçe birbirinden ayrýdýr ki; herbirisine, yalnýz ona mahsus birer ayrý manevî fabrika veya ayrý birer matbaa lâzýmdýr. Demek tabiat, mistarlýktan masdarlýða çýksa; herbir þeyde bütün þeylerin makinelerini bulundurmaða mecburdur. Ýþte bu tabiatperestlik fikrinin esasý, öyle bir hurafattýr ki, hurafeciler dahi ondan utanýyorlar. Kendini âkýl zanneden ehl-i dalaletin, nasýl nihayetsiz hezeyanlý bir akýlsýzlýk iltizam ettiklerini gör, ibret al!..

--- sh:»(Nç:120)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Elhasýl: Nasýl bir kitabýn herbir harfi, kendi nefsini bir harf kadar gösterip ve kendi vücuduna tek bir suretle delalet ediyor ve kendi kâtibini on kelime ile tarif eder ve çok cihetlerle gösterir. Meselâ: "Benim kâtibimin hüsn-ü hattý var: Kalemi kýrmýzýdýr, þöyledir böyledir" der. Aynen öyle de: Þu kitab-ý kebir-i âlemin herbir harfi, kendine cirmi kadar delalet eder ve kendi sureti kadar gösterir. Fakat Nakkaþ-ý Ezelî'nin esmasýný, bir kaside kadar tarif eder ve keyfiyetleri adedince iþaret parmaklarýyla o esmayý gösterir, müsemmasýna þehadet eder. Demek hem kendini, hem bütün kâinatý inkâr eden safsatacý gibi bir ahmak, yine Sâni'-i Zülcelal'in inkârýna gitmemek gerektir!..

* * *

Risale-i Nur'un þimdi vuku' bulan bir inkâra kýrk sene evvel verdiði kat'î cevab

Mukaddeme

Evvelâ: Bu Ramazan-ý Þerifte üniversitede ecnebi bir müsteþrik feylesof konferansýnda Kur'ana itiraz suretinde "Seb'a Semavat" cümlesini inkâr tarzýnda, dinleyen safdil müslüman gençleri þübheye sevketmek ihtimaline binaen; Birinci Harb-i Umumî'nin baþýnda Arabî Ýþarat-ül Ý'caz tefsirinde ve yirmibeþ sene evvel Onikinci Lem'ada Ýkinci Mes'ele-i Mühimme serlevhasýyla, o müsteþrikin inkârýna karþý kuvvetli cevabýný göstermek lâzým geldi. Tâ çok âyet-i Kur'aniyede bulunan o cümle (Seb'a Semavat cümlesine) mektebli Ýslâm yavrularýnýn kalblerine bir þübhe, bir vesvese gelmesin.

--- sh:»(Nç:121)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Sâniyen: Kur'an-ý Hakîm arz ve semavattan bahsi, Sâni'-i Zülcelal'i sýfatýyla bildirmek için bahsediyor. Dolayýsýyla ve mana-yý harfiyle bakýyor. Kozmoðrafya, Coðrafya ders vermiyor. San'at ve intizam, hikmet ve mizan ile Hâlýk'ý bildiriyor. Mana-yý harfiyle o kitab-ý kebir-i kâinata bakýyor, okuyor. Ehl-i fen gibi mana-yý ismiyle, madde ve tabiat hesabýyla bakmýyor.

Sâlisen: Madem Kur'an kâinattan bahsi istidlal suretiyledir, delil zahir ve malûm olmak lâzým geldiðinden, örf ve âdetçe malûm tabiratý istimal etmek talim ve irþad iktiza ediyor. Onun için bazý zahir manasý, ehl-i fennin derin mes'elelerini bildirmiyor.

Râbian: Risale-i Nur'da Mu'cizat-ý Kur'aniye Zülfikar Risalesinde, ehl-i fennin anlamadýklarý için bütün iliþtikleri pek çok âyetlerin her birinin, ayný iliþtikleri yerinde Risale-i Nur birer i'caz lem'asýný göstermiþ. Medar-ý þübhe ve kusur zannettikleri noktalar, medar-ý i'caz yüksek hakikatlar gösterilmiþ. Ýsteyen bakabilir. Fakat münkirlerin þübhelerini zikretmeden cevab vermiþ. Tâ zayýf kalblilerde bir iz, bir þübhe býrakmasýn. Zâten Risale-i Nur'un mümtaz bir hasiyeti de þudur ki: Hiç þübheleri, itirazlarý zikretmeden öyle bir tarzda cevab verir ki, o þübheler kalbe gelmeye ihtimal kalmýyor. Baþka münakaþa ve münazaralar gibi, münkirlerin þübhelerini göstermeden mahvediyor. Bu hakikatý görmek isteyenleri, Risale-i Nur'a havale edip; yalnýz nümune için bu Ramazan-ý Þerifte o konferansý dinleyen bir kýsým Ýmam-Hatib talebelerinden ve Kur'an hýfzý ile meþgul olan masum gençlerin kalbine vesvese, vehim gelmemek için pek çok âyetlerdeki "Seb'a Semavat" cümlesini inkâr eden müsteþrik feylesofun inkârýndan kýrkbeþ sene evvel Risale-i Nur bu gelen cevabý vermiþ:

--- sh:»(Nç:122)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Ýkinci Mes'ele-i Mühimme'dir: Åw¬Z[¬4ö²w«8«:ö­Œ²*«ž²!«:ö­p²AÅ,7!ö­€!«x´WÅ,7!ö­y«7ö­d±¬A«,­#ö

Ýlâ âhir...ö°v[¬V«2ö¯š²z«-ö±¬u­U¬"ö«x­;«:ö¯€!«x´W«,ö«p²A«,öÅw­Z

Þu âyet-i kerime gibi müteaddid âyetler, semavatý yedi sema olarak beyan ediyor. Ýþarat-ül Ý'caz tefsirinde eski Harb-i Umumî'nin birinci senesinde cephe-i harbde ihtisar mecburiyetiyle gayet mücmel beyan ettiðimiz o mes'elenin yalnýz bir hülâsasýný yazmak münasibdir. Þöyle ki:

Eski hikmet, semavatý dokuz tasavvur edip, lisan-ý þer'îde, Arþ ve Kürsi yedi semavat ile beraber kabul edip acib bir suretle semavatý tasvir etmiþtiler. O eski hikmetin dâhî hükemasýnýn þaþaalý ifadeleri, nev-i beþeri çok asýrlar müddetince tahakkümleri altýnda tutmuþlar. Hattâ çok ehl-i tefsir, âyâtýn zahirlerini onlarýn mezhebine göre tevfik etmeye mecbur kalmýþlar. O suretle Kur'an-ý Hakîm'in i'cazýna bir derece perde çekilmiþti. Ve hikmet-i cedide namý verilen yeni felsefe ise, eski felsefenin mürur u ubura ve hark u iltiyama kabil olmayan semavat hakkýndaki ifratýna mukabil tefrit edip, semavatýn vücudunu âdeta inkâr ediyorlar. Evvelkiler ifrat, sonrakiler tefrit edip hakikatý tamamýyla gösterememiþler. Kur'an-ý Hakîm'in hikmet-i kudsiyesi ise, o ifrat ve tefriti býrakýp hadd-i vasatý ihtiyar edip der ki: Sâni'-i Zülcelal, yedi kat semavatý halketmiþtir. Hareket eden yýldýzlar ise, balýklar gibi sema içinde gezerler ve tesbih ederler. Hadîste ½¿x­S²U«8ö°‚²x«8ö­š@«WÅ,7«!ödenilmiþ. Yani: "Sema, emvacý karardade olmuþ bir denizdir."

Ýþte bu hakikat-ý Kur'aniyeyi yedi kaide ve yedi vecih mana ile gayet muhtasar bir surette isbat edeceðiz.

--- sh:»(Nç:123)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Birinci Kaide: Fennen ve hikmeten sabittir ki: Bu haddi yok feza-yý âlem, nihayetsiz bir boþluk deðil, belki "esîr" dedikleri madde ile doludur.

Ýkincisi: Fennen ve aklen, belki müþahedeten sabittir ki: Ecram-ý ulviyenin cazibe ve dafia gibi kanunlarýnýn rabýtasý ve ziya ve hararet ve elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin naþiri ve nâkili, o fezayý dolduran bir madde mevcuddur.

Üçüncüsü: Madde-i esîriye, esîr kalmakla beraber, sair maddeler gibi muhtelif teþekkülâta ve ayrý ayrý suretlerde bulunduðu tecrübeten sabittir. Evet nasýlki buhar, su, buz gibi havaî, mâyi, camid üç nevi eþya, ayný maddeden oluyor. Öyle de: Madde-i esîriyeden dahi yedi nevi tabakat olmasýna hiçbir mani-i aklî olmadýðý gibi, hiçbir itiraza medar olmaz.

Dördüncüsü: Ecram-ý ulviyeye dikkat edilse görünüyor ki: O ulvî âlemlerin tabakatýnda muhalefet var. Meselâ: Nehr-üs Sema ve Kehkeþan namýyla maruf, Türkçe "Samanyolu" tabir olunan bulut þeklindeki daire-i azîmenin bulunduðu tabaka, elbette sevabit yýldýzlarýn tabakasýna benzemiyor. Güya tabaka-i sevabit yýldýzlarý, yaz meyveleri gibi yetiþmiþ, ermiþler. Ve o Kehkeþan'daki bulut þeklinde görülen hadsiz yýldýzlar ise, yeniden yeniye çýkýp ermeye baþlýyorlar. Tabaka-i sevabit dahi, sadýk bir hads ile Manzume-i Þemsiye'nin tabakasýna muhalefeti görünüyor. Ve hâkeza yedi manzumat ve yedi tabaka, birbirine muhalif bulunmasý, hiss ve hads ile derkolunur.

--- sh:»(Nç:124)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Beþincisi: Hadsen ve hissen ve istikraen ve tecrübeten sabit olmuþtur ki: Bir maddede tanzim ve teþkil düþse ve o maddeden baþka masnuat yapýlsa, elbette muhtelif tabaka ve þekillerde olur. Meselâ: Elmas madeninde teþkilât baþladýðý vakit, o maddeden hem remad yani hem kül, hem kömür, hem elmas nevileri tevellüd ediyor. Hem meselâ: Ateþ, teþekküle baþladýðý vakit; hem alev, hem duman, hem kor tabakalarýna ayrýlýyor. Hem meselâ: Müvellid-ül mâ, müvellid-ül humuza ile mezcedildiði vakit, o mezcden hem su, hem buz, hem buhar gibi tabakalar teþekkül ediyor. Demek anlaþýlýyor ki bir madde-i vâhidde teþkilât düþse, tabakata ayrýlýyor. Öyle ise: Madde-i esîriyede Kudret-i Fâtýra teþkilâta baþladýðý için, elbette ayrý ayrý tabaka olarak ¯€!«x´W«,ö«p²A«,öÅw­Z

Altýncýsý: Þu mezkûr emareler, bizzarure semavatýn hem vücuduna, hem taaddüdüne delalet ederler. Madem kat'iyyen semavat müteaddiddir ve Muhbir-i Sadýk, Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn lisanýyla yedidir der; elbette yedidir.

Yedincisi: Yedi, yetmiþ, yedi yüz gibi tabirat, üslûb-u Arabîde kesreti ifade ettiði için, o küllî yedi tabaka çok kesretli tabakalarý havi olabilir.

--- sh:»(Nç:125)  -----------------------------------------------------------------------------------------

ELHASIL: Kadîr-i Zülcelal, esîr maddesinden yedi kat semavatý halkedip tesviye ederek, gayet dakik ve acib bir nizam ile tanzim etmiþ ve yýldýzlarý içinde zer'edip ekmiþtir. Madem Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan, umum ins ü cinnin umum tabakalarýna karþý konuþan bir hutbe-i ezeliyedir. Elbette nev-i beþerin her bir tabakasý, herbir âyât-ý Kur'aniyeden hissesini alacak ve âyât-ý Kur'aniye, her tabakanýn fehmini tatmin edecek surette ayrý ayrý ve müteaddid manalarý zýmnen ve iþareten bulunacaktýr. Evet hitabat-ý Kur'aniyenin vüs'ati ve maânî ve iþaratýndaki geniþliði ve en âmi bir avamdan en has bir havassa kadar derecat-ý fehimlerini müraat ve mümaþat etmesi gösterir ki; herbir âyetin herbir tabakaya bir vechi var, bakýyor.

Ýþte bu sýrra binaen, "yedi semavat" mana-yý küllîsinde yedi tabaka-i beþeriye, muhtelif yedi kat manayý fehmetmiþler. Þöyle ki: ¯€!«x´W«,ö«p²A«,öÅw­Z

--- sh:»(Nç:126)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Ve hâkeza bu âyetin külliyetinde mezkûr yedi kat tabakanýn yedi kat manalarý gibi daha çok cüz'î manalarý vardýr. Herkes fehmine göre hissesini alýr ve o maide-i semaviyeden herkes rýzkýný bulur.

Madem o âyetin böyle pek çok sadýk mâsadaklarý var. Þimdiki akýlsýz feylesoflarýn ve serseri Kozmoðrafyalarýnýn, inkâr-ý semavat bahanesiyle böyle âyete taarruz etmesi, haylaz ahmak çocuklarýn semavattaki yýldýzlara bir yýldýzý düþürmek niyetiyle taþ atmasýna benzer. Çünki âyetin mana-yý küllîsinden bir tek mâsadak sadýksa, o küllî mana sadýk ve hak olur. Hattâ vaki'de bulunmayan, fakat umumun lisanýnda mütedavil bulunan bir ferdi, umumun efkârýný müraat için o küllîde dâhil olabilir. Halbuki, hak ve hakikî çok efradýný gördük. Ve þimdi bu insafsýz ve haksýz Coðrafyaya ve sersem ve sermest ve sarhoþ Kozmoðrafyaya bak! Nasýl bu iki fen hata ederek, hak ve hakikat ve sadýk olan küllî manadan gözlerini yumup ve çok sadýk olan mâsadaklarý görmeyerek; hayalî bir acib ferdi, mana-yý âyet tevehhüm ederek âyete taþ attýlar; kendi baþlarýný kýrdýlar, imanlarýný uçurdular!...

Elhasýl: Kýraat-ý seb'a, vücuh-u seb'a ve mu'cizat-ý seb'a ve hakaik-i seb'a ve erkân-ý seb'a üzerine nâzil olan Kur'an semasýnýn o yediþer tabakalarýna, cinn ve þeyatîn hükmündeki itikadsýz maddî fikirler çýkamadýklarýndan âyâtýn nücumunda ne var, ne yok bilmeyip yalan ve yanlýþ haber verirler. Ve onlarýn baþlarýna o âyâtýn nücumundan mezkûr tahkikat gibi þahablar inerler ve onlarý yakarlar. Evet cinn fikirli feylesoflarýn felsefesiyle o semavat-ý Kur'aniyeye çýkýlmaz. Belki âyâtýn yýldýzlarýna, hikmet-i hakikiyenin mi'racýyla ve iman ve Ýslâmiyetin kanatlarýyla çýkýlabilir.

¬?Åx­AÇX7!ö¬t«V«4ö¬h«W«5ö«:ö¬^«7@«,±¬h7!ö¬š@«W«,ö¬j²W«-ö]«V«2ö±¬u«.öÅv­ZÁV7«!

›«G«B²;!ö¬w«W¬7ö›«G­Z²7!ö¬•x­D­9ö¬y¬A²E«.ö«:ö¬y¬7³~ö]«V«2ö«:

­v[¬U«E²7!ö­v[¬V«Q²7!ö«a²9«!ö«tÅ9¬!ö@«X«B²WÅV«2ö@«8öެ!ö@«X«7ö«v²V¬2ö«žö«t«9@«E²A­,

¬^«7@«,±¬h7!ö¬˜¬H´;ö¬`¬#@«6ö«Æx­V­5ö²w±¬

«w[¬8³~ö¬–_«W

* * *

--- sh:»(Nç:127)  -----------------------------------------------------------------------------------------

 

­y«9@«E²A­,ö¬y¬W²,@¬"

@®W¬=!«(ö!®G«"«!ö­y­#@«6«h«"ö«:ö¬yÁV7!ö­^«W²&«*ö«:ö²v­U²[«V«2ö­•«ŸÅK7«!

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

Evvelâ: Hem geçmiþ, hem gelecek, hem maddî, hem manevî bayramlarýnýzý ve mübarek gecelerinizi bütün ruh u canýmla tebrik ve ettiðiniz ibadet ve dualarýn makbuliyetini rahmet-i Ýlahiyeden bütün ruh u canýmýzla niyaz edip, isteyip, o mübarek dualara âmîn deriz.

Sâniyen: Hem çok defa manevî, hem çok cihetlerden ehemmiyetli iki suallerine mahrem cevab vermeye mecbur oldum.

Birinci Sualleri: Ne için eskiden hürriyetin baþýnda siyasetle hararetle meþgul oluyordun? Bu kýrk seneye yakýndýr ki, bütün bütün terk ettin?

Elcevab: Siyaset-i beþeriyenin en esaslý bir kanun-u esasîsi olan: "Selâmet-i millet için ferdler feda edilir. Cemaatin selâmeti için eþhas kurban edilir. Vatan için herþey feda edilir." diye; bütün nev'-i beþerdeki þimdiye kadar dehþetli cinayetler bu kanunun sû'-i istimalinden neþ'et ettiðini kat'iyyen bildim. Bu kanun-u esasî-yi beþeriye, bir hadd-i muayyenesi olmadýðý için çok sû'-i istimale yol açmýþ. Ýki harb-i umumî, bu gaddar kanun-u esasînin sû'-i istimalinden çýkýp bin sene beþerin terakkiyatýný zîr ü zeber ettiði gibi, on cani yüzünden doksan masumun mahvýna fetva verdi. Bir menfaat-i umumî perdesi altýnda þahsî garazlar, bir cani yüzünden bir kasabayý harab etti. Risale-i Nur bu hakikatý bazý mecmua ve müdafaatta isbat ettiði için onlara havale ediyorum.

--- sh:»(Nç:128)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Ýþte beþeriyet siyasetlerinin bu gaddar kanun-u esasîsine karþý Arþ-ý A'zam'dan gelen Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'daki bu gelen kanun-u esasîyi buldum. O kanunu da þu âyet ifade ediyor:

*ö›«h²'­!ö«*²+¬:ö½?«*¬+!«:ö­*¬i«#ö«žö«:

@®Q[¬W«%ö«‰@ÅX7!ö«u«B«5ö@«WÅ9«@«U«4ö¬Œ²*«ž²!ö]¬4ö¯(@«K«4ö²:«!ö¯j²S«9ö¬h²[«R¬"ö@®K²S«9ö«u«B«5ö²w«8

Yani bu iki âyet, bu esasý ders veriyor ki: "Bir adamýn cinayetiyle baþkalar mes'ul olmaz. Hem bir masum, rýzasý olmadan, bütün insana da feda edilmez. Kendi ihtiyarýyla, kendi rýzasýyla kendini feda etse, o fedakârlýk bir þehadettir ki, o baþka mes'eledir." diye hakikî adalet-i beþeriyeyi tesis ediyor. Bunun tafsilâtýný da Risale-i Nur'a havale ediyorum.

Ýkinci Sual: Sen eskiden þarktaki bedevi aþairde seyahat ettiðin vakit, onlarý medeniyet ve terakkiyata çok teþvik ediyordun. Neden, kýrk seneye yakýndýr, medeniyet-i hazýradan "mimsiz" diyerek hayat-ý içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?

Elcevab: Medeniyet-i hazýra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiði için seyyiatý hasenatýna; hatalarý, zararlarý, faidelerine racih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-ý umumiye ve saadet-i hayat-ý dünyeviye bozuldu. Ýktisad, kanaat yerine israf ve sefahet ve sa'y ve hizmet yerine tenbellik ve istirahat meyli galebe çaldýðýndan, bîçare beþeri hem gayet fakir, hem gayet tenbel eyledi. Semavî Kur'anýn kanun-u esasîsi

!x­4¬h²,­#ö«žö«:ö!x­"«h²-!ö«:ö!x­V­6 *ö]«Q«,ö@«8öެ!ö¬–@«,²9¬Ÿ²7¬ö«j²[«7

ferman-ý esasîsiyle: "Beþerin saadet-i hayatiyesi, iktisad ve sa'ye gayrette olduðunu ve onunla beþerin havas, avam tabakasý birbiriyle barýþabilir." diye Risale-i Nur bu esasý izaha binaen kýsa bir-iki nükte söyleyeceðim:

--- sh:»(Nç:129)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Birincisi: Bedevilikte beþer üç-dört þeye muhtaç oluyordu. O üç-dört hacatýný tedarik etmeyen on adedde ancak ikisi idi. Þimdiki garb medeniyet-i zalime-i hazýrasý sû'-i istimalat ve israfat ve hevesatý tehyic ve havaic-i gayr-ý zaruriyeyi, zarurî hacatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle þimdiki o medenî insanýn tam muhtaç olduðu dört hacatý yerine, yirmi þeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hacatý tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir. Onsekizi muhtaç hükmünde kalýr. Demek bu medeniyet-i hazýra insaný çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beþeri zulme, baþka haram kazanmaya sevk etmiþ. Bîçare avam ve havas tabakasýný daima mübarezeye teþvik etmiþ. Kur'an'ýn kanun-u esasîsi olan "vücub-u zekat, hurmet-i riba" vasýtasýyla avamýn havassa karþý itaatini ve havassýn avama karþý þefkatini temin eden o kudsî kanunu býrakýp burjuvalarý zulme, fukaralarý isyana sevk etmeye mecbur etmiþ. Ýstirahat-ý beþeriyeyi zîr ü zeber etti!

Ýkinci Nükte: Bu medeniyet-i hazýranýn hârikalarý, beþere birer nimet-i Rabbaniye olmasýndan, hakikî bir þükür ve menfaat-ý beþerde istimali iktiza ettiði halde, þimdi görüyoruz ki: Ehemmiyetli bir kýsým insaný tenbelliðe ve sefahete ve sa'yi ve çalýþmayý býrakýp istirahat içinde hevesatý dinlemek meylini verdiði için sa'yin þevkini kýrýyor. Ve kanaatsizlik ve iktisadsýzlýk yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevkediyor. Meselâ: Risale-i Nur'daki "Nur Anahtarý"nýn dediði gibi: "Radyo büyük bir nimet iken, maslahat-ý beþeriyeye sarf edilmek ile bir manevî þükür iktiza ettiði halde, beþte dördü hevesata, lüzumsuz malayani þeylere sarf edildiðinden; tenbelliðe, radyo dinlemekle heveslenmeye sevk edip, sa'yin þevkini kýrýyor. Vazife-i hakikiyesini býrakýyor. Hattâ çok menfaatli olan bir kýsým hârika vesait, sa'y ve amel ve hakikî maslahat-ý ihtiyac-ý beþeriyeye istimali lâzým gelirken, ben kendim gördüm; ondan bir-ikisi zarurî ihtiyacata sarfedilmeye mukabil, ondan sekizi keyf, hevesat, tenezzüh, tenbelliðe mecbur ediyor. Bu iki cüz'î misale binler misaller var.

--- sh:»(Nç:130)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Elhasýl: Medeniyet-i garbiye-i hazýra, semavî dinleri tam dinlemediði için, beþeri hem fakir edip ihtiyacatý ziyadeleþtirmiþ. Ýktisad ve kanaat esasýný bozup, israf ve hýrs ve tama'ý ziyadeleþtirmeye, zulüm ve harama yol açmýþ. Hem beþeri vesait-i sefahete teþvik etmekle o bîçare muhtaç beþeri tam tenbelliðe atmýþ. Sa'y ve amelin þevkini kýrýyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faidesiz zayi' ediyor.

Hem o muhtaç ve tenbelleþmiþ beþeri hasta etmiþ. Sû'-i istimal ve israfat ile yüz nevi hastalýðýn sirayetine, intiþarýna vesile olmuþ.

Hem üç þiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatýra getiren kesretli hastalýklar ve dinsizlik cereyanlarýnýn o medeniyetin içlerine yayýlmasýyla; intibaha gelip uyanmýþ beþerin gözü önünde ölümü i'dam-ý ebedî suretinde gösterip, her vakit beþeri tehdid ediyor. Bir nevi cehennem azabý veriyor.

Ýþte bu dehþetli musibet-i beþeriyeye karþý Kur'an-ý Hakîm'in dörtyüz milyon talebesinin intibahýyla ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üçyüz sene evvel gösterdiði gibi, yine bu dörtyüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarýyla beþerin bu üç dehþetli yarasýný tedavi etmesini; ve eðer yakýnda kýyamet kopmazsa, beþerin hem saadet-i hayat-ý dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ý uhreviyesini kazandýracaðýný ve ölümü, i'dam-ý ebedîden çýkarýp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini ve ondan çýkan medeniyetin mehasini, seyyiatýna tam galebe edeceðini ve þimdiye kadar olduðu gibi; dinin bir kýsmýný, medeniyetin bir kýsmýný kazanmak için rüþvet vermek deðil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardýmcý edeceðini Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn iþarat ve rumuzundan anlaþýldýðý gibi rahmet-i Ýlahiyeden þimdiki uyanmýþ beþer bekliyor, yalvarýyor, arýyor!

]¬5@«A²7!ö«x­;ö]¬5@«A²7«!

Said Nursî

* * *

--- sh:»(Nç:131)  -----------------------------------------------------------------------------------------

372 senesi Þevval'in 13. Perþembe günü Üstadýmýz Samsun Mahkemesi münasebetiyle Ýstanbul Mahkemesi'nde mahkemenin suallerine aynen bu þekvayý izahatla okudular.

Üstadýmýz iki sene evvel Ramazanda beþ vecihle kanunsuz bir taarruza maruz kaldýðý zaman dindar meb'uslara ve heyet-i vükelaya bir þekva suretinde hizmetkârýna ve bir-iki talebesine bu gelen þekvayý söylemiþ. Hizmetçisi de Ankara'daki bir-iki Nur talebesine göndermiþ ki, o þekvayý dindar meb'uslara verip heyet-i vükelaya göstersin. Onlara göstermiþler. Bazýlar neþrini münasib görmüþler, Büyük Cihad'a gönderilmiþ. Ýþte iki seneden ziyade, beþ vecihle kanunsuz, kanun namýna Üstadýmýza azab verdiler. Þiddetli fakr u ihtiyacýyla beraber yüz yirmi lira yalnýz bir þahidlik "Makaleyi kim göndermiþ?" diye, verdirmeye mecbur ettiler. Halbuki veren de mahkemede kendi ikrarýyla söylemiþ.

Nur Talebeleri namýna

Zübeyr

--- sh:»(Nç:132)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Büyük Cihad Gazetesinin 20.6.1952 tarih 67 no.lu nüshasýnda neþredilmiþtir.

Gizli düþmanlarýmýz bu Ramazan-ý Þerifte, tekrar adliyeyi benim aleyhime sevkettiler. Mes'ele de, bir gizli komünist komitesiyle alâkadardýr.

Birisi: Bütün bütün kanun hilafýna olarak, beni tek baþýmla ve yalnýz olarak kýrda ve daðda otururken, üç silâhlý jandarma ile bir baþçavuþ yanýma gönderdiler. "Sen baþýna þapka giymiyorsun" diye, zorla beni karakola getirdiler. Ben de, adaleti hedef tutan bütün adliyelere söylüyorum ki:

Böyle beþ vecihle kanunsuzluk edip, kanun namýna beþ vecihle Ýslâm kanunlarýný kýran adam, hakikî kanunsuzluk ile ittiham edilmek lâzým gelirken, onlarýn o acib kanunsuzluðu ve bahanesiyle iki seneden beri vicdanî azab verdiklerinden; elbette mahkeme-i kübra-yý haþirde bunun cezasýný çekeceklerdir. Evet otuzbeþ senedir münzevi olduðu halde hiç çarþý ve kasabalarda gezmeyen bir adamý, "Sen firenk serpuþunu giymiyorsun" diye ittiham etmeye, dünyada hangi kanun müsaade eder? Yirmisekiz seneden beri beþ vilayet ve beþ mahkeme ve beþ vilayetin zabýtalarý onun baþýna iliþmedikleri halde, hususan bu defa Ýstanbul mahkeme-i âdilesinde yüzden ziyade polislerin gözleri önünde, hem iki ayda yaya olarak heryeri gezdiði halde, hiçbir polis iliþmediði ve Mahkeme-i Temyiz "bere yasak deðil" diye karar verdiði, hem bütün kadýnlar ve baþý açýk gezenler ve bütün askerî neferler ve vazifedar memurlar giymeye mecbur olmadýklarýndan ve giymesinde hiçbir maslahat bulunmadýðýndan ve benim resmî bir vazifem olmadýðýndan -ki resmî bir libastýr- bereyi giyenler de mes'ul olmazlar denildiði halde, hususan münzevi ve insanlar arasýna girmeyen ve Ramazan-ý Þerif'in içinde böyle hilaf-ý kanun en çirkin bir þey ile ruhunu meþgul etmemek ve dünyayý hatýrýna getirmemek için has dostlarýyla dahi görüþmeyen, hattâ þiddetli hasta olduðu halde, ruhu ve kalbi vücuduyla meþgul olmamak için ilâçlarý almayan ve hekimleri çaðýrmayan bir adama þapka giydirmek, ecnebî papazlara benzetmek için ona teklif etmek ve adliye eliyle tehdid etmek, elbette zerre kadar vicdaný olan bundan nefret eder. Meselâ: Ona teklif eden demiþ: "Ben, emir kuluyum." Cebr-i keyfî kanun ile emir olur mu ki, emir kuluyum desin.

--- sh:»(Nç:133)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Evet Kur'an-ý Hakîm'de, Yahudi ve Nasranilere baþda benzememek için ona dair âyet olduðu gibi,

²v­U²X¬8ö¬h²8«ž²!ö]¬7:­!ö«:ö«Äx­,±h7!ö!x­Q[¬0«!ö«:ö«yÁV7!ö!x­Q[¬0«!ö!x­X«8³~ö«w

âyeti, ulü-l emre itaati emreder. Allah ve Resulünün itaatýna zýd olmamak þartýyla, o itaatýn emir kuluyum diye hareket edebilir. Halbuki bu mes'elede; an'ane-i Ýslâmiye kanunlarý, hastalara þefkatle incitmemek, gariblere þefkat edip incitmemek, Allah için Kur'an ve ilm-i imanîye hizmet edenlere zahmet vermemek ve incitmemek emrettiði halde; hususan münzevi, dünyayý terketmiþ bir adama ecnebi papazlarýnýn serpuþunu teklif etmek on vecihle deðil, yüz vecihle kanuna muhalif ve Ýslâmýn an'anevî kanunlarýna karþý bir kanunsuzluktur ve keyfî bir emir hesabýna o kudsî kanunlarý kýrmaktýr. Benim gibi kabir kapýsýnda, gayet hasta, gayet ihtiyar, garib, fakir, münzevi, sünnet-i seniyeye muhalefet etmemek için otuzbeþ seneden beri dünyayý terkeden bir adama bu tarz muameleler, kat'iyyen þekk ve þübhe býrakmadý ki; komünist perdesi altýnda anarþilik hesabýna vatan ve millet ve Ýslâmiyet ve din aleyhinde müdhiþ bir sû'-i kasd eseri olduðu gibi, Ýslâmiyet'e ve vatana hizmete niyet eden ve müdhiþ haricî tahribata karþý cephe alan dindar meb'uslar ve Demokratlara dahi büyük bir sû'-i kasddýr. Dindar meb'uslar dikkat etsinler. Bu dehþetli sû'-i kasda karþý müdafaada beni yalnýz býrakmasýnlar.

--- sh:»(Nç:134)  -----------------------------------------------------------------------------------------

(Haþiye): Rus'un Baþkumandaný kasden önünden üç defa geçtiði halde ayaða kalkmayan ve tenezzül etmeyen ve onun i'dam tehdidine karþý izzet-i Ýslâmiyeyi muhafaza için ona baþýný eðmeyen; Ýstanbul'u istilâ eden Ýngiliz Baþkumandanýna ve onun vasýtasýyla fetva verenlere karþý, Ýslâmiyet þerefi için, i'dam tehdidine beþ para ehemmiyet vermeyen ve "Tükürün zalimlerin o hayâsýz yüzüne!" cümlesiyle ve matbuat lisanýyla karþýlayan; ve Mustafa Kemal'in elli meb'us içinde hiddetine ehemmiyet vermeyip, "Namaz kýlmayan haindir" diyen; ve Divan-ý Harb-i Örfî'nin dehþetli suallerine karþý, "Þeriatýn tek bir mes'elesine ruhumu feda etmeðe hazýrým" deyip, dalkavukluk etmeyen ve yirmisekiz sene, gâvurlara benzememek için inzivayý ihtiyar eden bir Ýslâm fedaisi ve hakikat-ý Kur'aniyenin fedakâr hizmetkârýna maslahatsýz, kanunsuz denilse ki; "Sen Yahudi ve Hristiyan papazlarýna benzeyeceksin, onlar gibi baþýna þapka giyeceksin, bütün Ýslâm ülemasýnýn icmaýna muhalefet edeceksin; yoksa ceza vereceðiz" denilse, elbette öyle her þeyini hakikat-ý Kur'aniyeye feda eden bir adam, deðil dünyevî hapis veya ceza ve iþkence, belki parça parça býçakla kesilse, cehenneme de atýlsa, kat'iyyen yüz ruhu da olsa, bütün tarihçe-i hayatýnýn þehadetiyle, feda edecek.

Acaba, bu vatan ve dinin gizli düþmanlarýnýn bu eþedd-i zulm-ü nemrudanelerine karþý, manevî pekçok kuvveti bulunan bu fedakârýn tahammülü ve maddî kuvvetle ve menfî cihette mukabele etmemesinin hikmeti nedir? Ýþte bunu size ve umum ehl-i vicdana ilân ediyorum ki; yüzde on zýndýk dinsizin yüzünden doksan masuma zarar gelmemek için, bütün kuvvetiyle dâhildeki emniyet ve asayiþi muhafaza etmek için, Nur dersleriyle herkesin kalbine bir yasakçý býrakmak için Kur'an-ý Hakîm ona o dersi vermiþ. Yoksa bir günde, yirmisekiz senelik zalim düþmanlarýmdan intikamýmý alabilirim. Onun içindir ki; asayiþi masumlarýn hatýrý için muhafaza yolunda haysiyetini, þerefini tahkir edenlere karþý müdafaa etmiyor ve diyor ki: Ben deðil dünyevî hayatý, lüzum olsa âhiret hayatýmý da millet-i Ýslâmiye hesabýna feda edeceðim.

Said Nursî

* * *

--- sh:»(Nç:135)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Urfa kahramancýklarýnýn oranýn savcýlarýný susturan müdafaalarýdýr

Asliye Ceza Mahkemesi Yüksek Makamýna

Urfa

Muhterem Hâkimler!

Müsaadenizle bir-iki maruzatýmý mecburen söyleyeceðim:

Þimdi bu vatanýn her tarafýnda ve Âlem-i Ýslâmýn hattâ diðer ecnebi memleketlerinin mühim merkezlerinde Kur'an namýna intiþar etmiþ ve milyonlarla kimselerin imanlarýný taklidden tahkike çevirmiþ ve bu millete en kýymetli ve büyük tesirini feyizli dersleriyle isbat etmiþ, Kur'an'ýn nuru Risale-i Nur'un neþretmemesi ve bizim gibi hayatý tehlikede, imansýzlýk ve dalalet vâdilerinde koþan bîçarelerin okumamasý için dinimizin gizli düþmanlarý olan komünist veya tabiiyyun olan farmasonlar türlü desiselerle adliyeleri ve hükûmetleri þaþýrtmak için çok çalýþtýlar. Kaç defa Nurlarý okuyan mübarek talebeleri ve baþta dâhî bir mütefekkir ve kahraman-ý Ýslâm olan Bediüzzaman Said Nursî'yi mahkemelere verdirdiler. Eskiþehir, Isparta, Denizli, Ankara, Afyon, Ýstanbul Aðýr Ceza Mahkemeleri... Neticede gizli ders, tarîkatçýlýk, cem'iyet kurmak gibi ittihamlarýn tamamen hilaf-ý hakikat olduðu isbat edilerek beraetler verildi. Mahkemelerce tebeyyün etti ki: Risale-i Nur serapa Ýslâmiyet, Kur'an, iman hakikatlarýndan ibarettir ve Nur talebeleri Kur'ana kopmaz rabýtalarla baðlanmýþlardýr. Dini hiç bir þahsî, dünyevî, süflî menfaatlere âlet etmedikleri ve sadece rýza-yý Ýlahî için çalýþtýklarý güneþ gibi tezahür etti. Çünki Risale-i Nur bin seneden beri Ýslâmiyet aleyhine ve insaniyet zararýna tahribatçý küllî cereyanlara karþý sarsýlmaz delil ve hüccetlerle tam mukabele edip din düþmanlarýnýn temellerini daðýtýyor. Ýþte biz de bizim ebedî hayatýmýzý ve ebedî saadetimizin anahtarý imanýmýzý bu dalalet asrýnda bize kazandýran Risale-i Nur'u okurken ve yazdýklarýmýzý tashih ederken sanki dinsiz, komünistlerin saçma ve düzmece zehir saçan evraklarýný okuyormuþuz gibi yakalanýp mahkemeye veriliyoruz. Masum dindarlarýn aleyhinde olan dinsiz komünistler hem etrafa evham vererek bizim gibi gurbette, yalnýz dersleriyle alâkadar, siyasetten hattâ dünyadan habersiz iki-üç talebenin birkaç kiþi yanýna gelip gitmesiyle ve onlarýn kendi derslerini bir-iki kiþinin dinlemesiyle hem bizi, hem adliyeyi, hem zabýtayý manasýz meþgalelerle uðraþtýrýyorlar. Her asýrda en az üçyüzelli milyon mensubu bulunan, milyonlarla hâfýzlarýn lisanýnda her zaman tekrarlanan Kur'anýmýzýn emsalsiz tefsiri Risale-i Nur talebeleri olan bizleri, hayatýmýzdan daha çok sevdiðimiz imanî derslerimizden mahrum etmek istiyorlar. Habbeyi kubbe yaparak, formalitelere uydurarak, bir isim takarak, lastikli bir kanun maddesine rast getirip bizi kanunen mes'ul göstermek istiyorlar. Fakat âdil, vicdanlý hâkimler neticede hakikatý meydana çýkarýyorlar.

--- sh:»(Nç:136)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Ezcümle: Bu son defa Afyon Mahkemesi dört sene devam ettiði halde, sonunda zâten serbest olan Risale-i Nur yine serbest býrakýldý.

Bütün yüksek makamlara verilen Üstadýmýz Bediüzzaman Said Nursî'nin müdafaasýndan bir küçük parçasý þu ki: "Haþirdeki Mahkeme-i Kübra'ya bir arzuhaldir ve dergâh-ý Ýlahiyeye bir þekvadýr ve bu zamanda Mahkeme-i Temyiz ve istikbaldeki dâr-ül fünunlarýn münevver muallim ve talebeleri dahi dinlesinler...

... Ben de otuz-kýrk sene hayatýmý bilenleri ve Nur'un binler has þakirdlerini iþhad ederek derim: Ýstanbul'u iþgal eden Ýngiliz'in baþkumandaný Ýslâm içinde ihtilaf atýp hattâ Þeyhülislâmý ve bir kýsým hocalarý kandýrýp birbiri aleyhine sevkederek itilafçý, ittihadçý fýrkalarý birbirine uðraþtýrmasýyla ve Yunan'ýn galebesine ve harekât-ý milliyenin maðlubiyetine zemin hazýrladýðý bir sýrada, Ýngiliz ve Yunan aleyhinde "Hutuvat-ý Sitte" eserimi Eþref Edib'in gayretiyle tab' ve neþretmekle o kumandanýn dehþetli plânýný kýran ve onun i'dam tehdidine karþý geri çekilmeyen ve Ankara reisleri o hizmeti için onu çaðýrdýklarý halde Ankara'ya kaçmayan ve esarette Rus'un baþkumandanýn i'dam kararýna ehemmiyet vermeyen ve 31 Mart hâdisesinde sekiz taburu bir nutukla itaata getiren ve Divan-ý Harb-i Örfî'de, mahkemedeki paþalarýn; sen mürtecisin, þeriat istemiþsin diye suallerine karþý i'dama beþ para ehemmiyet vermeyip "Eðer meþrutiyet bir fýrkanýn istibdadýndan ibaret ise, bütün cinn ve ins þahid olsun ki; ben mürteciyim ve þeriatýn bir tek mes'elesine ruhumu feda etmeye hazýrým" diyen ve o büyük zabitleri hayretle takdire sevkedip, i'damýný beklerken beraetine karar verdikleri ve tahliye olup dönerken ve onlara teþekkür etmeyerek "Zalimler için yaþasýn Cehennem!" diye yolda baðýran ve Ankara'da divan-ý riyasette M. Kemal ona hiddetle dedi: "Biz seni buraya çaðýrdýk ki bize yüksek fikirleri beyan edesin, sen geldin namaza dair þeyleri yazdýn, içimize ihtilaf verdin. Ona karþý "Ýmandan sonra en yüksek namazdýr. Namaz kýlmayan haindir... Hainin hükmü merduddur..." diye kýrk elli meb'usun huzurunda söyleyen ve o dehþetli kumandan ona bir nevi tarziye verip hiddetini geri alan ve altý vilayet zabýtasý ve hükûmeti asayiþin ihlâline dair bir tek madde kaydetmeyen ve yüz binlerle Nur þakirdlerinin hiç bir vukuatý görünmeyen, hiç bir þakirdinde bir cinayet iþitilmeyen ve hangi hapse girmiþ ise mahpuslarý ýslah eden ve yüz binler nüsha Risale-i Nur'dan intiþar etmekle beraber menfaattan baþka hiç bir zararý olmadýklarýný yirmiüç sene hayatýnýn üç hükûmet ve mahkemelerin beraetler vermelerinin ve Nur'un kýymetini bilen yüz bin þakirdlerinin kavlen ve fiilen tasdiklerinin þehadetiyle isbat eden ve münzevi, mücerred, garib, ihtiyar, fakir, kendini kabir kapýsýnda gören ve bütün kuvvet ve kanaatiyle fâni þeyleri býrakýp eski kusuratýna bir keffaret ve hayat-ý bâkiyesine bir medar arayan ve dünyanýn rütbelerine hiç ehemmiyet vermeyen ve þiddet-i þefkatinden masumlara, ihtiyarlara zarar gelmemek için kendine zulüm ve tazib edenlere beddua etmeyen bir adam hakkýnda "Bu ihtiyar münzevi asayiþi bozar, emniyeti ihlâl eder ve maksadý dünya entrikalarýdýr, öyle ise suçludur" diyenler ve onu pek aðýr þerait altýnda mahkûm edenler yerden

--- sh:»(Nç:137)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Muhterem hâkimler!

Böyle bir Ýslâm kahramaný ve bu asrýn ve istikbalimizin bir hidayet serdarý ve eþine rastlanmayan Ýslâmiyet fedaisi Bediüzzaman'ýn eserlerini okumak; dinsizlerin, komünistlerin, imandan bîhaberlerin elbette iþine gelmez.

Üstadýmýz Bediüzzaman'ýn beyaný ki:

Risale-i Nur koca bir Cennet'in fiatý olacak bir servet ve hayat-ý ebediyeyi kazandýracak bir âb-ý hayat ve hakikata muarýz bütün feylesoflarý ilzam edip hayrette býrakacak bir keþfiyattýr. Risale-i Nur Sahabe-i Kiram'ýn âlî seciyesini ve Hazret-i Peygamber (A.S.M.) nuranî meþrebini beyan eden bir nur ve feyiz hazinesidir. Risale-i Nur bu asýrda Kur'an-ý Hakîm'in bir mu'cize-i maneviyesi, hakikî, yüksek ve parlak bir tefsiridir. Risale-i Nur þu zamanýn yaralarýna en münasib bir ilâç, bir merhem ve zulümatýn tehacümüne maruz heyet-i Ýslâmiyeye en nâfi' bir nur ve dalalet vâdilerinde hayrete düþenler için en doðru bir rehber olduðunu yüzbinlerle kimseler tarafýndan idrak ve tasdik edilen bir eser külliyatýdýr. Risale-i Nur, veraset-i nübüvvet yoluyla doðrudan doðruya hakikat-ül hakaika yol açmýþ Cadde-i Kübra-i Kur'aniye'dir. Bunun içindir ki, Avrupa'nýn felsefî dalaletlerine galebe ediyor ve cerhedilmez aklî, mantýkî, ilmî hüccetlerle, dünyayý saran komünizmi ve masonluðu kökünden yýkýyor. Risale-i Nur, avamdan en âlim ve en münevvere kadar her sýnýfýn kendi istidadý nisbetinde istifade edebileceði bir eser külliyatýdýr.

Ýþte bu hakikatler içindir ki; Nurlarý okuyan ve yazan Nurcular, dünyanýn her tarafýnda gittikçe çoðalmaktadýr.

--- sh:»(Nç:138)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Muhterem hâkimler!

Arkadaþýmla tashihat yaparken yakalanýp müsadere edilen, Denizli'de beraet eden ve Temyiz'in de tasdik ettiði büyük mütefekkir Bediüzzaman Said Nursî'nin "Âyet-ül Kübra" risalesinin bir yerinde, kâinat Hâlýkýný ve sahibini arayan dünya seyyahý þöyle söylüyor:

"Bu dünyada hayatýn gayesi ve hayatýn hayatý iman olduðunu bilen ve yorulmaz ve tok olmaz yolcu kendi kalbine dedi ki: Aradýðýmýz zâtýn sözü ve kelâmý denilen, bu dünyada en meþhur ve en parlak ve en hâkim ve ona teslim olmayan herkese her asýrda meydan okuyan Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan namýndaki kitaba müracaat edip o ne diyor bilelim. Fakat en evvel bu kitab, bizim Hâlýkýmýzýn kitabý olduðunu isbat etmek lâzýmdýr, diye taharriye baþladý. Bu seyyah bu zamanda bulunduðu münasebetiyle, en evvel manevî i'caz-ý Kur'aniyenin lem'alarý olan Risale-i Nur'a baktý ve onun yüzotuz risaleleri âyât-ý Furkaniyenin nükteleri ve ýþýklarý ve esaslý tefsirleri gördü ve Risalet-in Nur bu kadar muannid ve mülhid bir asýrda her tarafta hakaik-i Kur'aniyeyi mücahidane neþrettiði halde karþýsýna kimse çýkamadýðýndan isbat eder ki, onun üstadý ve menba'ý olan Kur'an semavîdir, beþer kelâmý deðildir. Hattâ Resail-in Nur'un yüzer hüccetlerinden bir tek hüccet-i Kur'aniye olan "Yirmibeþinci Söz" ve "Ondokuzuncu Mektub"un âhiri Kur'an'ýn kýrk vecihle mu'cize olduðunu öyle isbat etmiþ ki; kim görmüþ ise deðil tenkid ve itiraz belki isbatlarýna hayran olmuþ, takdir ederek çok sena etmiþ."

Ýþte muhterem heyet-i hâkime! Madem hakikat budur. Ben de Üstadým gibi derim : "Madem kabir kapýsý kapanmýyor ve madem gözünü kapayan yalnýz kendine gündüzü gece yapar. Ve madem Cennet ucuz deðil, Cehennem dahi lüzumsuz deðildir."

--- sh:»(Nç:139)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Biz talebeler Risale-i Nur'un güneþ gibi hakikatlarýna karþý gözümüzü kapayamýyoruz...

Hakikat-ý Kur'aniye güneþi ise üflemekle sönmez. Nurlananlar da Nur yolundan hiç bir beþerî kuvvetle dönmez. Gizli din düþmanlarýmýz zabýtayý hükûmeti, adliyeyi iðfal etmeðe çalýþanlar dünyamýzý baþýmýza ateþ yapsalar Nurlarý okuyacaðýz ve yazacaðýz. Ýnþâallah adalet namýna hareket edenleri, o müfsidler aldatamayacaklardýr. Diðer mahkemelerde hak namýna adalet için çalýþanlarýn Kur'anýn lemaatý ve tereþþuhatý olan ve beþeri gaflet sersemliðinden ikaz eden Risale-i Nur'u serbest býrakmalarý gösteriyor ki; zikrettiðim gibi bu asrýn Kur'an dellâlý olan Risale-i Nur'a herkesin çok büyük ihtiyacý vardýr. Ve Risale-i Nur þahsî, süflî, dünyevî menfaatlere âlet olamýyor. Bizim gibi masum dindarlara musallat olanlar ve onlarý imanî derslerinden ayýrmayý tevehhüm edenler, lâiklik prensibini dinsizliðe ve komünizme âlet etmek isteyenlerdir.

Asrýmýzýn dâhîsi büyük mütefekkir Bediüzzaman Said Nursî'nin beyaný vechile: "Ekser-i enbiyanýn þarkta ve Asya'da zuhurlarý ve aðleb-i hükemanýn garbda ve Avrupa'da gelmeleri kader-i ezelînin bir iþaretidir ki; Asya'da din hâkimdir, felsefe ikinci derecededir. Bu remz-i kadere binaen Asya'da hüküm süren, dindar olmasa da din lehine çalýþanlara iliþmemeli ve teþvik etmeli.

Kur'an-ý Hakîm, bu zemin kafasýnýn aklý ve kuvve-i mütefekkiresidir. El'iyazü billah, Kur'an küre-i arzýn baþýndan çýksa arz divane olacak; akýldan boþ kalan kafasýný bir seyyareye çarpmak, bir kýyamet kopmasýna sebeb olmak akýldan uzak deðildir. Evet Kur'an ferþi arþla ve arþý ferþle baðlamýþ bir zincirdir, bir hablullahtýr. Cazibe-i umumiyeden ziyade zemini muhafaza ediyor. Ýþte bu Kur'an-ý Azîmüþþan'ýn hakikî ve kuvvetli bir tefsiri olan Risale-i Nur bu asýrda, bu vatanda, bu millete yirmisekiz seneden beri tesirini göstermiþ büyük bir nimet-i Ýlahiye ve sönmez bir mu'cize-i Kur'aniyedir. Hükûmet ona iliþmek ve talebelerini ürkütüp ondan vaz geçirmek deðil, himaye etmek ve okumasýna teþvik etmek gerektir."

Ýþte bütün bu cerhedilmez hakikatlardan sonra, yine evet Risale-i Nur'la meþguliyete dünyada hiç bir âdil mahkeme suç diyemez. Fakat size bir ad takýp, bir bahane ile iþkence yapmak istiyorlar, denilse: Ben de derim:

­h[¬MÅX7!ö«v²Q¬9«:ö|«7²Y«W²7!ö«v²Q¬9ö ö­u[¬6«x²7!ö«v²Q¬9«:ö­yÁV7!ö@«X­A²,«&ö

17.2.1953

Urfa, Yusuf Paþa Mahallesi

Kadý Oðlu Câmii mevkiinde mukim

Abdullah Yeðin

--- sh:»(Nç:140)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Asliye Ceza Mahkemesi Yüksek Makamýna

Urfa

Muhterem heyet-i hâkime!

Bizlere yapýlan gizli mekteb zan veya ittihamý bütün bütün hakikat hilafýnadýr. Çünki bulunduðumuz câmi önünde çeþmeler var, buraya ve câmiye günde ikiyüz kiþinin gelmesi, böyle bir yerin gizli olamayacaðý, çocuklarýn dahi bileceði bir hakikattýr. Hem bizim þehrin en iþlek bir yerinde kalmamýz gösteriyor ki; gizlilikle ve gizli þeylerle alâkamýz yoktur.

Mekteb açmýþsýnýz sözü de büsbütün yanlýþ bir þayiadýr. Bunu iþitenler gülüyorlar. Biz Kur'an-ý Kerim'in gayet parlak ve yüksek tefsiri Risale-i Nur'a çalýþan talebeleriz. Evet aslâ inkâr etmeyiz. Biz okurken gelip dinleyenler oluyor, bu bir mekteb midir? Þahidlerin görüþleri doðrudur, fakat hükümleri yanlýþtýr, hakikat hilafýnadýr.

Biz o gün arkadaþýmla kendi elimizle yazdýðýmýz iki aded "Âyet-ül Kübra" Risalesini tashih etmek için beraber okuyorduk ve o iki arkadaþ da dinliyordu. Bu vaziyette, sanki komünistlerin ve dinsizlerin eserlerini okuyormuþuz gibi; hem adliyeyi, hem zabýtayý, hem mahkemeyi bizimle meþgul ederek bir bahane ile mahkemelere sevkettiriyorlar.

Hem sizlerin de bildiðiniz gibi Urfa'nýn ekserî evlerinde dinî bir kitabý biri okuyup diðerleri dikkatle dinliyorlar. Hem bir yerde, yasak olmayan bir eseri okuyup baþkalarýnýn dinlemesiyle bir mekteb mi açýlmýþ olur? Sadece kitab okumak ve dinlemekten ibarettir.

Bu vaziyetten anlaþýlýyor ki; biz yalnýz bu asýrda Kur'an'ýn yüksek ve parlak bir tefsiri ve kâinatta en yüksek olan iman hakikatlarýný beyan eden Risale-i Nur'u okuyoruz. Ýmanî ve Ýslâmî kitablarý okuyup dinlemeye tedrisat süsü vermek, kuvvetli bir icbarla üzerimize mekteb açmýþsýnýz etiketini yapýþtýrmaða gayret etmek olduðunu; bizim masum, dindar, iman ve âhiretiyle meþgul olan gençler olduðumuzu herkesin bildiði gibi, sizce de malûmdur.

--- sh:»(Nç:141)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Hem dâhî mütefekkir Üstadýmýz Bediüzzaman otuz seneden beri siyaseti terk etmiþ, "Eûzü billahi mineþþeytani vessiyase" demiþ ve talebelerine de "Biz imanýn cereyanýndayýz, gayemiz rýza-yý Ýlahiyedir, siyasî cereyanlara girmeyiniz" diye ders verdiðinden hiç bir siyasî ve dünyevî süflî þeylerle alâkamýz yoktur. Hem altý vilayetin zabýtasý, Üstadýmýz Bediüzzaman Said Nursî hakkýnda: "Bediüzzaman ve Risale-i Nur talebeleri imanla kafalara bir yasakçý býrakýp, emniyet ve asayiþi muhafaza ediyorlar diye rapor vermiþler.

Muhterem hâkimler!

Bizim bütün okuyup yazdýðýmýz ve daima meþgul olacaðýmýz Risale-i Nur, bütün mahkemelerde beraet etmiþ ve sýrf Ýslâmiyet ve iman ve Kur'an hakikatlarýndan ibaret olduðu güneþ gibi tezahür ederek kaziye-i muhkeme haline gelmiþtir. Son Afyon Mahkemesinde; bütün kitab, risale ve mektublarý iade etmeðe ittifaken karar vermiþlerdir.

Risale-i Nur: Yüzotuz parça hârikulâde risalelerden müteþekkil bir þaheser külliyatý ve yirminci asrýn fünun-u müsbetesiyle ulûm-u imaniye ve hakaik-i Kur'aniyeyi mezc ve te'lif ederek, bu asra kadar hiç bir eserde görülmediði ehl-i ilim ve hakikatça, filozof ve profesörlerce musaddak olan emsalsiz bir hususiyete mâlik eserlerinin neþriyatý; Anadolu, Arabistan, Mýsýr, Pakistan, Avrupa ve Amerika'ya kadar inkiþaf etmiþ. Müellifi büyük Ýslâm dâhîsi Bediüzzaman Said Nursî Risale-i Nur hakkýnda þöyle diyor:

"Risale-i Nur, manevî hakikatlarý ve iman ilmini Avrupa'nýn fen ilimleriyle mezcederek gayet kuvvetli bürhan ve hüccetlerle aklen ve mantýken isbat eder. Risale-i Nur, hal ve istikbalin, ilmî, imanî, aklî ve fikrî ihtiyaçlarýna tam cevab verir bir kuvvet ve mahiyet ve hususiyettedir. Risale-i Nur'da baþka eserlerden nakil yoktur, Kur'an'ýn mu'cize-i maneviyesidir. Risale-i Nur, yüz manevî keþfiyatý hâvi ve týlsým-ý kâinatýn muammasýný keþif ve halleden bir keþþaftýr. Risale-i Nur, yalnýz bu vatan ve bu millet için deðil, Âlem-i Ýslâm ve beþeriyet için yazýlmýþtýr. Risale-i Nur, þu zamanýn yaralarýna en münasib bir ilâç, bir merhem ve zulümatýn tehacümüne maruz heyet-i Ýslâmiyeye en nâfi' bir nur ve dalalet vâdilerinde hayrete düþenler için en doðru bir rehber olduðu yüzbinlerle kimseler tarafýndan tasdik edilen bir eser külliyatýdýr."

--- sh:»(Nç:142)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Muhterem heyet-i hâkime!

Risale-i Nur'un gayet hârika bir cüz'ü olan "Âyet-ül Kübra" risalesinin beyaný vechiyle: Madem bin seneden beri iman ve Kur'an aleyhinde teraküm eden Avrupa feylesoflarýnýn itirazlarý ve þübheleri yol bulup ehl-i imana hücum ediyor. Bir saadet-i ebediyenin, bir hayat-ý bâkiyenin ve bir cennet-i daimenin anahtarý, medarý, esasý olan imaný sarsmak istiyorlar. Elbette her þeyden evvel imanýmýzý taklidden tahkike çevirip kuvvetlendirmeliyiz.

Risale-i Nur'la mübareze edilmez, o maðlub olmaz, yirmi senedir en muannid feylesoflarý da susturuyor. (Þimdi yirmisekiz sene oldu.) Ýman hakikatlarýný güneþ gibi gösteriyor, bu memlekete hükmeden onun kuvvetinden istifade etmek gerektir. Risale-i Nur, söndürmek için üflendikçe parlayan bir nurdur. Onun talebeleri baþkalara benzemezler, maðlub olmazlar. Risale-i Nur'u maðlub edebilmek, için kâinatý elinde tutan bir kuvvet lâzýmdýr.

Çünki Risale-i Nur, dünyevî iþlere, þahsî ve süflî menfaatlere âlet olamaz. Güneþ gibi hakikat-ý imaniye ve Kur'aniye yerdeki muvakkat ýþýklarýn cazibesine tâbi' ve âlet olmadýðý gibi, o hakikatý tanýyan Risale-i Nur'u deðil dünya cereyanlarýna belki kâinata da âlet edemez.

Evet Risale-i Nur'un vazifesi ise; hayat-ý ebediyeyi mahveden ve hayat-ý dünyeviyeyi de dehþetli bir zehire çeviren küfr-ü mutlaka karþý, imanî olan hakikatlariyle gayet kat'î ve en mütemerrid zýndýk feylesoflarý da imana getiren kuvvetli bürhanlarla Kur'an'a hizmet etmektir. Onun için Risale-i Nur'u hiç bir þeye âlet edemeyiz ve bilfiil öyleyiz.

--- sh:»(Nç:143)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Heyet-i hâkime!

Bin seneden beri Kur'an'ýn bayrakdarý ve mücahidi ve âlem-i Ýslâm'ýn kahraman mücahidi olan ve Kur'aný cihanýn cihet-i sittesinde ilân eden necib ve mübarek kahraman ecdadýmýzýn evlâdlarýný nur-u imandan ayýrmak ve Ýslâmiyet defterine geçen mefahir-i âliyesine zýd olarak maddî ve manevî helâketlere maruz býrakmak olan dehþetli sû'-i kasdlara ve o kahraman ecdadýn torunlarý olan bugünkü gençliði ve gelecek nesilleri o þeref-i âlîden mahrum etmek olan dehþetli dinsizlik telkinlerine karþý; Kur'an-ý Kerim'in ondördüncü asr-ý Muhammedîdeki (A.S.M.) aziz dellâlý ve bu asrýn bir hidayet medarý ve bu müdhiþ zamanýn müdhiþ zulümatýna karþý Nur-u Kur'anla mukabele eden büyük fedakârý ve Risale-i Nur'un yüzbinler nüshalarýný, milyonlar talebelerinin kalemleriyle her tarafta neþredip, dinsizliðe ve küfr-ü mutlaka ve komünizme karþý bir sedd-i Kur'anî tesis eden muhteþem kahramaný Bediüzzaman Said Nursî ve yüzbin baþlar feda olduklarý hakikata baþýmýz dahi feda olsun diyerek nur-u Ýslâmý söndürmek ve nur-u imaný yok etmek için yapýlan dehþetli zýndýka hücumlarýna karþý mukabele eden, istibdadlara, icbarlara karþý izzet-i Ýslâmiyeyi muhafaza ve þeref-i imaný âleme ilân eden, Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'dan kalb-i münevverlerine gelen ve iman hakikatlarýný güneþ gibi parlak delil ve hüccetlerle isbat eden ve Risale-i Nur'la dinsizlik, dalalet ejderlerine meydan okuyan ve dalkavukluk yapmayan ve mahkemelerde "Baþýmdaki saçlarým adedince baþlarým bulunsa, her gün biri kesilse zýndýkaya teslim-i silâh edip vatan ve millet ve Ýslâmiyete hýyanet etmem ve hakikat-ý Kur'an'a feda olan bu baþý zalimlere eðmem" diyen ve ehl-i dalalete meydan okuyan ve hizmet-i imaniye yolunda hem dünyevî, hem lüzum olsa uhrevî hayatlarýný feda eden ve mahkemelerde dava ettiði gibi, bir tek hakikat-ý imaniyeyi dünya saltanatýyla deðiþtirmeyen kahraman-ý Ýslâm olan Üstadýmýz Bediüzzaman ve Risale-i Nur'dan bizi uzaklaþtýracak hiç bir beþerî kuvvet yoktur. Hem Risale-i Nur iki hayatýmýzýn halaskârý ve sermaye-i ömrümüz ve gaye-i hayatýmýzdýr.

Komünistler ve dinsizler kâðýt ve mürekkebi kaldýrsalar, eðer mümkün olsa derimizi kâðýt ve kanýmýzý mürekkep yapýp yine Risale-i Nur'u yazacaðýz.

--- sh:»(Nç:144)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Heyet-i hâkime bilsinler ki: Halife-i rûy-i zemin Hazret-i Ömer (R.A.) hilafeti zamanýnda âdi bir hristiyan ile birlikte mahkemede muhakeme oldular (1). Halbuki o hristiyan, Ýslâm Hükûmetinin mukaddes rejimlerine, dinlerine, kanunlarýna muhalif iken mahkemede onun o hali nazara alýnmamasý açýkça gösterir ki: Adalet hiç bir cereyana kapýlmaz, hiç bir tarafgirlik güdemez.

Ýþte bunun içindir ki, mahkemede kahraman-ý Ýslâm olan Bediüzzaman Said Nursî'nin beyaný vechile:

"Ehl-i imandan bütün gelenler maziye gidenlere maðfiret dualarýyla ve hasenatlarýný onlarýn ruhlarýna baðýþlamalarýyla yardýmlarýna binaen Denizli mahkemesinde demiþtim: Mahkeme-i Haþir'de milyarlar ehl-i imandan davacýlar tarafýndan, Kur'an hakikatlarýna hizmet eden Nur talebelerini mahkûm ve periþan etmek isteyenlerden ve sizlerden sorulsa ki:

Serbestiyet kanunlarýyla dinsizlerin, komünistlerin neþriyatlarýna ve anarþiliði yetiþtiren cem'iyetlerine müsamahakârane bakýp iliþmediðiniz halde; vatan ve milleti anarþilikten, dinsizlikten ve ahlâksýzlýktan, vatandaþlarý ölümün i'dam-ý ebedîsinden kurtarmaya çalýþan Risale-i Nur talebelerini hapisler ve tazyiklerle periþan etmek istediniz diye sizlerden sorulsa; ne cevab vereceksiniz, biz de sizlerden soruyoruz, diye o zaman onlara demiþtim, o zaman o insaflý ve adaletli zâtlar bizi beraet ettirdiler."

Ýþte Hâkimler! Bu âlî hakikatlara raðmen bize deseniz ki; sizi mahkemeye sevk ettirmek ve biçilmiþ bir kaftan giydirmek istiyorlar. Bu takdirde þu âyet-i kerimenin kal'a-i kudsiyesine iltica ediyorum: ­h[¬MÅX7!ö«v²Q¬9«:ö|«7²Y«W²7!ö«v²Q¬9ö ö­u[¬6«x²7!ö«v²Q¬9«:ö­yÁV7!ö@«X­A²,«&ö

17.2.1953

Urfa, Yusuf Paþa Mahallesinde

Hüsnü Bayram

(1): Bu hakikatý Üstadýmýz Ýstanbul Adliyesinde beyan etmiþtir.

--- sh:»(Nç:145)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Bir Zeyl

Ýstikbalin Hâkim-i Mutlaký Kur'andýr

Sual: Gayet müdakkik birkaç zât dediler ki: Bu feylesoflar gibi yüzer tane mütefekkir feylesoflarýn kat'î kanaatla tasdiklerinin verdiði kuvvet ve kanaat binler gâvur feylesoflarýn inkârlarý bir zarar vermiyor mu? Bir þübhe getirmiyor mu?

Elcevab: Âyet-ül Kübra Risalesi'nin baþýnda mukaddemedeki izaha havale edip burada kýsaca cevab veriyoruz:

"Müsbet mes'elede isbat edici iki adam, menfîce inkâr yoluna sapan binlere tereccuh eder" diye bir kaide-i mukarreredir. Meselâ: Ramazanýn baþýndaki hilâli gören iki þahid, isbat cihetinde görmeyen ve nefyeden binler adamýn inkârýný hükümden iskat ettiði gibi; Karlayl ve Bismark'ýn Kur'aný ve Risalet-i Muhammediyeyi isbat suretinde tasdikleri, yüzbin nefyeden münkir feylesoflarýn inkârý deðil bir þübhe, belki bir vesvese vermemek gerektir. Hem meselâ bir-iki adam isbat suretinde deseler: "Pek hârika ve semavata yol açan bir maden dünyada var." Yerini veya nümunesini göstermekle kolayca davasýný isbat ettikleri ve onu inkâr edenler bütün dünyayý aramak taramakla hiçbir yerinde bulunmadýðýný göstermekle ve binler müþkilâtla o menfî davalarýný ancak isbat edebilirler.

Aynen bu misal gibi, Bismark ve Karlayl ve emsallerinin hakaik-i Kur'aniye ve Risalet-i Muhammediyeyi isbatlarý gayet derecede kanaat verir. Ve o hakaik-i müsbeteyi nefyeden binler münkirlerin davalarýný hiçe indirir. O münkirler âlem-i gayb ve þehadeti aramak taramakla, bin müþkilâtla o menfî davayý ancak isbat edebilmeleri için onlarýn inkârlarý hiç bir ehl-i imana hiçbir vesvese ve vehim vermemek lâzým gelir. Hem isbat ediciler birbirine kuvvet verdikleri için, Karlayl ve Bismark gibi gayr-ý müslimler milyonlarla ehl-i iman feylesoflarýn isbatýna dayanýp kuvvet alýyorlar. Nefyedici münkir ise birbirine kuvvet veremez. "Gözünü kapayan yalnýz kendine gece yapar."

Onun için hadsiz ehl-i inkâr, deðil bu hadsiz ehl-i isbata karþý, belki iki ehl-i isbata karþý gelemez. Bu hakikatý Risale-i Nur çok yerlerde isbat ettiði için kýsa kesiyoruz.

Said Nursî

--- sh:»(Nç:146)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Zeyl

Bediüzzaman Said Nursî, kýrksekiz sene evvel Þam'da Câmi-i Emevî'de Hutbe-i Þamiye namýndaki nutkunda dava etmiþ ki: "Ýstikbalin hâkim-i mutlaký Kur'andýr." Gayet kuvvetli delillerle o davayý isbat etmiþ. (Buna ait yazý; "Risale-i Nur Müellifi Said Nur" adlý eserde "Ýstikbalin hâkim-i mutlaký Kur'andýr" baþlýklý yazýnýn 74-75'inci sahifelerinde kýsmen münderiçtir.) Delillerin birisi; Avrupa ve Amerika'nýn en meþhur filozoflarýnýn, Kur'anýn emsalsiz ve ayn-ý hakikat bir kitab olduðunu tasdik etmeleridir. Prens Bismark, Mister Karlayl gibi çoklarýný bu davaya yüzer þahid göstermiþ.

Sebilürreþad'ýn 1 Nisan 1953 tarih, 167'nci sayýsýnda intiþar eden; Avrupa ve Amerika filozoflarýnýn, en büyük âlimlerinin mühim bir kýsmýnýn, Kur'an hakkýndaki sözleri, Said Nursî'nin elli sene evvelki davasýna tasdikkârane bir ilânat hükmünde olmuþ olduðundan, bu "Risale-i Nur Müellifi Said Nur" adlý esere ilhaký münasib olur.

Çünki ­š!«G²2«ž²!ö¬y¬"ö²€«G¬Z«-ö@«8ö­u²N«S²7«! yani fazilet odur ki, düþmanlar da onu tasdik etsin. Mezkûr ilânatýn aynýsý naklediliyor:

O derece ki; bugünkü medenî cem'iyetler, Kur'anýn yüksek hakikatlerini, yüksek terakki ve medeniyet düsturlarýný tatbik edebilecek seviyeye henüz eriþememiþlerdir. Bu büyük hakikatý meþhur Ýngiliz mütefekkiri Bernard Shaw þöyle ifade etmiþti:

"Demokrasiyi en ileri götüren millet Ýngilizlerdir. Bunun daha ötesi Müslümanlýktýr."

Prens Bismark da þöyle demiþti:

"Ben Kur'aný her cihetten tedkik ettim. Her kelimesinde büyük hakikatler gördüm. Sana muasýr bir vücud olmadýðýmdan dolayý müteessirim ey Muhammed!"

--- sh:»(Nç:147)  -----------------------------------------------------------------------------------------

Bu da Kur'an mütercimi Doktor Maurice'in sözüdür:

"Bizans Hristiyanlarýný içine düþtükleri bâtýl itikadlar girivesinden, ancak Arabistan'ýn Hira Daðý'ndan yükselen ses kurtarabilmiþtir."

"Kur'an, hikmet-i ezeliyenin inayet ile insana bahþettiði kütüb-ü semaviyenin en güzelidir. Beþerin refahý nokta-i nazarýndan, Kur'anýn beyanatý, Yunan felsefesinin ifadatýndan pek ulvîdir. Kur'anýn her gün daha fazla tecelli etmekte olan güzellikleri, her gün daha fazla anlaþýlan, fakat bitmeyen esrarý vardýr."

Bunlar da garbýn en benam mütefekkir ve âlimlerinin sözleridir:

"Kur'an serapa samimiyet ve hakkaniyetle doludur. Hazret-i Muhammed'in cihana teblið ettiði davet, hak ve hakikattýr." (Carlyle)

"Kur'anýn nazarýnda satvetli bir hükümdarla zavallý bir fakir arasýnda fark yoktur. Bu gibi esaslarla öyle bir teþri' vücuda gelmiþtir ki, dünyada bir naziri yoktur. Müslümanlýk, bugünkü inkiþafý fikrimizin seviyesinden daha yüksek bir dindir." (Meþhur Ýngiliz muharriri Edward Gibbon'un "Roma Ýmparatorluðu'nun inhitat ve sukutu" eserinden)

"Hâlýk'ýn hukuku ile mahlukun hukuku, ancak Müslümanlýk tarafýndan tarif olunmuþtur." (Marmadüke)

--- sh:»(Nç:148)  -----------------------------------------------------------------------------------------

"Yeni keþfiyat yahut ilm ü irfanýn yardýmýyla hallolunan, yahut halline uðraþýlan mesail arasýnda bir mes'ele yoktur ki, Ýslâmiyetin esaslarýyla taarruz etsin. Kur'an-ý Kerim ve talimi ile kavanin-i tabiiye arasýnda bir ahenk görülmektedir." (Levazaune)

"Kur'an, ahlâk ve felsefenin bütün esasatýný câmi'dir." (Müsteþrik Sedio)

"Kur'an öyle bir sestir ki, onu bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin aksi saraylarda, çöllerde, þehirlerde, devletlerde çýnlar. Bu sesin teblið ettiði din, imar edici bir kuvvet þeklinde tecelli etmiþtir." (Doktor Johnson)

"Kur'anýn ulviyeti, onun cihanþümul hakikatindedir." (Carlyle)

"Kur'an, akaid ve ahlâkýn, insanlara hidayet ve hayatta muvaffakýyet temin eden esasatýn mükemmel mecellesidir. Zaman ve mekân itibariyle birbirinden çok uzak, fikrî inkiþaf itibariyle birbirlerinden çok farklý insanlara hârikulâde bir hassasiyet ilham eden Kur'an, muhalefeti istihsana kalbeden Kur'an, muhtelif kavimleri medenî bir millet haline getiren Kur'an, en þâyan-ý hayret eser tanýnmaða lâyýktýr. Kur'an, beþerin mukadderatýyla meþgul âlimler için, tetebbua þâyan en faydalý mevzu sayýlýr." (Meþhur Ýngiliz âlimi Doktor City Youngest)

"Kur'an bizâtihî daimî bir mu'cizedir. Bir mu'cize ki, ölüleri diriltmekten daha çok yüksektir. Bu mukaddes kitabýn tâ kendisi, menþeinin semavî olduðunu isbata kâfidir." (Kur'anýn münekkid ve mütercimi Corsele)

--- sh:»(Nç:149)  -----------------------------------------------------------------------------------------

"Kur'an, muzaffer cumhuriyetler vücuda getirmeðe hâdim olacak esaslarý muhtevidir. Kur'an sayesinde Müslümanlar devletler kurmuþlar, muazzam þehirler inþa etmiþler; Avrupa'yý titreten bir azamet ve haþmet ihraz etmiþlerdir." (Ýngiltere'nin en mutaassýb papazlarýndan G. M. Rodwell)

"Ýslâmiyet, dünyanýn kývamý olan bir dindir. Bu aklî dinin menbaý ve düsturu olan Kur'an, medeniyet cihanýnýn istinad ettiði temelleri muhtevidir. Bu âlî din Avrupa'ya, dünyanýn imarkârane inkiþafý için lâzým olan en esaslý kaynaklarý temin etmiþtir. Ýslâmiyet yer yüzünden kalkacak olursa, umumî müsalemeti devam ettirmeye imkân yoktur." (Meþhur Fransýz müsteþriki Gaston Care'ýn 1913'te Figaro gazetesinde, yeryüzünden Müslümanlýk kalkacak olursa dünya müsalemetinin muhafazasýna imkân olup olmadýðý hakkýndaki meþhur makalesinden).

"Müslümanlýðýn talim ettiði medenî ve sýhhî esaslar sayesindedir ki, haþerat mahþeri olan Asya müdhiþ bir tehlike olmaktan kurtulmuþtur." (Alman âlimlerinden Jochahim Du Rulph

"Kur'anýn ahlâkî ve medenî kaideleri ihtiva eden âyetleri, Ýslâmiyet'in muhteþem bünyanýnda altun bir kordon gibi iþlenmiþtir." (Ýngilizce Cembres Ansiklopedisi)

"Rasyonalizm, yani akliye kelimesinin müfadýný, o tarihî ehemmiyetini tevsi' edebilirsek Müslümanlýðýn aklî bir din olduðunu söyleyebiliriz. Akýl ve mantýk mýsdakýyla akaid-i diniyeyi muhakeme eden mekteb, rasyonalizm kelimesinin Ýslâmiyete tamamýyla mutabýk olduðunu fehmeder." (Profesör Edward Monte, "Hristiyanlýðýn intiþarý ve hasmý olan Müslümanlar" eserinden)

"Kur'an, bütün kuva-yý beþeriyenin, týlsýmýný çözmekten âciz kaldýðý muazzam bir sýrdýr. Ýslâmiyet, canlarý, mallarý koruyan, hâkimiyeti altýnda yaþayan dinlere þâyan-ý hayret müsamaha gösteren bir dindir." (Kont Hanri de Katsri'nin "Ýslâmiyet" ünvanlý eserinden)

"Dünyada Kur'ana benzer bir kitab yoktur ve bu kitab hakikaten muhayyir-ül ukûldür. (Mister Marmadüke Picktahall'ýn Londra'da "Ýslâmiyet ve Asrîlik" hakkýnda irad ettiði nutuktan)

--- sh:»(Nç:150)  -----------------------------------------------------------------------------------------

"Ýslâm dinini kabul edenlerin adedi az zamanda 300 milyona varmýþ ve bu Müslümanlar, atlarýnýn nallarýyla Roma Ýmparatorluðu'nu çiðnedikten sonra, mýzraklarýnýn ucu ile dalaleti kökünden istisal etmiþler, nihayet þark ve garbýn muazzam devletleri onlarýn karþýsýnda titremiþti." (Fransýz filozoflarýndan Alexy Levazaune'un nutuklarýndan)

"Hazret-i Muhammed gerçi ümmi idi, fakat cihana öyle bir kitab býrakmýþtýr ki; o bir nadire-i belâgat, bir mecelle-i ahlâk, bir kitab-ý mukaddestir." (Alexy Levazaune'un "Hayat-ý Hazret-i Muhammed" adlý eserinden)

"Kur'an, insanýn dimaðýnda þübheden, tezelzülden vâreste, canlý ve kuvvetli bir kanaat vücuda getirir." (Doktor Güstav Löbon)

"Kur'an... Bu, o kitabdýr ki, onunla Müslümanlar Avrupa'ya hâkim olarak girmiþlerdir. Fenikeliler Avrupa'ya tüccar, Yahudiler Avrupa'ya mülteci veya esir olarak girdikleri halde; Müslümanlar Avrupa'ya hâkim olarak girmiþler ve bu Müslümanlar, Kur'an yardýmýyla Avrupa'ya irfan meþ'alesini taþýmýþlardýr. Filhakika Müslümanlar garblýlara ve þarklýlara felsefe, týp, heyet, þiir öðretmiþlerdir. Yunan'ýn ölü dimaðýna ve ölü irfanýna hayat vermiþler, bütün dünyayý cehalet karanlýklarý ihata etmiþken her tarafa nur ifaza eylemiþler ve bu itibarla bu insanlar ulûm-u cedidenin temellerini atmýþlardýr." (Musevî âlimlerinden Emanoil Düeþ, Ýngilizce "Kuvarterli Revyo" mecmuasýnýn 254'üncü numarasýnda "Ýslâmiyet" serlevhasýyla yazdýðý makaleden)

--- sh:»(Nç:151)  -----------------------------------------------------------------------------------------

"Müslümanlýk, Afrikalýlarý medenîleþtirmiþ, onlarý sanayi, ticaret vesair iþleri inkiþaf ettirmeðe sevk etmiþtir. Müslümanlarýn irþadýyla ve Ýslâmiyetin tesiriyle Afrika'nýn her tarafýnda muhteþem þehirler tesis olunmuþtur. Avrupa'lý seyyahlar buralarý ziyaret ederek onlarý hemþehrilerine tavsif ettikleri zaman, Avrupalýlar bunlarýn ihtiþamýna inanmak istememiþlerdi." (Profesör Tomas Arnold'un "Ýslâm Tebliði" adlý eserinden. Bu eser "Ýntiþar-ý Ýslâm Tarihi" ünvaniyle merhum Halil Hâlid Bey tarafýndan tercüme olunmuþ ve Âsâr-ý Ýlmiye Kütübhanemiz tarafýndan neþrolunmuþtur.)

"Ýnsanlýða hizmet, Müslümanlýðýn þiarý ve medar-ý iftiharýdýr. Bundan dolayýdýr ki, Müslümanlýk cihanþümul uhuvvet esaslarýný ihtiva ve muhafaza etmiþtir. Ýnsanlýk bu esasý kabul ve onunla âmil olduðu zaman mes'ud olacaktýr." (Hindistan'ýn millî rüesasýndan Sarocni Neyda namýndaki büyük kadýnýn Londra'daki Voking câmiinde Müslümanlara hitaben irad ettiði ve Ýslâm Mecmuasý'nýn 1920 senesinin Kanunusanisi nüshasýnda intiþar eden nutkundan)

"Ýslâm çocuklarý, tahsillerine Kur'anla baþlýyorlar. Çünki Kur'an, bütün dinî, dünyevî hakikatlerin menbaýdýr. Fakat bu mekteblerin yanlarýnda, yine Kur'anýn ilhamýyla, felsefe ve hikmet medreseleri vücud bulmuþ, bilâhere bu medreseler, dârülfünunlar olmuþtur. Bundan dolayýdýr ki, Afrika'nýn bugün bile dünyanýn en karanlýk noktasý tesmiye olunan köþeleri fikrî, maddî terakkiler itibariyle muasýrý olan Avrupa memleketlerinden çok yüksek bulunuyordu." (Müslümanlarýn asrî medeniyet üzerindeki tesiratý hakkýnda bir nutuk irad eden H. S. Lider'in beyanatýndan)

"Ýslâmiyetin intiþar ettiði sahalarda milletlerin seviyesini yükseltmek hususundaki büyük himmetlerini nazar-ý dikkate almamak mümkün deðildir. Bu din sayesindedir ki, Afrika zencileri medeniyet ruhunu temsil edebilmiþler ve aralarýnda adlî ve medenî idare tesis etmiþlerdir. Müslümanlýk bu akvam arasýnda bir hars ve bir medeniyet vücuda getirmiþtir. Ýslâmiyetin istinadgâhý Kur'andýr ve bu Kur'an bir berat-ý necattýr." (Mister Y. Moreyl'in 1922 de "Þimal Nicer" hakkýndaki irad ettiði nutuktan.)

--- sh:»(Nç:152)  -----------------------------------------------------------------------------------------

"Kur'anýn Medine'de nâzil olan âyetleri, Ýslâm cem'iyetini idare eden ve doðru yola sevk eden âyetlerdir." (Stanley Lenpal'in "Kur'andan Ýntihablar" adlý eserinden)

"Kur'an dün olduðu gibi, bugün de mütemadiyen mütezayid insan kitlelerinden sadakat ve teslimiyetle karþýlanmaktadýr. Kur'an, putperestlik aleyhinde müttehid bir cephe vücuda getirmiþtir." (J. T. Batani'nin "Müslümanlýk ve Akdeniz diyanetleri" adlý eserinden)

"Müslümanlarý medeniyet, hendese, heyet, mimarî, sanayi-i nefise ve felsefeyi inkiþafa sevk eden zaferler, ancak Kur'anýn insanlarý birleþtirerek onlarý fazl-ü irfan servetini elde etmeye sevk etmesinden ileri gelmektedir." (Ýngiltere'nin en büyük mütefekkir ve muharrirlerinden H. G. Vels)

"Müslümanlarýn dini, Kur'an dinidir. Bu din, müsalemet, emniyet ve huzur dinidir." (Piskopos Volter Meron'un "Müsalemete en doðru yol" adý ile Petersburg kilisesinde irad ettiði konferanstan)

"Kur'anda siyasî riyakârlýðý zerre kadar ifade eden hiçbir kelime yoktur. West Minister gazetesinin pek haklý olarak söylediði vechile, þarkta müstebid hükümdarlarý ve cebbarlarý zulüm ve ceberuttan men'eden bir þey varsa; o da onlarýn karþýlarýnda korkusuz ve lekesiz bir mürþidin okuduðu bir Kur'an âyetidir." (Ud Frey Hicts)

"Kur'an, ihraz ettiði neticeler ve en muktedir iyi insanlarýn dimaðlarý üzerinde icra ettiði tesirlerle muhakeme olunduðu zaman, dünyanýn en mukaddes ve en mükemmel kitabý olduðu anlaþýlýr." (Leonard'ýn "Ýslâmiyet ve ahlâkî ve ruhanî kýymeti" eserinden)

--- sh:»(Nç:153)  -----------------------------------------------------------------------------------------

"Kur'anýn kadr ü kýymetini, azametini, faziletini ve birçok nokta-i nazarlardan güzelliðini inkâr etmek, akýl ve mantýktan mahrum olmak olur." (Londra'da intiþar eden Near East "Þark-ý Karib" mecmuasýnýn 13 Nisan 1922 tarihli nüshasý)

"Son bin üç yüz senelik buhranlar ve ihtilaller içinde Kur'an Türklerin, Ýranlýlarýn ve Müslüman Hindlilerin kitabý olarak payidar olmuþtur." (Edvar Denison Ros'un "Sel"in Kur'an tercümesinin son tab'ýna yazdýðý mukaddemeden)

"Kur'an insanlara mükemmel bir terbiye dersi verdikten baþka, onlara hayat-ý hususiyelerinde ahlâklý, âlîcenab, hayýrperver, cesur ve þeci' olmayý ve bütün Müslümanlarý sevmeyi öðretmektedir." (Mister Arnold Havayt, Ýslâm Mecmuasý, 1916 senesi Mayýs nüshasý)

"Hakikat-ý halde imanýn hakikî kitabý, fikre itminan veren kitab, ancak Kur'andýr." (Prencapta Siyh mezhebinin müessisi Baba "Nanak"ýn Genem Sakihi adlý eserinden)

"Müslümanlýk, medeniyetin meþ'alkeþi olan Kur'ana müsteniddir. Ýslâmiyetin baþlýca hususiyeti, hars ve medeniyetin esasý, belki de en büyük rüknü olmaktýr." (Doktor Ýshak Teylor'un Times gazetesinde intiþar eden bir konferansýndan)

"Ýslâmiyetin baþlýca muvaffakýyeti, esasatýný tatbike muvaffak olmasýdýr." (Herbert)

"Kur'an her asýrda izini býrakmaða namzeddir." (Mister Rodwell, Kur'anýn Ýngilizce mütercimi)

"Ýslâm ordularý Suriye'yi fethettikleri, yahut muzaffer bayraklarýný Afrika'ya diktikleri, yahut Karadeniz'e vardýklarý zaman, Kur'an hep beraberlerinde idi. Bundan dolayýdýr ki, Müslümanlar fethettikleri memleketlerde mezalim irtikâb etmemiþler ve bir millete Müslümanlýðý kabul ettirmek için onu kýlýçtan geçirmemiþlerdir." (Bolinson)

"Kur'an, Müslümanlara bir faikiyet hissi vermiþtir. Bu öyle bir histir ki, büyük milletleri terakkiye sevk eden en büyük kudret olmuþtur." (Profesör Margolyt'un "Muhammedîlik" eserinden)

Daha çoklar var, þimdilik bu kadar yazýldý.

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...