Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Mukaddeme

 

Ateþin dumana olan delâleti gibi, müessirden esere yapýlan istidlâle "bürhan-ý limmî" denildiði gibi; dumanýn ateþe olan delâleti gibi, eserden müessire olan istidlale de "bürhan-ý innî" denir. Bürhan-ý innî, þüphelerden daha salimdir.

 

Bu âyetin, Sâni'in vücud ve vahdetine iþaret eden delillerinden biri de, "Ýnayet Delili"dir. Bu delil; kâinatý ve kâinatýn eczasýný ve enva'ýný ihtilâlden, ihtilaftan, daðýlmaktan kurtarýp bütün hususatýný intizam altýna almakla kâinata hayat veren nizamdan ibarettir. Bütün maslahatlarýn, hikmetlerin, faidelerin, menfaatlerin menþei, bu nizamdýr. Menfaatlerden, maslahatlardan bahseden bütün âyât-ý Kur'aniye, bu nizam üzerine yürüyor ve bu nizamýn tecellisine mazhardýr. Binaenaleyh bütün mesalihin, fevaidin ve menafiin mercii olan ve kâinata hayat veren bir nizam; elbette ve elbette bir nâzýmýn vücuduna delalet ettiði gibi, o nâzýmýn kasd ve hikmetine delâlet etmekle, kör tesadüfün vehimlerini nefyeder.

 

Ey insan! Eðer senin fikrin, nazarýn þu yüksek nizamý bulmaktan âciz ise ve istikra-i tâm ile, yani umumî bir araþtýrma ile de o nizamý elde etmeye kadir deðilsen, insanlarýn telahuk-u efkâr denilen fikirlerinin birleþmesinden doðan ve nev-i beþerin havassý (duygularý) hükmünde olan fünun ile kâinata bak ve sahifelerini oku ki, akýllarý hayrette býrakan o yüksek nizamý göresin.

 

 

 

sh: » (Ý: 87)

 

Evet kâinatýn herbir nev'ine dair bir fen teþekkül etmiþ veya etmektedir. Fen ise kavaid-i külliyeden ibarettir. Kaidenin külliyeti ise, nizamýn yüksekliðine ve güzelliðine delâlet eder. Zira nizamý olmayanýn külliyeti olamaz. Meselâ: ''Her âlimin baþýnda beyaz bir îmâme var''. Külliyetle söylenilen þu hüküm, ülema nev'inde intizamýn bulunmasýna bakar. Öyle ise, umumî bir teftiþ neticesinde fünun-u kevniyeden herbirisi, kaidelerinin külliyeti ile kâinatta yüksek bir nizamýn bulunmasýna bir delildir. Ve herbir fen nurlu bir bürhan olup, mevcudatýn silsilelerinde salkýmlar gibi asýlýp sallanan maslahat semerelerini ve ahvalin deðiþmesinde gizli olan faideleri göstermekle Sâni'in kasd ve hikmetini ilân ediyorlar. Âdeta vehim þeytanlarýný tardetmek için herbir fen, birer necm-i sâkýbdýr. Yani bâtýl vehimleri delip yakan birer yýldýzdýrlar.

 

Ey arkadaþ! O nizamý bulmak için umum kâinatý araþtýrmaktansa, þu misale dikkat et, matlubun hasýl olur: Göz ile görünmeyen bir mikrop, bir hayvancýk, küçüklüðüyle beraber pek ince ve garib bir makine-i Ýlahiyeyi hâvidir. O makine mümkinattan olduðundan, vücud ve ademi mütesavidir. Ýlletsiz vücuda gelmesi muhaldir. O makinenin bir illetten vücuda geldiði zarurîdir. O illet ise, esbab-ý tabiiye deðildir. Çünkü o makinedeki ince nizam, bir ilim ve þuurun eseridir. Esbab-ý tabiiye ise ilimsiz, þuursuz, câmid þeylerdir. Akýllarý hayrette býrakan o ince makinenin esbab-ý tabiiyeden neþ'et ettiðini iddia eden adam, esbabýn herbir zerresine Eflatun'un þuurunu, Calinos'un hikmetini i'ta etmekle beraber; o zerrat arasýnda bir muhaberenin de mevcud olmasýný itikad etmelidir. Bu ise, öyle bir safsata ve öyle bir hurafedir ki, meþhur sofestaîyi bile utandýrýyor. Maahaza esbab-ý maddiyede esas ittihaz edilen kuvve-i câzibe ile kuvvet-i dâfianýn inkýsama kabiliyeti olmayan bir cüz'de birlikte içtimalarý iltizam edilmiþtir. Halbuki bunlar birbirlerine zýd olduklarýndan, içtimalarý caiz deðildir. Fakat câzibe ve dafia kanunlarýndan maksad, "Âdâtullah" ile tabir edilen kavanin-i Ýlahiyye ise ve tabiatla tesmiye edilen þeriat-ý fýtriye ise, câizdir. Lâkin kanunluktan tabiata, vücud-u zihnîden vücud-u haricîye, umûr-u itibariyyeden umûr-u hakikiyyeye, âlet olmaktan müessir olmaya çýkmamak þartýyla makbuldür. Aksi takdirde câiz deðildir.

 

Ey arkadaþ! Misal olarak gösterdiðim o küçük hurdebinî hayvancýðýn yani mikrobun büyük fabrikasýndaki nizam ve intizamý aklýn ile gördüðün takdirde baþýný kaldýr, kâinata bak! Emin ol ki, kâinatýn vuzuh ve zuhuru nisbetinde o yüksek nizamý, kâinatýn sahifelerinde pek zâhir ve okunaklý bir þekilde görüp okuyacaksýn.

 

Ey arkadaþ! Kâinatýn sahifelerinde "Delil-ül Înâye" ile anýlan nizama

 

 

 

sh: » (Ý: 88)

 

ait âyetleri okuyamadý isen, sýfat-ý kelâmdan gelen Kur'an-ý Azîmüþþan'ýn âyetlerine bak ki; insanlarý tefekküre davet eden bütün âyetleri þu delil-ül inayeyi tavsiye ediyorlar. Ve nimetleri ve faideleri sayan âyetler dahi, delil-ül inaye denilen o yüksek nizamýn semerelerinden bahsediyorlar. Ezcümle: Bahsinde bulunduðumuz þu âyet اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ cümleleriyle, o nizamýn faidelerini ve nimetlerini koparýp insanlara veriyorlar.

 

Delil-i Ýhtiraî: Mezkûr âyetin Sâni'in vücud ve vahdetine iþaret eden delillerinden biri de, اَلَّذِى خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle iþaret ettiði "Delil-i Ýhtiraî"dir. Delil-i ihtiraîhin hülâsasý þöyle izah edilebilir:

 

Cenab-ý Hak hususî eserlerine menþe' ve kendisine lâyýk kemalâtýna me'haz olmak üzere, her ferde ve her nev'e has ve müstakil bir vücud vermiþtir. Ezel cihetine sonsuz olarak uzanýp giden hiçbir nev' yoktur. Çünkü bütün enva', imkândan vücub dairesine çýkmamýþlardýr. Ve teselsülün de bâtýl olduðu meydandadýr. Ve âlemde görünen þu tegayyür ve tebeddül ile bir kýsým eþyanýn hudûsu, yani yeni vücuda geldiði de göz ile görünüyor. Bir kýsmýnýn da hudûsu, zaruret-i akliye ile sabittir. Demek hiçbir þeyin ezeliyeti cihetine gidilemez.

 

Ve keza ilm-ül hayvanat ve ilm-ün nebatatda isbat edildiði gibi, enva'ýn sayýsý ikiyüz binden ziyadedir. Bu nevi'ler için birer âdem ve birer evvel-baba lâzýmdýr. Bu evvel-babalarýn ve âdemlerin dâire-i vücubda olmayýp ancak mümkinattan olduklarýna nazaran, behemehal vasýtasýz kudret-i Ýlahiyeden vücuda geldikleri zarurîdir. Çünkü bu nev'lerin teselsülü, yani sonsuz uzanýp gitmeleri bâtýldýr. Ve bazý nevi'lerin baþka nevi'lerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtýldýr. Çünkü iki nev'den doðan nev', alel ekser ya akîmdir veya nesli inkýtaa uðrar. Tenasül ile bir silsilenin baþý olamaz.

 

Hülâsa: Beþeriyet ve sair hayvanatýn teþkil ettikleri silsilelerin mebdei en baþta bir babada kesildiði gibi, en nihayeti de son bir oðulda kesilip bitecektir.

 

 

 

sh: » (Ý: 89)

 

Evet þuursuz, ihtiyarsýz, camid, basit olan esbab-ý tabiiyenin, bütün akýllarý hayrette býrakan o enva' silsilelerinin icadýna kabiliyeti olduðu daire-i imkândan hariçtir. Ve keza kudret mu'cizelerinden birer nakþ-ý garib ve birer san'at-ý acib taþýyan o enva'ýn ihtiva ettikleri efradýn da ihtira' ve yaradýlýþlarýný o esbaba isnad etmek, yalnýz bir muhalin deðil, muhalâtýn en hurafesidir. Binaenaleyh o silsileleri teþkil eden enva' ile efrad, hudûs ve imkân lisanýyla, Hâlýklarýnýn vücub-u vücuduna kat'î bir þehadetle þehadet ediyorlar.

 

S: Bütün silsilelerin Hâlýk'ýn vücub-u vücuduna kat'î þehadetleri gözönünde olduðu halde, bazý insanlarýn madde ile maddenin hareketinin ezeliyeti cihetine zâhib olmakla dalalete düþtüklerinin esbabý nedendir?

 

C: Kasd ve dikkatle deðil, sathî ve dikkatsiz bir nazarla, muhal ve bâtýla, mümkin nazarýyla bakýlabilir. Meselâ:

 

Bir bayram akþamý, gökte ay ve hilâli arayanlar içinde ihtiyar bir zât da bulunur. Bu zât, gökteki hilâli görmek için bütün kasd ve dikkatiyle nazarýný göðe tevcih edip hilâli araþtýrmakla meþgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadekasý üzerine eðilen beyaz bir kýl nasýlsa gözüne iliþir. O zât derhal "Hilâli gördüm" der. "Ýþte bu gördüðüm Ay'dýr" diye hükmeder.

 

Ýþte sathî ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatalara düþtükleri gibi, yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete mâlik olan insan, kasdý ve dikkati ile daima hak ve hakikatý ararken, bazan sathî ve dikkatsiz bir nazarla batýla bakar. O bâtýl da ihtiyarsýz, talebsiz, dâvetsiz fikrine gelir. Fikri de çar-nâçar alýr saklar, yavaþ yavaþ kabul ve tasdikine de mazhar olur. Fakat onun o bâtýlý kabul ve tasdiki, bütün hikmetlerin mercii olan nizam-ý âlemden gaflet etmesinden ve madde ile hareketinin ezeliyete zýd olduðuna körlük gösterdiðinden ileri gelmiþtir ki, þu garib nakýþlarý ve acib san'at eserlerini esbab-ý camideye isnad etmek mecburiyetiyle o dalâletlere düþmüþlerdir.

 

Hüseyin-i Cisrî'nin dediði gibi, âsâr-ý medeniyetle müzeyyen ve bütün zînetlere müþtemil bir eve giren bir adam, ev sahibini göremediðinden o zîneti, o esasatý, tesadüfe ve tabiata isnad etmeye mecbur olmuþtur.

 

Kezalik nizam-ý âlemdeki bütün hikmetlerin, faidelerin tam bir ihtiyara ve þâmil bir ilme ve kâmil bir kudrete yaptýklarý þehadetten gaflet eden gafiller, sathî nazarlarýnca, te'sir-i hakikîyi esbab-ý camideye vermeye mecbur kalmýþlardýr.

 

 

 

sh: » (Ý: 90)

 

Ey arkadaþ! Cenab-ý Hakk'ýn pek ince âsâr-ý san'atýndan ve pek yüksek acaib-i kudretinden sarf-ý nazar ederek, yalnýz tabiat denilen þu âsâr ve esbabdan, en zâhir olan in'ikas ve irtisam keyfiyetine bak. Meselâ: Bir aynayý semaya karþý tuttuðun zaman semayý irtifaýyla, nakýþlarýyla, yýldýzlarýyla celbedip aynada in'ikas ve irtisam ettiren illet-i müessirenin, aynanýn yüzündeki hasiyet olduðuna kanaat hasýl edebilir misin? Hâþâ! Veyahut hakikatta bir emr-i vehmîden ibaret olan cazibe-i umumiyenin, arz ile yýldýzlarý þu boþlukta muntazam tahrik ve tedbirine illet-i müessire olarak telakki ve kabul edebilir misin? Hâþâ! Bunlar ancak þart ve sebeb olabilirler, illet-i müessire olamazlar.

 

Hülâsa: Ýnsan sathî ve gayr-ý kasdî bir nazarla bâtýl ve muhal bir þeye baktýðý zaman, hakikî illetini bulamadýðý takdirde, çar-nâçar sýhhatýna veya inkârýna kail olmakla kabul etmesi ihtimali vardýr. Fakat talib ve müþteri sýfatýyla kasden ve bizzât dikkatle bakacak olursa, onlarýn hikemiyat dedikleri o bâtýl mes'elelerden hiçbirisini de kabul etmez. Ancak bütün siyasîlerin hikmetini ve hükemanýn akýllarýný zerrelerde farzetmekle eblehane kabul eder.

 

S- Onlarýn daima iftiharla bahsettikleri tabiat, nevamis ve kuva nedir ki, kendilerini onlarla iknaa çalýþýyorlar?

 

C- Tabiat dedikleri þey, bir matbaadýr, tâbi' deðildir. Tâbi', ancak kudrettir. Kanundur, kuvvet deðildir. Kuvvet ancak kudrettedir. Yahut nasýlki bildiðimiz þeriat, insanlardan sudûr eden ef'al-i ihtiyariyeyi bir nizam ve bir intizam altýna alýp tahdid eden kaidelerin hülâsasýdýr veya devletin iþlerini tanzim eden nizamlarýn, düsturlarýn, kanunlarýn mecmuasýdýr. Kezalik tabiat denilen þey de, âlem-i þehadetin uzuvlarýndan ve eczalarýndan sudûr eden ef'al arasýnda bir nizam ve bir intizamý îka' eden Ýlahî bir þeriat-ý fýtriyedir. Binaenaleyh þeriat ile devlet nizamý, makul ve itibarî emirlerden olduklarý gibi; tabiat dahi itibarî bir emir olup, hilkatte yani yaratýlýþta câri olan Âdetullahtan ibarettir. Amma tabiatýn bir mevcud-u hâricî olduðunu tevehhüm etmek, bir fýrka askerin, idman ve talim esnasýnda yaptýklarý o muntazam hareketlerini gören bir vahþinin, "Aralarýndaki o nizamý idare edip birbiriyle baðlayan ip gibi bir þey mevcuddur" diye vahþice ettiði vehme benzer. Binaenaleyh vicdaný ve aklý vahþi olan bir adam, sathî ve tebeî bir nazarla, devam ve istimrarýný muhafaza eden tabiatýn müessir bir mevcud-u haricî olduðuna ihtimal verebilir. Hülâsa: Tabiat, Allah'ýn san'atý ve þeriat-ý fýtriyesidir. Nevamis ise, onun mes'eleleridir. Kuva dahi, o mes'elelerin hükümleridir.

 

Tevhide geçiyoruz. Kur'an-ý Kerim, Sâni'in vahdetine dair delillerden

 

 

 

sh: » (Ý: 91)

 

hiçbir þey terketmemiþtir. Bilhassa "Arz ve semada Allah'tan baþka ilahlar olmuþ olsa idiler, þu görünen intizam fesada uðrardý" manasýnda olan لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ اِلاَّ اللّهُ لَفَسَدَتَا âyetinin tazammun ettiði Bürhan-üt Temanü' Sâniin vâhid ve müstakil olduðuna kâfi bir delildir. Ve istiklaliyet, ulûhiyetin zâtî bir hassasý ve zarurî bir lâzýmý olduðuna nurlu bir bürhandýr.

 

Ey arkadaþ! Bahsinde bulunduðumuz âyetin evvelinde bulunan اُعْبُدُوا emri, Ýbn-i Abbas'ýn tefsirine nazaran, insanlarý tevhide davet eden bir emirdir. Ve ayný zamanda bu âyet, heyet-i mecmuasýyla tevhide iþaret eden pek latif ve güzel bir bürhaný tazammun etmiþtir. Þöyle ki:

 

Nev'-i beþer ile sâir hayvanatýn medar-ý maiþetleri olan semeratýn tevlidi için, arz ile sema arasýndaki muavenet ve münasebetleri ve âsâr-ý âlemin birbirine müþabehetleri ve etraf-ý âlemin birbiriyle kucaklaþmalarý ve birbirinin elini tutup ihtiyaçlarýný temin etmeleri ve yekdiðerinin sualine cevab verip yardýmýna koþmalarý ve tamamýyla bir nokta-i vâhideye bakmalarý ve bir nazzam-ý vâhidin mihveri üstünde hareket etmeleri gibi halleri hâvi olan böyle garib bir makine, sahip ve sâni'inin bir olduðunu kat'î bir þehadetle ilân etmekle, "Herbir þeyde, Sâni'in vahdetine delâlet eden bir âyet ve bir alâmet vardýr" manasýnda olan þu beyitle tanin-endaz oluyorlar: وَ فِى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ آيَةٌ تَدُلُّ عَلَى اَنَّهُ وَاحِدٌ

 

Ey arkadaþ! Sâni'-i Zülcelal, vâhid ve vâcib-ül vücud olduðu gibi, bütün sýfât-ý kemaliye ile de muttasýftýr. Zira âlemde ve masnuatta bulunan kemalât, tamamýyla Sâni'in kemalinden tecelli eden gölgeden muktebestir. Öyle ise, Sâni'de bulunan cemal, kemal, hüsün; umum kâinatta bulunan umum cemallerden, kemallerden, hüsünlerden gayr-ý mütenahî derecelerle yüksektir. Zira ihsan, in'am edenin servetinden doðar ve servetine delildir. Îcad, îcad edenin vücuduna delâlet eder. Îcab, mûcibin vücuduna bürhandýr. Verilen hüsün, verenin hüsnüne delildir. Ve keza Sâni'-i Zülcelal, bütün nevakýstan pâk ve münezzehtir. Çünkü noksaniyet, maddiyatýn mahiyetlerindeki istidadýn kýlletinden ileri gelir. Halbuki Cenab-ý Hak maddiyattan deðildir. Ve keza Sâni'-i Kadîm-i Ezelî, kâinatýn ihtiva ettiði eþyanýn cismiyet, cihetiyet, tagayyür, temekkün

 

 

 

sh: » (Ý: 92)

 

gibi istilzam ettikleri levazým ve evsaftan beri ve münezzehtir. Kur'an-ý Kerim þu iki hakikate "Allah'a misil yapmayýn!" manasýna olan فَلاَ تَجْعَلُوا لِلَّهِ اَنْدَادًا âyetiyle iþaret etmiþtir.

 

Delil-i Ýmkânî: Bu âyetin, Sâni'in vücuduna iþaret eden delillerinden birisi de "delil-i imkânî"dir ki, وَ اللّهُ الْغَنِىُّ وَ اَنْتُمُ الْفُقَرَاءُ âyetiyle iþaret edilmiþtir. Bu delilin hülâsasý: Kâinatýn ihtiva ettiði zerrelerden herbirisinin gerek zâtýnda, gerek sýfâtýnda, gerek ahvalinde ve gerek vücudunda gayr-i mütenahî imkânlar, ihtimaller, müþkilâtlar, yollar, kanunlar varken; birdenbire o zerre, gayr-i mütenahî yollardan muayyen bir yola sülûk eder. Ve gayr-i mahdud hallerden, bir vaziyete girer. Ve gayr-ý ma'dud sýfatlardan bir sýfatla vasýflanýr ve doðru bir kanun üzerine mukadder bir maksada harekete baþlar ve vazife olarak uhdesine verilen herhangi bir hikmet ve bir maslahatý derhal intaç eder ki, o hikmet ve o maslahatýn husule gelmesi, ancak o zerrenin o çeþit hareketiyle olabilir. Acaba o kadar yollar ve ihtimaller arasýnda o zerrenin mâcerasý, lisan-ý hâliyle, Sâni'in kasýd ve hikmetine delâlet etmez mi?

 

Ýþte herbir zerre, -müstakillen- kendi baþiyla Sâni'in vücuduna delalet ettiði gibi, küçük-büyük herhangi bir teþekküle girerse veya hangi bir mürekkebe cüz' olursa, girdiði ve cüz' olduðu o makamlarda kazandýðý nisbete göre Sâni'ine olan delâletini muhafaza eder.

 

Bu âyetin mâkabliyle cihet-i irtibatýna gelince:

 

Vaktâ ki Kur'an-ý Kerim: Birincisi, müttaki mü'minler; ikincisi, inadlý kâfirler; üçüncüsü, iki yüzlü münafýklar olmak üzere insanlarý üç kýsma ayýrdý.. ve aralarýnda taksimat ve teþkilât yaptý. Ve herbir kýsmýn sýfâtýný ve akibetini beyan etti. Sonra يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا âyetiyle her üç kýsma tevcih-i hitab ederek onlarý ibadete emir ve davet etti. Demek bu âyetin evvelki âyetlere terettübü ve onlarý takib etmesi; hane ve binanýn mühendisin krokisine, amelin ilme, kaza'nýn kadere terettübü ve birbirini takib etmeleri gibidir. Evet evvelki âyetlerde yapýlan teþkilât ve taksimat, kroki ve plândan sonra bu âyette, ibadet binasýnýn yapýlmasýna emredilmiþtir. Ve o âyetlerde verilen bilgi ve ma'lûmattan sonra, bu âyette amel ve ibadete emredilmiþtir. Ve onlarda yazýlan

 

 

 

sh: » (Ý: 93)

 

sýfât ve istihkaklara göre, burada emir ve nehiyler ile hükümler verilmiþtir. Ve keza evvelki âyetlerde insanlarýn taksimatý, ahval ve sýfâtý zikredildikten sonra, makamýn iktizasýyla, bu âyet onlarý takib etmiþtir.

 

Vakta ki Kur'an-ý Kerim insanlarýn her üç fýrkasýndan bahsetti ve herbir fýrkanýn sýfâtýný ve âkibetini söyledi; sâmi'in arzusu ve makamýn iktizasý üzerine, Kur'an-ý Kerim gaybdan hitaba intikal ederek onlara karþý þu hitapda bulundu. Evet bazý adamlar hakkýnda gaibane konuþanlarýn bilâhare konuþmalarýný hitaba çevirmelerinde þöylece bir nükte-i umumiye vardýr:

 

Meselâ: Bir þahsýn iyiliðinden veya fenalýðýndan bahsedilirken gerek konuþanda, gerek dinleyende, ya tahsin veya tel'in için bir meyil uyanýr. Sonra git gide o meyil öyle kesb-i þiddet eder ki, sahibini o þahýsla görüþtürüp þifahen konuþmaya kuvvetli bir arzu uyandýrýr. Burada sâmi'lerin o meyillerini tatmin etmekle, makamýn iktizasý üzerine Kur'an-ý Kerim onlarý sâmi'lerin huzuruna götürüp kendilerine hitab ile tevcih-i kelâm etmiþtir. Bu âyette gaybdan hitaba edilen iltifat ve intikalde hususî bir nükte de vardýr ki; ibadetle yapýlan tekliften hasýl olan meþakkat, hitab-ý Ýlahiyeden neþ'et eden zevk ve lezzetle karþýlanýr ve insanlara aðýr gelmez. Ve keza hitab suretiyle ibadeti teklif etmek, abd ile Hâlýk arasýnda vâsýta olmadýðýna iþarettir.

 

Ey arkadaþ! Bu âyetin cümlelerini birbiriyle nazmeden münasebetler ise:

 

يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا cümlesinde emir ve hitab, geçen her üç fýrkayý teþkil eden mü'min, kâfir ve münafýklarýn mâzi, hal ve istikbalde vücuda gelmiþ veya gelecek bütün efradýný ihtiva eden tabakalara hitapdýr. Binaenaleyh اُعْبُدُوا vav'ýnýn merciinde dâhil olan kâmil mü'minlere göre اُعْبُدُوا , ibadete devam ve sebat etmeye emirdir. Orta derecedeki mü'minlere nazaran, ibadetin arttýrýlmasýna emirdir. Kâfirlere göre, ibadetin þartý olan îman ve tevhid ile ibadetin yapýlmasýna emirdir. Münafýklara nazaran, ihlâsa emirdir. Binaenaleyh اُعْبُدُوا nun ifade ettiði ibadet kelimesi, mükellefîne göre müþterek-i manevî hükmündedir.

 

 

 

sh: » (Ý: 94)

 

رَبَّكُمْ Yani: Sizi terbiye eden ve büyüten O'dur. Ve sizin mürebbiniz O'dur. Öyle ise siz de, O'na ibadet etmekle abd olunuz!

 

Ey arkadaþ! Vakta ki Kur'an-ý Kerîm ibadeti emretti. Ýbadet ise üç þeyden sonra olabilir. Birincisi: Ma'budun mevcud olmasýdýr. Ýkincisi: Mabudun vâhid olmasýdýr. Üçüncüsü: Ma'budun ibadete istihkaký bulunmasýdýr. Kur'an-ý Kerîm o üç mukadder suale iþaret etmekle beraber þartlarýnýn delillerini de zikrederken, Mabudun vücuduna dair olan delilleri iki kýsma ayýrmýþtýr:

 

Birisi: Hariçten alýnan delillerdir ki, buna âfâkî denilir.

 

Ýkincisi: Ýnsanlarýn nefislerinden alýnan bürhanlardýr. Buna enfüsî tesmiye edilir. Enfüsî olan kýsmýný da, biri nefsî diðeri usûlî olmak üzere iki kýsma taksim etmiþtir.

 

Demek, Ma'budun vücuduna üç türlü delil vardýr: Âfâkî, nefsî, usûlî.

 

Evvelâ, en zâhir ve en yakýn olan nefsî delile اَلَّذِى خَلَقَكُمْ cümlesiyle, usûlî delile de وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesiyle iþaret etmiþtir. Sonra, ibadet insanlarýn hilkat ve yaratýlýþýna ta'lik edilmiþtir.

 

Ýbadetin hilkat-ý beþere terettübü iki þeyden ileri geliyor: Ya insanlar ilk yaratýlýþýnda ibadete istidadlý ve takvaya kabiliyetli olarak yaratýlmýþlardýr. Ve o istidadý ve o kabiliyeti onlarda gören, onlarýn ibadet ve takva vazifelerini göreceklerini kaviyyen ümid eder. Veyahut insanlarýn hilkatinden ve memur olduklarý vazifeden ve teveccüh ettikleri kemalden maksad, ibadetin kemali olan takvadýr.لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ Þu cümle, her iki noktaya da tatbik edilebilir. Yani: ''Ýstidad ve kabiliyetinizde ekilen veya vazife ve hilkatinizden kasdedilen takvanýn kuvveden fiile çýkarýlmasý lâzýmdýr''.

 

Sonra, Kur'an-ý Kerîm'de Ma'budun vücuduna âit âfâkî delillerin en karibine جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا cümlesiyle iþaret edilmiþtir. Ve bu iþaretten, Arzýn bu þekle getirilmesiyle nev'-i beþere ve sâir hayvanata kabil-i sükna olarak hazýr bulundurulmasý, ancak Allah'ýn ca'liyle (yapmasýyla)

 

 

 

sh: » (Ý: 95)

 

olup tabiatýn ve esbabýn te'siriyle olmadýðýna bir remiz vardýr. Çünkü tesir-i hakikînin esbaba verilmesi, bir nevi þirktir.

 

وَالسَّمَاءَ بِنَاءً cümlesiyle, Sâni'in vücuduna olan âfâkî delillerden en basit ve en yükseðine iþaret edilmiþtir.

 

Sonra, mürekkebat ve mevâlidin vücud-u Sâni'a vech-i delâletlerine, وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً ilh.. cümlesiyle iþaret edilmiþtir.

 

Sonra, geçen delillerin herbirisi alel'infirad, yani birer birer Sâni'in vücuduna delâlet ettiði gibi, heyet-i mecmuasý da Sâni'in vahdetine iþarettir.

 

Sonra nimetlerin menþei ve menbaý olan âlemin nizamýna iþaret eden o cümlelerin suret-i tertibi رِزْقًا لَكُمْ ün delâletiyle beraber, Ma'budun ibadete müstehak olduðuna delâlet eder. Çünkü ibadet, þükürdür. Þükür, mün'ime edilir; yani nimetleri veren zâta þükretmek vâcibdir.

 

Sonra, رِزْقًا لَكُمْ cümlesinden, Arz ve Arz'dan çýkan mevalid, yani Arz'ýn semereleri insanlara hâdim olduklarý gibi, insanlar da onlarýn Sâni'ine hâdim olmalarý lâzým olduðuna bir remiz vardýr.

 

فَلاَ تَجْعَلُوا لِلّهِ اَنْدَادًا cümlesi ise, geçen cümlelerin herbirisiyle alâkadardýr. Yani: Rabbinize ibadet yaptýðýnýzda þerik yapmayýnýz. Zira Rabbiniz ancak Allah'týr. Sizi, nev'iniz ile beraber halkeden O'dur. Ve Arz'ý size mesken olarak hazýrlayan O'dur. Semayý sizin binanýza dam olarak yaratan O'dur. Ve sizin rýzýk maiþetinizi tedarik için sularý gönderen O'dur. Hülâsa, bütün nimetler onundur; öyle ise bütün þükürler ve ibadetler de ancak O'nadýr.

 

Arkadaþ! Bu âyetin tazammun ettiði cümlelerin keyfiyet ve nüktelerine gelelim:

 

Evvelâ: Kur'an-ý Kerim'de kesretle zikredilen يَا اَيُّهَا ile edilen hitab ve nida, üç vecihle ve üç edatla te'kid edilmiþtir. Birisi: Ýkazý ifade eden

 

 

 

sh: » (Ý: 96)

 

ve ikaz için kullanýlan( يَا )harfidir. Ýkincisi: Alâmetleri aramakla bir þeyi bulmak için kullanýlan( اَىُّ )kelimesidir ki, Türkçede "Hangi" kelimesiyle tercüme edilir. Üçüncüsü: Gafletten ayýltmak için kullanýlan( هَا) harfidir. Bu te'kidlerden anlaþýlýr ki, burada þu tarz ile yapýlan nida ve hitab, çok faidelere ve nüktelere iþarettir.

 

Ezcümle, birincisi: Ýnsanlara ibadetlerin teklifinden hâsýl olan meþakkatýn, hitab-ý Ýlahîye mazhariyetten neþ'et eden zevk ve lezzetle tahfif edilmesidir. Ýkincisi: Ýnsanýn gaibane olan aþaðý mertebesinden, huzurun yüksek makamýna çýkmasý ancak ibadet vasýtasýyla olduðuna iþarettir. Üçüncüsü: Muhatabýn üç cihetten ibadete mükellef olduðuna iþarettir. Kalbiyle teslim ve inkýyada, aklýyla iman ve tevhide, kalýbýyla amel ve ibadete mükelleftir. Dördüncüsü: Muhatabýn mü'min, kâfir, münafýk olmak üzere üç kýsma ayrýlmýþ olduðuna iþarettir. Beþincisi: Ýnsanlarýn yüksek, orta, avam tabakalarýna hitabýn þâmil olduðuna iþarettir. Altýncýsý: Ýnsanlar arasýnda yapýlan nida ve hitablarda âdet edinmiþ olan þeylere iþaretdir ki; insan evvelâ gördüðü adamý çaðýrýr ve durdurur. Sonra kim olduðunu anlamak için alâmetlerine dikkat eder. Sonra maksadýný anlatýr. Hülâsa: Mezkûr hitab, geçen üç cihetten te'kid edilmiþ þu nüktelere iþarettir.

 

(يَا )ile nida edilen insanlar gafil, gaib, hazýr, câhil, meþgul, dost, düþman gibi çok muhtelif tabakalara þâmildir. Bu muhtelif tabakalara göre( يَا) nýn ifadesi deðiþir. Meselâ: Gafile karþý, tenbihi ifade eder; gaibe ihzarý; cahile ta'rifi; dosta teþviki; düþmana tevbih ve takri'i gibi her tabakaya münasip bir ifadesi vardýr. Sonra makam kurbu iktiza ettiði halde, uzaklara mahsus olan( يَا) edatýnýn kullanýlmasý birkaç nükteye iþarettir:

 

1- Teklif edilen emanet ve ibadetin pek büyük bir yük olduðuna,

 

2- Derece-i ubudiyetin, mertebe-i Ulûhiyetten pek uzak olduðuna,

 

3- Mükelleflerin, zaman ve mekânca hitabýn vakit ve mahallinden ýrak bulunduðuna,

 

 

 

sh: » (Ý: 97)

 

4- Ýnsanlarýn derece-i gafletlerine iþarettir.

 

Muzafun ileyhsiz zikredildiðinden umumî bir tevessümü ifade eden اَىُّ kelimesi; hitabýn umum kâinata þamil olup, yalnýz farz-ý kifaye suretiyle haml-i emanete ve ibadete insanlarýn tahsis edilmiþ olduklarýna iþarettir. Öyle ise ibadette insanlarýn kusurlarý, umum kâinata tecavüzdür.

 

Sonra اَىُّ kelimesinde bir icmal ve bir ibham vardýr, çünkü izafesiz zikredilmiþtir. Onun o ibham ve icmali, نَاسُ kelimesiyle izale ve tafsil edildiðinden, aralarýnda bir icmal ve tafsil cezaleti meydana gelmiþtir.

 

هَا : اَىُّ nün muzafun ileyhine ivaz olmakla beraber, يَا edatýyla çaðýrýlanlarý tenbih içindir.

 

نَاسُ aslýnda nisyandan alýnmýþ bir ism-i fâildir, vasfiyet-i asliyesi mülâhazasýyla insanlara bir itaba iþarettir. Yani: Ey Ýnsanlar! Ne için misak-ý ezelîyi unuttunuz... Fakat bir cihetten de insanlara bir mazeret yolunu gösteriyor. Yani: Sizin o misaký terketmeniz amden deðil, belki sehiv ve nisyandan ileri gelmiþtir.

 

اُعْبُدُوا nidaya cevabdýr. Mü'min, kâfir, münafýk olan geçen tabakalar nida ile çaðýrýldýklarýndan; اُعْبُدُوا emri devam, itaat, ihlas, tevhid gibi her tabakaya münasib bir manayý ifade eder.

 

رَبَّكُمْ : Rab ünvaný اُعْبُدُوا ile teklif edilen ibadete bir illet ve bir sebebe iþarettir. Yani: Sizin terbiyeniz Rabbinizin elinde olduðundan, daima ona muhtaçsýnýz. Ve terbiyenize lâzým olan bütün levazýmatý veren O'dur. O'nun, o nimetlerine þükür lâzýmdýr. Þükür ise ancak ibadettir.

 

اَلَّذِى خَلَقَكُمْ : اَلَّذِى Esma-i mübhemeden olduðu için, merci ve

 

 

 

sh: » (Ý: 98)

 

medlûlü ancak sýla denilen dahil olduðu cümle ile ma'lûm olur. Meselâ: اَلَّذِى جَاءَكَ denildiði zaman, gelen adamýn yalnýz sana gelmekle ma'lûmiyeti var, baþka cihetten ma'lûmiyeti yoktur. Binaenaleyh, burada رَبَّ kelimesinin اَلَّذِى ile vasýflandýrýlmasý Cenab-ý Hakk'ýn marifeti, hakikatiyla olmayýp ancak ef'al ve âsârýyla olduðuna iþarettir.

 

Îcad, inþa veya baþka bir kelimeye tercihan yaratýlýþýn güzel þeklini ifade eden خَلَقَ tâbiri, insanlardaki istidadýn sedat ve istikametçe ibadete elveriþli olduðuna iþarettir. Ve keza ibadet, yaratýlýþýn ücreti ve neticesidir. Bu itibarla sevab, ibadetin ücreti olmayýp, ancak Cenab-ý Hakk'ýn kereminden olduðuna iþarettir.

 

وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ : Merci ve medlûlünün adem-i ma'lûmiyetine delâlet eden اَلَّذِينَ, evvelki insanlarýn ölüm ile mahvolup gittiklerine ve onlarýn ahvâlini bildirecek bir bilgi olmadýðýna ve yalnýz sizin gibi bir kýsým mahluklar onlarýn yerlerine gelmekle, o mahvolan insanlarýn tarifleri mümkün olduðuna iþarettir.

 

لَعَلَّ : لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ kelimesi ümid ve recayý ifade ediyor. Fakat bu mana, -hakikatýyla- Cenab-ý Hak hakkýnda istimal edilemez. Binaenaleyh ya mecazen istimal edilecektir. Veya muhatablara veyahut sâmi' ve müþahidlere isnad edilecektir. Mânâ-yý mecaziyle Cenab-ý Hak hakkýnda isnad edilmesi þöyle tasvir edilir: Nasýl ki bir insan bir iþ için bir adamý techiz ettiði zaman, o iþin o adamdan yapýlmasýný ümid eder. Kezalik -bilâ teþbih- Cenab-ý Hak insanlara kemal için bir istidat, teklif için bir kabiliyet ve bir ihtiyar vermiþtir. Bu itibarla Cenab-ý Hak insanlardan o iþlerin yapýlmasýný intizar etmektedir, denilebilir. Bu teþbih ve istiarede, hilkat-i beþerdeki hikmetin takva olduðuna ve ibadetin de neticesi takva olduðuna ve takvanýn da en büyük mertebe olduðuna iþaret vardýr.

 

Reca manasýnýn muhatablara atfedilmesi þöyle izah edilir:

 

 

 

sh: » (Ý: 99)

 

Ey muhatab olan insanlar! Havf ve reca ortasýnda bulunmakla, takvayý reca ederek Rabbinize ibadet ediniz. Bu itibarla insan, ibadetine itimad etmemelidir ve daima ibadetinin artmasýna çalýþmalýdýr.

 

Reca manasý, sâmi' ve müþahidlere göre olursa þöyle tevil edilecektir:

 

Ey müþahidler! Arslanýn pençesini gören adam, o pençenin iktizasý olan parçalamayý arslandan ümid ve reca ettiði gibi; siz de insanlarý ibadet techizatýyla mücehhez olduklarýný gördüðünüzden, onlardan takvayý reca ve intizar edebilirsiniz. Ve keza ibadetin fýtrî bir iktiza neticesi olduðuna iþarettir.

 

تَتَّقُونَ : Takva, tabakat-ý mezkûrenin ibadetlerine terettüb ettiðinden, takvanýn bütün kýsýmlarýna, mertebelerine de þâmildir. Meselâ: Þirkten takva, kebairden mâsivaullahtan kalbini hýfzetmekle takva, ikabdan ictinab etmekle takva, gazabdan tahaffuz etmekle takva. Demek تَتَّقُونَ kelimesi bu gibi mertebeleri tazammun eder. Ve keza ibadetin ancak ihlas ile ibadet olduðuna ve ibadetin mahzan vesîle olmayýp maksûd-u bizzât olduðuna ve ibadetin sevab ve ikab için yapýlmamasý lüzumuna iþarettir.

 

اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً : Kur'an-ý Kerim, bu cümle ile beyan ettiði kudret-i Ýlahiyenin azametiyle insanlarý ibadete teþvik edip heyecana getiriyor. Þöyle ki:

 

Ey insanlar! Arz ve semayý sizlere muti' ve hizmetkâr yapan Zât, yaptýðý þu iyiliðe karþý ibadete müstehaktýr; ibadetini ediniz. Ve keza insanlarýn faziletine ve yüksek bir kýymete mâlik olduðuna ve indallah mükerrem bulunduðuna bir îmadýr. Sanki beþere emrediyor: Ey beþer! Yüksek ve alçak bütün ecramý sizin istifadenize tahsis etmekle sizlere bu kadar îzaz ve ikramlarda bulunan Cenab-ý Hakk'a ibadet ediniz! Ve sizlere yaptýðý keramete karþý liyakatýnýzý izhar ediniz. Ve keza esbab ve tabiata tesirin verilmesini reddediyor. Þöyle ki:

 

Ey insan! Þu gördüðünüz yerler, gökler; sýfatlarýyla beraber, bir Hâlýkýn halkiyla, kasdiyla, tahsisiyle ve bir nâzýmýn nazmýyla husule gelip bu intizamý bulmuþlardýr. Kör tabiatýn bu kadar büyük þeylerde yeri olmadýðý gibi en küçük þeylerde de yeri yoktur. Ve keza sýfatlar da mümkinattan olduklarý cihetle, Sâni'a delâlet ettiklerine iþarettir. Zira cisimleri

 

 

 

sh: » (Ý: 100)

 

teþkil eden zerreler, büyüklük-küçüklük, çirkinlik-güzellik gibi gayr-ý mütenahî ahval ve keyfiyetleri kabul etmekte müsavidirler. Yani bir zerrenin, bin keyfiyeti kabul etmeye kabiliyeti vardýr; ve bir halet, binlerce zerrelere hal olabilir. Binaenaleyh, güzellik gibi bir sýfat, binlerce zerrelere ve dolayýsýyla cisimlere sýfat olabildiði halde, o kadar imkânat ve ihtimaller içinde muayyen bir cisme tayin edildiði zaman; herhalde bir kasd ile, bir hikmet altýnda, bir zâtýn irade ve tahsisiyle, binlerce cisimler arasýnda o cisim, o sýfata mevsuf kýlýnmýþtýr.

 

لَكُمْ : Bu (ل)ihtisas için deðildir, ancak sebebiyeti ifade ediyor. Yani Arz'ýn tefriþine sebeb, yani vesile, insandýr. Bu misafirhanedeki ziyafet onun namýna verildi. Fakat istifade, insanlara mahsus ve münhasýr deðildir. Öyle ise insanlarýn ihtiyacýndan, istifadesinden fazla kalana abes denilemez.

 

فِرَاشًا : Bu tabir, garib bir nükte-i belâgata iþarettir. Çünkü Arzýn sýkletinden dolayý suya batýp kaybolmasý tabiatýnýn îcabatýndan olduðu halde, Cenab-ý Hak merhametiyle bir kýsmýný dýþarýda býrakarak, insanlar için bir mesken ve nimetlerine bir maide, yani bir sofra olmak üzere tefriþ etmiþtir. Ve keza فِرَاشًاtabirinden anlaþýlýyor ki: Arz, bir hanenin tabaný gibi insan ve hayvanlara ferþ ve bastedilmiþtir. Öyle ise Arzdaki nebatat ve hayvanat, hanedeki efrad-ý aile ile erzak ve saire gibi levazým-ý beytiye hükmündedir. Ve keza فِرَاشًا tabirinden anlaþýlýyor ki, Arz taþ gibi katý ve sert deðildir ki kabil-i sükna olmasýn ve su gibi mâyi de deðildir ki, ziraat ve istifadeye kabil olmasýn. Belki orta bir vaziyette yapýlmýþtýr ki, hem mesken, hem mezraa olsun. Bu iki faidenin taht-ý temine alýnmasý, elbette ve elbette bir maksad, bir hikmet ve bir nizam ile olabilir.

 

وَالسَّمَاءَ بِنَاءً : Semanýn insanlara bir sakf, bir dam gibi yapýlmasý, yýldýzlarýn o damda asýlý kandiller gibi olmalarýný istilzam eder ki, teþbih tamam olsun. Öyle ise gayr-i mütenahî þu boþlukta daðýnýk bir þekilde yýldýzlarýn bulunmasý, akýllarý hayretde býrakan nizam ve intizamlý vaziyetleri, kör tesadüfe isnad edilemez.

 

 

 

sh: » (Ý: 101)

 

S: Ýnsan, Arza nisbeten bir zerredir; Arz da, kâinata nazaran bir zerredir; ve keza insanýn bir ferdi, nev'ine nisbeten bir zerredir; nev'i de, sair ortaklarý bulunan enva' içinde bir zerre gibidir. Ve keza aklýn düþünebildiði gayeler, faideler hikmet-i ezeliye ve ilm-i Ýlahîdeki faidelere nisbeten bir zerreden daha aþaðýdýr. Binaenaleyh böyle bir âlemin insanýn istifadesi için yaratýlmýþ olduðu akla giremez?

 

C: Evet zâhire bakýlýrsa insan bir zerre hükmündedir. Fakat insanýn taþýdýðý ruha, kafasýna taktýðý akla, kalbinde beslediði istidadlara nazaran bu âlem-i þehadet dardýr, istiab edemez. Ancak o ruhun arzularýný ve o aklýn fikirlerini ve o istidadlarýn meyillerini tatmin ve temin edecek, âlem-i âhirettir. Ve keza istifade hususunda müzahame, mümanaa ve tecezzi yoktur; bir küllînin cüz'iyatýna nisbeti gibidir. Nasýlki bir küllî bütün cüz'iyatýnda mevcud olduðu halde, ne o küllîde tecezzi ve inkýsam olur ve ne de cüz'iyatýnda müzahame ve müdafaa olur. Küre-i Arz'dan da binlerce müstefid olsa, ne aralarýnda bir müzahame olur ve ne Küre-i Arz'da bir noksaniyet peyda olur. Yalnýz insanýn indallah kerameti olduðu için, âlem-i þehadetin yaratýlýþýnda insan, ille-i gaiye menzilesinde gösterilmiþtir. Ve insanýn hatýrý için, bütün envâa bir umumî ziyafet verilmiþtir. Bu ise, bütün âlemin faideleri insana münhasýr olup baþkalara hiçbir faidesi yoktur demek deðildir.

 

وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ

 

Ýnzalin Cenab-ý Hakk'a olan isnadýndan anlaþýlýyor ki, yaðmurun katreleri baþýboþ deðildir; ancak bir hikmet altýnda ve bir nizam-ý kasdî ile inerler. Çünki o mesafe-i baîdeden gelmek ile beraber; rüzgâr ve hava da müsademelerine yardýmcý olduðu halde, katrelerin aralarýnda müsademe olmuyor. Öyle ise o katreler baþýboþ olmayýp, gemleri, onlarý temsil eden meleklerin elindedir.

 

مِنَ السَّمَاءِ : Sema kelimesinin zikri geçtiðine nazaran, makam zamirin yeri olduðu halde ism-i zahir ile zikredilmesi, yaðmurlarýn sema cirminden deðil sema cihetinden geldiðine iþarettir. Çünkü, sebkat eden sema kelimesinden maksad, cirm deðil cihettir.

 

مَاءً : Semadan gelen karlar, dolular, sular olduðu halde yalnýz sularýn zikredilmesi, en büyük istifadeyi temin eden, su olduðuna iþarettir. مَاءً kelimesinde tenkiri ifade eden tenvin ise, yaðmur suyunun acib bir

 

 

 

sh: » (Ý: 102)

 

su olup, nizamý garib, imtizacat-ý kimyeviyesi size meçhul olduðuna iþarettir.

 

فَاَخْرَجَ deki (ف ), müddet ve mühlet olmaksýzýn tâkibini ifade eder. Buna binaen semeratýn ihracý, yaðmurun inzali akabinde bir müddet ara vermeden husule gelmesi lâzýmdýr. Halbuki ihrac ile inzal arasýnda hayli bir zaman vardýr. Öyle ise اَخْرَجَ , اَنْزَلَ ye atf deðildir. Ancak, inzali takib eden fiillerin silsilesi ortadan kaldýrýlarak, o fiillerin neticesi hükmünde olan اَخْرَجَ , اَنْزَلَ ye atfedilmiþtir. Takdir-i kelâm þöyle olsa gerektir:

 

وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاهْتَزَّتِ اْلاَرْضُ وَ رَبَتْ وَ اَخْضَرَتْ وَ اَنْبَتَتْ فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ

 

Bu itibarla inzali takib eden اِهْتَزَّتْ fiilidir. (ف) nin de asýl mevkii, اِهْتَزَّتْ dir.

 

بِهِ deki (ب) harfi, sebebiyet ile karýþýk ilsak mânasýnadýr. Yani: Su, semeratýn husulüne sebeb olduðu gibi, semerata mülsak, karýþýk, yapýþýk olduðundan da, semeratýn taravet ve tazeliðini muhafazaya vesiledir.

 

مِنَ الثَّمَرَاتِ deki مِنْ , beyan ile karýþýk ibtidayý ifade eder. Bu itibarla اَخْرَجَ ye mef'ul olamaz, ancak sâmi'in fehmine göre tayin edilen mef'ulü mukadderdir. مِنَ الثَّمَرَاتِ ise, o mef'ule beyandýr. Takdir-i kelâm فَاَخْرَجَ بِهِ اَنْوَاعًا مِنَ الثَّمَرَاتِ þeklindedir.

 

Nekre olarak رِزْقًا nýn zikredilmesi, bu rýzkýn nereden ve ne ile husule

 

 

 

sh: » (Ý: 103)

 

geldiði size meçhûl olduðuna iþarettir.

 

لَكُمْ deki (ل), ecliyet ve sebebiyet içindir. Yani: Siz rýzkýn gelmesine sebebsiniz amma, istifadesi size mahsus ve münhasýr deðildir ve baþkalar da tebean istifadeye þeriktirler. Ve keza Cenab-ý Hak, sizlere nimetlerini tahsis ettiði gibi, sizin de þükrünüzü ona tahsis etmeniz lâzým geldiðine iþarettir.

 

فَلاَ تَجْعَلُوا لِلَّهِ اَنْدَادًا : Baþta bulunan( ف), geçen dört fýkraya bakýyor. Yani: O'dur Mabud, þerik yapmayýnýz. O'dur Kadir-i Mutlak, þerikini i'tikad etmeyiniz. O'dur Mün'im, þükründe þerik yapmayýnýz. O'dur Hâlýk, baþka bir hâlýk tahayyül etmeyiniz.

 

تَجْعَلُوا : Bu tabirin تَعْتَقِدُوا tâbirine tercihi, onlarýn Allah'a isnad ettikleri þeriklerin ve misillerin aslý ve hakikatý olmadýðý için o uydurma þeriklerin itikad edilecek þeyler olmadýðýna.. ancak uydurma, ca'lî þeyler olduklarýna iþarettir.

 

لِلّهِ : Lafza-i celalin اَنْدَادًا üzerine takdimi, Allah'ýn daima hâzýr olduðunu düþünmek lüzumuna; ve nehyin menþei, þerikin Allah için yapýlýþý olduðuna iþarettir.

 

اَنْدَادًا : Endad, "Nidd"in cem'idir. "Nidd" ise, "misil" mânasýnadýr. Halbuki, Cenab-ý Hakk'a yapýlan misil, onun zýddý olur. Bir þey hem zýd, hem misil olamaz ve birþeyin zýddý, ona misil olamaz. Öyle ise mislin bulunmasý, mislin muhaliyetini istilzam eder. "Endad"ýn sîga-i cem' ile zikri, müþriklerin cehaletine iþarettir. Yani: "Hiçbir cihetten bir benzeri olmayan Cenab-ý Hakk'a nasýl bir sürü misil ve zýd yapýyorsunuz?" Ve keza bütün enva'-i þirkin reddine iþarettir. Yani: "Ne zâtýnda ve ne sýfâtýnda ve ne ef'alinde þeriki, þebihi yoktur." Ve keza vesenî, sabiî, ehl-i teslis, ehl-i tabiat gibi fýrak-ý dallenin tevehhüm ettikleri þeriklerin tabakalarýna iþarettir.

 

Ýhtar: Vesenî Mezhebinin menþei; yýldýzlarý ilâh itikad etmek, hulûlü tahayyül etmek, cismiyeti tevehhüm etmek gibi gülünç þeylerdir.

 

 

 

sh: » (Ý: 104)

 

وَ اَنْتُمْ تَعْلَمُونَ : Bu cümle ile âyetlerin sonunda zikredilen emsali cümleler, Ýslâmiyetin menþei ilim, esasý akýl olduðuna iþaret eder. Binaenaleyh Ýslâmiyetin hakikatý kabul ve safsatalý evhamý reddetmek, þânýndandýr.

 

تَعْلَمُونَ ye bir mef'ulün terki, çok mef'ullerin takdirine sebeb olmuþtur. Demek îcaz ve ihtisarý yapmakla itnab ve uzatmaktan kaçar iken, daha ziyade itnaba, tatvile sebeb olmuþtur. Yani: Allah'tan baþka mabudunuz olmadýðýný, hâlýkýnýzýn bulunmadýðýný, baþka bir kadir-i mutlak olmadýðýný ve mün'iminizin bulunmadýðýný bilirsiniz. Keza bilirsiniz ki, onlarýn uydurduklarý âlihe ve esnam, bir þeye kadir olmayýp, onlar da mahluk ve mec'ul þeylerdir.

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...