Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

 

Yani: "Ne suretle Allah'ý inkâr ediyorsunuz? Halbuki sizin hayatýnýz yoktu, o size hayatý verdi; sonra sizi öldürecektir, sonra yine hayat verecektir, sonra ona rücu' edip gideceksiniz."

 

Âyetlerin nazmýna ait üç vecih, bu âyette de câridir:

 

Bu âyetin mâkabliyle irtibatý: Evet Kur'an-ý Kerim, vaktâ ki insanlarý ibadete ve Allah'a iman etmeye davet etti. Ve imanýn itikad edilecek esaslarýyla yapýlacak hükümlerini icmalen, delillerine iþareten zikretti; Evvelce mücmelen iþaret edilen delilleri tazammun eden ni'metlerin ta'dadýyla, bu âyette de zikretmeye avdet etti.

 

Evet bu âyetle, en büyük nimet olan hayata iþaret edilmiþtir. Ýkinci âyetle, beka nimetine iþaret edilmiþtir. Evet, semavat ve Arz'ýn tanzimatý, hayatýn kemal ve saadetini te'min eder. Üçüncü âyetle, beþerin kâinat üzerine tafdil ve tekrimine iþarettir. Dördüncü âyetle, beþere talim-i ilim nimetine iþaret yapýlmýþtýr. Bu ni'metlerin suretine, yani ni'met olduklarý cihete bakýlýrsa; inayet-i Ýlahiyeye delil olduklarý gibi, ibadete de delildirler. Çünkü ni'metleri verene þükür, vâcibdir; küfran-ý ni'met, aklen de haramdýr. Eðer o ni'metlerin hakikatlarýna bakýlýrsa, mebde' ve meâdý isbat eden delillerdir.

 

Ve keza bu âyet, geçen kâfir ve münafýklarýn bahsine de nâzýrdýr. Onun için taaccübü ifade etmekle inkârý tazammun eden كَيْفَ ile yapýlan istifham, onlarýn tehdidlerine iþarettir.

 

Þimdi, bu cümlelerin aralarýndaki irtibat ve münasebetlerden bahsedeceðiz:

 

 

 

sh: » (Ý: 177)

 

Evet, Kur'an-ý Kerim, evvelce gaibane yaptýðý hikâyeden sonra, burada hitaba baþladý. Bu da, belâgatça ma'lûm bir nükte içindir. Þöyle ki:

 

Ýnsan, bir adamýn fenalýðýndan, ayýblarýndan bahsederken hiddeti, gazabý o kadar galebe eder ki; hayalen, hayalî bir ihzar ile hitab suretiyle kendisine tevcih-i kelâm etmeye baþlar veya iyiliklerinden bahsederken þevki ve aþký galeyana gelir, hemen hayalinin karþýsýna getirir, kendisine hitab ile konuþmaya baþlar. Bu iltifat ile tesmiye edilen bir kaidedir. Bu kaidenin lisan-ý Arab'da büyük bir mevkii vardýr. Ýþte Kur'an-ý Kerim bu kaideyi takiben كَيْفَ تَكْفُرُونَ diyerek, sîga-i hitab ile onlara tevcih-i kelâm etmiþtir. Sonra vaktâ ki bu makamda takib edilen maksad; îman, ibadet etmek ve küfran-ý ni'met etmemek, küfrü reddetmek gibi geçen usul ve esaslarý isbat için lâzým olan delilleri zikretmektir ve delillerin en vâzýhý, ahval-i beþer silsilesinden istifade edilen delillerdir ve nimetlerin en büyüðü, o silsilenin ukde ve düðümlerindedir. Kur'an-ý Kerim كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ olan âyet-i kerime ile, beþ düðümlü, müretteb o silsile-i acibeye iþaret etmiþtir. Biz de o beþ düðümü, beþ mes'elede hall ve beyan edeceðiz.

 

Birinci Mes'ele: كُنْتُمْ اَمْوَاتًا cümlesi ukdeyi, yani birinci düðümü açýyor. Þöyle ki:

 

Ýnsanýn cesedini teþkil eden zerreler, âlemin zerratý içinde câmid, daðýnýk bir þekilde iken, bakarsýn ki; mahsus bir kanun ile, muayyen bir nizam ile intizam altýna alýnarak âlem-i anâsýra gönderilir. Âlem-i anâsýrda sâkit, sâkin, gizli bir vaziyette iken, birdenbire kafile kafile, muayyen bir düstur ile, yevmî bir intizam ile, bir kasd ve hikmet altýnda âlem-i mevalide intikal eder. Âlem-i mevalidde de, sükût içinde iken birdenbire acib, garib bir tarz ile nutfeye inkýlab eder. Sonra müteselsil inkýlablar ile alaka olur; sonra mudga olur, sonra et, kemik olur. Bu inkýlablarýn herbirisi, evvelkisine nisbeten daha mükemmel ise de, lâyýkýna göre mevattýr, yani hayatsýzdýr.

 

 

 

sh: » (Ý: 178)

 

S- Mevt, hayatýn zevalidir. Halbuki o zerrelerde hayat yoktur ki, zevali mevt olsun?

 

C- Mevtin o zerrelere ýtlak edilmesi, mecazdýr. Sebebi ise; üçüncü, dördüncü düðümleri zihne kabul ettirmek üzere, zihin için bir hazýrlamadýr.

 

Ýkinci Mes'ele: فَاَحْيَاكُمْ düðümünü açýyor. Evet hayat, kudret-i ezeliyenin en büyük ve en ince ve en acîb bir mu'cizesidir ve bütün ni'metlerden üstündür ve mebde' ve meâdýn bürhanlarýndan en zâhir bürhandýr.

 

Evet hayat nevi'lerinin en ednasý nebat hayatýdýr. Hayat-ý nebatiyenin baþlangýcý, çekirdekte veya habbede hayat düðümünün uyanýp açýlmasýdýr. Bunun keyfiyeti o kadar zâhir, o kadar umumî, o kadar me'luf iken, zaman-ý Âdem'den þimdiye kadar hikmet-i beþerden ve felsefesinden gizli kalmýþtýr. Ýþte hayatýn ne derece ince olduðu anlaþýldý.

 

Ve keza hayatý olmayan bir cisim, en büyük bir dað da olsa tektir, yetimdir, mekânýndan baþka birþeyle münasebeti yoktur. Lâkin bal arýsý gibi küçük bir cisim, hayata mazhar olduðu zaman, bütün kâinatla münasebetdar olur ve herþeyle alýþ-veriþ yapar; hattâ diyebilir ki: "Kâinat benim mülkümdür, benim yerimdir." Kâinatýn her tarafýna gider, havassýyla tasarruf eder, bütün eþya ile kesb-i muarefe eder. Bilhassa hayat-ý insaniye tabakasýna çýkan hayat, aklýn nuruyla âlemleri gezmiþ olur. Âlem-i cismanîde tasarruf ettiði gibi, âlem-i ruhanîde gezer, âlem-i misale seyahat eder; kendisi o âlemleri ziyarete gittiði gibi, o âlemler de, onun ruhunun âyinesinde temessül etmekle iade-i ziyaret etmiþ gibi olurlar. Hattâ insan "Âlem, Allah'ýn fazlýyla benim için halkolunmuþtur" diyebilir. Hayat-ý insaniye; herbirisi çok tabakalara þâmil olarak hayat-ý maddiye, hayat-ý ruhaniye, hayat-ý mâneviye, hayat-ý cismaniye gibi nevi'lere ayrýlýr, inbisat eder. Demek ziya, renk ve cisimlerin görünmesine sebeb olduðu gibi; hayat da, mevcudatýn kâþifi ve sebeb-i zuhurudur. Evet hayat, bir zerreyi bir küre gibi yapar; ashab-ý hayatýn herbirisi, âlem benimdir diyebilir. Aralarýnda müzahame ve münakaþa da olmaz; müzahame ve münakaþa, yalnýz nev'-i beþerde olur. Ýþte hayatýn ne büyük bir ni'met olduðu anlaþýldý.

 

Ve keza camid, daðýnýk bazý zerrelerin birdenbire bir vaziyetten çýkýp, mâkul bir sebeb olmadýðý halde diðer bir vaziyete girmesi, Sâni'in vücuduna zâhir bir delildir. Hattâ hayat; hakikatlarýn en eþrefi, en temizidir; hiçbir cihetle hýsseti yoktur, çirkin bir lekesi yok. Hayatýn dýþý

 

 

 

sh: » (Ý: 179)

 

da içi de her iki yüzü de lâtiftir. Hattâ en küçük ve hasis bir hayvanýn hayatý bile yüksektir. Bunun içindir ki, hayat ile kudret arasýnda zâhirî bir sebeb tavassut etmiyor. Hayata bizzât kudretin mübaþereti, izzete münafî deðildir. Halbuki umûr-u hasiseye kudretin zâhiren mübaþereti görünmemek için esbab-ý zâhiriye vaz'edilmiþtir. Demek hayatta hýsset yoktur. Ýþte bundan anlaþýldý ki; hayat, Sâni'in vücuduna en zâhir bir delildir.

 

Ve keza en basit bir cismin geçirmiþ olduðu inkýlâbat ve tahavvülâta dikkatle bakýlýrsa görülür ki; âlem-i zerrattaki zerreler, âlem-i anasýra intikal edince baþka suretlere girerler, âlem-i mevalidde baþka suretlere dönerler, nutfede baþka vaziyet alýrlar, sonra alaka olur, sonra mudga olur, sonra bir insan suretini giyer, ortaya çýkarlar. Bu kadar inkýlâbat-ý acibe esnasýnda, zerreler öyle muntazam harekât ve muayyen düsturlar üzerine cereyan ederler ki; sanki bir zerre, meselâ âlem-i zerratta iken vazifelendirilmiþ ve Abdülmecid'in gözünde yer alýp vazife görmek üzere yola çýkarýlmýþtýr. Bu hali, bu vaziyeti, bu intizamý gören bir zihin, bilâ-tereddüd hükmeder ki; o zerreler, bir kasd ile ve bir hikmet altýnda gönderilir. Ýþte zerratýn hayata mazhariyeti için geçirdiði bu kadar acib ve garib tavýrlar, insana ikinci bir hayatýn bu hayattan daha kolay ve daha sehil olduðuna da bir kanaat getirir. Ýþte hayatýn mebde' ve meâde delil olduðu bu hakikatlardan anlaþýldý.

 

فَاَحْيَاكُمْ cümlesi, ثُمَّ يُمِيتُكُمْ cümlesine bir delil gibidir. Hepsi de birlikte, كَيْفَ den istifâde edilen inkâra delildir.

 

Üçüncü Mes'ele: ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ukdesini açar. Evet, mevtin de hayat gibi mahlûk olduðuna, mevtin i'dam ve adem-i mahz olmadýðýna delâlet eder. Mevt, ancak ruhun cesed kafesinden çýkmasýyla tebdil-i mekân etmesinden ibarettir. Ve keza nev'-i beþerde mevcud emârat ve iþârat-ý kesîreden kat'iyetle anlaþýlýr ki, insan öldükten sonra birþeyi bâki kalýr; o þeyi de, ancak ruhtur. Demek ruhun bekasý, hâsse-i zâtiyedir. Bu hâsse-i zâtiyenin bir ferdde mevcud olmasý, nev'in tamamýnda mevcud olmasýný istilzam etmekle; mûcibe-i cüz'iyenin mûcibe-i külliyye hükmünde olduðuna bir misal teþkil ediyor. Binaenaleyh mevt, hayat gibi bir mu'cize-i kudrettir. Yoksa hayat þartlarý bulunmadýðýndan ademin dairesine girmiþ deðildir.

 

S- Ölüm nasýl ni'met olur ve ne suretle nimetlerin sýrasýna dâhil edilmiþtir?

 

 

 

sh: » (Ý: 180)

 

C- Evvelâ: Ölüm, saadet-i ebediyeye mukaddemedir; bu itibarla nimet sayýlabilir. Çünkü nimetin mukaddemesi de nimettir. Nitekim vâcibin mukaddemesi, vâcib; haramýn mukaddemesi, haramdýr.

 

Sâniyen: Ölüm, muzýr hayvanlarla dolu bir hapisten geniþ bir sahraya çýkmak gibidir. Binaenaleyh ruh, cesed kafesinden çýkarsa necat bulur.

 

Sâlisen: Ölüm olmasaydý, küre-i arz nev'-i beþeri istiab edemezdi ve nev'-i beþer müdhiþ periþaniyetlere maruz kalýrdý.

 

Râbian: Ýhtiyarlýk yüzünden öyle bir dereceye gelenler var ki, tekâlif-i hayatiyeye kadir olamaz, daima ölümünü isterler.

 

Ýþte bunun için, ölüm nimettir.

 

Dördüncü Mes'ele: ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ukdesinin beyanýndadýr. Evet bu hayat, ikinci bir hayattýr ki; ölümden sonra, haþirden evvel vukua gelir. Demek hayat-ý uhreviye bu ikinci hayatla baþlar. Binaenaleyh bu يُحْيِيكُمْ deki hitab, yalnýz insanlara ait deðildir, bilcümle kâinata râcidir. Çünkü bu hayat-ý uhreviye, bütün kâinatýn neticesidir. Eðer bu hayat olmasa, kâinatta hakikat denilen herþey, zýddýna inkýlab eder. Meselâ: Ni'met nýkmet olur; akýl, bela olur; þefkat, yýlan olur.

 

Beþinci Mes'ele: ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ un ukdesi hakkýndadýr. Evet Cenab-ý Hak, âlem-i kevn ü fesad denilen þu âlemde hüsün, kubh, nef', zarar gibi zýdlarý, çok hikmetlere binaen karýþýk bir tarzda yaratmýþtýr. Hem de izhar-ý izzet için, vesait ve esbabý vaz'etmiþtir. Haþir ve kýyamette kâinat tasfiye ameliyatýný gördüðü zaman, zýdlar birbirinden ayrýlýr ve esbab ile vesait de ortadan kalkar; ortadaki perde ve hicab kalktýktan sonra, herkes Sâni'ini görür ve hakikî Mâlik'ini bilir.

 

 

 

sh: » (Ý: 181)

 

Tetimme

 

Mezkûr Âyetteki Cümlelerin Arasýndaki Ýrtibatýn Hülâsasýna Bir Zeyildir

 

Cenab-ý Hak, vaktâ ki onlarýn küfrünü, istifham ifade eden كَيْفَ ile reddetti ve halký da taaccübe davet etti ve ondan sonra gelen dört büyük inkýlâbý gösteren dört cümle ile bürhan getirerek isbat etti; o inkýlâblarýn herbirisi çok tavýrlara, vaziyetlere ve mertebelere þamil olduðu gibi, kendinden sonra gelen inkýlâblarý hazýrlayýcý birer mukaddeme oldu. Birinci inkýlâba وَ كُنْتُمْ اَمْوَاتًا cümlesiyle iþaret edilmiþtir. Yani, bir insanýn cesedini teþkil eden zerrelerin âlem-i zerratta geçirmiþ olduðu vaziyetlerden son vaziyetine iþarettir ki, فَاَحْيَاكُمْ cümlesiyle iþaret edilen ikinci inkýlâba mukaddeme olur. Hakaik-i kevniyenin en acibi olan þu ikinci inkýlâb da çok mertebelere, çok tavýrlara þâmildir ki; son tavrý, vaziyeti ثُمَّ يُمِيتُكُمْ cümlesiyle iþaret edilen üçüncü inkýlaba mukaddeme olur. Bu inkýlab dahi pek çok berzahî tavýrlara þamil olup, son vaziyeti ثُمَّ يُحْيِيكُمْ cümlesiyle iþaret edilen dördüncü inkýlâbda tamamlanýr. Bu dördüncü inkýlab dahi, birçok kabrî ve haþrî vaziyetlere þâmil olup, en son vaziyeti ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ cümlesiyle hitam bulur. Demek bir zîhayatýn cesedi, birinci inkýlâbýn birinci vaziyetinden baþlamak üzere daima teceddüd eder, tazelenir; yani bir libastan, bir kýyâfetten çýkar, daha güzel bir libasa, bir kýyâfete girer. Ve hâkeza.. böylece saadet-i ebediyeye mazhar oluncaya kadar devam eder. Binaenalâhâzâ bir zîhayatýn þu müteselsil vaziyetlerine bakan bir adam, nasýl inkâra cesaret edebilir.

 

 

 

sh: » (Ý: 182)

 

Þimdi mezkûr âyetteki cümlelerin hey'etlerinden bahsedeceðiz:

 

Birinci Cümle: كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّهِ Bu cümle ile yapýlan istifham, o kâfirlerin zihinlerini, gözlerini; yaptýklarý kötülüðe, fenalýða çevirtir. Tâ ki, bizzât þekavetlerini görsünler; belki insafa gelip ikrar ederler. تَكْفُرُونَ deki hitab, Cenab-ý Hakk'ýn þiddet-i gazabýna iþarettir. Çünkü gaibten hitaba yapýlan iltifat; ya þiddet-i hiddete veya kesret-i muhabbete iþarettir. تَكْفُرُونَ ye bedel لاَ تُؤْمِنُونَ nin zikredilmemesi, onlarýn þiddet-i inadlarýna iþarettir. Çünkü onlar, hakkaniyeti delâil ile sabit olan imaný terk ve butlaný bürhanlar ile sabit olan küfrü kabul ettiler.

 

وَ كُنْتُمْ اَمْوَاتًا : Bu cümledeki (و), vav-ý hâliyedir yani mâba'dinin mâkabline hal olduðuna delalet eder. Demek كُنْتُمْ اَمْوَاتًا, تَكْفُرُونَ nin fâiline hâldir. Hâlin, zevilhâlin âmili ile beraber olmasý þarttýr. Halbuki burada dört cümle vardýr. Bunlardan ikisi mazi, ikisi müstakbel olduklarýndan, zevilhâlin âmili olan تَكْفُرُونَ ile zamanca mukarin deðildirler. Binaenaleyh (و) ýn haliyeti, bir mukaddere iþarettir. Takdir-i kelâm: وَ تَعْلَمُونَ اِنْ كُنْتُمْ اَمْوَاتًا Bu itibarla, تَكْفُرُونَ nin fâiline تَعْلَمُونَ cümlesi hâl olur. Öteki cümleler اِنْ e haber olurlar.

 

S- Onlar, birinci ölüm ile bir hayatý bilirlerse de, Allah'dan olduðunu bilmezler, inkâr ederler. Ýkinci hayat ile Allah'a rücuu zâten inkâr ederler?

 

C- Cehli izale edecek deliller zâhir iken o vechile cehil denilmemesi, belâgatýn kaidelerinden biridir. Buna binaen, birinci mevt ile birinci hayatýn etvar ve ahvaline yapýlan dikkat, Sâni'i ikrar ve tasdik etmeye icbar eder ve ayný zamanda evvelki hayat ve mematýn Allah'tan olduðunu

 

 

 

sh: » (Ý: 183)

 

bilmek, ikinci bir hayatýn olacaðýna da zihni ikna' ve icbar eder. Hal böyle iken, cahil telâkki ettiðin o kâfirler, âlimler sýrasýna dâhildirler.

 

كُنْتُمْ deki hitabdan, onlarýn âlem-i zerratta dahi bir nevi vücud ve taayyünleri olduðu anlaþýlýyor. Yoksa o zerrat, tesadüf ile rastgele muayyen cisimleri teþkil edemez.

 

اَمْوَاتًا tabiri, لَمْ يَكُنْ شَيْئًا مَذْكُورًا nin mealine îmadýr.

 

فَاَحْيَاكُمْ : Bu (ف) takib ve ittisali ifade eder. Yani, mâkabliyle mâba'dinin arasýnda mesafe olmayacaktýr. Halbuki burada, mevt ile hayat arasýnda uzun bir mesafe vardýr. Evet, fakat bu (ف) , Sâni'i isbat eden delillerin menþeine iþarettir ki; o zerratýn hiçbir vasýta ve esbab olmaksýzýn cemadiyetten hayvaniyete def'aten intikal etmesi, zihni Sâni'i ikrar etmeye mecbur eder. Ve keza o zerrat, mevat halinde iken vaziyetleri sabit olmadýðýndan, þe'nleri ve iktizalarý, fâsýlasýz ta'kibdir.

 

S- اَحْيَاكُمْ ün yerine ne için صِرْتُمْ اَحْيَاءً denilmemiþtir?

 

C- اَحْيَاكُمْ , hayatýn Cenab-ý Hak tarafýndan i'ta edildiðine sarahaten delâlet eder. صِرْتُمْ اَحْيَاءً de o delâlet yoktur. Yalnýz "Hayat sahibi oldunuz" mânasýna delâlet eder.

 

ثُمَّ يُمِيتُكُمْ : Bunun yerine تَمُوتُونَ zikredilmemesi; mevtin, kaderin takdiriyle, kudretin büyük bir tasarrufu olduðuna iþarettir. Evet, ömr-ü tabiîsini bitirip sonra ölenler pek azdýr. Kýsm-ý azamý, ömr-ü tabiîsi esnasýnda ölürler. Demek mevt, tabiî bir netice deðildir; ancak cesedin inhilâliyle daðýlmasýndan ibarettir, yoksa ruhun fenasýyla deðildir. Mevt ile cesed daðýlýr, ruh bâki kalýr.

 

ثُمَّ يُحْيِيكُمْ : Mâkabliyle mâba'di arasýnda bu'd-u mesafeyi ifade eden ثُمَّ , imâte ile ikinci ihya arasýnda kocaman âlem-i berzahýn fâsýla olduðuna iþarettir.

 

 

 

sh: » (Ý: 184)

 

ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ : Bu ثُمَّ ise, ikinci ihya ile rücu' arasýnda mevcud büyük bir perde ve hicabýn bulunduðuna iþarettir.

 

تُرْجَعُونَ Yani: ''Esbab perdesinin keþfiyle, vesaitin tardýyla Allah'a rücu' edeceksiniz.''

 

S: Allah'a rücu' etmek, Allah'tan gelmeyi iktiza eder. Bunun için bir kýsým insanlar, Allah ile insan arasýnda ittisali tevehhüm etmiþlerdir ve bazý sofîler de þüpheye düþmüþlerdir?

 

C: Dünyada insanýn vücud ve bekasý olduðu gibi, âhirette de vücud ve bekasý vardýr. Dünyadaki vücud, vasýtasýz dest-i kudretten çýkar. Dünyada terkib, tahlil, tasarruf, tahavvül ile karýþýk beka mes'elesi sâbýkan zikredilen hikmet üzerine esbab, vesait, ilel, mes'eleye müdahale edip araya girerler. Âhirette ise vücud ve beka, her ikisi de levazýmatýyla, terkibatýyla bizzât dest-i kudretten çýkarlar ve herkes hakikî Mâlik'ini bilir. Ýþte bunu anlayan, rücuun ne demek olduðunu anlar.

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...