Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

EMÝRDAÐ LÂHÝKASI - II

 

 

 

 

 

ÝSTÝZAH

 

 

 

 

 

Bu Ýkinci Emirdað Lâhikasý Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin 1948-1949 senelerinde Afyon Hapishanesinde, yirmi ay mevkuf kaldýðý zamanda ve oradan tahliye edilip, tekrar Emirdaðýnda ikamet ettiði müddet zarfýnda ve 1951 de Eskiþehir'de iki ay kalýp oradan da «Gençlik Rehberi» mahkemesi münasebetiylye iki defa Ýstanbul'a gelerek, üçer ay Ýstanbul'da bulunduðu 1952-1953 tarihlerinde ve daha sonra tekrar Emirdaðýna avdet edip burada ve Isparta'da kaldýðý son zamanlarda Üstad Hazretlerinin Mahkemelere ve resmiî makamlara yazdýðý yazýlarla, talebelerine ve onlarýn Üstada yazdýðý mektublardan ibarettir.

 

 

 

Nâþir

 

 

 

 

 

Sh:»(Em: 307)

 

-219-

 

 

 

ÝFADEMÝN KISACIK BÝR TETÝMMESÝ

 

Afyon mahkemesine beyan ediyorum ki:

 

Nazarýnýza ve kanun adaletine takdim edilen ifademde bulunan; on vecihle kanunsuz menzilimi basmak, beni sorguya çekmek ve tevkif etmek; üç büyük mahkemelerin hürmetlerini kýrmak ve haysiyet ve adaletlerine iliþmektir, belki istihfaf etmektir.

 

Çünki, üç mahkeme ve üç ehl-i vukufun, iki sene, yirmi senelik kitablarýmý ve mektublarýmý inceden inceye tedkikinden sonra; ittifakla hem bize berâet verildi, hem kitablarýmýz ve mektublarýmýz iade edildi. Ve berâetden sonra üç sene, fevkalâde bir inziva ve þiddetli bir tarassut altýnda haftada yalnýz zararsýz bir mektub bâzý dostlarýma yazardým. Dünya ile alâkam kesilmiþ gibi idi ki, serbestiyet verildiði halde memleketime gitmedim. Sonra ayný mes'elede o üç mahkemenin âdilâne hükümlerini hiçe saymak gibi mes'eleyi tazelendirmek, onlarýn þerefini kýrýyor. Benim hakkýnda adâlet eden o mahkemelerin haysiyetini muhafaza için mahkemenizden rica ederim. O ayný mes'ele olan "Risâle-i Nur" ve "cemiyetçilik" ve "tarikatçýlýk" ve "ihlâl-i emniyet ve âsâyiþi bozmak" ihtimâlinden baþka bir sebeb, bir mes'ele bulunuz, beni onunla muhaza ediniz. Benim kusurlarým çoktur. Ben de size mes'uliyetime dair yardým edeceðime karar verdim. Çünki hapsin haricinde hapisten çok ziyade azab çektim. Þimdi benim için medar-ý rahat; ya kabir, ya hapistir. Hakikaten hayattan usandým. Bu yirmi sene haps-i münferiddeki tâzib ve iþkenceli tarassutlar, ihânelter artýk yeter. Sonra gayretullaha dokunur. Bu vatana yazýk olur. Sizlere hatýrlatýyorum. Bizim en metin melce' ve siperimiz:

 

حَسْبُنَااللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِلُ*حَسْبِيَ اللَّهُ لآاِلَهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ اْلعَرْشِ اْلعَظِيمِ dýr.

 

***

 

 

 

Sh:»(Em: 308)

 

-220-

 

 

 

AFYON HÜKغMET VE MAHKEMESÝNE VE ZÂBITASINA DAHA BÝRKAÇ NOT MÂRغZÂTIM VAR

 

 

 

Birincisi: Ekser Enbiyânýn þarkta ve Asya'da zuhurlarý ve aðleb-i hükemânýn garbta ve Avrupa'da gelmeleri, kader-i ezeliyenin bir iþaretidir ki; Asya'da din hâkimdir. Felsefe ikinci derecededir. Bu remz-i kadere binâen, Asya'da hüküm süren dindar olmazsa da din lehine çalýþanlara iliþmemeleri, belki teþvik etmelidir.

 

Ýkincisi: Kur'ân-ý Hakîm bu zemin kafasýnýn aklý ve kuvve-i müfekkiresidir. Eðer el-iyâzübillâh, Kur'an küre-i arz baþýndan çýk,a arz divane olacak, akýldan boþ kalan kafasýný bir seyyareye çarpmasý, bir kýyâmet arþý ferþ ile baðlamýþ bir zincir, bir hablullahdýr. Câzibe-i umumiyeden ziyâde, zemini muhâfaza ediyor. Ýþte bu Kur'ân-ý Azîmüþþân'ýn hakikî ve kuvvetli bir tefsîri olan Risâle-i Nur; bu asýrda bu vatanda bu millete, yirmi seneden beri te'sirîni göstermiþ büyük bir ni'met-i Ýlahiyye ve sönmez bir mu'cize-i Kur'aniyedir.Hükûmet ona iliþmek ve talebelerini ondan ürkütüp vazgeçirmek deðil, belki himâye etmek ve okunmasýna teþvik etmek gerektir.

 

Üçüncüsü: Ehl-i îmandan bütün gelenler, mâziye gidenlere maðfiret duâlariyle ve hasenatlarýný onlarýn ruhlarýna baðýþlamalarýyla yardýmlarýna binâen Denizli Mahkemesinde demiþtim:

 

Mahkeme-i kübrâda, milyarlar ehl-i îmandan dâvacýlar Kur'an hakikatlarýna hizmet eden Nur Talebelerin, mahkûm ve periþan etmek isteyenlerden ve sözlerden sorulsa ki: "Serbestiyet kanunuyla dinsizlerin, komünistlerin neþriyatlarýna ve anarþiliði yetiþtiren cemiyetlerine müsamahakârâne bakýp iliþmediðiniz halde, vataný ve milleti anarþistlikten ve dinsizlik ve ahlâksýzlýktan ve vatandaþlarýný ölümün îdam-ý ebedîsinden kurtarmaða çalýþan Risâle-i Nur ve Talebelerini, hapisler ve tazyiklerle periþan etmek istediðiniz!" diye sizlerden sorulsa ne cevap vereceksiniz? Biz de, sizlerden soruyoruz! Onlara demiþtim. O zaman o insaflý, adâletli zâtlar bizi berâet ettirdiler, adliyenin adâletini gösterdiler.

 

Dördüncüsü: Ben bekliyordum ki: Ya Ankara veya Afyon beni

 

 

 

Sh:»(Em: 309)

 

sorguda, -pek büyük mes'eleler için, Nurlarýn o mes'elelere hizmetini cihetinde - bir meþveret dairesine alýp bir suâl - cevap beklerdim. Evet, üçyüz elli milyon müslümanlarýn eski kardeþliðini ve muhabbetini ve hüsn-ü zannýný ve mânevî yardýmlarýný bu memleketteki millete kazandýracak çâreleri bulmak ki, en kuvvetli çâre ve vesile Risâle-i Nur olduðuna bir emâresi þudur:

 

Bu sene Mekke-i Mükkereme'de gayet büyük bir âlim hem Hind lisanýna, hem Arab lisanýna Nur'un büyük mecmualarýný tercüme edip Hindistan'a ve Arabistan'a göndererek "En kuvvetli nokta-i istinâdýmýz olan vahdet ve uhuvvet-i Ýslamiyeyi te'mine çalýþtýðý gibi, Türk milletinin daima dinde ve îmanda ileri olduðunu Nur Risâleleri gösteriyor" demiþler.

 

Hem beklerdim ki; "vatanýmýzda anarþiliðine inkýlâb eden komünist tehlikesine karþý Nurlarýn hizmeti ne derecededir ve bu mübârek vatan ve dehþetli selden nasýl muhafaza edilecek?" gibi dað misillû mes'elelerin sorulmasýnýn lüzumu varken, sinek kanadý kadar ehemmiyetli olmayan ve hiç bir medar-ý mes'uliyet olmayan cüz'î ve þahsî garazkârlarýn iftiralariyle habbe, kubbeler yapýlmýþ mes'eleler için bu aðýr þerait altýnda hiç ömrümde çekmediðim bir periþaniyetime sebebiyet verildi. Bize üç mahkemenin sorduðu ve berâet verdiði ayný mes'elelerden ve âdi ve þahsî bir - iki mes'ele için,« meselâ bindiði at kimindir » gibi mânasýz suâller edildi.

 

Beþincisi: Risâle-i Nur'la mübâreze edilmez, o maðlûb olmaz. Yirmi senedoir en muannid feylesoflarý susturuyor. Ýman hakikatlarýný güneþ gibi gösteriyor. Bu memlekette hükmeden, onun kuvvetinden istifade etmek gerektir.

 

Altýncýsý: Benim ehemmiyetsiz þahsýmýn kusurlarýyla beni çürütmek ve ihânetlerle nazar-ý âmmeden düþürmek; Risâle-i Nur'a zarar vermez, belki bir cihette kuvvet verir. Çünki; benim fâni bir dilime bedel Risâle-i Nur'un yüzbin nüshalarýnýn bâki dilleri susmaz, konuþur. Ve hâlis talebeleri, binler kuvvetli lisanlar ile o kudsî ve küllî vazife-i Nuriyeyi þimdiye kadar olduðu gibi, inþâallah kýyâmete kadar devam ettirecekler.

 

Yedincisi: Sâbýk mahkemelerde dâva ettiðim ve hüccetlerini gösterdiðimiz gibi; bizim gizli düþmanlarýmýzý ve hükûmeti iðfal ve bir kýsým erkânýný evhamlandýran ve adliyeleri aleyhimize sevk eden resmî ve gayr-i resmî muârýzlarýmýz, ya gayet fena bir surette aldanmýþ veya aldatýlmýþ veya anarþilik hesabýna gayet gaddar bir ihtilâlcidir veya Ýslâmiyete ve hakikat-ý Kur'an'a karþý

 

Sh:»(Em: 310)

 

mürtedâne mücadele eden bir dessas zýndýkdýr ki; bize hücum etmek için istibdad-ý mutlaka cumhuriyet namýný vermekle, irtidâd-ý mutlaký rejim altýna keyfî-i küfrîye kanun namýný vermekle; hem bizi periþan, hem hükûmeti iðfal, hem adliyeyi bizimle mânasýz meþgul eylediler. Onlarý Kahhâr-ý Zülcelâl'in kahrýna havâle edip, kendimizi onlarýn þerrinden muhafaza için حَسْبُنَااللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِلُ ka'lasýna iltica ederiz.

 

Sekizincisi: Geçen sene Ruslar, çoklukla hacýlarý hacca gönderip, onlar ile propaganda yapýp ki, Ruslar baþka milletlerden ziyâde Kur'an'a hürmetkâr diye, âlem-i Ýslâm'ý din noktasýnda bu vatandaki dindar millet aleyhine çevirmeðe çalýþtýðý ayný zamanda Risâle-i Nur'un büyük mecmualarý hem Mekke-i Mükkereme'de, hem Medine-i Münevvere'de, hem Þam-ý Þerif'te, hem Mýsýr'da hem Haleb'de âlemlerin takdirleri altýnda kýsmen intiþarlariyle, o komünist propagandasýný kýrdýðý gibi, âlem-i Ýslâma gösterdi ki; Türk milleti ve kardeþleri eskisi gibi dinine ve Kur'an'ýna sâhiptir ve sâir ehl-i Ýslam'ýn dindar büyük bir kardeþi ve Kur'an hizmetinde kahraman kumandanýdýr diye o ehemmiyetli, kudsî merkezlerde o Nur mecmualarý bu hakikatý gösterdiler. Acaba Nur'un bu kýymetdar hizmet-i milliyesi bu tarz iþkencelerle mukabele görse, zemini hiddete getirmez mi?

 

 

 

***

 

-221-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Hapis musibetine düþenlere merhametkârâne, sadâkatle, hariçten gelen erzaklarýna nezâret ve yardým edenlere kuvvetli bir teselliyi Üç Nokta'da beyân edeceðim:

 

Birinci Nokta: Hapiste geçen ömür günleri, herbir gün on gün kadar ibâdet kazandýrabilir ve fâni saatleri, meyveleri cihetiyle mânen bâkî saatlere çevirebilir ve beþ-on sene ceza, milyonlar sene haps-i ebedîden kurtulmaða vesile olabilir. Ýþte ehl-i îman için bu pek büyük ve çok kýymetdar kazancým þartý: Farz namazýný kýlmak ve hapse sebebiyet veren günahlardan tevbe etmek ve sabýr içinde þükretmektir. Zaten hapis çok günahlara mânidir meydan vermiyor.

 

Ýkinci Nokta: Zevâl-i lezzet elem olduðu gibi, zevâl-i elem dahi lezzettir. Evet herkes geçmiþ lezzetli, safalý günlerini düþünse,

 

 

 

Sh:»(Em: 311)

 

teessüf ve tahassür elem-i mânevîsini hissedip "Eyvah!" der ve geçmiþ musibeti, elemli günlerini tahattur etse, zevalinden bir manevi lezzet hisseder ki; "Elhamdülillâh þükür, o belâ sevabýný býraktý gitti" der, ferahla teneffüs eder. Demek bir saat muvakkat elem, zevâliyle ruhta bir mânevî lezzet býrakýr ve lezzetli saat, bilâkis elem býrakýr. Mâdem hakikat budur ve mâdem geçmiþ musibet saatleri elemleriyle beraber mâdum ve yok olmuþ ve gelecek belâ günleri þimdi mâdum ve yoktur. Ve yoktan elem yok ve mâdumdan elem gelmez. Meselâ birkaç gün evvel aç ve susuz olmasýndan, bir-iki gün sonra aç ve susuz olmak ihtimâlinden, bugün onlar niyetiyle mütemadiyen ekmek yese ve su içse ne derece divaneliktir. Aynen öyle de; geçmiþ vce gelecek elemli saatleri - ki hiç ve mâdum ve yok olmuþlar - þimdi onlarý düþünüp sabýrsýzlýk göstermek ve kusurlu nefsini býrakýp Allah'tan þekva etmek gibi "oof! o!" demek, divâneliktir. Eðer saða sola, yâni geçmiþ ve geleceðe karþý sabýr kuvvetini daðýtmazsa ve hazýr saate ve o güne karþý tutsa, tam kâfi gelir, sýkýntý ondan bire iner. Hattâ þekva olmasýn, ben bu üçüncü Medrese-i Yusufiye'de bir kaç gün zarfýnda hiç ömrümde görmediðim maddî ve mânevî sýkýntýlý, hastalýklý musibetimde hususan Nur'un hizmetinden mahrumiyetimden gelen me'yusiyet ve kalbî ve ruhî sýkýntýlar beni ezdiði sýrada, inâyet-i Ýlâhiyye ve mezkûr hakikati gösterdi. Ben de sýkýntýlý hastalýðýmdan, hapsimden râzý oldum. Çünki, benim gibi kabir kapýsýnda bir biçâreye gafletle geçebilir bir saati, on saat ibadet saatleri yapmak büyük bir kârdýr diye þükreyledim.

 

Üçüncü Nokta: Þefkatkârane hizmetiyle yardým etmek ve muhtaç olduklarý rýzýklarýný ellerine vermek mânvî yaralarýný tesellilerle merhem sürmek, az bir amel ile büyük bir kazanç var. Ve dýþarýdan gelen yemeklerini onlara vermek, ayný yemek kadar o gardiyan ve gardiyan ile beraber dahilde ve hariçte bîçâre mahpuslara çalýþanlara bir sadaka hükmünde defter-i hasenatýna yazýlýr. Hususan musibetzede, ihtiyar veya hasta veya fakir veya garib olsa, o sadaka-i mâneviyenin sevabýný çok ziyâdeleþtirir. Ýþte bu kýymetli kazancýn þartý, farz namýzýný kýlmaktýr. Tâ ki o hizmeti Lillâh için olsun. Hem bir þartý da, sadâkat ve þefkat ve sevinçle ve minnet etmemek tarzda yardýmlarýna koþmaktýr.

 

***

 

Sh:»(Em: 312)

 

-222-

 

DENÝZLÝ MÜDAFAATIMDA ÝSBATI VE ÝZAHI BULUNAN

 

BÝR MES'ELENÝN KISACIK BÝR HULÂSASIDIR.

 

 

 

Bir dehþetli þahýs, dehâ ve zekâvetiyle ordunun müsbet hasenelerini kendine alýp ve kendinin menfî seyyielerini orduya vererek efrad adedince haseneleri, gazilikleri bire indirdiði, ve o tek seyyiesini ordu efradýna isnad etmekle onlarýn adedince seyyieler hükmüne getirdiðinden dehþetli bir zulüm ve hilâf-i hakikat olmasýndan, kýrk sene evvel beyân ettiðim bir Hadîsin o þahsa vurduðu tokata binâen bana hücum eden müdde-i umumîye dedim ki:

 

"Gerçi, Hadîslerin ihbariyle bir adamý kýrýyorum, fakat ordunun þerefini muhafaza ve büyük hatâlardan vikaye ederim. Sen ise, bir tek dostum için Kur'an'ýn bayraktarý ve âlem-i Ýslâmýn kahraman kumandaný olan ordunun þerefini kýrýyorsun, haseneleri hiçe indiriyorsun!"

 

***

 

-223-

 

GENÇLÝK REHBERÝ'NÝN KÜÇÜK BÝR HÂÞÝYESÝ

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Risâle-i Nur'daki hakikî teselliye mahpuslar çok muhtaçtýrlar. Hususan gençlik darbesini yeyip taze ve þirin ömrünü hapiste geçirenlerin, Nurlara ekmek kadar ihtiyaçlarý var. Evet, gençlik damarý akýldan ziyâde hissiyâtý dinler. His ve heves ise kördür, âkýbeti görmez. Bir dirhem hazýr lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder; bir dakika intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemlerini çeker ve bir saat sefâhet keyfiyle - bir nâmus mes'elesinde - binler gün hem hapsin, hem düþmanýnýn endiþesinden sýkýntýlarla ömrünün saadeti mahvolur. Bunlara kýyâsen bîçâre gençlerin çok vartalarý var ki; en tatlý hayatýný, en acý ve acýnacak bir hayata çeviriyorlar. Ve bilhassa þimalde koca bir devlet, gençlik hevesâtýný elde ederek bu asrý fýrtýnalariyle sarsýyor. Çünki âkibeti görmeyen kör hissiyatla hareket eden gençlere, ehl-i namusun güzel kýzlarýný ve karýlarýný ibâhe eder, belki hamamlarýnda erkek - kadýn beraber çýplak olarak girmelerine izin vermeleri cihetinde, bu fuhþiyatý teþvik eder. Hem, serseri ve fakir olan

 

Sh:»(Em: 313)

 

 

 

lara zenginlerin mallarýný helâl eder ki, bütün beþer bu musibete karþý titriyor.

 

Ýþte bu asýrda Ýslâm ve Türk gençleri kahramanâne davranýp iki cihetten hücum eden bu tehlikeye karþý Risâle-i Nur'un Meyve ve Gençlik Rehberi gibi keskin kýlýnçlariyle mukabele etmeleri elzemdir. Yoksa o bîçâre genç, hem dünya istikbâlini ve mes'ud hayâtýný, hem âhiretteki saadetini ve hayat-ý bâkýyesini azaplara, elemlere çevirip mahveder ve su-i istimâl ve sefâhetle hastahânelere ve hissiyat taþkýnlýklariyle hapishanelere düþer. Eyvanlar, eseflerle ihtiyarlýðýnda çok aðlayacak. Eðer terbiye-i Kur'aniye ve Nur'un hakikatlariyle kendini muhafaza eylese, tam bir kahraman genç ve mükemmmel bir insan ve mes'ud bir müslüman ve sâir zîhayatlara, hayvanlara bir nevi sultan olur.

 

Evet, bir genç hapiste yermidört saat, her günkü ömründen tek bir saatini beþ farz namazýný sarfetse ve ekser günahlardan hapis mâni olduðu gibi, o musibete sebebiyet veren hatâdan dahi tevbe edip sâir zararlý elemli günahlardan çekilse; hem hayatýna, hem istikbâline, hem vatanýna, hem milletine, hem akrabasýna büyük fâidesi olmasý gibi, o on - onbeþ senelik fâni gençlikle ebedî, parlak, bâkî bir gençliði kazanacaðýný, baþta Kur'an-ý Mu'ciz_ül-Beyan, bütün kütüb ve suhuf-u semaviye kat'î haber verip, müjde ediyor. Evet, o þirin güzel gençlik ni'metine istikametle tâatle þükretse; hem ziyâdeleþir, hem bâkileþir, hem lezzetlenir. Yoksa hem belâlý olur, hem elemli, gamlý, kâburlu olur, gider. Hem akrabasýna, hem vatanýna, hem milletine muzýr bir serseri hükmüne geçirmeðe sebebiyet verir. Eðer mahpus, zulmen mahkûm olmuþ ise, farz namazýný kýlmak þartiyle herbir saati, bir gün ibâdet hükmünde olduðu gibi, o hapis onun hakkýnda bir çilehâne-i uzlet olup, eski zamanda maðaralara girerek ibâdet eden münzevî sâlihlerden sayýlabilirler. Eðer fakir veya ihtiyar veya hasta ve îman hakikatlarýný müþtak ise, farzýný yapmak ve tevbe etmek þartiyle her bir saatleri dahi yirmiþer saat ibâdet olup, hapis ona bir istirahathâne ve merhametkârane ona bakan dostlar için, bir muhabbethâne, bir terbiyehâne, bir dershâne hükmüne geçer. O hapisde durmakla, haricindeki müþevveþ, her tarafta günahlarýn hücumlarýna mâruz serbestiyetten, daha ziyâde hoþlanabilir; hapisten tam terbiye alýr, çýktýðý zaman bir kâtil, bir müntakim olarak deðil; belki tevbekâr, tecrübeli, terbiyeli, millete menfaatli bir adam çýkar Hattâ Denizli hapsindeki zâtlarýn az bir zamanda, Nurlardan fevkalâde hüsn-ü ahlâk dersini alanlarýn gören bâzý alâkadar zâtlar demiþler ki: "Terbiye için onbeþ sene hapse atmaktansa, onbeþ hafta Risâle-i Nur dersini alsalar, daha ziyade onlarý ýslah eder."

 

 

 

Sh:»(Em: 314)

 

 

 

Mâdem ölüm ölmüyor ve ecel gizlidir, her vakit gelebilir ve mâdem kabir kapanmýyor, kafile kafile arkasýndan gelenler oraya girip kayboluyorlar ve mâdem bu hayat-ý dünyeviye gayet süratle gidiyor ve mâdem ölüm ehl-i îman hakkýnda îdam-ý ebedîden terhis tezkeresine çevrildiðini hakikat-ý Kur'aniye ile Risâle-i Nur güneþ gibi göstermiþ ve ehl-i dalâlet ve sefahet hakkýnda göz ile göründüðü gibi bir îdam-ý ebedîdir, bütün mahbubatýndan ve mevcudattan bir firak-ý lâyezâlidir. Elbette ve elbette hiçbir þüphe kalmaz ki, en bahtiyar odur ki: Sabýr içinde þükredip hapis müddetinden tam istifade ederek, Nurlar dersini alarak, istikamet dâiresinde îmanýna ve Kur'an'a hizmete çalýþýr.

 

Ey zevk ve lezzete mübtelâ insan! Ben myetmiþ yaþýmda binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdislerle aynelyakîn bildim ki: Hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet, yalnýz îmandadýr ve îman hakikatlarý dâiresinde bulunur. Yoksa dünyevî lezzette çok elemler var. bir üzüm tanesi yedirir, on tokat vurur, hayatýn lezzetini kaçýrýr.

 

Ey hapis musibetine düþen bîçâreler! Madem dünyanýz aðlýyor ve tatlý hayatýnýz acýlaþtý; çalýþýnýz, âhiretiniz dahi aðlamasýn ve hayat-ý bâkiyeniz gülsün, tatlýlaþsýn. Hapisten istifâde ediniz. Nasýl bâzan aðýr þerâit altýnda düþman karþýsýnda bir saat nöbet, bir sene ibâdet hükmüne geçebilir; öyle de sizin aðýr þerâit altýnda her bir saat ibâdet zahmeti, çok saatler olup, o zahmetleri rahmetlere çevirir.

 

***

 

-224-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Sizi tâziye deðil, belki tebrik ediyorum. Mâdem kader-i Ýlâhî bizi bu üçüncü medrese-i Yusufiye'ye bir hikmet için sevketti ve bir kýsým rýzkýmýzý bize burada yedirecek ve rýzkýmýz bizi buraya çaðýrdý ve mâdem þimdiye kadar kat'î tecrübelerle عَسَيَ اَنْ تَكْرَهُوَاشَيْءًاوَهُوَخَيْرٌ لَكُمْ sýrrýna inâyet-i Ýlâhiyye bizi mazhar etmiþ ve mâdem medrese-i Yusufiye'deki yeni kardeþlerimiz, herkesden ziyade Nur kâidelerine ve sâir kudsî kanunlarýna ihtiyaçlarý var ve mâdem Nur nüshalarý pek kesretle hariçteki vazifenizi görüyorlar ve fütuhatlarý tevakkuf etmiyor ve mâdem burada her bir fâni saat, bâkî ibadet saatleri hükmüne

 

Sh:»(Em: 315)

 

geçer, elbette biz bu hâdiseden - mezkûr noktalar için - kemâl-i sabýr ve metanet içinde mesrurane þükür etmemiz lâzýmdýr. Denizli hapsinde teselli için yazdýðýmýz bütün o küçük mektuplarý size de aynen tekrar ederim. Ýnþâallah o hakikatlý fýkralar sizi de müteselli ederler.

 

***

 

-225-

 

 

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Hadsiz þükür ederim ki; Risâle-i Nur'un hakikî sâhibleri olan müftüler, vâizler, imamlar, hocalardan mânevî kahramanlar meydana çýktýlar. Þimdiye kadar Nur'un fedakârlarý; gençler, mektepliler, muallimler idi. Bin bârekâllah Edhem, Ýbrahimler, Ali Osmanlar ehl-i medresenin yüzlerini ak ettiler, çekingenliklerini cesarete çevirdiler.

 

Sâniyen: Hâlisane faaliyetlerden ve heyecanlarýndan neþ'et eden bu hâdiseden teessüf etmesinler. Çünki, Denizli hapsi; netice itibariyle, ihtiyatsýz hareket edenleri tebrik ettirdi. Zahmet pek az, fâide-i mâneviye pek çok oldu. Ýnþâallah bu üçüncüsü medrese-i Yusufiye, ikinciden geri kalmayacak.

 

Sâlisen: Meþakkat derecesinde sevâbýn ziyâdeleþmesi cihetinde, bu þiddetli hâle þükretmeliyiz. Vazifemiz olan hizmet-i îmaniyeyi ihlâsla yapmaða çalýþmalý; vazife-i Ýlâhiyye olan muvaffakýyet ve hayýrlý neticeleri vermek cihetine karýþmamalýyýz.

 

خَيْرُ اْلاُمُورِاَحْمَزُهَا deyip bu çilehânedeki sýkýntýlara sabýr içinde þükretmeliyiz. Amelimizin makbuliyetine bir alâmet ve kudsî mücahedemizin imtihanýnda tam bir þehadetname almamýza bir emâredir bilmeliyiz.

 

***

 

-226-

 

BAÞTA MÜDÜR OLARAK HAPSÝN HEY'ET-Ý ÝDARESÝNE SURETEN EHEMMÝYETSÝZ,FAKAT BENCE ÇOK EHEMMÝYETLÝ BÝR MÂRغZÂTIM VAR.

 

 

 

Yirmiiki sene tecrid-i mutlak içinde geçen hayatým ve yetmiþbeþ yaþýnda vücudumun aþýlara tahammülü yoktur. Hattâ çok zaman evvel beni aþýladýlar, yirmi sene onun eseri olarak cerahat yapýyordu. Müzmin bir zehir hükmüne geçti. Emirdaðý'ýnda iki

 

Sh:»(Em: 316)

 

doktor ve arkadaþlarým bunu biliyorlar. Hem dört sene evvel, Denizli'de beni de umum mahkûmlar içinde aþýladýlar. Hiçbirisine zarar olmadýðý halde, beni yirmi gün hasta eyledi. Hýfz-ý Ýlâhî ile, benim için tehlikeli olan hastahaneye gitmeye mecbur edilmedim. Kat'iyyen vücudum aþýya gelmez. Hem mazeretim kuvvetlidir; hem yetmiþbeþ yaþýnda gayet zaif olduðumdan on yaþýnda bir çocuða edilen aþýya ancak tahammül ederim. Hem mâdem dâima tecrid-i mutlak içindeyim, benim baþkalarla temasým yok; hem bir ay evvel iki doktoru vâli Emirdaðý'na gönderdi, beni tam muayene ettiler, hiçbir sârî hastalýk bulunmadýðý, yalnýz gayet zâfiyetten ve tecrid ve ihtiyarlýktan ve sinir ve kulunç hastalýðýndan baþka birþey bulamadýlar. Elbette bu hal, beni kanunca aþýlamaða mecbur etmez.

 

Hem büyük bir ricam var, beni hastahaneye sevketmeyiniz. Bütün hayatýmda, hususan bu yirmiiki sene tecrid-i mutlak ömrümde tahammül edemediðim bir vaziyete, yâni tanýmadýðým hasta-bakýcýlarýn hükmü altýna itmeyiniz. Gerçi bu sýralarda kabre girmeyi hoþ görmeðe baþlamýþtým. Fakat insaniyetlerini gördüðüm bu hapsin hey'et-i idaresinin hatýrlarý ve mahpuslarýn tesellileri için þimdilik hapsi kabre tercih ettim.

 

***

 

-227-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Benim þahsýma edilen eziyet ihanetlerden müteessir olmayýnýz. Çünki Risâle-i Nur'da bir kusur bulamýyorlar onun bedeline benim ehemmiyetsiz ve çok kusurlu þahsýmla uðraþýyorlar. Ben bundan memnunum. Risâle-i Nur'un selâmetine ve þerefine binler þahsî elemler, belâlar, tahkirler görsem; yine müftehirâne þükretmek, Nur'dan aldýðým dersin muktezâsýdýr ve onun için bana bu cihette acýmayýnýz.

 

Sâniyen: Pek geniþ ve þiddetli ve merhametsiz bu taarruz ve hücum, þimdilik yirmiden bire indi. Binler haslar yerinde birkaç zât ve yüzbinler alâkadarlar bedeline mahdud birkaç yeni kardeþleri topladýlar. Demek inâyet-i Ýlâhiyye ile pek hafif bir sûrete çevrilmiþ.

 

Sâlisen: Ýnâyet-i Rabbâniye ile iki sene aleyhimizde plân çeviren sâbýk vâli def'oldu ve aleyhimizde pek ziyade evhamlandýrýlan dahiliye vekilinin, hemþehriliði ve nesilce cedleri ziyade dindarlýk cihetiyle bu dehþetli hücumu pek çok hafifleþtirdiðine kuvvetli bir

 

 

 

 

 

Sh:»(Em: 317)

 

ihtimal var. Onun için me'yus olmayýnýz ve telâþ etmeyiniz.

 

Râbian: Pek çok tecrübelerle ve hâdislerle kat'î kanaat verecek bir tarzda, Risâle-i Nur'un aðlamasiyle ya zemin titrer veya hava aðlar. Gözümüzle çok gördüðümüz ve kýsmen mahkemede dahi isbat ettiðimiz gibi; tahminimce, bu kýþ emsâlsiz bir tarzda yaz gibi -bidâyette - gülmesi, Risâle-i Nur'un perde altýnda teksir makinesiyle gülmesine ve intiþarýna tevâfuku ve her tarafta taharri ve müsadere endiþesiyle tevakkufla aðlamasýsna, birdenbire kýþ dehþetli hiddeti ve aðlamasýyle tetâbuku, kuvvetli bir emâredir ki, hakikat-ý Kur'âniye'nin bu asýrda parlak bir mu'cize-i kübrasýdýr, zemin ve kâinat onun ile alâkadar...

 

Said Nursî

 

****

 

-228-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bugün birden hâtýra geldi ki; mes'ele-i Nuriye münâsebetiyle bu medreseye kader-i Ýlâhî ve kýsmetin sevkiyle gelenleri tâziye yerine tebrik eyle. Çünki ekseriyetin her biri yirmi-otuz sene, belki yüz sene, belki bin mâsum kardeþlerimize bedel gelip onlarý bir derece zahmetten kurtarýyor.. Hem Nur'la îmana hizmetiniz devam etmekle beraber, her biri az zamanda çok hizmet etmiþ.....bâzýlarý on senede yüz senelik iþ görmüþ gibidir. Hem bu yeni medrese-i Yusufiye'nin imtihanýnda bulunup onun geniþ ve küllî kýymetdar neticelerine bilfiil hissedar olmak için bu zahmetli mücahedeye giriyorlar. Ve kolayca görmelerine müþtak olduklarý hâlis, sâdýk kardeþlerini görüp tatlý bir ders alýp veriyorlar. Hem mâdem dünyanýn istirahat zamanlarý devam etmiyor, boþuboþuna gidiyor; elbette böyle az zahmetle çok kâr kazananlar tebrike lâyýktýrlar.

 

Kardeþlerim, bu geniþ hücum, Risâle-i Nur'un fütuhatýna karþýdýr. Fakat anladýlar ki; Nurlara iliþtikçe daha ziyade parlar, ders dâiresi geniþlenip ehemmiyet kesbeder ve maðlûb olmaz.

 

Yalnýz سِرًّاتَنَوَّرَتْ perdesi altýna girer. Onun için plâný deðiþtirdiler, zâhiren Nurlara iliþmiyorlar. Biz mâdem inâyet altýndayýz, elbette kemâl-i sabýr içinde þükretmeliyiz.

 

***

 

-229-

 

Sh:»(Em: 318)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Garib ve lâtif iki hâlimi beyan etmek lâzým geldi.

 

Birincisi: Benim tecrid-i mutlakta, sizin gibi canýmdan ziyâde sevdiðim kardeþlerimle serbest görüþemediðimde, bir inâyet-i Ýlâhiyye ve bir maslahat bulunduðu kalbine ihtar edildi. Çünkielli lirayý sarfedip, görüþmek için Emirdaðý'na gelerek elli dakika, bâzý on dakika, bâzý hiç görüþmeden giden çok âhiret kardeþlerimiz, birer bahane ile kendilerini bu medrese-i Yusufiye'ye atacaklardý. Benim dar vaktim ve inzivadan gelen hâlet-i ruhiyem býraksa, o fedakâr dostlara, tam sohbet etmeðe hizmet-i Nuriye müsaade etmezdi.

 

Ýkincisi: Bir zaman meþhur bir allâmeyi, harbin müteaddid cephesinde cihada gidenler görmüþler, ona demiþler.... O da demiþ: "Bana sevab kazanýrmak ve derslerimden ehl-i îmana istifade ettirmek için, benim þeklimde bâzý evliyalar benim yerimde iþler görmüþler." Aynen bunun gibi, Denizli'de camilerde beni gördükleri, hattâresmen ihbar edilmiþ ve müdür ve gardiyana aksetmiþ. Bâzýlarý telâþ ederek, "Kim ona hapishane kapýsýný açýyor?" demiþler. Hem burada dahi aynen öyle oluyor. Halbuki benim çok kusurlu, ehemmiyetsiz þahsiyetimle, pek cüz'î bir hârika isnadýna bedel, Risâle-i Nur'un hârikalarýný isbat edip gösteren "Sikke-i Gaybî mecmuasý" yüz derece, belki bin derece ziyâde Nurlara îtimad kazandýrýr ve makbuliyetine imza basar. Hususan Nur'un kahraman talebeleri, hakikaten hârika halleri ve kalemleriyle imza basýyorlar.

 

Said Nursî

 

***

 

-230-

 

 

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Beni merak etmeyiniz, ben sizinle beraber bir binada bulunduðumdan bahtiyarým, memnun ve mesrurum.

 

Þimdi vazifemiz. Bir müdafaa nüshasý Isparta'ya gitsin. Mümkin ise, hem yeni hurufla, hem makine ile eski huruf yirmi

 

 

 

Sh:»(Em: 319)

 

nüsha çýksýn. Hattâ oranýn müdde-i umumuna gösterilsin. Hem bir nüsha avukatýmýza bizzat verilsin ve ayrý bir nüsha da müdüre verip, tâ onu da dâva vekilimize o versin. Hem Ankara makamatýna yeni harfle beraber eski harfle, Denizli'de olduðu gibi, gönderilecek. Mümkin ise, beþ nüsha makamata hazýrlansýn.Çünki müsadere edilen Nurlar, eski harfle o makamata, hususan Diyanet Riyâseti hey'etine gönderilmiþ, sonra buraya gelmiþ. Hem vekilimiz Ahmed Bey'e haber veriniz ki, müdafaayý makine ile yazdýðý vakit sýhhatine pek çok dikkat etsin. Çünki, ifadelerim baþkasýna benzemiyor. Bir harfin ve bâzan bir noktanýn yanlýsiyle bir mes'ele deðiþir, mâna bozulur. Hem buraya gelen iki makine, size müsaade verilmezse geri gitsinler. Hem telâþ edip sýkýlmayýnýz, me'yus olmayýnýz, اِنَّ مَعَ اْلعُسْرِ يُسْرًا sýrriyle, inâyet-i Ýlâhiyye inþâallah çabuk imdadýmýza yetiþir.

 

***

 

-231-

 

 

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Risâle-i Nur benim bedelime sizlerle görüþür, derse müþtak yeni kardeþlerimize güzelce ders verir. Nurlarla ya okumak veya okutmak veya yazmak suretindeki meþguliyet; tecrübelerle kalbe ferah, ruha rahat, rýzka bereket, vücuda sýhhat veriyor. Þimdi Husrev gibi Nur kahramaný size ihsân edildi. Ýnþâallah bu medrese-i Yusufiye dahi, Medreset-üz-Zehra'nýn bir mübârek dershanesi olacak. Ben þimdiye kadar Husrev-i ehl-i dünyaya göstermiyordum, gizlerdim. Fakat neþredilen mecmualar, onu ehl-i siyasete tamamiyle gösterdi, gizli birþey kalmadý. Onun için ben onun iki-üç hizmetini has kardeþlerime izhar ettim. Hem ben, hem o, daha gizlemek deðil, lüzum ise ayný hakikat beyan edilecek. Fakat þimdilik karþýmýzda hakikatý dinleyecekler için, dehþetli ve tezâhür etmiþ iki muannid; hem zýndýk, hem komünist hesabýna - biri Emirdað'ýnda mâlûm olmuþ, biri de burada - gayet dessasane, aleyhimizde iftiralarla me'murlarý ürkütmeðe çalýþýyorlar. Onun için biz þimdilik çok ihtiyat edip telâþ etmemek ve inâyet-i Ýlâhiyye'nin imdadýmýza gelmesini tevekkül ile beklemek lazýmdýr.

 

***

 

-232-

 

Sh:»(Em: 320)

 

Ey Hapis Arkadaþlarým ve Din Kardeþlerim!

 

Size, hem dünya azabýndan, hem âhiret azabýndan kurtaracak bir hakikatý beyan etmek kalbime ihtar edildi. O da þudur:

 

Meselâ, birisi birisinin kardeþini veya akrabasýný öldürmüþ. Bir dakika o hiddet yüzünden milyonlar dakika hem kalbî sýkýntý, hem hapis azabýný çeker. Ve maktulün akrabasý dahi intikam endeþesiyle ve karþýsýnda düþmanýný düþünmesiyle hayatýnýn lezzetini ve ömrünün zevkini kaçýrýr. Hem korku, hem hiddet azabýný çekiyor. Bunun tek bir çaresi var: O da Kur'ân'ýn emrettiði ve hak ve hakikat ve maslahat ve insaniyet ve Ýslâmiyet iktiza ve teþvik ettikleri olan barýþmak ve musalâha etmektir. Evet hakikat ve maslahat sulhdur. Çünki; ecel birdir, deðiþmez. O maktül; her halde ecel geldiðinden, daha dünyada kalmayacaktý. O katil ise, o kaza-yý Ýlâhiyye'ye vasýta olmuþ. Eðer barýþmak olmazsa, iki taraf da dâima korku ve intikam azabýný çekerler. Onun içindir ki; "Üç günden fazla bir mü'min diðer bir mü'mine küsmemek" Ýslâmiyet emrediyor. Eðer o katil bir adavetten ve bir kinli garazdan gelmemiþse ve bir münafýk o fitneye vesile olmuþ ise, çabuk barýþmak elzemdir. Yoksa o cüz'î musibet büyük olur, devam eder. Eðer barýþsalar ve öldüren tevbe etse ve maktüle her vakit dua etse, o halde her iki taraf çok kazanýrlar ve kardeþ gibi olurlar. Bir gitmiþ kardeþe bedel, birkaç dindar kardeþleri kazanýr. Kaza ve kader-i Ýlâhiyye'ye teslim olup düþmanýný afveder. Ve bilhassa mâdem Risâle-i Nur dersini dinlemiþler, elbette mabeynlerinde bulunan bütün küsmekleri býrakmaða, hem maslahat ve istirahat-ý þahsiye ve umumiye iktiza ediyorlar. Nasýl ki, Denizli hapsinde birbirine düþman bütün mahpuslar, Nur'lar dersiyle birbirine kardeþ oldular ve bizim beraetimize bir sebeb olup, hattâ dinsizlere, serseriler de o mahpuslar hakkýnda Mâþâallah, Bârekâllah dedirttiler, o mahpuslar tam teneffüs ettiler. Ben burada gördüm ki, bir tek adamýn yüzünden yüz adam sýkýntý çekip beraber teneffüse çýkmýyorlar. Onlara zulmolur. Merd, vicdanlý bir mü'min, küçük ve çüz'î bir hatâ veya menfaatle yüzer zararý ehl-i imana vermez. Eðer hata etse, verse; çabuk tevbe etmek lâzýmdýr.

 

***

 

-233-

 

 

 

Sh:»(Em: 321)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Ben hem Risâle-i Nur'u, hem sizleri, hem kendimi, Husrev ve Hýfzý ve Bartýnlý Seyyid'in kýymettar müjdeleriyle hem tebrik, hem tebþir ediyorum. Evet bu sene Hacca gidenler, Mekke-i Mükerreme'de Nur'un kuvvetli mecmualarýný büyük âlimlerin hem Arapça, hem Hindçe tercüme ve neþre çalýþmalarý gibi; Medine-i Münevvvere'de dahi o derece makbul olmuþ ki; Ravza-i Mutahhara'nýn Makber-i Saadet'i üstüne konulmuþ. Hacý Seyyid, kendi göziyle Asâ-yý Mûsa mecmuasýný Kabr-i Peygamberi (A.S.M.) üzerinde görmüþ. Demek makbul-ü Nebevî olmuþ ve rýza-yý Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm dâiresine girmiþ. Hem niyet ettiðimiz ve buradan giden hacýlara dediðimiz gibi, Nurlar bizim bedelimize o mübârek makamlarý ziyaret etmiþler. Hadsiz þükür olsun, Nur'un kahramanlarý bu mecmualarý tashihli olarak neþretmeleriyle, pek çok faidelerinden birisi de; beni tashih vazifesinden ve merakýndan kurtardýðý gibi, kalemle yazýlan sâir nüshalara tam bir me'haz olmak cihetinde yüzer tashihçi hükmüne geçtiler. Cenâb-ý Erhamürrâhimîn o mecmualarýn her bir harfine mukabil onlarýn defter-i hasenatlarýna bin hasene yazdýrsýn. Âmin âmin, âmin.

 

***

 

-234-

 

 

 

MÜJDELÝ VE TÂBÝRÝ ÇIKMIÞ LÂTÝF BÝR RÜYA

 

 

 

Bir hizmet meden Ali geldi, dedi: "Ben rü'yada gördüm ki, sen Husrev'le beraber Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn elini öptün". Birden bir mektub aldým ki, Husrev'in hattiyle yazýlan Asâ-yý Mûsa mecmuasýný Kabr-i Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm üzerinde hacýlar görmüþler. Demek benim bedelime Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn mânevî elini, Husrev kaleminin vasýtasiyle öpmüþ ve rýza-yý Nebeviye'ye mazhar olmuþ.

 

***

 

 

 

Sh:»(Em: 322)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

-235-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim ve Hapis Arkadaþlarým!

 

Evvelâ: Sureten görüþemediðimizden merak etmeyiniz. Bizler mânen her zaman görüþüyoruz. Benim ehemmiyetsiz þahsýma bedel, Nurdan elinize geçen hangi risâleyi okusanýz veya dinleseniz benim âdi þahsým yerine Kur'ân'ýn bir hâdimi haysiyetiyle beni o risâle içerisinde görüp sohbet edersiniz. Zaten ben de sizinle bütün dualarýmda ve yazýlarýnýzda ve alâkanýzda hayalimde görüþüyorum ve bir dâirede beraber bulunmamýzdan her vakit görüþüyoruz gibidir.

 

Sâniyen: Bu yeni medrese-i Yusufiye'deki Risâle-i Nur'un yeni talebelerine deriz: Kuvvetli hüccetlerle hattâ ehl-i vukufu da teslime mecbur eden iþârat-ý Kur'âniye ile "Nur'un sâdýk þâkirdleri îman ile kabre girecekler. Hem þirket-i mâneviye-i Nuriye'nin feyziyle her bir þâkird derecesine göre umum kardeþlerinin mânevî kazançlarýna ve dualarýna hissedar olur. Güya âdeta binler dil ile istiðfar eder, ibâdet eder." Bu iki faide ve netice, bu acib zamanda bütün zahmetleri, sýkýntýlarý hiçe indirir; pek çok ucuz olarak o iki kýymetdar kârlarý sâdýk müþterilerine verir.

 

Said Nursî

 

 

 

***

 

-236-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

(Afyon müdafaanamesinin hem bize, hem bu Nurlara, hem bu memlekete, hem âlem-i Ýslâm'a alâkadar ehemmiyetli hakikatlarý var.)

 

Her halde bunu yeni hurufla beþ-on nüsha çýkarmak lâzýmdýr, tâ Ankara makamatýna gönderilsin. Bizi tahliye ve tecziye etseler de hiç ehemmiyeti yok. Þimdi vazifemiz; o müdafaatdaki hakikatlarý hem hükûmete , hem adliyelere, hem millete bildirmektir. Belki de kader-i Ýlâhî bizi bu dershaneye sevketmesinin bir hikmeti de budur. Mümkin olduðu kadar çabuk makine ile çýksýn. Bizi bugün tahliye etseler, biz yine onu bu makamata vermeðe mecburuz. Sizi aldatýp te'hir edilmesin, artýk yeter! Ayný mes'ele için onbeþ senede üç def'a bu eþedd-i zulüm ve bahaneler ve emsâlsiz

 

Sh:»(Em: 323)

 

iþkencelere karþý son müdafaamýz olsun. Mâdem kanunen kendimizi müdafaa etmek için sâbýk mahkemelerde makineyi bize vermiþler, burada o hakkýmýzý bizden hiçbir kanunla men'edemezler. Eðer resmen çare bulmadýnýz ise, hariçten bizim avukat herþeyden evvel bunun - makine ile - beþ nüshasýný çýkarsýn, hem sýhhatýna çok dikkat edilsin.

 

Said Nursî

 

***

 

-237-

 

Aziz, Yeni Kardeþlerim ve Eski Mahpuslar!

 

Benim kat'î kanaatým gelmiþ ki, buraya girmemizin inâyet-i Ýlâhiye cihetinde bir ehemmiyetli sebebi sizsiniz. Y3ani sizi, Nurlar tesellileriyle ve îmanýn hakikatleriyle sizi bu hapis musibetinin sýkýntýlarýndan ve dünyevî çok zararlarýndan ve boþu-boþuna gam ve hüzün ile giden hayatýnýzý faidesizlikten bâd-i heva zâyi olmasýndan ve dünyanýzýn aðlamasý gibi, âhiretinizi aðlamaktan kurtarýp, tam bir teselli size vermektir. Mâdem hakikat budur, elbette siz dahi Denizli mahpuslarý ve Nur Talebeleri gibi birbiriniuze karþý kardeþ olmanýz lâzýmdýr. Görüyorsunuz ki, bir býçak içinize girmemek ve birbirinize tecavüz etmemek için, dýþardan gelen bütün eþyanýz ve yemek ve ekmeðinizi ve çorbanýzý karýþtýrýyorlar. Size sadakatle hizmet eden gardiyanlar çok zahmet çekiyorlar. Hem siz beraber teneffüse çýkmýyorsunuz, güya canavar ve vahþî gibi birbirinize saldýracaksýnýz. Ýþte þimdi sizin gibi fýtrî kahramanlýk damarýný taþýyan yeni arkadaþlar, bu zamanda mânevî büyük bir kahramanlýk ile hey'et-i idareye deyiniz ki: "Deðil elimize býçak, belki mavzer ve rovelver verilse, hem emir de verilse; biz bu bîçâre ve bizim gibi musibetzede arkadaþlarýmýza dokunmayacaðýz. Eskide yüz düþmanlýk ve adavetimiz dahi olsa da, onlarý helâl edip hatýrlarýný kýrmamaða çalýþacaðýmýza Kur'an'ýn ve îmanýn ve uhuvvet-i Ýslâmiyenin ve maslahatýmýzýn emriyle ve irþadiyle karar verdik." diyerek bu hapsi bir mübârek dershaneye çeviriniz.

 

***

 

-238-

 

Sh:»(Em: 324)

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Ehl-i dünya bir siyasette ve bir san'atta ve bir vazifede, ya bir hayat-ý içtimaiyeye ait bir hizmette ve hususî bir nevi ticarette bulunan her bir tâifenin bir nevi kongrede toplanmasý ve müzakeresi gibi; îman-ý hakikî hizmet-i kudsiyesinde bulunan Nur Talebeleri dahi kader-i Ýlâhiyye'nin emriyle ve inâyet-i Rabbaniye'nin tensibi ve sevkiyle bu medrese-i Yusufiye kongresine gelmesinde inþâallah pek çok kýymetdar mânevî faide ve ehemmiyetli neticeler ihsân edilecek ve Nur'un erkânlarý her biri bir elif gibi tek baþýna bir yerde bir kýymeti varsa, bir elif üç elifle omuz omuza gelip hâlen görüþse binyüzonbir olmasý gibi, bu içtimada kýymeti ve inþ3aallah kudsî hizmeti ve sevabý bin olur... o elif elfün olur.

 

***

 

-239-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bugün benim pencerelerimi mýhlamalarýnýn sebebi, mahpuslarla mürafaa ve selâmlaþmamaktýr. Zâhirde baþka bahane gösterdiler. Hiç merak etmeyiniz. Bilâkis benim ehemmiyetsiz þahsým ile meþgul olup Nurlara ve talebelerine çok sýkýntý vermediklerinden, beni cidden ve kalben onlarýn þahsî ihânetler ve iþkencelerle tâzib etmeleri, Nurlara iliþmemeleri cihetinde memnunum ve sabýr içinde þükrederim, merak etmiyorum. Siz dahi hiç müteessir olmayýnýz. Gizli düþmanlarýmýz me'murlarýn nazar-ý dikkatini þahsýma çevirmesinden, Nurlarýn ve talebelerinin selâmet ve maslahatlarý noktasýnda bir inâyet ve bir hayýr var diye kanaatým var. Bâzý kardeþlerimiz hiddet edip dokunaklý konuþmasýnlar, hem ihtiyatla hareket etsinler ve telâþ etmesinler, hem herkese bu mes'eleden bahis açmasýnlar. Çünki; safdil kardeþlerimiz ve ihtiyata daha alýþmayan yeni kardeþlerimizin sözlerinden mâna çýkaran casuslar bulunur. Habbeyi kubbe yapar, ihbar edebilir. Þimdi vaziyetimiz þaka kaldýrmýyor. Bununla beraber hiç endiþe etmeyiniz. Biz inâyet-i Ýlâhiyye altýndayýz ve bütün meþakkatlara karþý kemâl-i sabýrla belki þükür ile mukabele etmeðe azmetmiþiz. Bir dirhem zahmet, bir batman rahmet ve sevabý netice verdiðinden þükür etmeðe mükellefiz.

 

Said Nursî

 

***

 

-240-

 

 

 

Sh:»(Em: 325)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Ýki ehemmiyetli sebep ve bir kuvvetli ihtara binaen ben bütün vazife-i müdafaatý buraya gelen ve gelecek Nur erkânlarýna býrakmaða kalben mecbur oldum. Hususan (H,R,T,F,S) (*)

 

Birinci Sebep: Ben hem sorgu dairesinde, hem çok emârelerden kat'i bildim ki, bana karþý ellerinden geldiði kadar müþkilât yapmaða ve fikren onlara galebe etmemden kaçmaða çalýþýyorlar ve resmen de onlara iþ'ar var. Güya ben, konuþsam, mahkemeleri ilzam edecek derecede ve diplomatlarý susturacak bir iktidar-ý ilmî ve siyasî göstereceðim diye benim konuþmama bahanelerle mâni oluyorlar. Hattâ sorguda bir suale karþý dedim: "Tahattur edemiyorum." O hâkim taaccüb ve hayretle dedi: "Senin gibi fevkalâde acib zekâvet ve ilim sâhibi nasýl unutur?" Onlar Risâle-i Nur'un hârika yüksekliklerini ve ilmî tahkikatýný benim fikrimden zannedip dehþet almýþlar. Beni konuþturmak istemiyorlar. Hem güya benim ile kim görüþse birden Nur'un fedakâr bir talebesi olur. Onun için beni görüþtürmüyorlar. Hattâ diyanet reisi dahi demiþ "Kim O'nunla görüþse, O'na kapýlýr.... cazibesi kuvvetlidir."

 

Demek þimdi iþimi de sizlere býrakmaða maslahatýmýz iktiza ediyor. Ve yanýnýzdaki yeni ve eski müdafaatlarým benim bedelime sizin meþveretinize iþtirâk eder, o kâfidir.

 

Ýkinci Sebep: Baþka vakte býrakýldý. Amma ihtar-ý mânevînin kýsa bir iþareti þudur: Bana yirmibeþ sene siyaseti ve gazeteleri ve sâir çok fâni þeyleri terkettiren ve onlarla meþguliyeti men'eden gayet kuvvetli bir vazife-i uhreviye ve te'sirli bir hâlet-i ruhiye benim bu mes'elenin teferruatiyle iþtgal etmeme kat'iyen mâni oluyorlar. Sizler, bâzan ara-sýra iki dâva vekilinizle meþveretle benim vazifemi dahi görürsünüz.

 

***

 

-241-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim !

 

Þimdi namazda bir hâtýra kalbe geldi ki; kardeþlerin ziyade hüsn-ü zanlarýna binaen, senden maddî ve mânevî ders ve

 

_____________

 

(*) Hüsrev, Re'fet, Tahir, Feyzi, Sabri

 

 

 

Sh:»(Em: 326)

 

yardým ve himmet bekliyorlar. Sen nasýl dünya iþlerinde haslarý tevkil ettin, erkânlarýn meþveretlerine býraktýn ve isabet ettin. Aynen öyle de; uhrevî ve Kur'ânî ve îmânî ve ilmî iþlerinde dahi Risâle-i Nur'u ve þâkirdlerinin þahs-ý mânevîlerini tevkil ile o hâlis, muhlis haslarýn þahs-ý mânevîleri senden çok mükemmel o vazifeni kendi vazifeleriyle beraber yaparlar. Hem dâima da þimdiye kadar yapýyorlar. Meselâ, seninle görüþen muvakkat bir dirhem ders ve nasihat alsa, Risâle-i Nur'dan, bir cüz'ünden yüz dirhem ders alabilir. Hem senin yerinde ondan nasihat alýr, sohbet eder. Hem Nur þâkirdlerinin haslarý, bu vazifeni her vakit yapýyorlar. Ve inþâallah pek yüksek bir makamda bulunan ve duasý makbul olan onlarýn þahs-ý mânevîleri, dâimi beraberlerinde bir üstad ve yardýmcýdýr diye ruhuma hem teselli, hem müjde, hem istirahat verdi.

 

***

 

-242-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu iki gün zarfýnda iki küçük patlak, zâhirî hiçbir sebep yokken acib, mânidar bir tarzda olmasý tesadüfe benzemiyor.

 

Birincisi: Koðuþumda muhkem demirden olan soba birden kuvvetli tabanca gibi ses verip aþaðýsýndaki kalýn ve metin demiri bomba gibi patladý, iki parça oldu. Terzi Hamdi korktu, bizi hayret içinde býraktý. Halbuki çok def'a kýþta taþkömürü ile kýzgýn kýrmýzýlaþtýðý halde tahammül ediyordu.

 

Ýkincisi: Ýkinci gün Feyzilerin koðuþunda hiç bir sebep yokken birden su destisi üstünde duran bardak acib surette parça parça oldu. Hatýra geliyor ki; inþâallah bize zarar dokunmadan, aleyhimizdeki dehþetli bombalar Ankara'nýn altý makamatýna gönderilen müdâfaat nüshalarý patlattýrdýlar, bize zarar vermeden aleyhimize ateþlenen ve kýzýþan hiddet sobasý iki parça oldu. Hem ihtimal var ki; mübarek soba, benim teessüratýmý ve tazarruatýmý dinliyen tek ve menfaatli arkadaþým bana haber veriyor ki: "Bu zindan ve hapishaneden gideceksin, bana ihtiyaç kalmadý..."

 

***

 

-243-

 

 

 

Sh:»(Em: 327)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bugün mânevî bir ihtar ile sizin hesabýnýza bir telâþ, bir hüzün bana geldi. Çabuk çýkmak istiyen ve derd-i maiþet için endiþe eden kardeþlerimizin hakikaten beni müteellim ve mahzun ettiði ayný dakikada bir mübarek hâtýra ile bir hakikat ve bir müjde kalbe geldi ki: Beþ günden sonra çok mübarek ve çok sevaplý ibadet aylarý olan þuhûr-u selâse gelecekler. Her hasenenin sevabý baþka vakitte on ise, Recep-i Þerif'te yüzden geçer, Þaban-ý Muazzam'da üçyüzden ziyade ve Ramazan-ý Mübârekte bine çýkar ve cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadir'de otuzbine çýkar. Bu pek çok uhrevî faideleri kazandýran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarý ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meþheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i îmana te'min eden þuhur-u selâseyi böyle bire on kâr veren medrese-i Yusufiye'de geçirmek, elbette büyük bir kârdýr. Ne kadar zahmet çekilse ayn-ý rahmettir. Ýbadet cihetinde böyle olduðu gibi, "Nur hizmeti" dahi nisbeten - kemiyet deðilse de keyfiyet itibariyle - bire beþtir. Çünki bu misâfirhanede mütemadiyen giren ve çýkanlar, Nur'un derslerinin intiþarýna bir vasýtadýr. Bâzen bir adamýn ihlâsý, yirmi adam kadar faide verir. Hem Nur'un, sýrr-ý ihlâsý; siyasetkârane kahramanlýk damarýný taþýyan, Nur'un tesellilerine pek çok muhtaç bulunan mahpus bîçâreler içinde intiþarý için bir parça zahmet ve sýkýntý olsa da, ehemmiyeti yok. Derd-i maiþet ciheti ise. Zaten bu üç ay âhiret pazarý olmasýndan her biriniz çok þâkirdlerin bedeline, hattâ bâzýnýz bin adamýn yerinde buraya girdiðinden, elbette sizin haricî iþlerinize yardýmlarý olur diye tamamiyle ferahlandým ve bayrama kadar burada bulunmak büyük bir ni'mettir bildim.

 

Said Nursî

 

***

 

-244-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Receb-i þerîf'inizi ve yarýnki "Leyle-i Regaib" inizi ruhu canýmýzla tebrik ederiz.

 

Sâniyen: Me'yus olmayýnýz, hem merak ve telâþ etmeyiniz,

 

 

 

Sh:»(Em: 328)

 

inâyet-i Rabbaniye inþâallah imdadýmýza yetiþir. Bu üç aydan beri aleyhimizde ihzar edilen bomba patladý. Benim sobam ve Feyzilerin su bardýðý ve Husrev'in iki su bardaklarýnýn verdikleri haber doðru çýktý. Fakat dehþetli deðil, hafif oldu. Ýnþaallah o ateþ tamamen sönecek. Bütün hücumlarý, þahsýmý çürütmek ve Nur'un fütuhatýna bulantý vermektir. Emirdaðý'ndaki mâlûm münafýktan daha muzýr ve gizli zýndýklarýn elinde âlet bir adem ve bid'atkâr bir yarým hoca ile beraber, bütün kuvvetleriyle bize vurmaya çalýþtýklarý darbe, yirmiden bire inmiþ. Ýnþâallah o bir dahi, bizi mecruh ve yaralý etmeyecek ve düþündükleri ve kasdettikleri bizi birbirinden ve Nur'lardan kaçýrmak plânlarý dahi akîm kalacak. Bu mübarek aylarýn hürmetine ve pek çok sevab kazandýrmalarýna îtimaden sabýr ve tahammül içinde þükür ve tevekkül etmek ve مَنْ اَمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ اْلكَدَرِ

 

 

 

düsturuna teslim olmak elzemdir, vazifemizdir.

 

Said Nursî

 

 

 

***

 

-245-

 

 

 

ANKARA'NIN ALTI MAKAMATINA VE AFYON AÐIR

 

CEZA MAHKEMESÝNE VERÝLEN MÜDÂFAANIN

 

ÝTÝRAZNAME TETÝMMESÝ VE LÂHÝKASIDIR.

 

 

 

Afyon mahkemesine beyan ediyorum ki:

 

Artýr yeter! Sabýr ve tahammülüm kalmadý. Yirmi iki sene sebebsiz bir nefy içinde dâimî tarassutlarla, tecrid-i mutlak ve haps-i münferid tarzýnda beni sýkmakla beraber, altý mahkeme, bir tek mes'eleden baþka Risâle-i Nur'un yüz kitabýnda medar-ý mes'uliyet bulamadýðý hâlde, evham yüzünden ve imkânâtý vukuat yerinde istimal etmek cihetiyle kanunsuz bizi üç def'a hapse sokup yüz bin lira Nur þâkirdlerine zarar vermek dünyada emsâli hiç vuku bulmamýþ bir gadirdir ki, istikbal ve nesl-i âti, bunun pek þiddekli olarak zâlim müsebbiblerini lânetle yâdedecekleri gibi; Mahkeme-i Kübra'da, Cehennemin esfel-i safilînine atmakla o zâlimleri mahkûm edeceklerine kat'î kanaatýmýzla, þimdiye kadar bir derece teselli bulup sükût ederek, tahammül ediyorduk. Yoksa hakkýmýzý tam müsadafaa edebilirdik.

 

Ýþte on beþ sene zarfýnda, altý mahkeme, yirmi sene Nur Risâlelerini ve mektublarýmýzý tedkik edip, beþi her cihetle bize be

 

 

 

Sh:»(Em: 329)

 

raet vermek mânâsýyle iliþmediler. Yalnýz Eskiþehir mahkemesi, tek bir mes'ele olan tesettür-ü nisa hakkýnda bir küçük risâlenin beþ on kelimesini bahâne ederek lâstikli bir kanunla hafif bir ceza verdiði zaman, mahkeme-i temyizden sonra lâyiha-yý tashihimde, kanunsuzluðun yalnýz tek bir nümunesi olarak resmen Ankara'ya yazdým ki:

 

"Bin üç yüz elli senede üç yüz elli milyonun kudsî bir düsturiyle dâimî ve kuvvetli bir âdet-i Ýslâmiyeyi ders veren ve emreden tesettür âyetini, medeniyetin tenkidine karþý müdafaa için, üçyüz elli bin tefsirin icmaýna ve hükümlerine ittiba ederek o âyeti tefsir edip bin üçyüz elli senede geçen ecdadýmýzýn mesleðine iktida eden bir adama o tefsiri için verilen ceza ve mahkûmiyeti, dünyada adâlet varsa, elbette o hükmü nakzedecek ve bu acip lekeyi bu hükümet-i Ýslâmiye'deki adliyeden silecek" diye lâyiha-yý tashihde yazdým, oranýn müdde-i umumisine gösterdim, ondan dehþet aldý, dedi: "Aman buna lüzum kalmadý, cezanýz az. Hem mpek az kaldý, bunu vermeðe lüzum kalmadý."

 

Ýþte bu nümûne gibi, size ve Ankara makamatýna takdim edilen itirazname ve müdafaanamemde böyle acib çok nümûneleri elbette anlamýþsýnýz. Ben Afyon mahkemesinden taleb ve ümid ederim ki, bu milletin ve bu vatanýn menfaatine bir ordu kadar hizmeti ve bereketi bulunan Risâle-i Nur'un tam serbestiyetine karar vermenizi hakikat-ý adâlet namýna sizden bekliyoruz. Yoksa, münâsebetimle hapse giren beþ on adam arkadaþýmýn gitmesiyle beraber size haber veriyorum ki, beni en büyük cezaya çarpacak bir suç iþleyip bu çeþit hayattan veda edeceðime mecbur eden bir fikir kalbime gelmiþ.

 

Þöyleki: Hükûmet beni tam himâye ve bana yardým etmek milletin maslahatýna ve vatanýn menfaatine çok lüzumu varken, beni sýkmasý ima eder ki, kýrk senedenberi benim ile mücadele eden gizli zýndýkma komitesiyle þimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kýsmý, ehemmiyetli birer resmî makam elde ederek karþýma çýkýyorlar... Hükûmet ise ya bilmiyor veya müsaade ediyor diye çok emâreler bana endiþe veriyor..

 

Reis Bey! Müsaadenizle çok hayret ettiðim birþeyi soracaðým. Neden hiç siyasete karýþmadýðým hâlde, ehl-i siyaset beni bütün hukuk-u medeniyeden ve hukuk-u hürriyetten belki hukuk-u hayattan iskat ediyorlar? Hattâ, yüz cinayeti bulunan gibi, beni üç buçuk ay tecrid-i mutlak içinde hayatýma suikasd edenler; onbir def'a zehirliyen gizli düþmanlarýmýn þerrinden beni muhafazaya çalýþan çok dikkatli kardeþlerimin ve sadýk hizmetçilerimin de

 

 

 

Sh:»(Em: 330)

 

benim ile temaslarýný yasak etmiþler; ve ihtiyarlýk ve gurbet ve hastalýk içinde, yalnýzlýðýmdan dâimî unsiyet ettiðim mübarek ve zararsýz kitablarýmýn mütâlâsýndan dahi beni mahrum etmiþler!?

 

Müddet-i umuma çok rica ettim ki, bana bir kitabýmý ver. Vâdettiði hâlde, vermedi. Yalnýz olarak büyük, kilitli, soðuk bir koðuþta meþgalesiz durmaða mecbur edip alâkadar me'murlarý ve hademeleri bana karþý dostluk ve teselli vermek yerinde âdeta adâvetkârâne bakmaða teþvik ediyorlar. Bir küçük nümunesi þudur: Müdüre, müddet-i umuma, mahkeme reisine bir istida yazdým. Bir kardeþime gönderdim, ta bilmediðim yeni hurufla yazsýn ve yazýldý, onlara verildi. Güya büyük bir suç iþlemiþim diye benim pencerelerimi mýhladýlar. Ve duman beni sýkýyordu, bir pencereyi býrakmadým ki mýhlansýn. Þimdi onu da mýhladýlar. Hem hapis usulü tecrid on beþ gün kadar olduðu hâlde, beni üç buçuk ay tecrid-i mutlakda hiçbir arkadaþýmla temas ettirmediler. Hem üç aydanberi benim aleyhimde kýrk sahifelik bir iddianame yazýlýp bana gösterildi. Yeni hurufu bilmediðimden, hem rahatsýz ve hattým çok noksan olmasýndan çok rica ettim ki, "Bana bir iddianameyi okuyacak ve dilimi bilen talebelerimden benim itiraznamemi yazacak bir adama izin veriniz" dedim; izin vermediler. Dediler, "Avukat gelsin, okusun." Sonra onu da býrakmadýlar. Yalnýz bir kardeþe dediler ki: "Eski hurufa çevir, ona ver." Halbuki, o kýrk sahifeyi yazmak aldý yedi günde ancak olur. Bir saatte bana okumak iþini, altý yedi güne kadar uzatmak, ta benimle kimse temas etmesin fikri ise, pek dehþetli bir istibdat ile benim bütün hukuk-u müdafaamý iskat etmektir. Dünyada, yüz cinayeti bulunan ve asýlacak bir adam daha böyle muamele göremez. Ben hakikaten ve emsâlsiz iþkencenin hiçbir sebebini bilmediðimden çok azab çekiyorum. Ben haber aldým ki, mahkeme reisi vicdanlý ve merhametlidir. Bu kanaate binâen, ilk ve son bir tecrübe olarak makamýnýza bu istirhamnâme ve þekvâyý yazdým.

 

Tecrid-i mutlakda hasta ve periþan

 

Said Nursî

 

 

 

***

 

-246-

 

ÝDDÝANAMEDE BENÝM HAKKINDA DÖRT ESAS VAR.

 

Birinci Esas: Güya bende tefâhur ve hodfuruþluk var ve kendimi müceddil biliyorum.

 

Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim Hem "Mehdi" lik isnadýný hiç kabul etmediðimi bütün kardeþlerim þehadet ederler. Hattâ Denizli'deki ehl-i vukuf eðer Said mehdiliðini ortaya atsa bütün þâkirdleri kabul edecek dediklerine mukabil, Said itiraznâmesinde demiþ ki, "Ben seyyid deðilim." "Mehdi seyyid olcak" diye onlarý reddetmiþ.

 

 

 

Sh:»(Em: 331)

 

Ýkinci Esas: Neþriyatý gizlemesi.

 

Gizli düþmanlar yanlýþ mâna verdirmesin, yoksa siyasete ve dünya asayiþine temas cihetiyle deðildir. Hem eski harf ile teksir makinasýna bir bahane bulmasýnlar.

 

Mustafa Kemal'e karþý Nur'un tokadý ise: (Haþiye) Altý mahkeme ve Ankara makamatý bilmiþ, iliþmemiþler ve bize beraet verdiler. Hem onun fenalýðýný göstermek, ordunun kýymetini muhafaza etmek içindir. Bir þahsý sevmemesi, orduyu muhabbetkârâne senâ içindir.

 

Üçüncüsü: Emniyeti ihlâle teþvik ediyor demesine mukabil, yirmi sene zarfýnda yüz bin adam Nurcularýn, yüzbin nüsha Nur Risâlelerinin, altý mahkemede ve on vilâyette emniyeti ihlâle ve asayiþi bozmaða dair (on vilâyetin zabýtalarý ve altý mahkeme) hiçbir maddeyi kaydetmemesi ve bulmamasý bu acib ittihamý çürütüyor. Bu yeni iddianamede, üç mahkemenin bize beraet verdikleri ayný noktalara ait ve cevablarý mükerreren verilmiþ ehemmiyetsiz birkaç mes'eleye cevab vermek manâsýzdýr. O mes'elelerle bizi ittiham etmek, ondan bize beraet veren Ankara aðýr ceza ve Denizli ve Eskiþehir mahkemelerini ittiham etmek hükmünde olmasýndan cevabýný onlara býrakýyorum. Ve ondan baþka da iki üç mes'ele var.

 

Birisi:

 

 

 

Ýki Sene Denizli ve Ankara Aðýr Ceza Mahkemesi'nde inceden inceye tedkikden sonra, bize beraet verip o kitabý bize iâde ettikleri hâlde, o Beþinci Þuâ'nýn bir iki mes'elesini ölmüþ gitmiþ bir kumandana tatbik edip bize suç gösteriyor. Biz dahi deriz: Ölmüþ gitmiþ, hükûmetten alâkasý kesilmiþ bir þahýs aleyhinde bir haklý

 

________________

 

(Haþiye) Ýddianamede, yanlýþ bir mâna verip Nurun kerametlerinden tokat tarzýnda bir kýsmýný medar-ý ittiham saymýþ, güya Nurlara hücum zamanýnda gelen zelzele gibi belâlar Nurun tokatlarýdýr. Hâþâ, sümme hâþâ! biz öyle dememiþiz ve yazmamýþýz. Belki mükerrer yerlerde hüccetleriyle demiþiz ki, nurlar makbul sadaka gibi belâlarýn def'ine vesiledir. Ne vakit ona hücum edilse o gizlenir, musibetler fýrsat bulup baþýmýza geliyorlar. Evet nurun binler þakirdlerinin tasdik ve müþahedeleriyle yüzler vukuat ve hâdisatla tesadüf ihtimali olmayan o hâdisatýn tevakkuflarý ve Kur'ân'ýn müteaddid iþârat ve tevâfukuyla hattâ mahkemelerde kýsmen gösterildiði cihetle kat'î kanaatýmýz var ki, o tevâfukat Risâle-i Nur'un makbûliyetine lbir ikram-ý Ýlâhîdir ve Kur'an hesabýna nurlara bir nevi kerametleridir.

 

 

 

Sh:»(Em: 332)

 

tenkidi, hiçbir kanun suç saymaz. Hem küllî bir te'vil mânasýndan makam-ý iddia cerbezesiyle o kumandana bir hisse çýkarýp ona takbit etmiþ. Böyle yüzde bir adam ancak fehmeden mâna mahrem ve gizli bir risâlede bulunmasýný hiçbir kanun suç sayamaz. Hem o risâle, harika bir tarzda müteþâbih hadîslerin te'villerini beyan etmiþ. O beyan otuz kýrk sene evvel olduðu, ve üç mahkemeye ve mahkemenize ve Ankara'nýn altý makamatýna üç sene zarfýndan iki def'a takdim edilip tenkid görmiyen müdafaatýmda kat'î cevab verildiði hâlde, o hadîsin hakikatýný beyan sadedinde bir kusurlu þahsa mutabýk çýkmasýný hiçbir kanun suç sayamaz. Hem o þahsý inkýlâbýn hasenatý yalnýz onun deðil, belki ordunun ve hükûmetindir. Onun da yalnýz bir hissesi var.

 

Onun kusurlarý için onu tenkid etmek elbette bir suç olmadýðý gibi, inkýlâba hücum ediyor denilemez.

 

Hem bu kahraman milletin ebedî bir medar-ý þerefi ve Kur'ân ve cihad hizmetinde dünyada pýrlanta gibi pek büyük bir niþaný ve kýlýnçlarýnýn pek büyük ve antika bir yadigârý olan Ayasofya Camii'ni puthaneye ve meþihat dâiresini kýzlarýn lisesine çeviren bir adamý sevmemek bir suç olmasý imkâný var mý?

 

Ýddianâmede sebeb-i ittiham ikinci mes'ele:

 

Üç mahkemede ondan beraet kazandýðýmýz, ve kýrk sene evvel bir hadîsin harika te'vilini beyan ederken cin ve insin þeyh-ül Ýslâmý Zenbilli Ali Efendi'nin "Þapkayý þaka ile dahi baþa koymaða hiçbir cevaz yok" demesiyle beraber, bütün þeyh-ül Ýslâmlar ve bütün ulema-i Ýslâm'ýn cevazýna müsaade etmedikleri hâlde avam-ý ehl-i îman onu giymeðe mecbur olduðu zaman, o büyük allâmelerin adem-i müsaadeleri ile onlar tehlikede (yâni ya dinini býrakmak, ya isyan etmek vaziyetinde) iken, kýrk sene evvel Beþinci Þuâ'nýn bir fýkrasý, "þapka baþa gelecek, secdeye gitme diyecek. Fakat baþdaki îman o þapkayý da secdeye getirecek. Ýnþâallah müslüman edecek" demesiyle avam-ý ehl-i îmaný hem isyan ve ihtilâlden, hem ihtiyariyle îmanýný ve dinini býrakmaktan kurtardýðý, ve hiçbir kanun münzevilere böyle þeyleri teklif etmediði, ve yirmi senede altý hükûmet beni onu giymeðe mecbur etmediði, ve bütün me'murlar dâirelerinde ve kadýnlar ve çocuklar ve câmidekiler ve ekser köylüler onu giymeðe mecbur olmadýklarý, ve þimdi resmen askerin baþýndan kalktýðý ve örme ve bere çok vilâyetlerde yasak olmadýðý hâlde, hem benim, hem kardeþlerimin bir sebeb-i ittihamýmýz gösterilmiþ. Acaba dünyada hiçbir kanun, hiçbir maslahat, hiçbir usul bu pek mânasýz ittihamý bir suç sayabilir mi?

 

Sh:»(Em: 333)

 

Üçüncü medâr-ý ittiham:

 

 

 

Emirdaðý'nda emniyeti ihlâle teþvikdir. Buna karþý itiraz ise:

 

Evvelâ: Buradaki mahkemeye, hem Ankara'nýn altý makamatýna, bu mahkemenin mâlûmat ve müsaadesiyle verilen ve cerhedilmeyen itiraznâmedir. Onu aynen, þimdi iddianâmeye karþý itiraz olarak izhar ediyorum.

 

Sâniyen: Emirdaðý'nda, orada bütün benimle konuþan zatlarýn þehadetleriyle ve ahalinin ve zâbýtanýn tasdikiyle, beraetimden sonra bütün kuvvetimme inzivamda dünya siyasetine karýþmaktan çekinmiþim. Hattâ te'lifi, muhabereyi de býrakmýþtým. Yalnýz tekrarat-ý Kur'âniye ve meleklere dair iki nükteden baþka te'lif etmedim. Ve haftada bir mektu, bir yere, Nurlara teþvik için yazardým. Hattâ müftü olan öz kardeþime ve yirmi sene yanýmda talebelik eden ve beni çok merak eden ve bayram tebrikleri yazan o biraderime üç senede üç dört mektub yazdým. Memleketimdeki biraderime yirmi senede hiç yazmadýðým hâlde, iddianâmede beni emniyeti ihlâl suçiyleittiham edip ve cerbeze ile eski nakaratý tazeliyerek, "inkýlâba karþý geliyor" demiþ. Buna karþý deriz: Yirmi sene mzarfýnda yirmi bin nüshalarýný merak ve kabul ile okuyan yirmi bin, belki yüzbin adamdan altý mahkeme ve alâkadar olan vilâyetin zabýtalarý emniyeti ihlâle dair hiçbir maddeyi kaydetmemesi gösteriyor ki, hakkýmýzda binler ihtimâlden ancak bir ihtimâl ile bir imkâna kat'î vukuat nazariyle bakýyor. Halbuki iki üç ihtimâlden bir ihtimâl olsa, eseri görülmezse hiçbir suç olmaz. Hem binler ihtimâlden bir ihtimâl deðil, belki her adam, hem aleyhime hücum eden müddei, çok adamlarý öldürebilir. Anarþist ve komünist hesabýna emniyeti, asayiþi bozabilir, emniyeti ihlâl edebilir. Demek böyle pek acib ve ifratkârâne imkânâtý vukuat yerinde istimâl etmek, adliye ve kanuna karþý ihanettir.

 

Hem her hükümete muhalifler bulunur. Yalnýz fikren muhalefet bir suç olmaz. Hükümet ele bakar, kalbe bakmaz. Ve bilhassa vatan ve millete zararsýz, çok hizmeti, faidesi bulunan ve sonra hayat-ý ictimaiyeye karýþmayan ve tecrid-i mutlakda yaþattýrýlan ve eserleri Âlem-i Ýslâmýn en mühim merkezlerinde kemâl-i takdir ve tahsinle karþýlanan bir adam hakkýnda bu pek acib ve asýlsýz ittihamlarý yapanlar, anarþilik, belki komünistlik hesabýna bilmeyerek istimâl ediliyor diye endiþe ediyoruz.

 

***

 

-247-

 

Sh:»(Em: 334)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Bâzý emârelerle bildim ki: Gizli düþmanlarýmýz Nurun kýymetini düþürmek fikriyle, siyaset mânasýný hatýrlatan "Mehdi" lik dâvasýný tevehhüm ile, güya Nur'lar buna bir âlettir diye çok asýlsýz bahaneleri araþtýrýyorlar. Belki benim þahsýma karþý bu iþkenceler, bu evhamlarýndan ileri geliyor. Ben o gizli, zalim düþmanlara ve onlarý aleyhimizde dinliyenlere deriz:

 

Hâþâ sümme hâþâ! Hiçbir vakit böyle haddimden tecâvüz edip, îman hakikatlarýný þahsiyetime bir makam-ý mþan ü þeref kazandýrmaða âlet etmediðime bu yetmiþ beþ, hususan otuz senelik hayatým ve yüz otuz Nur risâleleri ve benim ile tam arkadaþlýk eden binler zatlar þehadet ederler.

 

Evet Nur þâkirdleri biliyorlar ve mahkemelerde hüccetlerini göstermiþim ki: Þahsýma deðil bir makam-ý þan ü þeref ve þöhret vermek ve uhrevî ve mânevî bir mertebe kazandýrmak, belki bütün kanaat ve kuvvetimle ehl-i îmana bir hizmet-i imaniye yapmak için, deðil yalnýz dünya hayatýmý ve fâni makamatýný, belki lüzum olsa âhiret hayatýmý ve herkesin aradýðý uhrevî, bâki mertebelerini feda etmeyi, hattâ Cehennemden bâzý bîçârelere kurtarmaða vesile olmak için lüzum olsa Cenneti býrakýp Cehenneme girmeyi kabul ettiðimi hakiki kardeþlerim bildiði gibi, mahkemelerde dahi bir cihette isbat ettiðim hâlde, beni bu ittihamla Nur ve îman hizmetime bir ihlâssýzlýk isnad etmek ve Nurlarýn kýymetini tenzil etmektir. Acaba bu bedbahtlar dünyayý ebedî ve herkesi de kendileri gibi dini ve îmaný dünyaya âlet ediyor tevehhümiyle, dünyadaki ehl-i dalâlete meydan okuyan ve hizmet-i îmaniye yolunda hem dünyevî, hem lüzum olsa uhrevî hayatlarýný feda eden ve mahkemelerde dâva ettiði gibi bir tek hakikat-ý îmaniyeyi dünya saltanatý ile deðiþtirmiyen ve siyaseten ve siyasî mânasýný iþmam eden maddî ve mânevî mertebelerden ihlâs sýrriyle bütün kuvvetiyle kaçan ve yirmi sene emsâlsiz iþkencelere tahammül eden ve siyasete meslek itibariyle tenezzül etmiyen ve kendini nefsi itibariyle talebelerinden çok aþaðý bilen ve onlardan dâima himmet ve dua bekliyen ve kendi nefsini çok bîçâre ve ehemmiyetsiz itikad eden bir adam hakkýnda, bâzý hâlis kardeþleri Risâle-i Nur'dan aldýklarý fevkalâde kuvve-i îmaniyeyi onun tercümaný olan o bîçâreye, tercümanlýk münasebetiyle Nurlarýn bâzý fâziletlerini ona isnad etmek, ve hiçbir siyaset hatýrýna gelmeyerek yüksek makamlar vermek ve haddinden bin derece ziyade hüsn-ü zan etmek, eskidenberi üstad ve talebeler mabeyninde câri ve itiraz edilmiyen bir makbul âdet ile teþekkür mânasýnda

 

Sh:»(Em: 335)

 

pek fazla medh ü senâ etmek hiçbir kanunla suç olabilir mi? Gerçi mübalâða itibariyle hakikata bir cihette muhaliftir. Fakat kimsesiz, garib ve düþmanlarý pek çok ve onun yardýmcýlarýný kaçýracak çok esbab varken, insafsýz ve mûterizlere karþý sýrf yardýmcýlarýnýn kuvve-i mâneviyelerini takviye etmek ve kaçmaktan kurtarmak ve mübalâðalý medhedenlerin þevklerini kýrmamak için onlarýn medihlerini Nura çevirip bütün bütün reddetmediði hâlde, onun bu kabir kapýsýndaki hizmet-i îmaniyesini dünya cihetine çevirmeðe çalýþan bâzý resmî me'murlarýn ne derece kanundan, insaftan uzak düþtükleri anlaþýlýr.

 

***

 

-248-

 

AFYON AÐIR CEZA MAHKEMESÝ RÝYASETÝNE DÝLEÐÝM:

 

Bir ay evvel bize verilen kýrk sahifelik iddiânâmeyi birisi yanýma gelip bana okumaða imkân bulamadýðýndan, bugün on bir Haziranda yeni olarak iddianâmeyi bana okudular. Ben dinledim. Gördüm ki size yazdýðým iki ay evvelki itiraznâme ve bir aya yakýn evvelki itiraznâmenin tetimmesi ve lâhikasý Ankara'nýn altý makamatýna ve makamýnýza verilmiþ. Ýþte bu itiraznâme o iddianâmeyi esasiyle kesiyor ve reddediyor. Yeniden iddianâmeye karþý itiraznâme yazmaða hiç lüzum görmüyorum. Yalnýz iki üç noktayý makam-ý iddiaya hatýrlatmak nev'inden derim ki; ben iddianâmeyi nazar-ý itibara alýp cevab vermediðimin sebebi, bizi beraet ettiren üç âdil mahkemenin haysiyetini kýrmamak ve ihanet etmemek içindir. Çünki, o mahkemeler, þimdi iddianâmedeki esaslarý tamamiyle inceden inceye tedkikten sonra bize beraet vermiþler. Onlarýn beraetini hiçe saymak, adliyenin þerefine iliþmektir.

 

Ýkinci Nokta: Makam-ý iddia, cerbezesiyle binler mesâil içinde bir iki mes'eleye hatýrýmýza gelmiyen bâzý mânalarý vererek, hem ilmî Resail'deki o mesâiller ve Nur'un büyük mecmualarý Mýsýr Câmi-ül-Ezher ulemâsý ve Þâm-ý Þerîf büyük âlimleri ve Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere'nin müdakkik hocalarý ve Haleb ve hususan Diyânet Riyâsetinin muhakkik âlimleri onlarý görüp kemâl-i takdirle tahsin ve tasdik ettikleri hâlde, hocavârî ve âlimâne bâzý ilmî itirazlarý bu iddianâmede hayretle ve taaccüble gördüm. Haydi bâzý yanlýþlarým bulunsa ve yüz binler âlimlerin görmedikleri veya iliþmedikleri iddianâmedeki yanlýþlar hakikî olsa da bu bir suç olamaz, yalnýz ilmî bir hata olabilir. Hem üç mahkeme bütün Risâle-i Nur'u ve bizleri beraet ettirdi. Yalnýz

 

 

 

Sh:»(Em: 336)

 

Eskiþehir mahkemesi bir tesettür-i nisvan mes'elesine dair "Yirmi Dördüncü Lem'a"nýn on beþ kelimesini sebeb gösterip, bana ve yüzde onbeþ arkadaþýma hafifce bir ceza verdi. Size takdim ettiðim tetimme itirazýmda, üç yüz elli bin tefsirin hükmüne ittiba ile o tefsirim için mahkûmiyeti, rûy-u zeminde adâlet varsa o hükmü kabul etmez diye yazmýþým. Hem makam-ý iddia, bin dereden su getirir gibi, yirmi senedenberi yazýlan kitab ve mektublarýn bâzý cümlelerini zekâvetiyle aleyhimize çevirmeðe çalýþmýþ. Halbuki bu noktalarda bizi beraet ettiren üç deðil, beþ altý mahkeme, bu mevhum suçta bize þerik oluyorlar. Ben bu 3adil mahkemelerin haysiyetine iliþmemek lâzým geliyor diye, makam-ý iddiaya hatýrlatýyorum.

 

Üçüncüsü: Ölmüþ gitmiþ, hükümetten alâkasý kesilmiþ ve inkýlâbda bâzý kusurâta sebeb olmuþ bir reisi sarihan tenkid ve itiraz da olursa, kanunen bir suç olamaz. Halbuki sarahat deðil, o kendi cerbezesiyle küllî beyanatýmýzý ona tatbik etmiþ. O mahrem ve herkese bildirmediðimiz mânalarý izhar ve teþhir edip umumun nazar-ý dikkatini celbediyor. Eðer onda bir suç varsa, o makam-ý iddia suçlu olur. Çünki, halký teþvik edip o mânalara nazar-ý dikkati celbediyor.

 

Dördüncüsü: Üç mahkeme cemiyet noktasýnda bize kat'î beraet verdikleri hâlde, yine eski nakarat gibi, gizli cemiyet vehmine bin dereden su toplamak gibi emâreler araþtýrmýþ. Halbuki siyasî ve vatan ve millete zararlý olan müteaddid cemiyetler varken, onlara müsaade ve müsamahakârâne bakmakla beraber, bizim gibi, binler þâhidin ve emârelerin ve altý vilâyetin iliþmemeleriyle sabit olan Nur Talebelerinin ders arkadaþlarýný ve sýrf vatan ve millet ve din menfaatine ve saadet-i dünyeviye ve uhreviye hesabýna ve hariçten ve dahilden gelen ifrat cereyanlarýna karþý mücahîdâne tesanüdlerine gizli cemiyet namýný vermek ve yirmi senede yüzbinler þâkirdlerin emniyeti ihlâle dair hiçbir vukuatlarý kaydedilmediði hâlde, " dini âlet ederek emniyeti ihlâle halký teþvik ediyor" diye makam-ý iddianýn onlarý ittiham etmesi, deðil nev-i beþeri belki zemini de hiddete getirip o ittihamý reddeder. Her ne ise, daha fazla söylemek lüzum görmüyorum. Ýddianâmeden evvel yazýlan itiraznâmem ve tetimmesi ona bir cevabýmýzdýr.

 

Afyon ceza evinde mevkuf

 

Said Nursî

 

-249-

 

 

 

Sh:»(Em: 337)

 

 

 

BAÞBAKANLIÐA, ADLÝYE BAKANLIÐINA

 

DAHÝLÝYE BAKANLIÐINA

 

 

 

Hürriyet ilânýný, Birinci Harb-i Umumî'yi, mütareke zamanlarýný, Millî Hükümet'in ilk teþekkülünü ve Cumhuriyet zamanýný birden derkeden bütün hükümet ricali, beni pek iyi tanýrlar. Bununla beraber, müsaadenizle hayatýma bir sinema þeridi gibi sizinle beraber göz gezdirelim.

 

Bitlis vilâyetine tâbi Nur köyünde doðan ben; talebe hayatýmda rastgelen âlimlerle mücâdele ederek, ilmî münakaþalarla karþýma çýkanlarý inâyet-i Ýlâhiye ile maðlûb ede ede Ýstanbul'a kadar geldim. Ýstanbul'da bu âfetli þöhret içinde mücâdele ederek nihâyet rakiblerimin ifsâdâtiyle merhum Sultan Hamid'in emriyle týmarhaneye kadar sürüklendim. Hürriyet ilâniyle ve "Otuzbir Mart Vak'asý"ndaki hizmetlerimle "Ýttihad ve Terakk" hükümetinin nazar-ý dikkatini celbettim. Câmi-ül Ezher gibi "Medresetü'z-Zehra" namýnda bir Ýslâm üniversitesinin Van'da açýlmasý teklifi ile karþýlaþtým. Hattâ temelini attým. Birinci harbin patlamasiyle talebelerimi baþýma toplayarak gönüllü alay kumandaný olarak harbe iþtirâk ettim. Kafkas cephesinde, Bitlis'te esir düþtüm. Esaretten kurtularak Ýstanbul'a geldim. "Dâr-ül-Hikmet-il Ýslâmiye"ye âza oldum. Mütareke zamanýnda, istilâ kuvvetlerine karþý bütün mevcudiyetimle Ýstanbul'da çalýþtým. Millî hükümetin galibiyeti üzerine, yaptýðým hizmetler Ankara hükümetince takdir edilerek Van'da üniversite açmak teklifi tekrarlandý.

 

Buraya kadar geçen hayatým bir vatanperverlik hâli idi. Siyaset yoluyla dine hizmet hissini taþýyordum. Fakat bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim ve kendi ýstýlâhýma göre "Eski Said"i gömdüm. Büsbütün âhiret ehli "Yeni Said" olarak dünyadan elimi çektim. Tam bir inziva ile bir zaman Ýstanbul'un "Yuþa Tepesi"ne çekildim. Daha sonra doðduðum yer olan Bitlis ve Van tarafýna giderek maðaralara kapandým. Ruhî ve vicdani hazzýmla baþbaþa kaldým. اَعُذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ yâni, "þeytandan ve siyasetten Allah'a sýðýnýrým" düsturiyle kendi ruhî âlemime daldým. Ve Kur'ân-ý Azimüþþan'ýn tedkik ve mütalâsiyle vakit geçirerek "Yeni Said" olarak yaþamaða baþladým. Fakat kaderin cilveleri, beni menfî olarak muhtelif yerlerde bulundurdu. Bu esnada Kur'ân-ý Kerîm'in feyzinden kalbime doðan

 

 

 

Sh:»(Em: 338)

 

füyûzâtý yanýmdaki kimselere yazdýrarak bir takým risâleler vücuda geldi. Bu risâlelerin hey'et-i mecmuasýna "Risâle-i Nur" ismini verdim. Hakikaten Kur'ân 'ýn nuruna istinad edildiði için, bu isim vicdanýmdan doðmuþ. Bunun ilham-ý Ýlâhî olduðuna bütün îmanýmla kaniim ve bunlarý istinsah edenlere "Barekâllah" dedim. Çünki, îman nurunu baþkalarýndan esirgemeye imkân yoktu. Bu risâlelerim birtakým îman sâhibleri tarafýndan birbirinden alýnarak istinsah edildi. Bana böyle bir kanaat verdi ki, müslümanlarýn zedelenen îmanlarýný takviye için bir sevk-i Ýlâhîdir. Bu sevk-i Ýlâhîye hiçbir sâhib-i îman mâni olamayacaðý gibi, teþvike de dînen mecbur bulunduðumu hissettim. Zaten bugüne kadar yüzotuzu bulunan bu risâleler tamamen âhiret ve îman bahislerine ait olup, siyasetten ve dünyadan kasdî olarak bahsetmez. Buna raðmen bir takým fýrsat düþkünlerinin mde iþtigal mevzuu oldu. Üzerinde tedkikat yapýlarak Eskiþehir, Kastamonu, Denizli'de tevkif edildim; muhakemeler oldu. Neticede hakikat tecelli etti, adalet yerini buldu. Fakat bu düþkünler bir türlü usanmadýlar. Bu def'a da beni tevkif ederek Afyon'a getirmiþlerdir. Mevkufum, isticvab altýndayým. Bana þunlarý isnad ediyorlar.

 

1- Sen siyasî bir cem'iyet kurmuþsun.

 

2- Sen rejime aykýrý fikirler neþrediyorsun.

 

3- Siyasî bir gaye peþindesin.

 

Bunlarýn esbab-ý m3ucibe ve delilleri de, risâlelerimin iki-üçünden on-onbeþ cümleleridir. Sayýn bakan!.. Napolyon'un dediði gibi, "Bana te'vili kabil olmayan bir cümle getiriniz, sizi onunla îdam edeyim." Beþerin aðzýndan çýkan hangi cümle vardýr ki te'villerle cürüm ve suç teþkil etmesin. Bilhassa benim gibi yetmiþbeþ yaþýna varmýþ ve bütün dünya hayatýndan elini çekmiþ sýrf âhiret hayatýna hasr-ý hayat etmiþ bir adamýn yazýlarý elbette serbest olacaktýr. Hüsn-ü niyete makrun olduðu için pervasýz olarcaktýr. Bunlarý tedkikle altýnda cürüm aramak insafsýzlýktýr. Baþka bir þey deðildir. Binaenaleyh, bu yüzotuz risâlemden hiç birisinde dünya iþini alâkalandýran bir maksad yoktur. Hepsi Kur'ân nurundan iktibas edilen âhiret ve îmana taallûk eder. Ne siyasî ve ne de dünyevî hiçbir gaye ve maksad yoktur. Nitekim hangi mahkeme iþe baþlamýþ ise, ayný mkanaatle beraet kararýný vermiþtir. Binaenaleyh, lüzumsuz mahkemeleri iþgal etmek ve mâsum îman sâhiblerini iþlerinden güçlerinden alýkoymak, vatan ve millet namýna yazýktýr. Eski Said bütün hayatýný vatan ve milletin saadeti uðrunda sarfetmiþken, bütün dünyadan el çekmiþ, yetmiþbeþ yaþýna gelmiþ Yeni Said, nasýl olur da siyasetle iþtigal eder. Buna tamamen siz de kanisiniz.

 

 

 

Sh:»(Em: 339)

 

Birtek Gayem Vardýr:

 

 

 

O da; mezara yaklaþtýðým bu zamanda, Ýslâm memleketi olan bu vatanda bolþevik baykuþlarýnýn seslerini iþitiyoruz. Bu ses, âlem-i Ýslâmýn îman esaslarýný zedeliyor. Halký, bilhassa gençleri îmansýz yaparak kendisine baðlýyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücâdele ederek gençleri ve müslümanlarý îmana dâvet ediyorum. Bu îmansýz kitleye karþý mücâdele ediyorum. Bu mücâhedem ile inþâallah Allah huzuruna girmek istiyorum, bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alýkoyanlar da, korkarým ki bolþevikler olsun! Bu îman düþmalarýna karþý mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest býrakýnýz. El birliðiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ýslahýna ve memleketin îmanýna, Allah'ýn birliðine hizmet edeyim.

 

Mevkuf

 

Said Nursî

 

***

 

-250-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu dünyada, hususan bu zamanda, hususan musibete düþenlere ve bilhassa Nur þâkirdlerindeki dehþetli sýkýntýlara ve me'yusiyetlere karþý en te'sirli çare, birbirine teselli ve ferah vermek ve kuvve-i mâneviyesini takviye etmek ve fedakâr hakikî kardeþ gibi birbirinin gam ve hüzün ve sýkýntýlarýna merhem sürmek ve tam þefkatle kederli kalbini okþamaktýr. Mâbeynimizdeki hakikî ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldýrmaz. M3adem ben size bütün kuvvetimle îtimad edip bel baðlamýþým ve sizin için, deðil yalnýz istirahatýmý ve hapysiyetimi ve þerefimi, belki sevinçle ruhumu da feda etmeðe karar verdiðimi bilirsiniz.... belki de görüyorsunuz. Hattâ kasemle te'min ederim ki: Sekiz gündür Nur'un iki rüknü zâhirî birbirine nazlanmak ve teselli yerine hüzün vermek olan ehemmiyetsiz hâdisenin, bu sýrada benim kalbime verdiði azab cihetiyle, "Eyvah! Eyvah! El'amân! El'amân Yâ Erhamürrâhimîn meded! Bizi muhafaza eyle, bizi cin ve insî þeytanlarýn þerrinden kurtar, kardeþlerimin kalblerini birbirine tam sadâkat ve muhabbet ve uhuvvet ve þefkatle doldur." diye hem ruhum, hem kalbim, hem aklým feryad edip aðladýlar.

 

 

 

Sh:»(Em: 340)

 

Ey demir gibi sarsýlmaz kardeþlerim!. Bana yardým ediniz. Mes'elemiz çok nâziktir. Ben sizlere çok güveniyordum ki, bütün vazifelerimi þahs-ý mânevînize býrakmýþtým. Siz de bütün kuvvetinizle benim imdadýma koþmanýz lâzým geliyor. Gerçi hâdise pek cüz'i ve geçici ve küçük idi. Fakat saatimizin zenbereðine ve gözümüzün hadekasýna gelen bir saç, bir zerrecik dahi incitir. Ve bu noktada ehemmiyetlidir ki, maddî üç patlak ve mânevî üç müþahedeler tam tamýna haber verdiler.

 

Said Nursî

 

***

 

-251-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Sobamýn ve Feyzilerin ve Sabri ve Hüsrev'in iki su bardaklarý parça parça olmasý, dehþetli bir musibet geldiðini haber vermiþtiler. Evet, bizim en kuvvetli nokta-i istinadýmýz olan hakikî tesanüd ve birbirinin kusuruna bakmamak ve Hüsrev gibi Nur kahramanýndan - benim yerimde ve Nur'un þahs-ý mânevîsinin çok ehemmiyetli bir mümessili olmasýndan-hiçbir cihetle gücenmemek elzemdir. Ben kaç gündür dehþetli bir sýkýntý ve me'yusiyet hissettiðimden "Düþmanlarýmýz bizi maðlûb edecek bir çare bulmuþlar." Diye çok telâþ ederdim. Hem sobam, hem hayalî ayn-i hakikat müþâhedem, doðru haber vermiþler. Sakýn, sakýn sakýn!... Çabuk bu þimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tâmir ediniz. Vallahi bu hâdisenin bizim hapse girmemizden daha ziyade Kur'ân ve îman hizmetimize-hususan bu sýrada-zarar vermek ihtimali kavîdir.

 

Said Nursî

 

***

 

-252-

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

"Leyle-i Mi'rac" ikinci bir "Leyle-i Kadir" hükmündedir. Bu gece mümkin oldukça çalýþmakla kazanç birden bine çýkar. Þirket-i mâneviye sýrriyle, inþ3aallah her biriniz kýrkbin dil ile tesbih eden bâzý melekler gibi, kýrkbin lisan ile bu kýymetdar gecede ve sevabý çok bu çilehânede ibâdet ve dualar edeceksiniz ve hakkýmýzda gelen fýrtýnada binden bir zarar olmamasýna mukabil, bu gecedeki ibadet ile þükredersiniz. Hem sizin tam ihtiyatýnýzý tebrik ile bera

 

 

 

Sh:»(Em: 341)

 

ber, hakkýmýzda inâyet-i Rabbaniye pek zâhir bir surette tecelli ettiðini tebþir ederiz.

 

Said Nursî

 

***

 

-253-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Sizin" Leyle-i Mi'rac"ýnýzý bütün ruh u cânýmla tebrik ederim.

 

Saniyen: Yirmi seneden beri bir dâvamýz ki, âsayiþe mümkin olduðu kadar Nur þâkirdleri dokunmuyorlar. Ve bize hücum edenlere, en baþta emniyeti ve âsâyiþi bozmak dâvalarýna bir emâre ve dâvamýzý cerhetmeðe bahâne olmasý kuvvetle muhtemel bulunan bu hapis hâdisesi, inâyet-i Ýlâhiye ile hârika bir tarzda sizin sadakat ve ihlâsýnýzýn bir kerâmeti olarak yüzde bire indi. Kubbe habbe edildi. Yoksa, hakkýmýzda habbeyi kubbe yapanlar bundan istifâde edip aleyhimizdeki iftiralarýný çoklara inandýracaklardý.

 

Sâlisen: Beni merak etmeyiniz. Sizinle bir binada bulunmam, her zahmetimi ve sýkýntýmý hiçe indirir. Z3aten burada toplanmamýzýn çok cihetlerle ehemmiyeti var. Ve hizmet-i îmaniyeye fâideleri çoktur. Hattâ bu def'a, tetimme-i itirazdaki ehemmiyetli bâzý hakikatlar o altý makamata gidip, tam dikkatlerini celbedip hükmünü bir derece onlarda icra etmesi bütün sýkýntýlarýmýzý hiçe indirdi.

 

Râbian: Mümkin olduðu kadar Nurlarla meþguliyet; hem sýkýntýlarý izâle eder, hem beþ nevi ibadet sayýlabilir.

 

Hâmisen: Nur'un dersleri vasýtasiyle, geçen musibet yüzden bire indi. Yoksa, zemin ve zamanýn nezaketi cihetiyle, baruta ateþ atmak hükmünde o tek habbe kubbeler olacaktý. Hattâ resmî bir kýsým me'murlar demiþler ki "Nur dersini dinleyenler karýþmadýlar." Eðer umum dersini dinleseydi, hiçbir þey olmazdý. Siz mümkin olduðu kadar ikiliðe meydan vermeyiniz. Hapis sýkýntýsýna baþkasý ilâve olmasýn. Mahpuslar dahi Nurcular gibi kardeþ olsunlar, birbirinden küsmesinler.

 

Said Nursî

 

***

 

-254-

 

 

 

Sh:»(Em: 342)

 

Aziz, Saddýk Muhlis Kardeþlerim!

 

Bizler imkân dâiresinde bütün kuvvetimizle Lem'a-i Ýhlâsýn düsturlarýný ve hakikî ihlâsýn sýrrýný mâbeynimizde ve birbirimize karþý istimâl etmek, vücub derecesine gelmiþ. Kat'î haber aldým ki, üç aydan beri buradaki has kardeþleri birbirine karþý meþreb veya fikir ihtilâfiyle bir soðukluk vermek için üç adam tâyin edilmiþ. Hem metin Nurcularý usandýrmakla sarsmak ve nazik ve tahammülsüsleri evhamlandýrmak ve hizmet-i Nuriyeden vazgeçirmek için sebebsiz mahkememizi uzatýyorlar. Sakýn sakýn!. Þimdiye kadar mâbeyninizdeki fedakârâne uhuvvet ve samimâne muhabbet sarsýlmasýn. Bir zerre kadar olsa bile, bize büyük zarar olur. Çünki pek az bir sarsýntý, Denizli'de (.......) gibi hocalarý yabanileþtirdi. Bizler birbirimize -lüzum olsa-ruhumuzu feda etmeðe, hizmet-i Kur'âniye ve îmaniyemiz iktizâ ettiði halde, sýkýntýdan veya baþka þeylerden gelen titizlikle hakikî fedakârlar birbirine karþý küsmeðe deðil, belki kemâl-i mahviyet ve tevazu ve teslimiyetle kusuru kendine alýr, muhabbetini, samimiyetini ziyadeleþtirmeðe çalýþýr. Yoksa habbe kubbe olup tâmir edilmeyecek bir zarar verebilir. Sizin ferâsetinize havâle edip kýsa kesiyorum.

 

Said Nursî

 

***

 

-255-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Ehemmiyetli bir mânevî ihtara binaen size þimdilik bir-iki vazife-i Nuriye var ki, bütün kuvvetinizle bu üçüncü "Medrese-i Yusufiye"de musibetzede bîçâre mahpuslar içinde ikilik ve garazkârane tarafgirlik düþmemek için Nur dersleriyle çalýþmaktýr. Cünki, ihtilâftan ve garaz ve kin ve inaddan istifâdeye çalýþan perde altýnda dehþetli müfsidler var. Mâdem bu hapis arkadaþlarýmýz, çoðu lüzum olsa vatanýna ve milletine ve ahbabýna fedakârâne ruhunu feda ettiren kahramanlýk damarýný taþýyorlar. Elbette o civanmerdler, inadýný ve garazýný ve adâvetini, milletin selâmeti ve bu hapis istirahatý ve perde altýnda anarþiliðe çabalayan bolþevizmi aþýlayanlarýn ifsadlarýndan kurtulmak için, hiç menfaatý bulunmayan ve bu fýrtýnalý zamanda zararý çok olan adâvetini ve inadýný feda etmeleri lâzýmdýr. Yoksa bu zamanda, -baruta ateþ atmak gibi- hem yüz bîçâre mahpuslara, hem Nur'un mâsum talebelerine, hem bu Afyon memleketine; ehemmiyetli

 

 

 

Sh:»(Em: 343)

 

zahmetlere, sarsýntýlara, belki memlekete giren ecnebi komitesi parmaklarýnýn iliþmesine bir vesile olur. Mâdem bizler onlarýn hatýrlarý için kader-i Ýlâhiyle buraya girdik ve bir kýsmýmýz onlarýn saadeti ve mânevî rahatlarý için buradan çýkmak istemiyoruz ve istirahatýmýzý onlar için feda edip her sýkýntýya sabýr ve tahammül ediyoruz; elbette o yeni kardeþlerimiz dahi Denizli mahpuslarý gibi, kardeþliðimiz hatýrý için, Þaban ve Ramazan hürmetine birbirine küsmemek ve kardeþ olup barýþmak lazým ve elzemdir. Zaten biz ve ben, onlarý Nur Talebeleri dairesinde biliriz ve dualarýmýza girmiþler.

 

Said Nursî

 

***

 

-256-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: اَلْخَيْرُ فِيمَااخْتَارَهُ اللّهُ sýrriyle, inþâallah mahkememizin te'hirinde ve tahliye olan kardeþlerimizin yine mahkeme gününde burada bulunmalarýnda büyük hayýrlar var.

 

Evet, Risâle-i Nur'un mes'elesi; âlem-i Ýslâmda, hususan bu memlekette küllî bir ehemmiyetli bulunduðundan böyle heyecanlý toplamalar ile umumun nazar-ý dikkatini Nur hakikatlarýna celbetmek lazýmdýr ki, ümidimizin ve ihtiyatýmýzýn ve gizlememizin ve muarýzlarýn küçültmelerinin fevkýnde ve ihtiyarýmýzýn haricinde böyle þa'þaa ile Risâle-i Nur kendi derslerini ldost ve düþmana âþikâren veriyor. En mahrem sýrlarýný en namahremlere çekinmeyerek gösteriyor. Mâdem hakikat budur, biz küçücük sýkýntýlarýmýzý kinin gibi bir acý ilâç bilip, sabýr ve þükretmeliyiz "Yâhu bu da geçer" demeliyiz.

 

Sâniyen: Bu medrese-i Yusufiye'nin nâzýrýna yazdým: Ben Rusya'da esir iken, en evvel "Bolþevizm"in fýrtýnasý hapishânelerden baþladýðý gibi, "Fransýz Ýhtilâl-i Kebiri" dahi en evvel hapishânelerden ve tarihlerde serseri namiyle yâdedilen mahpuslardan çýkmasýna binaen; biz Nur þâkirdleri, hem Eskiþehir, hem Denizli, hem burada mümkin oldukça mahpuslarýn ýslâhýna çalýþtýk. Eskiþehir ve Denizli'de tam faidesi görüldü. Burada daha ziyade faide olacak ki, bu nâzik zaman ve zeminde

 

 

 

Sh:»(Em: 344)

 

Nur'un dersleriyle geçen fýrtýnacýk (Hâþiye) yüzden bire indi. Yoksa ihtilâftan ve böyle hâdiselerden istifade eden ve fýrsat bekliyen harici muzýr cereyanlar o baruta ateþ atýp bir yangýn çýkacaktý.

 

Said Nursî

 

***

 

-257-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk, Sarsýlmaz, Sýkýntýdan Usanýp Bizlerden Çekilmez Kardeþlerim!

 

Þimdi maddî mânevî bir sýkýntýdan nefsim sizin hesabýnýza beni mahzun eylerken, birden kalbe geldi ki, hem senin, hem buradaki kardeþlerin tek birisiyle yakýnda görüþmek için bu zahmet ve meþakkatin baþka surette on mislini çekseydiniz yine ucuz olurdu. Hem Nur'un takvadârâne ve riyazetkârâne meþrebi, hem umuma ve en muhtaçlara hattâ muarýzlara ders vermek mesleði,hem dâiresindeki þahs-ý mânevîyi konuþturmak için eski zamanda ehl-i hakikatýn senede hiç olmazsa bir-iki def'a içtimalarý ve sohbetleri gibi; Nur þâkirdlerinin de, birkaç senede en müsait olan medrese-i Yusufiye'de bir def'a toplanmalarýnýn lüzumu cihetinde bin sýkýntý ve meþakkat dahi olsa ehemmiyeti yoktur. Eski hapislerimizde birkaç zaif kardeþlerimizin usanýp dâire-i Nuriye'den çekinmeleri, onlara pek büyük bir hasaret oldu ve Nurlara hiç zarar gelmedi. Onlarýn myerine daha metin, daha muhlis þâkirdler meydana çýktýlar. Mâdem dünyanýn bu imtihanlarý geçicidir, çabuk giderler. Sevablarýný, meyvelerini bizlere verirler. Biz de inâyet-i Ýlâhiyyeye îtimad edip sabir içinde þükretmeliyiz.

 

Said Nursî

 

***

 

-258-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Son iki parçayý ya eski harf veya makine harfiyle berây-ý mâlûmat gayr-ý mresmî, mahkeme reisine münasip gördüðünüz bir ciddî adamla verdiðiniz vakit, ayrý bir pusla da ona yazýnýz ki, Said

 

______________

 

(Haþiye) : Bu fýrtýna ise Afyon hapsinde bir isyan çýktý, hiç bir Nur talebesi karýþmadý.

 

 

 

Sh:»(Em: 345)

 

size teþekür eder, der: "Pencereleri açtýlar. Fakat hiçbir kardeþim ve hizmetçilerime, yanýma gelmeðe müdde-i umumî müsaade vermiyor. Hem zâtýnýzdan çok rica eder mki, mahkemede bulunan mu'cizatlý ve antika Kur'ân'ýný ona veriniz ki, bu mübarek aylarda okusun. O hârika Kur'an'ýndan üç cüz'ü Diyanet Riyaseti'ne nümûne için göndermiþti, tâ fotoðrafla tab'ýna çalýþsýnlar. Hem onun ile beraber Risâle-i Nur'un mahkemedeki mecmualardan birisini sizden istiyor ki, bu tecrid-i mutlakta ve yanlýþlýkta ve þiddetli sýkýntýlarýnda mütalâasiyle bir medar-ý tesellisi ve bir arkadaþý olsun. Zâten o mecmualar üç-dört mahkeme gördükleri ve iliþmedikleri gibi; hacýlarýn þehadet ve müþahedeleriyle, o büyük mecmualarý hem Mekke-i Mükerreme'de, hem Medine-i Münevvere'de hem Þam-ý Þerîf'te ve Halep'te, hem Mýsýr Câmi-ül-Ezher'indeki büyük âlimler çok takdir ve tahsin edip hiç tenkid ve itiraz etmemiþler."

 

Said Nursî

 

***

 

-259-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Hizi Nurî'den Feyzilerin yanýnda iki nüsha var. Eðer onlara lüzum yoksa, birisi bana gönderilsin veya Mehmed Feyzi daha bir nüshayý yazsýn. Hem Ramazaniye Risâlesi ve matbu Âyet-ül Kübra burada bulunmak lâzýmdýr. Mâbeyninizdeki gerginliði çabuk tâmir ediniz. Sakýn sakýn, az bir inhiraf Nur dâiresine pek büyük zararý olacak. Sýkýntýdan gelen hislere kapýlmayýnýz. Sobamýn patlamasý bu musibete iþaret idi.

 

Said Nursî

 

***

 

-260-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim, Husrev ve Mehmed Feyzi, Sabri!

 

Ben sizlere bütün kanaatýmla îtimad edip istirahat-ý kalble kabre girmek ve Nurlarýn selâmetini size býrakmak bekliyordum ve hiçbir þey sizi birbirinden ayýrmayacak biliyordum. Þimdi dehþetli bir plânla, Nur'un erkânlarýný birbirinden soðukmak için resmen bir iþ'ar var. Mâdem sizler lüzum olsa birbirinize hayatýnýzý, kuvvet-i sadâkatiniz ve Nurlara þiddetli alâkanýzýn muktezâsý olarak feda edersiniz. Elbette cüz'î ve geçici ve ehemmiyetsiz his

 

 

 

Sh:»(Em: 346)

 

siyatýnýzý feda etmeðe mükellefsiniz. Yoksa kat'iyyen bizlere bu sýrada büyük zararlar olacaðý gibi, Nur dâiresinden ayrýlmak ihtimali var diye titriyorum. Üç gündenberi hiç görmediðim bir sýkýntý beni tekrar sarsýyordu. Þimdi kat'iyyen bildim ki, göze bir saç düþmek gibi az bir nazlanmak sizin gibilerin mâbeyninde hayat-ý Nuriyemize bir bomba olur. Hattâ size bunu da haber vereyim, geçen fýrtýna ile bizi alâkadar göstermeðe çok çalýþýlmýþ. Þimdi, mâbeyninizde az bir yabanilik atmaða çabalýyorlar. Ben sizin hatýrýnýz için her birinizden on derece ziyade zahmet çektiðim halde, sizden hiçbirinizin kusuruna bakmamaða karar verdim. Siz dahi, haklý ve haksiz olsa benlik yapmamak, üstadýmýz olan þâkirdlerin þahs-ý mânevîsi namýna istiyorum. Eðer o acib yerde beraber bulunmaktan gizli parmaklar karýþýyorlar, biriniz Tahirî'nin koðuþuna gidiniz.

 

Said Nursî

 

***

 

-261-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Rica ederim, üçünüzün hakkýnda birbirinden ziyade gücenmeðe ehemmiyet verdiðimden gücenmeyiniz. Çünki, Hüsrev'le Feyzi'de benim gibi insanlardan tevahhuþ ve sýkýlmak var. Hem birbirine bir derece meþrebce ayrýdýrlar. Ve Sabri ise, akraba ve tarz-ý maiþet cihetinde hayat-ý içtimaiye ile birkaç vecihde alâkadar ve ihtiyata mecburdur. Ýþte üçünüz bu ihtilâf-ý meslek ve meþreb haysiyetiyle o daðdaðalý koðuþda ve sýkýntýlý kalabalýk içinde her halde tama tahammül ve sabýr edemediðinizden ben telâþ edip vesvese ediyorum. Çünki, pek az bir muhalefet bu sýrada pek zararý var.

 

Said Nursî

 

***

 

-262-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim, Bu Medrese-i Yusufiye'de Ders Arkadaþlarým!

 

Bu gelen gece olan "Leyle-i Berât" bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ý beþeriyenen programý nev'inden olmasý cihetiyle "Leyle-i Kadr"in kudsiyetindedir. Her bir hasenin Leyle-i Kadir'de otuzbin olduðu gibi, Leyle-i

 

 

 

Sh:»(Em: 347)

 

Berât'da her bir amel-i sâlihin ve her bir harf-i Kür'ân'ýn sevabý yirmibine çýkar. Sair vakitte on ise, Þuhur-u selâsede yüze ve bine çýkar. Ve kudsî leyâlî-i meþhurede, onbinler, yirmibin veya otuzbinlere çýkar. Bu geceler elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir. Onun için elden geldiði kadar Kur'ân'la ve istiðfar ve salâvatla meþgul olmak büyük bir kârdýr.

 

Said Nursî

 

***

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ -263-

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًادَآءِمًاسَلَّمَكُمُ اللَّهُ فِىالدَّارَيْنِ

 

Elli senelik bir mânevi ibâdet ömrünü ehl-i îmana kazandýrabilen Leyle-i Berât'ýnýzý ruh u cânýmýzla tebrik ederiz. Her biriniz, þirket-i mâneviye sýrrýyle ve tesânüd-ü mânevî feyziyle kýrk bin lisanla tesbih eden bâzý melekler gibi.... her bir hâlis, muhlis Nur þâkirdlerini, kýrkbin dil ile istiðfar ve ibâdet etmiþ gibi rahmet-i Ýlâhiyye'den kanaat-ý tâmme ile ümid ediyorum.

 

Said Nursî

 

***

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ -264-

 

لَنْ تَزَالَ اْلخِلاَفَةُ فِىوَلَدِ عَمِّىصُنْوُ اَبِىاْلعَبَّاسِ حَتَّىيُسَلِّمُهَااِلَىالدَّخَّالِ

 

Evvelâ: Bid'akâr bâzý hocalarýn telkinatiyle iddianâmede, Ýslâm deccalý ve müteaddid birkaç deccalýn gelmesini kabul etmiyor gibi Beþinci Þuâ'nýn bir mes'elesine itiraz etmiþler. Buna cevaben gayet parlak kat'î bir mu'cize-i Nebeviye'yi (A.S.M.) gösteren bu hadîs-i sahihde, "Yâni. #

 

Benim amcam, pederimin kardeþi Abbas'ýn veledinde Hilâfet-i Ýslâmiye devam edecek. Tâ teccala, o hilâfeti yâni saltanat-ý hilâfet deccalýn muhrib eline geçecek" Yâni, uzun zaman beþyüz sene kadar hilâfet-i Abbasiye vücuda gelecek, devam edecek. Sonra Cengiz, Hülâgu denilen üç deccaldan birisi o saltanat-ý hilâfeti mahvedecek, deccalâne, Ýslâm içinde hükümet sürecek. Demek Ýslâm içinde müteaddid hadîslerde üç deccal geleceðine zâhir bir delildir. Bu hadîsdeki ihbar-ý gaybî, kat'î iki mu'cizedir.

 

Biri, hilâfet-i Abbasiye vücuda gelecek beþyüz sene devam edecek.

 

 

 

 

 

Sh:»(Em: 348)

 

Ýkincisi de, sonunda en zâlim ve tahribci Cengiz ve Hülâgu namýndaki bir deccal eliyle inkýraz bulacak. Acaba kütüb-ü hadîsiyede Kur'ân'a, þeâir-i Ýslâm'a ait hattâ cüz'î þeyleri de haber veren sâhib-i þeriat, hiç mümkin midir ki, bu zamanýmýzdaki pek acib hâdisattan haber vermesin? Hem hiç mümkün müdür ki, bu acib hadisata Kur'ân'a sebatkârane geniþ bir sahada en acib bir zamanda, en aðýr þerait altýnda hizmet eden ve o hizmetin semerelerini dost ve düþmanlarý tasdik eden Risâle-i Nur þâkirdlerine iþâretleri bulunmasýn.

 

Said Nursî

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ ***

 

-265-

 

وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَاْلمَسْكَنَةُ

 

(Âyet-i celîlesinin bir nüktesi.)

 

Aziz Nur kumandaný ve Kur'an'ýn hâdimi kardeþim Re'fet bey!

 

Yahudi milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için her asýrda zillet ve meskenet tokadýný yemeðe müstahak olmuþlar. Fakat bu Filistin mes'elesinde, hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi deðil, belki enbiyâ-i Benî- Ýsrâiliyenin mezaristaný olan Filistin o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunmasý cihetiyle bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasýndan çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa koca Arabistan'da az bir zümre hiç dayanamayacaktý, çabuk meskenete girecekti.

 

Said Nursî

 

***

 

-266-

 

SUÂL: Küre-i Arzýn kürevî olduðuna dâir bir âyet var mý ve hangi sûrededir? Müstevi veya kürevî olduðundan teraddüdüm vardýr. Her hükümetin bulunduðu arazi deniz ortasýndadýr. Bu denizlerin etrafýný muhafazakâr neler var? Lütfen beyanýný rica eder, ellerinizden öperim.

 

Emirdaðlý Ali Hoca

 

Risâle-i Nur bu çeþid mesâili halletmiþ. Küreviyet-i arz ulemâ-i Ýslâmca kabul edilmiþ, dine muhalefeti yok. Âyetteki satýh demesi kürevî olmadýðýna delâlet etmiyor. Müctehidlerce, "istikbal-i kýble" namazda þart olmasý ve þart ise bütün erkânda bulunmasý

 

 

 

Sh:»(Em:349)

 

sýrriyle, secde ve rükûda istikbal-i kýble lâzým geliyor. Bu ise, yerin, zeminin küreviyeti ile ve þer'an kýble Kâbe-i Mükerreme'nin üstü -tâ arþa kadar- ve altý - ferþe kadar- bir amud-u nûrânî olmasý, küreviyetle-istikbâl-i erkânda bulunabilir.

 

Said Nursî

 

***

 

-267-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَاءِمًا

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim

 

Mübarek ramazan-ý þerifinizi bütün ruh u canýmýzla tebrik ediyoruz. Cenâb-ý Hak bu ramazan-ý þerifin Leyle-i Kadri'ni umumunuza bin aydan hayýrlý eylesin, amin. Ve seksen sene bir ömr-ü makbûl hükmünde hakkýnýzda kabul eylesin, amin.

 

Sâniyen: Bayrama kadar burada kalmamýzýn bizlere çok fâidesi ve hayrý olduðuna kanaatým var. Þimdi tahliye olsaydýk, bu Medrese-i Yusufiye'deki hayýrlardan mahrum kaldýðýmýz gibi, sýrf uhrevî olan ramazan-ý þerîfi; dünya meþgaleleriyle huzur-u mânevimizi haleldar edecekti اَلْخَيْرُ فِيمَااخْتَارَهُ اللَّهُah bunda da hayýrlý büyük sevinçler olacak.

 

Mahkemede siz de anladýnýz ki, hattâ kanunlarýyle de hiçbir cihetle bizi mahkûm edemediklerinden, ehemmiyetsiz, sinek kanadý kadar kanunla temasý olmayan cüz'î mektublarýn cüz'î hususiyatý gibi cüz'î þeyleri medar-ý bahsedip büyük bir küllî ve geniþ Nur Talebelir ve Risâle-i Nur'un bedeline yalnýz þahsýmý çürütmek ve ehemmiyetten iskat etmek bizim için büyük, bir maslahattýr ki, Risâle-i Nur ve Talebelerine Kader-i Ýlâhî iliþtirmiyor. Yalnýz benim þahsýmla meþgul eder. Ben de size, bütün dostlarýma beyan ediyorum ki: Bütün ruh u cânýmla hattâ nefs-i emmâremle beraber Risâle-i Nur'un ve sizlerin selâmetine, þahsýma gelen bütün zahmetleri mânevî sevinç ve memnuniyetle kabul ediyorum. Cennet ucuz olmadýðý gibi... cehennem de lüzumsuz deðil. Dünya ve zahmetleri fâni ve çabuk geçici olduðu gibi, bize gizli düþmanlarýmýzdan gelen zulüm de mahkeme-i kübrâda ve kýsmen vedünyada yüz derece ziyade intikamýmýz alýnacaðýndan, hiddet yerinde onlara teessüf ediyoruz. Mâdem hakikat budur.Telâþsýz ve ihtiyat içinde kemâl-i sabýr ve þükürle, hakkýmýzda cereyan eden kaza ve kader-i Ýlâhi ve bizi himâye eden inâyet-i

 

 

 

Sh:»(Em: 350)

 

Ýlâhîye'ye karþý teslim ve tevekkülle ve buradaki kardeþlerimizle de hâlisane ve tesellikârâne ve samimâne ve mütesânidâne hakikî bir ülfet ve muhabbet ve sohbetle Ramazan-ý þerîfte hayrý birden bine çýkan evradlarýmýzla meþgul olup, ilmî derslerimizle bu cüz'î geçici sýkýntýlara ehemmiyet vermemeðe çalýþmak, büyük bir bahtiyarlýktýr. Ve Nur'un pek ehemmiyetli bu imtihanýndaki te'sirli dersleri ve muârýzlara kendini okutturmasý, ehemmiyetli bir fütuhat-ý Nuriye'dir.

 

Said Nursî

 

***

 

-268-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Rivâyât-ý sahiha ile "Leyle-i Kadri; nýsf-ý âhirde, hususan aþr-ý âhirde arayýnýz." ferman etmesiyle, bu gelecek geceler, seksen küsur sene bir ibadet ömrünü kazandýran Leyle-i Kadrin gelecek gecelerde ihtimâli pek kavî olmasýndan istifâdeye çalýþmak, böyle sevablý yerlerde bir saadettir.

 

Kadere îman eden gam ve hüzünden emin olur. (Herþey'in güzel cihetine bakýnýz.)

 

Sâniyen: مَنْ اَمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ اْلكَدَرِ sýrriyle خُذُوامِنْ كُلِّ شَيْءٍ اَحْسَنَهُ kaidesinin sýrriyle اَلَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ اْلقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُ اُوَلَءِكَ الَّذِينَ هَدَيهُمُ اللَّهُ وَاُوَلَءِكَ هُمْ اُولُوااْلاَلْبَابِ gayet kýsacýk bir meâli: "Sözleri dinleyip en güzeline tâbi olup fenasýna bakmayanlar, hidâyet-i Ýlâhiye'ye mazhar akýl sâhibi onlardýr." mealinde. Bizler için þimdi herþey'in iyi tarafýna ve güzel cihetine ve ferah verecek vechine bakmak lâzýmdýr ki mânasýz, lüzumsuz, zararlý, sýkýntýlý, çirkin, geçici hâller nazar-ý dikkatimizi celbedip kalbimizi meþgul etmesin. Sekizinci Söz'de, bir bahçeye iki adam, biri çýkar biri giriyor. Bahtiyarý bahçedeki çiçeklere, güzel þeylere bakar, safa ile istirahat eder. Diðer bedbaht temizlemek elinden gelmediði hâlde çirkin, pis þeylere hasr-ý nazar eder, midesini bulandýrýr, istirahata bedel sýkýntý çeker, çýkar gider. Þimdi hayat-ý içtimaiye-i beþeriyenin safhalarý, hususan Yusufiye medresesi bir

 

 

 

Sh:»(Em: 351)

 

bahçe hükmündedir. Hem çirkin, hem güzel, hem kederli, hem ferahlý þeyler beraber bulunur. Âkýl odur ki; ferahlý ve güzel þeylerle meþgul olup çirkin, sýkýntýlý þeylere ehemmiyet vermez, þekva ve merak yerinde þükreder, sevinir.

 

Said Nursî

 

***

 

-269-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Yarýn gece Leyle-i Kadir olmak ihtimali çok kuvvetli olmasýndan bir kýsým müctehidler o geceye Leyle-i Kadri tahsis etmiþler. Hakikî olmasa da, mâdem ümmet o geceye o nazarla bakýyor. Ýnþâallah hakikî hükmünde kabule mazhar olur.

 

Sâniyen: Sarsýntýlý olan altýncýdaki kardeþlerimizin istirahatlarýný merak ediyorum. Bir parmak hariçten hapse, hususan altýncýya karýþýyor, oradaki kardeþlerimiz dikkat ve ihtiyat edip hiçbir þey'e karýþmasýnlar.

 

Sâlisen: Avukata, reise okutmak için parçayý gönderdiniz mi ? Hem Halil Hilmi, vahdet-i mes'ele itibariyle yalnýz Sabri'nin deðil, belki umumumuzun avukatýdýr. Ben bu nazarla ona bakýyordum. Þimdi umumumuzun hesabýna birinci avukatýmýza tam yardým etsin.

 

Râbian: Taþköprülü Sâdýk Bey'in mukaddemesini istinsah için Sabri'ye vermiþtim. Eðer yazýlmýþsa, tashihden geçen parça ona gönderilecek. Yeni yazýlan bu sûreti bana gönderilsin. Hem Sâdýk'ýn manzumeciði yanýmda bir sureti var, sizde yoksa göndereceðim.

 

Said Nursî

 

***

 

-270-

 

 

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Hem sizin, hem hapisteki arkadaþlarýnýzýn bayramýnýzý tebrik ederiz. Siz ile bayramlaþaný, aynen benimle bayramlaþmýþ gibi kabûl ediyorum ve umûmiyle bizzat bayram ziyaretini yapmýþým gibi biliniz, bildiriniz.

 

 

 

Sh:»(Em: 352)

 

Sâniyen: Sebebsiz kalýn demir sobanýn parçalanmasiyle verdiði haber ve biz dahi o iþârete binâen tam bir ihtiyat ve temkinle geçen fýrtýnacýk, yüzden bire indi, barut ateþ almadý. Þimdi yine, sebebsiz mataramýn acib bir tarzda küçücük parçalara inkýsam etmesi, (Bir hâþiyecik) bize tekrar tam bir temkine ve tahammüle ve ihtiyata sarýlmamýzýn lüzumunu haber veriyor. Aldýðým mânevî bir ihtarla, gizli münafýklar, dindarlara karþý namazsýz sefahetçileri ve mürted komünistleri istimâl etmek istiyorlar, hattâ parmaklarýný buraya da sokmuþlar.

 

Said Nursî

 

***

 

-271-

 

Aziz, Sýddýk, Sarsýlmaz Kardeþlerim!

 

Sizi ruh u cânýmla tebrik ederim ki, çabuk yaramýzý tedâvi ettiniz. Ben de bu gece þifadan tam ferahlandým. Zaten "Medreset-üz Zehra" tevessü edip, hakikî ihlâs ve tam fedakârâne terk-i enaniyeti ve tevâzu-u tâmmý dâire-i Nur'da aþýlýyor, neþreder. Elbette gayet cüz'î ve muvakkat hassasiyet ve titizlik ve nazlanmak, o kuvvetli dersini ve uhuvvet alâkasýný bozamaz ve "Ýhlâs Lem'asý" bu noktada mükemmel nâsihdir. Þimdi en ziyâde bizi ve Nurlarý vurmak ve sarsmak için en fena plân, Nur Talebelerini birbirinden ayýrmaktýr. Gerçi gayet cüz'î bir nazlanmak oldu. Fakat göze bir saç düþse baþa düþen bir taþ kadar incitir ki, büyük bir hâdise hükmünde mataram haber verdi. Merhum Hâfýz Ali'nin (R.H.) küçücük böyle bir hâlden, vefatýndan bir parça evvel þekvasý, o vakitten beri belki yüz def'a hatýrýma gelip beni müteessir etmiþ.

 

Said Nursî

 

***

 

-272-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Talebelerin itiraznâmelerini müdüre vermedim. Dedim: Diyanet Riyaseti'ne ve bize risâlelerimizle beraet veren Ankara'nýn Aðýz Ceza dâiresine - itiraznâmenin âhiriyle beraber - göndermek

 

_______________

 

(Bir Haþiyecik) Dün kalbimde bir ferah ve sevinç vardý. Birden baktým, Nurs'daki kardeþim, Nurs'un balýný bir matara içinde sekiz ay evel bana, Emirdaðý'na göndermiþti. Dün de Emirdaðý'nda bana geldi. Aman bana, çabuk getirin dedim. Bekledim, gelmedii... o sevinç bir hiddete döndü. Yüz matara kadar yanýmda kýymetli bulunan o ballý matarayý yabani ellere verip çarþýya gönderilmesi sebep oldu, o matara da birdenbire kýrýldý. Kýrksekiz senedenberi görmediðim Nurs köyümün, meskat-ý re'simin bir teberrükü olan o tatlýdan, bayram tatlýsý olarak herbir kardeþim bir parçacýðýný tatsýn diye bir mikdar gönderdim.

 

 

 

Sh:»(Em: 353)

 

istiyoruz. Hem hatâ-savab cetveli de o iki makama, fakat mahrem yalnýz berây-ý malûmat olarak göndermek münasipse. Dedi. "Münasiptir." Þimdi siz avukata deyiniz. Birkaç nüsha talebelerin itiraznâmelerinin ve cetvelin iki nüsha çýkarsýn.

 

Hem Diyanet Riyaseti'ne yazýnýz ki, ulûm-u diniye ehlini himâye etmek vazife-i zaruriyenizi Said ve arkadaþlar hakkýnda bu def'a Afyon'a gönderdiðiniz raporla mükemmel yazdýðýnýzdan, hem mazlum Said, hem mâsum arkadaþlarý dâirenize çok müteþekkir ve fevkalâde minnettar oldular. Zaten mes'elemiz dinî ve ilmi olmasýndan, her dâireden ve adliye ve zabýtadan evvel Diyanet Dâiresi alâkadardýr. Onun için hem Denizli'de, hem Afyon'da en evvel o dâirelere müracaat edip þekvamýzý oradaki âlimlere yazdýk. Bu meâlde bir baþlýk yazýnýz.

 

Said Nursî

 

***

 

-273-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþim Re'fet Bey!

 

Kur'an-ý Azimüþþân'ýn hürmetine ve alâka-i Kur'aniye'nizin hakkýna ve Nurlar ile yirmi sene zarfýnda îmâna hizmetinizin þerefine, çabuk bu dehþetli, zâhiren küçücük fakat vaziyetimizin nezaketine binâen pek elîm ve fecî ve bizi mahva çalýþan gizli münafýklara büyük bir yardým olan birbirinden küsmekten ve baruta ateþ atmak hükmündeki gücenmekten vazgeçiniz ve geçiriniz. Yoksa bir dirhem þahsî hak yüzünden bizlere ve hizmet-i Kur'aniye'ye ve îmânîyeye yüz batman zarar gelmesi-þimdilik-ihtimali pek kavidirl. Sizi kasemle te'min ederim ki; biriniz bana en büyük bir hakaret yapsa ve þahsýmýn haysiyetini bütün bütün kýrsa, fakat hizmet-i Kur'aniye ve îmâniye ve Nuriye'den vazgeçmezse ben onu helâl ederim, barýþýrým, gücenmemeðe çalýþýrým. Mâdem cüz'i bir yabanîlikten düþmanlarýmýz istifadeye çalýþtýklarýný biliyorsunuz, çabuk barýþýnýz. Mânasýz, çok zararlý nazlanmaktan vazgeçiniz. Yoksa bir kýsmýmýz Þemsi, Þefik, Tevfik gibi; muarýzlara sûreten iltihak edip, hizmet-i îmâniyemize büyük bir zarar ve noksaniyet olacak. Mâdem inâyet-i Ýlâhiyye þimdiye kadar bir zâyiata bedel çoklarý o sistemde vermiþ. Ýnþâallah yine imdadýmýza yetiþir.

 

Said Nursî

 

***

 

-274-

 

Sh:»(Em: 354)

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Müdür, Âyete'l Kübrâ ve Rehberi çok beðenmiþ. Þimdi Asâ-yý Mûsa ve Zülfikâr-ý istiyor. Ben de söz verdim, "sana getireceðim." Eðer burada Afyon'da varsa; bir Asâ-yý Mûsa, bir Zülfikâr (ciltli, büyük), bir Rehber, bir Âyete'l-Kübrâ ýsmarlayýnýz.

 

Said Nursî

 

***

 

-275-

 

HEY'ET-Ý VEKÝLEYE GÖNDERÝLMÝÞ BÝR ÝSTÝDADIR.HEY'ET-Ý

 

VEKÝLEYE GAYET EHEMMÝYETLÝ BÝR RÝCAM VAR:

 

Risale-i Nur'dan "Sirac-ün Nur" namýndaki üçyüz sahifeden ziyade mecmuanýn âhirinde ve aslý çok zaman evvel yazýlan ve onbeþ sahife kadar olan ve hey'et-i vekilece o mecmuanýn toplanmasýna vesile bulunan "Beþinci Þuâ", herkese, hususan musibetzedelere ve ihtiyarlara ve imanda þüphelere düþenlere pekçok faideleri tahakkuk eden "Sirac-ün Nur"dan, o zararlý tevehhüm edilen parçayý çýkarýp yasak ederek, mütebâki üçyüz sahifenin neþrine izin verilmesini ve tesellisinden tam istifade eden bütün musibetzedeler ve ihtiyarlar ve iman hakikatlarýna muhtaçlarla beraber hey'et-i vekileden rica ederiz.

 

Hem dörtyüz sahifelik "Zülfikar" da otuz sene evvel Avrupa feylesoflarýna karþý yazýlan irsiyet ve tesettür hakkýndaki iki âyetin tefsiri iki sahife, hem otuz sene evvel tab'edilen "Ýþârât-ül Ý'caz"da اَحَلَّ اللَّهُ اْلبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَوا âyetine dair yazýlan, bankaya dair bir satýr ve hem otuz sene evvel ben, Dar-ül Hikmet'te iken Ýngiltere'nin Angilikan Kilisesinin baþ papazýnýn Meþihat-ý Ýslâmiyeden sorduðu altý sual içinde bir satýr kadar yazýlan yazýlarýn kaldýrýlarak þimdiki kanun-u medenîye uygun gelmediði -iki sahife bir satýr-bahanesiyle müsadere edilen ve âlem-i Ýslâmca çok tahsin ile çok menfaatý bilfiil görülen ve üç rükn-ü îmanîyi hârika bir tarzda isbat eden o "Zülfikar" mecmuamýzý iade etmesini rica edip istiyoruz ve hakkýmýzdýr. Bir mektupda beþ kelime sansür edilse bâki kýsmýna izin verilmesi gibi, biz de kanunen ehemmiyetli bu hakkýmýzý isteriz. Ve hakkýmýzda habbeleri kubbeler yapanlarýn zulmünden kurtarýlmamýzý, millet ve vatan ve âsâyiþe Nurlarla hizmet eden Kur'an ve îman-perverlerle beraber taleb mederiz. Hem

 

 

 

Sh:»(Em: 355)

 

onsekiz sene evvel þiddetli bir zulme mâruz olduðum hiddetli bir zamanýmda yazdýðým "Hücumat-ý Sitte"yi onsekiz seneden beri görmediðim gibi, mahrem deyip neþrine izin vermemiþim ve hem üç-dört mahkemenin eline geçmiþ o risaleyi sahiblerine iade etmiþlerdir.

 

Said Nursî

 

***

 

-276-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Bu raporun neticesi aynen Denizli'dekinin aynýdýr. Bizi medar-ý ittiham noktalardan tebrie etmek için onlara hoþ görünmek ve Nurcu olmadýklarýný göstermek fikriyle, vehhâbilik damariyle, bir parça ilmî tenkidiyle hücum etmiþler. Tahminimce bu rapor iddianâmeden evvel buraya gelmiþ ki, bâzý noktalarý iddianâme ondan almýþ. Öyle ise, cetvelimiz onlara dahi tam cevabdýr. Siz nasýl bilirsiniz? Hem yeni cevabýmýz nasýldýr, iyi midir? Pek acele ve periþan bir hâlde yazdým.

 

Sâniyen: Þimdiye kadar zâhiren bizim þahýslarýmýzla ve cemiyet ve tarikat ve cüz'î bâzý hususî mektublar ile bizimle meþgul oluyordular. Þimdi Sirac-ün Nur, Hücumât-ý Sitte'nin müsaderesiyle ve ehl-i vukufun Nurlara nazarý çevirmeleriyle ve gizli düþmanlarýmýzýn desiseleriyle bu vatanýn bir medar-ý rahatý olan Risale-i Nur'a bir nevi hücum olmasýndan; þimdiye kadar çok def'a olduðu gibi, aynen bu memlekete bu hücumun ayný zamanýnda hem iki þiddetli zelzele- ki ben o bahsi yazarken- geldi. Beni tasdik edip, "yazýya lüzum yok" dedi. Ben de daha yazmadým. Bugün de iþittim ki, harb korkusu baþlamýþ. Ben de buranýn âmirine dedim. Þimdiye kadar ne vakit Nurlara hücum edilse, ya zemin hiddet eder veya harb korkusu baþlar. Tesadüf ihtimâli kalmayacak derecede çok hâdiseleri gördük ve mahkemelere dahi gösterildi. Demek bugünlerde, bilmediðim halde Nurlar hakkýnda þiddetli telâþým ve ehl-i vukufun hasudâne tenkidleri ve Nur'un bir mühim mecmuasýnýn müsaderesi, sadaka-i makbule mâhiyetinde musibetlerin def'ine bir vesile olan Sirac-ün Nur tesettür perdesinin altýna girdi, zelzele ve harb korkusu baþladý.

 

Said Nursî

 

***

 

-277-

 

Sh:»(Em: 356)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Merak etmeyiniz, biz inâyet altýndayýz. Zâhiren zahmetler altýnda rahmetler var. Ehl-i vukufu mecbur etmiþler ki, bir parçasýný çürütsünler. Elbette onlarýn kalbleri "Nurcu" olmuþ.

 

Said Nursî

 

 

 

***

 

-278-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk, Sarsýlmaz, Telâþ etmez, Âhireti Býrakýp, Fâni Dünyaya Dönmez Kardeþlerim!

 

Bir parça daha burada kalmaktan, mes'elemizi bir derece geniþlendirmek istemelerinden mahzun olmayýnýz. Bilâkis benim gibi memnun olunuz. Mâdem ömür durmuyor, zevâle koþuyor. Böyle çilehânede, uhrevî meyveleriyle bâkîleþiyor. Hem Nur'un ders dâiresi geniþliyor. Meselâ; ehl-i vukufun hocalarý, tam dikkatle Sirac-ün Nur'u okumaða mecbur oluyorlar. Hem bu sýrada çýkmamýzla, bir-iki cihetle hizmet-i îmaniyemize bir noksan gelmek ihtimali var. Ben sizlerden þahsen çok ziyâde sýkýntý çektiðim hâlde çýkmak istemiyorum. Siz de mümkin olduðu kadar sabýr ve tahammüle ve bu tarz-ý hayata alýþmaða ve Nurlarý yazmak ve okumaktan teselli ve ferah bulmaða çalýþýnýz.

 

Said Nursî

 

***

 

-279-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Yanýmda bulunan yeni mharfle müdafaatýn âhirindeki cetvelden iki tanesini, ehl-i vukufa cevabla beraber Diyanet Riyâseti'ne ve Ankara'nýn aðýr ceza mahkemesine göndermek için lüzum varsa size göndereceðim. Hem ehl-i vukufa cevabýn bir sûreti buradaki mahkemeye verilsin.

 

Sâniyen: Mes'elemizi geniþlettirmeleri hayýrdýr. Þimdiye kadar

 

Sh:»(Em: 357)

 

kýymetini düþürmek fikriyle zâhiren küçük, ehemmiyetsiz gösterip gizli çok ehemmiyet veriyordular. Þimdi bu vaziyet, inþâallah hizmet-i îmaniye ve Kur'aniye daha ziyade hayýrlý ve fâideli olacak.

 

Said Nursî

 

***

 

-280-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýdýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Bu sene serbest olsaydýk belki bir kýsmýmýz hacca gidecekti. Ýnþâallah bu niyetimiz bilfiil gitmiþ gibi kabul olup bu sýkýntýlý hâlimizde hizmet-i îmaniye ve Nuriye'miz öyle büyük bir hac sevabýný verecek.

 

Sâniyen: "Risale-i Kur'ân'ýn çok kuvvetli, hakikî bir tefsiridir." tekrar ile dediðimizden, bâzý dikkatsizler tam mânasýný bilemediðinden bu hakikatý beyan etmeðe bir ihtar aldým. O hakikat þudur:

 

Tefsir iki kýsýmdýr :

 

Birisi: Mâlum tefsirlerdir ki Kur'an'ýn ibâresini ve kelime ve cümlelerinin mânalarýný beyan ve izah ve isbat ederler.

 

ikinci kýsým tefsir ise : Kur'an'ýn îmanî olan hakikatlarýný kuvvetli hüccetlerle beyan ve isbat ve izah etmektir. Bu kýsmýn pek çok ehemmiyeti var. Zâhir mâlûm tefsirler, bu kýsmý bâzen mücmel bir tarzda dercediyorlar. Fakat Risâle-i Nur; doðrudan doðruya bu ikinci kýsmý esas tutmuþ, emsâlsiz bir tarzda muannid feylesoflarý susturan bir mânevi tefsîrdir.

 

Sâlisen: Sabahleyin birþey yazacaktým, kaldý. Þimdi ayný mes'ele çýktý, kâtip Sâlim Bey izin verdi. Yarýn hey'et-i vekiliye bir istida yazmak için Hüsreve Tâhiri yanýma gelsinler.

 

Sait Nursî

 

***

 

-281-

 

 

 

Sh:»(Em:358)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Acaba ortalýkta en ziyade zararlý biz ve Nurlar mýdýr ki, her muharrir serbest yazýyor ve her sýnýf müdâhelesiz toplanma yapýyor. Halbuki din terbiyesi olmasa, müslümanlarda istibdad-ý mutlak ve rüþvet-it mutlakadan baþka çare olamaz. Çünki, nasýl bir müslüman, þimdiye kadar hakikî yahudî ve nasranî olmaz belki dinsiz olur, bütün bütün bozulur. Öyle de, bir müslüman bolþevik olamaz. Belki anarþist olur, daha istibdad-ý mutlaktan baþka idare edilmez. Biz Nur Talebeleri hem idareye, hem âsâyiþe, hem vatan ve millet saadetine çalýþýyoruz. Karþýmýzdaki dinsiz anarþist ve millet ve vatan düþmanlarýdýr. Hükümet için bize iliþmek deðil tam himâye ve yardým etmek elzemdir.

 

Said Nursî

 

***

 

-282-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvela: Re'fet, Edhem ve Çalýþkanlar ve Bürhan gibi Nur nâþirlerini tahliye etmeleri gösteriyor ki, Nurlarýn intiþarý yasak deðil ve mahkeme iliþemiyor. Hem cemiyetçilik bulunmadýðýna bir karar alâmetidir. Hem mes'elemizi uzatmada, Nurlara nazar-ý dikkati geniþ bir dâirede celbetmesinden, onlarý okumasýna bir umumî dâvet ve resmî bir ilânat hükmünde iþiten müþtaklarýn okumak heveslerini tahrik ettiðinden, sýkýntýmýzdan,zarardan yüz derece ziyâde bize ve ehl-i îmana menfaatlere vesiledir. Zâten bu zamanda, en geniþ dâire-i zeminde, en dehþetli ve küllî bir hücumda tecavüz eden dalâlet ordularýna karþý böyle kudsî bir ders, bu sûretle atom bombasý gibi inþâallah te'sirini göstermeðe bir iþârettir.

 

Said Nursî

 

***

 

-283-

 

 

 

Sh:»(Em:359)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim Re'fet, Mehmed Feyzi, Sabri!

 

Ben þiddetli bir iþâret ve mânevî bir ihtarla sizin üçünüzden, Risâle-i Nur'uh hâtýrý ve bu bayramýn hürmeti ve eski hukukumuzun hakký için çok rica ederim ki, dehþetli yeni bir yaramýzýn tedâvisine çalýþýnýz. Çünki, gizli düþmünlarýmýz iki plâný tâkip edip biri, beni ihanetlerle çürütmek; ikincisi, mâbeynimize bir soðukluk vermektir. Baþta Hüsrev aleyhinde bir tenkid ve itiraz ve gücenmek ile bizi birbirimizden ayýrmaktýr. Ben size ilâ ederim ki; Hüsrev'in bin kusuru olsa ben unun aleyhinde bulunmaktan korkarým. Çünki; þimdi onun aleyhinde bulunmak doðrudan doðruya Risâle-i Nur aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi periþan edenlerin lehinde bir azîm hýyânettir ki,benim sobamýn parçalanmasý gibi acib, sebebsiz bir hâdise baþýma geldi. Ve bana yapýlan bu son iþkence dahi bu mânasýz ve çok zararlý tesânüdsüzlüðünüzden geldiðine kanaatým var. Dehþetli bir parmak buraya, hususan altýncýya karýþýyor. Beni bu bayramýmda aðlatmayýnýz, çabuk kalben tam barýþýnýz.

 

Said Nursî

 

***

 

-284-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Ben bugün yalnýz iki-üç kardeþimizin tahliyelerini isterdim. Fakat hakkýmýzdaki inâyet-i Ýlâhiyye onlarýn menfaati için geri býraktý. Ve yirmi gün kadar, bizim bu vaziyetimiz lâzým ve elzemdir. Çünki bu bayramda beraber bulunmamýz hem bize, hem Nurlara, hem hizmetimize, hem mânevî ve maddî istirahatýmýza ve hacýlarýn duâlarýndan tam bir hisse almamýza ve Ankara'ya gönderilen Risâle-i Nur'un müsadereden kurtulmasýna ve bizim mazlumiyetimize acýyýp Nurlara sarýlanlarýn çoðalmasýna ve hazýr büyük hatâlara rýza ile vatan ve millet ve din hâinlerine dehâlet etmediðimize bir hüccet olmasý lâzýmdý.

 

Said Nursî

 

***

 

-285-

 

 

 

Sh:»(Em:360)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Ehl-i vukufun insafsýzca ve hatâlý ve haksýz tenkidleri, vehhâbîlik damariyle Ýmâm-ý Ali'nin (Radýyallahü Anhu) Nurlarla ciddî alâkasýný ve takdîrini çekesmeyerek ve geçen sene zemzem suyunu döktüren ve bu sene haccý men'eden evhâmýn te'siri altýnda o yanlýþ ve hasudâne itirazlarý "Beþinci Þuâ"a etmiþler. Bu sýrada, böyle evhamlý ve telâþlý bir zamanda, bizim için en selâmetli yer hapistir. Ýnþâallah Nurlar, hem kendimizin, hem kendilerinin serbestiyetini kazandýracaklar. Madem emsalsiz bir tarzda, çok aðýr þerâit altýnda, pekçok muârýzlar karþýsýnda bu derece Nurlar kendilerini okutturuyorlar. Talebelerini hapiste çeþit çeþit suretlerde çalýþtýrýyor, periþâniyetlerine inâyet-i Ýlâhiyye ile meydan vermiyorlar; biz bu mdereceye kanâat edip þekvâ yerinde þükretmekle mükellefiz. Benim bütün þiddetli sýkýntýlara karþý tahammülüm ve kanâattan geliyor. Vazife-i Ýlâhiyeye karýþmam.

 

Said Nursî

 

***

 

-286-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Bu iki nüshanýn biri benimdir, biri müdüründür. Baþta benim hattýmla yazýsý bulunan nüshaya göre müdürün nüshasýný tashih ediniz. Ben bu def'a Âyetü'l- Kübrâ'yý mütâlaa ederken, Ýkinci Makamý'ný - âhire kadar - ve âhirdeki mânevî muhavereyi pekçok ehemmiyetli gördüm ve çok istifâde ettim. Sizin istifâdeniz için biri okusun, biri mdinlesin. Tashihle beraber muattal kalmasýnlar, ikiþer kardeþlerimiz mütâlâa etsinler.

 

Saniyen: Bana ait Onuncu Söz ve buradaki mektuplar defteri ve sâire zâyi olmasýn ve muattal kalmasýn. Ben nezâretini Ceylân'a býrakmýþtým.

 

Said Nursî

 

***

 

-287-

 

 

 

Sh:»(Em:361)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Ben þimdi Celcelûtiye'yi okurken, بِحَقِّ تَبَارَكَ ثُمَّ نُونٍ وَسَآءِلٍ cümlesinde Risâle-i Kader'e iþâret eden ve yirmialtýncý mertebede, ثُمَّ نُونٍ sûresi kader söziyle münâsebeti nedir? Kalbime gelmesi ânýnda ihtâr edildi... o sûrenin baþýný okurken gördüm ki, ن وَاْلقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ âyeti bütün kalemlerin ve tastir ve kitaplarýn aslý, esâsý, ezelî me'hazý ve sermedî üstadý kaderin kalemi ve Nur ve ilm-i ezelînin nuruna iþâret eden ن kelimesidir.

 

Demek وَالذَّرِيَاتِ Zerrât Risâlesi'ne iþâreti gibi kuvvetli bir münâsebetle, ن kelimesi Risâle-i Kader'e kuvvetli iþâretle bakar.

 

Said Nursî

 

***

 

-288-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Eski zamanda memleketimde medrese talebeleri Arefe gününde bin Ýhlâs-ý Þerifi okuyup, bir hatme-i Ýhlâsiye ile hacýlarýn sevablarýna ve duâlarýna hissedar olmaða çalýþýyordular. Ben iki gündür okuyorum.

 

Said Nursî

 

***

 

-289-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk, Sarsýlmaz Kardeþlerim!

 

Evvelâ: اَلْخَيْرُ فِيمَااخْتَارَهُ اللَّهُ sýrrýnca mes'elemizin te'hirinde hayýr var. Kalbim ve Nurlarýn serbestiyeti öyle istiyordu. Siz hem birbirinizi teselli, hem kuvve-i mâneviyeyi takviye,

 

 

 

Sh:»(Em:362)

 

hem tatlý sohbetle müzâkere-i ilmiye, hem Nurlarýn yazmasý ve mütâlâalariyle bu geçici zahmetin noktasýný siler rahmet yapmaða, bu fâni saatleri bâki saatlere çevirmeðe muvaffak olursunuz inþâallah.

 

Sâniyen: Mâdem bayramlaþmamýz mahkemenin muvakkat hapis menzilinde oldu, ben de bayram tatlýsý olarak; Konya kahramaný Zübeyr'in bana getirdiði zemzem ile Nurs Karyesi'nin bence çok mânidar balýný gönderdim. Siz bal matarasýna su koyun, karýþtýrýnýz. Sonra zemzemi içine býrakýnýz, kemâl-i âfiyetle içiniz.

 

Said Nursî

 

***

 

-290-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Ehemmiyetli bir taraftan ehemmiyetli ve mânidar bir suâl edilmiþ. Bana sordular ki: "Sizin cemiyet olmadýðýnýz, üç mahkeme o cihette berâet vermesiyle ve yirmi senedenberi tarassut ve nezaret eden altý vilâyetin o noktadan iliþmemeleriyle tahakkuk ettiði halde, Nurcu'larda öyle hârika bir alâka var ki hiç bir cemiyette, hiç bir komitede yoktur. Bu müþkili halletmenizi isteriz" dediler.

 

Ben de cevaben dedim ki: "Evet, Nurcular cemiyet memiyet, hususan siyasî ve dünyevî ve menfî ve þahsî ve cemaatî menfaat için teþekkül eden cemiyet ve komite deðiller ve olamazlar. Fakat, bu vatanýn eski kahramanlarý kemâl-i sevinçle þehadet mertebesini kazanmak için ruhlarýný fedâ eden milyonlar Ýslâm fedâilerinin ahfadlarý, oðullarý ve kýzlarý, o fedâilik damarýndan irsiyet almýþlar ki, bu hârika alâkayý gösterip Denizli mahkemesinde bu âciz bîçâre kardeþlerine bu gelen cümleyi onlar hesabýna söylettirdiler.

 

"MÝLYONLAR KAHRAMAN BAÞLAR FEDA OLDUKLARI BÝR HAKÝKATA BAÞIMIZ DAHÝ FEDA OLSUN!" diye onlar nâmýna söylemiþ, mahkemeyi hayret ve takdirle susturmuþ. Demek Nurcularda hakikî, hâlis, sýrf rýzâ-yý Ýlâhî için ve müsbet ve uhrevî fedâiler var ki; mason ve komünist ve ifsad ve zýndýka ve ilhad ve taþnak gibi dehþetli komiteler o Nurculara çâre bulamayýp hükûmeti, adliyeyi aldatarak lâstikli kanunlar ile onlarý kýrmak ve daðýtmak istiyorlar. Ýnþâallah bir halt edemezler. Belki Nur'un ve îmanýn fedâilerini çoðaltmaða sebebiyet verecekler."

 

Said Nursî

 

 

 

***

 

-291-

 

Sh:»(Em:363)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Dünkü suâle benzer, kýrk sene evvel olmuþ bir suâl ve cevabý size hikâye edeceðim. O eski zamanda, Eski Said'in talebeleri üstadlariyle þiddet-i alâkalarý fedâilik derecesine geldiðinden, Van, Bitlis tarafýnda Ermeni komitesi, Taþnak fedâileri çok faaliyette bulunmasiyle Eski Said onlara karþý duruyordu, bir derece susturuyordu. Kendi talebelerine mavzer tüfekleri bulup medresesi bir vakit asker kýþlasý gibi silâhlar, kitaplarla beraber bulunduðu vakit, bir asker feriki geldi, gördü dedi: "Bu medrese deðil, kýþladýr." Bitlis hâdisesi münasebetiyle evhama düþtü, emretti: "Onun silâhlarýný alýnýz." Bizden ellerine geçen onbeþ mavzerimizi aldýlar. Bir-iki ay sonra harb-i umumî patladý. Ben tüfeklerimi geri aldým. Her ne ise...

 

Bu haller münasebetiyle benden sordular ki: "Dehþetli fedâileri bulunan Ermeni komitesi sizden korkuyorlar ki; siz Van'da Erek Daðýna çýktýðýnýz zaman, fedâiler sizden çekinip daðýlýyorlar, baþka yere gidiyorlar. Acaba sizde ne kuvvet var ki öyle oluyor?"

 

Ben de cevaben diyordum: "Madem fâni dünya hayatý, küçücük ve menfi milliyetin muvakkat menfaati ve selâmeti için bu hârika fedakârlýðý yapan Ermeni fedâileri karþýsýnda görünürler. Elbette hayat-ý bâkiyeye ve pek büyük Ýslam milliyet-i kudsiyesinin müsbet menfaatlerine çalýþan ve "Ecel birdir" îtikad eden talebeler, o fedâilerden (Hâþiye) geri kalmazlar. Lüzum olsa o kat'î ecelini ve zâhirî birkaç sene mevhum ömrünü, milyonlar sene bir ömre ve milyarlar dindaþlarýn selâmetine ve menfaatine tereddütsüz, müftehirâne fedâ ederler.

 

Said Nursî

 

***

 

-292-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk, Vefâdar ve Þefkatli Kardeþlerim!

 

Ýki gündür hem baþýmda, hem âsâbýmda te'sirli bir nezle aðrýsý var. Böyle hâllerde bir derece dostlarla görüþmekten teselli ve

 

_____________

 

(Hâþiye): Kardeþlerim nâmýna âcizane diyorum ki: lüzum olursa, ÝNÞAALLAH çok ileri geçeceðiz. Bözler dinde olduðu gibi kahramanlýkta da ecdadýmýzýn vârisleri olduðumuzu göstereceðiz.

 

 

 

Sh:»(Em:364)

 

ünsiyet almaða ihtiyacým içinde acib tecrid ve yalnýzlýk vahþeti beni sýktý. Böyle bir nevi þekva kalbe geldi: "Neden bu tâzib oluyor, hizmetimize fâidesi nedir?"

 

Birden, bu sabah kalbe ihtâr edildi ki: Siz bu þiddetli imtihana girmek ve inceden inceye sizi kaç def'a "altun mu, bakýr mý?" diye mehenge vurmak ve her cihetde sizi insafsýzca tecrübe etmek ve "nefislerinizin hisseleri ve desiseleri var mý yok mu?" üç-dört eleklerle elenmek; hâlisâne, sýrf hak ve hakikat namýna olan hizmetinize pekçok lüzumu vardý ki; kader-i Ýlâhî ve inâyet-i Rabbâniye müsaade ediyor. Çünki, böyle meydan-ý imtihanda inatçý ve bahaneci insafsýz muârýzlarýn karþýsýnda teþhir edilmesinden herkes anladý ki; hiç bir hile, hiç bir enâniyet, hiç bir garaz, hiç bir dünyevî, uhrevî ve þahsî menfaat karýþmayarak, tam hâlis, hak ve hakikattan geliyor. Eðer perde altýnda kalsaydý çok mânalar verilebilirdi. Daha avâm-ý ehl-i îtimad etmezdi. "Belki bizi kandýrýrlar." der ve havas kýsmý mdahi vesvese ederdi. Belki bâzý ehl-i makamat gibi kendilerin satmak, îtimad kazanmak için böyle yapýyorlar diye daha tam kanâat etmezlerdi. Þimdi imtihandan sonra, en muannid vesveseli dahi teslime mecbur oluyor. Zahmetiniz bir kârýnýz bindir. Ýnþâallah.

 

Said Nursî

 

***

 

-293-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Esâretimdeki hâdisenin gazete ile ilâný, þiddetli yasaklarla ahâliyi her tarafta bizden kaçýrmaða çalýþmakla beraber teveccüh-ü âmmeyi ziyâdeleþtirmiþ. Bize, hususan þahsýma ihanet etmeðe tarafdar üç resmî adam dün avluda demiþler." Said pencereden göründüðü vakit ahali toplanýp ona bakýyor, pencerede durmasýn. Yoksa koðuþunu deðiþtiriniz." diye baþ gardiyan söyledi. Hiç merak etmeyiniz. Ben her sýkýntýya tahammüle karar vermiþim. Duânýz bereketiyle inþâallah sýkýntýlar sevinçlere dönecekler.

 

O esâret hâdisesi aslý doðrudur. Fakat, þâhidim olmadýðýndan tafsîlen beyan etmemiþtim. Yalnýz bir manga beni idam etmek için geldiðini bilmiyordum, sonra anladým. Ve Rus kumandaný tarziye için Ruþça bir þeyler söyledi, ben bilmedim. Demek hazýr bulunan ve bu hâdiseyi gazeteye ihbar eden müslüman yüzbaþý anlamýþ ki, kumandan tekrar tekrar "affet!" demiþ.

 

 

 

Sh:»(Em:365)

 

Kardeþlerim, ben Nurlarla meþgul oldukça sýkýntýlar azalýyor. Demek vazifemiz Nurlarla iþtigaldir ve geçici þeylere ehemmiyet vermemek ve sabýr ve þükretmektir.

 

Said Nursî

 

***

 

-294-

 

BEDÝÜZZAMAN'IN AKILLARA HAYRET VEREN BÝR

 

SECÝYESÝ

 

(Ehl-i Sünnet mecmuasýnýn 15 Teþrin-i evvel 948 tarihli nüshasýnda neþredilmiþtir. Ehl-i Sünnet gazetesi sahibi avukat bir zâtýn makalesidir.)

 

Ben Birinci Cihan Harbinde Bitlis mevkiinde yaralý olarak eser olurken, Bediüzzaman da o gün esir düþmüþtü. O Sibirya'ya gönderilmiþ, en büyük esirler kampýnda idi. Ben Bakû'nun Nangün adasýnda idim. Günün birinde esirleri teftiþe gelen ve kampý gezerken Bediüzzasman'ýn önünden geçen Nikola Nikolaviç'e o hiç ehemmiyet vermiyor ve yerinden kýmýldanmýyor. Baþ kumandanýn nazar-ý dikkatini çekiyor. Tekrar bir bahâne ile önünden geçiyor. Yine kýmýldanmýyor. Üçüncü def'asýnda önünde duruyor, tercüman vâsýtasiyle aralarýnda þöyle bir muhâvere geçiyor:

 

---- "Beni tanýmadýlar mý?"

 

---- "Evet tanýdým. Nikola Nikolaviç, Çar'ýn dayýsýdýr, Kafkas cephesi baþkumandanýdýr."

 

---- "O halde ne için hakaret ettiler?"

 

----"Hayýr, affetsinler ben kendilerine hakaret etmiþ deðilim. Ben mukaddesatýmýn emrettiðini yaptým"

 

----"Ben müslüman âlimiyim. Kalbimde îman vardýr. Kendisinde îman olan bir þahýs, îmaný olmayan þahýsdan efdaldir. Ben ona kýyâm etseydim, mukaddesatýma hürmetsizlik yapmýþ olurdum. Onun için ben kýyâm etmedim"

 

----"Þu halde, bana îmansýz demekle benim þahsýmý, hem ordumu hem de milletimi ve çarý tahkir etmiþ oluyor. Derhal divan-ý harb kurulunda isticvab edilsin."

 

Bu emir üzerine divan-ý harb kuruluyor, karargâhdaki Türk,

 

 

 

Sh:»(Em:366)

 

Alman ve Avusturya zabitleri, ayrý ayrý Bediüzzaman'a rica ederek baþkumandana tarziye vermesi için ýsrar ediyorlar. Verdiði cevap bu oluyor:

 

----"Ben âhiret diyarýna göçmek ve huzur-u Resûlûllah'a varmak istiyorum. Bana bir pasaport lâzýmdýr. Ben îmanýma muhalif hareket edemem."

 

Buna karþý kimse sesini çýkarmýyor, neticeyi bekliyor. Ýsticvab bitiyor. Rus çarýný ve Rus ordusunu tahkir maddesinden îdam kararýný veriyorlar. Kararý infaz için gelen bir manga askerin baþýndaki subaya kemal-i þetâretle:"Müsâade ediniz, onbeþ dakika vazifemi ifa edeyim." diye abdest alýp iki rek'at namaz kýlarken, Nikola Nikolaviç geliyor, kendisine hitaben:

 

-"Beni affediniz! Sizin beni tahkir için bu hareketi yaptýðýnýzý zannediyordum. Hakkýnýzda kanunî muâmele yaptým. Fakat þimdi anlýyorum ki, siz bu hareketinizi îmanýnýzdan alýyorsunuz ve mukaddesatýn emirlerini îfa ediyorsunz. Hükmünüz iptal edilmiþ, dinî salâhatinizden (sâlihliðinizden) dolayý þâyân-ý takdirsiniz; sizi rahatsýz ettim; tekrar tekrar rica ediyorum beni affediniz."

 

Bütün Müslümanlar için þâyân-ý misâl olan bu salâbet-i dîniye ve yüksek seciyeyi, arkadaþlarýndan bir yüzbaþý, müþahedesine müsteniden anlatýyordu. Bunu duydukça, ihtiyarsýz olarak gözlerim yaþla doldu.

 

Abdurrahim

 

Gazetenin bu fýkrasýnýn yazýlmasýný Üstadýmýz emretmedikleri hâlde, hem çok merakâver, hem çok ibret, hem çok heyecan verici olmasýndan buraya yazýlmýþtýr.

 

Hüsrev

 

***

 

-295-

 

Kardeþlerim!

 

Hem benim iþtahim kesildiði, hem hediye bana dokunduðu için benim hisseme düþen üç parça yað ve bir sepet üzüm ve bir kise elma ve iki paket çay ve þekeri size gönderdim. Ben sizlere teberrük verecektim. Fakat sordum, sizinki de var. Hem ben onlarýn fiatiyle yoðurt, yumurta, ekmek gibi þeyleri alacaðým, tâ Medreset-üz-Zehra benden gücenmesin, "Teberrükümü yemedi." Hem

 

 

 

Sh:»(Em:367)

 

muhtâc, hem bir parça ucuz, hem lâyýklara satýnýz ki; iki cihetle Medreset-üz Zehra ve þubelerinin hediyeleri tam mübarek, hem bana, hem alanlara ilâçlý bir teberrük olsun. Husrev nezaretçi ve Ceylân, Hýfzý satýcý olsun.

 

Said Nursî

 

***

 

-296-

 

Evvelâ: Hakkýmda gazete münâsebetiyle þimdi ihtâr edildi ki: Rus'un cebbar bir kumandaný, gösterdiði izzet-i îmaniye karþýsýnda hiddetini býrakýp tarziye verdiði halde... Risâle-i Nur'un gayet kuvvetli, þahsýmýn yüz derece fevkýnda hâlisâne salâbet-i îmaniye derslerini gören resmî me'murlar kalben insaefa gelmezler ve inâdýnda devam etseler; elbette cehennemden baþka hiç bir ceza onlarý temizlemez. Muvakkat bir ömürde bu azîm hatânýn cezasý yerleþmez. Çünki, bir yað bozulsa, daha yenilmez. Süt, yoðurt gibi deðil. Ýnþâallah Nurlar onlarýn çoðunu bozulmadan kurtarmýþ.

 

Sâniyen: Mehmed Feyzi Bedriye'ye yazsýn ki, ben onun mektubunda bulunan bütünleri duâma dâhil ediyorum, onlar da bana duâ etsinler.

 

Said Nursî

 

***

 

-297-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvellâ: Medâr-ý ibret ve hayret iki esaretimde þahsýma karþý bir muameleyi beyân etmek ihtar edildi. Þöyle ki:

 

Rusya'da Kosturma'da doksan esir zabitlerimizle beraber bir koðuþta idik. Ben o zabitlerimize ara sýra ders veriyordum. Bir gün Rus kumandaný geldi, gördü, dedi: "Bu Kürd, gönüllü alay kumandaný olup çok askerimizi kesmiþ. Þimdi de burada siyasî ders veriyor. Ben yasak ediyorum, ders vermesin." Ýki gün sonra geldi, dedi: "Mâdem dersiniz siyasî deðil, belki dinîdir, ahlâkîdir; dersine devam eyle." izin verdi.

 

Ýkinci esaretimde: Bu hapiste iken yirmi sene derslerimi dinle

 

 

 

Sh:»(Em:368)

 

miþ ve benden daha güzel ders veren bir has kardeþimin ve zarurî hizmetimi gören hizmetçilerimin benim yanýma gelmeleri adliye memuru tarafýndan yasak edildi, tâ benden ders almasýnlar. Halbuki Nur Risaleleri baþka derslere hiç ihtiyaç býrakmýyor ve hiçbir dersimiz kalmamýþ ve hiç bir sýrrýmýz gizli kalmamýþ. Her ne ise bu uzun kýssayý kýsa kesmeye bir hal sebeb oldu.

 

***

 

-298-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Çok Aziz, Çok Sevgili, çok Kýymetdar, Çok Mübârek Üstadýmýz Efendimiz Hazretleri:

 

Arz-ý tâzimat ve takdîm-i ihtirâmât ile istifsâr-ý hâtýr edip, sýhhat ve âfiyetinize duâlar ederek dâmenlerinizden, el ve ayaklarýnýzdan öpüyoruz.

 

Müþfik üstadýmýz efendimiz" Siz sevgili üstadýmýzdan bize gönderilen ve müdâfaâtýn sonuna ilâve edilen üç kýymetdar mektubunuzla (# Hüve) nüktesini nasýl bulduðumuzu siz sevgili üstadýmýza arzetmemizi, bir mübârek kardeþimizle siz sevgili üstadýmýz emretmiþler.

 

Sevgili üstadýmýz, efendimiz! Birinci mektubunuz, yirmi seneden beri tarassutlar ve nezâretlerle beraber altý vilâyet ve üç mahkemenin bulamayýn berâet verdikleri cemiyetçilikten sizde hiç bir eser görülmediði halde, hiç bir cemiyette ve hiç bir komitede görülmiyen Nurculardaki hârika alâka, ehemmiyetli bir tarafdan bir suâl ile siz sevgili üstadýmýzdan sorulmuþ olup, þehadet mertebesini kazanmak için ruhlarýný feda eden milyonlar Ýslâm fedâilerinin ahfadlarý ve evlâdlarý, o fedâiliði ecdadlarýndan irsiyet aldýklarý içindir ki: Siz sevgili üstadýmýza mahkemeleri hayret ettirip susturan: "Milyonlar kahraman baþlar fedâ olduklarý bir hakikata baþýmýz dahi fedâ olsun." diye acib cümleyi söyletmeye vesile olan talebelerinizde gördüðünüz hakikî, hâlis, sýrf rýzâ-yý Ýlâhî ve müsbet ve uhrevî fedakârlýðýn karþýsýnda, menfî cemaat ve komitelerin aðlûb olduklarý, hem Nurcularý daðýtmak isteyenlerin inþâallah muvaffak olamayacaklarý ve hem Nur'un ve îmanýn fedâilerini çoðaltmaya sebebiyet verecekleri izah edilmekle cevap verilmiþtir.

 

Ýkinci mübarek mektubunuzda: Siz sevgili üstadýmýzýn Van, Bitlis'de tedrisde bulunduðunuz talebelerinizle birlikte etraf

 

 

 

Sh:»(Em:369)

 

larýnda bulunan ehl-i îmaný titreten Ermeni, Taþnak fedâilerine karþý çýkýp o fedâileri durdurup daðýtmaða mecbur eden siz sevgili üstadýmýzdaki ve talebelerinizdeki hârika kuvvet; küçücük, fâni dünya hayatý ile menfî milliyetin muvakkat menfaati ve selâmeti için Ermeni fedâilerinde görülen hârika fedakârlýða mukabil, hayat-ý bâkiyeye ve Ýslâm millet-i kudsiyesinin müsbet menfaatlerine çalýþan ve ecel birdir îtikad eden ve üstadlarýna olan þiddet-i râbýtalarý fedâilik derecesine varan talebelerinizin birkaç sene mevhum ömürlerini milyonlar sene bir ömre ve milyarlar dindaþlarýn selâmetine ve menfaatine müftehirane fedâ etmelerinden mütevellid olduðu kýrk sene evvel siz segili üstadýmýzdan sorulan bir suâle cevab olarak bildirilmektedir.

 

Üçüncü mübârek mektubunuz: Dokuz aydan beri temâdi eden pek acib tecridinizle beraber, teselli ve ünsiyet ihtiyacýný tevlid eden hastalýðýnýz içinde neden bu tâzib oluyor... diye siz sevgili üstadýmýzýn kalb-i mübâreketlerine gelen þekvâya bir ihtar olup inatçý, bahaneci insafsýz muârýzlar karþýsýnda girdiðimiz bu þiddetli imtihanda altun olanlar bakýr olanlardan ayrýlmak için mehenge vurulmak ve insafsýz bir tecrübe ile nefislerini hisseleri olup olmadýðý bilinmek için eleklerle elenmek, sýrf hak ve hakikat namýna olan hâlisane hizmetimize pek çok lüzumu olduðu için kader-i Ýlâhînin ve inâyet-i Rabbâniyenin bu dehþetli tazyika verdiði müsaade, hiç bir hile, hiç bir enâniyet, hiç bir garaz, hiç bir dünyevî ve uhrevî menfaat karýþmayarak yapýlan ve tam hâlis ve hak ve hakikattan gelen ve þimdi en muannid ve vesveseli olanlarý dahi teslime mecbur eden ve bir zahmete mukabil inþâallah bin kâr býrakan bu hizmetimiz eðer perde altýnda kalsaydý, çok mânalar verilmekle beraber avâm-ý ehl-i îman ile havas kýsmý birer bahâne ile tam kanâat etmeyeceklerinden olduðu bildirilmektedir.

 

Dördüncü Mektub olan ‎هُوَ nüktesi ile لآ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ ve قُلْ هُوَ اللَّهُ اَحَدٌ kelime-i kudsiyeleriyle maddî cihetinde ‎هُوَ lâfzýnda siz sevgili üstadýmýzýn bir seyahat-ý hayâliye-i fikriyelerinde, hava sahifesinin mütalâalariyle görülen zarif bir nükte-i tevhidde îman mesleðindeki gayet derecede kolaylýk ile meslek-i dalâletteki nihayetsiz müþkülât, kýsa bir iþaretle beyân edilmiþ. Kudret-i Ýlâhiyyenin bir arþý olan bir avuç toprakta konulan muhtelif tohumlarýn mahiyetlerinde ve emir ve irâdenin diðer bir arþý olan havanýn bir parçasýnda neþvü nemâ bulan ‎هُوَ lâfzýnda görülen hârikalar, esbaba verildikçe, dehþetli müþkülâtýn zuhuru ve Vâhid-i Ehade verildikçe fevkalâde suhûletin vücudu, hem

 

 

 

Sh:»(Em:370)

 

ehl-i dalâletin hususan maddiyyun ve tabiyyun meslek erbabýna, hem ehl-i îmana gayet þirin, gayet güzel, gayet hoþ, hem gayet mukni ve müskit bir þekilde isbat edilerek bir risâle kadar kýymeti bulunan hususan tahavvülât-ý zerrat hakkýndaki Otuzuncu Söz'le Tabiat Risâlesi olan Yirmiüçüncü Lem'a'nýn bir nevi hulâsasý olabilir kanâatýný bize veren bu kýymatdar yazýlarýnýzla Risâle-i Nur baþtan baþa her okuyaný hem tenvir edip yükseltiyor, hem sevgili üstadýmýza nihayetsiz minnetdarlýklara vesile oluyor.

 

Hüsrev

 

***

 

-299-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Varislerim!

 

Ýki-üç def'adýr ehemmiyetli bir hâlet-i ruhiye bana ârýz oluyor. Ayný otuz sene evvel Ýstanbul'da beni Yûþa Daðý'na çýkarýp Ýstanbul'un, Dâr-ül Hikmet'in câzibedar hayat-ý içtimaiyesini býraktýrýp hattâ Ýstanbul'da bulunan Nur 'un birinci þâkirdi ve kahramaný olan merhum Abdurrahman'ý dahi zarurî hizmetimi görmek için de yanýma almaða müsaade etmiyen ve Yeni Said mahiyetini gösteren acib inkýlâbat-ý ruhînin bir misli, þimdi mukaddemâtý bende baþlamýþ. Üçüncü bir Said ve bütün bütün târik-i dünya olarak zuhuruna bir iþaret tahmin ediyorum. Demek Nurlar ve kahraman þâkirdleri benim vazifelerimi yapacaklar, daha bana hiç ihtiyaç kalmamýþ. Zâten Nur'un her bir câmi ' cüz'ü ve sarsýlmayan hâlis þâkirdlerinin her birisi, benden daha mükemmel ders verir.

 

Said Nursî

 

***

 

-300-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Evvelâ: Ben bâzý emarelerle tahmin ederim ki, neþredilen mecmualarýmýzdan en ziyade Rehber'e ehemmiyet veriyorlar. Hattâ iki rehberi birleþtirip Ceylân'a vererek, dâvasýný kubbeye yapýp, o yaralanan adamý bir sene sükûttan sonra, onu da hapse sevkettiler. Ben zannederim ki: "Hüve Nüktesi" gizli zýndýk düþmanlarýmýzýn bellerini kýrmýþ, onlarýn istinadgâhý olan tabiat tâðûtunu daðýtmýþ, kesif toprakta bir derece saklayabilirkekn, þeffaf havada -"Hüve Nüktesi"nden sonra - hiç bir cihetle o tâðûtu saklamak imkâný kalmamýþ ki, küfr-ü inâdî ve temerrüd-ü irtidâdî sebebiyle adliyeyi

 

 

 

Sh:»(Em:371)

 

aldatýp aleyhimize sevkediyorlar. Ýnþâallah Nurlar adliyeleri lehine çevirip onlarýn bu hücumunu dahi akim býrakacaklar.

 

Sâniyen: Bu sýrada, hem Ehl-i Sünnet gazetesi, hem buranýn gazetesi, hem Zübeyir'in hararetli mukabelesi, Nurlarla iþtigalleri güzel bir ilânat hükmüne geçtiler. Benim bedelime, benim hoþuma giden bize dâir bahislerine bakýnýz, bana bildiriniz.

 

Said Nursî

 

***

 

-301-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim, Mehmed, Mustafa, Ýbrahim, Ceylan!

 

Evvelâ: Dün döndünüzün harâretli sohbetini gördüm, çok sevindim, memnun oldum. Ben de yanýnýzda bulunuyorum gibi ferahla dinledim. Birden baktým ki, iki tarafýnýzda sizi dinliyenler var. Yarým saat devam etti. Merak ettim, kalben dedim. Habbeyi kubbe yapan ve yanlýþ mâna veren bir casus, dinliyenler içinde bulunmak ihtimali var ki, dikkatle kulak veriyor ve konuþan kardeþler ihtiyatsýzlýklarýndan ve sohbetin keyfinden hiç onlara bakmýyorlar, dikkat etmiyorlar diye size cevap gönderdim. Elhamdülillâh bir zararlý konuþma olmadýðýný bildim. Bu nazik sýrada ihtiyat lâzýmdýr.

 

Sâniyen: Hoca Hasan'ýn haddimden yüz derece ziyâde bir hüsn-ü zan ile yazdýðý bir mektubundan bildim ki, aynen Denizli kahramaný merhum Hasan Feyzi sisteminde bir Nur nâþiri olacak Ýnþâallah onun gibi Afyon'da dahi Hasan Feyziler çýkacaklar. Afyon Denizli'den geri kalmayacak, zahmetimizi rahmete çevirecek.

 

Said Nursî

 

***

 

-302-

 

Kardeþlerim!

 

Ben gazeteleri merak etmezdim. Fakat bu sýrada hem Ehl-i Sünnet, hem Sebir-ür-Reþad'ýn lehimizdeki yazýlarý her halde aleyhimizdeki kýskançlarý ve gizli düþman zýndýklarý þaþýrtmýþ. Bunlar o dostlarý susturmak için çalýþmak ihtimâli beni meraklsandýrdý.

 

Said Nursî

 

***

 

-303-

 

 

 

Sh:»(Em:372)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

SIKINTILI MUSÝBETLERÝMÝ HÝÇE ÝNDÝREN BÝR

 

HAKÝKATLÝ TESELLÝDÝR

 

Birinci: Hakkýmýzda zahmet rahmete dönmesi.

 

Ýkinci: Kader adâleti içinde rýzâ ve teslim ferahý.

 

Üçüncü: Ýnâyet-i hâssanýn Nurcular hakkýnda hususiyetindeki sevinç.

 

Döndürcü: Geçici olmasýndan zevâlinde lezzet.

 

Beþinci: Ehemmiyetli sevaplar.

 

Altýncý: Vazife-i Ýlâhiyeye karýþmamak.

 

Yedinci: En þiddetli hücumda en az meþakkat ve küçük yaralar.

 

Sekizinci: Sâir musibetzedelere nisbeten çok derece hafif olmasý.

 

Dokuzuncu: Nur ve iman hizmetinde þiddetli imtihandan çýkan yüksek ilânatýn te'siratýndaki sürur.

 

Dokuz adet mânevî sevinçler, öyle teskin edici bir merhem ve tatlý bir ilâçtýr ki; târif edilmez, aðýr elemlerimizi teskin ediyor.

 

Said Nursî

 

***

 

-304-

 

Aziz, Sýddýk, Metin Kardeþlerim!

 

On aydanberi, münâfýklarýn bir resmî me'muru elde edip bütün desiseleriyle yaptýklarý hücum, en küçük bir þâkirdi sarsmadý. O iftiralarý hiç hükmündedir. Ýsbat ettiðimiz, onun yüz plânýna karþý, bir gazetenin sâbýk vâlinin tekaüde sevkini bir mektubumuzda bulup, hilâf-ý vâkidir diye, birtek yanlýþ bulmuþ. Halbuki o yanlýþ o gazeteye aittir. Her ne ise; böylelerden böyle iftiralar, binden bir te'siri bize olmadýðý gibi, inþâallah dâire-i Nur'a da zararý olmayacak. Size söylediðim gibi, me'murun iftirânâmesine çok ehemmiyet vermeyiniz, zihninizi bulandýrmasýn. Eðer müdâfaâtýmda cevabý bulunmayan kanunî nokta varsa, kýsa cevap verirsiniz. Hem deyiniz: "Said der ki: Bizi ve Nurlarý berâet ettiren üç mahkemeyi kýzdýrmamak, tenkîs etmemek için o garazkârâne iddianâmeye karþý cevap verip ehemmiyet vermiyeceðim. Büyük

 

 

 

Sh:»(Em:373)

 

müdâfaâtým; hususan on vecihle kanunsuz þeylere tam ve mükemmel bir cevaptýr."

 

***

 

-305-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Evvelâ: Bir inâyettir ki, o adamýn müfteriyâne iddiânâmesini iþitemedim. Yoksa þiddetle konuþacaktým. Reise, seni mahkemeye veriyorum, yâni haksýzlýðýnla mahkeme-i kübrâya ve kanunsuzluðunla dünya mahkemesine. Ve avukatým yok dediðimden maksad, onlara, bizim umumumuzun küllî mes'elede vekilimizdir, benim hususî þahsýma gelen hücuma ancak bu mukabele edebilirim, demektir. Ahmed Hikmet'e bildiriniz.

 

Sâniyen: Savcýnýn isnâdâtýna karþý eski müdâfaatýmýz kâfidir.

 

Sâlisen: Mustafa Osman, Ceylân nasýl telâkki ettiklerini ve hiç bulantý onlara vermediklerini ve dâire-i Nur'da dahi fena te'sir etmeyeceðini bana yazdýlar. Kahraman Tâhiri gördüm. O da öyle telâkki etmiþ. Hüsrev ve Feyzileri ve Sabri'yi merak ettim.

 

Râbian: Zannederim ki, þimdi küfür ve dalâlet, komiteler ve cemiyetler þeklinde hücum ettikleri içindir ki, kader-i Ýlâhî, bunlara bu eþedd-i zulüm ile bir cemiyet isnadiyle bizi tâzib ettiriyor. Demek þimdi ehl-i îmanýn ittihadýna pekçok lüzum var. Biz o hakikatý bilmediðimiz için kaderin adâlet tokadýný yeriz.

 

Said Nursî

 

***

 

-306-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Haccý men'eden zemzemi döktüren, hakkýmýzda eþedd-i zulme müsâdekâr davranan ve Zülfikar ve Sirâc-ün Nur'un müsâderesine ehemmiyet vermiyon ve bizi garazkârâne, kanunsuz tâzib eden me'murlarý terfi ettirip hâdisenizden çýkan mazlumâne lisân-ý hâl ile yüksek aðlamamýzý ve sesimizi iþitmeyen ve müstebid kabinenin zamanýnda en rahat yer hapisdir. Yalnýz mümkün olsa baþka hapse naklolsak, tam selâmet olur.

 

Sâniyen: Onlar nasýl zorla en mahrem risâleleri en nâmahreme okuttular.... öyle de, zorla ýsrar edip bizi cemiyet yapmaða mecbur ediyorlar. Halbuki, cemiyet ve komiteciliðe hiç ihtiyacýmýzý hisset

 

 

 

Sh:»(Em:374) miyorduk. Çünki, ittihat-ý ehl-i îman cemaatindeki uhuvvet-i Ýslâmiye; Nurcular'da pek hâlisâne, fedakârâne inkiþaf ettiði gibi ve eski ecdadlarýmýzýn kemâl-i aþkla ruhlarýný feda ettikleri bir hakikata Nur Þâkirdleri o milyonlar kahraman ecdadlarýndan irsiyet aldýklarý kuvvetli bir fedâilik ile o hakikata baðlanmalarý, þimdiye kadar resmî veya siyasî gizli ve âþikâr cemiyetler ve komiteciliðe ihtiyaç býrakmýyordu. Demek þimdi bir ihtiyaç var ki, kader-i Ýlâhî onlarý bize musallat ediyor. Onlar mevhum bir cemiyet isnadiyle zulmederler. Kader ise, "neden tam ihlâsla, tam bir tesânüdle, tam bir Hizbullah olmadýnýz?" diye bizi onlarýn elleriyle tokadladý, adâlet etti.

 

Said Nursî

 

***

 

-307-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Evvelâ: Sizi teselliye muhtaç bilmiyorum. Birbirinizin kuvve-i mâneviyenizi takviye edersiniz, o kâfidir. Karþýmdaki levha dahi bana kâfi geliyor. Bu son hücumda, tam haksýz ve kanunsuz, yalnýz evhamdan ve zâfiyetten gelen bir korkutmak olduðu anlaþýldý. Ve ahâlinin ve zâbýtanýn vaziyeti, o mânasýz hücuma bir itiraz hükmünde idi.

 

Sâniyen: Benim müdâfaatým yeni isnâdâta dahi kafi gelir mi? Hem Zübeyir ve avukatlar çalýþýyorlar mý?... Telâþlarý yok mu? Hiç merak etmesinler. Bize medar-ý mes'uliyet ettiði maddelere göre, bütün uhuvvet-i îmâniyeyi taþýyanlarý, hattâ bütün imamlarýn cemaatlerini ve bütün üstad ve muallimlerin talebelerini dahi mes'ul etmek lâzým gelir. Demek muhalifleri çok kuvvet bulmuþlar ki, bütün bu telâþlý ve imkânâtý vukuat yerinde istimal ederek acib evhamla bize hücum ettiler.

 

Sâlisen: Benim kendi kanaatým, tâ bahara kadar hapiste kalmak gerektir. Zâten kýþta herþey tevakkuf eder. Ýnþâallah inâyet-i Ýlâhiye yine imdadýmýza yetiþir.

 

Said Nursî

 

***

 

-308-

 

Sh:»(Em:375)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

(Husrev'in bir mektubudur)

 

Sevgili Üstadýmýz, Efendimiz!

 

Garazkâr raporlariyle hakkýmýzda Afyon adliyesini pek büyük bir dikkate sevkeden ve sekiz aydanberi þiddetli bir tazyik altýnda siz sevgili üstadýmýzý yaþatan, biz talebelerinizle birlikte Afyon hapsinde temâdi-i mevkufiyetimize sebeb olan ve Nur'un kabil-i inkâr olmayan mu'ciz-nümâ hakikatlarýný hasûdâne nazarla mütâlâa eden ehl-i vukuf ulemâsýna, siz sevgili üstadýmýz, hem Risâle-i Nur yirmibeþ senedenberi sükût etmiþ iken, o muhterem allâmelerin ehl-i îmaný, hususan hamele-i Kur'ân'ý müdâfaa ve muhafaza en büyük vazifeleri iken, Afyon adliyesini aleyhimize teþvik edip tahrik eden raporlarýna karþý siz sevgili üstadýmýzý esefle mukabeleye mecbur eden yazýlarýnýz þefkatinizin eseri olduðu þüphesizdir. Yirmibeþ senedenberi, zaman zaman gizli düþmanlarýnýza karþý bir avuç talebenizle mücâdeleye giren siz sevgili üstâdýmýzý ve Kur'ân'ýn en büyük hakikatlarýný muhtevî Risâle-i Nur'un müdâfaa etmek þöyle dursun, en tehlikeli vakitlerimizde cephe alan bu âlimlere karþý pekçok sualleri sormak hakkýnýz iken, pek cüz'î suâlleriniz, o âlimleri ikazdan baþka birþey olmayacak. Böyle en nâzik zamanlarda muavenetinize pekçok muhtaç olduðumuz menbalardan doðan ümidsizliklerimizi büyük bir izzete tebdil eden ve pek büyük bir ihsân-ý Ýlâhî olan inâyet-i hassa, bu Afyon hapsinde tekrar kendini gösterdi. Sekiz aydan beri titremeyen zemin, siz sevgili üstadýmýza, Risâle-i Nur'a hücum zamanlarýnda, gizli düþmanlarýn hücumu ile gelen zelzeleleri yazarken, bugün yine zemin hiddet edip iki def'a þiddetli bir sûrette titremesiyle bizi de þâhid göstermiþ, ümidlerimizi takviye etmiþ, imhânýza susayan insafsýz düþmanlarýnýzýn en dehþetli savletleri karþýsýnda zâhirî kimsesizliðinize þefkat etmiþ, maddeten aczinize merhamet etmiþ, imdadýnýza yetiþmiþ, titreyen zemin ile dâvanýzýn doðruluðunu tasdik etmiþ. Ýlâhî ve melekûtî bir kudretle mübârek kaleminizden çýkýp yükselen, "Zafer bizimdir." beþâretlerinizi ihtar ile, bizleri söz sevgili üstâdýmýza çok minnetdâr eylemiþtir.

 

اَلْبَاقِى هُوَاْلبَاقِى

 

çok kusurlu talebeniz

 

Hüsrev

 

***

 

-309-

 

 

 

Sh:»(Em:376)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz Kardeþlerim!

 

Her halde üç avukatlarýmýz mahkeme elinde bulunan çok kýymetli mu'cizatlý Kur'anýmýzý ve kitaplarýmýzý o insafsýzlarýn ellerinden kurtarmaða çalýþmak lâzýmdýr. Hem Sirac-ün Nur'un âhirindeki yasak olmuþ Beþinci Þuâ-ý çýkarsýnlar; o mecmuamýzý da bize iade ve Zülfikar'ýn sebeb-i müsaderesi olan miki sahifeyi koparsýnlar; o büyük, kýymettar mecmuamýzý bize iade etmelerine çalýþmalarý elzemdir. Hem benim bu aðýr vaziyetimin tahfifine, hem Ankarada, hem burada arpacý Salih ile beraber müracaat etsinler. Hem benim Denizlide dokuz ay hapsim, kanunen ayni mes'ele ve ayni mevhum cürüm olmasýndan bu cezamýza sayýlmasý hakkýmýzdýr. Çalýþsýnlar.

 

Said Nursî

 

***

 

310-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Evvelâ: Ýhtiyat ve temkin ve meþveret etmek lâzýmdýr.

 

Sâniyen: Zübeyir bana merhum birâderzâdem Abdurrahman yerine ve Ceylân merhum birâderzâdem Fuad bedeline verilmiþ diye mânevî ihtar aldým. Ben de burada iþimi onlara býraktým.

 

Sâlisen: Haber aldým ki, çok çalýþkan fakat ihtiyatsýz Ahmed Feyzi'nin "Mâidet-ül Kur'an" baþýnda mâlûm mektubumu mahkeme hey'eti bahane ederek - ki: "Said kendi hakkýndaki medihleri ve sâireyi tasdik etmiþ." - benim mahkûmiyetime bir sebep gösterilmiþ. Ben mükerrer dedim ki, herþeyden evvel Ahmed Feyzi onu beyân edip -ki o mektub, kendi hakkýndaki mektuplarý kabûl etmemek ve sâir bir kýsmýný tâdil etmek lâzýmken lüzumsuz onlarý hiddete getiren þeyleri yazmýþ. Ben onun bin kusurunu görsem, ondan gücenmem. Fakat Nurlara zarar gelmemek için cesûrâne ve ihtiyatsýz hareketten bir derece çekinmek lâzýmdýr.

 

 

 

Sh:»(Em:377)

 

Râbian: Feyzilerin bir kahramaný olan Ahmed Feyzi kardeþimiz de, Tâhirî'nin koðuþu olan medresesinde aynen Tahirî gibi davranmalý. Ve gidenlerin yerinde, onlarýn þâkirdlerini Kur'ân ve Nur dersleriyle ve yazýlariyle teþvik etsin. Dün bana gönderdiði yeni talebelerin defterleri benim hazir hâlimi sevince tebdîl etti. Elhamdülillâh dedim.

 

***

 

-311-

 

 

 

Bu sahife sureti imha olunmuþ bir mahrem mektubun yeridir.

 

Bu def'a taarruz pek geniþ dâirede... Reis-i Hükûmet ve hazýr kabine, plâniyle, dehþetli bir evham ile bir hücum etti. Benim aldýðým bir habere göre ve çok emârelerle gizli münâfýklarýn yalan jurnallarý ve desiseleriyle bizi hilâfet komitesiyle ve Nakþî tarikatýnýn gizli cemiyetiyle tam alâkadar, belki piþdâr gösterip hükûmeti büyük bir telâþa sevkederek, Nur'un büyük mecmualarýnýn Ýstanbul'da cildlenip âlem-i Ýslâm'a intiþarýný ve gayet makbuliyetlerini bir delil gösterip, hükûmeti korkutup, kýskanç resmî hocalarý ve vehham me'murlarý aleyhimize, insafsýzca çevirdiler. Tahminlerince herhalde çok vesikalar emâreler görülecek. Hem Eski Said damariyle tahammül etmeyerek ortalýðý karýþtýracak diye kanâatlarý varmýþ. Cenâb-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun, o musibeti binden bire indirdi. Bütün taharrilerde hiç bir cemiyet ve komitelerle bir alâkamýzý bulamadýlar. Yoktur ki, bulsunlar. Onun için savcý iftiralara, yanlýþ mânalara, medar-ý mes'uliyet olmayan cüz'î isnadlara mecbur olmuþ. Mâdem hakikat budur, Nurlar ve biz yüzde doksandokuz derece musibetten halâs olduk. Öyle ise; deðil þekvâ, belki binler þükür etmekle inâyet-i Ýlâhiyyenin bu cilvesinin tamamýný sabýr, þükür, istirhamla beklemeliyiz ve Nur dersleriyle bu medresenin mütemadiyen çýkan ve giren muhtaç ve müþtaklarýna teselli vererek yardým etmeliyiz.

 

Said Nursî

 

***

 

-312-

 

 

 

Sh:»(Em:378)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Ceylân!

 

Þiddetli bir ihtar ile bildim ki, sen ve Ahmed Feyzi Nurun mesleði olan mübâreze etmemek ve ehl-i dünya ile uðraþmamak ve siyâsete girmemek ve yalnýz lüzum-u kat'î olduðu zaman kýsaca müdâfaa etmek hâricinde, pek ziyâde ve zararlý mübârezekârâne ve siyasetvâri mahkemedeki okuduðunuz parçalar Nurlara çok zarar vermiþ. Hattâ bizim cezamýza ve benim sýkýntýlarýma sebebiyet vermiþ. Ben senden ve Ahmed Feyzi'den gücenmem. Fakat bana evvelce göstermek lâzýmdý. Maddi kazâ-yý Ýlâhî olarak o vaziyet size verilmiþ. Onun tâmiri için benim tarzýmda davranmak lâzýmdýr. Feyzi dahi, bütün kuvvetiyle siyasî müdâfaatý býrakýp Nurlarla ve Tâhirî gibi, yeni talebelerle meþgul olmak elzemdir.

 

***

 

-313-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz Kardeþlerim!

 

Bana ve Nurlar'a ait kýrk küsur sahife ile beraber "hat"a-savab" cetveli ve zeyli, "Posta" gazetesine cevabý, her halde hem yeni harfle, hem eski harfle basmasýna, hem Isparta'da hem Ýstanbul'da, eðer mümkünse burada dahi çalýþmak lâzýmdýr. Mâdem mahkeme aleyhimizde zannettiði mes'elelerini makina ile teksir ediyorlar. Biz dahi ayni mes'elelerini ve doksan sehvi teksir etmek kanunen hakkýmýzdýr, teksir etmemiz lâzýmdýr. Sonra da büyük müdâfaâtýmla Ahmed Feyzi, Zübeyir, Mustafa Osman, Hüsrev, Sungur, Ceylân gibi arkadaþlarýn itiraznâmeleri de inþâallah bastýrýlacak.

 

Said Nursî

 

***

 

-314-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim!

 

Ýki saat zarfýnda iki acib ve lâtif, zâhiren küçük, hakikaten ehemmiyetli iki hâdiseyi size yazmak ihtarý aldým.

 

 

 

Sh:»(Em:379)

 

Birincisi: Nur'un iki namzed talebesine Rehber'den Leyle-i Kadir'de ihtar edilen mes'eleyi okudum. Âhirinde, "Beþ-on sene de medrese hocalarýnýn tahsil derecelerini, Nur Þâkirdleri on haftada kazanýr." Dediðim ayný dakikada kalbe geldi ki: Eski Said'in, onbeþ yaþýnda iken, medrese usûlünce onbeþ senede okunan ilmi onbeþ haftada okumaða inâyet-i Ýlâhiyye ile muvaffak olmasý gibi, rahmet-i Rabbaniye ile Risâle-i Nur dahi, ilm-i hakikatta ve îmâniyede onbeþ seneye mukabil-bu medresesiz zamanda - onbeþ hafta kâfi geldiðini, bu onbeþ senede belki onbeþbin adam kendi tecrübeleriyle tasdik ediyorlar.

 

Ýkincisi: Ayný saatte, aðýr penceremiz âdeta sebepsiz kablarým ve þiþelerim ve yemeklerim üzerine düþtü. Biz tahmit ettik ki, hem camlar, hem bütün þiþe ve bardaklarým kýrýldýlar ve içlerindeki taamlar zâyi' oldular. Halbuki, hârika olarak hiçbir kýrýk ve zâyiat olmadý. Yalnýz bana hediye gelen piþirdiðim et döküldü. Fakat Nur'un namzed yeni talebelerine kýsmet olduðu, benim de hediye kabul etmemek olan kaidemi muhafaza ve birinci hxâdiseye hârikalýðýyla tasdik edip imza bastý.

 

Said Nursî

 

***

 

-315-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Kardeþlerim!

 

Bütün bütün kanunsuz olarak bizim temyiz evrak ve lâyihalarýmýz daha temyize gönderilmemiþ. Bizim üç muktedir avukatlarýmýz, mümkin olduðu kadar pek çabuk evrakýmýzýn mahkeme-i temyize gönderilmesine herhalde bir çare bulsunlar. Yoksa onbir ay bahanelerle tevkifimizi uzatmak ve beni mahkemede konuþturmamak ve onbir ay tecrid-i mutlakda soðuk sýkýntýlarla tâzib etmekle hakikat-ý adâletin kabul etmediði bir garazý ihsas ettiðinden, bizim mahkememizi baþka bir vilâyetin mahkemesine nakletmek için hem avukatlarýmýz, hem sizler bütün kuvvetinizle çalýþmak lâzým ve elzemdir.

 

Said Nursî

 

***

 

-316-

 

 

 

Sh:»(Em:380)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, Sýddýk, Hâlis, Sebatkâr, Fedakâr Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Sýrr-ý اِنَّآ اَعْطَيْنَا hiç yanýmda bulunmadýðýnýn sebebi, eski zamanda iki hiss-i kablelvukuumda bir iltibas olmuþ.

 

Birincisi: Bir hiss-i kablelvuku ile yalnýz vatanýmýzda dehþetli bir hâdiseyi ve zâlimlerin musibetini hissettim. Halbuki büyük dâirede, zemin yüzünde, haber verdiðimiz gibi oniki sene sonra aynen o sýrr-ý azîm görüldü. Benim istihracýmý gerçi zâhiren bir parça taðyir etti. Fakat hakikat cihetinde pek doðru ve ayn-ý hakikat meydana çýktý. Bunun için o risâleyi yanýmda bulundurmuyorum ve baþkalarýna vermiyorum.

 

Ýkincisi: Kýrk sene evvel tekrarla dedim: Bir nur göreceðiz. Büyük müjdeler verdim. O nuru büyük dâire-i vataniyede zannederdim. Halbuki o nur, Risâle-i Nur idi. Nur Þâkirdleri'nin dâiresini, umum vatan ve memleket siyasî dâiresi yerinde tahmin edip sehiv etmiþtim.

 

***

 

-317-

 

Ben fýtraten iki þeyden çok inciniyorum; biri firakdan, biri adâvetten ruhum çok müteellim oluyor. Mümkün olduðu kadar kaçýyorum. Onun için fâni dünyanýn firaklý iþlerini, sevimli mevakkat dostlarýný býrakýp firaksýz, bâki þeyleri bulmak niyetiyle inzivaya girip hayat-ý içtimaiyeyi ve siyaseti býraktým. Ve dahilde tarafgirâne adâvet ve münakaþalara bir vesile olan füruatý deðil, belki bütün nev-i beþerin en ehemmiyetli mes'elesi olan erkâný îmaniyeyi ve beþerin medar-ý saadeti ve umum Ýslâmýn esas ve rabýta-i uhuvveti bulunan Kur'an'ýn hakaik-ý îmaniyesini bulmak ve muhtaçlara buldurmaða hayatýmý vakfettim. Hattâ deðil yalnýz müslümanlarla, belki dindar hýristiyanlarla dahi dost olup adâveti býrakmaða çalýþýyorum.

 

Harb-i Umumî ve komünizm altýndaki anarþistlik tehlike ve tahriplerinin lisan-ý hâl ile "Dünya fanidir, firaklarla doludur, ey insanlar adâveti býrakýnýz! Geliniz Kur'an dersini dinleyip birleþiniz, yoksa sizi mahvedeceðiz" diye benim mezkûr iki vaziyetimin haklý olduðunu gösteriyor. Bu sýrlý hâlimi hükümet bilmediðinden beni çok sýktý. Ben sabrettim. Afyon müddeîsi dahi bazý kýskanç adamlara aldandý; beni ziyade incitti. Bu hapisde bazan bir gün, bir ay Denizli hapsindeki sýkýntýdan ziyade sýkýntý çektiðim bir zamanda mazlumlarýn silâhý olan beddua etmek hâtýrýma geldi. Birden dört-beþ yaþýnda bir kýz çocuðu pencerelerime alâkadarane bakýyor gördüm. Sordum dediler "Abdullah Bey'in

 

 

 

Sh:»(Em:381)

 

kýzýdýr." Ben de mâsumun hâtýrý için bedduayý býraktým. Sonra ihtiyarlýktan gelen bir tizizlikle tahammül fevkindeki sýkýntýlarýmýn sebeblerine duâ ile mânevî intikam almak hâtýrasýna karþý kalbe geldi ki: "O zat herhalde ne mkadar inatçý da olsa tenkid nazariyle baktýðýndan Nur Risalelerinden mânevi istifade etmþ. Bu istifadesi ve bir iki sebeb-i âher için bedduâdan vazgeaç!" ihtar edildi. Gerçi benim gibi çok kusurlu adamýn duâsý nadiren te'sir eder; fakat "mazlumlarýn âhý Arþ'a kadar gider" sýrriyle ve mes'elemiz bir olan bütün mübarek, mâsum ve müttakî Nur Talebeleri duâlarýma mânen "Âmin!Âmin!" demeleri, inþaallah makbul duâ hükmüne geçer. Ben de bu mânevî silahýmý mecburiyet-i kat'iyye olmadan mâsum çocuklara zarar gelmemek için bana zulmedenlere karþý istîmal etmiyorum.

 

***

 

-3l8-

 

Müdür bey! Size teþekkür ederim ki, kurtuluþ bayramýnýn bayraðýný koðuþuma taktýrdýnýz. Harekât-ý milliyede Ýstanbul'da, Ýngiliz ve Yunan aleyhindeki "Hutuvat-ý Sitte" eserimi tab' ve neþrile belki bir fýrka asker kadar hizmet ettiðimi Ankara bildi ki, Mustafa Kemal þifre ile iki def'a beni Ankara'ya taltif için istedi. Hattâ demiþti: "Bu kahraman hoca bize lâzýmdýr." DEMEK BENÝM BU BAYRAMDA BU BAYRAÐI TAKMAK HAKKIMDIR.

 

Said Nursî

 

-319)

 

 

 

EMÝRDAÐ LÂHÝKASI - 2

 

 

 

AFYON HAPSÝNDEN SONRA EMÝRDAÐI'NDA YAZILAN MEKTUBLAR

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Herhalde biriniz benim bedelime Diyanet Riyaseti'ne gitsin, benim selâm ve hürmetlerimle Ahmed Hamdi Efendi'ye desin ki:

 

Zâtýnýz iki sene evvel Nur'un Külliyatýndan bir takým istemiþtiniz. Ben de hazýrlattýrdým. Fakat birden hapse soktular; tashih edemedim, gönderemedim. Þimdi onlarýn tashihiyle meþgulüm. Fakat tesemmüm hastalýðýyla ziyade periþaniyetimden çabuk bitirmeyeceðim. Bitirdikten sonra, inþâallah takdim edilecektir. "Hediye almayan elbette hediye veremez" kaidesine binaen, bu

 

sh: » (Em: 382)

 

ziyade kýymetdar manevî tefsir-i Kur'an, bu memleket-i Ýslâmiyenin âlimler reisi olan zât-ý âlînize Nurlarýn serbestiyetine mümkün olduðu derecede çalýþmanýza ve nümune için üç cüz'ü size evvelce gösterdiðimiz Kur'anýmýzýn basýlmasýna himmet ve sa'y etmenize bir kudsî ücrettir.

 

Kat'iyen size beyan ediyorum ki: Mes'elemizde hiçbir tarihte ilm-i hakikate ve hakaik-i imaniyeye karþý bu derece garazkârane, gaddarane tecavüz olmamýþ. Sizin daire-i ilmiyeniz ve riyasetiniz her þeyden evvel bu vazife-i diniye ve ilmiyeyi yapmanýz iktiza ediyor. Ben bu son zehirlendiðim zaman da öleceðimi düþündükçe, "Benim bedelime Ahmed Hamdi Nurlara sahib çýkacak" diye kalbim ferahlanýyordu, teselli buluyordum. Size mahkeme müdafaatýmýzdan bazý parçalar evvelce dairenize gönderdiðimiz halde; þimdi tamam, mükemmel ve ayn-ý hakikat bir nüsha müdafaatýmý da size gönderiyorum. Ona göre sizin delaletinizle Nurlarýn serbestiyetine çalýþacak zâtlara bir me'haz olarak göstermek niyetiyle gönderdik.

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim Safranbolu, Eflani havalisi Nur þakirdleri!

 

Sizlere, gönderdiðiniz Nur eczalarýnýn hediyesine bin bârekâllah, mâþâallah deriz. Cenab-ý Hak sizleri iki cihanda mes'ud eylesin, âmîn.

 

Nur'un mübarek fedakâr þakirdlerinin herbiri bir kýsým risaleleri güzelce yazýp, bu sýrada bana hediye etmeleri ve bir kýsým tatlý teberrük ile beraber, þiddetli hastalýðým ve sýkýntýlarým içinde garib bir tarzda bana gelmesi, eskiden beri mukabelesiz hediyeyi kabul etmemek kaidem iken, o kaidenin aksine olarak kemal-i sevinç ve memnuniyetle kabul ettiðime sebeb, üç manidar ve garib hâdiselerdir:

 

Birincisi: Bir kýsým paramla aldýðým bana mahsus makine mahsulü onbir mecmua ve elmas kalemli Nur'un kýymetdar üç þakirdinin yazdýklarý tam bir takým Risale-i Nur'u Diyanet Riyaseti'nin beþ-altý defa musýrrane istemesi üzerine hazýrladýðým ayný zamanda ve bir derece yabanî kalan müftüler ve hocalara bir manevî

 

sh: » (Em: 383)

 

hediye ve müþevvik olarak göndermek teþebbüsü zamanýnda böyle çok ehemmiyetli bu vazifeyi yerine getirmek için Hüsrev'i buraya istiyordum. Halbuki vaziyetim müþkil bir halde, çok merak ediyordum. Birden küçük bir Hüsrev olan kahraman Sungur ayný vakitte

 

geldi. Beni çok endiþe ve telaþlardan ve masraflardan kurtardýðý gibi; bu vazife, iki sene mütemadiyen yanýmda hizmeti kadar kýymetdar olduðu için, kat'î kanaatým geldi ki, bu da Nur'un neþrindeki muvaffakýyetin bir kerametidir.

 

Ýkinci hâdise: Ben kendime ait nüshalarýmý Diyanet Riyaseti'ne gönderdiðim ayný zamanda, aynen mizanla ziyade-noksan olmayarak tartýlsa aynen o kadar Nur'un Safranbolu, Eflani havalisindeki Nur'un küçük kahramanlarý gönderdikleri mübarek hediyeleri lisan-ý hal ile bana dediler: "Merak etmeyiniz, biz zayiat yerine geldik. O zayiatýn yerini doldurduk." Ben de ruh u canla kabul ettim ve gönderenleri tebrik ettim; daha teberrükleri bana dokunmadý.

 

Üçüncü hâdise: O mübarek hediyeler odama geldiði zamandan on dakika evvel, serçe kuþuna benzer bir kuþ yataðýmýn ayaðý altýnda gördüm. Halbuki pencereler ve kapý kapalý; hiçbir delik yok ki, o kuþ girebilsin. Baktým benden kaçmýyor. Bir parça ekmek verdim, yemedi. Kalben dedim: "Üç-dört sene evvel ayný burada kuþlarýn müjde vermesi gibi, bu da müjde veriyor." Hakikaten ayný zamanda o mübarek nurlu hediye geldiði gibi, üç senedir haber almadýðým müftü kardeþim Abdülmecid'den güzel bir mektub aldým. Bana hizmet eden Halil geldi. "Bu kuþa bak, bu da eski kuþlar gibi bir müjdecidir" dedim. Sonra pencereyi açtýk, gitsin; gitmiyordu. Yukarýda beþ-altý defa uçtu, gitmedi. Sonra Sungur da geldi: "Ýþte sen de gör" dedik, o da gördü. Yarým saat sonra nasýl görülmesi hârika oldu, bulunmamasý da hârika oldu. Pencereden çýkmadan Halil ile aradýk, bulamadýk; kayboldu. Hattâ bu manevî hediyenin gelmesi ve Hüsrev yerinde Sungur imdada yetiþmesi, ehemmiyetini göstermeðe bir kat'î hâdise budur ki: Sungur gelmeden iki gün evvel -demek o evden çýktýðý gün- Halil rü'yada görüyor ki: Sungur, Mustafa Osman ile buraya gelmiþler; büyük bir hâdise ve þaþaalý bir merasim yapýlmýþ. Benden "Tabiri nedir?" diye sordu. Ben de merak ettim: "Sen ne için bu rü'yayý bana söyledin? Acaba onlarýn baþýna bir zarar mý gelmiþ?" diye bir gece sabaha kadar endiþe ile müteessirdim. O rü'ya-yý sadýka az bir tabir ile çýktý.

 

* * *

 

sh: » (Em: 384)

 

[sungur Ankara'da iken Üstadýmýza yazdýðý mektubun suretidir.]

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

Çok aziz, çok mübarek, çok müþfik, çok sevgili Üstadýmýz Efendimiz Hazretleri!

 

Mübarek, makbul, kýymetli mektubunuzu Diyanet Riyaseti Baþkaný Ahmed Hamdi Efendi'ye teslim ettik. Sevinçler içinde mübarek mecmua ve Nurlarý kendi hususî kütübhanesine koydu. "Ýnþâallah bunlarý kendi öz ve has kardeþlerime okumak için vereceðim ve bu suretle tedricî tedricî neþrine çalýþacaðýz." dedi.

 

Çok sevgili Üstadým Efendim! Mübarek mektubunuzdaki emirlerinizi yapacaðýný söyledi. "Fakat þimdi hemen birden bire bunlarýn neþri olmaz. Ben bu eserleri has kardeþlerime okutturup, meraklýlara göre ileride neþrederiz. Ýnþâallah tam ve parlak þekilde ileride neþrine çalýþacaðýný" söyledi.

 

Sungur

 

* * *

 

Yirmidokuzuncu Mektub'un Ýkinci Makamý'nýn en baþ sahifesindeki sual ve cevabdan sonra þu nükte yazýlacak:

 

"Bu risalenin sebeb-i te'lifi: Kur'anýn tercümesini Kur'an yerinde câmilerde okutmak olan dehþetli sû'-i kasdýna karþý bir nevi mukabeledir. Ziyade tafsilât ve lüzumsuz bahisler girmiþ. Fakat o mücahidane ve heyecanlý mukabelede kýymetdar bir gaybî anahtarý hissedip meczubane arattýrmak içinde lüzumsuz tafsilât ve zaîf ve pek ince emareler dahi girmiþ.

 

Kalbime geldi ki: Yirmidokuzuncu Mektub'un gayet ehemmiyetli ve lüzumlu ve parlak ve îcazlý olan Birinci Makamý, bu Ýkinci Makamýn bütün kusuratýný ve israfatýný afvettirir."

 

Ben de kemal-i sürurla þükrettim, o kusurlarý unuttum.

 

* * *

 

 

 

sh: » (Em: 385)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

Muhterem Ahmed Hamdi Efendi Hazretleri!

 

Bir hâdise-i ruhiyemi size beyan ediyorum: Çok zaman evvel zâtýnýz ve sizin mesleðinizdeki hocalarýn zarurete binaen ruhsata tâbi' ve azimet-i þer'iyeyi býrakan fikirler, benim fikrime muvafýk gelmiyordu. Ben hem onlara, hem sana hiddet ederdim. "Neden azimeti terkedip ruhsata tâbi' oluyorlar?" diye Risale-i Nur'u doðrudan doðruya sizlere göndermezdim. Fakat üç-dört sene evvel yine þiddetli, kalbime sizi tenkidkârane bir teessüf geldi. Birden ihtar edildi ki:

 

"Bu senin eski medrese arkadaþlarýn olan baþta Ahmed Hamdi gibi zâtlar, dehþetli ve þiddetli bir tahribata karþý "ehven-üþ þer" düsturuyla mümkün olduðu kadar bir derece bir kýsým vazife-i ilmiyeyi, mukaddesatýn muhafazasýna sarfedip, tehlikeyi dörtten bire indirmeleri, onlarýn mecburiyetle bazý noksanlarýna ve kusurlarýna inþâallah keffaret olur" diye kalbime þiddetli ihtar edildi. Ben dahi sizleri ve sizin gibilerini, o vakitten beri yine eski medrese kardeþlerim ve ders arkadaþlarým diye hakikî uhuvvet nazarýyla bakmaða baþladým. Onun için benim bu þiddetli tesemmüm hastalýðým vefatýmla neticelenmesi düþüncesiyle, sizi Nurlara benim bedelime hakikî sahib ve hâmi ve muhafýz olacaðýnýzý düþünerek, üç sene evvel mükemmel bir takým Risale-i Nur'u size vermek niyet etmiþtim. Fakat þimdi hem mükemmel deðil, hem tamamý deðil, fakat ekseriyet-i mutlaka eczalarý Nur þakirdlerinden gayet mühim üç zâtýn on-onbeþ sene evvel yazdýklarý bir takýmý sizin için, hastalýðým içinde bir derece tashih ettim. Bu üç zâtýn kaleminin benim yanýmda on takým kadar kýymeti var. Senden baþka bu takýmý kimseye vermeyecektim. Buna mukabil onun manevî fiatý üç þeydir:

 

Birincisi: Siz mümkün olduðu kadar Diyanet Riyaseti'nin þubelerine vermek için; mümkünse eski huruf, deðilse yeni harf ile ve has arkadaþlarýmdan tashihe yardým için birisi baþta bulunmak þartýyla, memleketteki Diyanet Riyaseti'nin þubelerine yirmi-otuz tane teksir edilmektir. Çünki haricî dinsizlik cereyanýna karþý

 

sh: » (Em: 386)

 

böyle eserleri neþretmek, Diyanet Riyaseti'nin vazifesidir.

 

Ýkincisi: Madem Nur Risaleleri medrese malýdýr. Siz de medreselerin hem esasý, hem baþlarý, hem þakirdlerisiniz; onlar sizin hakikî malýnýzdýr. Münasib görmediðiniz risaleyi þimdilik neþrini geri býrakýrsýnýz.

 

Üçüncüsü: Tevafuklu Kur'anýmýz mümkünse fotoðraf matbaasýyla tab'edilsin ki, tevafuktaki lem'a-i i'caziye görünsün. Hem baþtaki Türkçe tarifatý ise; o, Kur'an ile beraber tab'edilmesin, belki ayrýca bir küçük risalecik olarak ya Türkçe veya Arabîye güzelce çevirip öylece tab'edilsin.

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Gayet kýymetli, fedakâr Nur kahramaný aðabeyimiz Hüsrev Efendi!

 

Þimdi beþ defadýr Diyanet Reisi Nur'dan bir takýmý musýrrane istedi. Üstad da þiddetli hastalýðý içinde tashih edip -þimdilik bitmek üzeredir- Diyanet Reisi'nden onun manevî fiatý olarak üç madde istemiþ: Birisi: Sizin hârika yazdýðýnýz mu'cizeli Kur'aný fotoðrafla tab'etmek. Bu maddeyi kabul etmiþ; yalnýz "baþýndaki Türkçe tarifatý müstakil kalsa, ayrý tab'edilse münasibdir." demiþ. Ýþte Üstadýmýz ona yazdýðý mektubu bera-yý malûmat leffen size gönderiyoruz. Üstadýmýz diyor ki: "Hem bir takým Risale-i Nur'u, hem makine ile çýkan mecmualarý ona göndermek ve Hüsrev gibi bu iþde en ziyade alâkadar bir kardeþimizin eliyle teslim etmek cihetini meþveretinize havale ediyor." Siz de tam bir meþveretle sizin bu mes'elede oraya gitmenizin vücudca sýhhatiniz müsaidse ve fikrinize de muvafýk ise, muayyen bir vakitte acele oraya gidersiniz ve adresinizi bildirirsiniz. Biz de takýmý ve mecmualarý size Ankara'ya elinize yetiþtireceðiz. Hattâ siz isterseniz kendi hesabýnýza, onlarý müftüler neþretmek niyetiyle Diyanet Reisi'ne verirsiniz.

 

Hizmetinde bulunan

 

Halil, Sadýk, Ýbrahim

 

* * *

 

Sh:»(Em:387)

 

-325-

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

 

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Size hem acib, hem elim, hem lâtif bir macera-yý hayâtýmý ve düþmanlarýmýn þeni'; hem bin ihtimalden bir tek ihtimal ile, hiçbir þeytan hiçbir kimseyi kandýramadýðý bir iftiralarýný ve Nur'a karþý istimal edilecek hiçbir silâhlarý kalmadýðýný beyân etmeye bir münasebet geldi, þöyle ki:

 

Tarih-i hayâtýmý bilenlere malûmdur: Ellibeþ sene evvel, ben yirmi yaþlarýnda iken, Bitlis'de merhum Vali Ömer Paþa hanesinde iki sene onun ýsrariyle ve ilme ziyade hürmetiyle kaldým. Onun altý aded kýzlarý vardý; üçü küçük, üçü büyük. Ben üç büyükleri, iki sene beraber bir hanede kaldýðýmýz halde, birbirinden tanýmýyordum. O derece dikkat etmiyordum ki bileyim. Hatta bir âlim misafir yanýma geldi, iki günde onlarý birbirinden farketti, tanýdý. Herkes ve ben de bu hâlime hayret ederdik, bana soruyordular. "Neden bakmýyorsun?" Derdim" Ýlmin izzetini muhafaza etme, beni baktýrmýyor."

 

Hem kýrk sene evvel Ýstanbul'da, Kâðýtthane þenliðinin yevm-i mahsusunda, Köprü'den tâ Kâðýthaneye kadar deniz Haliç'inin iki tarafýnda binler açýk saçýk Rum ve Ermeni ve Ýstanbullu karý ve kýzlar dizildikleri sýrada, ben ve merhum meb'us Molla Seyyid Tâha ve meb'us Hacý Ýlyas ile beraber bir kayýða bindik. O kadýnlarýn yanlarýndan geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki Molla Taha ve Hacý gilyas beni tecrübeye karar verdiklerini ve nöbetle beni tarassud ettiklerini bir saat seyahat sonunda itiraf ettiler. Ve dediler: "Senin bu hâline Hayret ettik, hiç bakmadýn." Dedim: "Lüzumsuz, geçici günahlý zevklerin âkýbeti elemler, teessüfler olmasýndan istemiyorum."

 

Hem bütün tarih-i hayâtýmda hediyeleri kabul etmek ve minnet altýna girip halkýn sadaka ve ihsanlarýný almaktan çekindiðimi, benimle arkadaþlýk edenler bilirler.

 

Hem Nurlar ve hizmet-i îmaniye ve Kur'âniyenin þerefini ve selâmetini himaye etmek için, dünyanýn maddî ve içtimaî ve

 

 

 

Sh:»(Em:388)

 

siyasî bütün ezvakýný ve merakýný terkettiðimi ve idam gibi ehl-i garazýn bütün tehditlerine beþ para ehemmiyet vermediðimi, yirmi sene iþkenceli esaretimde iki dehþetli hapislerimde ve muhakemelerimde kat'î göründü.

 

Ýþte yetmiþbeþ sene devam eden bu düstur-u hayatým varken, Risale-i Nur'un fevkalâde kýymetini kýrmak fikriyle, þeytanlarýn bile hayâliye gelmiyen bir iftirayý resmî makamý iþgal eden bir adam yaptý; demiþ: "Gecede tablalarla baklavalar ve fâhiþeler ve namussuz bir kýsým gençler yanýna gidiyorlar."

 

Halbuki benim kapým gecede hem dýþardan, hem içerden kilitli; hem sabaha kadar bir bekçi, o bedbahtýn emriyle kapýmý bekliyordu. Hem buradaki komþular ve bütün dostlar bilirler ki, ben iþa namazýndan sonra, tâ sabaha kadar, hiç kimseyi yanýma kabul etmemiþim.

 

Ýþte böyle bir iftiraya bir sefih ahmat insan eþek olsa, sonra þeytan olsa ona ihtimal vermez; o adam anladý, o gibi plânlardan vazgeçti. Buradan baþka yere cehennem olup gitti. Onun resmiyet cihetiyle beni deðil, belki Nurcularý lekedar etmek için kurduðu plâný ile, bu yeni hâdiseyi vesile edip þakirdlere leke sürmek istenildi. Fakat hýfz ve himayet ve inâyet-i ilâhiyye, o plâný da hârika bir tarzda akim býraktý.

 

Bu beyanla ben, nefsimi tebrie etmiyorum. Belki kudsî hizmet-i îmaniye o nefsi, bütün hevasatýndan vazgeçirmiþ ve o hizmetteki mânevî zevk ona kâfi geliyor, demek istiyorum ve Nurcularýn ihtiyat ve dikkate ihtiyaçlarýný beyan ediyorum.

 

***

 

-326-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Hem Medreset-üz -Zehra þâkirdlerini, husûsan mübarekler hey'etini ve Isparta Vilâyetini merhum Hâfýz Mustafa'nýn vefatiyle tâziye ile Hâfýz Mustafa'yý tam vazifesini yapmasiyle yirmi senede ikinci bir Hâfýz Ali olarak yirmi seneden beri usanmadan, sarsýlmadan Nurlarýn neþrine çalýþmasýný, bütün ruhu canýmýzla tebrik hem onu hem Isparta Vilâyetini, hem Medreset-üz-Zehrayý tebrik ediyoruz. Hakikaten bu merhum kahraman kardeþimiz aynen Hâfýz Ali gibi vazifesini bitirdi; Âlem-i Nûra ve Berzaha Hâfýz Ali ve Hasan Feyzi gibi kardeþlerinin yanýna gitti. Cenâb-ý Hak Risale-i Nurun hurufatý adedince onun defter-i hase

 

 

 

Sh:»(Em:389)

 

natýna hayýrlar yazsýn ve ruhuna rahmet eylesin. Âmin.

 

***

 

-327-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Size, þahsýma âit birkaç mes'eleyi beyan etmek kalbime ihtar edildi.

 

Evvelâ: Bâzý has kardeþlerim þahsýma hizmette dikkatsizlik ettiklerinden, onlarýn bana karþý acýmasýný noksan gördüðümden bâzan hiddet ve tekdir ettiðim vakit kalbime geldi ki: O bîçâreler ziyade hüsn-ü zanla tahmin ediyorlar ki "Üstadýmýz istese belki bâzý ruhanîler, cinnîler de hizmet edecekler, belki ediyorlar. Hizmet-i Nûriyede inayetin aþikâre cilvesi gösteriyor ki, Onun þahsýnýn periþaniyetine meydan verilmiyor. Ve þefkatimize muhtaç deðil." diye hizmette bâzý kusurlarý oluyor. Hattâ bugün de birisi araba getirecekti; dikkatsizlik yüzünden ben yayan çýktým. Bir saatte on saat kadar zahmet çektim. Ben de birkaç gün evvel böyle kusuru yapanlara demiþtim tekrar edeceðim, siz de dinleyiniz:

 

Nasýlki Risale-i Nur'u ve hizmet-i îmaniyeyi, dünyevî rütbelerine ve þahsým ve uhrevi makamlarýna âlet yapmaktan sýrr-ý ihlâs þiddetle beni men'ettiði gibi; öyle de: Kendi þahsýmýn istirahatýna ve dünyevî hayatýmýn güzelce, zahmetsiz geçmesine, o hizmet-i kudsiyeyi âlet yapmaktan cidden çekiniyorum. Çünki: Uhrevî hasenatýn bâkî meyvelerini fâni hayatta cüz'î bir zevk için sarfetmek, sýrr-ý ihlâsa muhalif olmasýndan kat'iyyen haber veriyorum ki: Târik-üd dünya ehl-i riyâzetin arzu ve kabûl ettikleri ruhânî cinnî hüddamlar bana her gün hem aç olduðum zamanda ve yaralý olduðum vakitte en güzel ilâç getirseler, hakikî ihlâs için kabûl etmemeðe kendimi mecbur biliyorum. Hattâ berzahtaki evliyadan bir kýsmý temessül edip bana helva baklavalarý hizmet-i îmaniyeye hürmeten verseler, yine onlarýn elini öpüp kabûl etmemek ve uhrevî, bâkî meyvelerini dünyada fâni bir sûrette yememek için nefsim de kabul gibi kabûl etmemeðe rýza gösteriyor. Fakat kasd ve niyetimiz olmadan inayet cihetinde gelen bereket gibi ikramat-ý Rahmaniye hizmetin makbûliyetine bir alâmet olduðundan, nefs-i emmâre karýþmamak þartiyle ruhumla kabûl ederim. Her ne ise... bu mes'ele bu kadar kâfi.

 

Sâniyen: Eski, Harb-i Umumîde, Pasinler Cephesinde þehid mer

 

 

 

Sh:»(Em:390)

 

hum Molla Habible beraber Rusya'ya hücum niyetiyle gidiyorduk. Onlarýn topçularý bir-iki dakika fâsýla ile bize üç top güllesi atýyordu. Üç gülle tam baþýmýzýn iki metre üstünden geçip, arkada dere içine saklanan askerimiz görünmedikleri halde geri kaçtýlar. Tecrübe için dedim: "Molla Habib ne dersin, ben bu gâvurun güllesine gizlenmiyeceðim." O da dedi: "Ben de senin arkandan çekilmiyeceðim." Ýkinci top güllesi pek yakýnýmýzda düþtü Hýfz-ý Ýl"ahî bizi muhafaza ettiðine kanaatle Molla Habib'e dedim:

 

"Hayri ileri! Gâvurun top güllesi bizi öldüremez. Geri çekilmeye tenezzül etmiyeceðiz." dedim.

 

Hem Bitlis muhasarasýnda ve avcý hattýnda Rus'un üç güllesi öldürecek yerime isabet etti. Biri de þalvarýmý delip iki ayaðýmýn arasýndan geçip o tehlikeli vaziyette sipere oturmaða tenezzül etmemek bir hâlet-i rûhiye taþýdýðýmdan, arkadan kumandan Kel Ali, Vâli Memduh Bey iþittiler, "Aman çekilsin veya sipere otursun!" dedikleri halde; "Bu gâvurun gülleleri bizi öldürmiyecek." dediðim ve hiçbir ihtiyat ve tedbire ehemmiyet vermiyerek o gençlik zamanýnda o zevkli hayatýmýn muhafazasýna çalýþmadýðým halde, þimdi seksen yaþýna girdiðim halde, gayet derecede bir ihtiyat ve hayatýmý muhafaza, hatta vesvese derecesinde dehlikelerden çekinmek hâleti acîb bir tezat göründüðünden, elbette o gençlik hayatýný bu derece muhafaza etmek büyük bir hikmet içindir. Ve iki-üç kudsî maksat içinde vardýr.

 

Birincisi: Gizli, gayr-ý resmî ve bir kýsmý resmî, insafsýz düþmanlarýmýzýn desiseleriyle Nur þâkirdlerinin bedeline bütün hücumlarý benim þahsýma ve benimle meþgul olmasýna ve bilmiyerek ehemmiyeti benden bilmekle Nur þâkirdlerinin bedeline bütün hücumlarý benim þahsýma ve benimle meþgul olmasýna ve bilmiyerek ehemmiyeti benden bilmekle Nur þâkirdlerinin bir derece desiselerden ve hücumlardan kurtulmalarýna bu ihtiyar ve periþan hayatým vesile olduðundan, Eski Said'in on gençlik hayatý kadar kardeþlerimin hâtýrý için þimdilik ona muvakkaten ehemmiyet veriyorum. Eðer ben ortadan çekilsem; bana verdiði zahmet, ruhumdan ziyade sevdiðim has kardeþlerime verilecekti. O halde bir zahmet yüz adet zahmet olurdu.

 

Ýkincisi: Gerçi has kardeþlerim herbirisi mükemmel bir Said hükmünde Nur'a sahiptirler. Fakat ihlâsdan sonra en büyük kuvvetimiz tesanüdde bulunduðundan ve meþreblerin ihtilâfiyle, hapisde olduðu gibi, bir derece tesanüd kuvveti sarsýlmasiyle, hizmet-i Nûriyeye büyük bir zarar gelmesi ihtimaline binaen; bu bîçâre ihtiyar hasta hayatým, tâ Lem'alar, Sözler Mecmuasý da çýkýncaya kadar ve korkaklýk ve kýskançlýk damariyle hocalarý

 

 

 

Sh:»(Em:391)

 

Nurlardan ürkütmek belâsý def' oluncaya kadar ve tesanüd tam muhkemleþinceye kadar, o hayatýmý muhafazaya bir mecburiyet hissediyorum. Çünki uzun imtihanlarda mahkemeler, düþmanlarým; benim gizli ve mevcut kusurlarýmý görümediklerinden, hýfz-ý Ýlâhî ile bütün bütün beni çürütemediklerinden, Risale-i Nur'a galebe edemiyorlar. Fakat hayat-ý içtimaiyede çok tecrübelerle mahiyeti bilinmeyen, benim vârislerim genç Said'lerin bir kýsmýný, Nur'un zararýna iftiralarla çürütebilirler diye o telâþtan bu ehemmiyetsiz hayatýmý ehemmiyetle muhafazaya çalýþýyorum; hattâ yanýmda bir rovelver varken, ikinci bir kuvvetli rovelver daha tedarik etmiye lüzum gördüm. Düþmanlarýn zehirleri kardeþlerimin duasýyle kýrýldýklarý gibi, sâir su-i kasdlarý dahi inþâallah akîm kalacaktýr.

 

Ezcümle: Ýki saat Kamer tamamiyle tutulduðu ayný gecede, gizli düþmanlarým Ankara'dan bizden Nur mecmualarý istemeleri üzerine buraya gelen iki adam, birden otuzaltý mecmua gönderdiðimizin ayný ikinci gününde tahminlerince daha gönderilmemiþ diye hem o kitaplar nerede olduðunu bilmek ve Afyondaki resmî ve makam sahibi bir-iki masona haber vermek ve taharri ettirmek ve kilitli olan iki odamda yemek ve içmek kaplarýma zehir atmak için, fevkalâde bir tarzda dama çýkmýþlar ve iki odanýn herbirinin bir penceresini kýrmadan acib bir tarzda açýp içeriye girmiþler. Benim yattýðým oda ise arkasýndan sürgülü olmasýndan bana su-i kads edememiþler. Hýfz-ý Ýlâhi ve inâyet-i Rabbaniye onlarýn eline bir uç vermedi. Ben daha lüzumlu þeyler yazacaktým. Fakat rahatsýzlýk "Yeter" dedi. Her vakit ihtiyat, ihlâs, tesanüd, sebat, sarsýlmamak ve vazifemizi yapmak ve vazife-i Ýlâhiyyeye karýþmamak سِرًّا تَنَوَّرَتْ düsturuna göre hareket etmek ve telaþ ve me'yus olmamak lâzým ve elzemdir. Hem tekrar derim. Nur þâkirdleri gibi pek az zahmetle, pek çok kýymettar hizmet ve pek çok mânevî kazanç elde edenler tarihlerde görülmüyor. Aðýr þerait altýnda, bâzen bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmüne geçtiði misillü, inþâallah Nurcularýn hizmet-i îmâniye ve Kur'aniyedeki saatlarý yüzer saat hükmünde hayýrlar kazandýrýr.

 

Umum kardeþlere ve hemþirelere selâm

 

ve iki cihanda selâmetlerine duâ eden

 

ve duâlarýný isteyen kardeþiniz

 

.......Hakikî fedakâr Zübeyr, en lüzumlu ve hizmete þiddet-i ihtiyacým zamanýnda buraya imdadýma geldi. Yoksa Isparta'dan o

 

 

 

Sh:»(Em:392)

 

sistemde birisini istiyecektim.

 

***

 

-328-

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim!

 

Evvelâ: Leyle-i Mi'racýnýzý tebrik ve içinde ettiðiniz duâlarýn makbûliyetini Rahmet-i Ýlâhiyyeden niyaz ederiz. Ve bu havalide Mi'rac gecesinden bir gün evvel ve bir gün sonra müstesna bir sûrette rahmetin yaðmasý iþarettir ki, bu vatanda bir umumî rahmet tecellî edecek, inþâallah.

 

Sâniyen : Van'daki eski talebelerimle ziyade alâkadar ve merak ettiðim ve bugünlerde Kastamonu'nun Süleyman Rüþdüsü olan Çaycý Emin, Van'da bulunup, o eski mübarek talebelerimin ellerine Nurlarýn yetiþmesine çalýþmasý ve o mübarek eski kardeþlerimin hayatta olduklarýný bilmediðim ve merak ettiðim ki, beraber onlarýn hayatta ve Nurlara müþtak olduklarýný mektubla haber vermesi, beni çok ziyade memnun eyledi. Ve çok ferahlý bir hüzün ve hazin bir eski hâtýra-i sürur verdi. Ben buradan oraya muhabere edemediðim için, benim bedelime Safranbolu kahramanlarý muhabere etse iyi olur.

 

Sâlisen: Otuz seneden beri siyaseti býrakýp, havadislerini merak etmediðim halde, mu'cizatlý Kur'anýmýzý iki buçuk sene müsadere edip bize vermemekle beraber, dünyada emsali vuku bulmamýþ bir tarzda Afyon Mahkemesi bizi tâzib ve kitaplarýmýzýn neþrine mâni olmak cihetiyle ziyade beni incitti. Ben de beþ-on günde iki-üç def'a siyaset dünyasýna baktým. Acîb bir hal gördüm. Müdafaatýmda dediðim gibi, istibdâd-ý mutlak ve rüþvet-i mutlaka ile hareket eden bir cereyan-ý zýndýka masonluk, komünistlik hesabýna bizi böyle iþkencelerle ezmeðe çalýþmýþ. Þimdi o kuvveti kýracak baþka bir cereyan bu vatanda tezahüre baþladýðýný gördüm. Fazla bakmak mesleðimce iznim olmadýðýndan daha bakmadým.

 

اَلْبَاقِى هُوَ اْلبَاقِى

 

Hasta Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

***

 

 

 

* * *

 

sh: » (Em: 393)

 

Celal Bayar Reis-i Cumhur;

 

Zâtýnýzý tebrik ederiz. Cenab-ý Hak sizi Ýslâmiyet ve vatan ve millet hizmetinde muvaffak eylesin.

 

Nur Talebelerinden onlarýn namýna

 

Said Nursî

 

* * *

 

Reis-i Cumhur Celal Bayar ve Heyet-i Vükelasýna

 

Ankara

 

Biz Nur Talebeleri yirmi senedir emsalsiz bir tazib ve iþkencelere hedef olmuþuz. Sabrettik. Tâ Cenab-ý Hak sizi imdadýmýza gönderdi. O iþkencelerin sebebini onbeþ senedir üç mahkeme hakikî ve kanunî olarak yüzotuz kitab ve bin mektubatta bulamadýklarýna, Mahkeme-i Temyiz'le Denizli Mahkemesini þahid gösteriyoruz. Otuz seneden beri ben siyaseti terketmiþtim. Bu defa birkaç gün zarfýnda Ahrarlarýn baþýna geçip milletin mukadderatýna sahib çýkmasý sebebiyle Reis-i Cumhuru ve Heyet-i Vekileyi tebrik ile beraber, bir hakikatý ifþa ediyorum; þöyle ki:

 

Bize hücum eden ve mahkemelerde tazib edenler demiþler: "Bu Nur talebelerinin dini siyasete âlet etmek ihtimalleri var, belki de ediyorlar." Biz de o zalimlere karþý müdafaatlarýmýzdaki binler hüccet ile demiþiz ve diyoruz ki:

 

Biz, dini siyasete âlet deðil, belki rýza-yý Ýlahîden baþka hiçbir þeye, hattâ dünyaya ve saltanata âlet etmemek bizim esas mesleðimiz olduðundan, düþmanlarýmýzca da tahakkuk etmiþ ki: Üç senedir üç çuvaldan ziyade dosyalarýmýzý garazkârane tedkik ettikleri halde, bizi mahkûm edemiyorlar. Verdikleri keyfî ve vicdanî hükümlerine de bir bahane bulamýyorlar ki, Temyiz o hükmü bozdu. Evet biz dini siyasete âlet deðil, belki vatan ve milletin dehþetli zararýna siyaseti mutaassýbane dinsizliðe âlet edenlere karþý; bizim siyasete bakmamýza mecburiyet-i kat'iye olduðu zaman, vazifemiz siyaseti dine âlet ve dost yapmaktýr ki, üçyüz elli milyon kardeþlerin uhuvvetini bu vatandaki kardeþlere kazandýrmaða sebeb olsun.

 

Elhasýl: Bize iþkence edenlere, siyaseti asabiyetle dinsizliðe âlet etmelerine mukabil; biz de siyaseti dine âlet ve dost yapmakla bu vatan ve milletin saadetine çalýþmýþýz.

 

sh: » (Em: 394)

 

Kardeþlerim; ben bunu böyle münasib gördüm, sizlerin meþveretine havale ediyorum.

 

Said Nursî

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Halk Fýrkasý iktidar partisi iken Üstadýmýza yapýlan eþedd-i zulüm ile yüzer kanunsuz iþkencelerinden birinci nümunesi:

 

Zemin yüzünde bu asýrdaki kadar misli görülmeyen bir zendeka cereyanýnýn plânlarýyla Üstadýmýza yirmibeþ senedir istibdad-ý mutlak ile yapýlan zulmün bir nümunesi þudur ki: Nefes almak üzere kapalý araba ile kýrlara gitmek için dýþarýya çýktýðý zaman, buranýn büyük bir memuru kýyafetine iliþmek istemiþ. Bu beþ cihette kanunsuz ve beþ vecihle vicdansýzlýk olan hadsiz cür'etkârlýða karþý deriz ki:

 

Padiþahýn küçük bir tahakkümüne tahammül edemeyen ve Meþrutiyet ilânýnda ve Divan-ý Harb-i Örfî'de mahkeme reisi Hurþid Paþa'ya ve mahkeme a'zalarýna cevaben:

 

"Eðer Meþrutiyet bir fýrkanýn istibdadýndan ibaret ise; bütün ins ü cinn þahid olsun ki, ben mürteciim. Þeriatýn birtek mes'elesi uðrunda bin ruhum olsa fedaya hazýrým!" diyen ve Meclis-i Meb'usanda Mustafa Kemal'e karþý: "Namaz kýlmayan haindir, hainin hükmü merduddur." söyleyen ve Ýslâmî kýyafeti kat'iyen ve aslâ tebeddül etmeyen ve kýyafetine iliþmek isteyen ve sonra kendi kendini öldürmekle tokadýný yiyen Nevzad isminde Ankara valisine: "Bu sarýk bu baþla beraber çýkar" tarzýnda konuþarak boynunu göstermesiyle dokunulmayan bir zâta; hem Isparta, hem Eskiþehir, hem Denizli Mahkemeleri dahi baþýný açtýrmadýklarý ve -son Afyon Mahkemesi müstesna- binlerce halk ve yirmi polislerin bulunduðu sýralarda bile baþýný açmasý ihtar edilmediði ve münzevi olduðu halde; o düþüncesiz memurlarýn manasýz ihanet için müdahale niyeti, doðrudan doðruya anarþilik hesabýna vatan ve millete tehlike getirmeðe çalýþmaktýr. Ve bütün bütün kanunsuz olmakla beraber.. senelerden beri emsaline rastlanmamýþ bir feragat-ý nefs ve fedakârlýkla en aðýr þerait altýnda yüzotuz parçadan müteþekkil muazzam ve hârika eser külliyatýyla vatan ve milletin manevî kurtuluþunu temin eden böyle bir zâta bu tarzda iliþmek, elbette millet ve gençliðin mahv u periþan

 

sh: » (Em: 395)

 

olmasýna gayret, eden gizli vatan düþmanlarýna yardým etmek ve âlet olmaktýr. Afyon'da bir -iki mütemerrid bir zýndýk masonun iþtirak ve teþvikiyle, o insanýn bu tarz ihanet etmek fikrine; hiçbir ihaneti kabul etmeyen Üstadýmýzýn tahammül etmesinden ve ehemmiyet vermediðinden þu hakikatý kat'iyen anladýk ki: Bu vatan ve millete kendi yüzünden bir zarar gelmemesi için haysiyetini, þerefini, nefsini, ruhunu, rahatýný dahi feda etmiþtir.

 

Konya'lý Zübeyr

 

* * *

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Evvelâ: Hem sizin, hem bu memleketin, hem âlem-i Ýslâm'ýn mühim bayramlarýnýn mukaddemesi olan, bu memlekette þeair-i Ýslâmiyenin yeniden parlamasýnýn bir müjdecisi olan Ezan-ý Muhammedî'nin (A.S.M.) kemal-i ferahla onbinler minarelerde okunmasýný tebrik ediyoruz. Ve seksen küsur sene bir ibadet ömrünü kazandýran Ramazan-ý Þerif'teki ibadet ve dualarýnýzýn makbuliyetine âmîn diyerek rahmet-i Ýlahiyeden herbir gece-i Ramazan bir Leyle-i Kadir hükmünde sizlere sevab kazandýrmasýný niyaz ediyoruz. Bu Ramazan'da þiddetli za'fiyet ve hastalýðýmdan tam çalýþamadýðýma, sizlerden manevî yardým rica ederim.

 

Sâniyen: Benim son hayatýmý Isparta havalisinde geçirmek büyük bir arzumdur. Ve Nur Efesinin dediði gibi demiþtim: "Isparta, taþýyla topraðýyla benim için mübarektir. Hattâ yirmibeþ seneden beri beni iþkence ile tazib eden eski hükûmete kalben ne vakit hiddet etmiþsem, hiçbir zaman Isparta hükûmetine hiddet etmeyip o mübarek vatandaki hükûmetin hatýrý için ötekileri de unutuyordum. Hususan oradaki eski tahribatý tamirata baþlayan hakikî vatanperverler olan Demokrat namýnda hamiyetli Ahrarlar, yani hürriyetperverler, Nur ve Nurcularý takdir etmelerine çok minnetdarým. Onlarýn muvaffakýyetine çok dua ediyorum. Ýnþâallah o Ahrarlar, istibdad-ý mutlaký kaldýrýp tam bir hürriyet-i þer'iyeye vesile olacaklar.

 

Sâlisen: Bayramdan bir mikdar sonraya kadar burada kalmaklýðýmýn bir sebebe binaen lüzumu var. Bir-iki ay sonra Medreset-üz Zehra erkânlarýnýn kararýyla ve Ýstanbul ve Ankara üniversitelerindeki genç Said'lerin de muvafakatýyla nereyi benim için münasib görürseniz orayý kabul edeceðim. Madem hakikî

 

sh: » (Em: 396)

 

vârislerim sizlersiniz ve þahsýmdan bin derece ziyade dünyada vazifemi de görüyorsunuz. Bu hayat-ý fânideki son menzili sizin re'yinize býrakýyorum.

 

Râbian: Hem tebriklerini, hem þiddetli alâkalarýný gösteren Ahmed Nazif ve Ahmed Feyzi ve Halil Ýbrahim ve Hasan Âtýf ve Bucak'ta ve Eflani ve Ýstanbul'daki Nurcularýn mektublarýna benim bedelime sizler cevab verirseniz, sizleri tevkil ediyorum.

 

* * *

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Evvelâ: Hadîs-i þerifin sýrrýyla Ramazan-ý Þerif'in nýsf-ý âhirinde, hususan aþr-ý âhirde, hususan tek gecelerde, hususan yirmiyedisinde; seksen küsur sene bir ibadet ömrünü kazandýrabilen Leyle-i Kadr'in ihyasýna ve herbiriniz umum Nur talebeleriyle beraber, hususan bu bîçare çok kusurlu, hasta, zaîf kardeþinizi hissedar etmenizi ve herbirinizin dualarýnýzýn binler manevî âmînlerin teyidiyle dergâh-ý Ýlahîde kabul olmasýný rahmet-i Ýlahiyeden niyaz ediyoruz.

 

Sâniyen: Üniversitedeki genç Said'lerin hakikaten Medreset-üz Zehra'nýn Ýstanbul ve Ankara'daki vazifesini yaptýklarýna ve bu bîçare Said'e ihtiyaç býrakmadýklarýna ve Risale-i Nur'un herbir cihetle kâfi olmasýnýn bir nümunesi olarak þimdi size leffen gönderdiðimiz, onlarýn meb'uslara hitaben yazdýklarý beyannamelerini ve yine onlarýn bir eseri olan Tarihçe-i Hayat'ýn yetmiþ nüshasýnýn baþ tarafýna koyup yetmiþ meb'usa göndermeleri için bize gelen beyannamelerini bera-yý malûmat size gönderdik. Siz münasib görseniz onu ve size evvelce gönderdiðimiz Sungur'un Maarif Vekaleti'ne müdafaasý ve Mustafa Osman'ýn Adliye Vekili'ne istidasýyla beraber Tarihçe-i Hayat'a bir nevi zeyl olarak el yazmasýyla veya makine ile veya Ýnebolu'daki yeni harfle elli-altmýþ nüsha teksirini re'yinize havale ediyoruz.

 

Sâlisen: Medreset-üz Zehra erkânlarý, benim þahsýmýn da hakikî vekilimdirler. Bana, þahsýma gelen mektublara onlar, benim bedelime cevab versinler. Hususan Hüsrev'in mektubunda isimleri bulunan zâtlara karþý münasib cevab verirsiniz. Ahmed Feyzi'nin size karþý yazdýðý mektubun cevabýnýn parçasýný leffen size gönderiyoruz.

 

Umum kardeþ ve hemþirelerimin mübarek Ramazanlarýný

 

sh: » (Em: 397)

 

ve umum gecelerini, manevî Leyle-i Kadir'lerini tebrik ile selâm ve dua ve dualarýný rica ediyoruz.

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

[Hak ve hakikatýn naþiri olan Sebilürreþad'a, halen Halk Partisi namýna yapýlan yüz cihetle kanunsuz bir muameleyi arzediyoruz:]

 

Üstadýmýz Bediüzzaman Said Nursî, þiddetli zehirlerin neticesi olarak hastalýðý þiddetlenip hayattan ümidini kestiði için, kendi nafaka parasýyla aldýðý sekiz aded kitabýný muhafaza etmek üzere müftü kardeþine göndermiþti. Emirdað postahanesi güya zabýta memuru vazifesini yapýyor gibi, gizli bir maksada binaen bu kitablarý zabtederek hemen bizzât kendisi gidip jandarma dairesine, kaymakama, adliyeye ve telefon ile Afyon'a þayi' edip iþi þaþaalandýrarak kitablarýn hepsini adliyeye verdirmiþtir. Halbuki kitablarýn mahiyeti þudur: Beþ parçasý, mahkemede bulunan müdafaat ve zeyillerinden ibarettir. Diðer üç kitab da; þimdiki adliye vekili Halil Özyörük'ün üç defa beraetlerine karar verdiði eserlerdir ki, Denizli Mahkemesi ayný eserlerin eczalarýný iade etmiþtir. Ve Afyon mahkemesinin de hükümlerini bozmuþ ve o eserlerin beraetlerine rey vermiþtir.

 

Gerçi komünist olan eski adliye vekili Fuat Sirmen, eski heyet-i vekileye ihbar etmiþ ve Kur'anýn gayet hak ve menfaatli bir tefsiri olan Zülfikar mecmuasýnýn dörtyüz sahifesi içinde, otuz sene evvel yazýlan iki âyetin tefsirine dair iki sahifeyi bahane ederek bu çok mühim eseri yasak etmeðe çalýþmýþtýr. Halbuki þimdi millet ve vatana gayet zararlý olan komünist ve masonlarýn eserlerine müsaade edildiði halde, yüzbinler kimselerin imanýný kurtaran, Kur'anýn gayet hak ve pekçok menfaatli bir tefsiri olduðunu beþyüz bin adamýn þehadetiyle isbat edeceðimiz eserlere evrak-ý muzýrra gibi böyle muamele yapmak ve üstadýmýza bu hastalýklý nazik zamanýnda öz kardeþine karþý bu hazîn teessüratý vermek, yüz cihetle kanunsuzdur diye arzediyoruz.

 

Sâniyen: Bu mes'elenin gayet sinsi ve gayet gizli hakikatý þudur: Üstadýmýz manen ve maddeten Demokrat Parti'ye yardým için talebelerini hafifçe teþvik etmiþti. Bunu Halk Partisi'nin muannid müstebidleri anladýklarý için, manasýz bahane ile habbeyi kubbe yaparak bu muameleyi yaptýlar. Yoksa her tarafta bu kitab

 

sh: » (Em: 398)

 

lar posta ile alýnýp veriliyor ve buraya da Ýstanbul'dan, baþka yerlerden geliyor ve iliþilmiyordu. Bu vaziyet çok dessasane ve ümid edilmeyen bir plândýr.

 

Sâlisen: Zülfikar'daki mevzuubahs iki âyetin tefsirinden bin misli bir muhalefetle halen matbuatta eski hükûmete hücumlar yapýlýyor ki, þimdi o âyetlerin tefsiri zerre mikdar bir suç olamýyor. Bundan da anlaþýlýyor ki, bu muameleler Halk Partisi hesabýna yapýlmakta devam edilen keyfî iþlerdir ve Halk Partililerin "Saltanat Demokratlarda ise, hüküm ve icraat ve iktidar bizdedir" diye olan iddia ve vehimlerinin bir nümunesidir.

 

Emirdað Nur talebeleri namýna

 

Mehmed, Ýbrahim, Ziya vesaire...

 

* * *

 

Reisicumhur'a, Heyet-i Vekile'ye, Baþbakanlýða, Adliye Bakanlýðý Yüksek Katýna, Diyanet Riyaseti'ne

 

Ankara

 

Hakikî adalet ve hürriyet için çalýþan zâtlara birkaç nokta beyan ediyorum:

 

Birinci Nokta: Hem Denizli Mahkemesi, hem Ankara Aðýrceza Mahkemesi, bütün Risale-i Nur eczalarýný tedkik edip ve ehl-i vukufun da iþtirakiyle beraetlerine ve sahiblerine iade etmesine bir mahzur olmadýðýna karar verip Said'i arkadaþlarýyla beraet ve tahliye ederek, iki sene ellerde ve mahkemelerde kalan Nur Risalelerinin tamamýyla Said'e ve arkadaþlarýna iade edildiði ve ayný kararý Mahkeme-i Temyiz kaziye-i muhkeme haline getirip tasdik ettiði halde; þimdi Afyon'un, Said'in þahsýna karþý iki garazkârýn ayný kitablarý, hem gayet antika mu'cizatlý yazýlý Kur'anýný, bütün bütün hilaf-ý kanun olarak müsadere edip Said ve arkadaþlarýna verdiði asýlsýz hükmünü yine ayný Mahkeme-i Temyiz bozduðu ve þimdi vatan ve milleti eski partinin garazkârane istibdadýndan kurtaran hamiyetkâr, vatanperver bazý Demokrat liderleri kemal-i istihsan ile o risaleleri kabul edip sahib olduklarý halde, üç senedir hiç sebebsiz binler lira bizim gibi fukaraya zarar vermek, üç defa beraet etmiþ bir mahkemeyi üç sene uzatýp -acib bir zulüm içinde þahsî bir garazkârlýk vardýr ki- yirmi ay tecrid-i mutlakta hizmetçisiyle temas ettirmediler. Tahliyeden sonra iki polis kapýsýnda býraktýlar. Hem o gayet müttaki Nur

 

sh: » (Em: 399)

 

þakirdlerini kasden sebebsiz sýrf takvalarýna ihanet için, maðrib namazýnýn vaktinde muhakeme edip namazlarýný kazaya býrakarak acib bir zulmetmiþler. Hem bütün bu Risale-i Nur eserlerini bir defa da Isparta, tamamen müsadere edip tedkikten sonra tekrar aynen iade etmiþ.

 

Demokratlarýn zamanýnda madem Ezan-ý Muhammedî ve din dersleri gibi þeair-i Ýslâmiye ile Kur'ana hizmet ve eskilerin Kur'an zararýna tahribatlarý tamire baþlanýlmýþ. Ve madem dinsizlerin ve masonlarýn ve komünistlerin eserleri intiþar ediyor. Elbette âlem-i Ýslâm'ýn Mekke, Medine, Þam gibi yerlerinde büyük âlimlerin takdir ve tahsinlerine mazhar olmuþ ve Diyanet Riyaseti'nde hocalara okutturulan Zülfikar, Asâ-yý Musa ve Siracünnur gibi, feylesoflarý susturan mübarek mecmualarý müsadere etmek, üç sene onlarla beraber binler lira kýymetinde deðerli, mu'cizatlý, altun ile Ýsm-i Celal yazýlmýþ, Diyanet Reisi bütün takdir ile tab'ýna çalýþtýðý Kur'aný müsadere eden adamlar; elbette adalet ve adliye ve hakikat hesabýna deðil, belki komünist, masonluk hesabýna bir garazkârlýk ediyorlar. Ben kendim zehir hastalýðýyla þiddetli hasta olduðumdan ve kendi hukukumu müdafaa edemediðimden, Sungur'u kendime vekil ediyorum. Eski hükûmetin bana karþý yirmi senelik iþkence ile bu tahribatýn kaldýrýlmasýný, adaletperver yeni hükûmetin bakanlarýndan bekliyorum. Kardeþlerimden Mustafa Sungur'u tevkil ediyorum.

 

Nur Þakirdleri namýna

 

Said Nursî

 

* * *

 

[Ehemmiyetli bir hakikat ve Demokratlarla Üniversite Nurcularýnýn bir hasbihalidir.]

 

Þimdi milletin arzusuyla þeair-i Ýslâmiyenin serbestiyetine vesile olan Demokratlar, hem mevkilerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek çare-i yegânesi; ittihad-ý Ýslâm cereyanýný kendine nokta-i istinad yapmaktýr. Eski zamanda Ýngiliz, Fransýz, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarýz olmakla mani olurdular. Þimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarýz deðil; belki muhtaçtýrlar. Çünki komünistlik, masonluk, zýndýklýk, dinsizlik; doðrudan doðruya anarþistliði intac ediyor. Ve bu dehþetli tahrib edicilere karþý, ancak ve ancak hakikat-ý Kur'aniye etrafýnda ittihad-ý Ýslâm dayanabilir. Ve beþeri bu tehlikeden kur

 

sh: » (Em: 400)

 

tarmaða vesile olduðu gibi, bu vataný istila-yý ecanibden ve bu milleti anarþilikten kurtaracak yalnýz odur. Ve bu hakikata binaen Demokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikata istinad edip komünist ve masonluk cereyanýna karþý vaziyet almalarý zarurîdir.

 

Bir Ezan-ý Muhammedî'nin (A.S.M.) serbestiyetiyle kendi kuvvetlerinden yirmi defa ziyade kuvvet kazandýlar. Milleti kendilerine ýsýndýrdýlar, minnetdar ettiler. Hem manen eski Ýttihad-ý Muhammedî'den (A.S.M.) olan yüzbinler Nurcularla, eski zaman gibi farmason ve Ýttihadcýlarýn mason kýsmýna karþý ittifaklarý gibi; þimdi de aynen Ýttihad-ý Ýslâm'dan olan Nurcular büyük bir yekûn teþkil eder. Demokratlara bir nokta-i istinaddýr. Fakat Demokrat'a karþý eski partinin müfrit ve mason veya komünist manasýný taþýyan kýsmý, iki müdhiþ darbeyi Demokratlara vurmaya hazýrlanýyorlar. Eskiden nasýl Ahrarlar iki defa baþa geçtiði halde, az bir zamanda onlarý devirdiler. Onlarýn müttefiki olan Ýttihad-ý Muhammedî (A.S.M.) efradýnýn çoklarýný astýlar. Ve Ahrar denilen Demokratlarý, kendilerinden daha dinsiz göstermeye çalýþtýlar. Aynen öyle de: Þimdi bir kýsmý dindarlýk perdesine girip Demokratlarý din aleyhine sevketmek veya kendileri gibi tahribata sevketmek istedikleri kat'iyen tebeyyün ediyor. Hattâ ülemanýn resmî bir kýsmýný kendilerine alýp, Demokratlara karþý sevketmek ve Demokratýn tarafýnda, onlara mukabil gelecek Nurcularý ezmek; tâ Nurcular vasýtasýyla ülema, Demokrata iltica etmesinler. Çünki Nurcular hangi tarafa meyletseler ülema dahi taraftar olur. Çünki onlardan daha kuvvetli bir cereyan yok ki, ona girsinler.

 

Ýþte madem hakikat budur, yirmibeþ seneden beri ehl-i ilmi, ehl-i tarîkatý ezen, ya kendilerine dalkavukluða mecbur eden eski partinin müfrit ve mason ve komünist kýsmý, bu noktadan istifade edip Demokratlarý devirmemek için; Demokratlar mecburdurlar ki hem Nurcularý, hem ülemayý, hem milleti memnun ve minnetdar etmek, hem Amerika ve müttefiklerinin yardýmlarýný kaybetmemek için bütün kuvvetleriyle Ezan mes'elesi gibi þeair-i Ýslâmiyeyi ihya için mümkün oldukça tamire çalýþmalarý lâzým ve elzemdir.

 

Maatteessüf bazý müfrit ve mason ve komünistler, Demokrat aleyhinde olduðu halde kendini Demokrat gösteriyorlar ki; Demokratlarý tahribata sevketsin ve din aleyhinde göstersin, onlarý devirsin.

 

Nur Talebeleri ve Nurcu Üniversite gençliði namýna

 

Sadýk, Sungur, Ziya

 

* * *

 

 

 

sh: » (Em: 401)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Aziz, sýddýk, fedakâr kardeþimiz Hacý Ali!

 

Gönderdiðiniz kýymetdar ve bilhassa Hazret-i Üstadý pek çok sevindiren mektubunuzu aldýk. Üstadýmýz diyor ki:

 

"Risale-i Nur, bu zamanda kâfidir. On sene medresede okuyanlar, Risale-i Nur'la bir senede ayný istifadeyi ettiklerine þahid, binler ehl-i ilim var. Madem Hacý Kýlýnç Ali birbuçuk sene bütün Risale-i Nur eczalarýna sahib çýkmýþ, kýsmen okumuþ; nazarýmýzda yirmi senelik bir Nur talebesidir. Ben her sabah haslar içinde onun ismiyle bütün manevî kazançlarýma, defter-i a'maline geçmek için hissedar ediyorum. Öyle ise, o da bütün hayatýný Risale-i Nur'a vermeye mükelleftir. Demek þimdiye kadar Câmi-ül Ezher'e gitmeðe muvaffak olmamasý ehemmiyetli bir hikmet içindir ki, Nurlar ona kâfi imiþ. Þimdi Þam'a, Haleb'e yakýn olan Urfa'da bir Medrese-i Nuriye ileride teþekkül etmesini kuvvetli ümid ediyoruz. Kýlýnç Ali ile beraber Eski Said'in gayet kýymetdar bir talebesi olan Þam'daki Molla Abdülmecid, Urfa'daki Nur'un talebelerinden Seyyid Sâlih ve onun yanýna giden Nur'un fedakâr bir talebesiyle muhabere etsinler. Ben hem Molla Abdülmecid'e, hem Hacý Ali'ye, hem Þam'daki Risale-i Nur'la alâkadar olanlara pek çok selâm ediyorum. Ve dualarýný ve o mevki-i mübarekede bana dua etmelerini rica ediyorum." dedi.

 

Evet kahraman kardeþimiz Hacý Ali; Hazret-i Üstad daima sizin fedakârlýðýnýzý izhar buyuruyorlar. Biz de sizi tahsinlerle tebrik ediyoruz.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Üstadýn hizmetinde bulunan kusurlu

 

Sungur, Zübeyr, Ziya

 

* * *

 

sh: » (Em: 402)

 

Aziz kardeþim!

 

Evvelâ: Bin mâþâallah, Sözler mecmuasýnda yanlýþlar yok gibidir. Birkaç kelime var ki, leffen gönderildi.

 

Sâniyen: Eðer münasib görseniz gönderdiðim bu elli lirayý benim hesabýma mahkemedeki mecmualarýn bedeline benim için alýnýz, gönderiniz. Eðer münasib görmezseniz, bu defaki gönderdiðiniz mecmualarýn bana mahsus olacak kýsmýnýn fiatýna alýnýz.

 

Sâlisen: Þimdilik Tarihçe-i Hayat'ý meb'uslara parasýz vermemek münasibdir. Parasýyla isteyenlere verilsin. Fakat on-yirmi nüsha Ankara'da bulunsa münasibdir.

 

Said Nursî

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Muazzam ve hârika Risale-i Nur külliyatýndan iki büyük mecmuanýn imha edileceði hakkýnda dehþetli bir haber iþittik. Gayet hak ve hakikatlý ve feylesoflarý ilzam eden o mecmualar, Risale-i Nur'un diðer eczalarýyla beraber Denizli ve Ankara Mahkemelerinde beraet verilip kaziye-i muhkeme haline gelerek iade edildiði ve iki defa Temyiz Mahkemesi beraet ettirdiði halde ve Mýsýr, Þam, Haleb, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere gibi âlem-i Ýslâm'ýn mühim merkezlerinde fevkalâde bir takdir ve tahsine mazhar olan ve makbuliyetine hürmeten Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn kabr-i þerifi ve Hacer-ül Esved üzerine konulan bu eserler hakkýndaki bu müdhiþ muamele, Halk Partisi'nin yaptýðý diðer azîm cürümleri gibi tarihte emsali görülmemiþ bir cinayettir. Biz Nur talebeleri o cebbar gaddarlardan hakkýmýzý kolayca alabilirdik. Fakat Ýslâmiyet'in asýrlardýr bayraktarlýðýný yapan kahraman Türk milletinin masum çoluk-çocuk ve ihtiyarlarýna karþý Risale-i Nur'un bizlerde husule getirdiði kuvvetli þefkat itibariyle ve Kur'an-ý Hakîm'in bizleri maddî mücadeleden men'edip elimizde topuz yerinde Nur olmasý haysiyetiyle ve bütün kuvvetimizle mesleðimizin îcabý olan asayiþi temin etmek esasýyla, o zalimlere maddeten mukabele edemedik. Yoksa Allah göstermesin, bir mecburiyet-i kat'iye olursa komünist ve masonlar hesabýna ona sebebiyet verenler bin defa piþman olacaklardýr. Hem biz müþahedatýmýzla kat'î bir kanaattayýz ki:

 

sh: » (Em: 403)

 

Risale-i Nur'a ilhad ve zendeka namýna iliþildiði zaman, umumî bir musibet geliyor. Taarruzun ayný vaktinde dört defa büyük zelzelenin vukuu ve çok hâdisatýn ayný vakitte zuhuru, bu kanaatimizi tasdik etmiþ. Bu itibarla öyle bir kararýn infazýndan ehl-i imanýn titrediði, o hârikulâde ve kýymetdar, mübarek mecmualar hakkýnda imha cinayetinin iþlenmesi; bu millet ve memleket içinde manevî zelzeleler, fýrtýnalar, taun ve tufanlar kopacak kuvvetli ihtimalinden telaþ ediyoruz. Zira Risale-i Nur'a dört defa taarruz ve hücum zamanýnda þiddetli zelzelelerin tevafuku, bu hakikatý kör gözlere dahi göstermiþtir. Hattâ mahkemede dava ettik. Hem müfessirlerin üçyüz elli bin tefsirlerine ittibaen iki sahifede iki âyât-ý Kur'aniyeyi tefsir ettiði bahanesiyle, yüzbinler kimselerin imanýna pek ziyade bir ehemmiyet ve tesirle hizmet eden dörtyüz sahifelik Zülfikar mecmuasýný müsadere ve imha etmek; dünyada hiçbir kanunda olmadýðýndan, sýrf dinsizliðe âlet olarak yapýlan bu feci' garazkârlýk fâillerinin hak, hakikat ve adaletten ne derece uzak olduðunun zâhir bir delili bulunduðunu zerre mikdar vicdaný olanlar anlayacak ve yüzsüz yüzlerine lanet ve nefretler savuracaktýr. Halk Parti'li müstebid, mürteci' cebbarlarýn zamanýnda yapýlmýþ olan bu korkunç muameleye kahraman Demokratlar hükûmeti mani' olup, Afyon Mahkemesi'nde üç senedir hapsedilen ve zerre kadar bir suç mevzuu bulunamayan eserleri ve en baþta altun yaldýzlý ve tevafuk mu'cizeli Kur'anýmýzý derhal iade ettireceklerini kuvvetli ümid edip, alâkalý makamlardan rica ediyoruz.

 

Nur Talebeleri namýna

 

Hüsrev, Sungur

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, kahraman aðabeyimiz!

 

Evvelâ: Gayet derecede bir ehemmiyetli mes'eleyi arzediyoruz ki, büyük mecmualarýmýzýn imhasýna sakýn sakýn meydan verilmeyecektir. Ne bahasýna olursa olsun kurtarýlacaktýr. Yalnýz imha kararý þimdi mi, yoksa eskiden mi verilmiþtir ve sizce bu imha kararý resmen sabit midir? Bu ciheti olduðu gibi öðrenerek bize acele ve derhal bildiriniz.

 

Sâniyen: Bu hususta Ankara'da olan kahraman Sungur'a ve Devlet Bakaný'na yazýlan yazýyý bera-yý malûmat takdim ediyoruz. Binler selâm ve hürmetle ellerinizden öperiz.

 

Ziya, Zübeyr

 

* * *

 

sh: » (Em: 404)

 

Aziz ve çok kýymetli kahraman kardeþimiz Sungur!

 

Evvelâ: Binler selâm eder, Cenab-ý Hak'tan Nur hizmetinizde hayýrlý muvaffakýyetlerinizi dileriz.

 

Sâniyen: Çok ehemmiyetli ve mahrem bir iþi haber veriyoruz. Haber aldýðýmýza göre Isparta adliyesinde zabtedilen yüzyetmiþ cild Asâ-yý Musa ve Zülfikar mecmualarý ki, o mecmualarý þimdiki Adliye Bakaný beraetini, iadesini tasdik edip daha evvelce Denizli'de de Üstadýmýza verilen kitablardýr. Bunlarýn imhasý için karar verilmiþ. Zemin ve semavatý hiddete getirecek ve mevcudatý aðlatacak bu müdhiþ kararýn Demokratlar aleyhinde Halk Partisi'nin müfrit adamlarý tarafýndan tertib edilen bir plân olduðundan kat'iyen þübhemiz yoktur. Zira Nur talebelerinin Demokratlarý muhafaza ettiðini ve Demokratlarýn kuvvetli bir istinadgâhý olduðunu müfrit þeytanlar anlamýþlar. Nur talebelerini Demokratlardan bu tarzda nefret ettirip hükûmeti yýkmaða çalýþýyorlar. Bu plânýn akîm kalmasý ve mecmualarýmýzýn kurtulmasý ve Afyon'daki kitablarýmýzýn tamamen iade edilmesi için, pek fazla bir ehemmiyet ve gayretle çalýþýlmasýný Üstadýmýz sizlere havale ediyor.

 

Ziya, Zübeyr

 

* * *

 

Devlet Bakanlýðý'na!

 

Zâtýnýza vatan ve milletin mukadderatý mevzuunda, gayet derecede ehemmiyetli, þeytanýn bile zor düþünebileceði bir tarzda tertib edilen Demokratlar aleyhindeki bir plâný ifþa ediyoruz; þöyle ki:

 

Bu vatanda dinsizlikle ve istibdad-ý mutlak ve eþedd-i zulme karþý yirmiyedi yýldýr perde altýndaki hususî neþriyatla hârikulâde bir feragat-ý nefisle mücahede eden Bediüzzaman Said Nursî'nin vücuda getirdiði muazzam Nur Talebeleri câmiasýnýn Demokrat Parti'yi muhafaza ettiðini Halk Partisi'nin müfrit dessaslarý anlamýþ, hattâ bir zamanlar gayet gizli olarak Nur talebelerinin kesretle bulunduðu mýntýkalara tedkik ve tecessüs için Ýsmet çýkarýlmýþ idi.

 

Ýþte Anadolu'nun her tarafýnda hârika bir kuvvet-i imaniye ile, fevkalâde bir fedakârlýkla bu milletin iman ve Ýslâmiyet'e hizmet edip cebbarlar saltanatýnýn esasýndan ve kökünden

 

sh: » (Em: 405)

 

yýkýlmasýna medar olan Nur talebelerini Demokratlardan nefret ettirmek için; uhrevî ve dünyevî hayatlarýnýn halaskârý olan, yüzbinlerle ehl-i imaný ve bir kýsým yüksek tahsil gençliðini tenvir ve irþad eden ve Arabistan'da ve Mýsýr'da büyük bir takdir ve tahsine mazhar olan ve mübarekliðine hürmeten Peygamberimizin kabr-i þerifi ve Hacer-ül Esved üzerine konulan Zülfikar ve Asâ-yý Musa mecmualarýnýn Isparta Adliyesi tarafýndan yakýlmasýna karar verilmek gibi, arz ve semavatý hiddete getirecek ve mevcudatý aðlatacak derecedeki bir hükmü haber aldýk. Halbuki yüz ondokuz parçadan müteþekkil Risale-i Nur Külliyatý'ndan olan bu büyük mecmualarýn parçalarý da Risale-i Nur Külliyatýyla beraber 1944 senesinde Denizli Aðýr Ceza Mahkemesi'nde müttefikan beraet verilmiþ ve yüksek Temyiz Mahkemesi tasdik etmiþtir. Kaziye-i muhkeme haline gelmiþ ve bütün eserler, müellif-i muhteremine ve sahiblerine iade edilmiþtir. Son Afyon Mahkemesi'nde de Halk Partisi hükûmetinin komünist vekilinin hususî emirleriyle verdiði garazkâr hükmü, kahraman Demokratlarýn adliye vekili, eski Temyiz Mahkemesi'nin âdil reis-i muhteremi esasýndan nakzetmiþtir. Nihayet af kanunu ile gaddarane giriþtikleri ve içinden çýkamadýklarý iftira ve ittihamlarýn üzerine perde çekmiþler ve afla neticelendirmiþlerdir.

 

Hakikat bu merkezde iken ve þimdi eski hükûmete binler hakaretli neþriyatlar, bütün hürriyetle devam ederken ve dörtyüz sahifelik gayet hak ve hakikatlý bir mecmuanýn iki sahifesinde bir âyetin tefsirini, garaz ve bahane ile medar-ý mes'uliyet yapýp o mecmuanýn imha cihetine gidilmiþ. Doðrudan doðruya eski zalim parti hesabýna þu maksada ma'tuftur ki: Yüzbinlerle Nur talebelerini Demokratlar aleyhine çevirip, Demokrat Partisi'nin sessiz, sadasýz, gösteriþsiz, fakat dindarlýklarýyla gayet muhkem bir istinadgâhýný yok etmek ve Demokrat hükûmetini yýkmaktýr. Bu müdhiþ ve þeytanî plânýn akîm kalmasý için zât-ý âlînize ehemmiyetle ihbar eder ve hürmetlerimizi arzederiz.

 

Üniversite Nur Talebeleri namýna

 

Yusuf Ziya Arun

 

* * *

 

[bera-yý malûmat size gönderildi.]

 

Büyük Doðu'nun yirmidokuzuncu sayýsýnda; "Lozan'ýn Ýç yüzü" diye yazýlan makaleden:

 

sh: » (Em: 406)

 

Ýngiliz murahhas heyeti reisi Lord Gürzon, nihayet en manidar sözünü söyledi. Dedi ki:

 

"Türkiye Ýslâmî alâkasýný ve Ýslâmý temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliði etmiþ olur ve Hristiyan dünyasýnýn hürmet ve minnetini kazanýr; biz de kendisine dilediðini veririz."

 

Lozan'da Türk murahhas heyeti baþkaný bulunan ve henüz hakikî kasýdlarý anlayamayan Ýsmet Paþa, bir aralýk bütün Hristiyan emellerinin Türkiye'yi mazisindeki ruh ve mukaddesatý kökünden ayýrmak olduðunu sezdiði halde, þu gizli ivaz ve teminatý veriyor ve diyor ki:

 

"Eskiden beri kökleþmiþ ve köhne engellerden (yani an'ane-i Ýslâmiyet'ten) kurtulmak hususunda besledikleri (yani Ýsmet'in beslediði) azmin, inkâr edilmez delilidir."

 

Harfi harfine iktibas ettiðimiz bu sözlerle, Türk baþmurahhasýnýn yani Ýsmet'in, eskiden kökleþmiþ ve köhne olmuþ engellerden kurtulmak hususunda Türk milletine beslediði kat'î azimle ne kasdettiðini ve bunu hangi maksad altýnda Ýslâmiyet düþmanlarýna ivaz diye takdim ettiðini sormak lâzýmdýr.

 

Konferansýn birinci defasýnda Türk baþmurahhasý, bizzât karar vermek vaziyetinde olmadýðý ve büyüðüne, yani Mustafa Kemal'e bildirmek zorunda olduðu için, memlekete dönüyor; kendisini Haydarpaþa'dan Ankara'ya götüren tren ve devlet reisini (Mustafa Kemal) Ýzmir'den Ankara'ya götüren trenle Eskiþehir'de buluþuyor. Bir arada ve baþbaþa seyahat... Sonra Ankara gizli meclis toplantýlarý... Fakat esas mes'elelerde daima baþbaþa. Mustafa Kemal ile Ýsmet beraber içtimalarý ve karar: "Din öldürülecektir."

 

Lozan Konferansý'nýn ikinci sahifesi: ...Artýk herþey Türkiye hesabýna çantada hazýrdýr. Yani dini terk ile herþey yapýlacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve Ýsmet hükûmeti) bundan böyle bu millette, Ýslâmiyet'i katletmek prensibiyle hareket etmekte, hasým dünyanýn kumandanlarýndan, yani düþman ehl-i salib kumandanlarýndan, dini vurmakta daha hevesli olduðu ve örnekler vereceði ve bilhassa hudud dýþý deðil de, hudud içi ve millî irade yaftasý altýnda çalýþacaðý þübheden varestedir.

 

Nihaî Vesika

 

Lozan Muahedesinden sonra, Ýngiltere Avam Kamarasý'nda "Türkler'in istiklalini ne için tanýdýnýz?" diye yükselen itirazlara,

 

sh: » (Em: 407)

 

Lord Gürzon'un verdiði cevab:

 

"Ýþte asýl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve þevketlerine kavuþamayacaklardýr. Zira biz onlarý maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüþ bulunuyoruz." Yani Mustafa Kemal ve Ýsmet'in verdikleri karar, Türk Milletini Ýslâmiyet ve din cihetinden öldürmek kararýdýr.

 

Artýk bunun üzerine herþey apaçýk anlaþýlýyor deðil mi?..

 

Gizli anlaþmanýn entrikasý:

 

Türkler'e dinlerini ve din temsilciliðini feda ettirmek þartýyla, sun'î istiklal iþinde gizli anlaþmanýn müessiri, tek kelime ile Yahudiliktir. Buna memur-u müþahhas kimse de, þimdi Mýsýr Hahambaþýsý bulunan Hayim Naum'dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teþebbüse evvelâ Amerika'da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma þeflerine, Türk'ün maddesini serbest býrakmalarý, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarýna yýktýrmalarý fikrini telkin etmek suretiyle baþlamýþtýr. Yani masonluk hasebiyle Kur'anýn ahkâmýný kaldýrmak, milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müdhiþ plânýnýn zeminini Amerika'da hazýrladýktan sonra Ýngiltere'ye geçmiþ ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek þu teklifte bulunmuþtur:

 

"Siz Türkiye'nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben Ýslâmiyet'i ve Ýslâmî temsilciliklerini, ayaklar altýnda çiðnetmeyi taahhüd ediyorum." Ayný Hayim Naum, Türk murahhaslar heyetine müþavir sýfatýyla sokulmanýn da yolunu bulmuþ, yani Mustafa Kemal ve Ýsmet'i kendine dost bulmuþ. Onun için üçü birleþmiþ ve artýk arada santralýn intizamla iþlemesine hiçbir mani' kalmamýþtýr.

 

Hayim Naum o sýrada Ankara'ya kadar da uzanarak plânýn muvaffakýyeti için gereken en mühim ve merkezî þahýs nezdinde -yani Mustafa Kemal yanýnda- emin bulunduðu tesirinin derecesini ölçmek istemiþtir. Öyle ki bu tesir, mahud mevzuda Hayim Naum'dan daha heveskâr ve gayretli bir Ýslâmiyet düþmanýna tesadüf etmekle muradýna ermiþ ve artýk Türk'ü içinden vurmanýn plânýný gerçekleþtirmek için her unsur tamamlanmýþtýr.

 

Ýþte bu ehemmiyetli vesika, tam tamýna Risale-i Nur tercümanýnýn kýrk küsur sene evvel hadîs-i þerifin ihbarýna dair beyan ettiði hâdiseyi tasdik ettiði gibi; ve Þeriat-ý Ahmediye'ye ihanet eden o dehþetli þahsýn mühim bir kuvveti Yahudi olduðu, Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarýn hakikatýný

 

sh: » (Em: 408)

 

gösterdiklerini ve yirmibeþ seneden beri Nurcularýn imhasýna keyfî kanunlarla dehþetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor.

 

* * *

 

Çok aziz, çok mübarek, çok sevgili, çok müþfik Üstadýmýz Efendimiz Hazretleri!

 

Mu'cizatlý ve Ýsm-i Celal altun ile yazýlý, yaldýzlý Kur'aný Diyanet Riyaseti, Afyon Mahkemesi'nden getirtmiþ ve dünkü gün Ýstanbul Mushaflar Ýnceleme heyetine göndermiþtir. Heyet tedkikten sonra neþrinin lüzum ve elzem olduðunu tasdik ederek geri iade edecekmiþ.

 

Hem Akþehir'li kahraman Ahmed Altun kardeþimizin daha evvel bir suretini siz sevgili Üstadýmýza gönderdiði ve Diyanet Reisliðine yazdýðý istidasýný Diyanet Riyaseti Müþavere Heyeti tedkik etmiþ. Bunun üzerine siz sevgili Üstadýmýzýn Diyanet Riyasetine hediye ettiðiniz iki takýmýn birisini müþavere heyetine tedkik için verecekler. Diyanet'te Nurlarýn lehinde çalýþan muhterem kardeþimiz var. Hakikaten sevgili Üstadýmýz, baþtan baþa zulmetli, kararmýþ olan Ankara þimdi pekçok deðiþmiþ ve gittikçe deðiþmekte. Saçýlan zehirler ve kendisine karþý gençliðin tezahüratý tesirini kaybetmiþ.

 

Sungur

 

* * *

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Evvelâ: Bin bârekâllah, hem Sözler mecmuasýnýn güzel ve sýhhatli olmasýna ve müsaderedeki mecmualarýn imhadan kurtulmasýna nümune olarak bir kýsmýný elde etmenize binler mâþâallah ve elhamdülillah deriz.

 

Sâniyen: Benim namýma gelen mektublara Medreset-üz Zehra erkânlarý münasib tarzda benim bedelime cevab vermelerini onlara havale ediyorum. Ezcümle, Ankara'da Osman Nuri kardeþimiz oranýn bir Hasan Feyzi'si hükmünde Nurlara tesirli hizmet ve benim için hanesi yanýnda bir menzil yapmasý ve hastalýðým

 

sh: » (Em: 409)

 

zamanýnda güya hastalýðýmýn tahfifine Hasan Feyzi gibi yardým eder gibi kendi hastalýðýna memnun olmasýna çok minnetdarým. Fakat kitablarýmýzý mahkemeden almadýðýmýzdan burada bekliyorum. Kur'anýmýzý ve bazý mecmualarýmýzý tab' zamanýnda orada bulunmak istiyorum. Fakat þimdi burada çok lüzumlu iþler olduðundan gidemiyorum, gücenmesin. Eðer o orada olmasa idi, benim gitmem lâzýmdý. Fakat o, bana ihtiyaç býrakmýyor. Allah razý olsun, hizmet-i Nuriyede onu muvaffak etsin.

 

Haleb'de Ýhvan-ý Müslimîn a'zasýnýn bana yazdýðý tebriðe mukabil onu ve Ýhvan-ý Müslimîn'i ruh u canýmýzla tebrik edip "Binler bârekâllah!" deriz ki, ittihad-ý Ýslâm'ýn Anadolu'da Nurcular -ki eski Ýttihad-ý Muhammedî'nin halefleri hükmünde- ve Arabistan'da Ýhvan-ý Müslimîn ile beraber hakikî kardeþ olan Hizb-ül Kur'anî ve Ýttihad-ý Ýslâm cem'iyet-i kudsiyesi dairesinde çok saflardan iki mütevafýk ve müterafýk saf teþkil etmeleriyle ve Risale-i Nur ile ciddî alâkadar ve bir kýsmýný Arabîye tercüme edip neþretmek niyetleri, bizleri pek ziyade memnun ve minnetdar eyledi. Benim bedelime, Ýhvan-ý Müslimîn Cem'iyeti namýna bana tebrik yazana, cevab verirsiniz. O taraftaki Nur þakirdlerine ve Nur eczalarýna himayetkârane alâkadar olsunlar.

 

Sâlisen: Atabey'li metin ve ciddî bir kardeþimiz Abdullah Çavuþ'un yazdýðý mektubu tasdik ediyorum. Kýrk sene evvel hadîslere verdiðim mananýn yeniden bu zamanda tevili görünüyor. Muannidler dahi itiraf etmeye mecbur oluyorlar. Ve istibdad-ý mutlakýn cehennemî azabýný dünyada da çekmeleri, Siracünnur'un Beþinci Þua'ý ile verdiði haberleri, zaman tasdik ediyor. Hem Samsun'lu Ýhsan'ýn samimî mektubu gösteriyor ki; buraya gelen bir takým Nur eczalarýný kendine alan Samsun'un bir meb'usu, o havalide nurlu bir uyanmak ve intibaha vesile olmuþ ki böyle Ýhsan'lar yetiþiyor. Ýhsan'ý o zât ile beraber dualarýmýza dâhil ediyoruz.

 

Râbian: Yirmidokuzuncu Söz'ün keramet-i elifiyesi hakikaten hârika olduðu gibi, makine ile bu tarzda bu kadar güzel çýkmasý yazanýn da bir hârikasýdýr. Umuma selâmlar.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Hasta ve memnun kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

sh: » (Em: 410)

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Nurculara ehemmiyetli bir müjde!

 

Evvelâ: Kýrk seneden beri takib ettiðim ve Sultan Reþad'ýn yirmi bin altun ve eski müstebidler hükûmetinin Millet Meclisi'nde yüz altmýþüç meb'usun imzasýyla yüzelli bin banknotu küþadý için tahsisat verdikleri; hem âlem-i Ýslâm'ýn, hem þarkýn, hem bu milletin en mühim bir iþi olan Van Vilayetinde Câmi-ül Ezher gibi bir Ýslâm Dârülfünun'u ve büyük üniversitesi olan Medreset-üz Zehra'nýn yapýlmasý lüzumunu yeni hükûmetin reisi de anlamýþ ki; büyük memleket iþleri içinde sizlere müjde olarak gönderdiðim aþaðýdaki haberi vermiþ. Fiilen yapýlmasa dahi bu mananýn anlaþýlmasý büyük bir fâl-i hayýrdýr.

 

Ýþte Meclis'te Reisicumhur büyük iþler sýrasýnda ehemmiyetli nutkunda bu gelen fýkrayý söylemiþ: "Van havalisinde Doðu Üniversitesi'nin kurulmasý için Maarif Vekaleti'nin tedkikatýna giriþtiðini" söyleyen Celal Bayar demiþtir ki: "Doðu Vilayetlerimizden olan Van'da böyle bir irfan müessesesinin kurulmasý için bütün müþkilât iktiham olunmalý ve önümüzdeki bütçe yýlýnda iþe baþlanmalýdýr" demiþtir. Demek Tarihçe-i Hayatý takdim eden genç üniversiteliler bir derece Nur Risalelerinin kýymetini reise ihsas etmiþler.

 

Sâniyen: Reisicumhurun bu çok ehemmiyetli fýkrasý Risale-i Nur'un bu memlekette ve bu vatanda ettiði ve edeceði çok kýymetdar hizmetlerinin anlaþýldýðýna bir emaredir. Ve Nurcularýn bütün çektikleri zahmet ve Nur'un müsadereleri bu büyük neticeye vesile olmasý cihetiyle þekva deðil, þükretmelidir.

 

* * *

 

Aziz, sýddýk kardeþlerimiz Ziya ve Abdülmuhsin!

 

Üstadýmýz diyor ki:

 

"Eþref Edib kýrk seneden beri iman hizmetinde benim arkadaþým ve Sebilürreþad'da makale yazan ve þimdi vefat eden çok kýymetli kardeþlerimin mümessili ve hakikî Ýslâmiyet mücahidlerinden bir kardeþimdir ve Nur'un bir hâmisidir. Ben vefat etsem de Eþref Edib, Nurcular içinde bulunmasýyla büyük bir teselli buluyorum.

 

 

 

sh: » (Em: 411)

 

Fakat Nur Risalelerinin ve Nurcularýn siyasetle alâkalarý yok ve Risale-i Nur, rýza-i Ýlahîden baþka hiç bir þeye âlet edilmediðinden, mümkün olduðu kadar Risale-i Nur'un mensublarý, içtimaî ve siyasî cereyanlara karýþmak istemiyorlar. Yalnýz Sebilürreþad, Doðu gibi mücahidler iman hakikatlarýný ehl-i dalaletin tecavüzatýndan muhafazaya çalýþtýklarý için, ruh u canýmýzla onlarý takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeþiz, fakat siyaset noktasýnda deðil. Çünki iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarýyla bakýlmaz. Dost düþman derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliði, bu manayý zedeler. Ýhlas kýrýlýr. Onun içindir ki, Nurcular emsalsiz iþkencelere ve sýkýntýlara tahammül edip Nur'u hiç bir þeye âlet etmediler. Siyaset topuzuna el atmadýlar. Hem Nur Risaleleri küfr-ü mutlaký kýrdýðý için, küfr-ü mutlakýn altýndaki anarþiliði ve üstündeki istibdad-ý mutlaký kýrdýðý cihetle, bir nevi siyasete temasý var tevehhüm edilmiþ. Halbuki Nur'un tercümaný, birtek mes'ele-i imaniyeyi dünya saltanatýna deðiþmediðini mahkemelerde dava edip yirmibeþ sene tarz-ý hayatýyla ve emarelerle isbat etmiþtir."

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Kardeþleriniz

 

Sadýk, Ýbrahim, Zübeyr

 

* * *

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Evvelâ: Bütün ruh u canýmýzla sizin faaliyetinizi ve muvaffakýyetinizi tebrik ediyoruz. Benim bütün elemlerime ve hastalýklarýma ilâç, Medreset-üz Zehra'nýn faaliyetinden ve muvaffakýyetinden ileri geliyor.

 

Sâniyen: Asâ-yý Musa'nýn Arabçaya güzelce tercümesi için bir pusula yazmýþtým. Bugün Ankara'ya giden Zübeyr ile Seyyid Sâlih'e gönderecektim. Hem Tarsus'ta mütekaid bir zabitin samimî bir mektubuyla Risale-i Nur'dan bazý kitabý istediðine dair mektubunu, onu da Ankara yoluyla size gönderecektim. Birden Antalya Elmalý'nýn gayet hâlis Nurcularý namýna, hem kendisi haremiyle beraber Afyon'a kadar gelen ve orada Nurlarýn neþrine vasýta olan Ýbrahim Efendi birden þimdi geldi; ben de onunla size gönderdim. Umuma selâm.

 

* * *

 

sh: » (Em: 412)

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Medreset-üz Zehra erkânlarýna ehemmiyetli bir mes'eleyi havale ediyorum.

 

Seyyid Sâlih "Arabistan'da Asâ-yý Musa'nýn çok lüzumu ve çok faidesi olduðunu, oralarda seyahatimde anladým. Herhalde Arabça'ya tercümesi lâzým geliyor." dedi. Benim halim ve hastalýðým müsaade etmediði için benim bedelime Medreset-üz Zehra erkâný, dört yere, güzelce Arabça'ya tercümesi için muhabere etsinler. Bir mektubu Câmi-ül Ezher'e, Emirdað'lý Kýlýnç Ali vasýtasýyla orada birkaç edib zâtlar tercüme etsinler. Bir mektub da, Ankara Diyanet Dairesi'nde Risale-i Nur'u ciddî takdir eden ve alâkadar olan bir-iki âlim Arabça'ya tercüme etsinler. Bir de; Kayseri kazalarýndan Ürgüp Müftüsü kardeþim Abdülmecid'e yazsýnlar ki, yirmi sene bütün kuvvetiyle Nur'a hizmet etmek ona lâzým iken etmediði için, onun bedeline bütün kuvvetiyle Arabça'ya tercüme etsin. Biri de, Isparta havalisinde Nur dairesindeki âlimler dahi Asâ-yý Musa'yý taksim suretinde herbiri bir kýsmýný tercüme etsinler.

 

* * *

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Evvelâ: En büyük müjde ve Risale-i Nur'un tam serbestiyetine bir mukaddeme olarak, çok ziyade beþaretinize sevindik. Isparta adliyesinin üç sene bir menzilde saklamalarý, o menzilin kirasý olarak o üçyüz lira bedeline, yeni yazý Tarihçe-i Hayatý bana býrakýlan beþyüzden ikiþer lira fiat ile o üçyüz liraya o fiatý mukabil tutarak o Tarihçe-i Hayat'tan elli tane gönderirsiniz. Dört sene hapis çeken mübarek Asâ-yý Musa ve Zülfikar Mecmualarý benim nazarýmda pek fazla kýymetdar olduðu için bana elli liralýk gönderiniz. Size þimdi elli lira gönderiyorum.

 

Sâniyen: Nazif'e bin bârekâllah, bin mâþâallah. Ýkinci bir Hüsrev, Ýnebolu ikinci bir Isparta olduðunu isbat ediyor. Tarihçe-i Hayat'ýn en mühim mes'elesi Medreset-üz Zehra olmasý cihetiyle Nazif'in bu neþriyatý, Reisicumhur'un Medreset-üz Zehra manasýnda ve Doðu Üniversitesi namýnda Þark Câmi-ül Ezherine ciddî çalýþmasýna bir vesile olduðunu zannediyoruz.

 

Sâlisen: Dinar'ýn Baraklý imamý Süleyman'ýn ehemmiyetli

 

sh: » (Em: 413)

 

mektubuna karþý yazýnýz ki: Türkler hakkýnda sena-i Peygamberî muhakkaktýr. Birkaç yerde Türklerden ehemmiyetle bahsetmiþ. Hadîs var. Fakat bu hadîsin hakikî sureti ne olduðunu, yanýmda kütüb-ü hadîsiye bulunmadýðýndan bilemiyorum. Fakat manasý hakikat ve Türk milletinin sena-i Peygamberîye mazhar olduðu hakikattýr. Bir nümunesi, Sultan Fatih hakkýndaki hadîstir.

 

Nur'un birinci talebelerinden Hulusi Bey'in, Ankara'da dostlarýna Risale-i Nur dairesine girmesine teþvik eden manidar ve güzel mektubu dahi gösteriyor ki, yirmibeþ seneden beri hiç sarsýlmadan Nur hizmeti yapmasýna bir nümunedir. Umum kardeþlerime ve hemþirelere binler selâm.

 

* * *

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Evvelâ: Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükrolsun, mahkemede üç sene hapsedilen Asâ-yý Musa Risalesinden ve Sikke-i Gaybiye Risalesinden beþ nüshayý kemal-i sürur ile aldýk. Cenab-ý Hak sizlerden ebediyen razý olsun. Âmîn.

 

Sâniyen: Mahkemeden verilen Zülfikar nüshasýnda tashih olunmuþ sehivler, bu nüshada tashih edilmemiþ. Mu'cizat-ý Kur'aniye'nin Dördüncü Zeyli'nin yüzonuncu sahifesinde sekizinci satýrýnda "Hem Lâm'ýn" sehivdir, "Hem Lâ'nýn" olacak. Çünki Kur'anda "Lâm" otuz bindir; "Lâ" ondokuz bindir.

 

Sâlisen: Yeni harfle Isparta Sümerbank Fabrikasý'nda bir zât bir mektubunda bir sual soruyor. Benim bedelime siz, Kader Risalesi'ni ona tavsiye edersiniz. Ben hem rahatsýzým, hem hususî mektublar yazamýyorum. Hem Zübeyr de Ankara'ya gitmiþ, hem yeni harfi de bilemiyorum. Bera-yý malûmat size gönderdim.

 

Râbian: Þoför Abdurrahman ile kendi nafakam elli lirayý daha gönderdim. Bana gönderdiðiniz kitablarý ve Sözler mecmuasýný kalan borcuma hesab edersiniz. Pek acele oldu. Umuma pek çok selâm ederim.

 

* * *

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Evvelâ: Sizi tebrik ediyorum. Ve bu defaki Hüsrev'in bakanlara

 

sh: » (Em: 414)

 

yazdýðý istida, pek mükemmel bir vesika-i tarihiye hükmündedir. Fakat bir-iki gün evvel Sungur'dan aldýðýmýz bir telde, yüzseksenbeþ eserin verilmesine emir verilmiþ. Bu adedli cümleyi anlayamadýk. Telgrafhanede müdürden sorduk. "O memur, onu yanlýþ almýþ. Makineden ben kulaðýmla iþittim. Ve bütün eserlerin geri verilmesine demektir." Hatýrýmýza geldi ki, acaba yüzotuz risalenin bazýlarýný müteaddid cüzleri birer risale yapýp yüzseksen beþe mi çýkardýlar diye ihtimal verdik ve anlayamadýk. Hem Yeni Sabah Gazetesi yazdýðý gibi Medreset-üz Zehra'yý Doðu Üniversitesi namýyla büyük bir Ýslâm Dârülfünun'u, Reisicumhur tabiriyle "Her müþkilâtý iktiham edip onun yapýlmasýna çalýþacaklarýný" haber aldýk. Ýnþâallah kýrk senedir takib ettiðimiz mühim bir maksadýmýz, vatan ve milletin menfaatý için yapmaða mecbur olacaklar.

 

Sâniyen: Gönderdiðiniz, üç sene bizim gibi hapiste bulunan Zülfikar ve Asâ-yý Musa'dan ehemmiyetli yerlere birkaç tane gönderdim. Ezcümle: Cezire'de câmi imamý Vastan'lý Abdurrahîm benim eski talebelerimden olup buraya kadar geldi. Ben on aded mühim kitablardan verdim. Fakat hatýrýma geldi ki, Zülfikar'ýn Mu'cizat-ý Kur'aniye Dördüncü Zeyli'nin iki yerde -biri sekizinci satýrda, biri onikinci satýrda- "Lâ"nýn yerine "Lâm"ýn yazýlmýþ. Halbuki "Lâm" Kur'anda otuzbindir, "Lâ" ondokuz bindir. Bu sehiv baþka nüshalarda kýsmen tashih edilmiþ. Fakat mahkemenizde kalan Zülfikarlarda tashih edilmemiþ. Ben de burada unuttum. Siz Cezire'nin müftüsü vasýtasýyla, o imam Abdurrahîm'e müstensihin bu sehvini tashih edilmesini yazarsýnýz. Tâ ki Medreset-üz Zehra'nýn erkâný bu vasýta ile Cezire ile dahi münasebetdar olsun diye size havale ediyorum.

 

Hem bu defa Hüsrev'in mektubunda Zübeyr'in Nazif'e göndereceði pusulayý oraya sehven gönderdiðini anladým. Hüsrev'in de küçük bir sehvi var. Çünki Yirmidördüncü Mektub deðil, Yirmidördüncü Söz'ün Onuncu Aslýna dair Nazif'e bir kýsacýk mektubum vardý. Sureti burada kalmamýþtý. Onuncu Asl'ýn suretini Nazif'e gönderip o pusulanýn suretini bize göndermesi için demiþtim. Halbuki Onuncu Asl'ý sehven size göndermiþ. Fakat gayet parlak, uzun istidasý; bu küçücük sehvini hiçe indirdi, afvettirdi. Bu mes'elenin sýrrý budur: Nazif büyük bir hayýr yapmak için Nurcularýn ehemmiyetli bir virdi olan Cevþen-ül Kebir'i makine ile teksir etmiþ. Bunun sevabýna dair, haþiyesindeki pek hârika ve müteþabih hadîslerden faziletine dair olan parçayý beraber teksir etmek için bana yazmýþtý. Ben de dedim: Otuzbeþ seneden beri hergün Cevþen'i okuduðum halde o haþiyeyi üç-dört defadan ziyade okumadým. Onun için onun ayný münasib olmaz. Tâ

 

sh: » (Em: 415)

 

muarýz ve zýndýklar itiraz parmaklarýný uzatmasýnlar. Ýnþâallah yakýnda o mübarek Cevþen-ül Kebir, Nurcularý þavkýyla tenvir edecek.

 

Sâlisen: Ankara ve Ýstanbul Üniversite Nurcularý Ýstanbul'da ikibin aded Rehber'i tab'ediyorlar. Zannýmca büyük Rehber'dir. Daha iyi. Ýnþâallah gençlere büyük bir rehber olur. Kýlýnç Hacý Ali'ye Medreset-üz Zehra ile münasebetdar olmak için siz yazýnýz ki: Asâ-yý Musa'yý edib âlimler güzelce tercüme etsinler. Tâ o tercüme münasebetiyle âlem-i Ýslâm'ýn o üstadlarý Nurlarla alâkadar olsunlar.

 

Râbian: Hacca giden kardeþimiz Marangoz Ahmed selâmetle gelmiþ mi, merak ediyorum. Hem Zülfikar ve Asâ-yý Musa'nýn âhirinde Hüsrev'e ve yardýmcýlarýna olan ayný duayý Mustafa Gül ve refiklerini ilâve ile Sözler mecmuasýnýn âhirinde yazýnýz. Bâki umumunuza selâm.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

"Bu muallim Osman, Ceylân'ýn hapis arkadaþýdýr. Ondan tam ders almýþ. Ýkinci bir Ceylân olmak kabiliyeti var. Medar-ý hayrettir; duamda Nurcular dairesinde hergün isimleriyle yâd ettiðim iki sofî meþreb, kendilerini satmak fikriyle bana ve Nur'a iliþtiklerine dair mektub geldi. Ben gücenmedim; onlarý daha ziyade duama aldým. Aynen eskiden Ýstanbul'da eski partinin desiseleriyle bize iliþen malûm ihtiyar þeyh gibi onlarý hem kendime mübarek kardeþ, hem dost bildim; hakkýmý helâl ettim. Fakat iki Ýhlas Lem'alarýný okumalarýný arzu ediyorum. Kardeþlerim, siz dahi böylelerden gücenmeyiniz, münakaþa etmeyiniz."

 

Said Nursî

 

* * *

 

sh: » (Em: 416)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

[Mahkeme-i Kübra'ya Þekva ve Müdafaatýn bir haþiyesidir.]

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Bu mealde adaletperver Demokratlara istida yazabilirsiniz. Hastayým; siz nasýl münasib ise öyle yapýnýz. Avukatýmýzdan, bir gün evvel aldýðýmýz mektubda, "Kitablarýmýzýn suç mevzuu olan ve olmayanlarýný tefrik etmeye çalýþýyorlar." diye haber verdi. Þimdiye kadar yaptýklarý gibi yine hiçbir kanuna uymayan bir tarzda, binler kelime içinde bir risalede bir tek kelimeyi bahane edip suç mevzuu yapmak, o risaleyi vermemek suretiyle Nurlarýn intiþarýna garazkârane mani' olmak fikriyle.. hem kararnamelerini Mahkeme-i Temyizce bütün bütün bozan o kararnamede suç mevzuu gösterdikleri, bizim aleyhimizde olmadýðý halde müddeiumumînin iddianamesine karþý hata-savab cedvelinde seksenbir hatasýný ve garazkârlýðýný kat'î isbat ettiðimiz halde, þimdi ayný garazkârlýkla dörtyüz sahife Zülfikar Risalesi'ni; birkaç satýr tesettür ve irsiyet hakkýndaki yüzbin tefsirin ayný manayý söylediklerine binaen otuz-kýrk sene evvel yazýlan cümlelerini suç mevzuu yapýp o mecmua-yý azîmeyi müsadere edip bize vermemek, dünyada hangi kanun buna müsaade eder?

 

Hem Afyon Mahkemesi'ndeki eserler -tekrarat-ý Kur'aniye ve melekler hakkýndaki iki parçacýk müstesna olarak- bütün eserler iki sene ellerinde kalarak hem Denizli, hem Ankara Aðýr Ceza Mahkemesi beraetine karar vererek, içinde suç mevzuu bulamadýklarý ve bize iade etmeðe karar verdikleri ve ayný eserler Isparta Hükûmeti'nin bir vakit müsadere ile tamamen eline geçtiði halde, tamamýyla sahiblerine iade ettikleri ve sonra da Zülfikar'la Asâ-yý Musa'yý ruhsatsýz eski yazý ile neþir bahanesiyle dört seneden beri müsadere edip aynen hiçbiri zayi' olmadan 170 aded mecmuada bir suç mevzuu bulamadýklarý için bizlere tamamen iade ettikleri ve bizim en mühim suçumuz olarak gösterdikleri eski partinin bir kýsým þeflerine hakikat namýna itirazýmýzýn yüz misli ziyade þimdiki dinî mecmualar, resmî ceride

 

sh: » (Em: 417)

 

ler ayný itirazý þiddetle vurduklarý halde, Risale-i Nur'un bir mahrem parçasý þimdiki zaman tamamýyla tayin ettiði bir hadîsin hakikatýný tefsir bahsinde, þeflerin baþý Lozan Muahedesinde hiçbir zaman hiçbir Müslüman hakikî Türk'ü, hiçbir Nasraniyete ve Yahudiliðe ve baþka dine girmeyen ve Ýslâm kahramanlarý olan Türkler'i Protestan yapmaða malûm hahambaþý ile ittifak ederek rey veren o adam, bütün ülema-yý Ýslâm'ýn "Cevazý yok" diye ittifaken hükmettikleri halde, on cihetle kanunlarla onu bütün bu vatandaki masum Müslümanlara cebren giydirdiði ve tarih-i beþerde bu çeþit manasýz acib bir cebr-i umumî yapmak ve hiçbir kanuna uymayan keyfî kanun namýna kanun ile onu bu millet-i Ýslâmiyeye cebren giydirmek; elbette o adama, o Lozan Muahedesinde verdiði dehþetli fikrini isbat etmiþ ki, Din-i Ýslâm'a gayet muzýr olarak hadîsin haber verdiði adam bu zamanda o þeftir.

 

Ýþte hakikat böyle iken, Afyon Mahkemesi adalet namýna deðil belki o ölmüþ adamýn muhabbeti taassubu namýna, eski harfle de neþredilen kararnamenin âhirinde bizi mahkûm etmek için en mühim sebeb, savcýnýn garazkârlýðý sebebiyle, mahkeme heyeti demiþler ki: "Said ve arkadaþlarý, Mustafa Kemal'e din yýkýcý, süfyan demiþler ve kalblerdeki sevgisini bozmaya çalýþmýþlar, onun için mahkûm ediyoruz." Acaba, ölmüþ gitmiþ bir adamýn þahsýna karþý bin defa böyle itiraz da olsa, þahsî bir dava oluyor. Mahkeme-i adalet buna dair böyle bir hüküm vermek, elbette pek acib bir mana, iþ içinde vardýr. Þimdi böyle adamlarýn elinde Nur eserleri dört defa beraet kazandýklarý ve þimdi Adliye Bakaný üç defa Nur eserlerinin beraetine ve eserde suç mevzuu olmadýðýna, bizi mahkûm eden Afyon kararýný bozmasýyla hüküm verdiði halde þimdi bütün millet; adalet ve þefkat ve diyanete hizmet bekledikleri Demokrat Hükûmeti zamanýnda, eski müstebidlerin dehþetli plânlarýyla Risale-i Nur'a karþý garazkârlarýn keyfine býrakmamak; býrakýlsa, Demokrat Hükûmeti aleyhinde büyük bir hýyanettir ve milletin teselli ümidini kýrmaktýr. Benim Ankara'da bir vekilim Mustafa Sungur 17.11.950 tarihli çektiði telgrafta "Umum risalenin bize iadesine karar verilmiþ" diye müjde verdi ve âdil Adliye Vekili üç defa beraet verdiði ve þimdi de Sungur'un mektubuna göre, hem iadesine emir verildiðini ve þimdi telefonla yine haber vereceðim söyledikleri halde, bu onaltý seneden beri aleyhimizde olan iftiralar ve jurnaller; hem Eskiþehir, hem Denizli Mahkemesi'nden bütün dosyalarý Afyon Mahkemesi manasýz toplamak ve af kanununun çýkmasýyla ve mahkemelerin beraet vermesiyle o mübarek eserleri o dosyalar içerisine karýþtýrarak çürütmek için mahzene

 

sh: » (Em: 418)

 

atmak ve üç seneden beri bizi aldatan bazý eþhasa Nurlarýn iþlerini býrakmamak lâzým geliyor. Baþbakan ve Adliye Bakanýna, bu gayet mühim mes'eleyi nazar-ý dikkatlerine arzediyoruz.

 

Said Nursî

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Benim Abdurrahmaným ve küçücük bir Hüsrev namýný alan Ceylân, vazifesini iki-üç yerde tam yaptý, geldi. Þimdi daha büyük bir vazife için Ankara'ya Sungur gibi bir vekilim olarak gönderiyorum.

 

Sâniyen: Bazý zâtlarýn mektublarýný bera-yý malûmat size gönderdim.

 

Sâlisen: Benim Sözler mecmuasýndan ve Ýnebolu'dan gelen yeni harf Tarihçe-i Hayat ve eski harf Cevþen'den bana gönderilecek nüshalarýn mukabili size ne kadar borcum olabilir, bildiriniz.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

_____________________________

 

(Haþiye): Acib bir hâdise, adalet ve dinden hariç zalimane nümunelerden birisi de; üç seneden beri müsadere ettikleri Kur'anýmýzý çok defa istediðimiz halde vermedikleri ve ikibin sekizyüz Lafza-i Celal altunla yazýlý, gözle görünen mu'cize-i Kur'aniyeyi gösteren o mübarek Kur'anýmýzý bize vermediler. Þimdi avukat diyor ki: "Bir istida Diyanet Reisine yazýnýz ki, iade edilsin." Bunun gibi yüzler nümuneler var ki, sýrf bir garazla ve ecnebi parmaðýyla aleyhimize iþler dönüyor. Bizi ve âlem-i Ýslâmý pek sevindiren Demokratlar dikkat etsinler. Nurlarý ve Nurcularý bu iþkencelerden kurtarsýnlar.

 

Nur talebeleri namýna

 

Said Nursî

 

sh: » (Em: 419)

 

Aziz, sýddýk kardeþim Osman Nuri!

 

Madem Cenab-ý Hak, senin kudsî niyet ve ihlasýnla Ankara'da en mühim genç Said'leri senin etrafýna toplamýþ. Madem Ankara'da benim bulunmamý lüzumlu görüyorsunuz. Ben de þimdi nafakamla tedarik ettiðim nüshalarýmý, o küçük Medrese-i Nuriyeme benim bedelime gönderiyorum. Onlarýn adedince Said'ler, seninle komþu olurlar. Hem fedakâr evlâdýn çok fevkinde sadakatla þimdiye kadar hizmetleriyle herbiri birer genç Said olarak beþ-on Abdurrahmanlarým hükmünde Sungur, Ceylân, Tillo'lu Said, Sâlih, Abdullah, Ahmed, Ziya gibi genç ve çalýþkan Said'leri senin yanýna hem benim vekilim, hem senin talebelerin olarak benim bedelime o küçücük Medrese-i Nuriyeye nezaret ve bir nevi dershane olarak re'yinize býrakýyorum.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

Aziz, sýddýk ve mübarek kardeþlerim!

 

Evvelâ: Hüsrev'in imzasýyla Reisicumhur'a verilen telgraf, -bir ihtimali var ki; Ankara'da küçük Hüsrev'ler, Hüsrev'in kalemiyle yazýlan Kur'aný fotoðrafla tab'etmek ihtimali hatýrýmýza geldi- siz Isparta postahanesinden anlayýnýz ki, ne mahiyette bir telgraftýr? Bana da malûmat veriniz. Merak ettim.

 

Sâniyen: Konya'daki Rýfat Filiz kardeþimizin mektubunda, bazý sofîlerin bize hafif tenkidlerinin hiç ehemmiyeti yoktur. Sakýn müteessir olmasýnlar. Hiçbir vecihle mukabele etmesinler. Þimdi ehl-i imanýn, hususan ehl-i tarîkatýn ve bilhassa þahsýma ait tenkidlerini bir nevi nasihat ve bir nevi iltifat telakki ederim. Onlara hakkýmý helâl ediyorum. Þimdi ehl-i ilhadýn bize dehþetli zararlarýna karþý; kardeþlerimiz olan ehl-i imanýn gayet hafif, þahsýma karþý tenkidlerini bir nevi ikaz ve bizi ihtiyata sevk için bir dostluk telakki ediyorum.

 

Sâlisen: Bu yakýnda Afyon'da haftalýk gazeteler; gizli münafýklarýn tahriki ile beni de, alâkamýz olmadýðý bir þeye münasebetdar göstermiþ. Buradaki Nurcular da onu tekzib ettiler.

 

sh: » (Em: 420)

 

Merak edilecek birþey deðildir. Medreset-üz Zehra erkânlarýnýn hârika ve müessir ve âlem-i Ýslâm'a menfaatli hizmet-i Nuriyelerini bütün ruh u canýmýzla tebrik ediyoruz. Umum kardeþlerimize ve hemþirelerimize binler selâm eder, dua eder ve dualarýnýzý istiyorum.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Evvelâ: Mübarekler köyünden Ali ile Hacý Süleyman ve Dinar tarafýndan Abdurrahman ve Himmet ve daha evvel gelen ehemmiyetli bir Nurcu hemþehrisi yanýma geldiler. Cenab-ý Hakk'a çok þükürler ediyorum ki, Mübarekler Köyü Kuleönü'nde eskisi gibi Nurlara þiddetli alâkalarýný muhafaza ediyorlar. Ve onlarýn sadakat ve ihlaslarýnýn bir kerametidir ki: Kendime mahsus on mecmua kitablarýmý lüzumuna binaen Ankara'ya gönderdiðim ve çok ehemmiyetli ve uzak yerlerden benden kitablarý istedikleri ayný zamanda Kuleönü mübarekleri kendilerine mahsus Nur mecmualarýný, gönderdiðim mikdarýn ayný olarak Medreset-üz Zehra'nýn bir hediyesi olarak bana getirdiler. Hususan Birinci Abdurrahman olan Büyük Mustafa'nýn kendi el yazýsý olan bütün Mektubat ve Lâhika'yý içinde buldum. Cenab-ý Hak o kitablarýn harfleri adedince her birisine mukabil bin rahmet ihsan etsin. Âmîn.

 

Sâniyen: Onbir ay Hüsrev'in istirahatýna fevkalâde hâlisane hapiste hizmet eden ve müdafaatýnda gayet güzel mukabele eden Nur'un küçük kahramanlarýndan Mustafa, dünkü gün benim yanýma geldi, dedi: "Ben, aðabeyim Hüsrev'in yanýna ziyaretine gideceðim." Dedim: Gerçi hem senin, hem onun hakkýnýzdýr bu ziyaret. Fakat bugün dört talebe geldiler, Isparta'ya gittiler, o cihette ihtiyaç kalmadý. Sen de Risale-i Nur hesabýna mühim bir köyde imam olduðun için, o hizmet de benim þahsî hizmetimden daha ziyade Nurlara faidesi olduðu gibi, Hüsrev'in ziyaretinden þimdilik daha kýymetdar olabilir. Eðer o köyde hizmet-i Nuriye olmasaydý, Mustafa gibi hâlis ve fedakâr hizmetkâra ihtiyacým vardý. Öyle ise, þimdilik ziyareti te'hir et.

 

 

 

sh: » (Em: 421)

 

Sâlisen: Konya'lý Hacý Sabri kardeþimiz yanýma geldi. Ben, Sadýk, Hayri, Mustafa hazýr iken çok ehemmiyetli sohbetimiz, Hacý Sabri'ye mühim bir ders oldu. Bilhassa Medreset-üz Zehra erkânlarýnýn, hususan Hüsrev'in bu vatan ve millet ve âlem-i Ýslâm'a hizmet-i imaniyeleri ve tahribçi dinsizlerin desiselerine sed çekmeleri o kadar büyük bir hasenedir ki, farz-ý muhal binler seyyie olsa afvettirir. Öyle ise, baþta Hüsrev olarak o erkânlarýn hiçbir hareketini tenkid etmemek ve kemal-i ihlas ve samimiyet ile onlara tesanüd ve tam kardeþ olmak lâzýmdýr diye bu mealde bir ders oldu. Ýnþâallah Hacý Sabri de Hoca Sabri ve Rüþdü ve emsalleri gibi ruh u can ile alâkadar ve Hüsrev'e tam kardeþ olacak; meþreb ihtilafý daha tesir etmeyecek.

 

Hasta kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim, Medreset-üz Zehra erkânlarý, Nur naþirleri!

 

Evvelâ: Bir mes'eleyi biz münasib gördük; size, asýl Nur hakkýnda söz sahibi Medreset-üz Zehra erkânlarýnýn tensibine havale etmek için kalbe geldi. Þöyle ki:

 

Bugünlerde bana hizmet eden üç arkadaþýmýzýn muvakkaten birkaç gün benden ders almak iþtiyaklarýna binaen ve eski zamanda talebelerime verdiðim kýymetdar bir hatýrayý hayatlandýrmak iþtiyakýna binaen, matbu' Lemaat'ý hergün bir sahifesini ders veriyordum. Hem ben, hem onlar çok hayretle ve takdirle karþýlýyorduk. Fikrimize geldi ki: Bu matbu' risalenin, sair matbu' risaleler gibi nüshalarýnýn kalmadýðýnýn sebebi, bunun çok kýymetdar olduðunu bilen düþman kýsmý intiþarýna mani' olduklarýna ve dost kýsmý, kýymeti için elinden çýkarmadýðýna kanaatýmýz geldi. Hem gördük ki: Bu Lemaat, Risale-i Nur'un mühim bir kýsmýnýn çekirdekleri, tohumlarý hükmünde gayet güzel vecizelere ve hiçbir edibin ve mütefekkirin muvaffak olamadýðý bir tarzla sehl-i mümteni' gibi taklid edilmez, büyük bir hakikat-ý içtimaiyeyi küçük bir vecizede ve manzum bir kitabý mensur gibi, ayný nesirli bir kitab gibi, hiç nazmý hatýra getirmeden kolayca okunacak bir tarzda bulunmasý, otuzyedi sene evvel Ramazan-ý Þerifin yirmi gününde her gün bir-iki saat iþtigaliyle bir tarzda koca bir kitab

 

sh: » (Em: 422)

 

kadar uzun bir nevi mesnevî yazýlmasý ve içinde yirmi yerde, bir ihtar-ý gaybiye nev'inde haber verdiklerinin otuz-kýrk sene sonra aynen meali çýkmýþ gibi o noktalara elimize geçen bir nüshada iþaret koyduk. Gösteriyor ki: Bu Lemaat, Risale-i Nur'un bir müjdecisi ve fihristesi ve bir fidanlýk nümunesidir kanaatýmýz geldi.

 

Sâniyen: Bu Lemaat'ýn iþaret ettiðimiz kýsýmlarý Otuzüçüncü Söz namýnda Sözler'in âhirinde yazýlmasý, Nur kahramaný Hüsrev'in ve Medreset-üz Zehra erkânlarýnýn re'yine havale ediyoruz. Umum kardeþ ve hemþirelerime selâm ve dua ve dualarýný istiyoruz.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Said Nursî

 

* * *

 

Aziz, sýddýk, sadýk, muhlis ve hâlis kardeþlerim ve hemþirelerim!

 

Bütün ruh u canýmýzla bayramlarýnýzý, hem bu sene serbestçe hâlisane hacca gidenlerin bayramlarýný, hem bu vatandaki istibdadýn kýrýlmasýyla hürriyet-i þer'iyeye bu milletin mazhariyete baþlamasýný ve bu milletin bu manevî bayramýný ve âlem-i Ýslâm'ýn ittifakkârane intibahlarýnýn manevî bayramlarýný ve Risale-i Nur'un hakikat-ý Kur'aniyeye dair verdikleri haberlerini zamanýn tasdik etmelerini ve en geniþ bir daire o manevî envar-ý Kur'aniyeye, beþer ihtiyacýný hissetmesini tebrik ediyoruz.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

* * *

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Evvelâ: Seyyid Sâlih'in Haleb ve havalisindeki çok ehemmiyetli Ýhvan-ý Müslimîn Cem'iyeti için sizden istediði Nur mecmualarýndan, kendime mahsus mecmualardan on tanesini ona gönderdim ki onlara versin.

 

Sâniyen: Denizli, hem Denizli'deki Nur kardeþlerimizle ziyade alâkadarým. Merhum Hasan Feyzi'nin arkadaþlarý ne vaziyette ol

 

____________________________

 

(Haþiye): Eðer kabul etseniz, yanýmdaki Lemaat sonra gönderilecek.

 

sh: » (Em: 423)

 

duklarýný ve Yakub Cemal eski kardeþimiz ne halde ve nerede olduðunu merak ederken, ayný vakitte Yakub Cemal'in Denizli Nurcularý namýna güzel bayram tebriki beni çok sevindirdi. Mütehassirane ve müþtakane hayalen beni Denizli'de gezdirdi, "Mâþâallah, Bârekâllah!" dedim.

 

Sâlisen: Nurcularý yirmi seneden beri tazib eden ve hapislere sokan bedbahtlardan bazýlarý, hergünde bir ay bize verdikleri sýkýntýlar kadar manevî azab çekiyorlar. Biz o zalimleri Cehennem'e havale edip sabrederdik. Fakat hizmet-i imaniye kudsiyeti, o bedbahtlara dünyada da bir nevi cehennemi adalet-i Ýlahiyeden istemiþ ki, bazýlarý bir senede istibdad-ý mutlakadan aldýðý lezzeti hiçe indiriyor gördük; zaman gösterdi. Demek adalet ve inayet-i Ýlahiyenin himayeti bize kâfidir.

 

Râbian: Ali Osman'ýn vefatýyla hem akrabasýný, hem Medreset-üz Zehra ve Nur dairesini ta'ziye ediyorum. Ve onu da tebrik ediyorum ki, vazifesini tam yapmýþ ve þimdi de Nur kahramanlarý Hâfýz Ali ve Hâfýz Mustafa yanýnda duama dâhildir. Umum kardeþlerime binler selâm.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Said Nursî

 

* * *

 

[Mahremdir. Þimdilik Medreset-üz Zehra erkânlarýna mahsustur.]

 

(Ýhtiyar kadýnlara ehemmiyetli bir müjde ve bekâr ve mücerred kalmak isteyen genç kýzlara bir ihtar)

 

Hadîs-i þerifte عَلَيْكُمْ بِدِينِ الْعَجَائِزِ gösteriyor ki; âhirzamanda kuvvetli iman, ihtiyar kadýnlarda bulunur ki "Dindar ihtiyar kadýnlarýn dinine tâbi' olunuz." diye hadîs-i þerif ferman etmiþ. Hem Risale-i Nur'un dört esasýndan bir esasý þefkattir ve kadýnlar þefkat kahramaný bulunmasýndan, hattâ en korkaðý da kahramancasýna ruhunu yavrusuna feda eder. Ve bu zamanda o kýymetdar valideler ve hemþireler, büyük bir hâdise ile karþýlaþýyorlar. Mahremce ve ifþasý münasib olmayan bir hakikat-ý fýtriyesini Nur

 

sh: » (Em: 424)

 

þakirdlerinden mücerred kalmak isteyen veya mecbur kalan kýzlar kýsmýna beyan etmek lâzým gelir diye ruhuma ihtar edildi. Ben de derim ki:

 

Kýzlarým, hemþirelerim! Bu zaman, eski zamana benzemiyor. Terbiye-i Ýslâmiye yerine terbiye-i medeniye yarým asra yakýn hayat-ý içtimaiyemize yerleþtiði için, bir erkek bir kadýný ebedî bir refika-i hayat ve saadet-i hayat-ý dünyeviyeye medar ve sair günahlardan kendini muhafaza etmek için almak lâzým gelirken; o bîçare zaîfeyi daim tahakküm altýnda, yalnýz dünyevî muvakkat gençliðinde sever. Ona verdiði rahatýn bazý on misli onu zahmetlere sokar. Eðer þer'an küfüvv tabir edilen birbirine denk olmazsa, hukuk-u þer'iye nazara alýnmadýðýndan hayatý daima azab içinde geçer. Kýskançlýk da müdahale ederse daha berbad olur. Ýþte bu izdivaca sevk eden üç sebeb var:

 

Birisi: Tenasülün devamý için, hikmet-i Ýlahiyece o fýtrî hizmete bir ücret olarak bir fýtrî meyil ve þevk vermiþ. Halbuki o zevk on dakikada bir lezzet verse de, eðer meþru ise, erkek bir saat meþakkat çekebilir. Fakat kadýn, on dakikalýk o zevk için on ay çocuðu kendi vücudunda zahmetini çekmekle on sene çocuðun hayatýna yardýmla meþakkat çeker. Demek o on dakikalýk fýtrî meyl, bu uzun meþakkatlara sevk ettiði için ehemmiyeti kalmaz. His ve nefis, onunla onu izdivaca tahrik etmemeli.

 

Ýkincisi: Fýtraten kadýn, za'fý için maiþet noktasýnda bir yardýmcýya muhtaçtýr. O ihtiyaç için þimdiki terbiye-i Ýslâmiyeden ders almayan, serseriliðe, tahakküme alýþanlardan o küçük bir iaþesi hatýrý için tahakkümler altýna girip riyakârane kocasýnýn rýzasýný tahsil etmek yolunda hayat-ý dünyeviye ve uhreviyesinin medarý olan ubudiyetini ve ahlâkýný bozmak bedeline, köy kadýnlarý gibi kendi nafakasýný kendi çalýþmasýyla kazanmak, on defa daha kolaydýr. Rezzak-ý Hakikî çocuklarýn rýzkýný süt ile verdiði gibi, onlarýn da rýzkýný o Hâlýk-ý Rahîm veriyor. O rýzýk hatýrý için namazsýz ve ahlâkýný kaybetmiþ bir zevci aramak, riyakârane çalýþýp tahakkümü altýna girmek; elbette Nur talebesinin kârý deðil.

 

Üçüncüsü: Kadýnlýðýn fýtratýnda çocuk okþamak ve sevmek meyelaný var. Ve bir evlâdýnýn dünyada ona hizmeti ve âhirette de þefaati ve validesi öldükten sonra ona hasenatý ile yardýmý, o meyl-i fýtrîyi kuvvetlendirip evlendirmeye sevketmiþ. Halbuki þimdi terbiye-i Ýslâmiye yerine terbiye-i medeniye ile on taneden bir-iki hakikî evlâd, kendi validesinin þefkatine mukabil fedakârane hizmet ve dindarane dualarýyla ve hasenatlarýyla

 

sh: » (Em: 425)

 

validesinin defter-i a'maline haseneler yazdýrmak ve âhirette sâlih ise validesine þefaat etmek ihtimaline mukabil, ondan sekizi o haleti göstermediðinden; bu fýtrî meyl ve nefsanî þevk ile o bîçare zaîfeler böyle aðýr bir hayata kat'î mecbur olmadan girmemek gerektir. Ýþte bu iþaret ettiðimiz hakikata binaen, bekâr kalmak isteyen Nur þakirdlerinden olan kýzlara derim ki:

 

Tam muvafýk ve dindar ve ahlâklý bir zevc bulmadan kendilerini açýk-saçýklýkla satmasýnlar. Eðer bulunmadý; Nur'un bir kýsým fedakâr þakirdleri gibi mücerred kalýp tâ ona lâyýk ve ebedî bir arkadaþ olacak ve terbiye-i Ýslâmiyeyi almýþ vicdanlý bir müþteri ona çýksýn. Ve saadet-i ebediyesi, muvakkat bir keyf-i dünyevî için bozulmasýn ve medeniyetin seyyiatý içinde boðulmasýn.

 

Said Nursî

 

(Haþiye): Hemþireler ve genç kýzlar Tesettür Risalesi'ni okumalýdýrlar.

 

* * *

 

sh: » (Em: 426)

 

Hapsin latif bir hatýrasý

 

Hapislerde, hususan Afyon hapsinde; eski zalim müstebidlerin aldatmak suretinde arasýra af bahsini etmesinden bîçare mahpuslar benden soruyordular: "Acaba af olacak mý?" Ben de derdim: "Bu zalimler aldatýyorlar. Fakat Nur þakirdleri madem mahpuslara teselli vermek ve yüzde doksanýný namaz kýldýrmak hikmetiyle üç defa hapse girdiler. Rahmet-i Ýlahiyeden kuvvetli ümid ederim ki, hapislerin tam bir af ile çýkmasýna bir alâmet olduðuna kuvvetli ümid ve müjde ediyorum." Çok defa çok adamlara bu teselliyi veriyordum. Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükrolsun ki; kahraman Demokratlar o ümid ve ihbarlarýmý tasdik ettirip keyfî, tarafgirane bazý kanunlarýn bahanesiyle ve garazkâr bazý memurlarýn tarafgirlik hesabýna bahanelerle ezilen çok masum mahpuslarý azabdan kurtarmaða vesile oldular. Ve milletin cür'etkâr kýsmýný kendine ve asayiþe taraftar ettiler. O vesile ile pek çok mahpuslar Nurlara ve Nurculara cidden alâkadarlýk sebebiyle tamamýyla ýslah-ý hal edip vatan ve millete deðil muzýr, belki birer hizb ve uzv-u nâfi' hükmüne geçtiler.

 

Said Nursî

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Çok sevgili Üstadýmýz Efendimiz!

 

"Risale-i Nur imha edilmez" diye yazýlan ayn-ý hakikat parçayý Baþbakan, Adliye Bakaný'na ev adresleriyle; yine diðer bakanlarýn da resmî adreslerine gönderdik. Görüþtüðümüz meb'uslara veriyoruz. Hepsi de bu hususta çalýþacaklarýný söylüyorlar. Isparta Meb'usu Senirkent'li Tahsin Tola, ziyade alâkadar oluyor ve diyor ki: "Hükûmet þimdi komünistlikle mücadeleye baþladý. Bu mücadele yalnýz zabýta ile olamaz. Nurcular yirmi seneden beri mücadele ediyorlar ve hükûmete büyük yardýmda bulunuyorlar. Ve bugün memleketteki muhtelif cereyanlarýn en hayýrlýsý ve en tesirlisi Nurculardýr." diyorlar. Vaiz ve meb'us Ömer Bilen, diðer meb'us Hasan Fehmi Ustaoðlu ve Fehmi Çobanoðlu isimli ihtiyar zâtlar, size pekçok hürmet ve selâm ediyorlar. Her ikisi dahi Risale-i Nur'un þahs-ý manevîsi namýna sevgili Üstadýmýzý, bu asrýn bir mürþid-i hakikîsi söyleyerek, "Onlarýn himmetidir ki, bu umul

 

sh: » (Em: 427)

 

madýk zafer kazanýldý." diyorlar. Siz sevgili Üstadýmýzdan çok cihetle yardým gördüðünü söyleyen bu muhterem milletvekilleri, sizin dua ve Risale-i Nur'un hizmetine güvenerek ileriye pek büyük ümidle baktýklarýný ve "Ýslâmiyet'in bütün þaþaasýyla âlem-i insaniyet çapýnda parlayacaðýný Cenab-ý Hakk'ýn rahmetinden bekliyoruz" diyorlar. Dünkü Çarþamba günü üç meb'us, bir aralýk Üstadýmýzý ziyaret edeceklerini konuþmuþlar.

 

Abdullah, Sungur

 

* * *

 

Mahkeme-i Kübra'ya Þekva ve Müdafaat'ýn bir haþiyesi olan parçanýn hülâsasýdýr.

 

 

Bu tarzda müsadere ne derece kanuna muhalif ve Demokrat hükûmetini tanýmamak ve Adliye Bakaný'nýn verdiði emri ne derece dinlemediklerini ve ehemmiyet vermediklerini gösteriyor. Ve adliye adaleti haricinde dehþetli bir garaz hükmediyor. Kitablarýmýzýn ellerindeki tamamýný, binler kelimeden bir-iki kelimeyi suç mevzuu bahanesiyle vermek istemediklerini ve bu suretle Nurlarýn neþrine mani' olmak istediklerini ve suç diye gösterdikleri noktalarda bizim tarafýmýzdan müdafaatýmýzda onlarýn seksenbir hatalarýný Hata-Savab Cedvelinde isbat edilmekle açýk garazkârlýklarýnýn gösterildiðini; hem elyevm yasak olmayan yüzbinler tefsirlerde yazýlý bulunan tesettür ve irsiyet hakkýndaki iki âyetin birkaç satýrlýk tefsiri yüzünden dünyada hiçbir kanunun müsaade etmediði acib bir zulüm ile dörtyüz sahifelik Zülfikar mecmuasýný müsadere edip bize vermemek suretiyle bir zulüm irtikâb ettiklerini; hem Afyon'da iki sene ellerinde kalan bütün Risale-i Nur'un parçalarý, daha evvelden hem Denizli, hem Ankara, hem Isparta mahkemelerinde beraet ettirilip sahiblerine iade edildiðini ve bilâhare Zülfikar ve Asâ-yý Musa'yý ruhsatsýz neþir bahanesiyle Isparta hükûmeti müsadere edip dört sene zabtettikten sonra hiçbiri noksan olmadan yüzyetmiþ mecmuayý bize iade ettiklerini ve bizim en mühim suçumuz, Risale-i Nur'un mahrem bir parçasýnda elli sene evvel bir hadîsin tefsirinde, cebrî kanunlarla þapkayý giydiren ve Din-i Ýslâm'ý bu mübarek Türk Milletinden kaldýrmak için Lozan Muahedesinde söz veren ve pek þiddetli ve dehþetli hücumlarýna raðmen hiçbir hakikî

 

sh: » (Em: 428)

 

Müslüman-Türk'ü protestan yapamayan ve Millet-i Ýslâm için pek çok zararlý olduðunu ef'aliyle isbat eden ve hadîs-i þerifin haber verdiði o müdhiþ þahýs kendisi olduðunu hayat ve mematýyla gösteren Mustafa Kemal'e bir mahrem eserde "Din yýkýcý, Süfyan" dediðimizi ve "kalblerdeki sevgisini bozmaða çalýþtýðýmýzý" isnad edip kararnamede mahkûmiyetimize sebeb olduðunu ve Mahkeme-i Temyiz'in Afyon Mahkemesi'nin bu haksýz kararýný bozmasýyla yeniden görülmeðe baþlanan dava af kanunu çýkmasýyla, dosyalarýyla ve bütün Nur eserleriyle çürütülmek için mahzene atýldýðýný ve bilâhare Adliye Bakanlýðýnca, Sungur'un keþide ettiði telgrafý üzerine, bütün eserlerin verilmesine emir verildiði halde hiçbiri iade edilmeyerek yeniden suç mevzuu olanlarýný tefrik etmek; belki tamamýný suç mevzuu yapmak istemeleriyle Risale-i Nur'un tam serbestîsine mani' olmak istediklerini bildiren ve üç seneden beri bizi aldatan böyle eþhasa, Nur'un iþlerini býrakmamak için Baþbakan ve Adliye Bakaný'nýn nazar-ý dikkatlerine arzedilmek üzere bu mealdeki adaletperver Demokratlara istida yazýlmasý, vatan ve millet menfaatine lüzumu var.

 

Lafza-i Celal üzerinde i'cazý gözle görülen Kur'anýmýzý almak için istida ile Diyanet Riyasetine müracaat edilmesi gibi, sýrf garazla ve ecnebi parmaðýyla aleyhimize dönen iþlerden ve iþkencelerden bizi ve âlem-i Ýslâm'ý pekçok sevindiren Demokratlarýn dikkat edip Nurcularý kurtarmalarýný, hürriyetperver hükûmetten rica ederiz.

 

* * *

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Evvelâ: Bütün ruh u canýmla geçmiþ Mevlid-i Nebeviyenizi tebrik ediyoruz.

 

Sâniyen: Sizin Nur'un neþrindeki muvaffakýyetinizi âlem-i Ýslâm tebrik edip alkýþlayacak. Þimdi de emareleri görünüyor ki, ezcümle bir nümunesi: Pakistan Maarif Vekili Nurlar için benim yanýma geldi, Risale-i Nur'un bir kýsmýný aldý. "Doksan milyon Müslümanlar içinde neþrine çalýþacaðým" dedi. Aldý, gitti. Hem bu kadar aleyhimizde münafýklar çalýþtýklarý halde, hem Avrupa'da, hem Asya'da uzak yerlere Risale-i Nur'u götürmüþler. Hem Berlin'de Almanlar Zülfikar'ý aldýklarý vakit, bir gazetelerinde alkýþlayarak ilân etmiþler. Hem dâhilde ehl-i iman, en ziyade muarýzlar olan eski baþbakan ve dâhiliye vekili yasak ettikleri Asâ-yý Musa ve Zülfikar'ý yasaklarýna ehemmiyet vermeyerek kemal-i

 

sh: » (Em: 429)

 

þevk ile okuyorlar. Okuyanlar Ankara'da pek ziyadedir. Hem birkaç yerde hapishane müdürleri iki-üç vilayette karar vermiþler ki: "Biz hapishaneleri Medrese-i Nuriye yapacaðýz ki; bizim mahpuslar da Denizli, Afyon hapisleri gibi Nurlarla ýslah olsunlar.

 

Sâlisen: Merhum Burhan, Nur'un ümmî ve gizli kahramaný idi. Hem onun akrabasýný, hem Isparta'yý, hem Medreset-üz Zehra þakirdlerini ta'ziye ediyorum. Beþ-altý gün evvel haber almýþtým. Þimdiye kadar beþ-altý gün zarfýnda belki bin defa ona dua etmiþim. Çünki altý günde virdimde dörtyüze yakýn اَجِرْنَا مِنَ النَّارِ dediðimde onu da niyet ediyorum. Bütün okuduklarýmý Burhan'a hediye ediyorum.

 

Râbian: Nurlar, mektebleri tam nurlandýrmaða baþladý. Mekteb þakirdlerini medrese talebelerinden ziyade Nurlara sahib ve naþir ve þakird eyledi. Ýnþâallah medrese ehli yavaþ yavaþ hakikî mallarý ve medrese mahsulü olan Nurlara sahib çýkacaklar. Þimdi de çok müftülerden ve çok ülemalardan Nurlara karþý çok iþtiyak görülüyor ve istiyorlar. Þimdi en mühim tekyeler ehli, ehl-i tarîkattýr. Bütün kuvvetleriyle Nur Risalelerini nurlandýrmalarý ve sahib çýkmalarý lâzým ve elzemdir (Haþiye). Þimdiye kadar ben yalnýz iman hakikatýný düþünüp "Tarîkat zamaný deðil, bid'alar mani' oluyor" dedim. Fakat þimdi Sünnet-i Peygamberî dairesinde bütün oniki büyük tarîkatýn hülâsasý olan ve tarîklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarîkat ehli kendi tarîkatý dairesi gibi görüp girmek lâzým ve elzem olduðunu bu zaman gösterdi. Hem ehl-i tarîkatýn en günahkârý dahi çabuk dinsizliðe giremiyor; kalbi maðlub olamýyor. Onun için onlar tam sarsýlmaz, hakikî Nurcu olabilirler. Yalnýz mümkün olduðu kadar bid'atlara ve takvayý kýran büyük günahlara girmemek gerektir.

 

 

 

Hâmisen: Þimdi bu zamanda en büyük tehlike olan zendeka ve dinsizlik ve anarþilik ve maddiyyunluða karþý yalnýz ve yalnýz tek bir çare var: O da Kur'anýn hakikatlarýna sarýlmaktýr. Yoksa koca Çin'i, az bir zamanda komünistliðe çeviren musibet-i beþeriye; siyasî, maddî kuvvetler ile susmaz. Yalnýz onu susturan hakikat-ý Kur'aniyedir.

 

Rehber Risalesindeki Leyle-i Kadir mes'elesi; þimdi hem Ameri

 

_____________________

 

(Haþiye): Ýþte mühim bir nümunesi: Seydiþehir'li Hacý Abdullah'ýn bütün mensublarý, hem Kastamonu'da, hem Isparta'da, hem Eskiþehir'de Risale-i Nur dairesini kendi tarîkat daireleri telakki etmiþler ki, onlardan Nurlara rastlayanlar, takdirkârane sahib çýkýyorlar. Onlara bin bârekâllah!

 

sh: » (Em: 430)

 

ka, hem Avrupa'da eseri görülüyor. Onun için þimdiki bu hükûmetimizin hakikî kuvveti, hakaik-i Kur'aniyeye dayanmak ve hizmet etmektir. Bununla ihtiyat kuvveti olan üçyüz elli milyon uhuvvet-i Ýslâmiye ile ittihad-ý Ýslâm dairesinde kardeþleri kazanýr. Eskiden Hristiyan devletleri bu ittihad-ý Ýslâma tarafdar deðildiler. Fakat þimdi komünistlik ve anarþistlik çýktýðý için; hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur'ana ve ittihad-ý Ýslâma tarafdar olmaða mecburdurlar.

 

Sâdisen: Yanýma Nur talebesi bir meb'us geldi, dedi ki:

 

"Ben Adliye Bakanlýðý'na gittim. Afyon'da Nurlarý müsadere kararýný söyledim. Adliye Vekili Özyörük dedi ki: "Ben Afyon Mahkemesi'ne Nurlar'ýn tamamen verilmesine emir verdim. Hattâ bendeki Asâ-yý Musa'yý da müellifine iade edeceðim." diye bana söyledi. Halil

 

Özyörük'ün bu sözü, Demokratlara ve Nurlara tarafdarlýðýný gösteriyor.

 

Umuma binler selâm.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim ve Nur'un genç kahramanlarý!

 

Evvelâ: Ruh u canýmýzla sizin Ankara gibi yerde hârika bir tarzda hizmet-i Nuriyenizi tebrik ediyoruz. Hakikaten ümidimizin fevkinde ehl-i maarif ve mektebliler kýsmýnda çok ehemmiyetli bir intibaha vesile oldunuz. Bir senede Ankara gibi bir yerde bu hizmetiniz, on senede ancak yapýlacak. Az bir zamanda bu vazife-i imaniyeyi yaptýðýnýza kanaat edip kuvve-i maneviyeniz ehemmiyetsiz hâdiselerle kýrýlmasýn. Belki daha þiddetli çalýþmanýza vesile olsun. O gibi yerlerde dâhilden ve hariçten gelen yirmi kadar siyasî ve içtimaî cereyanlarýn hodfüruþane ve garazkârane çarpýþtýklarý bir zamanda Kur'an ve imana hizmetiniz ve Üniversitelilerin Nurlara takdirkârane sahib çýkmalarý; bütün Nurcularý sevindirdiði gibi, ileride inþâallah âlem-i Ýslâm'ý da sevindirecek. Sizlerin az hizmetinizde mükâfat çoktur. Bazan askerlikte aðýr þerait altýnda bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmünde olduðu gibi; sizler ve Ýstanbul Üniversiteli Nurcularý dahi, az za

 

sh: » (Em: 431)

 

manda çok vazife gördünüz. Mesaînizin semeresi az da olsa kanaat ediniz. Mücahede cephesinde bazý zaîflerin geri çekilmesi, cesurlarda daha ziyade kahramanlýk damarýný tahrik ettiði gibi; Nur fedakârlarý, vehhamlarýn çekilmesiyle daha ziyade gayret ve sebata belki þevk ile daha ziyade çalýþmaða sebeb olmak gerektir. Evet Risale-i Nur'un mühim bir hakikatýndan siz fýtraten bir ders aldýnýz. Yine o hakikatý nazar-ý dikkate alýnýz; o da þudur:

 

Vazifemiz ihlas ile iman ve Kur'ana hizmet etmektir. Amma bizi muvaffak etmek ve halka kabul ettirmek ve muarýzlarý kaçýrmak ise, o vazife-i Ýlahiyedir. Biz buna karýþmayacaðýz. Maðlub da olsak, kuvve-i maneviyeye ve hizmetimize noksanlýk vermeyecek. O noktada kanaat etmek lâzýmdýr. Meselâ: Bir zaman Ýslâm'ýn büyük bir kahramaný Celaleddin-i Harzemþah'a demiþler: "Cengiz'e karþý muzaffer olacaksýn." O demiþ: "Vazifemiz cihad etmektir. Bizi galib etmek vazife-i Ýlahiyedir. Ona karýþmam." Sizin þimdiye kadar sarsýlmadan hâlis hizmetinizin delaletiyle, siz de bu kahramana iktida etmiþsiniz. Binden bir-iki adam sizden kabul etse, yine sarsýlmamak gerektir. Bazan bir-iki adam, bine mukabil geliyor.

 

Sâniyen: Ankara'da bu sýrada nazarlar dünyaya ziyade çevrilmiþ. Ve iktidar kýsmý daha tam prensibini kabul etmeðe vakit bulamamýþ. Müteaddid partiler kendine tarafdar bulmak için veya kabahatlarýný seddetmek için elbette çok çalýþýyorlar. Ve Ýslâmiyet ve Kur'an aleyhindeki hariçteki cereyanlar elbette dâhilde bazýlarýný bulmuþlar ki; Kur'an lehinde cidden çalýþanlarý uçurmak, kaçýrmak, evham vermek gibi propagandalarla hakikî fedakâr olmayan veya dünya ile ve fazla dostlar ile alâkadar olanlarý evhamlandýrýyorlar ve Nurcularýn da kuvve-i maneviyelerini kýrmaða çalýþýyorlar.

 

Said Nursî

 

* * *

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Ben size bugün mektub yazacaktým. Ziyade rahatsýzlýðým sebebiyle telaþta iken, ayný dakikada Mustafa Gül ve Ýbrahim Gül geldiler. Hem bana ilâç, hem teselli, hem büyük sevince vesile olduklarýndan, o iki mübarek kardeþimi benim vekillerim ve bir mektub olarak size gönderiyorum. Onlar birer Said olarak benim bedelime sizi ziyaret ve tebrik edip sair þeylerimi de size beyan etsinler.

 

Said Nursî

 

* * *

 

sh: » (Em: 432)

 

[Üstadýmýzýn tebrik telgrafýna Reis-i Cumhur Celal Bayar'ýn telgrafla verdiði cevabdýr.]

 

Bediüzzaman Said Nursî

 

Emirdað

 

Samimî tebriklerinizden fevkalâde mütehassis olarak teþekkürler ederim.

 

Celal Bayar

 

* * *

 

Aziz, sýddýk ve mübarek kardeþlerim!

 

Evvelâ: Nur'dan bana çok lüzumu bulunan Medreset-üz Zehra'nýn fütuhatçý mahsulâtýný ve kahraman Tahirî'nin merhume haremi ile ve merhume iki kerimesi namýna gönderdiði mecmualarýný ve iki hafta evvel merhum Hâfýz Ali'nin bir hayr-ul halefi Mustafa'nýn tam zamanýnda tamam Mektubat'ýný ve Nur'un metin bir kumandaný Re'fet Bey'in kendi kalemiyle yazdýðý mübarek mecmuasýný ve pek güzel ve manidar rü'yalý mektubunu aldým ve çok sevindim. Onlarýn her bir harfine Cenab-ý Erhamürrâhimîn sizin her birinize bin hasene ihsan etsin. Merhume Hatice ve merhume Hicret'in ve merhume Âiþe'nin ruhlarýna ve kabirlerine binler rahmet eylesin, âmîn.

 

Sâniyen: Ýkinci bir Hüsrev olan Mustafa Osman'ýn mektubunda Sabri namýnda bir kardeþimizin, benim hizmetim için yanýma gelmesini istemesi beni çok memnun etti. O gelmiþ ve birkaç ay hizmet etmiþçesine kabul ediyorum. Fakat þimdi benim hizmetime hariçten gelmeðe ihtiyaç kalmamýþtýr. Ne vakit ihtiyaç olursa o zaman haberdar edeceðim. Hakikaten Eflani havalisinde, Isparta kahramanlarý mahiyetinde küçük kahramanlar yetiþmeðe baþlamýþtýr.

 

Sâlisen: Nur'un demirbaþ kâtibi ve þakirdi Kâtib Osman'ýn Risale-i Nur bahçesinden gönderdiði yaþ üzüm teberrükünü ve Medreset-üz Zehra'nýn çok ehemmiyetli bir þubesi ve bir merkezi olan Sava'nýn gayet mübarek teberrüklerini kaideme muhalif olarak onlarýn hatýrý için kabul ettim. Ve kime yedirsem de, onlarýn hayrý olarak yedireceðim.

 

sh: » (Em: 433)

 

Râbian: Nur kahramaný Hüsrev'in, ben Emirdaðý'nda iken bana yazdýðý umum mektublarýndan mühim parçalarýný, hususan benim yazdýðým mektublarýn hülâsalarýný hâvi kýsýmlarýný bir defterde yazmýþtým. Fakat ben hapiste iken birisi hoþuna gitmiþ, almýþ; kayboldu. Þimdi tekrar eski mektublarýndan kýrk kadar bende var. Onlarý inþâallah ben iþaret edeceðim; burada yazdýrmazsam size göndereceðim. Bir defterde cem'edilerek belki ehemmiyetine binaen teksir edilecek.

 

Hâmisen: Sözler mecmuasýndan onbeþ tanesini Ankara'ya gönderdim. Çok faide vermiþ. Oradaki Nurcular kahramancasýna ihtiyat perdesi altýnda çalýþýyorlar.

 

Sâdisen: Sizde bulunmayan ve Hüsrev'in istediði Mektubat'ý tashih ettim. Birisiyle göndereceðim. Bu defa Yirmidördüncü Mektub'u çok kýymetli, çok ince, çok derin ayn-ý hakikat gördüm.

 

Umuma binler selâm.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Said Nursî

 

* * *

 

Aziz, sýddýk ve mübarek kardeþlerim!

 

Evvelâ: Kardeþimiz Ýnebolu Hüsrev'i Nazif Çelebi bana yazýyor ki: "Hizb-i Nuriye ve Salavatýn neþrini bitirdikten sonra ne münasib ise neþredeceðim" diye soruyor. Bence sizin tensibinizle Hastalar ve Ýhtiyarlar Lem'alarý ve Onyedinci Mektub olan çocuklarýn kýsacýk ta'ziyenamesi ve Yirmibirinci Mektub -Ýhtiyarlara hizmet hakkýndaki kýsa mektubun- neþri münasibdir. Fakat Medreset-üz Zehra'nýn erkâný hangi cümle ve hangi fýkra münasib görürlerse kaldýrabilirler ve ýslah edebilirler. Ve daha kýsa baþka münasib risaleler varsa ilâve edebilirler." Bu mealde kahraman Nazif'e çabuk cevab gönderiniz. Hakikaten, o kardeþimizin Cevþen-ül Kebir'i ve Hizb-i Nuriye'yi Salavat ile beraber neþri, Nurculara ve ehl-i imana büyük bir hizmettir. Cenab-ý Hak herbir harfine mukabil ona ve yardýmcýlarýna bin sevab ihsan etsin, âmîn.

 

Sâniyen: Yeni ehl-i hükûmet yavaþ yavaþ anlýyor ki, hakikî kuvvet Kur'andadýr. Ve Ýslâmiyet uhuvveti ile ve imanýn hakaiki ile tahribatçý düþmanlara karþý dayanabilirler. Evet bir tahribçi, yirmi tamirciyi telaþa düþürür ve bazan maðlub edebilir. Koca

 

sh: » (Em: 434)

 

Çin'i kendine tâbi' yapan bir kuvveti, buradaki yirmi milyon Müslüman'a karþý âdeta maðlub bir vaziyette tecavüzden durduran, maddî kuvvetler, haricî-dâhilî tedbirler, ittifaklar deðil; belki yalnýz Kur'an ve imanýn hakikatlarý, onlarýn en büyük kuvveti olan maneviyat-ý kalbiyeyi tahribatlarýna karþý sed çekmesi ve manevî yaralarýný tedavi etmesidir. Ve yeni hükûmetin Maarif Vekili bu hakikatý hissetmiþ ki, seleflerine muhalif olarak en ziyade iman hakikatlarýnýn neþrine, din derslerine ehemmiyet veriyor. Hattâ büyük bir ehemmiyetle þimdi de Þark Dârülfünunu -tabirlerince Doðu Üniversitesi- için yüz bin lira tahsis edildiðini gazeteler yazmýþ. Hem mezkûr hakikatý; hem Ankara, hem Ýstanbul Üniversiteleri o dehþetli, tahribatçý kuvvete karþý hem vataný, hem gençliði kurtaracak hakaik-i Kur'aniye ve imaniye olduðunu kat'iyen bildiler ki, Ankara'daki Üniversiteliler bin yediyüz imza ile Maarif Vekili'nin din derslerini cebrî mekteblere koymasý için tebrik etmiþler. Ve Ýstanbul Üniversitesi'nde yeni hükûmetin en mühim bir rüknüne demiþler ki:

 

–Anadolu'da din lehinde kuvvetli bir cereyan var... Onlara da solcular gibi bir derece meydan vermeyeceðiz. Demesine mukabil; o üniversitenin mümessili, din neþriyatý yapanlar aleyhinde olduðu halde, o reise demiþ ki:

 

-Eþðer dediðin o cereyan Risale-i Nur ise, ne siz ve ne de Avrupa onu maðlub edemez.

 

Bu mes'ele münasebetiyle meslek ve meþrebime muhalif olarak Eski Said'in bir-iki dakika kafasýný baþýma alarak diyorum ki:

 

Küfür ile iman ortasý yoktur. Bu memlekette Ýslâmiyet'e karþý komünist mücadelesi ortasý olamaz. Sað ve sol, ortasý üç meslek îcab ettirir. Eðer Ýngiliz, Fransýz deseler haklarý var. Sað Ýslâmiyet, sol komünistlik, ortasý da Nasraniyet diyebilirler. Fakat bu vatanda küfr-ü mutlaka karþý iman ve Ýslâmiyet'ten baþka bir din, bir mezheb olamaz. Olsa, dini býrakýp komünistliðe girmektir. Çünki hakikî bir Müslüman hiçbir zaman Yahudi ve Nasrani olamýyor. Olsa olsa dinsiz olup tam anarþist olur.

 

Ýnþâallah, Maarif ve Adliye vekilleri gibi sair erkânlar da bu ehemmiyetli hakikatý tam anlayacaklar. Sað-sol tabiri yerine, hak ve hakikat ve Kur'an ve iman kuvvetine dayanýp bu vataný küfr-ü mutlaktan, anarþilikten, zendekadan ve onlarýn dehþetli tahribatlarýndan kurtarmaða çalýþmalarýný rahmet-i Ýlahiyeden bütün ruh u canýmýzla niyaz ve rica ediyoruz.

 

* * *

 

sh: » (Em: 435)

 

...Bir-iki hafta evvel Mýsýr'ýn Câmi-ül Ezher'inin büyük bir müderrisi olan Ali Rýza buraya hususî bir adamý gönderdiði gibi, iki gün evvel de aslen Buhara'lý ve Medine-i Münevvere'de mücavir ve Mýsýr'da büyük âlimlerle ve hususan eski Þeyhülislâmýmýz ve Dâr-ül Hikmet'te benim arkadaþým Mustafa Sabri Efendi'yle alâkadar ve bu tarafa geleceðine dair onlarla görüþen ve bir derece onlarýn namýna mühim bir âlim yanýma geldi. Ben de Câmi-ül Ezher'e hediye-i vakfiyem olarak 11 tane hususî mecmualarýmý o zât vasýtasýyla âlem-i Ýslâm'ýn büyük medresesi olan ve o âlimin ihbarýyla þimdi yirmiyedi bin talebesi bulunan Câmi-ül Ezher'e hediye olarak o zâta verdik. Hem dedik: Baþta Mustafa Sabri ve Ali Rýza ve Mehmed Zahid Kevserî olarak Nur mecmualarýna benim bedelime sahib ve hâmi ve vâris olsunlar ve Arabî'ye tercümeye çalýþsýnlar, dedik. Mektub da yazdýk. O zât aldý gitti. Umum kardeþlerime ve hemþirelerime selâm ederim, dualarýný isterim.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Said Nursî

 

* * *

 

Evvelâ: Hadsiz þükrolsun ki þimdi Ankara içinde küçük bir Medrese-i Nuriye manasýnda, küçük Said'ler ve Nur'un fedakârlarý her gece birisi bir mecmuayý okur, ötekiler ders alýr gibi dinliyorlar. Bazý vakit konferans zamanýnda bazý mühim adamlar da iþtirak ediyorlar. Bu defa Afyon gazetecisinin iftirasý münasebetiyle Baþvekil'e ve Dâhiliye Vekaletine ve Nur Talebelerine bazý meb'uslar söylemiþ. Adnan Menderes ile Dâhiliye Vekili pek dostane mukabele edip haber göndermiþler ki: "Hiç merak etmesin ve me'yus olmasýn." Ve Afyon'daki gazeteci de: "Ben Emirdaðý'na geleceðim ve Üstad'a iki dileðim var, bunlarý rica edeceðim ve özür dileyeceðim." demiþ. Ve bizim aleyhimizde neþredilen o gazetelerden, talebelerim yüzaltmýþ adedini alarak imha etmiþlerdir.

 

Daha fazla yazacaktým. Rahatsýzlýðým dolayýsýyla yazamadým ve vakit de dar olduðundan kýsa kesiyorum. Umumunuza selâm.

 

* * *

 

Hakikaten Eflani ve Safranbolu aynen Isparta'nýn kahramanlarý gibi Nurlara mütemadiyen çalýþýyorlar. Hattâ bu defa Rehberlerin

 

sh: » (Em: 436)

 

bir kýsmýnda Münacat yoktu. Eflani az bir zamanda yetmiþ aded eski harfle Münacatý yazýp bize göndermiþtir. Biz de o Münacatlarý Rehberlerin arkasýna ilâve ettik. Ýnþâallah orada da çok Sungurlar çýkýyor ve çýkacak.

 

* * *

 

Müdafaatýn bir haþiyesidir

 

Bu mealde adaletperver Demokratlara istida yazabilirsiniz. Ben hastayým. Siz nasýl münasib ise öyle yapýnýz.

 

Avukatýmýzdan bir gün evvel aldýðýmýz mektubda, kitablarýmýzýn suç mevzuu olan ve olmayanlarý, hiçbir kanuna uymayan bir tarzda, binler kelime içinde, bir risalede, bir tek kelimeyi bahane edip suç mevzuu yapmak, o risaleyi vermemek suretiyle, Nurlarýn intiþarýna garazkârane mani' olmak fikriyle, hem kararnamelerini Mahkeme-i Temyiz'ce bütün bütün bozan kararnamede, suç mevzuu gösterdikleri bizim aleyhimizde olmadýðý halde ve müddeiumumînin iddianamesine karþý hata-savab cedvelinde, seksenbir hatasýný ve garazkârlýðýný kat'î isbat ettiðimiz halde, þimdi ayný garazkârlýkla ve dörtyüz sahife Zülfikar Risalesi'ni, birkaç satýr tesettür ve irsiyet hakkýndaki, yüzbin tefsirin ayný manayý söylediklerine binaen, otuz-kýrk sene evvel yazýlan cümlelerini suç mevzuu yapýp, o mecmuayý müsadere edip bize vermemek, dünyada hangi kanun buna müsaade eder?

 

Hem Afyon'un mahkemesindeki eserler, -tekrarat-ý Kur'aniye ve melekler hakkýndaki iki parçacýk müstesna olarak- bütün eserler iki sene hem Denizli, hem Ankara Aðýrceza mahkemesi beraetine karar vererek, içinde suç mevzuu bulamadýklarý ve bize iade etmeye karar verdikleri ve ayný eserler Isparta Hükûmetinin bir vakit müsadere ile tamamen eline geçtiði halde, tamamýyla sahiblerine iade ettikleri; sonra da Zülfikar'la, Asâ-yý Musa'yý ruhsatsýz eski yazý ile neþir bahanesiyle, dört seneden beri müsadere edildikleri ve aynen hiçbiri zayi' olmadan 170 aded mecmuada bir suç mevzuu bulamadýklarý için bizlere tamamen iade ettikleri ve bizim en mühim suçumuz olarak gösterdikleri, eski partinin bir kýsým þeflerine hakikat namýna itirazýmýzýn yüz misli ziyade þimdi dinî mecmualar, resmî cerideler ayný itirazý þiddetle vurduklarý halde, Risale-i Nur'un bir mahrem parçasý, þimdiki zamaný tamamýyla tayin ettiði bir hakikatýný tefsir bahsinde isbat etmiþ ki, "lmüþ bir þeftir" demiþ.

 

sh: » (Em: 437)

 

Ýþte hakikat böyle iken, Afyon Mahkemesi adalet namýna deðil, belki o ölmüþ adamýn muhabbeti taassubu ile, eski harfle de neþredilen kararnamenin âhirinde, bizi mahkûm etmek için en mühim sebeb savcýnýn garazkârlýðý sebebiyle mahkeme heyeti demiþler ki:

 

"Said ve arkadaþlarý, Mustafa Kemal'e din yýkýcý, süfyan demiþler ve kalblerdeki sevgisini bozmaða çalýþmýþlar. Onun için mahkûm ediyoruz." Acaba ölmüþ gitmiþ bir adamýn þahsýna karþý bin defa böyle itiraz da olsa, umumî bir dava oluyor. Mahkeme-i adalet buna dair böyle bir hükmü vermek, elbette pek acib bir mana iþ içinde var.

 

Þimdi böylelerin elindeki dört defa Nur eserleri beraet kazandýklarý ve þimdi dâhiliye bakaný, evvelce adliye bakaný üç defa beraetine ve suç mevzuu olmadýðýna ve bizi mahkûm eden Afyon kararýný bozmasýyla, suç mevzuu olmadýðýna hüküm verdiði halde, þimdi bütün millet, adalet ve þefkat ve diyanete hizmet bekledikleri Demokrat hükûmeti zamanýnda, eski müstebidlerin dehþetli plânlarýyla Risale-i Nur'a karþý garazkârlarýnýn keyfine býrakmak, Demokrat hükûmeti aleyhinde büyük bir hýyanettir. Ve milletin teselli-i ümidini kýrmaktýr.

 

Benim Ankara'da bir vekilim Mustafa Sungur'dur. 17.11.1950 tarihli çektiði telgrafta, umum risalenin bize iadesine karar verilmiþ diye müjde verdi. Ve âdil adliye vekili üç defa beraet verdiði ve þimdi de Sungur'un mektubuna göre, hem iadesine emir verildiðini ve þimdi telefonla haber vereceðim söyledikleri halde, bu onaltý seneden beri aleyhimizde olan iftiralar ve jurnaller hem Eskiþehir, hem Denizli mahkemesinde bütün dosyalarý Afyon Mahkemesi toplamak ve af kanununun çýkmasýyla ve mahkemelerin beraet vermesiyle, o mübarek eserleri, o dosyalar içerisine karýþtýrarak çürütmek için mahzene atmak ve üç seneden beri bizi aldatan bazý eþhasa Nurlarýn iþlerini býrakmamak lâzým geliyor. Baþbakan ve Maarif Bakaný ve Dâhiliye Bakaný'na bu gayet mühim mes'eleyi nazar-ý dikkatlerine arzediyorum.

 

Said Nursî

 

* * *

 

sh: » (Em: 438)

 

Papalýk Makam-ý Âlîsi Kalem-i Mahsusu Baþkitabet Dairesi

 

Numara:232247

 

Vatikan

 

22 Þubat 1951

 

Efendim!

 

Zülfikar nam el yazýsý olan güzel eseriniz Ýstanbul'daki Papalýk makam-ý vekaleti vasýtasýyla Papa Hazretlerine takdim edilmiþtir. Bu nazik saygýnýzdan dolayý gayet mütehassis olduklarýný bildirirken, üzerinize Cenab-ý Hakk'ýn lütuflarýný dilediklerini tebliðe beni memur ettiklerini arza müsaraat eylerim. Bu vesile ile saygýlarýmý sunarým efendim.

 

Ýmza

 

Vatikan Bayn Baþkâtibi

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Evvelâ: Bütün ruh u canýmýzla Receb-i Þerifinizi ve þuhur-u selâsenizi tebrik edip Cenab-ý Erhamürrâhimînden niyaz ediyoruz ki hakkýnýzda ve hakkýmýzda seksen sene bir manevî ömr-ü bâki kazandýrmaða bu üç mübarek ayý vesile eylesin, âmîn.

 

Sâniyen: Otuz-kýrk gündür hakikî ehl-i imana bir nevi hücum içinde üç dindar vekilin Ýslâmiyet þeairini bir derece tamir etmeye meydan vermemek için bir sarsýntý verildi. Hizmet-i imaniye içinde en büyük kuvveti Nurcularda buldular. Bahanelerle onlara fütur vermek, þevklerini kýrmak için çok desiseler yapýldý. Tarsus, Ýstanbul gibi Emirdaðý'nda da acib desiseler ile beni hiddete getirip bir gaile çýkarmak istediler. Halbuki Cenab-ý Hakk'ýn rahmetiyle bana fevkalâde bir sabýr ve tahammül verildi. Onlarýn da plâný zîr ü zeber oldu. Hattâ Afyon'da ve burada üç büyük memurun belki azlolmak ihtimali var. Ve üç vekil de lehimde bulunmuþlar. Demek inayet-i Ýlahiye daima bizi himaye ediyor, elhamdülillah. Bu gibi þeyleri merak etmeyiniz. Yalnýz ihtiyat her vakit iyidir.

 

sh: » (Em: 439)

 

Sâlisen: Risale-i Nur'un manevî avukatý ve bir kahramaný Ahmed Feyzi, Ýzmir'deki Nur'un teksiri ve intibahkârane Ýzmir vaziyeti ile Ahmed Feyzi alâkadar olmuþ, teksirdeki tashihatý deruhde etmiþ. Mehmed Yayla ve Abdurrahman gibi ve yardým eden kardeþler gibi Ýzmir'de Nur'un teksirinde alâkalarýný devam ettireceklerine dair mektubu hapishanede Nur'un küçük bir kahramaný olan Bayram getirdi. Ve Ahmed Feyzi onunla bir mikdar zeytin ve zeytinyaðý göndermiþ. Ben Abdülmecid kardeþimin hediyesini kabul etmediðim halde Ahmed Feyzi kardeþimi daha ziyade kendime yakýn gördüðümden hediyesini kabule mecbur oldum. Fakat kaidem bozulmamak için o hediyeye mukabil benim hesabýma bir Sözler mecmuasý, beþ tane Cevþen-ül Kebir, üç tane Nazif'in mektubunda yazdýðý bana ait nüshalardan ve Ýstanbul'dan size gelecek Hizb-i Nuriye'yi ona gönderiniz.

 

Ýki Nurcu Ankara'ya gittiler. Hem Baþvekil, hem Dâhiliye Vekili, hem Maarif Vekili lehimizdedir. Ve bize müjdeli haber geldi. Onun için beni merak etmeyiniz. Ben gelen sýkýntýdan manevî sürur duyuyorum.

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

[seyyid Sâlih'in mektubundan bir parçadýr.]

 

Bu sene onbeþ talebe birlikte Hicaz'a gidecekler. Hicaz'da olan masraflarýný da Hicaz almayacak. Kendilerine düþen masraf çok az bir þey olacak. Dönüþlerinde Sâlih ile bir-iki arkadaþý, Ýran ve diðer hükûmetleri gezdikten sonra Pakistan'a Ýslâm Gençlik Konferansý'na a'za olarak gidecekler. Belki bunlarýn yol masrafýný hükûmet verecek. Bu hususta emirlerinizi intizar ediyoruz.

 

Ali Ekber Þah'ý, Said Ramazan'ý, Abdurrahîm Zapsu görmüþ; Pakistan'da çok hürmet etmiþler. Üstadýmýz yerine ellerini öptüler, duanýzý rica etmiþler.

 

Seyyid Sâlih

 

* * *

 

sh: » (Em: 440)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Evvelâ: Ýstifsar-ý hatýrla el ve ayaklarýnýzdan öper, sýhhat ve âfiyetinizi Cenab-ý Hak'tan dilerim ve ziyade muhtaç olduðum duanýzý beklerim efendim.

 

Sâniyen: Bura için merak edecek hiç bir þey kalmadý. 5 Mart'taki merak 18 Nisan'da ferah buldu. Polis dairesi Nur dairesi oldu. Tarsus savcýsý tedkik edip "Bu kitablarý geriye verin", o vakit demiþti. Komiser Bey bana "Git, Mersin'dekilerini de al, gel, hepsini bir verelim" diye beni Mersin'e gönderdi. Mersin Emniyeti "Biz senin kitablarýný Ankara'ya gönderdik, gelirse veririz, gelmezse burada kitabýn yok" dedi. Döndüm tekrar Tarsus komiserine geldim. Komiser Bey boynunu bükerek: "Hoca, biz emirkuluyuz, gücenme, kusura bakma. Biz senin kitablarýný emirsiz veremeyiz." cevabýnda bulundu. 18 Nisan'da "Kitablarýn gelmiþ. Git, al da gel" dediler. Hemen gittim. Zülfikar, Sikke-i Tasdik, Týlsým, Afyon Müdafaanýzý, Hülâsa bu beþ kitablarýmýzýn Ankara'ya varýp geldiðini, dýþýndaki sarýlý kâðýttan anladým.

 

Netice; kitablarýn içinde "satýlmamasý için bir þey yoktur" diyerek bir vesika ile beraber kitablarýmýzý elime teslim ettiler. Ben de komiser beye bir Týlsým Mecmuasý, emniyet memuru Edhem Bey'e bir Hülâsa, bir de yeni harfle Tarihçe-i Hayat hediye ettim, çok memnun oldular. Onlar da Nurcu oldular.

 

Üstadým Efendim! "Bu tarafýn vazifesi senin" demiþtin. Ben de söz verdim, Isparta'dan gittiðimde Mart'ta gelirim demiþtim. Gaziantep ve Maraþ'a varamadýðým için ruhum "Sen vazifeni tam yapmadýn" diyor.

 

Üstadým Efendim! Eskiþehir'e gitmeden bir sene evvel, ilk görüþtüðümüzden üç-dört ay sonra rü'yada Üstadým hanemize gelmiþ idin. Bana dediniz: "Seni bir yere göndersem gider misin?" Ben de "Giderim, efendim!" dedim. Sen de "Seni üç aylýk bir yere göndereceðim" dedin. Ben de hemen yürüdüm. Bana "Dur!" diye emir verdin. Ben de durdum. "Ben sana þimdi git emrini verdim mi?" dedin. Ben hemen uyandým. O zamandan beri merak ediyordum. "Acaba bu sene emir verdi mi ki, hem üç aylýk yol bize de nasib olur mu ki" diye gece ve gündüz gözyaþlarý döküyordum.

 

sh: » (Em: 441)

 

Demek mukadder þimdi imiþ. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

 

Efendim! El ve ayaklarýnýzdan hürmetle ve hasretle öpüyorum.

 

Çok kusurlu köleniz Süleyman Kaya

 

21.4.1951

 

* * *

 

Bu sene Mýsýr radyosu perþembe gecesi Mi'rac'dan çok bahsetmesinden hem perþembe ve hem de cuma gecesi Mi'rac yaptým.

 

Sâniyen: Bizden müsadere edilen Ýþarat-ül Ý'cazý Afyon jandarma kumandanlarýndan birisi hiddet etmiþ ki, bunun gibi ilmî ve eskiden yazýlmýþ bir eseri ne hakla müsadere ediyorlar. Ve Afyon Müddeiumumîliði iadesine karar vermiþ. Ve bize cuma günü ve Mi'rac günü Hayri'yi çaðýrmýþlar ve iade etmiþler. Bunu da Tarsus'taki iade misillü Nurlarýn intiþarýna sed çekilmeyeceðine bir iþaret-i Mi'raciye diye kabul ettik. Ýnþâallah Kur'anýmýzý ve diðer risalelerimizi Afyon'dan alacaðýz. Ýstanbul'da savcýlýða verilen bir kýsým Rehberlerimiz, baþta Eski Said'in mühim bir talebesi Avukat Mehmed Mihri ve dava vekili damadý Âsým olarak demiþler ki: "Elli avukat ile beraber bu mes'ele için mahkemeye gireceðim. Fakat inþâallah ona hacet kalmadan ve mahkemeye düþmeden alacaðým."

 

Sâlisen: "Haþirdeki Mahkeme-i Kübra'ya Þekva" namýndaki ve yirmisekiz sene evvel Meclis-i Meb'usana hitaben yazýlan ve o vakit tab'edilen on maddelik namaza dair parça ve bir de Mustafa hakkýnda dört sene evvel reisicumhura yazýlan üç maddelik parça, þimdi bu zamanda Ankara'da bazý meb'uslarýn nazarýna ve imanlý hükûmet erkânýna göstermek niyetiyle Ankara'ya gönderilmiþ. Size de bera-yý malûmat gönderiyoruz.

 

Râbian: Dinar Baraklý köyünden Mehmed Çavuþ ve kardeþi bir adamla beraber yanýma geldiler. Pek ciddî gördüm, sonra bana bir mektubunda bir þey yazýyor ve bir parça mektubunu leffen gönderiyorum. Bu kardeþimiz bazý þeyler soruyor. Risale-i Nur suallere ihtiyaç býrakmýyor ve benim bedelime herþeye cevab veriyor. Yalnýz çocuk ta'ziyesine dair risalede يَطوُفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلّدُونَ ye dair sualinde bir kýsým eski tefsirler demiþler: "Cennet'te çocuktan gayet ihtiyara kadar herkes otuzüç yaþýnda olacak."

 

sh: » (Em: 442)

 

Bunun hakikatý Allahu a'lem þu olacak ki: Sarih âyet وِلْدَانٌ tabiri ifade eder ki, feraiz-i þer'iyeyi yapmaða mecbur olmayan ve mesnuniyet cihetiyle de yapmayan ve kabl-el büluð vefat eden çocuklar Cennet'e lâyýk ve sevimli çocuk olarak kalacaklar. Fakat þer'an yedi yaþýna gelen çocuða namaz gibi farzlara peder ve valideleri onlarý alýþtýrmak için, teþvikkârane emretmek ve on yaþýna girse þiddetle namaz kýldýrmak ve alýþtýrmak þeriatta var. Demek vâcib olmadýðý halde, nafile nev'inden yedi yaþýndan hadd-i büluða kadar büyükler gibi namaz kýlýp, oruç tutan çocuklar, mütedeyyin büyükler gibi büyük mükâfatý görmek için otuzüç yaþýnda olacaklar diye bir kýsým tefsir bu noktayý izah etmeden umum çocuklara teþmil etmiþler. Has iken âmm zannedilmiþ.

 

* * *

 

Aziz, sýddýk, mütefekkir kardeþlerim!

 

Evvelâ: Çok emarelerle kat'î kanaatim gelmiþ ki; gizli dinsizler, resmî bazý memurlarý aldatýp Nur'un mahrem büyük risaleleri içinde yalnýz Rehber'i musýrrane medar-ý ittiham tutmalarý ve bir buçuk seneden beri bana sýkýntý vermelerinin sebebi Rehber'deki "Hüve Nüktesi" olduðunu kat'iyen bildim. Çünki bu Hüve'nin keþfettiði sýrr-ý tevhid, pek kat'î ve bedihî bir surette küfr-ü mutlaký kýrýyor. Hattâ bir kýsmýnda hiç vesvese ve þübhe býrakmýyor. Gizli dinsizler buna karþý çare bulamadýklarýndan, intiþarýna resmî yasak ile sed çekmek için çalýþtýlar. Bu Hüve Nüktesi'nin bir gün evvel Medreset-üz Zehra'nýn erkânlarýna bir ders nev'inden söylediðim çok noktalarýndan yalnýz üç noktasýný sizlere beyan ediyorum.

 

Birinci Nokta: Hava unsurunun yüksek ve ehemmiyetli bir vazifesi اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ âyetinin sýrrýyla, güzel ve manidar ve imanî ve hakikatlý kelimelerin kalem-i kaderin istinsahýyla ve izn-i Ýlahî ile intiþar etmesiyle bütün küre-i havadaki melaike ve ruhanîlere iþittirmek ve Arþ-ý Azam tarafýna sevketmek için kudret-i Ýlahî kaleminin mütebeddil bir sahifesi olmaktýr. Madem havanýn kudsî vazifesinin, hikmet-i hilkatinin en mühimmi budur. Ve rûy-i zemini radyolar vasýtasýyla bir tek menzil hükmüne getirip nev'-i beþere pek büyük bir nimet-i Ýlahiye olmaktýr. Elbette ve elbette beþer bu pek büyük nimete karþý, bir umumî þükür olarak; o radyolarý herþeyden evvel kelimat-ý tayyi

 

sh: » (Em: 443)

 

be olan Kelâmullah'ýn, baþta Kur'an-ý Hakîm ve hakikatlarý ve imanýn ve güzel ahlâklarýn dersleri ve beþerin lüzumlu ve zarurî menfaatlerine dair kelimatlarý olmalý ki o nimete þükür olsun. Yoksa nimet böyle þükür görmezse, beþere zararlý düþer.

 

Evet beþer, hakikata muhtaç olduðu gibi, bazý keyifli hevesata da ihtiyacý var. Fakat bu keyifli hevesat, beþte birisi olmalý. Yoksa havanýn sýrr-ý hikmetine münafî olur. Hem beþerin tenbelliðine ve sefahetine ve lüzumlu vazifelerinin noksan býrakýlmasýna sebebiyet verip beþere büyük bir nimet iken, büyük bir nýkmet olur. Beþere lâzým olan sa'ye þevki kýrar.

 

Þimdi gözümün önündeki makinecik ve radyo kabý, Kur'aný dinlemek için odama getirilmiþti. Baktým, on hissede bir hisse kelimat-ý tayyibeye veriliyor. Bunu da bir hata-yý beþerî olarak anladým. Ýnþâallah beþer bu hatasýný tamir edecek. Ve bütün zemin yüzünü bir meclis-i münevver, bir menzil-i âlî ve bir mekteb-i imanî hükmüne geçirmeðe vesile olan bu radyo nimetine bir þükür olarak beþerin hayat-ý ebediyesine sarfedilecek kelimat-ý tayyibe, beþte dördü olacak.

 

Ýkinci Nokta: Nur Risalelerinde denilmiþ ki: "Kâinatý halkedemeyen, bir zerreyi halkedemez. Bir zerreyi tam yerinde halkedip muntazam vazifeleriyle çalýþtýran, yalnýz kâinatý halkeden zât olabilir."

 

Bu cümlenin küllî hüccetlerinden bir cüz'î hücceti þudur ki: Kelimelerin enva'ýnýn kabý ve mahfazasý olan yanýmdaki bu radyo makineciðindeki bir avuç hava, kat'iyen gösteriyor ki; þimdi elimizde baktýðýmýz radyo istasyon cedveli namýndaki listede yazýlý ikiyüze yakýn merkezden bir saatten bir seneye kadar uzak ve muhtelif mesafelerden ayný dakikada bir tek kelime-i Kur'aniye, meselâ "Elhamdülillah" kelâmý tam hurufatýyla ve þivesiyle ve söyleyenin mahsus sadasýnýn tarzýyla, bu makinedeki bir avuç havanýn zerreleriyle hiç tegayyür etmeden kulaðýmýza gelmek için ve muhtelif kelimat-ý Kur'aniyeyi ayrý ayrý sada ile, çeþit çeþit þive ile, keza hiç tegayyür etmeden ve bozulmadan bizim kulaðýmýza getirmek için o bir avuç havanýn her bir zerresinde öyle hadsiz bir kuvvet ve ihatalý bir irade ve bütün rûy-i zemindeki merkezlerde o Kur'aný okuyan hâfýzlarýn ayrý ayrý þivelerini bilecek ihatalý bir ilim ve onlarý bütün görecek ve iþitecek muhit bir göz ve her þeyi bir anda iþitebilir bir kulak olmazsa, elbette bu mu'cize-i kudret vücuda gelmeyecek. Demek bu bir avuçtaki hava zerreleri, yalnýz ve yalnýz bütün kâinatý ihata eden bir ilim ve ira

 

sh: » (Em: 444)

 

denin, sem' ve basarýn sahibi bir zâtýn ve hiç bir þey ona aðýr gelmeyen ve en büyük þey, en küçük þey gibi kudretine kolay gelen bir Kadîr-i Mutlak'ýn kudreti ve iradesi ve ilmiyle bu mu'cizat-ý kudrete mazhar oluyorlar. Yoksa, temevvücat-ý havaiyede mevcudiyeti tevehhüm edilen serseri tesadüfün ve kör kuvvetin ve saðýr tabiatýn icadýna yer vermek; her bir zerreyi, bütün zemin yüzündeki küre-i havaiyede bulunan her þeyi görür, bilir ve yapar hâkim-i mutlak etmektir. Bu ise yüz bin derece akýldan uzak, muhal muhaller içinde bir hurafedir. Ehl-i dalalet gelsinler, mezhebleri ne kadar akýldan uzak ve hurafe olduklarýný görsünler.

 

Üçüncü Nokta: Bu radyo makineciðinde ve manevî kelimat çiçeklerine saksýlýk eden bu kapçýktaki bir avuç havanýn gösterdikleri mu'cizat-ý kudretten bu hakikat anlaþýlýyor ki: Her bir zerre Cenab-ý Hakk'ý zâtýyla ve sýfâtýyla tarif eder ve isbat eder. Bütün kâinatý teftiþ eden hükemalar ve ülemalar büyük ve geniþ delillerle, Zât-ý Vâcib-ül Vücud'un vücudunu ve vahdetini isbat etmek için bütün kâinatý nazara alýrlar. Sonra marifetullahý tam elde ediyorlar. Halbuki nasýl Güneþ çýktýðý vakit bir zerrecik cam, ayný deniz yüzü gibi Güneþ'i gösteriyor ve o Güneþ'e iþaret ediyor. Öyle de, bu bir avuç havadaki her bir zerre de mezkûr hakikate binaen aynen kâinat denizindeki cilve-i tevhidi, sýfat ve kemaliyle kendilerinde gösteriyorlar.

 

Ýþte Kur'an-ý Hakîm'in manevî mu'cizesinin bir lem'asý olan Risale-i Nur bu hakikatý izahatýyla isbat etmesi içindir ki; müdakkik bir Nurcu, huzur-u daimî kazanmak ve marifetullahý her vakit tahattur etmek için ve huzur-u daimî hatýrý için "Lâ mevcude illâ Hû" demeðe mecbur olmuyor. Ve yine bir kýsým ehl-i hakikatýn daimî huzuru bulmak için "Lâ meþhude illâ Hû" dedikleri gibi, o Nurcu böyle demeye muhtaç olmuyor. Belki وَ فِى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ آيَةٌ تَدُلُّ عَلَى اَنَّهُ وَاحِدٌ parlak hakikatýnýn kudsî penceresi ona kâfi geliyor. Bu kudsî Arabî fýkranýn kýsacýk bir izahý þudur ki:

 

Evet herkesin bu âlemde birer âlemi var, birer kâinatý var. Âdeta zîþuurlar adedince birbiri içinde hadsiz kâinatlar, âlemler var. Herkesin hususî âleminin ve kâinatýnýn ve dünyasýnýn direði kendi hayatýdýr. Nasýl herkesin elinde bir âyinesi bulunsa ve bir büyük saraya mukabil tutsa, herkes bir nevi saraya, âyinesi içinde sahib olur. Öyle de herkesin hususî bir dünyasý var. Bir kýsým ehl-i hakikat bu hususî dünyasýný "Lâ mevcude illâ Hû" diye inkâr etmekle,

 

sh: » (Em: 445)

 

terk-i masiva sýrrýyla Cenab-ý Hakk'a karþý huzur-u daimî ve marifet-i Ýlahiye bulur. Ve bir kýsým ehl-i hakikat da yine daimî marifet ve huzuru bulmak için "Lâ meþhude illâ Hû" deyip kendi hususî dünyasýný nisyan hapsine sokar; fânilik perdesini üstüne çeker; huzuru bulmakla bütün ömrünü bir nevi ibadet hükmüne getirir.

 

Þimdi bu zamanda Kur'anýn i'caz-ý manevîsiyle tezahür eden وَ فِى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ آيَةٌ تَدُلُّ عَلَى اَنَّهُ وَاحِدٌ sýrrýyla, yani zerrelerden yýldýzlara kadar her þeyde bir pencere-i tevhid var ve doðrudan doðruya Zât-ý Vâhid-i Ehad'i sýfâtýyla bildiren âyetleri, yani delaletleri ve iþaretleri var. Ýþte Hüve Nüktesi'yle bu mezkûr hakikat-ý kudsiyeye ve imaniyeye ve huzuriyeye icmalen iþaretler vardýr. Risale-i Nur, bu hakikatý izahatýyla isbat etmiþ. Eski zamandaki ehl-i hakikat bir derece mücmelen ve muhtasaran beyan etmiþler. Demek bu dehþetli zaman, daha ziyade bu hakikata muhtaçtýr ki, Kur'an-ý Hakîm'in i'cazýyla bu hakikat tafsilâtýyla ihsan edilmiþ, Nur Risaleleri de bu hakikata bir naþir olmuþlar.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

Dindar ve hamiyetkâr ve vatanperver milletvekillerine þunu arzediyorum:

 

Mekke-i Mükerreme'de Hacer-ül Esved yanýnda hürmet için konulduðunu hacýlarýn gördükleri Zülfikar Mu'cizat-ý Kur'aniye mecmuasýyla Medine-i Münevvere'de de Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn kabri üzerinde konulduðunu gördükleri Asâ-yý Musa mecmuasý gibi Risale-i Nur'un bir kýsým eczalarý, âlem-i Ýslâm'ýn bizimle hakikî uhuvvetini temine vesile olduklarý halde, müsadere edilmek suretiyle dört seneden beri evrak-ý muzýrra gibi dosyalar içinde mahkeme mahzenlerinde çürütülmek suretiyle imhasýna çalýþýldýðý ve dört mahkeme beraetine ve serbestiyetine karar verdikleri ve biz de çok defa makamata istida ile müracaat edip serbestiyetini istediðimiz ve hem Baþbakan'ýn "Din propagandasý yüzünden þimdiye kadar bu vatana hiç bir zarar gelmediðini" söylediði halde, bu dindarlarýn serbestiyeti hakkýndaki kanunun tasdikinin ta'cili ve takdimi lâzým gelirken te'hir edilmesi, dindar meb'uslarýn nazar-ý millette "kendilerine düþen en ehemmiyetli

 

sh: » (Em: 446)

 

dinî vazifelerini yapmýyorlar" diye dindarlarýn bir telaþlarý var. Biz de telaþ ediyoruz ki dâhilî, gizli dinsizler ve komünizm hesabýna çalýþan hainler bu vaziyetten istifade etmemeleri için, bu gelecek hakikatý sizlere beyan etmeye hamiyeten mecbur oldum. O hakikat da budur ki:

 

Demokrat dindar milletvekillerine bir hakikatý ihtar:

 

Bugünlerde hastalýðým itibariyle kýþýn pek þiddetli hiddetine tahammül edemedim. Çok tecrübelerimle, umumî bir hatanýn neticesinde hava ile zemin zelzele ile ve fýrtýna ile gazab-ý Ýlahîyi haber vermek nevinden hiddet ediyorlar gibi âdete muhalif bir vaziyet gösterdiler. Ben de bundan bir manevî fýrtýnaya alâmet hissettim. Kalbime geldi ki: "Acaba yine Ýslâmiyet ve hakaik-i imaniye zararýna bir hata-yý umumî mi meydana geldi?" Âdetim olmadýðý halde ve dünya siyasetini terk ettiðim halde bu nokta için sordum: "Ne var? Cerideler ne haber veriyorlar?"

 

Bana dediler ki: "Din propagandasýný yapan dindarlarýn serbestiyet kanunu geri kalmýþ. Fakat solcular hakkýndaki kanunu ta'cil edip tasdik etmiþler."

 

Kalbime geldi ki: Bu vatan ve Ýslâmiyet'in maslahatý, her þeyden evvel dindarlarýn serbestiyeti hakkýndaki kanunun hem ta'cil, hem tasdik ve hem de çabuk mekteblerde tatbik edilmesi elzemdir. Çünki bu tasdik ile Rusya'daki kýrk milyona yakýn Müslüman'ý, hem dörtyüz milyon âlem-i Ýslâm'ýn manevî kuvvetini bir ihtiyat kuvveti olarak bu vatana kazandýrmakla beraber komünistin manevî tahribatýna karþý þimdiye kadar Rus'un Amerika ve Ýngiliz'e karþý tecavüzünden ziyade, bin senelik adavetinden dolayý en evvel bize tecavüz etmesi adavetinin muktezasý iken, o tecavüzü durduran, þübhesiz hakaik-i Kur'aniye ve imaniyedir. Öyle ise bu vatanda her þeyden evvel o acib kuvvete karþý hakaik-i Kur'aniye ve imaniyeyi bilfiil elde tutup dinsizliðin önüne kuvvetli bir Sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur'anî yapýlmasý lâzým ve elzemdir. Çünki dinsizlik Rus'u, þimdiye kadar yarý Çin'i ve yarý Avrupa'yý istila ettiði halde; bize karþý tecavüz ettirmeyip tevkif ettiren, hakaik-i imaniye ve Kur'aniyedir. Yoksa Ruslar'ýn tahribat nev'inden manevî kuvvetlerine karþý, adliyenin binden birine maddî ceza vermesiyle; serserilere ve fakirlere, zenginlerin malýný peþkeþ çeken ve hevesli gençlere ehl-i namusun kýzlarýný ve ailelerini mübah kýlan ve az bir zamanda Avrupa'nýn yarýsýný elde eden bir kuvvete karþý, ancak ve ancak manevî bombalar lâzým ki, o da hakaik-i Kur'aniye ve imaniye atom bombasý olup o dehþetli solculuk cereyanýný durdursun. Yoksa adliye vasýtasýyla yüzden birine verilen maddî ceza ile bu küllî kuvvet tevkif edilmez.

 

sh: » (Em: 447)

 

Onun için dindar milletvekilleri bu ta'cili lâzým gelen hakikatý te'hir etmelerinden, çok defa tecrübelerle gördüðümüz gibi bu defa da küre-i hava þiddetli soðuðu ile buna itiraz ediyor.

 

Ýki dehþetli harb-i umumînin neticesinde beþerde hasýl olan bir intibah-ý kavî ve beþerin tam uyanmasý cihetiyle kat'iyen dinsiz bir millet yaþamaz. Rus da dinsiz kalamaz, geri dönüp Hristiyan da olamaz. Olsa olsa küfr-ü mutlaký kýran ve hak ve hakikata dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklý ve kalbi ikna' eden Kur'an ile bir musalaha veya tâbi' olabilir. O vakit dörtyüz milyon ehl-i Kur'ana kýlýnç çekemez.

 

Said Nursî

 

* * *

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Evvelâ: Mevlid-i Þerifinizi ruh u canýmýzla tebrik ediyoruz ve muvaffakýyetinizi ve Nurlarýn fevkalâde tesirli intiþarlarýný sizlere müjde ediyoruz ve Nurcularý tebrik ediyoruz.

 

Sâniyen: Bu mübarek gecede pek þiddetli bir ihtar kalbime geldi ki: Ýstanbul'daki Üniversiteciler Eski Said ile Yeni Said'in Tarihçe-i Hayatýndaki hârikalarý yazmalarý münasebetiyle iki fikir meydana gelmiþ:

 

Birisi: Dostlarda benim haddimden pek ziyade, fevkalâde bir nevi velayet gibi bir hüsn-ü zan hasýl olmuþ. Ve muarýzlarda ve ehl-i felsefede de pek hârika bir deha zanný ve hattâ bazýlarýnda da kuvvetli bir sihir tevehhümüyle haddimden bin derece ziyade bir tevehhüm hasýl olmuþ. Ve bu manaya dair çok yerlerde "Bunun hakikatý nedir?" diye maddî ve manevî izahý benden istenilmiþti. Ben de bu geceki þiddetli ihtar için çok mukaddematlý bir hakikatý beyan etmeye mecbur oldum.

 

Birinci Mukaddeme: Nasýlki bir çam aðacýnýn buðday tanesi kadar bir çekirdeði, koca çam aðacýna bir mebde' oluyor. Kudret-i Ýlahî o acib aðacý o çekirdekten halkediyor. Milyondan ancak bir hisse o çekirdekte bulunurken, o çekirdek kader kalemiyle yazýlan manevî bir fihriste olmuþ. Yoksa bir köy kadar fabrikalar lâzýmdýr ki o acib aðaç, dal ve budaklarýyla teþkil edilsin. Ýþte azamet ve kudret-i Ýlahînin bir delili de budur ki, bir zerreden dað gibi þeyleri halkeder. Ýþte aynen bunun gibi, hiçbir mahviyet ve tevazu niyetiyle olmayarak, bütün kanaatimle ilân ediyorum ki: Benim hizme

 

sh: » (Em: 448)

 

tim ve sergüzeþte-i hayatým, bir nevi çekirdek hükmüne geçmiþ. Ýnayet-i Ýlahiye ile bu zamanda ehemmiyetli bir hizmet-i imaniyeye mebde' olmak için Kur'andan gelen ve meyvedar bir þecere-i âliye olan Nur Risalelerini ihsan etmiþ. Ben bunu kasemle temin ediyorum ki, bütün hayatýmda geçen o hârikalardan dolayý ben kendimde kat'iyen bir kabiliyet ve bir meziyet ve o fevkalâdeliðe bir liyakat görmüyordum. Hayret hayret içinde kalýyordum. Deðil fevkalâde bir deha veyahut fevkalâde bir velayet, belki kendi kendimi idare edecek ve hayat-ý içtimaiye ile münasebetdar olacak bir kabiliyet görmüyordum. Gerçi zâhiren hodfüruþluk gibi bazý hâlât hayatýmda görünmüþtü. O da ihtiyarým haricinde halklarýn hüsn-ü zannýný tekzib etmemek için bir nevi hodfüruþluk gibi oluyordu. Fakat halklarýn hüsn-ü zanný gibi hakikatte olmadýðýný ve dünyaya yaramadýðýmý, böyle bin derece haddimden fazla bir teveccühe mazhar olduðumu bütün bütün hilaf-ý hakikat telakki ediyordum. Fakat Cenab-ý Hakk'a yüzbin þükür olsun ki yetmiþ-seksen senelik hayatýmýn sonlarýnda onun hikmetini ihsan-ý Ýlahiye ile bir derece bildik ve kýsaca bir kýsmýna iþaret edeceðim. Ve çok nümunelerinden bir kýsým nümunelerini beyan ediyorum:

 

Birinci Nümune: Medrese usûlünce hiç olmazsa onbeþ sene tahsil-i ilim lâzým geliyor ki hakaik-i diniye ve ulûm-u Ýslâmiye tam elde edilsin. O zamanda Said'de, deðil hârika bir zekâ veya bir manevî kuvvet; belki bütün istidad ve kabiliyetinin haricinde bir acib tarz ile bir-iki sene Sarf ve Nahiv mebadisini gördükten sonra üç ayda acib bir tarzda kýrk-elli kitabý güya okumuþ ve icazet almýþ gibi bir halet göründü.

 

Bu hal altmýþ sene sonra doðrudan doðruya gösterdi ki, o vaziyet ulûm-u imaniyeyi üç-dört ayda, kýsa bir zamanda ellere verebilecek bir tefsir-i Kur'anî çýkacak ve o bîçare Said de onun hizmetinde bulunacak iþaretiyle; hem bir zaman gelecek ki, deðil onbeþ sene belki bir sene de ulûm-u imaniyeyi ders alacak medreseler ele geçmeyecek ve azalacak bir zamana bir nevi iþaret-i gaybiye gibi manalar hatýra geliyor.

 

Ýkinci Nümune: O eski zamanda, Said'in o çocukluk zamanýnda büyük âlimlerle münazarasýný ve o âlimlerin suallerine cevab vermesini; hattâ kendisi hiç sual etmeden âlimlerin en müþkil suallerine doðru cevab vermesini, ben kat'iyen itiraf ediyorum ve itikad ediyorum ki: O hal ne hârika zekâvetimden ve ne de acib istidadýmdan neþ'et etmiþ deðildir. Ben de bîçare, mübtedi, sersem, gürültücü bir çocuk iken; hiç böyle deðil büyük

 

sh: » (Em: 449)

 

âlimlere cevab vermek belki küçük hocalara, hattâ küçük talebelere de maðlub olur bir halde iken doðru cevab vermekliðim, kat'iyen istidadýmdan ve zekâvetimden gelmemiþ olduðuna kanaat-ý kat'iyem var. Yetmiþ senedir de hayret ediyordum. Þimdi ihsan-ý Ýlahî ile bir hikmetini anladým ki: Çekirdek gibi medrese ilimlerine bir aðaç ihsan edilecek ve o aðacýn hizmetinde bulunana karþý pek çok rakibleri ve muarýzlarý bulunacak. Ýþte bu zamanda Ýslâmlar içinde muhtelif meþrebler ve meslekler sahibleri birbirisini tenkid etmek ve eserine mukabil eserler neþretmek; Mu'tezile ve Ehl-i Sünnet gibi birbirini kýrmak âdetiyle bu zamanda o Nur aðacýnýn hizmetkârýnýn baþýna vuracak ve rekabet veya meþreb muhalefetiyle en tesirlisi ve en müdhiþi medrese hocalarý olmak lâzým gelirken, Cenab-ý Hakk'a yüz bin þükür olsun ki eskiden beri devam etmekte olan o âdete muhalif olarak Risale-i Nur en ziyade ülemanýn damarlarýna dokundurduðu halde hocalarýn Nurlara karþý tenkidkârane eserler yazamadýklarýnýn sebebi: O zamanda o çocuk Said'in ülemanýn suallerine karþý doðru cevab vermesi, ülemanýn cesaretini kýrmýþ ki, hiç bir yerde kýskanç hocalardan, hem meþrebçe Said'e çok muhalif olduklarý halde Nur Risaleleri'ne karþý mukabil çýkmamalarý; bu halin bir hikmeti olduðuna kanaatim gelmiþ. Yoksa böyle acib bir zamanda ehl-i medresenin itirazý baþlasaydý, dinsizlik tarafdarlarý olan gizli düþmanlarýmýz hem Nurlarý, hem ülemayý çürütmek için ehemmiyetli bir vesile yapacaklardý. Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükrolsun ki, en ziyade Nurlarýn dokunduðu resmî ülema, aleyhinde bulunamadýlar.

 

Üçüncü Nümune: Eski Said'in çocukluk zamanýndan beri hem kendisi, hem babasý fakir olduklarý halde, baþkalarýnýn sadaka ve hediyelerini almadýðýnýn ve alamadýðýnýn ve þiddetli muhtaç olduðu halde hediyeleri mukabilsiz kabul etmediðinin ve Kürdistan âdeti talebelerin tayinatý ahalinin evlerinden verildiði ve zekatla masraflarý yapýldýðý halde, Said hiç bir vakit tayin almaða gitmediðinin ve zekatý dahi bilerek almadýðýnýn bir hikmeti, þimdi kat'î kanaatýmla þudur ki: Âhir ömrümde Risale-i Nur gibi sýrf imanî ve uhrevî bir hizmet-i kudsiyeyi dünyaya âlet etmemek ve menafi-i þahsiyeye vesile yapmamak için o makbul âdete ve o zararsýz seciyeye karþý bana bir nefret ve bir kaçýnmak ve þiddet-i fakr u zarureti kabul edip elini insanlara açmamak haleti verilmiþti ki, Risale-i Nur'un hakikî bir kuvveti olan hakikî ihlas kýrýlmasýn. Ve bunda bir iþaret-i manevî hissediyordum ki: Gelecek zamanda maiþet derdiyle ehl-i ilmin maðlubiyeti, bu ihtiyaçtan gelecektir.

 

sh: » (Em: 450)

 

Dördüncü Nümune: Yeni Said ihtiyarlýðýnda bütün bütün siyasetten ve dünyadan kendini çekmeðe çalýþtýðý halde, ehl-i dünyanýn bütün bütün kanuna ve insafa ve vicdana hattâ insanlýða muhalif bir tarzda eþedd-i zulüm ile yirmisekiz sene iþkencelerle ezdiklerine ve bir sineðin ýsýrmasýna tahammül etmeyen o bîçare Said'in baltalarla baþýna vurduklarýna ve ihanetin en þeni'lerini yaptýklarýna karþý, emsalsiz bir sabýr ve tahammül ona ihsan olunmasý ve gayet asabî ve sinirli olduðu gibi, fýtraten korkak olmadýðý halde "Ecel birdir, tegayyür etmez" hakikatýna imanýndan gelen büyük bir cesaretle beraber en korkak, en miskin bir vaziyette sükût edip sabretmesi; hattâ bir mikdar sonra o iþkenceler sonunda ruhuna bir ferah verilmesinin bir hikmeti, kanaat-ý kat'iyemle budur ki: Kur'an-ý Hakîm'in hakaik-i imaniyesini tefsir eden Risale-i Nur'u hiç bir þeye ve þahsî menfaatlerine ve manevî kemalâtlarýna âlet yapmamak ve hakikî ihlasý kýrmamak için ehl-i siyaset Said hakkýnda "dini siyasete âlet yapmak" vehmini verip; tâ Said iþkencelerle, hapislerle dini siyasete âlet etmesin diye ehl-i siyasetin zalimane hükümleri altýnda kader-i Ýlahî Nur'daki hakikî ihlasý kýrmamak için Said'e þefkatli tokatlar vurup "Sakýn sakýn, hakaik-i imaniyenin tefsiri olan Risale-i Nur'u kendi þahsî menfaatlerine ve hattâ manevî kemalâtlarýna ve belalardan ve muzýr þeylerden kurtulmaklýðýna âlet yapma. Tâ ki Nur'un en büyük kuvveti olan ihlas-ý hakikî zedelenmesin!" diye kader-i Ýlahînin þefkatli tokatlarý olduðuna kat'î kanaat ediyorum. Hattâ her ne vakit sýrf âhiretime þahsî ibadetle ziyade meþguliyetim sebebiyle Nur'un hizmetini býraktýðým ayný zamanda ehl-i dünya bana musallat olup bana azab verdiðine kat'î kanaat getirmiþim. Bu dördüncü nümunenin izahýný en son yazýlan mektublardan, ehl-i siyaset, Said'i dini siyasete âlet yapar diye hapislere atmasý ve sonra Said onun hikmetini yani kaderin þefkat tokatlarý olduðunu anlamasýyla onlarý helâl etmesi ve kendi tahammülünün hikmetini anlamasýna dair olan o mektuba havale ediyoruz.

 

Beþinci Nümune: Bu bîçare Said'in gayet muhtaç olduðu ve yetmiþ seneden beri o san'atla meþgul olmasý ve bazý gün ikiyüz sahife kadar tashihe mecbur olmasýyla beraber on yaþýndaki zeki bir çocuðun on günde muvaffak olduðu yazý kadar bir yazýya mâlik olamadýðýna hayret ediliyordu. Halbuki Said bütün bütün istidadsýz deðildir. Hem de nesebî kardeþlerinin hepsinin de güzel yazýlarý olduðu halde, bu kadar yazýya muhtaç iken böyle yarým ümmî vaziyetinin hikmeti, kanaat-ý kat'iyemle þudur ki: Bir zaman gelecek ki, cüz'î ve þahsî iktidarlar, kuvvetler mukabele edemeyecek dehþetli ve manevî düþmanlarýn hücumu zamanýnda

 

sh: » (Em: 451)

 

güzel yazý sahiblerini ruh u canýyla aramak ve hizmetine þerik etmek ve o çekirdeðin etrafýnda su, hava, nur gibi o manevî aðaca hizmet etmek için o þahsî ve cüz'î hizmeti, küllî ve umumî ve kuvvetli ve bir kaleme mukabil binler kalemi bulmak hikmetiyle ve buz parçasý gibi benliðini o mübarek havuz içinde eritmesiyle hakikî ihlasý elde etmek ve bu suretle imana hizmet etmek hikmetiyle olmuþ.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

* * *

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Ruh u canýmýzla mübarek bayramýnýzý tebrik ediyoruz. Ýnþâallah âlem-i Ýslâm'ýn da büyük bir bayramýna yetiþirsiniz. Cemahir-i Müttefika-i Ýslâmiye'nin kudsî kanun-u esasiyelerinin menbaý olan Kur'an-ý Hakîm, istikbale tam hâkim olup beþeriyete tam bir bayramý getireceðine çok emareler var.

 

Sâniyen: Þübhe kalmadý ki Nur Risaleleri ve Talebeleri, hýfz u inayet-i Ýlahiyeye mazhardýrlar ki; bu zamanýn hassasiyetle ve bazý keyfî kanunlarla pek hiddetli bir inad ile uzun zamandan beri Nur Talebelerine ancak yüzde bir nisbetinde zarar verebildiler. Nur'un faal talebelerinden altý yüz talebesinin mahkemelerle meþgul edilmesine dehþetli bir plân varken, yalnýz altý talebeye muvakkaten iliþildi. Hattâ Nur kahramanýnýn yazdýðý gibi, yirmibeþ adliye mahkemeleri yüzbinler nüshalarýnda ve yüzbinler talebelerinde medar-ý mes'uliyet bir þey bulamýyorlar ve o kesretli adliyelerin "Nurlarda suç yok ve bulamýyoruz" demeleri kat'î bir delildir. Çünki benim Ýstanbul ve Afyon gibi mahkemelerimde, onlarýn o hassas ve sû'-i istimal edilebilir kanunlarýna tam aykýrý olarak söylediðim halde beni mes'ul etmedikleri gibi, Nurlar da medeniyetin zalimane kanunlarýný zîr ü zeber ettikleri halde, medar-ý mes'uliyet suç bulamadýklarý kat'iyen gösteriyor ki: Nurlardaki hakikat, karþýsýndaki muarýzlarý maðlub ederek adliyeleri de insafa getirmiþtir. Ýnayet-i Ýlahiye, Kur'anýn bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur'u muarýzlarýndan muhafaza ediyor. Muarýzlarýn hücumu ise, Nurlarýn parlamasýna ve intiþarýna vesile oluyor.

 

* * *

 

sh: » (Em: 452)

 

Üstadýmýz diyor ki:

 

"Yirmi sekiz sene zarfýnda hükûmetin resmî adamlarýndan bana rast gelenler, hep sýkýntý verdikleri halde, zabýtanýn bana hiç sýkýntý vermediði gibi, bazý himayetkârane vaziyeti göstermelerinin hikmetini þimdi izhar ediyorum ki: Nur Talebeleri ve Risaleleri, manevî bir zabýta hükmünde asayiþ ve emniyeti muhafazaya -hem kudsî bir þekilde- çalýþtýklarý ve herkesin kalbinde nasihatlarýyla iman cihetinde bir yasakçý býraktýklarý tahakkuk etmiþ. Zabýta bunu manen hissetmiþ ki, bize her vakit dost göründü. Bunun sýrrý budur ki:

 

Kur'anýn bir kanun-u esasîsiyle, yüzde doksan masuma zarar gelmemek için on cani yüzünden asayiþi bozmaya çalýþanlarý men' ediyorlar. Birisinin günahý ile baþkasý mes'ul olamaz. Bu sýrra binaen þimdi asayiþi bozmaya çalýþan manevî, dehþetli kuvvetler mevcud olduðu halde; Fransa, Mýsýr, Fas, Ýran gibi yerlerden daha ziyade bu mübarek memlekette çalýþýldýðý halde emniyet ve asayiþi bozamadýklarýnýn en büyük sebebi, altýyüz bin Nur nüshalarý ve beþyüz bin Nur Talebeleri zabýtaya bir manevî kuvvet olarak o manevî tahribata karþý dayandýklarýný zabýta manen hissetmiþler ki, yirmisekiz seneden beri resmî memurlara muhalif olarak Nurlara insafkârane ve merhametkârane vaziyet gösteriyorlar."

 

Hem Üstadýmýz diyor ki:

 

"Ben derim: Bu zamanda hocalardan hattâ sofîlerden ziyade zabýta efradý ehl-i takva olup kebairden kendilerini muhafaza ve feraizi yapmasýný vazifeleri iktiza ediyor. Ve ona ihtiyac-ý þedid var. Tâ ki karþýsýndaki manevî tahribatçýlara karþý, asayiþ ve emniyet-i umumiyeye ait vazifelerini tam yapabilsinler."

 

Hizmetindeki Nur Talebeleri

 

* * *

 

sh: » (Em: 453)

 

[Üstadýmýzýn çok evvel yazmýþ olduðu zîrdeki mektubu, þahsî nüfuz temin ve dini siyasete âlet etmek ittihamlarýna tam bir cevab olduðundan kararnameye ilhak edilmiþtir.]

 

Konuþan yalnýz hakikattýr

 

Risale-i Nur'da isbat edilmiþtir ki: Bazan zulüm içinde adalet tecelli eder. Yani insan bir sebeble bir haksýzlýða, bir zulme maruz kalýr; baþýna bir felâket gelir; hapse de mahkûm olur; zindana da atýlýr. Bu sebeb haksýz olur, bu hüküm bir zulüm olur. Fakat bu vakýa adaletin tecellisine bir vesile olur. Kader-i Ýlahî baþka bir sebebden dolayý cezaya, mahkûmiyete istihkak kesbetmiþ olan o kimseyi bu defa bir zalim eliyle cezaya çarptýrýr, felâkete düþürür. Bu adalet-i Ýlahînin bir nevi tecellisidir.

 

Ben þimdi düþünüyorum. Yirmisekiz senedir vilayet vilayet, kasaba kasaba dolaþtýrýlýyorum. Mahkemeden mahkemeye sürükleniyorum. Bana bu zalimane iþkenceleri yapanlarýn bana atfettikleri suç nedir? Dini siyasete âlet yapmak mý? Fakat bunu ne için tahakkuk ettiremiyorlar. Çünki hakikat-ý halde böyle bir þey yoktur. Bir mahkeme aylarca, senelerce suç bulup da beni mahkûm etmeye uðraþýyor. O býrakýyor; diðer bir mahkeme ayný mes'eleden dolayý beni tekrar muhakeme altýna alýyor. Bir müddet de o uðraþýyor; beni tazyik ediyor; türlü türlü iþkencelere maruz kýlýyor. O da netice elde edemiyor, býrakýyor. Bu defa bir üçüncüsü yakama yapýþýyor. Böylece musibetten musibete, felâketten felâkete sürüklenip gidiyorum. Yirmisekiz sene ömrüm böyle geçti. Bana isnad ettikleri suçun aslý ve esasý olmadýðýný nihayet kendileri de anladýlar.

 

Onlar bu ittihamý kasden mi yaptýlar, yoksa bir vehme mi kapýldýlar? Ýster kasýd olsun, ister vehim olsun; ben böyle bir suçla münasebet ve alâkam olmadýðýný kemal-i kat'iyetle yakînen ve vicdanen biliyorum. Dini siyasete âlet edecek bir adam olmadýðýmý bütün insaf dünyasý da biliyor. Hattâ beni bu suçla ittiham edenler de biliyorlar. O halde neden bana bu zulmü yapmakta ýsrar edip durdular?neden ben suçsuz ve masum olduðum halde böyle devamlý bir zulme, muannid bir iþkenceye maruz kaldým? Neden bu musibetlerden kurtulamadým? Bu ahval adalet-i Ýlahiyeye muhalif düþmez mi?

 

Bir çeyrek asýrdýr bu suallerin cevablarýný bulamýyordum. Bana zulüm ve iþkence yaptýklarýnýn hakikî sebebini þimdi anladým. Ben kemal-i teessürle söylüyorum ki: Benim suçum, hizmet-i

 

sh: » (Em: 454)

 

Kur'aniyemi maddî ve manevî terakkiyatýma, kemalâtýma âlet yapmakmýþ.

 

Þimdi bunu anlýyorum, hissediyorum, Allah'a binlerle þükrediyorum ki:

 

Uzun seneler ihtiyarým haricinde olarak hizmet-i imaniyemi maddî ve manevî kemalât ve terakkiyatýma ve azabdan ve Cehennem'den kurtulmama ve hattâ saadet-i ebediyeme vesile yapmaklýðýma, yahut herhangi bir maksada âlet yapmaklýðýma manevî gayet kuvvetli manialar beni men' ediyordu. Bu derunî hisler ve ilhamlar beni hayretler içinde býrakýyordu. Herkesin hoþlandýðý manevî makamatý ve uhrevî saadetleri, a'mal-i sâliha ile kazanmak ve bu yola müteveccih olmak hem meþru hakký olduðu, hem de hiç kimseye hiç bir zararý bulunmadýðý halde ben ruhen ve kalben men' ediliyordum. Rýza-yý Ýlahîden baþka fýtrî vazife-i ilmiyenin sevkiyle, yalnýz ve yalnýz imana hizmet hususu bana gösterildi. Çünki þimdi bu zamanda hiçbir þeye âlet ve tâbi' olmayan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i imaniyeyi fýtrî ubudiyetle, bilmeyenlere ve bilmek ihtiyacýnda olanlara tesirli bir surette bildirmek; bu keþmekeþ dünyasýnda, imaný kurtaracak ve muannidlere kat'î kanaat verecek bir tarzda; yani hiç bir þeye âlet olmayacak bir tarzda, bir Kur'an dersi vermek lâzýmdýr ki; küfr-ü mutlaký ve mütemerrid ve inadçý dalaleti kýrsýn, herkese kat'î kanaat verebilsin. Bu kanaat da bu zamanda, bu þerait dâhilinde, dinin hiçbir þahsî, uhrevî ve dünyevî, maddî ve manevî bir þeye âlet edilmediðini bilmekle husule gelebilir. Yoksa komitecilik ve cem'iyetçilikten tevellüd eden dehþetli dinsizlik þahsiyet-i maneviyesine karþý çýkan bir þahýs en büyük manevî bir mertebede bulunsa, yine vesveseleri bütün bütün izale edemez. Çünki imana girmek isteyen muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki: "O þahýs dehasýyla, hârika makamýyla bizi kandýrdý." Böyle der ve içinde þübhesi kalýr.

 

Allah'a binlerce þükürler olsun ki, yirmisekiz senedir dini siyasete âlet ittihamý altýnda, kader-i Ýlahî ihtiyarým haricinde, dini hiç bir þahsî þeye âlet etmemek için beþerin zalimane eliyle mahz-ý adalet olarak beni tokatlýyor, ikaz ediyor. Sakýn! diyor, iman hakikatýný kendi þahsýna âlet yapma; tâ ki, imana muhtaç olanlar anlasýnlar ki, yalnýz hakikat konuþuyor. Nefsin evhamý, þeytanýn desiseleri kalmasýn, sussun!

 

Ýþte Nur Risaleleri'nin büyük denizlerin büyük dalgalarý gibi gönüller üzerinde husule getirdiði heyecanýn, kalblerde ve ruhlarda yaptýðý tesirin sýrrý budur; baþka bir þey deðildir. Risale-i Nur'un

 

sh: » (Em: 455)

 

bahsettiði hakikatlerin aynýný binlerce âlimler, yüz binlerce kitablar daha belîgane neþrettikleri halde yine küfr-ü mutlaký durduramýyorlar. Küfr-ü mutlakla mücadelede bu kadar aðýr þerait altýnda Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sýrrý iþte budur: Said yoktur, Said'in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuþan yalnýz hakikattýr, hakikat-ý imaniyedir. Madem ki, nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapýyor; bir Said deðil, bin Said feda olsun. Yirmisekiz sene çektiðim eza ve cefalar ve maruz kaldýðým iþkenceler ve katlandýðým musibetler hep helâl olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaþtýranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ittihamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazýrlayanlara, hepsine hakkýmý helâl ettim.

 

Âdil kadere de derim ki: Ben senin bu þefkatli tokatlarýna müstehak idim. Yoksa herkes gibi gayet meþru ve zararsýz olan bir yol tutarak þahsýmý düþünseydim, maddî manevî füyuzat hislerimi feda etmeseydim, iman hizmetinde bu büyük manevî kuvveti kaybedecektim. Ben maddî ve manevî her þeyimi feda ettim, her musibete katlandým, her iþkenceye sabrettim. Bu sayede hakikat-ý imaniye her tarafa yayýldý. Bu sayede Nur mekteb-i irfanýnýn yüzbinlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetiþti. Artýk bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir ve benim maddî ve manevî her þeyden feragat mesleðimden ayrýlmayacaklardýr. Yalnýz ve yalnýz Allah rýzasý için çalýþacaklardýr.

 

Benimle beraber çok talebelerim de türlü türlü musibetlere, eza ve cefalara maruz kaldýlar, aðýr imtihanlar geçirdiler. Benim gibi onlar da bütün haksýzlýklara ve haksýz hareket edenlere karþý bütün haklarýný helâl etmelerini isterim. Çünki onlar bilmeyerek, kader-i Ýlahînin sýrlarýna, derin tecellilerine akýl erdiremeyerek bizim davamýza, hakikat-ý imaniyenin inkiþafýna hizmet ettiler. Bizim vazifemiz onlar için yalnýz hidayet temennisinden ibarettir. Bize eza ve cefa edenlere karþý, hiç bir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risale-i Nur'a sadakat ve sebatla çalýþmalarýný tavsiye ederim.

 

Ben çok hastayým. Ne yazmaya, ne söylemeye tâkatim kalmadý. Belki de bunlar son sözlerim olur. Medreset-üz Zehra'nýn Risale-i Nur Talebeleri bu vasiyetimi unutmasýnlar.

 

* * *

 

sh: » (Em: 456)

 

[Kardeþlerim! Sizce münasib ise Baþvekil'e ve dindar meb'uslara verilmek üzere, ihtara binaen yazdýrýlmýþ gayet ehemmiyetli bir hakikattýr.]

 

Mukaddeme: Kýrk seneye yakýn siyaseti terkettiðimden ve ekser hayatým bir nevi inzivada geçtiðinden, hayat-ý içtimaiye ve siyasiye ile meþgul olmadýðýmdan büyük bir tehlikeyi göremiyordum. Bugünlerde o tehlikenin hem millet-i Ýslâmiyeye ve hem de bu memleket ve hükûmet-i Ýslâmiyeye büyük bir zarar vermeye zemin hazýrlamakta olduðunu hissettim. Mecburiyetle, Ýslâmiyet milliyeti ve hâkimiyeti ve memleketin selâmeti için çalýþan ehl-i siyaset ve cem'iyet-i beþeriyeye hamiyet ile çalýþanlar için bana manevî bir ihtar edildiðinden üç noktayý beyan edeceðim:

 

Birinci Nokta: Gazeteleri dinlemediðim halde bir-iki senedir "irtica ile ittiham" kelimesi mütemadiyen tekrar edildiðini iþitiyordum. Eski Said kafasýyla dikkat ettim, kat'iyen gördüm ki: Siyaseti dinsizliðe âlet yapan ve beþerdeki en dehþetli vahþet ve bedeviliðin bir kanun-u esasîsine irticaa çalýþan ve hamiyet maskesini baþýna geçiren gizli Ýslâmiyet düþmanlarý gaddarane bir ittiham ile; ehl-i Ýslâmiyet ve hamiyet-i diniye ve kuvvet-i imaniye cihetiyle deðil dini siyasete âlet yapmak, belki de siyaseti dine âlet ve tâbi' yapmakla; tâ Ýslâmiyet'in kuvvet-i maneviyesinden bu hükûmet-i Ýslâmiyeyi tam kuvvetlendirmek ve dörtyüz milyon hakikî kardeþi arkasýnda ihtiyat kuvveti bulundurmak ve bir kýsým zalim Avrupa'nýn dilenciliðinden kurtulmak için çalýþanlara pek haksýz olarak irtica damgasýný vurup onlarý memlekete zararlý tevehhüm etmeleri, yerden göðe kadar hadsiz bir haksýzlýktýr. Nümunelerinden birinci nümunesi, bu asrýn dehþetli zulmüne karþý bir sed olarak Ýkinci Nokta'da beyan etmek zamaný geldi. Menþeleri iki kanun-u esasîye istinad eden iki irtica var:

 

Biri: Siyasî ve içtimaî ki, hakikî irticadýr. Onun kanun-u esasîsi çok sû'-i istimale ve zulme medar olmuþtur.

 

Ýkincisi: Ýrtica namý verilen hakikî bir terakki ve adaletin

 

sh: » (Em: 457)

 

esasýdýr.

 

Ýkinci Nokta: Beþerin vahþet ve bedevilik zamanlarýndaki bir kanun-u esasîsine medeniyet namýna dine hücum edenler, irtica ile o vahþete ve bedeviliðe dönüyorlar. Beþerin selâmet, adalet ve sulh-u umumîsini mahveden o dehþetli vahþiyane kanun-u esasî, þimdi bizim bu bîçare memleketimize girmek istiyor. Garazkârane ve anudane particilik gibi bazý cereyanlarý aþýlamaða baþlamasý gibi bir ihtilaf görülüyor. O kanun-u esasî de budur:

 

Bir taifeden, bir cereyandan, bir aþiretten bir ferdin hatasýyla o taifenin, o cereyanýn, o aþiretin bütün ferdleri mahkûm ve düþman ve mes'ul tevehhüm ediliyor. Bir hata, binler hata hükmüne geçiriliyor. Ýttifak ve ittihadýn temel taþý olan kardeþlik ve vatandaþlýk, muhabbet ve uhuvveti zîr ü zeber ediyor. Evet birbirine karþý gelen muannid ve muarýz kuvvetler, kuvvetsiz oluyorlar. Bu kuvvetsizlikle zaîflendiði için millete ve memlekete ve vatana âdilane hizmete muvaffak olunamadýðýndan maddî ve manevî bir nevi rüþvet vermeðe mecbur oluyorlar ki, dinsizleri kendilerine taraftar yapmak için... O gaddar, engizisyonane ve bedeviyane ve vahþiyane bu mezkûr kanun-u esasîye karþý; ayn-ý adalet olan bu semavî ve kudsî وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى nass-ý kat'îsiyle Kur'anýn bir kanun-u esasîsi muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi temin eden ve bu millet-i Ýslâmiyeyi ve memleketi büyük tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasî ki: Birisinin hatasýyla baþkasý mes'ul olamaz. Kardeþi de olsa, aþireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa o cinayete þerik sayýlmaz. Olsa olsa o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnýz manevî günahkâr olup âhirette mes'ul olur; dünyada deðil. Eðer bu kanun-u esasî çabuk düstur-u esasî yapýlmazsa, hayat-ý içtimaiye-i beþeriye, iki harb-i umumînin gösterdiði tahribatýn emsaliyle esfel-i sâfilîn olan o vahþi irticaa düþecek.

 

Ýþte Kur'anýn bu gibi kudsî kanun-u esasîsine irtica namýný veren bedbahtlar, vahþet ve bedeviliðin dehþetli bir kanun-u esasîsi olarak kabul ettikleri þimdiki öylelerinin siyasetinin bir nokta-i istinadý þudur ki: "Cemaatin selâmeti için ferd feda edilir. Vatanýn selâmeti için eþhasýn hukuku nazara alýnmaz. Devletin siyasetinin selâmeti için cüz'î zulümler nazara alýnmaz." diye, bir tek cani yüzünden bir köyü mahvetmekle bin masumun hakkýný nazara almaz. Bir tek caninin yüzünden bin adamýn kýlýnçtan geçmesini caiz görür. Bir adamýn yaralanmasý ile binler masumu sýkýntýya verdirir. Ve ikiyüz adamý kurþuna dizilmesini, o bahane ile nazara almaz. Birinci Harb-i Umumîde üçbin adamýn

 

sh: » (Em: 458)

 

caniyane siyaset hatalarýyla otuz milyon bîçare nev'-i beþer ayný harbde mahvedildiði gibi, binler misaller var. Ýþte bu vahþiyane irticaýn bu dehþetli zulümlerine karþý gelen Kur'an þakirdlerinin Kur'anýn yüzer kanun-u esasîsinden وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى âyetinin ders verdiði kanun-u esasîsi ile adalet-i hakikiyeyi ve ittihadý ve uhuvveti temin etmeðe çalýþan ehl-i iman fedakârlarýna "mürteci" namýný verip onlarý müttehem etmek, mel'un Yezid'in zulmünü, adalet-i Ömeriyeye tercih etmek misillü en vahþi ve zalimane bir engizisyon kanununu, beþerin en yüksek terakkiyatýna ve adaletine medar olan Kur'anýn mezkûr kanun-u esasîsine tercih etmek hükmündedir. Hükûmet-i Ýslâmiye ile bu memleketin selâmetine çalýþan ehl-i siyasetin mezkûr hakikatý nazara almasý lâzýmdýr. Yoksa üç veya dört cereyanýn muannidane muaraza etmeleriyle, o kuvvetler, muaraza sebebiyle zayýflar. Memleketin menfaatine ve asayiþine sarfedilecek o zayýf kuvvetle hâkimiyetini -hattâ istibdad ile de olsa- asayiþ ve emniyet-i umumiyeyi muhafazaya kâfi gelmediðinden, Fransýz ihtilâl-i kebirinin tohumlarýnýn bu mübarek memleket-i Ýslâmiyeye ekilmesine yol vermektir diye telaþ edilebilir.

 

Madem bu ittifaksýzlýktan gelen za'fiyet ve kuvvetsizlik sebebiyle ecnebinin politikasýna ve ehemmiyetsiz muvakkat yardýmlarýna karþý bu acib manevî rüþvetler veriliyor. Dörtyüz milyon kardeþin uhuvvetine, milyarlar ecdadýn mesleðine ehemmiyet verilmiyor gibi bir mana hükmediyor. Ve asayiþ ve siyasete zarar gelmemek için bu kadar israfat ile bol maaþlar suretinde kuvvet teminine kendilerini mecbur zannederek rüþvetler veriliyor; milletin fakr-ý hali nazara alýnmýyor. Elbette ve elbette ve kat'î olarak þimdi bu memleketteki ehl-i siyaset garba ve ecnebiye verdiði siyasî ve manevî rüþvetin

 

 

 

on mislini âlem-i Ýslâm'ýn ileride cemahir-i müttefikasý hükmünde olacak olan dörtyüz milyon müslüman kardeþlere, memleket ve milletin ve bu devlet-i Ýslâmiyenin selâmeti için gayet azîm bir bahþiþ ve zararsýz rüþvet vermesi lâzým ve elzemdir.

 

Ýþte o makbul, lâzým ve çok menfaatlý caiz ve vâcib rüþvet ise: Teavün-ü Ýslâm'ýn esasý ve hediye-i Kur'anýn semavî bir düsturu ve rabýtasý ve kudsî kanun-u esasîsi olan اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ وَ اعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا { وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى { وَ لاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلوُا وَ تَذْهَبَ رِيحُكُمْ

 

sh: » (Em: 459)

 

kudsî, esasî kanunlarýný düstur-u hareket etmektir.

 

Üçüncü Nokta þimdilik te'hir edildi.

 

Said Nursî

 

______________________

 

Haþiye: Kardeþlerim! Evvelce gördüðünüz þiddetli ihtarýn bir derece taðyirine üç þey vesile oldu.

 

Birincisi: Nur kahramaný Hüsrev'in beyanýyla yirmibeþ adliye mahkemelerinin "Risale-i Nur'da suç yok" diye itiraflarýdýr.

 

Ýkincisi: Nur'un bir kahraman avukatý "Ankara hükûmeti Said aleyhinde olmadýðýndan þiddetli kelimeler ta'dil edilse münasibdir" demesidir.

 

Üçüncüsü: Kat'î haberlere göre Afyon Mahkemesi "Nur'un altýyüz bin fedakâr talebesi var" demesine binaen Malatya hâdisesi bahanesiyle hiç olmazsa Nur talebelerinden altýyüz faal ve muktedir olanlarýný mahkemeye vermek plâný var iken, yalnýz onaltý adamý ve bundan yalnýz altý adama ve bundan bir tek adamýn bir sene mahkûm edilmesi, Nurcular aleyhindeki zalimane tazyikat hafifleþmesi ve def' olmasýnýn alâmetidir. Onun için bir derece þiddetli kelimeler ta'dil edildi.

 

* * *

 

sh: » (Em: 460)

 

[Hazret-i Üstad'ýn Emirdaðý'nda Santral Sabri, Sýddýk Süleyman'a Arabî Ýþarat-ül Ý'caz'dan verdiði derstir]

 

بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

 

اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَاَصْحَابِهِ اَبَدًا دَائِمًا

 

Ýþarat-ül Ý'caz'ýn birinci cüz'ü ki, tamamý yetmiþ cüz olacaktý. Fakat Risale-i Nur manevî bir tefsir-i Kur'anî olduðu için dedi: Bu zamanda bana daha lüzum var. Öteki cüz'ler yerinde onlar yazýldý. Evet Ýþarat-ül Ý'caz, umum Risale-i Nur'un bir fihristesi, bir listesi ve o Nur bahçesinin bir fidanlýðý ve sýrr-ý i'caz-ýl Kur'anýn bir menbaý olduðu görünüyor. Gayet ince ve derin olduðu için þimdiye kadar âlimler pek azýný anlamýþlardý. Fakat kimin eline geçmiþ ise, fevkalâde takdir etmiþ ve emsalsiz demiþ. Dehþetli eski harb içinde, avcý hattýnda bazan da at üzerinde îcazdaki i'cazýn en ince münasebatýný görmek ve onlarla tam meþgul olmak ve koca dehþetli harbin tehlikesi onu müþevveþ etmemek ve incimad derecesindeki soðukta avcý hattýnda o incecik i'caz münasebetlerini her þeyden daha ehemmiyetli görmek, Eski Said'in hakikaten hizmet-i Kur'aniyede hârika bir fedakârlýðýdýr. Hattâ Yeni Said'in otuzbeþ senede bu acib zamanda gazeteleri okumamak ve on sene harbi bilmemek, sormamak ve idam niyetiyle hapisliðinde, Kur'an esrarýný yazmaktan vazgeçmemek ve bütün tehlikeleri hiçe saymaya nisbeten Eski Said'in o acib vaziyetinde o dehþetlere ehemmiyet vermeden Ýþarat-ül Ý'caz nüktelerini yazdýðý zaman gösterdiði ilmî ve manevî fedakârlýðýný Yeni Said'in bu otuz senedeki fedakârlýðýndan daha hârika görüyoruz.

 

Sâniyen: Bu Ýþarat-ül Ý'caz'ýn matbu nüshasýnda hakikaten bir keramet var ki; tesadüf ihtimali yoktur. Onun için bir defa daha ayný tarzda ve kerametli kýt'ada tab' etmek ve Arabistan'a ve Pakistan gibi yerlere göndermek münasib görüldü. Fakat Eski Said, îcazdaki i'cazý beyan ettiði ve en ince münasebet-i belâgatý beyaný içinde gayet ince ve kýsa, îcazlý cümleleri bir derece izah ve Türkçe'ye tercüme etmek lâzým geliyor.

 

Ýþarat-ül Ý'caz'ýn hârikalarýndan birisi de budur ki: Her bir

 

sh: » (Em: 461)

 

âyetin sair âyetlere münasebatýný ve her âyetteki cümlelerinin birbirine karþý nisbetini ve nizamýný ve her cümledeki heyetlerin ve harflerin mana-yý maksuda karþý nisbetlerini ve teveccühlerini gösterip âyetlerin intizamýndan ve cümlelerin nizamýndan ve her cümlenin heyetinin nazmýndan bir lem'a-i i'caz göstermesidir. Âdeta bir saatin saniyeleri sayan mili ve dakikalarý sayan yelkovaný ve saatleri sayan ibresi gibi o nazýmdaki nükteleri beyan ve ondaki hakikatý bürhanlarla izah, hattâ bazan bir tek harfte büyük bir hakikatý ifade etmesidir. Ve her bir âyetin hakikatini gayet i'caz ile ve kat'î hüccetlerle isbat ediyor ki; þimdi yüzotuz risalenin çekirdekleri ve hülâsalarý hükmündedirler. Ve cümlenin ve cümledeki heyetlerin ve harflerin nüktelerini ve ifade ettikleri zýmnî hükümlerini bilâ-istisna ilm-i belâgatýn ince kaideleri ile ve ilm-i nahvin ve sarfýn kaideleriyle ve ilm-i mantýðýn ve usûl-i din ve sair ilimlerin kanunlarýyla beyan eder. Hattâ hurdebinî bir manevî âletle, görünmeyen incecik münasebat-ý belâgatý beyan ediyor ve emarelerini gösteriyor. Ve Kur'anýn nazarý küllî olmasýndan bütün beyan edilen hak manalara ve nüktelere, elbette kudsî elfaz-ý Kur'aniye zýmnî, remzî iþaret ve delalet eder denilebilir.

 

Hüsrev, Sungur, Hayri, Sadýk, Sabri, Sýddýk Süleyman

 

* * *

 

sh: » (Em: 462)

 

 

 

ÝFADET-ÜL MERAM

 

اِفَادَةُ الْمَرَامِ

 

اقول لما كان القرآن جامعا لا شتات العلوم وخطبة لعامة الطبقات فى كل الاعصار لا يتحصل له تفسير لائق من فهم الفرد الذى قلما يخلص من التعصب لمسلكه ومشربه اذ فهمه يخصه ليس له دعوة الغير اليه الا ان يعديه قبول الجمهور.واستنباطه لابالتشهي- له العمل لنفسه فقط ولايكون حجة على الغير الا ان يصدقه نوع اجماع . فكما لا بد لتنظيم حكام واطرادها ورفع الفوضى النشئة من حرية الفكر مع اهمال الا اجماع وجود هيئة عالية من العلماء المحققين الذين بمظهر يتهم لامنية العموم وَ اعتماد الجمهور -يتقلدون كفالة ضمنية للامة فيصرون مظهر سر حجة الاجماع الذى لاتصير نتيجة الاجتهاد شرعا ودستورا الا بتصدقه وسكته , كذلك لا بد لكشف معانى القرآن وجمع المحاسن المتفرقة فى التفاسير وتثبيت حقائقه المتجلية بكشف الفن و تمخيض الزمان من انتهاض هيئة عالية من العلماء المتخصصين المختلفين فى وجوه الا ختصاص ولهم مع دقة نظر و سعة فكر لتفسيره .

 

 

 

نتيجة المرام : انه لا بد ان يكون مفسر القرآن ذا دهاء عال و اجتهاد نافذ وولاية كاملة . وما هو الاآن الا الشخص المعنوى المتولد من امتزاج الارواح وتساندها وتلاحق الافكار وتعاونها وتظافر القلوب واخلاصها وصميميتها من بين تلك الهيئة. فبسر (للكل

 

sh: » (Em: 463)

 

 

 

حكم ليس لكل) كثيرا ما يرى آثار الاجتهاد وخاصة الولاية ونوره وضيائها من جماعة خلت منها افرادها. ثم انى بينما كنت منتظرا ومتوجها لهذا المقصد بتظاهر هيئة كذلك وقد كان هذا غاية خيالى من زمان مديد- اذ سنح لقلبى من قبيل الحسن قبل الوقوع تقرب(َ{ زلزلة عظيمة , فشرعة - مع عجزى وقصورى والاغلاق فى كلام- فى تقييد ما سنح لى من اشارات اعجاز القرآن فى نظمه وبيان بعض حقائقه , ولم يتيسر لى مراجعة التفاسير فان وافقها فبها ونعمت والا فالعهدة عليّ. فوقعت هذه الطامة الكبري- ففى اثناء اداء فريضة الجهاد كلما انتهزت فرصة فى خط الحرب قيدت ما لاح لى فى الاودية والجبال بعبارات متفاوتة باختلاف الحالات. فمع احتياجها الى التصحيح والاصلاح لايرضى قلبى بتغيير ها وتبديلها اذا ظهرت فى حالة من خلوص النية لا توجد الآن. فاعرضها لانظار اهل الكمال لا لانه تفسير للتنزيل بل ليصير- لو ظفر بالقبول- نوع مأخذ لبعض وجوه التفسير. وقد ساقنى شوقى الى ما هو فوق طوقى فان استحسنوه شجعونى على الدوام. و من اللّه التوفيق.

 

سعيد النورسى

 

_______

 

وقد اخبرنا مرارًا فى اثناء الدرس وقوع زلزلة عظيمة (بمعنى الحرب العمومية{ فوقعت كما اخبر.

 

حمزه محمد شفيق محمد مهرى

 

sh: » (Em: 464)

 

KISA BÝR TERCÜMESÝDÝR

 

Þimdi bundan kýrkbir sene evvel ve eski harb-i umumînin az evvelinde baþlamýþ olduðu Ýþarat-ül Ý'caz'ýn ifadet-ül meramýnda diyor ki:

 

Madem Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan ulûm-u hakikiyenin enva'ýna câmi' ve umum asýrlarda umum tabakat-ý beþeriyeye müteveccih bir hutbe-i ezeliyedir. Elbette bir tek ferdin fehmi, ona lâyýk ve mükemmel bir tefsir yapamaz ve mümkün olmuyor. Çünki bir ferd pek nâdir olarak kendi hususî meslek ve meþrebinin tesirinden kendi fikrini kurtarabilir. Onun hususî meþrebi tesir ettikçe, tam tamýna hakikatý safî olarak ifade edemez. Ferdin fehmi ve manasý ona hastýr. O ferd, onu kabul eder. Fakat baþkalarýný ona davet edemez. Eðer cumhur-u ülema onun fehmini kabul ile baþkalara þümulünü gösterse, o vakit baþkasýný o manaya davet edebilir ve hakikî tam tefsir olabilir. Hem ferdin ahkâmda istinbatý ve içtihadýnda (hevesi karýþmamak þartýyla) o kendi nefsi için amel edebilir, fakat baþkalarýna hüccet tutamaz. Tâ bir nevi icma' o hükmü tasdik etsin. Nasýlki ahkâm-ý þer'iyeyi tatbik ve tanzim ve icra etmek ve hürriyet-i fikirden neþ'et eden manevî anarþiliði kaldýrmak için gayet lâzýmdýr ki; ülema-i muhakkikînden bir heyet-i âliye bulunsun ki, o heyet umumun emniyetine mazhariyetleriyle ve cumhur-u ülemanýn onlara itimadýyla ümmet için bir nevi zýmnî kefalet ve dava vekili hükmünde olmalarý cihetinde icma'-ý ümmet hüccetinin sýrrýna mazhar oluyorlar. O vakit içtihadýn neticesi o icma' ile þer'an düstur olabilir. Ve icma'ýn tasdik ve sikkesiyle umuma þamil oluyor. Aynen onun gibi lâzýmdýr:

 

Kur'anýn manalarýnýn keþfi ve tefsirlerde ayrý ayrý mehasininin cem'i, hem zamanýn çalkamasýyla ve fenlerin keþfiyle cilvelenen, tezahür eden Kur'an'ýn hakikatlerinin tesbiti için elzemdir ki: Muhakkikîn-i ülemadan herbiri bir fende mütehassýs, geniþ fikre, ince nazara mâlik allâmelerden müteþekkil bir heyet bu vazifeye sahib çýksýn.

 

Elhasýl: Kur'aný tefsir edene lâzým gelir ki; gayet âlî bir deha ve nüfuzlu derin bir içtihad ve bir nevi kuvve-i kudsiye sahibi olmak gerektir. Bu zamanda öyle bir zât, ancak bir þahs-ý manevî olabilir ki; o þahs-ý manevî, çok ruhlarýn imtizacýndan ve tesanüdünden ve efkârýn telahukundan ve birbirine yardýmýndan ve kalblerin birbirine in'ikasýndan ve ihlas ve samimiyetlerinden, mezkûr bir heyetten çýkabilir. O heyetin bir ruh-u manevîsi hükmüne geçer. Evet "mecmuunda bir hassa bulunur ki, ondaki her ferdde bulunmaz" düsturuyla çok defa içtihadýn âsârý ve nur-u velayetin hassalarý ve ziyasý bir cemaatte görünüyor. Halbuki o cemaatin

 

sh: » (Em: 465)

 

hangisine bakýlsa, o hassa görünmüyor. Demek âmî adamlarýn ihlasla tesanüdleri, bir velayet hassasýný veriyor. Ýþte bu hakikate binaen böyle bir maksad için bir heyetin çýkmasýna muntazýr ve daima bekliyordum. O ümid, küçüklüðümden beri gaye-i hayalim iken, birden hiss-i kablelvuku' kabilinden kalbime bir sünuhat oldu ki: Maddî ve manevî iki zelzele-i azîme yaklaþýyordu (1). Ben de acz ve kusurumla, sözlerimdeki izahsýzlýk ve muðlaklýk ile beraber Kur'anýn nazmýndaki i'cazýn iþaratýný ve kalbimde tahattur eden nüktelerini kaydedip kaleme almak ve âyâtýn bazý imanî hakikatlerini yazmaya þiddetli bir ihtar-ý gaybî hissettim. Halbuki harbde acib bir vaziyette olduðumdan, tefsirlere müracaat etmek kabil olmadý. Kur'andan baþka merci' yoktu. Ben de yazdým. Yazdýklarým tefsirlere muvafýk geldiyse, güzel bir nimet ve bir muvaffakýyet.. yoksa mes'uliyet benim bîçare fehmime aittir. Ayný zamanda zelzele-i kübra mahiyetinde olan maddî Birinci Harb-i Umumî ve o zelzele-i azîmenin âhirlerinde o mezkûr heyetin yuvalarýný tahrib eden manevî zelzele-i azîme meydana çýktý ki, öyle bir heyet-i âliye-i ilmiyeye ve böyle bir vazife yapmak için bütün kapýlar kapandý. Ben de o noksan fehmimle eski Harb-i Umumî'de fariza-i cihadda avcý hattýnda ne kadar fýrsat buldumsa kalbime tulû' eden nükteleri yazýyordum. Derelerde, daðlarda hücum ederken kaydederdim. Fakat o acib ayrý ayrý haletlerin tesiriyle çeþit çeþit olmasýndan tashih ve ýslah edilmesine çok ihtiyaç varken, benim kalbim tebdil ve taðyirine razý olmadý. Çünki her dakika þehid olmaya hazýrlandýðýmýz için bir niyet-i hâlise ile yazýlmýþ ki; o halet her vakit bulunmuyor. Ben de o yazýlarýmý Tenzil'e bir tefsir olarak deðil, belki tefsirin bazý vücuhuna bir nevi me'haz olarak ehl-i kemal olan ülema-i muhakkikînin enzarýna arzediyorum. Hakikaten benim þevkim, benim tâkatimin pek fevkinde bir noktaya sevketti. Eðer ehl-i tahkik istihsan etseler, beni devama ve ileri gitmeye teþci' ve tergib ederler.

 

Said Nursî

 

(1) Evet, Üstadýmýz mükerreren Birinci Harb-i Umumî'den evvel çok defa bize ulûm-u Arabiyeyi ders verdiði zaman bize kat'î bir tarzda "Büyük ve umumî bir zelzele yaklaþýyor, hazýrlanýnýz. O zaman herkes benim gibi mücerredlere gýbta edecekler." diye söylüyorlardý. Pek az zamanda, onun mükerreren verdiði haber aynen çýktý.

 

Horhor'daki eski talebeleri namýna Medreset-ül Vaizîn mezunlarýndan:

 

Mehmed Sadýk, Sabri, Mehmed Þefik, Mehmed Mihri, Hamza

 

 

 

sh: » (Em: 466)

 

بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

 

اَلرَّحْمنُ { عَلَّمَ الْقُرْآنَ { خَلَقَ اْلاِنْسَانَ { عَلَّمَهُ الْبَيَانَ

 

فَنَحْمَدُهُ مصلّيا على نبيه محمّد الّذى ارسله رحمة للعالمين و جعل معجزته الكبرى - الجامعة برموزها و اشاراتها لحقائق الكائنات - باقية على مر الدهور الى يوم الدين و على آله عامة و اصحابه كافة.

 

أما بعد فاعلم اولاً: ان مقصدنا من هذه الاشارات تفسير جملة من رموز نظم القرآن. لأن الإعجاز يتجلى من نظمه. وما الإعجاز الزاهر الاّ نقش النظم.

 

و ثانيًا: ان المقاصد الأساسية من القرآن و عناصره الأصلية اربعة: التوحيد و النبوة و الحشر و العدالة. لأنه لما كان بنو آدم كركب و قافلة متسلسلة راحلة من اودية الماضى و بلاده, سافرة فى صحراء الوجود و الحياة, ذاهبة الى شواهق الاستقبال, متوجهة الى جنّاته فتهتزّ بهم المناسبات و تتوجه اليهم الكائنات. كأنه ارسلت حكومة الخلقة فن الحكمة مستنطقا و سائلا منهم ب-(يا بنى آدم! من أين? الى أين? ما تصنعون? مَنْ سلطانكم? مَنْ خطيبكم?{ فبينما المحاورة اذ قام من بين بنى آدم - كأمثاله الأماثل من الرسل اولى العزائم - سيّد نوع البشر محمّد الهاشمى (ص ع م{ و قال بلسان القرآن: ( ايها الحكمة! نحن معاشر الموجودات نجيء بارزين من ظلمات العدم بقدرة سلطان الازل الى ضياء الوجود, و نحن معاشر بنى آدم بعثنا بصفة المأمورية ممتازين من بين اخواننا الموجودات بحمل الأمانة, و نحن على جناح السفر من طريق الحشر الى السعادة الأبدية, و نشتغل الآن بتدارك تلك السعادة و تنمية الاستعدادات التى هى رأس مالنا, و أنا سيّدهم و خطيبهم. فها دونكم منشورى! و هو كلام ذلك السلطان الازلى يتلألأ عليه سكّة الإعجاز{ - و المجيب عن هذه الأسئلة الجواب الصواب ليس إلا القرآن ذلك الكتاب.- كان هذه الأربعة عناصره الأساسية. [َ]

 

[َ] جواب لما.

 

sh: » (Em: 467)

 

Tercümesinin bir hülâsasý:

 

Ýnsaný halk edip Kur'aný ona talim eden Zât-ý Zülcelal'in Rahman ismiyle tecelli-yi kübrasýna, rahmetin tecelliyatý adedince ona hamd ü sena ederek ve Seyyid-ül Beþer Muhammed

 

 

 

Aleyhissalâtü Vesselâm'ý Rahmeten lil'âlemîn gönderdiði o Resul-i Ekremine risaletin semereleri adedince ona, âl ü ashabýna salât ü selâm ve hadsiz þükrediyoruz ki: Onun mu'cize-i kübrasý ve hakaik-i kâinatýn remizleri ve iþaretleri ile tamamýyla cem'edilen Kur'an-ý Azîmüþþan asýrlarýn geçmesi ile daim, bâki ve nev'-i beþere mürþid, tâ kýyamete kadar beka vermiþ ve o Resul-i Ekrem'i onlara Üstad-ý Azam eylemiþ.

 

Emma ba'dü biliniz ki: Evvelâ bu yazacaðýmýz iþarat ve nüktelerdeki maksadýmýz Kur'anýn nazmýndaki bir kýsým remizlerinin tefsiridir. Çünki yedi nevi i'cazýn en incesi, fakat kuvvetli ve lafzî fakat hakikatlý i'caz, Kur'anýn nazmýndan tecelli ediyor. Evet, parlak i'caz elbette nazmýn nakþýndan çýkýyor.

 

Sâniyen: Kur'anda esas maksadlarý ve anasýr-ý asliyesi dört hakikattýr: Tevhid, Nübüvvet, Haþir ve Adalet'tir. Çünki: Vakta kâinat sahrasýnda benî-Âdem bir acib ve büyük bir kafile ve sair taifeler beraber birbiri arkasýnda asýrlar üstünde geçmiþ zamanýn derelerinden, þehir ve meþherlerinden sefer edip vücud ve hayat sahrasýnda yürüyüþüyle istikbalin yüksek daðlarýna azimetle oradaki baðlarýna gözleri müteveccih olmak cihetiyle hilafet-i zemine

 

sh: » (Em: 468)

 

mazhariyet noktasýnda ve sair zîhayata tasarrufatý cihetinde rûy-i zeminde ekser eþyanýn nev'-i beþerle münasebatý iktizasýyla heyecana gelmesinden kâinat dahi onlara yüzlerini çevirip nev'-i beþerle ciddî alâkadar oluyor. Benî Âdem bir tek taife iken yüz binler taifelere karýþmasýnda kâinat zemin gibi onlara netice-i hilkat-i âlem noktasýnda bakýyor. Güya hilkat-i kâinat hükûmeti; o hükûmetin zabýta memuru hükmünde fenn-i hikmeti, bir müstantýk ve sorgucu olarak o misafir kafileye gönderip ondan sual edip soruyor ki: "Ey benî-Âdem! Nereden geliyorsunuz ve nereye gideceksiniz? Ve ne yapacaksýnýz? Ve her þeye karýþýyor ve bazan karýþtýrýyorsunuz. Sultanýnýz ve hatibiniz ve reisiniz ve ileri geleniniz kimdir? Tâ bana cevab versin."

 

O muhavereler içinde birden kafile-i benî-Âdem'den Muhammed-ül Hâþimî (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), emsalleri olan ulülazm peygamberler gibi fenn-i hikmete karþý kalktý. Ve Kur'anýn lisanýyla dedi ki:

 

"Ey müstantýk hikmet! Biz mevcudat kafilesi, adem karanlýklarýndan Sultan-ý Ezelî'nin kudretiyle çýktýk, ziya-yý vücuda girdik, varlýk nurunu bulduk. Her bir taifemiz bir vazifeye girdik. Ve biz benî-Âdem taifesi ise, bir emanet-i kübra rütbesi ve hilafet-i zemin vazifesiyle sair mevcudat kardeþlerimizin içinde imtiyazlý ve memuriyet sýfatý ile bu meþher-i kâinata gönderilmiþiz. Her vakitte yola çýkmaya müheyya bir vaziyetteyiz ve haþir yolu ile saadet-i ebediyenin kazanmasýnýn tedariki ile meþgulüz. Ve bizim re's-ül mâlimiz olan istidadlarýmýzýn çekirdeklerini sünbüllendirmeye, iman ve Kur'anla inkiþaf ettirmekle iþtigal ediyoruz. Ýþte o kafilenin reisi ve hatibi benim. Ýþte elimdeki bu fermaný; manevî ve maddî hava, bir tek lisan gibi bütün kâinata o fermanýn her kelimesini bir anda milyarlar yapýp iþittiriyor. Ýþte o menþur u ferman, Ezel ve Ebed Sultaný'nýn kelâmýdýr. Ve emirleri ve konuþmalarý olduðuna delil-i kat'î, üstünde parlayan sikke-i þahanesi ve turra-i sermediyesine bak, gör, git, söyle."

 

Evet en müþkil, en umumî ve bütün mevcudata sorulan bu üç-dört gayet acib suale tam doðru ve mükemmel cevab veren yalnýz ve yalnýz Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyandýr ki; baþýnda ذلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ fermanýyla ilân edilmiþ. Madem baþtan buraya kadar bir hakikati anladýn. Elbette bu hakikatten anlaþýlýyor ki, Kur'anýn anasýr-ý esasiyesi o dört hakikattir. Yani; tevhid, nübüvvet, haþir ve adalettir. Ýþte bu dört hakikat nasýlki mecmu'-u Kur'anda dört rükündür. Öyle de o dört makasýd çok surelerin

 

sh: » (Em: 469)

 

her birisinde bulunuyorlar. Her bir sure bir küçük Kur'an olur. Belki çok cümlelerin içinde de o dört maksada telmihen iþaretler var.

 

Belki bazan bir tek kelimede o dört esasa remizler var. Çünki Kur'anýn eczalarý ve kelime ve âyetleri, mecmuuna karþý birer âyine hükmüne geçer, birbirinden in'ikas eder. Güya Kur'an müteselsilen âyet ve cümle ve kelimelerine o maksadlarýn nurunu veriyor. Âyinede güneþ gibi bazan bir kelime, bir cümle; bir küçük Kur'aný gösterir. Ýþte Kur'ana mahsus bu nükte, yani cüz', küll gibi ayný maksadý göstermesi maksadýyla Kur'an müþahhas bir ferd olduðu halde, çok efradý bulunan bir küllî gibi ilm-i mantýkça tarif edilir. Demek Kur'an'da bin Kur'an'lar var ki, þahs-ý küllî olmuþ. Hem öyle de lâzým gelir. Çünki hadsiz ve gayet muhtelif taifelere ders olduðu için, ayný derste hadsiz o taifeler adedince dersler bulunmak lâzým gelir.

 

Sual: Eðer denilse: Bu dört maksad-ý asliyeyi bize Bismillah ve Elhamdülillah cümlesinde göster.

 

Cevab: Deriz ki: Madem Bismillah Allah'ýn abdlerine bir ders olarak nâzil olmuþ, elbette söylemek manasýnda olan قُلْ kelimesi Bismillah içinde vardýr. Ýlm-i sarf ile, "mukadder" tabir edilir. Ýþte Bismillah'taki قُلْ takdiri, bütün Kur'andaki قُلْ قُلْ (söyle söyle) lafýzlarýnýn esasý ve anasý, bu Bismillah'taki قُلْ dür. Buna binaen قُلْ kelimesinde risalete iþaret olduðu gibi, Bismillah'ta dahi uluhiyete remiz var ve بِسْمِ deki با nýn takdimi, قُلْ ün besmelenin âhirinde mukadder olmasý hasr ve yalnýz manasýný ifade ettiðinden tevhide iþaret ediyor. Yani, yalnýz Onun ismiyle baþla ve meded al. Ve Rahman isminde adaletin nizamýna ve rahmetin cilvelerine iþaret var. Çünki muhtelif, karmakarýþýk mevcudat, intizamý ile güzelleþmiþ. Ve rahmetin cilvelerine mazhar olabilir. Ve Rahîm'de haþre iþaret var. Çünki manasýnda hem afvetmek, hem rahmet ve þefkat etmek ve bu fâni dünyada o dört mana hakikati ile umumî bir surette görünmediðinden, elbette bir diyar-ý âherde o manalar tamamýyla tezahür edebilir. Hem rahmet ve þefkatin hakikatý, dirilmemek üzere ölmekle kabil-i tevfik deðildir. Demek Rahîm'deki þefkat, parmaðýný Cennet'e uzatmýþ gösteriyor.

 

sh: » (Em: 470)

 

Þimdi اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ الرّحْمنِ الرّحِيمِ مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ e bakýnýz. "Elhamdülillah"da uluhiyetin zâhir iþaratý var. Çünki bütün hamd Allah'a mahsustur. Uluhiyeti gösterdiði gibi, tevhidi de gösteriyor. Evet, "lillah"daki "lâm" ilm-i sarfça bir manasý ihtisas ve istihkaktýr. "Elhamdü"deki "elif lâm" bir manasý istiðraktýr. Demek bütün hamdler Allah'a mahsustur. Demek tevhidi, kat'î ifade ediyor. "Rabb-il Âlemîn" lafzýnda hem adalete, hem nübüvvete iþaret var. Çünki onsekiz bin âlemin zerreden ve zerrelerden, sineklerden tut, tâ bin defa zeminden büyük seyyareler ve yýldýzlara kadar gayet mükemmel bir müvazene, bir intizam, bir mükemmel terbiye, gayet mükemmel bir adalet-i kübrayý gösteriyor.

 

Nübüvvete iþareti ise: Madem nev'-i beþerin fýtrî kuvvelerine sair hayvanat gibi hadd konulmamýþ, ondan tecavüzat çýkmýþ. Hem insan maddî olduðu gibi, maneviyat cihetinde de bütün kâinatla alâkadar olmasýndan, hilkat-i kâinattaki hikmet-i âliye-i beþeriyeti, nizam ve intizam altýnda olan çekirdek hükmünde olan istidadatý inkiþaf ettirmekle emanet-i kübra vazifesini yapmak cihetiyle nübüvvet zarurîdir ki, "Rabb-il Âlemîn"deki "Âlemîn" içindeki yüksek makamýný bulabilsin ve halife-i zemin olup melaikeye rüchaniyetini gösterebilsin.

 

Ve "Mâlik-i Yevmiddin" cümlesi ise, haþri tasrih ediyor. Çünki "Yevmiddin" yani; din günü ve ceza günü ve maneviyat günü demek. Nasýl dünya, maddiyat ve maddî harekâtýn ve amellerinin günüdür. Elbette o harekâtýn neticelerini ve o hizmetlerinin ücretlerini ve o maneviyatýn semeratlarýný belki o fâniyat ve zâilatýn bâki ve daimî eserlerini ve âlem-i misal sinemasýyla ve fotoðrafýyla alýnan umum o fâniyat ve zâillerin sahife-i amellerini gösterecek ve neþredecek bir gün gelecektir, diye ifade ediyor.

 

Bismillah, Elhamdülillah cümleleri gibi Kur'anda ekserî yerlerinde böyle dört unsur-u esasiye içinde görünebilir. Meselâ: اِنّا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ bir sadef gibi bu dört cevahir içindedir. Dikkat etsen görürsün. "Biz sana verdik Kevser'i." Yani Zât-ý Zülcelal'in seni nübüvvetle ve maddî-manevî temin-i adaletle müþerref ettiði gibi, Cennet'te Kevser'i ihsan ediyor.

 

Ey sâil! Pek uzun hakikati kýsa kesip bu üç misali minval ve mekik yap; üstünde o münasebat ve iþaratý dokumaya baþla. Biz de

 

sh: » (Em: 471)

 

imdi Bismillah'tan baþlýyoruz. Ýzahý, tafsili Risale-i Nur ve Birinci Söz ve Besmele Lem'asýna ve sair Risale-i Nur'daki Bismillah'ýn hakikatlerine dair hüccetlerine havale edip, yalnýz nazm itibariyle küçük bir îma ederiz. Þöyle ki:

 

Bismillah güneþ gibidir. Baþkalarýný tenvir ettiði gibi, kendini de gösteriyor. Her nefes ve her dakika ruhlar ona hava ve su gibi muhtaç olduðundan, onun hakikatýný herkesin ruhu hisseder. Kalb ve hayal bilmese de ehemmiyeti yok. Onun için beyan ve tariften müstaðnidir.

 

Harfler ve cüzlerinden evvelâ ( بَا ) nýn fenn-i sarfça bir manasý istianedir. Bir mana-yý örfîsi teberrük manasý olmasýndan, bu ( بَا ) nýn merci-i mütealliký kendi manasýndan çýkan اَسْتَعِينُ ve اَتَيَمَّنُ fiillerine baðlanýyor. Veyahut Bismillah'taki perdesinde قُلْ (söyle) den çýkan اِقْرَأْ (oku) fiiline bakar. Yani: "Ya Rabbi, ben senin isminin yardýmýyla ve onun bereketiyle okuyacaðým. Her þey senin kudretinle ve icadýnla ve tevfikinle olduðu gibi, yalnýz ve yalnýz senin isminle baþlýyorum."

 

Demek Bismillah'tan sonra اِقْرَأْ okumak lafzý, âhirinde mukadder olmasýndan hem ihlas, hem tevhidi ifade eder. Amma اِسْم kelimesi ise: Biliniz ki, Zât-ý Vâcib-ül Vücud'un binbir esmasýndan bir kýsmýna "Esma-i Zâtiye" denilir ki, her cihetle Zât-ý Akdes'i gösterir. Onun adý ve onun ünvanýdýr. "Allah, Ehad, Samed, Vâcib-ül Vücud" gibi çok esma var. Bir kýsmýna da "Esma-i Fiiliye" tabir edilir ki, çok nevileri var. Meselâ: "Gaffar, Rezzak, Muhyî, Mümit, Mün'im, Muhsin."

 

* * *

 

sh: » (Em: 472)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Aziz, sýddýk, mübarek kardeþlerim!

 

Evvelâ: Medreset-üz Zehra erkânlarýnýn arzularýyla verilen bir dersin bir hülâsasýný sizlere de söylemeyi münasib gördük. O dersin mevzuu da: Umum kâinat mevcudatý hesabýna Mi'rac Gecesinde, Fahr-i Kâinat ve netice-i hilkat-ý âlem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, huzur-u Ýlahîde nev'-i beþerin, belki umum zîhayat, belki umum mahlukat namýna selâm yerinde اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّهِ demesi; ve içinde bir küllî mana bulunduðundan bütün ümmet her gün çok defa namazlarýnda zikretmesi ile ve ehl-i iman içinde, herbir mertebe sahibinin bir hissesi içinde bulunduðu; ve bundan evvel "Hüve Nüktesi"nin haþiyesinde, radyo vasýtasýyla hava unsurunun hârika mu'cizat-ý kudreti göstermesi cihetinde kalbe ihtar edildi ki:

 

Bir ehl-i iman, ebedî bir saadette, dünya kadar bir mülk-ü bâkiyi netice verecek bu kýsacýk ömr-ü dünyevîde ettiði ibadette bir küllî ibadet, âdeta kendi hususî dünyasýyla beraber ibadet etmiþ gibi kendi hususî dünyasý kadar bir mükâfat alacaðý iþarat-ý Kur'aniyeden anlaþýlýr diye; Hüccetüzzehra'nýn Ýkinci Makamýnda Ýlm-i Ýlahî mebhasinde اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ ilââhire'nin küllî manalarý ruhuma gelip, öylece teþehhüdde اَلتَّحِيَّاتُ derken, birden hayalime hususî dünyamýn dört unsuru olan toprak, su, hava, nur unsurlarý dört küllî dil oldular. Herbir dil, milyarlar hattâ trilyonlar, katrilyonlar adedince اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّهِ kelimelerini lisan-ý hal ile söylüyorlar; hayalen gördüm.

 

Bu unsurlardan toprak unsuru bir dil olarak bütün zîhayatlarýn herbiri bir kelime-i zîhayat olup اَلتَّحِيَّاتُ derler. Çünki herbir avuç toprak ekser nebatata saksýlýk edebilir ve menþe' olabi

 

sh: » (Em: 473)

 

lir bir vaziyettedir. O halde herbir avuç toprakta, ya bütün beþerin meydana getirdikleri bütün fabrikalarýn adedince manevî küçücük mikyasta fabrikalar -herbir avuç toprakta- bulunacak. Bu ise hadsiz derecede imkânsýz... Veyahut bir Kadîr-i Mutlakýn hadsiz kudreti, nihayetsiz ilmi ve iradesiyle olacak. Demek toprak unsuru, bütün eczasý ile ve zerratý ile bu mazhariyet için hadsiz اَلتَّحِيَّاتُ لِلّهِ der. Yani: Ezelden ebede kadar bütün zîhayatlarýn hayat hediyeleri Zât-ý Vâcib-ül Vücud'a hastýr.

 

Sonra herkesin hususî dünyasýndaki gibi, benim de hususî dünyamýn ikinci unsuru olan su unsuru dahi, küllî bir lisan olarak bütün zerratý ile, hususan zîhayatlarýn menþe'lerine ve yaþamalarýna hizmetleri noktalarýnda, trilyonlar, katrilyonlar adedince اَلْمُبَارَكَاتُ kelime-i mübarekesini lisan-ý hal ile kâinatta neþrediyor.

 

Çünki suyun katrelerinin gördüðü vazifeler, hususan nutfelerin ve çekirdeklerin ve tohumlarýn intibahýnda ve uyanýp vazife-i fýtriyelerine mazhar olmakta ve gayet acib ve güzel ve hârika o küçücük mahluklarýn ve yavrularýn büyük ve gayet intizamlý ve mükemmel vazifelere mazhariyetlerini bütün zîþuura tebrik ile bârekâllah dediren ve hadsiz bârekâllah, mâþâallah dedirmeye vesile olmaya lâyýk olan o mübareklerin o vaziyetleri, o su unsurunun herbir zerresinin binler Eflatun kadar ilmi ve binler Hakîm-i Lokman kadar hikmeti ve iradesi bulunmak lâzýmdýr. Bu ise, suyun zerratý adedince muhaldir. Öyle ise bir Kadîr-i Zülcelal'in ve bir Rahman-ý Rahîm'in hadsiz kudret ve rahmet ve hikmet ve iradesiyle o mübareklerin, o hadsiz mu'cizata mazhariyetleri cihetinde bütün o mübarekler adedince اَلْمُبَارَكَاتُ لِلّهِ kelimesini külliyetiyle söylediklerinden, bütün mahlukat namýna, Mi'rac Gecesinde, netice-i hilkat-ý âlem olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm اَلْمُبَارَكَاتُ لِلّهِ demiþ. Yani: Bütün bu medar-ý tebrik ve mâþâallah ve bârekâllah dediren bütün haletler ve san'atlar Zât-ý Zülcelal'in kudretine mahsus olduðundan, bütün o hadsiz اَلْمُبَارَكَاتُ لِلّهِ leri Cenab-ý Hakk'a, huzuru ile hediye ediyor.

 

Sonra, herkesin hususî dünyasýndaki hava unsuru dahi bir hüve kadar herbir avuç havadaki herbir zerre, mazhar olduklarý santrallýk, âhize ve nâkilelik vazifeleri içinde bütün dualarý ve salavatlarý ve ricalarý ve ibadetleri ifade eden اَلصّلَوَاتُ لِلّهِ

 

sh: » (Em: 474)

 

cümlesini lisan-ý halleriyle dedikleri için; hava unsuru küllî bir lisan olarak o hadsiz kelimatlarýný katrilyonlar belki kentrilyonlar adedince söyleyerek Sâni'lerine, Hâlýklarýna takdim ettiklerinden onlarýn namlarýna o küllî mana ile Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Cenab-ý Hakk'a, اَلصّلَوَاتُ لِلّهِ diye takdim etmiþtir. Yani: "Bütün dualar ve ihtiyaçtan gelen ricalar ve nimetten çýkan þükürler ve ibadetler ve namazlar, Hâlýk-ý Külli Þey'e mahsustur." Çünki "Hüve Nüktesi"nin haþiyesinde denildiði gibi: Ya, hüve kadar bir avuç havanýn herbir zerresi, umum dilleri bilecek ve söyleyenlerin yerlerini görecek ve yakýn-uzak herþeyi iþitecek ve her þiveyi ve her harfin tarzýný tam bilecek ve çok iþleri beraber, þaþýrmadan görecek bir kudret-i mutlaka ve irade-i tâmmeye mâlik olacak. Bu ise hava zerreleri adedince muhal olmasýndan, elbette ve elbette þübhesiz ve kat'î bir zaruretle o zerrelerin herbiri, Sâni'-i Hakîm'i bütün sýfâtýyla gösterip þehadet eder. Âdeta küçük bir mikyasta âlemin büyük þehadeti kadar þehadetleri vardýr.

 

Demek zerrat-ý havaiye adedince salavatlarý ifade eden -Mi'rac-ý Ahmedî'de Aleyhissalâtü Vesselâm- اَلصّلَوَاتُ لِلّهِ denilmiþtir. Sonra اَلطَّيِّبَاتُ kelime-i tayyibe söylendiði vakit, birden "nâr" ile "nur" unsuru yani, hararetli ve hararetsiz maddî ve manevî nur unsuru bir küllî dil olarak hadsiz ve nihayetsiz bir surette lisan-ý hal ile hadsiz diller ile اَلطَّيِّبَاتُ لِلّهِ diyor. Yani: "Bütün güzel sözler, güzel manalar, hârika güzel cemaller ve bütün kâinatýn yüzünde cemalleri görünen ezelî esma-i hüsnanýn cilveleri ve baþta enbiyalar, evliyalar, asfiyalar olarak bütün ehl-i imanýn imanlarý ile kâinatýn ve mahlukatýn görünen güzellikleri ve ehl-i imanýn imanlarýndan neþ'et eden güzel sözler, hamdler, þükürler, tevhidler, tehliller, tesbihler, tekbirler, اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ sýrrý ile arþ-ý azam tarafýna giden o kelimat-ý tayyibeleri ve dünyanýn üç aded yüzünden gayet güzel olan esma-i Ýlahiyeye âyinelik eden birinci yüzündeki hadsiz güzellikler, tayyibeler ve dünyanýn âhiret tarlasý olan ikinci yüzündeki hadsiz hasenatlar, hayýrlar ve manevî meyveler ve güzellikler, tamamýyla ezel-ebed sultaný Kadîr-i Zülcelal'e mahsustur." diye, nâr ve nur unsurunun bu küllî dili ile bu küllî ubudiyeti, Mabud-u Zülcelal'e tak

 

sh: » (Em: 475)

 

dim etmek manasýnda olarak, Fahr-i Kâinat Aleyhissalâtü Vesselâm umum mahlukat hesabýna اَلطَّيِّبَاتُ لِلّهِ demiþ. Çünki maddî ve manevî nur unsuru, mazhar olduklarý vazifelerinin umumu hem beraber, hem ayrý ayrý Zât-ý Vâcib-ül Vücud'a iþaret ve þehadet ettikleri milyarlar nümuneleri var.

 

Evet nur ve nâr unsuru toprak, hava ve ma' unsurlarý gibi gayet kat'î ve bedihî ve zarurî bir surette o nümunelerle gösteriyor ki: Bütün esbab yalnýz bir perdedir. Bütün icadlar ve tesirler, Zât-ý Kadîr-i Zülcelal'indir. Çünki nur, aynen vücud ve hayat gibi, kudret-i Ýlahiyenin perdesiz bizzât mübaþeretine lâyýk olmasýndan, esbab-ý zâhirî hiçbir cihette perde olmadýðýndan, vâhidiyet içinde ehadiyeti gösterir. Gayet cüz'î ve küçük bir vazifede, küllî ve geniþ bir delil-i ehadiyete iþaret eder ki, "Hüve Nüktesi" haþiyeleriyle bunu gayet kýsaca isbat ediyor. Ýþte milyarlar nümunelerinden iki küçük nümunesinden:

 

Birisi: Manevî nurun -ilim suretinde- beþerin kafasýnda cilvesinin bir cüz'îsi, týrnak kadar kuvve-i hâfýzaya mâlik bir adamýn kafasýnda, doksan kitabýn kelimatý yazýlmýþ. Ve üç ayda, her günde üç saat meþgul olarak, hâfýzasýnýn sahifesinin yalnýz o kýsmýný ancak tamam edebilmiþ. Ayný adam, seksen sene ömründe gördüðü ve iþittiði ve merakýný tahrik eden ve ona hoþ gelen manalarý ve kelimeleri ve suretleri ve savtlarý o týrnak kadar kuvve-i hâfýzanýn sahifesinde istediði vakitte müracaat edip bir büyük kütübhane kadar bütün mahfuzatýnýn ayný þeylerini orada bütün istediklerini mevcud ve muntazam yazýlmýþ ve dizilmiþ görüyor.

 

Ýþte bu týrnak kadar kuvve-i hâfýzanýn, bahr-ý umman gibi bir vüs'ati ve güneþ gibi bir ihatalý nuru ve bir ziya-i manevîsi ve zemin yüzü kadar geniþ sahifeleri olmazsa bu hal olamaz. Bu ise yüzbinler derece muhal muhal içinde ve imkânsýz olduðundan; elbette ve elbette bu küçücük týrnak kadar hâfýza; Levh-i Mahfuz, bir sahife-i kader ve kudreti olan Alîm-i Mutlak'ýn ilim ve hikmet ve kudreti ile, o Levh-i Mahfuz'un bir nümunesini beþerin kafasýnda halk eylemesine kudsî bir þehadet eder.

 

Ýkinci cüz'î ve küçücük bir nümunesi: Elektriktir. Bir adam, elektrik lâmbasýnýn acib vaziyetini tedkik etmiþ. Bakýyor ki, yüzer düðmelerdeki ve merkezlerdeki ve demir ve ip tellerindeki zerreler ve maddeler camid, þuursuz, hareketsiz olduklarý halde yalnýz gayet cüz'î bir temas neticesinde, on kilometre yeri dolduran karanlýk derhal gider ve yerini yarým saniyede dolduran bir nur vücuda gelir. Bu gözle görünen karanlýðýn birden kaybolmasý ve

 

sh: » (Em: 476)

 

yine gözle görünen o zulmet kadar nurun vücuda gelmesi elbette bir hayal deðil, ya o temas eden camid, þuursuz zerreler, hadsiz bir kuvveti ve bir nuru kendilerinde taþýmakla beraber; birden yüz kilometre yerlere elini uzatýp, karanlýðý süpürüp, temizleyip nurlarý dolduracak. Bu ise bütün þeytanlar ve dinsizler, maddiyyunlar toplansalar; bunu bir sofestaîye de kabul ettiremezler (Haþiye). Veyahut bütün kâinata hükmü geçen ve bütün nurlar, onun Nur isminden feyiz alan

 

(Haþiye): Yalnýz aldatmak için bazý derin ve ehemmiyetli hakikatlara bir isim takýp, güya o hakikat anlaþýlmýþ gibi âdileþtiriyorlar. Meselâ: Bu elektrik kuvveti imiþ deyip, o ince ve derin hakikatý ehemmiyetsiz yapýp âdi gösteriyorlar. Halbuki kudretin o mu'cizesinin hikmetleri iki sahife ile ancak ifade edildiði halde; bir tek isim takmakla, o hakikatý ve o küllî hikmeti gizleyip, gayet küçük ve basit bir perdesini yerine ikame ederek; o mu'cizeli eseri, kör kuvvete ve serseri tesadüfe ve mevhum tabiata isnad edip, Ebu Cehil'den daha echel bir dereceye düþüyorlar.

 

Ýþte irade-i Ýlahiyenin namuslarýnýn ünvanlarý olan âdetullah kanunlarýnýn birisine, beþer aczinden mahiyetini bilemediði o kanunun mahiyetine elektrik namýný verip, tenvirdeki hârika mu'cize-i kudreti âdileþtirmekle ve malûm birþey imiþ gibi elektrik kuvveti diye bir isim takmakla, bunun gibi çok hârikulâde mu'cizat-ý kudret-i Ýlahiyeyi cahilane âdileþtiriyorlar. ve Nur-un Nur ve Hâlýk-un Nur ve Müdebbir-un Nur olan Kadîr-i Zülcelal'in ve Allâm-ül Guyub'un ve Alîm-i Mutlak'ýn kudreti ile ve hikmeti ile olacak. Ýþte bu iki nümuneye kýyasen hadsiz nümuneler var.

 

Ýþte اَلطَّيِّبَاتُ لِلّهِ bütün kâinattaki nurlarý, güzellikleri, tayyibeleri ve kelimat-ý tayyibeleri ve hayýrlarý ve kemalâtlarý Zât-ý Zülcelal'e nur unsuru diliyle kâinat takdim ettiði gibi, netice-i hilkat-ý kâinat ve sebeb-i hilkat-ý âlem olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm dahi -namlarýna- meb'us olduðu kâinattaki bütün mevcudat hesabýna, Mi'rac Gecesinde o küllî mana ile اَلطَّيِّبَاتُ لِلّهِ demiþ.

 

Resul-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm biadedi zerrati'l-enam) bu dört kelimat-ý cemileyi selâm yerinde söyledikten sonra, -Risale-i Nur'da izah edildiði gibi- Cenab-ý Hak اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ demesiyle, bütün ümmeti öyle diyeceklerine iþaret ve manevî emr ü ferman ve kabul hükmünde mukabele etmiþ. Birden Peygamber اَلسَّلاَمُ عَلَيْنَا وَ عَلَى عِبَادِ اللّهِ الصَّالِحِينَ demekle, o kudsî selâmý hem kendine, hem ümmetine, hem bütün kendinden evvelki emsallerine tamim edip, küllî ve umumî bir selâm suretinde gösterip; bütün mahlukatýn meb'usu olmasý noktasýnda onlara da o selâmý teþmil etmiþ. Ümmeti ise her namazda اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ demeleri, o selâm-ý Ýlahîdeki

 

sh: » (Em: 477)

 

emr ü fermana bir imtisaldir. Hem ona karþý biat etmektir ve her gün biatýný yani memuriyetini kabul ve getirdiði fermanlara itaatlerini tecdid ve tazelemektir. Hem risaletini bir tebriktir. Hem umum âlem-i Ýslâm her gün bu kelime ile onun getirdiði saadet-i ebediye müjdesine karþý bir teþekkürdür.

 

Evet her insan, kendi vücudunun mahvolmasý ile müteellim olduðu gibi; hanesinin harab olmasý ile de elem çekiyor. Ve vatanýnýn bozulmasý ile gayet müteessir oluyor. Ahbabýnýn firak ve vefatýyla derinden derine kalbi acýyor. Dünya kadar büyük, has ve hususî dünyasýnýn zeval ve firak ve âhirde tamamen mahvolmasýný düþünmesi, manevî bir cehennem gibi ruhunu ve vicdanýný yandýrýyor.

 

Ýþte aklý baþýnda herbir adam ruhsuz, kalbsiz, akýlsýz olmamak þartýyla bilecek ki: Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn Mi'rac Gecesinde gözü ile gördüðü saadet-i ebediyenin müjdesini ve ehl-i imanýn Cennet'teki hayat-ý bâkiyesinin beþaretini ve insanýn alâkadar olduðu sevdiklerinin mahvolmadýklarýný ve onlarýn zevallerinden sonra yine görüþmelerinin muhakkak olacaðýnýn gayet sürurlu, manevî hediyesine karþý umum âlem-i Ýslâm her gün çok defa اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ dediði gibi; onun da getirdiði hediye-i maneviyesiyle hem kâinat sahifeleri ve tabakalarý mektubat-ý Samedaniye olmasýna; hem mahlukatýn hakikî kýymetleri ve kemalâtlarý onun risaleti ile tezahür etmesine mukabil bütün mahlukat manen اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ bu mezkûr hakikatýn lisaný ile derler. Ve ümmet mabeyninde þeair-i Ýslâmiyeden olan birbirine اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ demeleri sünnet olmasý, bu büyük hakikatýn þuaý olmasýndandýr.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Said Nursî

 

 

 

390-

 

 

 

Sh:»(Em:478)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Aziz, Sýddýk, Mütefekkir Kardeþlerim;

 

Evvelen: Çok emarelerle kat'î kanaatým gelmiþ ki gizli dinsizler, resmî bazý memurlarý aldatýp, Nurun mahrem büyük risaleleri içinde yalnýz Rehber'i musýrrane medar-ý itham tutmalarýnýn ve bir buçuk senedenberi bana sýkýntý vermelerinin sebebi Rehber'deki "Hüve Nüktesi" olduðunu kat'iyyen bildim. Çünki: Bu Hüve'nin keþfettiði sýrr-ý tevhid, pek kat'i ve bedihî bir surette küfr-ü mutlaký kýrýyor. Hatta bir kýsmýnda hiçbir þüphe ve vesvese býrakmýyor. Gizli dinsizler buna karþý çare bulamadýklarýndan, intiþarýna resmî yasak ile sed çekmek için çalýþtýlar. Bu "Hüve Nüktesi"nin bir gün evvel Medreset-üz-Zehra erkânlarýna bir ders nev'inden söylediðim çok noktalarýndan yalnýz "Üç Noktasýný" sizlere beyan ediyorum.

 

Birinci Nokta: Hava unsurunun yüksek ve ehemmiyetli bir vazifesi: اِلَيْهِ يَصْعَدُ اْلكَلِمُ الطَّيِّبُ Âyetinin sýrriyle; güzel ve mânidar ve imanî ve hakikatlý kelimelerin, kalem-i kaderin istinsahiyle ve izn-i Ýlâhî ile intiþar etmesiyle, bütün küre-i havada melâike ve ruhanîlere iþittirmek ve arþ-ý âzam tarafýna sevk etmek için kudret-i Ýlâhi kaleminin mütebeddil bir sahifesi olmaktýr.

 

Madem havanýn kudsî vazifesinin hikmet-i hilkatýnýn en mühimmi budur. Ve rûj-i zemini mradyolar vasýtasý ile bir tek menzil hükmüne getirip nev-i beþere pek büyük bir nimet-i Ýlâhiye olmaktýr. Elbette ve elbette beþer, bu pek büyük nimete karþý bir umumî þükür olarak o radyolarý, herþeyden evvel kelimat-ý tayyibe olan baþta Kur'an-ý Hakîm ve hakikatleri; ve imanýn ve güzel ahlâklarýn dersleri ve beþirin lüzumlu ve zarurî menfaatlerine dair kelimatlar olmalý ki, o nimete þükür olsun. Yoksa nimet - böyle - þükür görmezse, beþere zararlý düþer.

 

Evet beþer, hakikate muhtaç olduðu gibi; bazý keyifli hevesata da ihtiyacý var. Fakat bu keyifli hevasat, beþte birisi olmalý. Yoksa havanýn sýrr-ý hikmetine münafi olur.

 

Hem beþerin tenbelliðine ve sefahetine ve lüzumlu vazifeleri

 

 

 

Sh:»(Em:479)

 

nin noksan býrakýlmasýna sebebiyet verip, beþere büyük bir nimet iken büyük bir nýkmet olur. Beþere lâzým olan sa'ye þevki kýrar.

 

Þimdi, gözümün önündeki makinecik ve radyo kabý, Kur'an'ý dinlemek için odama getirilmiþti. Baktým, on hissede bir hisse kelimat-ý tayyibeye veriliyor. Bunu da, bir hata-yý beþeri olarak anladým. Ýnþ3aallah beþer, bu hatâsýný tamir edecek. Ve bütün zemin yüzünü bir meclis-i münevver, bir menzil-i âli ve bir mekteb-i imanî hükmüne geçirmeðe vesile olan bu radyo nimetine bir þükür olarak, beþerin hayat-ý ebediyesine sarf edilecek olan kelimat-ý tayyibe beþte dördü olacak.

 

Ýkinci Nokta: Nur Risalelerinde denilmiþ ki: Kâinatý halk edemiyen bir zerreyi halk edemez. Bir zerreyi tam yerinde halk edip muntazam vazifeleriyle çalýþtýran, yalnýz kâinatý hal eden zat olabilir.

 

Bu cümlenin küllî hüccetlerinden bir cüz'î hücceti þudur ki: Kelimelerin envaýnýn kabý ve mahfazasý olan yanýmdaki bu radyo makineciðindeki bir avuç hava, kat'iyyen gösteriyor ki: Þimdi elimizde baktýðýmýz radyo istasyon cedveli namýndaki listed yazýlý ikiyüze yakýn merkezden bir saatten bir seneye kadar uzak ve muhtelif mesafelerden ayný dakikada bir tek kelime-i Kur'aniye -meselâ Elhamdülillâh kelâmý-tam hurufatiyle ve þivesiyle ve söyliyenin mahsus sadasýnýn tarziyle, bu makinedeki bir avuç havanýn zerreleriyle, hiç tegayyür etmeden kulaðýmýza gelmek için ve muhtelif kelimat-ý Kur'aniye'yi ayrý ayrý sada ile, çeþit çeþit þive ile, keza hiç tegayyür etmeden ve bozulmadan bizim kulaðýmýza getirmek için o bir avuç havanýn herbir zerresinde öyle hadsiz bir kuvvet ve ihatalý bir irade ve bütün rûy-i zemindeki merkezlerde o Kur'an'ý okuyan hafýzlarýn ayrý ayrý þivelerini bilecek ihatalý bir ilim ve onlarý bütün görecek ve iþitecek muhit bir göz ve herþeyi bir anda iþitebilir bir kulak olmazsa elbette bu mu'cize-i kudret vücuda gelmiyecek.

 

Demek bu bir avuçtaki hava zerreleri, yalnýz ve yalnýz bütün kâinatý ihata eden bir ilim ve iradenin ve sem' ve basarýn sahibi bir zatýn ve hiçbir þey ona aðýr gelmiyen ve en büyük þey, en küçük þey gibi kudretine kolay gelen bir Kadir-i Mutlakýn kudreti ve iradesi ve ilmiyle bu mu'cizat-ý kudrete mazhar oluyorlar. Yoksa, temevvücat-ý havaiyede mevcudiyeti tevehhüt edilen serseri tesadüfün ve kör kuvvetin ve saðýr tabiatýn icadýna yer vermek herbir zerreyi, bütün zemin yüzündeki küre-i havaiye herþeyi görür, bilir ve yapar hâkim-i mutlak etmektir. Bu ise, yüz bin derece akýldan uzak, muhal muhaller içinde bir hurafedir. Ehl-i dalâlet

 

 

 

Sh:»(Em:480)

 

gelsinler, mezhepleri ne kadar akýldan uzak ve hurafe olduklarýný görsünler.

 

Üçüncü Nokta: Bu radyo makineciðinde ve mânevî kelimat çiçeklerine saksýlýk eden bu kapçýktaki bir avuç havanýn gösterdikleri mu'cizat-ý kudretten bu hakikat anlaþýlýyor ki, her bir zerre, Cenab-ý Hakk'ý zatý ile ve sýfâtý ile târif eder ve isbat eder.

 

Bütün kâinatý teftiþ eden hükemalar ve ulemalar, büyük ve geniþ delillerle Zat-ý Vacibül-Vücud'un vücudunu ve vahdetini isbat etmek için bütün kâinatý nazara alýrlar, sonra mârifetullahý tam elde ediyorlar.

 

Halbuki, nasýl güneþ çýktýðý vakit bir zerrecik cam, ayný deniz yüzü gibi güneþi gösteriyor ve o güneþe iþaret ediyor; öyle de, bu bir avuç havadaki herbir zerre de mezkûr hakikate binaen aynen kâinat denizindeki cilve-i tevhidi, sýfât-ý kemaliyle kendilerinde gösteriyorlar.

 

Ýþte, Kur'an-ý Hakîm'in mânevî mu'cizesinin bir lem'asý olan Risale-i Nur, bu hakikatý- izahatý ile - isbat etmesi içindir ki müdakkik bir Nurcu huzur-u daimî kazanmak ve marifetullahý her vakit tahattur etmek için ve huzur-u daimî hatýrý için "lâ mevcude illâ hu" demeðe mecbur olmuyor. Ve yine bir kýsým ehl-i hakikatýn daimî huzuru bulmak için, "lâ meþhude illâ hu" dedikleri gibi, o Nurcu böyle demeðe muhtaç olmuyor. Belki وَفِى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اَيَةٌ يَدُلُّ عَلَى اَنَّهُ وَاحِدٌ parlak hakikatýnýn kudsî penceresi ona kâfi geliyor.

 

Bu kudsî Arabî fýkranýn kýsacýk bir izahý þudur ki: Evet, herkesin bu âlemde birer âlemi var; birer kâinatý var. Âdeta zîþuurlar adedince birbiri içinde hadsiz kâinatlar, âlemler var. Herkesin hususî âleminin ve kâinatýnýn ve dünyasýnýn direði kendi hayatýdýr. Nasýl herkesin elinde bir âyinesi bulunsa ve bir büyük saraya mukabil tutsa, herkes bir nevi saraya, aynasý içinde sahip olur. Öyle de, herkesin hususî bir dünyasý var. Bir kýsým ehl-i hakikat, bu hususî dünyasýný "Lâ mevcude illâ hu" diye inkâr etmekle, terk-i masiva sýrrý ile Cenab-ý Hakk'a karþý huzur-u daimî ve marifet-i Ýlâhiye'yi bulur. Ve bir kýsým ehl-i hakikat da, yine daimî marifet ve huzuru bulmak için, "Lâ meþhude illâ hu" deyip, kendi hususî dünyasýný nisyan hapsine sokar. Fânilik perdesini üstüne çeker. Huzuru bulmakla bütün ömrünü bir nevi ibadet hükmüne getirir.

 

 

 

Sh:»(Em:481)

 

 

 

Þimdi bu zamanda, Kur'an'ýn i'caz-ý mânevîsi ile tezahür eden وَفِى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اَيَةٌ يَدُلُّ عَلَى اَنَّهُ وَاحِدٌ sýrrý ile; yani zerrelerden yýldýzlara kadar herþeyde bir pencere-i tevhid var. Ve doðrudan doðruya zât-ý Vâcibül-Vücud'u sýfâtiyle bildiren âyetler, yani delâletler ve iþaretler var.

 

Ýþte, Hüve Nüktesiy'le bu mezkûr hakikat-ý kudsiyeye ve imaniyeye ve huzuriyeye icmalen iþaretler vardýr. Risale-i Nur, bu hakikatý izahatý ile isbat etmiþ. Eski zamandaki ehl-i hakikat, bir derece mücmelen ve muhtasaran beyan etmiþler. Demek bu dehþetli zaman, daha ziyade bu hakikate muhtaçtýr ki; Kur'an-ý Hakîm'in i'caziyle, bu hakikat tafsilâtý ile ihsan edilmiþ. Nur Risaleleri de bu hakikate bir naþir olmuþlar...

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ -391-

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَآئِمًا

 

 

 

Aziz, Sýddýk Kardeþlerim;

 

Evvelen: Seksen sene bir mânevî ömr-ü bâkî kazandýran þuhur-u selâsenizi ve mübarek kudsî gecelerinizi ve leyle-i regaibinizi ve leyle-i mi'racýnýzý ve leyle-i berâtýnýzý ve leyle-i kadrinizi ruh u canýmýzla mtebrik ve herbir Nurcu'nun mânevî kazançlarý ve dualarý umum kardeþleri hakkýnda makbuliyetini rahmet-i Ýlâhiye'den rica ve hizmet-i Nuriye'de muvaffakýyetinizi tebrik ederiz.

 

Sâniyen: Tesemmüm vesilesiyle nisyan-ý mutlak hastalýðýnýn mus3ibeti, benim hakkýnda bir nimet ve merhamet hükmüne ve bazý hakaikýn keþfine bir anahtar olduðunu bana çok acýmamak için haber veriyorum. Fakat, yine duanýzý ruh u canýmla rica ediyorum.

 

Evet, þimdi Siracünnur baþýndaki münâcâtý okudum. Ülfet ve âdet ve yeknesaklýk perdeleri altýnda çok hârika hakikatler gizleniyor gördüm. Bilhassa ehl-i gaflet ve ehl-i tabiat ve felsefenin dinsiz kýsmý ve âdetullah kanunlarýnýn perdesi altýnda çok mu'cizat-ý kudret-i Ýlâhiye'yi görmeyip, dað gibi bir hakikatý, zerre gibi bir âdi

 

 

 

Sh:»(Em:482)

 

esbaba isnad eder, yükletir. Kadir-i Mutlak'ýn, her þeydeki marifet yolunu sed eder. Ondaki nimetleri kör olup görmiyerek, þükür ve hamd kapýsýný kapýyorlar.

 

Meselâ: Bir tek kelimeyi ayný anda milyon, belki milyar kelime olarak, cilve-i kudret sahife-i havada istinsah ettiði gibi; اِلَيْهِ يَصْعَدُ اْلكَلِمُ الطَّيِّبُ Âyetinin remziyle her kelime-i tayyibe, bütün küre-i havada birden, âdeta zamansýz, kalem-i kudret ile istinsah edildiði gibi mânevî ve makbul hakikatlarýn bir yazar-bozar tahtasý hükmünde olan küre-i havada kudretin acib gaflet nazarýnda saklandýðý gibi þimdi, radyo namý verdikleri ayný hakikat ile sabit olmuþ ki: Ýçinde hadsiz bir ilim ve hikmet ve irade bulunan gayr-i mütenahi bir kudret-i ezeliyenin cilvesi, her zerre-i havaîde hazýr ve nazýrdýr ki; hadsiz ayrý ayrý kelimeler herbir zerre-i havâinin küçücük kulaðýna girip, incecik dilinden çýktýðý halde karýþmýyor, bozulmuyor, þaþýrmýyor.

 

Demek bütün esbab toplansa, tek bir zerrenin bu vazife-i fýtriyesindeki cilve-i kudret-i kudsiyeyi hiçbir cihette yapamadýðý ve bu her zerrenin hadsiz ince küçük kulaðýnda ve dilinde gayet hârika-i san'ata hiçbir cihette hiçbir parmak karýþmadýðý için ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet ülfet, âdet, kanunluk, yeknesaklýk perdesi ile saklayýp; âdi bir isim takýp, muvakkat kendilerini aldatýyorlar.

 

Meselâ: Ondördüncü Söz'ün Zeylinin hâþiyesinde denildiði gibi: Pek çok mu'cizatlý bir usta, bir týrnak kadar bir odun parçasýndan yüz okka muhtelif taamlarý, yüz arþýn muhtelif kumaþlarý yapsa; bir adam, o odun parçasýný gösterip dese "Bu iþler tabiî ve tasadüfî olarak bundan olmuþ." O ustanýn hârika san'atlarýný, hünerlerini hiçe indirse; ne derece bir hamakat ve dalâlette bir hurafet ve hezeyan olduðu gibi; aynen öyle de:

 

Çam ve incir aðacý gibi binler hârika san'atlarý tazammun eden bir mu'cize-i kudreti, nohut gibi iki çekirdeði gösterip: "Bunlar bundan olmuþ." demek; veya küre-i havayý bir konferans meydaný ve zemin yüzünü bir mdershane ve bir mekteb-i irfan hükmüne getiren ve hadsiz nimetleri tazammun eden ve hadsiz þükürler ile mukabele etmek lâzýmken; ve beþerin saadet-i ebediyesindeki ihsanat-ý Ýlâhiyenin lbir muaccel (Hâþiye) nümunesi; ve hiçbir þüpheyi býrakmayan ve doðrudan doðruya hazine-i rahmetten ihsan edilen bir hediye-i Rahmâniyeye radyo namýný takmakla, bu elektrik ve

 

____________

 

(Hâþiye): Bu kelimede büyük bir hakikat hazinesinin anahtarýna iþaret var.

 

 

 

Sh:»(Em:483)

 

havanýn temevvücatý namýný vermek ile, o yüzbin nimetlere küfran perdesini çekmek, aynen o misal gibi maddiyunlarýn ve ehl-i dalâletin hadsiz bir divanelikleridir ki hadsiz bir cinayet olup, hadsiz bir azaba onlarý müstahak eder.

 

Ýþte kardeþlerim; hakikaten bugün, Siracünnur'un baþýndaki münâcâtý tashih niyeti ile okudum. Kuvve-i hafýzam tam söndüðü için, birden o münâcâtýn hakikatlerine karþý-gûya seksen yaþýnda iken yeni dünyaya gelmiþim gibi-birden ülfet ve âdetleri bilmiyor gibi, o malûm âdetler perde olamadý. Kemal-i þevk ile tam istifade edip okudum. Pek harika gördüm. Ve anladým ki: Gizli düþmanlarýmýz bir kýsým resmî memurlarý aldatýp, Siracünnur'un âhirini bahane ederek müsaderesine; yani baþýndaki münâcâtýn intiþar etmemesine çalýþtýklarýna kanaatim geldi. Rehber'deki Hüve Nüktesi gibi bu münâcât da, Siracunnur'a dinsizler tarafýndan hücumun bir sebebidir.

 

Sâlisen: Size bütün ruh u canýmla müjde veriyoruz ki; Nurculardaki tam ihlâs ve hakikî sadakat ve sarsýlmaz tesanüd vesilesiyle baþýmýza gelen bütün musibetler, hizmet-i îmaniyemiz noktasýnda büyük nimetlere çevrilmiþ; ve perde altýnda hatýr ve hayale gelmeyen Nur'un fütuhatlarý oluyor..

 

Meselâ, Isparta'dan buraya mahkemeye gelmekliðim için yüz banknot, otomobile mecburiyetle verildi. Sizi temin ediyorum ki, yalnýz bu mes'elede ve yalnýz Rehber'e ait ve yalnýz benim þahsýma ait meydan gelen ve gelmeðe baþlayan netice-i hizmete iki bin banknot verseydim yine ucuz sayacaktým. Umuma ait neticeleri de buna kýyas edilsin...

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Duanýza muhtaç hasta kardeþiniz

 

Said Nursî

 

***

 

-392-

 

NUR ÂLEMÝNÝN BÝR ANAHTARININ BÝR HÂÞÝYESÝ

 

Bu Nur Anahtarý'nýn radyo bahsine dair, iki üniversiteli ile, bir gün hareket etmekte olan, hiçbir telle baðlý bulunmayan bir otomobilde bulunan radyo ile, uzakta bir mevlüd-i þerif dinliyorduk. O iki Nurcu üniversitelilere dedim:

 

"Nur"da dahi; hayat, vücud gibi doðrudan doðruya kudret-i Ýlâhiyenin mperdesiz tecellisi bedahetle göründüðüne bir delil budur

 

 

 

Sh:»(Em:484)

 

ki: Þimdi bu makinecikteki týrnak kadar bir hava, mânevî az bir nur, yalnýz bu mevli dden gelen kelimeleri dinler, söyler deðil, belki binler, milyonlar kelimeleri ayný anda dinler söyler ki, binler istasyondaki ayrý ayrý kelimeleri þimdiki iþittiðimiz kelimeler gibi iþitir ve iþittirebilir, bize söyleyebilir. Demek en cüz'i en küllî olur.

 

Hem o küçücük, parçacýk hava, küre-i hava kadar vazife görür. En küçük, en büyük küre-i hava kadar büyür.

 

Eðer cilve-i Kudret-i Ezeliye'ye verilmezse; öyle acib bir hurafeli tezad olur ki; hiçbir hayale gelmez. Bir þey zýddýna inkýlâbý muhal olduðundan; böyle binler derece en cüz'î, zýddý olan en küllî olmak.... en küçük, en büyük olmak... en camid, cahil, þuursuz, âciz; en muktedir, en dirâyetli ve iradetli ve þuurlu olmak lâzým gelir ki: Yüzer tezad ve muhaller ve hurafetler içinde, emsali bulunmaz bir hurafedir.

 

Demek, bilbedâhe Kudret-i Ezeliyenin bir cilvesidir. Ve o cilvenin küre-i havada umumen temsil eden bu gelen Hadîs-i Þerîf'in meâli gösteriyor. Þöyle ki:

 

Bir melâike var. Kýrkbin baþý var. Her baþýnda, kýrkbin dil var. Her bir dilde, kýrkbin tesbihat yapýyor. Altmýþ dört trilyon tesbihat ayný anda söylüyor. Demek küre-i hava, bu melâike gibidir. Yani; bu melâikenin tesbihatý adedince her kelime-i tayyibe, hava sahifesinde yazýyor.

 

Küre-i hava diyor ki: "Bu Hadîs, benden veya bana nezarete me'mur melekten haber veriyor. Çünki: Ýnsandaki bütün konuþmalar ve sair bütün hadsiz sesler, karýþmalarý içinde karýþtýrýlmadan tam hurufatiyle ve söyleyenlerin þiveleriyle, mümtaz sesleriyle söylenmek gösterir ki; küllî bir þuurla yapýlan bu iþ yalnýz tek bir zerrenin vazifesi; ne bana,-yani küre-i havaya ve ne de bütün esbaba vermesi hiç bir cihet-i imkâný yok. Demek her yerde hâzýr, nâzýr ehadiyet cilvesiyle ve içinde ihatalý bir irade, muhit bir ilim bulunan bir kudret-i ezeliyenin cilvesidir. Buna milyonlar þahidlerinden birisi radyodur."

 

"Onikinci Söz'de" Hikmet-i Kur'aniye ile hikmet-i felsefeyi müvazene bahsinde denilmiþ olan mes'elenin meâli budur ki: Felsefe-i insaniye, gayet harikulâde mu'cizat-ý kudret-i Ýlâhiye'nin mu'cizat-ý rahmeti üstüne âdiyat mperdesi çeker. O âdiyat altýndaki vahdaniyet delillerini ve o harika nimetlerini görmüyor, göstermiyor. Fakat âdetten huruç etmiþ husuî bazý cüz'iyyatý görür, ehemmiyet verir.

 

 

 

Sh:»(Em:485)

 

telâhuk-u efkârdan ileri gelen taharriyat neticesinde ellerine ihsan eder. Buna karþý þükür etmek lâzým gelirken, bir küfran-ý nimet nev'inden âdi, âciz bir insanýn icadý, hüneri nazariyle bakýp; sonra o küllî bir þuur ve ilim ve irade ve rahmet ve ihsanýn neticesi olan o hârikalarý unutturup, yalnýz ince bir perdesini gösterip; þuursuz tesadüfe, tabiata ve camid maddelere havale edip, ahsen-i takvimde olan insaniyetin mahiyetine zýd bir cehl-i mutlak kapýsýný açmaktýr. Öyle ise: وَفِى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اَيَةٌ يَدُلُّ عَلَى اَنَّهُ وَاحِدٌ düsturiyle, mahlûkata mâna-yý harfiyle bakmak elzemdir ki insan, insan olsun. سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَآ اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ اْلعَلِيمُ اْلحَكِيمُ

 

Aziz Sýddýk Kardaþlarým!

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَبِهِ نَسْتَعِينُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

-393-

 

Evvelâ; bu günlerde sûre-i Ankebût'ta,

 

مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ اَوْلِيَآءَ كَمَثَلِ اْلعَنْكَبُوتِ اتَّخذَتْ بَيْتًا وَاِنَّ اَوْهَنَ اْلبُيُوتِ لَبَيْتُ اْلعَنْكَبُوتِ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

 

âyetini okurken birden þiddetli bir vehim geldi ki: "En zayýf hâne örümceðin hânesidir. Allah'a þerik yapanlar faraza bilseler yani, imana gelmeyen Kureyþ rüesâlarý eðer bilseler.." mânasýnda olan bu âyetin belâðatýna münasib bir vaziyet görülmedi.

 

Birden ayný zamanda Zülfikar Mu'cizat-ý Ahmediye'yi tashih için açtým. Birden þu satýrlar nazarýma iliþti: "Birinci Hâdise: Manevî tevatür derecesinde bir þöhret ile Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Ebu Bekr-i Sýddîk ile küffarýn tazyikinden kurtulmak için tahassün ettikleri Gâr-ý Hira'nýn kapýsýnda iki nöbetçi gibi, iki güvercinin gelip, beklemeleri ve örümcek dahi perdedâr gibi hârika bir tarzda kalýn bir að ile maðara kapýsýný örtmesidir.

 

Hattâ rüesâ-yý Kureyþ'ten, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn eliyle Gazve-i Bedirde öldürülen Übeynn-ibni-Halef, maðaraya bakmýþ. Arkadaþlarý demiþler: Maðaraya girelim. O demiþ: Nasýl girelim. Burada bir að görüyorum ki, Muhammed (A.S.M.) tevellüd etmeden bu að yapýlmýþ gibidir. Birden bu âyet-i kerimenin iki harfinde yani (#) "lev" harflerinde bir mu'cize

 

 

 

Sh:»(Em:487)

 

gördüm ki, benim vehmim yerine yüksek bir lem'a-i i'caz bildim. Þöyleki:

 

Sûre-i Ankebût Mekke'de nazil olduðu için Kureyþ'in imana gelmeyen reisleri Peygamber (A.S.M.)a sû-i kasd edeceklerini ve o sû-i kasdýn içinde en zayýf ve en küçük bir hayvan olan lbir örümcek o reislerin o þiddetli hücumlarýna karþý mukabele edip galebe edecek. Yani örümceðin hanesi olan að en zaif bir perde iken o kuvvetli reisleri maðlûb edeceðini göstermekle âyet diyor ki: "En zaif bir hayvana maðlûb olacaklarýný faraza bilseydiler, bu cinayete ve bu sû-i kasda teþebbüs etmeyeceklerdi." Ýþte اَلْيَوْمَ نُنَجّيكَ بِبَدَنِكَ âyetinde bir kelime ile bir mu'cize-i tarihiye gösterildiði gibi (Hâþiye) Mekke'de nazil olan bu sûrenin de, bu لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ âyetinde görülen remz ile Gâr-i Hira hâdisesinde hârika bir Hýfz-ý Ýlâhiye ve ihbar-ý gaybî neviden bir Mu'cize-i Nebeviye'ye iþaret ile, bir lem'a-i i'caz gösterip, o sûreye Ankebût nâmý vermek ve onun ehemmiyetsiz aðýna ehemmiyet vermek tam yerinde olup, bu âyete gelen þüphe ve evhamlarý esasiyle red ettiðini gördüm. Cenâb-ý Hakk'a hadsiz þükrettim ki Kur'an'ýn sûrelerinde ve âyetlerinde hatta cümlelerinde ve kelimelerinde de i'caz lam'alarý olduðu gibi harflerinde de vardýr bildim.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Hasta kardeþiniz

 

Said Nursî

 

***

 

_______________

 

 

 

Hâþiye): Mu'cizat-ý Kur'aniye'de اَلْيَوْمَ نُنَجّكَ بِبَدَنِكَ âyetiyle gark olan Fir'avn'a der: "Bugün gark olan cesedine necat vereceðim," demesiyle umum Fir'avnlarýn tenasüh fikrine binaen cenazelerini mumyalamak ile maziden alýp müstakbeldeki ensâl-i âtinin temaþagâhýna göndermek olan mevtalud, ibretnüma bir düstur-u hayatiyelerini ifade etmekle beraber þu asr-ý âhirnde o gark olan Fir'avn'ýn ayný cesedi olarak keþfolunan bir beden o mahall-i gark denizinden sahile atýldýðý gibi zamanýn denizinden asýrlarýn mevcelerinin üstünde þu asýr sahiline atýlacaðý mu'cizane bir iþaret-i gaybiye ifade eder. (Hâþiyenin hâþiyesi)

 

(Hâþiyenin hâþiyesi) : Bu asýrda ecnebiler ayný Fir'avn'ýn cesedini bulmuþlar. Müzehanelerine götürdükleri ceridelerle neþredilmiþtir.

 

-410-

 

 

 

sh: » (Em: 488)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Evvelâ: Hem geçmiþ, hem gelecek, hem maddî, hem manevî bayramlarýnýzý ve mübarek gecelerinizi bütün ruh u canýmla tebrik ve ettiðiniz ibadet ve dualarýn makbuliyetini rahmet-i Ýlahiyeden bütün ruh u canýmýzla niyaz edip, isteyip, o mübarek dualara âmîn deriz.

 

Sâniyen: Hem çok defa manevî, hem çok cihetlerden ehemmiyetli iki suallerine mahrem cevab vermeye mecbur oldum.

 

Birinci Sualleri: Ne için eskiden hürriyetin baþýnda siyasetle hararetle meþgul oluyordun? Bu kýrk seneye yakýndýr ki, bütün bütün terk ettin?

 

Elcevab: Siyaset-i beþeriyenin en esaslý bir kanun-u esasîsi olan: "Selâmet-i millet için ferdler feda edilir. Cemaatin selâmeti için eþhas kurban edilir. Vatan için herþey feda edilir." diye; bütün nev'-i beþerdeki þimdiye kadar dehþetli cinayetler bu kanunun sû'-i istimalinden neþ'et ettiðini kat'iyen bildim. Bu kanun-u esasî-yi beþeriye, bir hadd-i muayyenesi olmadýðý için çok sû'-i istimale yol açmýþ. Ýki harb-i umumî, bu gaddar kanun-u esasînin sû'-i istimalinden çýkýp bin sene beþerin terakkiyatýný zîr ü zeber ettiði gibi, on cani yüzünden doksan masumun mahvýna fetva verdi. Bir menfaat-i umumî perdesi altýnda þahsî garazlar, bir cani yüzünden bir kasabayý harab etti. Risale-i Nur bu hakikatý bazý mecmua ve müdafaatta isbat ettiði için onlara havale ediyorum.

 

Ýþte beþeriyet siyasetlerinin bu gaddar kanun-u esasîsine karþý Arþ-ý Azam'dan gelen Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'daki bu gelen kanun-u esasîyi buldum. O kanunu da þu âyet ifade ediyor:

 

وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى { مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى اْلاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا

 

Yani bu iki âyet, bu esasý ders veriyor ki: "Bir adamýn cinayetiyle baþkalar mes'ul olmaz. Hem bir masum, rýzasý olmadan, bütün

 

sh: » (Em: 489)

 

insana da feda edilmez. Kendi ihtiyarýyla, kendi rýzasýyla kendini feda etse, o fedakârlýk bir þehadettir ki, o baþka mes'eledir." diye hakikî adalet-i beþeriyeyi tesis ediyor. Bunun tafsilâtýný da Risale-i Nur'a havale ediyorum.

 

Ýkinci Sual: Sen eskiden þarktaki bedevi aþairde seyahat ettiðin vakit, onlarý medeniyet ve terakkiyata çok teþvik ediyordun. Neden, kýrk seneye yakýndýr, medeniyet-i hazýradan "mimsiz" diyerek hayat-ý içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?

 

Elcevab: Medeniyet-i hazýra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiði için seyyiatý hasenatýna; hatalarý, zararlarý, faidelerine racih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-ý umumiye ve saadet-i hayat-ý dünyeviye bozuldu. Ýktisad, kanaat yerine israf ve sefahet ve sa'y ve hizmet yerine tenbellik ve istirahat meyli galebe çaldýðýndan, bîçare beþeri hem gayet fakir, hem gayet tenbel eyledi. Semavî Kur'anýn kanun-u esasîsi لَيْسَ ِلْلاِنْسَانِ اِلاَّ مَا سَعَى { كُلُوا وَ اشْرَبُوا وَ لاَ تُسْرِفُوا ferman-ý esasîsiyle: "Beþerin saadet-i hayatiyesi, iktisad ve sa'ye gayrette olduðunu ve onunla beþerin havas, avam tabakasý birbiriyle barýþabilir." diye Risale-i Nur bu esasý izaha binaen kýsa bir-iki nükte söyleyeceðim:

 

Birincisi: Bedevilikte beþer üç-dört þeye muhtaç oluyordu. O üç-dört hacatýný tedarik etmeyen on adedde ancak ikisi idi. Þimdiki garb medeniyet-i zalime-i hazýrasý sû'-i istimalat ve israfat ve hevesatý tehyic ve havaic-i gayr-ý zaruriyeyi, zarurî hacatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle þimdiki o medenî insanýn tam muhtaç olduðu dört hacatý yerine, yirmi þeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hacatý tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir. Onsekizi muhtaç hükmünde kalýr. Demek bu medeniyet-i hazýra insaný çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beþeri zulme, baþka haram kazanmaya sevk etmiþ. Bîçare avam ve havas tabakasýný daima mübarezeye teþvik etmiþ. Kur'an'ýn kanun-u esasîsi olan "vücub-u zekat, hurmet-i riba" vasýtasýyla avamýn havassa karþý itaatini ve havassýn avama karþý þefkatini temin eden o kudsî kanunu býrakýp burjuvalarý zulme, fukaralarý isyana sevk etmeye mecbur etmiþ. Ýstirahat-ý beþeriyeyi zîr ü zeber etti!

 

Ýkinci Nükte: Bu medeniyet-i hazýranýn hârikalarý, beþere birer nimet-i Rabbaniye olmasýndan, hakikî bir þükür ve menfaat-ý beþerde istimali iktiza ettiði halde, þimdi görüyoruz ki: Ehem

 

sh: » (Em: 490)

 

miyetli bir kýsým insaný tenbelliðe ve sefahete ve sa'yi ve çalýþmayý býrakýp istirahat içinde hevesatý dinlemek meylini verdiði için sa'yin þevkini kýrýyor. Ve kanaatsizlik ve iktisadsýzlýk yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevkediyor. Meselâ: Risale-i Nur'daki "Nur Anahtarý"nýn dediði gibi: "Radyo büyük bir nimet iken, maslahat-ý beþeriyeye sarf edilmek ile bir manevî þükür iktiza ettiði halde, beþte dördü hevesata, lüzumsuz malayani þeylere sarf edildiðinden; tenbelliðe, radyo dinlemekle heveslenmeye sevk edip, sa'yin þevkini kýrýyor. Vazife-i hakikiyesini býrakýyor. Hattâ çok menfaatli olan bir kýsým hârika vesait, sa'y ve amel ve hakikî maslahat-ý ihtiyac-ý beþeriyeye istimali lâzým gelirken, ben kendim gördüm; ondan bir-ikisi zarurî ihtiyacata sarfedilmeye mukabil, ondan sekizi keyf, hevesat, tenezzüh, tenbelliðe mecbur ediyor. Bu iki cüz'î misale binler misaller var.

 

Elhasýl: Medeniyet-i garbiye-i hazýra, semavî dinleri tam dinlemediði için, beþeri hem fakir edip ihtiyacatý ziyadeleþtirmiþ. Ýktisad ve kanaat esasýný bozup, israf ve hýrs ve tama'ý ziyadeleþtirmeye, zulüm ve harama yol açmýþ. Hem beþeri vesait-i sefahete teþvik etmekle o bîçare muhtaç beþeri tam tenbelliðe atmýþ. Sa'y ve amelin þevkini kýrýyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faidesiz zayi' ediyor.

 

Hem o muhtaç ve tenbelleþmiþ beþeri hasta etmiþ. Sû'-i istimal ve israfat ile yüz nevi hastalýðýn sirayetine, intiþarýna vesile olmuþ.

 

Hem üç þiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatýra getiren kesretli hastalýklar ve dinsizlik cereyanlarýnýn o medeniyetin içlerine yayýlmasýyla; intibaha gelip uyanmýþ beþerin gözü önünde ölümü idam-ý ebedî suretinde gösterip, her vakit beþeri tehdid ediyor. Bir nevi cehennem azabý veriyor.

 

Ýþte bu dehþetli musibet-i beþeriyeye karþý Kur'an-ý Hakîm'in dörtyüz milyon talebesinin intibahýyla ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üçyüz sene evvel gösterdiði gibi, yine bu dörtyüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarýyla beþerin bu üç dehþetli yarasýný tedavi etmesini; ve eðer yakýnda kýyamet kopmazsa, beþerin hem saadet-i hayat-ý dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ý uhreviyesini kazandýracaðýný ve ölümü, idam-ý ebedîden çýkarýp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini ve ondan çýkan medeniyetin mehasini, seyyiatýna tam galebe edeceðini ve þimdiye kadar olduðu gibi; dinin bir kýsmýný, medeniyetin bir kýsmýný kazanmak için rüþvet vermek deðil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardýmcý edeceðini Kur'an-ý

 

sh: » (Em: 491)

 

Mu'ciz-ül Beyan'ýn iþarat ve rumuzundan anlaþýldýðý gibi rahmet-i Ýlahiyeden þimdiki uyanmýþ beþer bekliyor, yalvarýyor, arýyor!

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Said Nursî

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Aziz, sýddýk, fedakâr kardeþlerim!

 

Çok yerlerden telgraf ve mektublarla bayram tebrikleri aldýðým ve çok hasta bulunduðum için, vârislerim olan Medreset-üz Zehra erkânlarý benim bedelime hem kendilerini, hem o has kardeþlerimizin bayramlarýný tebrik etmekle beraber, âlem-i Ýslâm'ýn büyük bayramýnýn arefesi olan ve þimdilik Asya ve Afrika'da inkiþafa baþlayan ve dörtyüz milyon Müslüman'ý birbirine kardeþ ve maddî ve manevî yardýmcý yapan Ýttihad-ý Ýslâm'ýn, yeni teþekkül eden Ýslâmî devletlerde tesise baþlamasýnýn ve Kur'an-ý Hakîm'in kudsî kanunlarýnýn o yeni Ýslâmî devletlerin kanun-u esasîsi olmasýndan dolayý büyük bayram-ý Ýslâmiyeyi tebrik ve dinler içinde bütün ahkâm ve hakikatlarýný akla ve hüccetlere istinad ettiren Kur'an-ý Hakîm'in, zuhura gelen küfr-ü mutlaký tek baþýyla kýrmasýna çok emareler görülmesi ve beþer istikbalinin de bu gelen bayramýný tebrik ile beraber, Medreset-üz Zehra'nýn ve bütün Nur Talebelerinin hem dâhil hem hariçte, hem Arabça, hem Türkçe Nurlarýn neþriyatýna çalýþmalarýný ve dindar Demokratlarýn bir kýsm-ý mühimmi Nurlarýn serbestiyetine taraftar çýkmalarýný bütün ruh u canýmýzla tebrik ediyoruz...

 

Bu sene hacýlarýn az olmasýna çok esbab var iken, yüz seksen binden ziyade hacýlarýn o kudsî farizayý ve din-i Ýslâm'ýn kudsî ve semavî kongresi hükmünde olan bu hacc-ý ekberi büyük bir bayramýn arefesi noktasýnda olarak bütün ruh u canýmýzla tebrik ediyoruz.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Hasta kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

 

 

 

 

sh: » (Em: 492)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

 

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim ve manevî Medreset-üz Zehra'nýn Nur þakirdleri!

 

Ben Isparta'ya geldiðim vakit, Isparta'da Ýmam-Hatib ve Vaiz Mektebinin açýlacaðýný haber aldým. O mektebe kaydolacak talebelerin ekserisi Nurcu olmalarý münasebetiyle o mektebin civarýnda gayr-ý resmî bir surette bir Nur Medresesi açýlýp, o mektebi bir nevi Medrese-i Nuriye yapmak fikriyle bir hatýra kalbime geldi. Bir-iki gün sonra güya bir ders vereceðim diye etrafta þâyi' olmasýyla o dersimi dinlemek için rical ve nisa kafilelerinin etraftan gelmeleriyle anlaþýldý ki, böyle nim-resmî ve umumî bir Medrese-i Nuriye açýlsa o derece kalabalýk ve tehacüm olacak ki, kabil olmayacak. Afyon'da mahkemeye gittiðimiz vakitki gibi pek çok lüzumsuz içtimalar olmak ihtimali bulunduðundan o hatýra terkedildi. Kalbe bu ikinci hakikat ihtar edildi. Hakikat da þudur:

 

Her bir adam eðer hanesinde dört-beþ çoluk çocuðu bulunsa kendi hanesini bir küçük Medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eðer yoksa, yalnýz ise, çok alâkadar komþularýndan üç-dört zât birleþsin ve bu heyet bulunduklarý haneyi küçük bir Medrese-i Nuriye ittihaz etsin. Hiç olmazsa iþleri ve vazifeleri olmadýðý vakitlerde, beþ-on dakika dahi olsa Risale-i Nur'u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir mikdar meþgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevablarýna ve þereflerine mazhar olduklarý gibi, Ýhlas Risalesi'nde yazýlan beþ nevi ibadete de mazhar olurlar. Hakikî ilim talebeleri gibi, onlarýn maiþetlerini temin hususundaki âdi muameleleri de bir nevi ibadet hükmüne geçebilir diye kalbe ihtar edildi. Ben de kardeþlerime beyan ediyorum.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Hasta Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

sh: » (Em: 493)

 

29.11.1951

 

Eskiþehir

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Evvelen: Bütün ruh u canýmla hizmet-i Kur'aniye ve imaniyenizi tebrik ediyorum. Bu mektubda bir ince mes'eleyi meþveret suretiyle re'yinizi almak için gönderdik. Münasib midir? Deðilse ýslah edersiniz.

 

Sâniyen: Risale-i Nur'da isbat edilmiþ ki, insanlarýn ayn-ý zulümleri içinde kader-i Ýlahî adalet eder. Yani, insanlar bazý sebeble haksýz zulmeder, birisini hapse atar. Fakat kader-i Ýlahî ayný hapiste baþka sebebe binaen adalet ediyor ki; hakikî bir suça binaen o hapisle onu mahkûm ediyor. Ýþte þimdi bu hakikatý gösteren, baþýma gelen acib bir misali þudur: Yirmisekiz senedir müteaddid vilayetlerde ve mahkemelerde benim mes'uliyetime ve mahkûmiyetime ve mahbusiyetim gibi zalimane iþkence ve cezalarýna gösterdikleri sebeb, hiçbir emaresini bulmadýklarý mevhum bir suçum þudur: Diyorlar:

 

"Said, dini siyasete âlet yapmak ister ve yapýyor." Halbuki bu davalarýna otuz senelik musibetli yeni hayatýmda ve otuz büyük mecmualarýmda bu suça müsbet bir delil bulamadýlar. Halbuki böyle mes'elelerde bir mahkeme madem bulmadý ve mes'ul edemedi. Baþka mahkemelerin musýrrane ayný mes'eleyi esas tutmalarý, bütün bütün kanuna ve akla ve âdete muhalif bir halettir. Belki siyaseti dinsizliðe âlet edenler kýsmý, kendilerine bir perde olarak bu ittihamý bizlere ediyorlar. Bununla beraber dine hizmet itibariyle taalluk eden eski altmýþ senelik hayat-ý ilmiyem kat'î bir hüccet ve yakîn bir delildir ki; bütün hayatýmda temas ettiðim siyaseti ve dünyayý ve bütün içtimaî cereyanlarý, dine hizmetkâr ve âlet ve tâbi' yapmak düsturuyla hareket etmiþim. Mahkemelerde de hem dava, hem isbat etmiþim ki, deðil dini siyasete âlet yapmak, belki birtek hakikat-ý imaniyeyi dünya saltanatýna deðiþtirmediðimi kat'î delillerle isbat ettiðim halde, böyle yirmi vecihle hakikata muhalif ve divanecesine, büyük makamýnýzý iþgal eden bir kýsým adliye memurlarý ve siyasî adamlar bu acib hurafe gibi mes'eleyi hakikat zannedip yirmisekiz sene bana zulmettiklerinin hakikî sebebini bugünlerde bildim.

 

sh: » (Em: 494)

 

Sebebi bu ki: Bu enaniyetli zamandaki hizmet-i imaniyede en büyük tehlikem ve manevî en büyük suçum ve cinayetim; bu zamanda hizmet-i Kur'aniyemi þahsýma ait maddî ve manevî terakkiyatýma ve kemalâtýma âlet yapmak imiþ. Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükrediyorum ki; bu uzun zamanlarda ihtiyarým haricinde hizmet-i imaniyemi, deðil maddî ve manevî terakkiyatýma ve kemalâtýma ve azabdan ve Cehennem'den kurtulmama ve hattâ saadet-i ebediyeme vesile yapmama, belki hiçbir maksada kat'iyen âlet etmemekliðime gayet kuvvetli, manevî bir mani' görüyordum. Hayret hayret içinde kalýyordum.

 

Acaba herkesin hoþlandýðý manevî makamatý ve uhrevî saadetleri a'mal-i sâliha ile onlarý kazanmak ve müteveccih olmak, hem meþru hem hiçbir cihet-i zararý olmadýðý halde ne için böyle ruhen men'ediliyorum. Rýza-yý Ýlahîden baþka vazife-i fýtriye-i ilmiyenin sevkiyle yalnýz ve yalnýz imana hizmetin kendisi ayn-ý ücret bana gösterilmiþ. Çünki þimdi bu zamanda hiçbir þeye âlet ve tâbi' olmayan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i imaniyeyi fýtrî ubudiyet ile muhtaçlara tesirli bir surette bildirmenin bu dehþetli zamanda çare-i yegânesi ve imaný kurtaracak ve kat'î kanaat verecek bu tarzda, yani hiçbir þeye âlet olmayan bir ders-i Kur'anî lâzýmdýr ki, küfr-ü mutlaký ve mütemerrid ve inadçý dalaleti kýrsýn ve herkese kanaat-ý kat'iye verebilsin. Böyle bir derse bu zamanda bu þerait dâhilinde hiçbir þahsî ve uhrevî ve dünyevî, maddî ve manevî bir þeye âlet edilmediðini bilmekle kat'î kanaat gelebilir. Yoksa komitecilikten ve cem'iyetçilikten tevellüd eden dehþetli dinsizlik þahsiyet-i maneviyesine karþý mukabil çýkan bir þahsýn en büyük bir mertebe-i maneviyesi de bulunsa, yine vesveseleri bütün bütün izale edemez. Çünki imana girmek isteyen muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki, "Bu kudsî þahýs dehasýyla ve hârika makamýyla bizi kandýrdý" diye bir þübhesi kalýr.

 

Cenab-ý Hakk'a þükür ki, yirmisekiz sene dini siyasete âlet ittihamý altýnda kader-i Ýlahî bu zulm-ü beþerîde benim ruhumu ihtiyarým haricinde dini hiçbir þahsî þeyde âlet etmemek için beni, beþerin zalimane eliyle ayn-ý adalet olarak tokatlýyor, yani sakýn sakýn diye ikaz ediyor. Ýman hakikatýný kendi þahsýna âlet yapma, tâ imana muhtaç olanlar anlasýnlar ki; yalnýz hakikat konuþuyor. Nefsin evhamlarý, þeytanýn desiseleri kalmasýn, sussun.

 

Hakikaten Risale-i Nur'un bahsettiði hakikatlerin ayný mealinde milyonlar kitab o hakikatleri belîgane neþrettikleri halde ve binler hakikî âlimler ders vermeleriyle bu memlekette dehþetli

 

sh: » (Em: 495)

 

küfr-ü mutlaký tam durduramadýklarý halde, Nurlar mezkûr sýrra binaen bir cihette galebe ettiðini düþmanlar dahi tasdik ederler. Evet küfr-ü mutlaka karþý bu aðýr þerait içinde Nurlar bu iþi görmüþ, meydandadýr. Demek Nurlarýn kuvveti bu sýrr-ý azîmden ileri geliyor. Ben de bütün ruh u canýmla yirmisekiz sene bu iþkenceli musibetlerime razý oldum. Hakkýmý helâl ettim. Âdil kadere de derim ki: Müstehak idim senin bu þefkatli tokatlarýna... Yoksa gayet meþru, zararsýz, herkesin lillah için takib ettikleri mübarek mesleðe girseydim, yani maddî ve manevî hislerimi bütün feda etmeseydim, hizmet-i imaniyede bu acib manevî kuvveti kaybedecektim. Ýþte bu kuvvetin bir acib nümunesi bazý zâtlarýn ki, ben onlarýn ancak edna bir talebesi olabildiðim halde; onlarýn hakaik-i imaniyeye dair bir kitabýný birisi okumuþ, Risale-i Nur'un da bir sahifesini okumuþ. Risale-i Nur'un bir sahifesiyle daha ziyade imanýný kurtardýðýný ikrar etmiþ.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Duanýza muhtaç kardeþiniz

 

Said Nursî

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Evvelen: Cenab-ý Hakk'a yüzbin þükür ediyoruz ki, ellibeþ sene bir gaye-i hayalim ve hayatýmýn bir neticesi olan Medreset-üz Zehra'nýn manevî hakikatýný, siz Medreset-üz Zehra erkânlarý tamamýyla gösteriyorsunuz.

 

Sâniyen: Þiddetli hastalýk ve sair sebeblerin tesiriyle ben Nurcu kardeþlerimle konuþamadýðýmdan ve o musahabeden mahrum kaldýðýmdan benim bedelime sizler ve Risale-i Nur'un Kur'an medresesinde Yeni Said'e verdiði ders ve Eski Said'in de Hutbe-i Þamiye ve zeyilleri gibi hayat-ý içtimaiye medresesinde aldýðý dersleri ve konuþmalarý bu bîçare kardeþiniz bedeline, müþtak olduðum kardeþlerimle benim yerimde konuþmalarýný tevkil ediyorum.

 

sh: » (Em: 496)

 

Sâlisen: Bir küçük medrese-i Nuriyeyi kendi hanesinde tesis edip kahraman Tahirî gibi bir has, hâlis Nur naþirini daire-i Nuriyeye veren Tahirî'nin merhum pederinin vefatýný, hem onun akrabasýný, hem Isparta'yý, hem Nur dairesini ta'ziye ediyorum. Cenab-ý Hak Nur'un huruflarý adedince ruhuna rahmet eylesin, âmîn.

 

Râbian: Ýnebolu, Zühretünnur'dan üçyüzü benim hesabýma tahsis etmiþ. Ben de dedim: Yüzelli Isparta'ya ve yüzelli bana gelsin. Bana gelmiþ. Size gelen ise, ileride bana vereceðiniz Mektubat mecmuasýna mukabil ve size borcum var ise hesab edersiniz.

 

Hâmisen: Irak tarafýnda, hususan Baðdad'daki Üstad-ý Azam'ýn türbedarýna ve kardeþlerime selâmýmý teblið ve hayatým müsaade ederse, bütün ruh u canýmla o havaliye gitmek iþtiyakýmý bildirirsiniz.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Hasta kardeþiniz

 

Said Nursî

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz kardeþlerim!

 

Eski Said'in matbu eski eserlerinden birisi elime geçti. Merak ve dikkatle baktým. Bu gelen fýkra kalbe geldi. Münasibse Mektubat âhirinde yazýlsýn.

 

Evvelâ: Hürriyetin üçüncü senesinde aþairler arasýnda meþrutiyet-i meþruayý aþaire tam bildirmek ve kabul ettirmek için Ertuþ aþairi içinde hususan Küdan ve Mamhuran'a verdiði ders ve 1329'da Matbaa-i Ebuzziya'da tab'edilen, kýrkbir sene evvel tab' edilmiþ fakat maatteessüf yirmi-otuz seneden beri arýyordum, bulamamýþtým. Bu defa birisi bir nüsha bulup bana göndermiþ. Ben de Eski Said kafasýný alýp ve Yeni Said'in sünuhatýyla dikkatle mütalaa ettim. Anladým ki, Eski Said acib bir hiss-i kablelvuku' ile otuz-kýrk sene sonra þimdi vukua gelen vukuat-ý maddiye ve maneviyeyi hissetmiþ. Ve bedevi Ekrad aþairi perdesi arkasýnda, bu zamanýn medenî perdesini kendilerine maske yapan ve vatanperverlik perdesi altýnda dinsiz ve hakikî bedevi ve hakikî mürteci; yani bu milleti, Ýslâmiyet'ten evvelki âdetlerine sevkeden hainleri görmüþ gibi onlarla konuþup baþlarýna vuruyor.

 

sh: » (Em: 497)

 

Sâniyen: O matbu eserin yüzbeþinci sahifeden tâ yüzdokuza kadar parçaya dikkatle baktým. O zamanda aþaire ders verdiðim o sualler ve cevablar vaktinde mühim bir veli içlerinde bulunuyormuþ. Benim de haberim yok. O makamda þiddetli itiraz etti. Dedi:

 

"Sen ifrat ediyorsun, hayali hakikat görüyorsun, bizi de tahkir ediyorsun. Âhirzamandýr, gittikçe daha fenalaþacak." O vakit, ona karþý matbu kitabda böyle cevab vermiþ:

 

Herkese dünya terakki dünyasý olsun, yalnýz bizim için mi tedenni dünyasýdýr? Öyle mi? Ýþte ben de sizinle konuþmayacaðým, þu tarafa dönüyorum; müstakbeldeki insanlarla konuþacaðým.

 

Ey yüzden tâ üçyüz seneden sonraki yüksek asrýn arkasýnda gizlenmiþ, sâkitane benim sözümü dinleyen ve bir nazar-ý hafiyy-i gaybî ile beni temaþa eden (Said, Hamza, Ömer, Osman, Yusuf, Ahmed v.s.) size hitab ediyorum.

 

Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgraf ile sizin ile konuþuyorum. Ne yapayým acele ettim, kýþta geldim. Siz inþâallah cennet-âsâ bir baharda gelirsiniz. Þimdi ekilen nur tohumlarý, zemininizde çiçek açacaklar. Sizden þunu rica ederim ki, mazi kýt'asýna geçmek için geldiðiniz vakit mezarýma uðrayýnýz. O çiçeklerin birkaç tanesini mezar taþý denilen, kemiklerimi misafir eden topraðýn kapýcýsýnýn baþýna takýnýz. (Yani Ýhtiyar Risalesi'nin Onüçüncü Ricasýnda beyan ettiði gibi, Medreset-üz Zehra'nýn mekteb-i ibtidaîsi ve Van'ýn yekpare taþý olan kal'asýnýn altýnda bulunan Horhor Medresemin vefat etmesi ve Anadolu'da bütün medreselerin kapatýlmasý ile vefat etmelerine iþaret ederek umumunun bir mezar-ý ekberi hükmünde olmasýna bir alâmet olarak, o azametli mezara azametli Van kal'asý mezar taþý olmuþ. Ey yüz sene sonra gelenler! Þu kal'anýn baþýnda bir Medrese-i Nuriye çiçeðini yapýnýz. Cismen dirilmemiþ, fakat ruhen bâki ve geniþ bir heyette yaþayan Medreset-üz Zehra'yý cismanî bir surette bina ediniz, demektir.) Zâten Eski Said ekser hayatý o medresenin hayaliyle gitmiþ ve o matbu risalenin yüzkýrkyedinci sahifeden ta yüzelliyedinci sahifeye kadar Medreset-üz Zehra'nýn tesisine ve faydalarýna dair ehemmiyetli hakikatlarý yazmýþ.

 

Bir fâl-i hayýrdýr ki; yirmibeþ senelik dehþetli ve medreseleri öldüren istibdadýn kýrýlmasý ile Maarif Vekili Tevfik, Van'da Þark Üniversitesi namýnda Medreset-üz Zehra'yý inþa etmesine karar vermesi ve ümidin haricinde reis Celal dahi mühim mes'eleler

 

sh: » (Em: 498)

 

içinde Tevfik'in fikrine iþtirak etmesi, Eski Said'in kýrk sene evvelki sözü ve ricasý doðru çýkacaðýný gösteriyor.

 

Þimdi kýrkbeþ sene evvelki cevabýnýn izahýnda üç hakikat beyan edilecek.

 

Birincisi: Eski Said bir hiss-i kablelvuku' ile iki acib hâdiseyi hissetmiþ, fakat rü'ya-yý sadýka gibi tabire muhtaç imiþ. Nasýl bir kýrmýzý perde ile beyaz veya siyah bir þeye bakýlýrsa kýrmýzý görünür. O da siyaset-i Ýslâmiye perdesiyle o hakikata bakmýþ. Hakikatýn sureti bir derece þeklini deðiþtirmiþ. O hazýr büyük veli dahi o yanlýþýný görüp o cihette þiddetle itiraz etmiþ. Ýþte o hakikat iki kýsýmdýr:

 

Birincisi: Bu Osmanlý ülkesinde büyük bir parlak nur çýkacak, hattâ hürriyetten evvel pek çok defa talebelere teselli vermek için "Bir nur çýkacak, gördüðümüz bütün fenalýklara karþý bu vatana saadet temin edecek" diyordu. Ýþte kýrk sene sonra Risale-i Nur o hakikatý kör gözlere dahi gösterdi.

 

Ýþte Nur'un zâhiren, kemmiyeten dar cihetine bakmayarak hakikat cihetinde keyfiyeten geniþ ve fevkalâde menfaatýný hissetmesi suretiyle hem de siyaset nazarýyla bütün memleket-i Osmaniyede olacak gibi ifade etmiþ. O büyük veli, onun dar daireyi geniþ tasavvurundan ona itiraz etmiþ. Hem o zât haklý, hem Eski Said bir derece haklýdýr. Çünki Risale-i Nur imaný kurtarmasý cihetiyle o dar dairesi madem hayat-ý bâkiye ve ebediyeyi imanla kurtarýyor. Bir milyon talebesi, bir milyar hükmündedir. Yani bir milyon deðil, belki bin insanýn hayat-ý ebediyesini temine çalýþmak, bir milyar insanýn hayat-ý fâniye-i dünyeviye ve medeniyetine çalýþmaktan daha kýymetdar ve manen daha geniþ olmasý; Eski Said'in o rü'ya-yý sadýka gibi olan hiss-i kablelvuku' ile o dar daireyi bütün Osmanlý memleketini ihata edeceðini görmüþ. Belki inþâallah o görüþ, yüz sene sonra Nurlarýn ektiði tohumlarýn sünbüllenmesi ile aynen o geniþ daire Nur dairesi olacak, onun yanlýþ tabirini sahih gösterecek.

 

Ýkinci Hakikat: Kýrk sene evvel Eski Said bu matbu kitabetlerinde, Ýþarat-ül Ý'caz'ýn baþtaki ifade-i meramýnda ve sair eserlerinde musýrrane ve mükerreren talebelerine diyordu ki: Hem maddî, hem manevî büyük bir zelzele-i içtimaî ve beþerî olacak. Benim dünya terki ile inzivamý ve mücerred kalmamý gýbta edecekler diyordu. Hattâ hürriyetin birinci senesinde Ýstanbul'da Câmi-ül Ezher'in Reis-i Ülemasý olan Þeyh Bahid Hazretleri (R.H.) Ýstanbul'da Eski Said'e sordu:

 

sh: » (Em: 499)

 

 

 

مَا تَقُولُ فِى حَقِّ هذِهِ الْحُرِّيَّةِ الْعُثْمَانِيَّةِ وَ الْمَدَنِيَّةِ اْلاَوْرُوبَائِيَّةِ

 

Said cevaben demiþ:

 

اِنَّ الْعُثْمَانِيَّةَ حَامِلَةٌ بِدَوْلَةٍ اَوْرُوبَائِيَّةٍ فَسَتَلِدُ يَوْمًا مَا وَ اْلاَوْرُوبَا حَامِلَةٌ بِاْلاِسْلاَمِيَّةِ فَسَتَلِدُ يَوْمًا مَا

 

Yani: Osmanlý hükûmetindeki hürriyete ne diyorsun ve Avrupa hakkýnda fikrin nedir? O vakit Eski Said demiþ: Osmanlý hükûmeti Avrupa ile hamiledir, Avrupa gibi bir hükûmeti doðuracak. Avrupa da Ýslâmiyet'e hamiledir, o da bir Ýslâm devleti doðuracak. Þeyh Bahid'e söylemiþ. O allâme zât demiþ: Ben de tasdik ediyorum. Beraberinde gelen hocalara dedi: Ben bununla münazara edip galebe edemem.

 

Birinci tevellüdü gözümüzle gördük. Bir çeyrek asýr Avrupa'dan daha dinden uzak.

 

Ýkinci tevellüd de inþâallah yirmi-otuz sene sonra çýkacak. Çok emarelerle hem þarkta hem garbda Avrupa içinde bir Ýslâm devleti çýkacak.

 

Üçüncü Hakikat: Hem Eski Said, hem Yeni Said hem maddî hem manevî büyük bir hâdise Osmanlý memleketinde büyük ve dehþetli ve tahribatçý bir zelzele-i beþeriye Osmanlý memleketinde olacak diye hiss-i kablelvuku' ile, Eski Said mükerrer ve musýrrane haber veriyordu. Halbuki o his ile nur mes'elesinin aksi ile gayet geniþ daireyi dar görmüþ. Zaman onu ikinci harb-i umumî ile tam tasdik ettiði halde, onun o çok geniþ daireyi Osmanlý memleketinde gördüðünü þöyle tabir ediyor ki:

 

Ýkinci harb-i umumî beþere ettiði tahribat-ý azîme gerçi çok geniþtir. Fakat hayat-ý dünyeviyeye ve bekasýz medeniyete baktýðý cihetinde Osmanlý'daki tahribata nisbeten dardýr. Osmanlý'daki manevî zelzele hayat-ý ebediye ve saadet-i bâkiyenin zararýna bir tahribat ve bir zelzele-i maneviye-i Ýslâmiye manen o ikinci harb-i umumîden daha dehþetli olmasýndan Eski Said'in o sehvini tashih ediyor ve rü'ya-yý sadýkasýný tam tabir ediyor ve o hiss-i kablelvukuunu gözlere gösteriyor. Ve o mu'teriz ehl-i velayeti zâhiren haklý fakat hakikaten Eski Said'in o hissi daha haklý olduðunu isbatla, o veli zâtýn itirazýný tam reddediyor.

 

Said Nursî

 

* * *

 

sh: » (Em: 500)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Aziz, sýddýk, sarsýlmaz, sebatkâr, fedakâr kardeþlerim!

 

Evvelâ: وَ الْفَجْرِ وَ لَيَالٍ عَشْرٍ senasýna mazhar o gecelerinizi ve bayramýnýzý ruh-u canýmla tebrik ederim. Ve þiddetli hastalýðýmýn þifasýna dualarýnýzý isterim.

 

Sâniyen: Nurlarýn parlak fütuhatýna bir derece mümanaat fikriyle gizli dinsizler bir kýsým resmî memurlarý âlet ederek keyfî kanunlarla iliþiyorlar. Ve has Nurcularýn az bir kýsmýna fütur vermek için çalýþýyorlar. Ezcümle bu mübarek günlerde Ýstanbul'dan Rehber hakkýnda dinsizlik damarý ile yazýlan (Haþiye) ehl-i vukuf raporunu bana gönderdiler. Ben þiddetli ve semli hastalýðým için onlara cevab vermesini sizlere havale ediyorum.

 

(Haþiye): Size bera-yý malûmat bilâhare gönderilecektir.

 

Oniki sene evvel yazýlan ve aflar ve beraetler gören ve beþ mahkemenin eline geçip iliþilmeyen ve iade edilen ve onbin adama hususan gençlere zararsýz menfaat veren ve zeyilleri ile beraber büyük müdafaatýmda bu vatana büyük faidesi isbat edilen bu eser hakkýnda, Medreset-üz Zehra ve þubeleri o ehl-i vukufu susturmak ve kanun namýna tam kanunsuzluk ettiklerini ve adliyede adalet hesabýna dehþetli zulüm ettiklerini ve Rehber hakkýnda dini siyasete âlet etmek var demelerine mukabil o vukufsuz ehl-i vukuf siyaseti ve adlî vazifelerini dinsizliðe âlet etmek istediklerini delillerle göstermek vazifesini o Nurcu kardeþlere havale ediyorum.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Hasta kardeþiniz

 

Said Nursî

 

 

 

sh: » (Em: 501)

 

Ehl-i vukuf raporuna hafif bir itiraz tarzýnda hakikat-ý hali beyan etmektir

 

Dinî hissiyatý siyasete âlet ediyorum diye ithamlarýna karþý deriz:

 

Bütün hayatýmý ve beni tanýyanlarý iþhad ediyorum ki; deðil dini siyasete âlet, belki siyasî olduðum zamanda dahi, bütün kuvvetimle siyasetleri dine âlet ve tâbi' yapmaya çalýþtýðýmý, bütün tarih-i hayatým ve dostlarým þehadet ettikleri gibi, Hürriyetin baþýnda þeriat isteyenleri astýklarý bir zamanda, Hareket Ordusu'nun dehþetli divan-ý harb-i örfîsinde, ayný günde onbeþ adam asýldýðý bir zamanda, Divan-ý Harb-i Örfî reisi ve a'zalarý dediler ki: "Sen mürtecisin, Þeriat istemiþsin" sözlerine mukabil demiþ: "Þeriatýn bir tek mes'elesine ruhumu feda etmeye hazýrým. Eðer Meþrutiyet bir fýrkanýn istibdadýndan ibaret ve hilaf-ý Þeriat hareket ise, bütün dünya þahid olsun ki ben mürteciyim" diyen bir adam, idama beþ para ehemmiyet vermeyen ve dünyasýný, her þeyini Þeriata feda eden hiç mümkün müdür ki: Dini, þeriatý bir þeye ve bir siyasete âlet yapsýn. Buna ihtimal veren sofestaî olamaz.

 

Hem bir masumun hatýrý, bu vatanda on zalim gaddarlara siyaset yolu ile iliþmek büyük bir hata bilen, on zalim cinayetkâr ve kendine iþkence edenlere karþý mukabele etmeyen, hattâ beddua da etmeyen bir adam ve asayiþe iliþmemek hayatýna bir düstur yapan bir adamý, dini siyasete ve dolayýsýyla asayiþe dokunur manasýnda ittiham etmek, elbette dehþetli bir garaz ile ittiham eder. Yirmi sekiz senede emsalsiz ihanetler, iþkenceler, azablar verildiði halde, mahkemelerin tahkikatý ile, yüz binler fedakâr dostlarý varken, altý vilayetin ve altý mahkemenin tahkikatý ile bir vukuat talebesinde bulunmayan bir adam, asayiþe ya vatana, siyasete zararý var diyen, elbette yerden göðe kadar haksýzdýr.

 

Zannetmesinler ki, ben bu zalimane ithamlara karþý kendimi mes'uliyetten veya mahkûmiyetten kurtarmak içindir. Sizi temin ediyorum ki: Beni tam bilen dostlarým da tasdik ediyorlar ki, bu yirmisekiz senede, ölüm hayattan ziyade bana faideli ve kabir on defa bana hapisten ziyade medar-ý rahat ve hapis on defa bu çeþit serbestiyetten daha istirahatýma faideli olduðunu kat'iyen kanaatým var. Eðer bazý dostlarým mahzun olmasaydý ben daimî hapiste kalacaktým.

 

sh: » (Em: 502)

 

Eðer þer'an intihar caiz olsaydý elbette Rus'un Baþkumandanýnýn ve Ýstanbul'u iþgal eden itilafçýlarýn Baþkumandanlarýnýn kendi idam etmek vaziyetlerine ve divan-ý riyasette elli meb'usun huzurunda ilk Reisicumhurun þiddetli hiddetine karþý tezellüle tenezzül etmeyen bir adam, elbette pek çok defa bir âdi jandarma ve gardiyanýn ve âdi bir memurun tahkirkârane ihanetleri ve iftiralarý ve tazibleri ve aðýr tacizlerini gören adama, elbette ölüm yüz defa hayattan daha ziyade ona hoþ gelir.

 

Madem Rehber'i bahane edip, böyle hiç hatýra u hayale gelmeyen bir evham ile ittiham ediliyorum. Ben ve kardeþlerim Rehber'in hakikatý ile, hem imanýmýzý hem ahlâkýmýzý tehlikeden kurtardýðýmýz için deriz ki: Rehber onbeþ sene evvel te'lif edilmiþ, üç defa tab' ile binler nüshasý ve el yazýsý ile onbinler nüshasý bu vatanda iþtiyak ile okunmak suretinde intiþar ettiði halde yüzbin adam okuyucu hiç kimseden muvafýk, muhalif, dindar, dinsizden hiç birisi dememiþ "ondan zarar gördük" veya "vatan ve millete zararý var" iþitmedik. Öyle bir zarar olsaydý, bu ehemmiyetli bir mes'ele olduðu için intiþar edecekti. Halbuki bundan yüz bine yakýn þahid gösteririz ki, biz ondan imanýmýzý kurtardýk, seciye-i milliyemizi onunla düzelttik, istifade ettik diye yüz bin þahid bu davamýza lüzum olsa göstereceðiz.

 

Acaba bir adamýn on hasenesi olsa, bir küçük yanlýþ nazara alýnmadýðý halde, böyle yüz bin hasene ve faide sahibi bir eserin vehmî, asýlsýz bir kusur tevehhümüyle medar-ý mes'uliyet olabilir mi? Hiç, dünyada hayat-ý içtimaiyeye temas eden hiçbir kanun böyle bir hale suç diyebilir mi?

 

O eseri tedkik eden ulûm-u Ýslâmiye ve diniyeye mâlik olmayan ehl-i vukufun suç unsuru diye gösterdikleri:

 

Birincisi: "Lâikliðe aykýrýdýr, dini siyasete âlet ediyor."

 

Halbuki müellifi otuzbeþ seneden beri siyaseti terk edip bir gazeteyi okumamýþ ve þakirdlerine de "siyasetle meþgul olmayýnýz" daima demesi, bu suç unsurunu tamamýyla keser.

 

Ýkincisi: "Dinî tedrisata taraftar olmak bir suç gösterilmiþ."

 

Buna karþý deriz: Dünyada buna suç diyen hiç bir ehl-i iman bulunmaz. Hususan hapisteki olanlar içindeki bîçarelere teselli suretinde ders vermiþ. Tedrisata taraftarlýðýný o zaman söylemiþ. Bu ise

 

sh: » (Em: 503)

 

o cümleyi de, bütün bütün manasýz olduðunu gösterir. Hattâ hapisteki üçyüz adamýn az bir zamanda Risale-i Nur'la ýslah olmasý, cinayetlerden tövbe ederek ve bütün onlar namaz kýlmalarý, alâkadar memurlarýn nazar-ý dikkatlerini celbetmiþ. O memurlar bir kýsmý demiþler: "Onbeþ sene hapiste kalmasýnýn faidesi kadar, onbeþ hafta Risale-i Nur faide vermiþ." Bunu hapisteki Rehber'i yazana söylemiþler. Müellifi de demiþ: Yüz otuz kitabdan ibaret olan Risale-i Nur ve onun küçük bir parçasý olan Rehber'i, tamamýyla olmasa da okuyan adam, elbette onbeþ sene hapisteki cezadan, medresede ders okumak kadar istifade eder, ýslah-ý hal eder, fenalýklardan tövbe eder. Acaba böyle bir temenni, bir teþvik ve beni hapse sokanlar da, tasdik ettikleri halde suç olabilir mi?

 

Üçüncüsü: "Tesettür ve terbiye-i Ýslâmiye taraftarýdýr" diye suç göstermiþ.

 

Bu ise hem Eskiþehir, hem Denizli, hem Afyon'da, hem Afyon'un mahkemesinin kararnamesinde de neþredildiði gibi, onbeþ sene evvel Eskiþehir'de tesettür taraftarlýðým için mahkeme bana iliþmiþ. Ben de hem mahkemeye, hem Mahkeme-i Temyiz'e bu cevabý vermiþim:

 

Bin üçyüz elli senede ve her asýrda üçyüz elli milyon müslümanlarýn kudsî bir düstur-u hayat-ý içtimaîsi ve üçyüz elli bin tefsirin manalarýnýn ittifaklarýna iktidaen ve bin üçyüz elli senede geçmiþ ecdadlarýmýzýn itikadlarýna ittibaen tesettür hakkýndaki bir âyet-i kerimeyi tefsir eden bir adamý ittiham eden, elbette zemin yüzünde adalet varsa, bu ittihamý þiddetle reddeder ve o ittihama göre hüküm verilse nakz ve reddedecek.

 

Bu âyet-i kerimenin tesettür emri kadýnlara büyük bir merhamet olduðunu ve kadýnlarý sefaletten kurtardýðýný, Risale-i Nur kat'î isbat ettiði gibi, Sebilürreþad'ýn 115. sayýsýndaki: "Ehl-i iman âhiret hemþirelerime" ünvaný olan bir makalem isbat eder.

 

Dördüncüsü: "Þahsî nüfuz temin etmek" bir suç unsuru gösterilmiþ. Sebebi de "Risale-i Nur'un þahs-ý manevîsi namýna konuþuyorum" demesi ve "kalbe ihtar edildi", "hatýrýma geldi", "kalbime geldi", "Risale-i Nur hem mekteb, hem medrese, hem tekke faidesini veriyormuþ." Ehl-i vukuf bu cümleyi medar-ý ittiham etmiþ.

 

Cevaben deriz: Bir adam kabir kapýsýnda seksenden geçmiþ, kýrk seneden beri kendisini inzivaya alýþtýrmýþ, yirmisekiz seneden beri tecrid-i mutlak ve hapis ve nefiy içinde bütün bütün dünyadan

 

sh: » (Em: 504)

 

küsmüþ, otuzbeþ sene gazeteleri okumamýþ, dinlememiþ, mukabelesiz ömründe hediye kabul etmemiþ, en yakýn akrabasýndan hattâ kardeþinden hiç mukabelesiz birþey kabul etmemiþ, hürmetten, teveccüh-ü nâstan kaçmak için halklarla görüþmemek için zaruret olmadan kendine düstur yapmýþ. Ve bütün dostlarýn medihlerini kendi þahsýna almayarak, ya Nurcularýn heyetine, ya Risale-i Nur'un þahs-ý manevîsine havale etmiþ. Ve dermiþ: "Ben lâyýk deðilim. Haddim de deðil. Ben bir hizmetkârým, çekirdek gibi çürüdüm gittim. Risale-i Nur ise, Kur'an-ý Hakîm'in tefsiridir, manasýdýr."

 

Hemen herkesin dediði gibi hatýrýma geldi, yahud fikrime geldi, yahud fikrime ihtar edildi gibi tabirleri herkes istimal ediyor. Benim de bunu söylemekten maksadým bu ki: "Benim hünerim, benim zekâm deðil. Sünuhat kabilinden demektir. Bu da herkesin dediði gibi bir sözdür. Eðer vukufsuz ehl-i vukufun verdiði mana ilham da olsa; hayvanattan tut, tâ melaikelere, tâ insanlara, tâ herkese bir nevi ilhama ve sünuhata mazhar olduklarý, ehl-i fen ve ehl-i ilim ittifak etmiþler. Buna suç diyen, ilim ve fenni inkâr etmek lâzým gelir.

 

Beþincisi: Müellif cazibedar bir fitnenin esiri olmak ihtimali olan bir nesli, Risale-i Nur'dan meded umanlara verdiði cevablarla kurtaracaðýna kanidir. Ehl-i vukuf bu cümleyi de medar-ý ittiham etmiþler. "Yüzbin þahidle isbat edilen ve meydana gelen zâhir bir hakikatý kanaat ettim" demesini medar-ý suç yapmak ne derece manasýz olduðunu dikkat eden anlar.

 

Altýncýsý: "Siyasiyyun, içtimaiyyun, ahlâkiyyunlarýn kulaklarý çýnlasýn!" demesini bir suç mevzuu göstermiþler. Halbuki gençleri tehlikelerden kurtarmak için kýsa ve rahat bir çareyi keþfettiðini siyasiyyun, ahlâkiyyun da bunu tervic etsinler manasýnda demiþ: "Kulaklarý çýnlasýn!" Buna suç diyen insaniyet itibariyle çok suçlu olmak gerektir.

 

Yedincisi: Fitneyi ateþlendiren ve talim eden irtidadkâr bir þahs-ý manevînin mevcud olduðunu ve bu manevî þahsýn hayaline göründüðünü söylemekte, fakat kim olduðunu bildirmemektedir. Ehl-i vukuf medar-ý ittiham etmiþler. Acaba dünyada insî ve cinnî þeytanlar hiç boþ dururlar mý? Onlarýn daima fenalýklarý yapmak ve yaptýrmakla meþgul olduklarýndan, bu vukufsuz ehl-i vukuf hiç bilmemiþler mi ki, manasýz iliþiyorlar. Madem manevî demiþ, madem kim olduðunu bildirmemiþ, dünyada hiçbir mahkeme böyle manevî bir adama, yani bir þeytana hakaret ettin, diye seni mahkemeye vereceðiz diyen, elbette sözüne zerre mikdar ehemmiyet verilmez bir hezeyan hükmündedir.

 

sh: » (Em: 505)

 

Sekizincisi: Doðrudan doðruya Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn i'caz-ý manevîsinden süzülen ve çýkan ve tevellüd eden Risale-i Nur esaslarýna dayandýðý müellif tarafýndan mükerreren ve musýrrane beyan ve iddia edilmekte ve böylece propaganda dinî delillere, telkinlere istinad ettiðini söylemekle suç unsuru gösterilmektedir.

 

Bunu bütün Risale-i Nur'u okuyanlarýn tasdikiyle hususan meþhur Mýsýr, Þam, Baðdad, Pakistan ve Diyanet Riyasetinin dairesinin ülemasý tasdik ile, Risale-i Nur doðrudan doðruya hakikî bir tefsir-i Kur'anîdir ve Kur'anýn malý ve lemaatýdýr, dedikleri halde, bu cümleyi medar-ý suç yapanlardan mahkeme-i kübra-i haþirde bu hatasýnýn sebebi sorulacak.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Hasta

 

Said Nursî

 

* * *

 

Heyet-i Sýhhiyeye

 

Onbeþ sene evvel Rehber'in baþýnda yazýldýðý gibi, bazý gençler kendilerinin hayat-ý dünyeviye ve uhreviyesini muhafaza için yanýma geldiler. Ben de onlara lillah için o Rehber dersini verdim.

 

O Risale bir-iki haþiye müstesna hem Isparta Hükûmeti hem Denizli mahkemesinde, hem Ankara'nýn Aðýrceza ve Temyiz mahkemesinin iki sene ellerinde kalmasý neticesinde beraet kazanmasý ve tamamen Risale-i Nur Külliyatý Rehber de içinde olduðu halde iade edilmesi ve bir nüshasý Ankara Emniyet Müdürü'nün eline geçmesi ile (Rehber'in baþýnda yazýldýðý gibi) bir tek kelimesine iliþmesi ile âhirinde gelen cümleyi okuyunca hakikatý anlamasý ve intiþarýna mani' olmamasý,

 

Hem binlerce nüsha intiþar ettiði halde hiç bir yerde bir zarar, bir itiraz görülmemesi, hattâ Mersin'in Tarsus kazasýnda birkaç Nur kitablarýný müsadere ederek Gençlik Rehberi de içinde olduðu halde Ankara'ya gönderilip, tedkik ettirildikten sonra, vilayetin emriyle tamamen serbesttir diye, resmî vesika vermeleri ve Ýstanbul'da tab' edildiði zamanda kanunen beþ-altý makama gönderildiði ve ellerinde beþ-altý ay kaldýðý halde iliþmemeleri, Rehber'in ehemmiyetini ve kanunen dahi serbest olduðunu isbat ediyor.

 

 

 

sh: » (Em: 506)

 

Sonra binden fazla gençler Ankara ve sair vilayetlerin mekteblerinde ondan vatan, millet, ahlâk cihetinde istifade ettikleri ve hiç kimse zarar görmediði halde, birden hiç bir medar-ý mes'uliyet olmayan bir-iki kelimeye yanlýþ mana vermek, meselâ "Gençlik Rehberi" namýný vermekle bir suç mevzuu yapmýþlar.

 

Biri de müellifi tab' etmemiþ, kendi bîçare hasta yataðýnda iken, gençler tab' ettikleri halde, þahsî nüfuz temini için yazýlmýþ diye, suç mevzuu yapýp tab' edene deðil de, müellifini aðýr cezaya vermek, hem zorla oraya celbetmek, halbuki onbeþ sene evvel yazýlmýþ ve af kanunu ve mürur-u zamaný, hem beraeti görmüþ; öyle ise bütün bütün kanunsuz olarak bir garaza binaen müellifine bu kadar musýrrane iliþiyorlar.

 

Ben de diyorum ki: On vecihle kanunsuz, bu kadar musýrrane, hastalýðým zamanda iktidarým harici beni mahkemeye vermenin sebebi, Rehber'in vatana, millete, asayiþe pek büyük faydasý olduðu için, anarþilik ve dinsizlik hesabýna iliþiyorlar diye ihtimal veriyorum.

 

Þimdi bu kanun namýna garazkârane kanunsuzluk hesabýna beni cebren, zorla Ýstanbul'a mahkemeye sevketmekte, benim çok ihtiyarlýk, za'fiyetim ve zehirli þiddetli hastalýðým kat'iyen týbben, fennen mazeret-i kat'î olduðu gibi, dört defa o noktadan rapor alýp, onlara gönderdiðimiz halde, yine ýsrarla beni zorlamakta olduklarýndan, pek þiddetli ruhuma dokunmuþ, daha benim mahkeme ve idare huzurunda konuþmak iktidarým haricindedir. Konuþsam da vatan, millet ve asayiþe zarar vermek fikriyle çalýþan ve beni hilaf-ý kanun muhakeme edenlerin yüzüne vurmaya mecbur olacaðým. Daha bu kadar zulme tahammül edemiyeceðim. Bu ise ehemmiyetli baþka bir nevi hastalýktýr. Hem vatana bu manevî hastalýk, zarar vermek ihtimali var.

 

Þimdi Heyet-i Sýhhiye'den ricam, beni tanýyanlar ve benimle yakýndan alâkadar olanlar ve hizmet edenler biliyorlar ki, gizli düþmanlarým müteaddid defadýr beni zehirliyorlar. Tegaddi edemiyorum. Hattâ hizmetçimle beþ dakikadan fazla konuþamýyorum.

 

Hem baþýmda þiddetli ve devamlý nezle ve bir gözüm o nezleden aðrýyor ve akýyor. Müzmin kulunç ve þiddetli sancý ile hastayým.

 

Hem yirmisekiz sene gurbette kaldýðýmdan ve baþkalarýnýn muavenetini kabul etmediðimden pek zarurette yaþadýðým için

 

sh: » (Em: 507)

 

za'fiyet fazladýr. Hattâ zorla merdivenden çýkýyorum. Zaruret-i kat'î olmazsa beþ dakika konuþamýyorum, yoruluyorum.

 

Ben sâbýk mahkemelerde hem Risale-i Nur, hem Risale-i Nur talebeleri için tahammül ediyordum. Ve tam hakikatý izhar etmiyordum. Bir derece zulümlerine tahammül edip haksýzlýklarýný yüzlerine vurmuyordum. Tâ masumlara, asayiþe zarar gelmesin diye sabýr ve her nevi zulüm ve iþkencelere tahammül ediyordum.

 

Þimdi ise Risale-i Nur'a âlem-i Ýslâm sahib çýktý. Nur Talebeleri de benim müsamahama ve düþmanlarýma iliþmemekliðime ve zulümlerine sükût etmeme ihtiyaçlarý kalmadý. Onun için benim damarýma pek þiddetli dokunulduðunda irade ve ihtiyarým haricinde karþýma çýkan gizli düþmanlarýmýn bana zararlarýna vesile olan, beni cezalandýrmaya çalýþanlara hakikatý çýplak olarak böyle söyleyeceðim. Sükût þimdi... Ýzhar edilmeyecek.

 

Madem hakikat böyledir, Heyet-i Sýhhiye benim hem maddî, hem manevî, hem sinir, hem kalb, hem nezleli baþ hastalýklarým, hem kulunç ve sancý ve mahkemelerde konuþma iktidarsýzlýðý ve hem madem resmen vekillerim oradadýrlar, hem tab'edenler de oradadýrlar; istinabe sureti ile ifademin alýnmasý için fennî ve tehlikeli hastalýðý var þeklinde rapor verilmesini rica ederim.

 

Emirdaðý'nda

 

Said Nursî

 

* * *

 

Aziz ve mübarek, müþfik Üstadým!

 

Bu arîzamý Nur'la alâkadar ve hac refiklerimden Karakoçan'lý Hacý Sabri kardeþim ile takdim ediyorum.

 

Evvelâ: Mübarek ellerinizi kemal-i ihtiramla takbil eder, bu âciz ve pürtaksir kardeþiniz ve talebenizi müstecab ve mübarek duanýzda dâhil buyurmanýzý istirham eylerim.

 

Sâniyen: Hacý Sabri kardeþinizi ve diðer yeni alâkadarlarý da dualarýnýza dâhil buyurmanýzý rica ederim.

 

sh: » (Em: 508)

 

Sâlisen: Kardeþim Hüsrev gerek zât-ý âlîlerinin, gerekse diðer kardeþlerin mektublarýný emirlerinize atfen göndermekte devam ettiði için, lillahilhamd vaziyetten haberdar bulunuyoruz.

 

Râbian: Gerek Hüsrev kardeþimin ve gerek Ceylân'ýn gönderdikleri eserleri kardeþlere verdim ve parasýný kendilerine gönderdim. Urfa'dan biraz daha istedim. Gelince inþâallah onlarý da talebelere vereceðim. Eserlerden bir takýmýný Hacý Sabri almýþtýr.

 

Hâmisen: Reisicumhur'un nutkundan gelen müjdeli istihracýn tahakkuk etmesini eltaf-ý Ýlahiyeden niyaz ederiz.

 

Sâdisen: Nur'un neþri ve fütuhatý için Rahîm ve Kerim Rabbimiz muvaffak buyurduðu nisbette istihdamýmýz lillahilhamd devam ediyor.

 

Akþamlarý Nurlu cemaatten mürekkeb fakirhanemize gelen cemaate tedrisat-ý Nuriyede devam olunuyor.

 

Malatya seyahatimde oradaki alâkadarlarýn çalýþma tarzlarýný söyledim. Büyük Doðucularýn bu fakiri kendi zümrelerine katmak hususundaki tekliflerine: "Büyük Doðuculuk siyasî bir teþekkül müdür?" diye sordum. "Evet" dedikleri için, "Sizin yalnýz imanî ve Kur'anî mesaildeki müþkillerinizi ve izahýný arzu ettiðiniz noktalarý Risale-i Nur'un yardýmý ile halle çalýþýrým. Benim mesleðim, ihtiyar ve þuurum taalluk etmeden Risale-i Nur dairesinde istihdamdan ibarettir. Ýman ve Kur'an mes'elelerinize hemfikrinizim. Fakat siyasetle iþtigal edemem." mealinde cevab verdim. Yalnýz bu zümreden Nurlarla alâkadar olanlar var. Onlarýn el ele vererek hem eserleri okumalarýný ve anlayamadýklarý yerleri sormalarýný, Kur'anî hattý öðrenmeye gayret etmelerini rica ettim. Malatya, Urfa, Aynteb'dekileri eserleri edinmeye ve alâkalarýný arttýrmaya âcizane yazýlarýmla teþvik etmekteyim. Þimdilik mesaî-i Nuriyem böyledir.

 

Cenab-ý Hakk'a nihayetsiz hamd ve þükür olsun ki, hesabsýz kusurlarýmla beraber bu Kur'anî ve imanî hizmette istihdama lâyýk görmüþtür. Elbette mübarek ve müþfik Üstadýmýn dualarý bereketiyle zümre-i Nuriyenin âciz bir ferdi olmakta devam ve öylece Liva-ül Hamd-i Aleyhissalâtü Vesselâm tahtýnda toplananlardan olurum.

 

Tekrar tekrar mübarek ellerinizi kemal-i tazimle takbil eyler, alâkadar kardeþlerimin de selâm, dua ve ihtiramlarýný arzederim.

 

sh: » (Em: 509)

 

Muhitinizdeki maddeten ve manen yakýn bütün arkadaþlara arz ve ihtiram eylerim. Erhamürrâhimîn olan Rabbimizden daimî niyazým; aziz, muhterem ve müþfik Üstadýmdan ebediyen razý olsun ve bütün maksadýný hasýl eylesin. Âmîn.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

El-hubbu fillah muhibb-i muhlisiniz

 

Hulusi

 

* * *

 

Çok sevgili, müþfik Üstadým Efendim Hazretleri!

 

Evvelâ: Hem mübarek leyali-i aþerenizi, hem kudsî bayramýnýzý ruh-u canýmla tebrik eder, arz-ý hürmetlerimle Nur neþreden ellerinizden öper, kusuratýmýn affýný istirham ederim.

 

Sâniyen: Bu günahkâr, âdi, âciz, kusurlu, liyakatsýz, miskin, tenbel talebenizi Risale-i Nur'un hakaik-i kudsiye-i imaniye ve Kur'aniyesine ve sevgili Üstadýn terbiye-i maneviye ve maddiyesine mazhar buyuran Cenab-ý Erhamürrâhimîn'e hadsiz þükrediyorum. (Elhamdülillahi hâzâ min fadli rabbî.)

 

Sevgili Üstadým! Terbiye-i maneviyenizin âsârýný her vakit bize ihsas eden Rabb-i Rahîmime ne kadar þükretsem yine azdýr. Tahdis-i nimet olmak üzere þunu da arz etmek isterim ki: Hastalýðýmdan müþteki deðilim. Çünki lillahilhamd nur-u ayným ve sürur-u ruhum ve gýda-i kalbim olan Risale-i Nur'un hakikatlarýný bilfiil ve bittecrübe ders almama sebeb oldu.

 

Hem hakikaten ömrü kýrkýncý sene-yi devriyesinde müdhiþ bir tarzdaki maddî ve manevî hastalýklarýma her bir ricasýnda ruha ve kalbe binler nur-u tevhidi ve ziya-yý teselliyi serpen Ýhtiyarlar Risalesi,

 

Hem her bir devasýnda bînihaye þifa-yý manevî bulunan Hastalar Risalesi,

 

Hem onbir kelime-i kudsiye-yi tevhidiyenin pek hârika ve emsalsiz bir tarzda týlsýmlarýný keþfeden ve her bir cümlesinden nur-u tevhid fýþkýran Yirminci Mektub,

 

Hem hakaik-i imaniyenin en son ve en müþkil ve en derin ve bütün filozoflarý, hattâ hükema-i Ýslâmiyeyi dahi hayrette býrakan

 

sh: » (Em: 510)

 

çok mühim muammalarý halleden Yirmidördüncü Mektub,

 

Hem kalbin bütün manevî yaralarýna kudsî bir tiryak olan Onyedinci Söz ve emsali risaleler pek hârika bir tarzda imdadýma yetiþti ve tedaviye baþladý.

 

Ve bana þöyle bir kanaat-ý kat'iye verdi ki: Güya Risale-i Nur, ezcümle mezkûr risaleleri hem ben, hem hastalýk münasebeti ile yanýma gelenler ders alsýnlar diye rahmet-i Ýlahiye tarafýndan hastalandýrýlmýþým.

 

Evet sanki sevgili, müþfik Üstadýmýz Ýhtiyarlar Risalesi'ni gençlere, Hastalar Risalesi'ni sýhhatta olanlara yazmýþ.

 

Sâlisen: Orada bulunan ve sevgili Üstadýmýzýn kýymetdar hizmetinde bulunan muhterem arkadaþlarýmýza, hem birer birer selâm, hem bayramlarýný tebrik ederim. Sevgili Üstadýmýzýn ellerinden, kardeþlerimizin gözlerinden öperim.

 

Elbâki Hüve-l Bâki

 

Çok kusurlu ve hasta talebeniz

 

Mehmed Feyzi

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Bir zât, uzunca bir mektub yeni hurufla bana yazmýþ, kendisinin kim olduðunu bildirmemiþ. Üç noktada þübhe edip bir nevi itiraz gibi yanlýþ mana verdiði için güya bizi ikaz ediyor. Meþrebimiz münakaþa ve münazara olmadýðýndan ve kusurumuzu hakikî olarak gösterenlerden memnun olduðumuzdan, bu meçhul zâtýn mektubunda üç esasýn hakikatýný gösterip yanlýþýný tashih etmek istedim:

 

Birinci Esas: Risale-i Nur'un üstadý ve me'hazý ve Said'in de çok zamandan beri bir virdi olan bazý âyetler, bir hizb-i Kur'anî suretinde bir kýsým talebelerin arzularýyla kaleme alýnmýþ. Sonra da tab' edilmiþ. Ve dört-beþ mahkemenin de gösterdiði ehl-i vukuf ülemalarý ve hattâ Diyanet Riyaseti dairesi ve Ýstanbul'un fetva dairesindeki tedkik-i kütüb-ü diniye heyetinden hiçbir âlim ve ehl-i vukuf ülemalarý itiraz etmemiþler. Belki takdir edip tahsin

 

sh: » (Em: 511)

 

etmiþler. Çünki baþta sahabeler ve matbu Mecmuat-ül Ahzab'da bulunan Hazret-i Üsame Radýyallahü Anh hizb-i Kur'anîsi ki, herbir günde bir kýsmýný okumakla taksim edilmiþtir. Ve ayný kitabda ve Mecmuat-ül Ahzab'ýn ayný cildinde Ýmam-ý Gazalî'nin Radýyallahü Anh bir hizb-i Kur'anîsi ve çok ehl-i velayetin kendi meþreblerine muvafýk bazý sureleri ve âyetleri bir hizb-i mahsus-u Kuranî yaptýklarý meydandadýr.

 

On sene evvel þehiden vefat eden merhum Hâfýz Ali gibi Nur'un kahramanlarýndan, benim hususî virdimi ve Risale-i Nur'un üstadlarý ve menbalarý olan mühim âyetleri cem'etmek istediler. Sonra onlara gönderdim. Onlar da tab' ettirdiler. Çünki herkes her vakit bütün Kur'aný okumaða vakit bulamýyor. Fakat böyle bir hizb-i Kur'anî eline geçse her vakit istifade edebilir fikriyle, hem sevablarý çok ziyade olan âyetler ve sureler, içinde yazýlmýþ. Zâten Kur'an-ý Hakîm'in bir mu'cizesi þudur ki; ehl-i hakikatten ve kemalâttan herbir meslek sahibi, meþrebine muvafýk, Kur'anda bir Kur'anýný, bir hizb-i mahsusunu, bir üstadýný bulur. Güya tek bir Kur'anda binler Kur'an var.

 

Bu mu'cizenin sýrrý þudur ki: Kur'an-ý Hakîm'in âyetlerinin ve kelâmlarýnýn münasebetleri yalnýz beraber olanlara deðil, belki pekçok âyetlere ve kelâmlara ve kelimelere münasebeti var, bakýyor. Ýþarat-ül Ý'caz tefsir-i Nuriyede bu sýr bir derece gösterilmiþ. Demek baþka kelâmlara benzemez. Herbir âyet, binler âyetlere bakar birer yüzü ve gözü var. Bu vaziyet-i Kur'aniye çok hakaika medardýrlar. Ehl-i tarîkat ve ehl-i hakikatýn herbir kýsmý kendi mesleðine göre, o küllî Kur'an içinde bir mahsus hizbleri var.

 

Ýþte Risale-i Nur'un Hizb-i Kur'anîsi de o neviden birisidir. Bunu böyle neþretmek için evliyadan olan merhum Hâfýz Ali bunun tab'ýný acele etmek istedi. Çünki tamam Kur'anýn Risale-i Nur'un keþfiyatýyla hattýnda bir nevi mu'cize-i tevafukiye bulunmasýndan onu tab' edip bastýrmak için bu hizb-i Kur'anîyi bir mukaddemesi, bir müjdecisi olarak bastýrdýlar. Evet þimdiki Hüsrev'in kalemiyle yazýlan ve pek hârika olan ve tevafuk cihetinde mu'cizatlý olan Kur'anýmýzýn onbeþ seneden beri tab'ýna çalýþýyoruz. Ve fakat ekser Nurcular fakir-ül hal olduðundan ve fotoðrafla tab'ý lâzým geldiðinden ve yirmibeþ bin banknot masraf lâzým olmasýndan Hizb-i Kur'anýmýz mukaddeme olarak daha evvel, bu mu'cizeli Kur'anýmýzýn bir müjdecisi olarak tab'edildi. Ýþte bu mu'cizeli Kur'anýmýzý, hem Diyanet Riyaseti tedkik etmiþ, çok beðenmiþ; hem Ýstanbul'daki fetva dairesindeki tedkik-i mesa

 

sh: » (Em: 512)

 

hif ülemasý gayet güzel görmüþ. Gayet güzelce tedkik edip musahhah olarak bize iade etmiþ. Ýnþâallah yakýnda bu Kur'anýmýz basýlarak, bir hediye-i Nuriye olarak âlem-i Ýslâm'a neþredilecektir.

 

O kendini bildirmeyen zâtýn þübhe ettiði:

 

Ýkinci Mes'ele: Pekçok Nurcularýn haddimden yüz derece ziyade hüsn-ü zanlarýyla benden zannettiði medar-ý iftihar sýfatlarý yüz defa onlarýn hatýrlarýný kýrýp reddetmiþim. Fakat yirmisekiz sene siyasetçiler, Risale-i Nur'un sýrf imanî ve uhrevî mesleðini þimdiki medenîleþmek fikirlerine müsaid görmediklerinden yirmisekiz senedir hapislerle, mahkemelerle, tarassudlarla, asýlsýz isnadlarla Nurcularý ürkütmekle ve beni çürütmek cihetiyle Risale-i Nur'u neþrettirmemek için emsalsiz bir vaziyete düþmüþtüm. Yarým ümmî ve ittiham altýnda ve Nur þakirdlerini bütün bütün kaçýrmamak için bana karþý medhi, þahsýmdan reddedip medhiniz Nurlara ait olabilir. Ve gördüðünüz meziyetler benim deðil Risale-i Nur'undur. O da Kur'an-ý Hakîm'in bir hakikatýnýn bir tefsiridir. Ve her asýrda dine ve imana tam hizmet eden müceddidler geldikleri gibi, bu acib ve komitecilik ve þahs-ý manevî-i dalaletin tecavüzü zamanýnda bir þahs-ý manevî müceddid olmak lâzým gelir. Eski zamana benzemez. Þahýs ne kadar da hârika olsa, þahs-ý manevîye karþý maðlub olmak kabildir. Risale-i Nur'un o cihette bir nevi müceddid olmasý kaviyyen muhtemel olduðundan o sýfatlar, hâþâ benim haddim deðil; belki mükerrer yazdýðým gibi, benim hayatým Risale-i Nur'a bir nevi çekirdek olabilir. Kur'anýn feyziyle Cenab-ý Hakk'ýn ihsanýyla o çekirdekten Risale-i Nur'un meyvedar, kýymetdar bir aðaç hükmüne icad-ý Ýlahî ile geçmesidir. Ben bir çekirdektim, çürüdüm gittim. Bütün kýymet Kur'an-ý Hakîm'in manasý ve hakikatlý tefsiri olan Risale-i Nur'a aittir.

 

Kendini bildirmeyen zâtýn

 

Üçüncü þübhesi: Büyük Cihad'ýn ve Sebilürreþad'ýn neþrettiði gibi ben ilân etmiþim ki; dine, imana hizmeti ve Risale-i Nur'u deðil dünya siyasetine, belki kemalât-ý manevîye ve makamat-ý âliyeye âlet edemediðim gibi.. herkesin hoþ gördüðü saadet-i uhreviye ve Cehennem'den kurtulmaya vesile etmemek ve yalnýz emr-i Ýlahî ve rýza-yý Ýlahîden baþka hiçbir þeye âlet etmemek, bu zamanda Nur'un hakikî kuvveti olan sýrr-ý ihlas-ý hakikîyi muhafaza etmeye beni mecbur etmiþ ki: Sýddýk-ý Ekber (R.A.) dediði olan "Mü'minler Cehennem'e gitmemek için Allah'tan isterim, benim vücudum Cehennem'de büyüsün ki, onlarýn yerine azab çeksin" diye söylediði kudsî fedakârlýðýnýn bir zerresini ben de kendime kazandýrmak için, iman ile Cehennem'den birkaç adamýn kurtul

 

sh: » (Em: 513)

 

malarý için Cehennem'e girmeyi kabul ederim demiþim. Zâten ibadet, Cennet'e girmek ve Cehennem'den kurtulmak için kýlýnmaz; bozulur. Belki rýza-yý Ýlahî ve emr-i Rabbanî için yapýlýr.

 

Yine Hizb-i Kur'anýmýzýn bahsine döneriz:

 

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn büyük bir kumandaný olan Hazret-i Üsame Radýyallahü Anh; bir gün "hamd"e ait, bir gün "istiðfar"a ait âyetler, bir gün "tesbih"e ait, bir gün "tevekkül"e, bir gün de "selâm" lafzýna, bir gün de "tevhid" ve "Lâ ilahe illâ hu"ya ait, bir gün de "Rab" kelimesine ait bütün Kur'andan müteferrik surelerden bir hizb-i Kur'anî çýkarmýþ, kendine bir vird eylemiþ. Demek böyle hizblere izn-i Peygamberî (Aleyhissalâtü Vesselâm) var.

 

Hem bizim hizb-i Kur'anýmýz iman hakikatlarýna dair âyetleri, hususan sureler baþlarýndaki âyetleri cem'ettiðinden baþlarýnda بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ yazýlmýþ. Bu hizb, tamam Kur'aný okumaða büyük bir þevk verir. Noksaniyet vermez. Hem yirmi günde okunacak arzu edilen bazý imanî âyetler bir-iki günde bu hizbde okunduðundan, bir zaman bütün surelerin baþýnda bir kýsým âyetleriyle beraber, Risale-i Nur'un esaslarý olan bazý âyât-ý imaniyeyi kendime vird eylemiþtim. Sonra bir hizb suretine girdi.

 

O meçhul zât, izzet-i ilmiyeyi firavuncuklara karþý muhafazamý bir enaniyet tevehhüm etmiþ. Nur talebelerinin hakkýnda hüsn-ü zanlarýný bütün bütün kýrmadýðýmý bir benlik tahayyül etmiþ. Ve iman hakikatlarýna dair beyanatýma talebelerin tam itimad ve kanaatlerini temin etmek fikriyle ehl-i velayetin ve bazý âyâtýn kat'î kanaat ettiðim bine yakýn emarat ve iþaretlerinin izharýna mecbur olduðum için bir kýsmýný has kardeþlerime beyan etmemi bir nevi hodfüruþluk zannetmiþ.

 

Evet bu zamanda dinsizlik hesabýna, benlikleri firavunlaþmýþ derecede ve imana ve Risale-i Nur'a hücumlarý zamanýnda onlara karþý tedafü' vaziyetimizde tevazu ve mahviyet göstermek, büyük bir cinayet ve hýyanettir. Ve o tevazu, tezellül hükmünde bir ahlâk-ý rezile olur. Onlara karþý izzet-i diniyeyi ve þerafet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için kahramancasýna bir sebat bir kuvve-i maneviyeyi göstermek, acaba hiçbir vecihle hodfüruþluk olur mu? Hiçbir þöhretperestlik ve enaniyet olur mu ki, o zât öyle tevehhüm etmiþ.

 

Hem Risale-i Nur'a muhtaç ve imanýný kuvvetlendirmek ve kurtarmak için Nurlarý arayanlara karþý ki, onda

 

sh: » (Em: 514)

 

üçü veya dördü þahsýma bakmayýp Nurdaki kat'î hüccetlerle iktifa ettiði gibi, beþ-altý tane hüccetlerin kýymetini bilmediði için benim þahsýma bakar. Acaba bizi kandýrdý mý, yoksa hakikat mý söylüyor? diye þahsýma karþý hüsn-ü zanlarýný kýrmamaya mecbur olduðumdan, þahsýmýn gizli fenalýklarýna perde çekmek bir enaniyet olur mu? وَمَا اُبَرِّئُ نَفْسِى اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ اِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّى âyet-i kerimesinin sýrrýyla nefs-i emmareme itimad edemem. Nefis kusursuz olmaz. Fakat þimdi bu zamanda ejderhalar, ifritler hükmünde dinsizlik komitelerinin hücumlarý ve tahribatlarý zamanýnda müdafaamda, bende görünen o sinek kanadý kadar kusurlarý görmek, o hücum edenlere bir yardým hükmüne geçmektir. Ve on aded muhtaçlardan beþ-altý bîçareyi Nur'un ilâçlarýndan mahrum etmektir. Bu nokta için ben kendi kuvvetime, meziyetime hiç itimad etmeyerek, yalnýz hakikat-ý Kur'aniye ve onun tefsiri olan hakaik-i imaniyedeki kuvvete istinaden dünyaya ilân ediyorum ki: Bütün dinsizler toplansalar, ben onlara karþý çekinmeyerek meydan okuyorum. Ve baþýmý eðmiyorum ve izzet-i ilmiyeyi kýrmýyorum. Eðer bu bir benlik ise, o hiçbir cihetle bana ait deðil ve benlik olamaz. Salabet-i imaniye olur. Zâten ben nasýl tabiatý, icad itibariyle inkâr ediyorum ve Risale-i Nur bunu kat'î isbat etmiþ. Öyle de; beþeri gurura, enaniyete, firavunluða sevkeden iktidarý da tabiat gibi inkâr ediyorum. Yalnýz beþerin duasý, bir fiilî dua nev'inde samimî bir ihtiyaç ile cüz'î kesbi, bir makbul dua hükmüne geçer. Onu da Cenab-ý Hak kabul eder, keþfiyat namýndaki beþere lâzým olan hârikalarý ihsan eder diye kat'î delillerle ilm-i usûl-üd dinin ülemasý, kader ve cüz'-i ihtiyarî bahsinde isbat ettikleri gibi.. ben de aynelyakîn derecesinde kat'î kanaatla feyz-i Kur'anî ile Risale-i Nur'un hüccetleriyle evvelâ kendi nefsimde, sonra herkesteki benlik ve iktidarýn, icad ve ihsan ve tevfik-i Ýlahînin yalnýz bir perdesi olduklarýný kat'î bildiðim için Nurlara ve kardeþlerime ilân etmiþim ki: Ben bir çekirdektim, çürüdüm. Acz ve ihtiyaç ve samimî istemek ve fiilî dua etmek neticesinde Cenab-ý Erhamürrâhimîn, Risale-i Nur'u o çekirdekten halkedip ihsan etmiþ. Nur'un mektubatýndaki bütün medar-ý medih fýkralar, o nuranî aðaca aittir. Benim hissem kat'iyen hiçbir cihette fahir olamaz. Belki yalnýz ve yalnýz þükürdür. Öyle ise kâinat adedince "Eþþükrü lillah, Elhamdülillah"...

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Said Nursî

 

 

 

sh: » (Em: 515)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Evvelen: Çok emarelerle ve bazý hâdiselerle kat'iyen tahakkuk etmiþ ki, Nur'un has talebelerinden bazýlarýnýn bir zaîf damarýný bulup hizmet-i Nuriyeden vazgeçirmek veya zaîfleþtirmek için Nur'un ve Nur talebelerinin düþmanlarýnýn çok plânlarý var. Medar-ý ibret bir-iki nümuneyi beyan ediyoruz.

 

Birinci Nümunesi: Nurlarla þiddetli alâkasý bulunan birkaç has kardeþimizin nazarýný, fikrini baþka tarafa çevirmek veya zevkli ve ruhanî bir meþreb ile meþgul edip, hizmet-i imaniyeye karþý zaîfleþtirmek için bazý þahýslar ispirtizma denilen ölülerle muhabere namý altýnda cinnîlerle muhabere etmek gibi hattâ bazý büyük evliyalarla, hattâ peygamberlerle güya bir nevi konuþmak gibi eski zamanda kâhinlik denilen, þimdi de medyumluk namý verilen bu mes'ele ile bazý kardeþlerimizi meþgul ediyorlar. Halbuki:

 

Bu mes'ele, felsefeden ve ecnebiden geldiði için ehl-i imana çok zararlarý olabilir ve çok sû'-i istimalata menþe' olmakla beraber içinde bir doðru olsa, on yalan karýþýyor. Çünki doðruyu ve yalaný tefrik edecek bir mihenk, bir mikyas olmadýðýndan ervah-ý habise ve þeytana yardým eden cinnîlerin bu vesile ile hem onun ile meþgul olanýn kalbine ve hem de Ýslâmiyet'e zarar vermek ihtimali var. Çünki maneviyat namýna hakaik-i Ýslâmiyeye ve akide-i umumiyeye muhalif ihbarat oluyor. Ervah-ý habise iken kendilerini, ervah-ý tayyibe zannettirip belki kendilerine bazý büyük veliler namýný verip, Ýslâmiyet'in esasatýna muhalif sözlerle zarar vermeye çalýþabilirler. Hakikatý taðyir edip, safdilleri tam aldatabilirler.

 

Meselâ: Nasýlki güneþ, bir küçük cam parçasýnda ziyasýyla, hararetiyle, þekliyle görünüyor. Fakat o küçücük camýn içindeki güneþin o küçücük timsali, kendi namýna eðer konuþsa ve dese: Benim ziyam dünyayý istila ediyor, benim hararetim herþeyi ýsýtýyor ve küre-i arzdan bir milyon defadan daha büyüðüm dese, ne derece hilaf-ý hakikat olduðu anlaþýlýr. Aynen bu misal gibi: Bir peygamber, güneþ gibi hakikî makamýnda iken o ispirtizmanýn veyahut medyumluðun cam parçasý hükmündeki istidadýna göre

 

sh: » (Em: 516)

 

bir cilvesinin tezahürü, o hakikat namýna konuþamaz. Eðer konuþsa yüz derece muhalif olur. Ýspirtizmanýn veya medyumluðun o mazhardaki cüz'î cilvesi, vahyin mazharý olan o manevî güneþin kudsî mahiyetine hiçbir cihetle kýyas olamaz. Çünki esfel-i safilîndeki bir cam parçasý, manen a'lâ-yý illiyyînde olan o manevî güneþin hakikatýný yanýna getiremez. Getirmeye çalýþmak da hürmetsizlikten baþka birþey deðildir. Ancak onun makamýna karib olmak için, Celaleddin-i Süyutî ve bir kýsým evliyalar gibi seyr ü sülûk ile terakki ederek o manevî güneþin sohbetine mazhar olunur. Fakat böyle terakki, Risale-i Nur'un isbat ettiði gibi, Peygamber'in velayetiyle bir nevi sohbeti, kendi derecelerine göre ve kendi istidadlarý derecesinde olur.

 

Fakat nübüvvet hakikatý, velayetten ne derece yüksek ise, ispirtizma vasýtasýyla veyahut terakkiyat-ý ruhiye cihetiyle mazhar olunan sohbet ve muhabere dahi, hiçbir cihette hakikî Peygamberle muhabereye yetiþemeyeceðinden yeni ahkâm-ý þer'iyeye medar-ý ahkâm olamaz.

 

Evet dinden gelmeyen, belki felsefenin hassasiyetinden gelen celb-i ervah da; hem hilaf-ý hakikat, hem hilaf-ý edeb bir harekettir. Çünki a'lâ-yý illiyyînde ve kudsî makamlarda olanlarý esfel-i safilîn hükmündeki masasýna ve yalanlarýn yeri olan oyuncak tahtasýna getirmek, tam bir ihanettir ve bir hürmetsizliktir. Âdeta bir padiþahý, kulübeciðine çaðýrýp getirmek gibidir. Belki ayn-ý hakikat ve edeb ve hürmet ve istifade odur ki; Celaleddin-i Süyutî, Celaleddin-i Rumî ve Ýmam-ý Rabbanî gibi zâtlarýn seyr ü sülûk-u ruhanîleri gibi seyr ü sülûk ile yükselerek o kudsî zâtlara yanaþmak ve istifade etmektir.

 

Rü'ya-yý sadýkada ervah-ý habise ve þeytan, peygamber suretinde temessül edemez. Fakat celb-i ervahta; ervah-ý habise, belki peygamberin lisanen ismini kendine takýp, sünnet-i seniyeye ve ahkâm-ý þer'iyeye muhalif olarak konuþabilir. Eðer bu konuþmasý þeriatýn ahkâmýna ve sünnet-i seniyeye muhalif ise tam delildir ki, o konuþan ervah-ý tayyibe deðildir, mü'min ve müslüman cinnî de deðildir, ervah-ý habisedir. Bu þekilde taklid ediyor.

 

Sâniyen: Þimdi Nur talebeleri böyle mes'elelerde derse muhtaç deðildirler. Risale-i Nur, herþeyin hakikatýný beyan etmiþ. Baþka izahata ihtiyaç býrakmamýþ. Risale-i Nur onlara kâfidir. Fakat Nur talebesi olmayanlarýn ayný muhaberede, ahkâm-ý þeriat ve sünnet-i seniye esasatýna muhalif telkinatý dinlememeleri lâzým ve elzemdir. Yoksa büyük hata olur.

 

 

 

sh: » (Em: 517)

 

Bir Ýhtar: Bu mektubdaki ruhlarla muhabere mes'elesine karþý edilen þiddetli tenkid; ecnebiden, fen ve felsefeden ve manyetizma ve ispirtizmadan gelen ve manevî bir þekli giyen bir meþrebe karþýdýr. Yoksa Ýslâmiyet'ten ve tasavvuf ve ehl-i tarîkattan gelen ve bir derece ruhlarla muhabereye benzeyen ve naehillerin girmesiyle bir derece sû'-i istimal edilen ve pek az olan bir kýsým sofularýn sofîliðine karþý deðildir. Gerçi onlarda da bir cihette bazýlara zarar olabilir. Fakat öteki gibi hiçbir cihette aldatýcý deðil ve Ýslâmiyet'e hiçbir cihette zarar niyeti yok. Hem o ecnebiden gelen meþreb ise, hem tarîkat ve hem Ýslâmiyet aleyhinde olduðu gibi, o sofularýn mesleðini de sukut ettirmeye çalýþýyor ve âdileþtiriyor. Ehl-i tasavvufun zaîf ve tam sünneti yerine getirmeyen kýsmý dikkat etsinler, kendilerini onlara benzetmesinler.

 

Said Nursî

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Mahkeme Reisine:

 

Pekçok uzun ve mazlumane macera-yý hayatýma dair þu gayet kýsa ifademi dinlemenizi rica ediyorum. Yirmisekiz sene emsalsiz ihanetlerin, tarassudlarýn, hapislerin ileri sürdükleri sebeblerinden

 

Birincisi: Beni rejimin aleyhindedir, diye ittiham etmiþler. Buna cevaben deriz ki:

 

Her hükûmette muhalifler bulunur. Asayiþe, emniyete iliþmemek þartýyla herkes vicdanýyla, kalbiyle kabul ettiði bir metodu, bir fikri ile mes'ul olamaz. Çünki dininde en mutaassýb ve cebbar bir hükûmet olan Ýngilizlerin yüz sene hâkimiyeti altýnda bulunan yüz milyondan ziyade Müslümanlar, Ýngilizlerin küfrî rejimlerini Kur'an ile reddettikleri ve kabul etmedikleri halde, Ýngiliz mahkemeleri þimdiye kadar onlara, o cihette iliþmemiþtir. Hem bu millette ve bu hükûmet-i Ýslâmiye içinde eskiden beri bulunan Yahudiler ve Nasranîler, bu milletin dinine ve kudsî rejimlerine muhalif ve zýd ve mu'teriz olduklarý halde hiçbir zaman mahkeme, kanunlarýyla onlara o cihette iliþmemiþtir. Hem Hazret-i Ömer (R.A.) hilafeti zamanýnda bir âdi Hristiyan ile mahkemede beraber muhakeme olmuþlar. Halbuki o âdi Hristiyan, Müslümanlarýn hem mukaddes rejimlerine, hem dinlerine, hem kanunlarýna muhalif iken o mahkemede onun hali nazara

 

sh: » (Em: 518)

 

alýnmamasý gösteriyor ki; mahkeme hiçbir cereyana âlet olamaz, hiçbir tarafgirlik içine giremez ki; Halife-i Rûy-i Zemin, âdi bir kâfirle muhakeme olmuþlar.

 

Ýþte ben de yüzer âyât-ý Kur'aniyeye istinaden Kur'anýn kudsî kanunlarýnýn yerine, medeniyetin bozuk kýsmýndan anarþilik hesabýna ve bir nevi bolþeviklik namýna istibdad-ý mutlak manasýnda, Cumhuriyetteki hürriyet perdesi altýnda dindarlar hakkýnda eþedd-i zulme âlet olabilen muvakkat bir rejime, deðil yalnýz ben, belki bütün ehl-i vicdan muhaliftir. Hem muhalefet, hiçbir hükûmette bir suç sayýlmýyor.

 

Ýkincisi: Asayiþi bozmak, emniyeti ihlâl etmek ihtimali bahanesiyle otuz sene cezayý bana çektirdiler. Buna cevaben deriz ki:

 

Mahkemenin tahkikatýyla hem beþyüz bin fedakâr Nur talebeleri bulunduðu halde, hem yirmisekiz sene zarfýnda bu kadar zalimane ihanetlere maruz olduðumuz halde; Nurcularla alâkadar olan altý vilayet, altý mahkeme hiçbir vukuatýný kaydedememeleri, gösterememeleri isbat ediyor ki: Nurcular, asayiþin muhafýzlarýdýrlar. Ýman dersiyle herkesin kafasýnda bir yasakçýyý býrakýyorlar. Asayiþi muhafaza ediyorlar. Ve üç vilayetin insaflý zabýtalarý bunu tasdik etmiþler.

 

Üçüncüsü: Dini siyasete âlet yapmak istiyor, diye beni suçlu yapýyorlar. Sebilürreþad'ýn 116. sayýsýndaki "Hakikat Konuþuyor" namýndaki makalem buna kat'î bir cevabdýr. O makalenin kýsaca hülâsasý þudur:

 

Elcevab: Bütün dünyasýný, hattâ lüzum olsa kendi þahsî âhiretini dine feda etmeye bütün hayatý þehadet eden ve otuzbeþ seneden beri siyaseti terkeden ve beþ mahkeme bu mes'eleye dair kat'î delil bulamadýðý halde seksen yaþýný geçmiþ, kabir kapýsýnda hem dünyada hiçbir þeye mâlik olmayan bir adam hakkýnda, dini siyasete âlet yapýyor diyenler, yerden göðe kadar haksýzdýrlar, insafsýzdýrlar. Hem bu iftiralarýyla beraber, o adam hakkýnda güya asayiþi ve emniyeti ihlâl etmek istiyor, diyorlar. Halbuki o adamýn Kur'an-ý Hakîm'den aldýðý hakikat dersi ve talebelerine verdiði ders þudur:

 

Bir hanede veya bir gemide birtek masum, on câni bulunsa adalet-i Kur'aniye o masumun hakkýna zarar vermemek için o haneyi yakmasýný ve o gemiyi batýrmasýný men'ettiði halde, dokuz masumu birtek câni yüzünden mahvetmek suretinde o haneyi yakmak ve o gemiyi batýrmak en azîm bir zulüm, bir hýyanet, bir

 

sh: » (Em: 519)

 

gadir olduðundan, dâhilî asayiþi ihlâl suretinde yüzde on câni yüzünden doksan masumu tehlike ve zararlara sokmak, adalet-i Ýlahiye ve hakikat-ý Kur'aniye ile þiddetle men'edildiði için, biz bütün kuvvetimizle, o ders-i Kur'anî itibariyle, asayiþi muhafazaya kendimizi dinen mecbur biliyoruz.

 

Bu üç-dört madde ile bizi ittiham edenler ve lüzumsuz, mahkemeleri bizimle meþgul eden gizli düþmanlarýmýz, þübhe yoktur ki; onlar ya siyaseti dinsizliðe âlet etmek istiyorlar veya komünist perdesi altýnda bu mübarek vatanda, bilerek veya bilmeyerek anarþiliði yerleþtirmek istiyorlar. Çünki bir müslüman Ýslâmiyet dairesinden çýksa, mürted ve anarþist olur, hayat-ý içtimaiyeye zehir hükmüne geçer. Çünki anarþi hiçbir hakký tanýmaz, insaniyet seciyelerini canavar hayvanlarýn seciyesine çevirir. Âhirzamanda gelecek Ye'cüc ve Me'cücün komitesi, anarþistler olduðuna Kur'an iþaret ediyor.

 

Said Nursî

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Aziz, sýddýk kardeþlerimiz!

 

Evvelâ: Kur'anýn nakþ-ý hurufundaki bir nevi mu'cizesini gözlere dahi gösterecek bir tarzda yazdýrýlan ve bu zamanda izhar edilen mu'cizeli ve yaldýzlý Kur'anýmýz evvelce tab' için Almanya'ya gönderilmiþ ve Ýstanbul'da da gayret edilmiþse de üç renk üzerine tab' edilmesi fazla bir masrafa ihtiyaç göstermesi gibi manilerden geri kalmýþtý. Bu defa matbaa iþlerinde fazla ilerlemiþ olan Ýtalya'ya nümune için bir cüz'ü gönderildi. Ýstanbul'da mümkün olursa tab'ý için tekrar teþebbüse geçildi. Ve þimdilik bir renk mürekkeble ayný tevafuku muhafaza ile tab' edilmesine baþka yerde baþlanacak. Ondan sonra inþâallah tam yaldýzlý olarak ve üç renk ile Mýsýr ve Almanya veya Ýtalya gibi bir yerde tab'edilecek.

 

Sâniyen: Kur'anýn Arabî bir tefsiri ve Risale-i Nur'un Arabî Mesnevî-i Þerifi olan ve Zülfikar büyüklüðünde ve altunla yazýlmaða lâyýk bir mecmua dahi inþâallah teksir edilecek. Bu çok hârika ve pek ehemmiyetli ve gayet mühim ve herbir bahsi birer kitab ve birer risale olacak derecede gayet îcazkâr olan ve kýrk sene evvel te'lif edilen bu eserleri, o zamanýn hakikî ve meþhur ve

 

sh: » (Em: 520)

 

büyük ülema ve meþayihi de tam takdir ve tahsin etmiþler. Ve o risalelerden birtek risale hakkýnda "Bu bir katre deðil, bir bahirdir" diyerek fevkalâdeliðini izhar etmekle beraber tam anlamaktan da âciz olduklarýný idrak etmiþler. Risale-i Nur'un bu gayet mühim iki iþini müjde ederim. Muvaffak olunmasý için dualarýnýzý bekleriz. Umumunuza pekçok selâm eder, muvaffakýyetler dileriz.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Kardeþleriniz

 

Ceylân, Zübeyr

 

* * *

 

[bu mektub Samsun'da münteþir Büyük Cihad gazetesinde intiþar etmiþtir. Müfterilerin tahrikatýyla Samsun'da muhakeme açýlmasýna sebeb olmuþtur. Muhakeme beraetle neticelenmiþtir.]

 

Âlem-i Ýslâm'ýn halaskârý, ehl-i imanýn sertacý, Risale-i Nur'un tercümaný Üstadýmýz Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerine!

 

Bu defa dindar Demokratlarýn delaletiyle Afyon Mahkemesi'nce Risale-i Nur'un serbestiyetine, bütün risale, mektub ve mecmualarýnýn suç mevzuu teþkil etmediðinden iadelerine karar verilmesini senelerce evvel ilân ettiðiniz "Risale-i Nur benim deðil, Kur'anýn malýdýr; Kur'anýn feyzinden gelmiþtir. Hiçbir kuvvet onu Anadolu'nun sinesinden koparýp atamayacaktýr. Risale-i Nur Kur'ana baðlýdýr; Kur'an ise Arþ-ý Azam'la baðlanmýþtýr. Kimin haddi var ki, onu oradan söküp atsýn?" diye olan hakikatlý beyanatýnýzýn açýk bir tezahürü ve bu ulvî hizmetinizin Ýlahî ve Kur'anî olduðunun parlak bir delili bilerek, bu beraet kararýnýn âlem-i Ýslâmýn ve bahusus bu millet-i Ýslâmiyenin saadetlerinin baþlangýcý olmasý itibariyle, baþta bütün varlýðýyla bu zaferleri bekleyen ve Nur ailesine reis ve hakikatlar deryasýna kaptan tayin edilen ve zulmet-i küfürle tuðyan etmiþ insanlýða hâdi ihsan olunan aziz, sevgili Üstadýmýz ve buna vesile olmakla ehl-i imaný kendilerine dost ve taraftar eyleyen dindar Demokratlarý ve âdil heyet-i hâkimeyi sonsuz minnetlerle tebrik eder ve arzederiz ki:

 

sh: » (Em: 521)

 

Uzun senelerden beri terakki ve teâlisi için çalýþtýðýnýz ve uðrunda feda-yý nefs ü can eylediðiniz hakikat-ý Kur'aniyenin bugün bütün bir memleket, bir millet çapýnda ehl-i imanýn kalblerine sürurlar getirerek fevkalâde inkiþafý, hizmetine memur kýlýndýðýnýz ve bilfiil muvaffak olduðunuz kudsî dava ve hizmetinizin ne kadar yüksek ve parlak olduðunu güneþ gibi isbat ediyor.

 

Yirmibeþ-otuz seneden beri bütün manilere ve sýkýntýlara raðmen bu kadar sabýr ve metanetiniz ve Kur'andan kalb-i münevverinize gelen Risale-i Nur'un neþri cihetinde bu kadar hizmet ve mücahedeleriniz, istikbalin nesillerine ve Ýslâm'ýn kahraman mücahidlerine bir nümune-i iktida ve imtisal oluyor. Kur'an güneþinin sönmeyen nurlarý ve ebedî lem'alarý olan Nur þualarýyla cehl ü dalalet karanlýklarýný izale ederek, milyonlar kalbleri, o nurla nurlandýrýp, ehl-i imaný kendinize minnetdar ettiniz. Bu vatan ve bu millet, bu tarih ve bu toprak, sizin bu hizmetinizi, bu fedakârlýðýnýzý hiçbir zaman unutmayacaktýr. Ebediyet âlemine göç eylediðinizde dahi, sizin bu hizmetiniz bir çekirdek olup, ondan fýþkýran bir þecere-i âliye her tarafý kaplayacak ve o nur aðacýnýn etrafýna toplanan büyük cemaatler ve Risale-i Nur'un yükselen ebedî þualarý, o hizmetinizi ilelebed ve daha parlak ve daha þaþaalý idame edecekler.

 

Siz, Risale-i Nur'un tercümaný haysiyetiyle ve bu iman hizmetinizin Ýslâm ufuklarýnda parlamasý cihetiyle, bu asrýn bir hidayet serdarýsýnýz.

 

Kur'an-ý Kerim'in ondördüncü asr-ý Muhammedîdeki aziz dellâlý ve o müdhiþ zamanýn müdhiþ zulümatýna karþý nur-u Kur'anla mukabele eden büyük fedakârý ve Risale-i Nur'u yüzbinler nüshalarýný yüzbinler talebelerinin kalemleriyle her tarafta neþredip dinsizliðe ve küfr-ü mutlaka karþý bir sedd-i Kur'anî tesis eden muhteþem kahraman sevgili Üstadýmýz!

 

Âlemlere rahmetler ve saadetler getiren ve insanlýða selâmet ve teselliler bahþeden bu mukaddes hizmetinizde ehl-i imana zuhurunu müjde verip isbat ettiðiniz ve emareleri gözükmeye baþlayan ve bütün kýt'alara þamil hâkimiyet-i Ýslâmiyenin nurlu ve büyük bayramýný bütün ruhumuzla tebrik eder, Cenab-ý Hak'tan uzun ömürlerinize dualar eder, ellerinizden tazimle öperiz.

 

Ankara Üniversitesi

 

Nur Talebeleri

 

Sh:»(Em:522)

 

 

 

Nurculara Ehemmiyetli Bir Müjde Evvelâ: Kýrk seneden beri tâkib ettiðim ve Sultan Reþad'ýn yirmi bin altýn ve eski müstebidler hükûmetinin Millet Meclisinde yüz altmýþ üç meb'usun imzasýyla yüzelli bin banknotu, küþadý için tahsisat verdikleri... hem âlem-i Ýslâm'ýn, hem maþrýkýn, hem bu milletin en mühim bir iþi olan Van Vilâyetinde Câmi-ül Ezher gibi bir Ýslâm Darülfünun'u ve büyük üniversitesi olan Medreset-üz-Zehra'nýn yapýlmasý lüzumunu yeni hükûmetin reisi de anlamýþ ki, büyük memleket iþleri içinde, sizlere müjde olarak gönderdiðim aþaðýdaki haberi vermiþ. Fiilen yapýlmasa dahi, bu mânanýn anlaþýlmasý büyük bir fâl-i hayýrdýr.

 

Ýþte Meclis'te, Reis-i Cumhur büyük iþler sýrasýnda ehemmiyetli nutkunda bu gelen fýkrayý söylemiþ.

 

Van havalisinde, Doðu Üniversitesi'nin kurulmasý için maarif Vekâletinin tedkikata giriþtiðini söyliyen Celâl Bayar demiþtir ki: "Doðu vilâyetlerimizden olan Van'da, böyle bir irfan müessesesinin kurulmasý için, bütün müþkilat iktiham olunmalý ve önümüzdeki bütçe yýlýnda iþe baþlanmalýdýr." demiþtir. Demek Tarihçe-i Hayatý takdim eden genç üniversiteliler, bir derece Nur Risalelerinin kýymetini reise ihsas etmiþler.

 

Sâniyen: Reis-i Cumhur'un bu çok ehemiyetli fýkrasý, Risale-i Nur'un bu memlekette ve bu vatanda ettiði ve edeceði çok kýymetdar hizmetlerinin anlaþýldýðýna bir emaredir. Ve Nurcularýn bütün çektikleri zahmet ve Nur'un müsadereleri bu büyük neticeye vesile olmasý cihetiyle þekva deðil, þükretmelidir...

 

Hasta fakat memnun

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

***

 

 

 

* * *

 

sh: » (Em: 523)

 

[Üstadýmýz Bediüzzaman Said Nursî, Samsun'da münteþir Büyük Cihad gazetesinde neþrolup orada muhakemesi görülen bu müdafaayý Ýstanbul mahkemesinde okumuþ ve mahkeme beraetle nihayet bulmuþtur.]

 

Gizli düþmanlarýmýz bu Ramazan-ý Þerifte, tekrar adliyeyi benim aleyhime sevkettiler. Mes'ele de, bir gizli komünist komitesiyle alâkadardýr.

 

Birisi: Bütün bütün kanun hilafýna olarak, beni tek baþýmla ve yalnýz olarak kýrda ve daðda otururken, üç silâhlý jandarma ile bir baþçavuþ yanýma gönderdiler. "Sen baþýna þapka giymiyorsun" diye, zorla beni karakola getirdiler. Ben de, adaleti hedef tutan bütün adliyelere söylüyorum ki:

 

Böyle beþ vecihle kanunsuzluk edip, kanun namýna beþ vecihle Ýslâm kanunlarýný kýran adam, hakikî kanunsuzluk ile ittiham edilmek lâzým gelirken, onlarýn o acib kanunsuzluðu ve bahanesiyle iki seneden beri vicdanî azab verdiklerinden; elbette mahkeme-i kübra-yý haþirde bunun cezasýný çekeceklerdir. Evet otuzbeþ senedir münzevi olduðu halde hiç çarþý ve kasabalarda gezmeyen bir adamý, "Sen firenk serpuþunu giymiyorsun" diye ittiham etmeye, dünyada hangi kanun müsaade eder? Yirmisekiz seneden beri beþ vilayet ve beþ mahkeme ve beþ vilayetin zabýtalarý onun baþýna iliþmedikleri halde, hususan bu defa Ýstanbul mahkeme-i âdilesinde yüzden ziyade polislerin gözleri önünde, hem iki ayda yaya olarak heryeri gezdiði halde, hiçbir polis iliþmediði ve Mahkeme-i Temyiz "bere yasak deðil" diye karar verdiði, hem bütün kadýnlar ve baþý açýk gezenler ve bütün askerî neferler ve vazifedar memurlar giymeye mecbur olmadýklarýndan ve giymesinde hiçbir maslahat bulunmadýðýndan ve benim resmî bir vazifem olmadýðýndan -ki resmî bir libastýr- bereyi giyenler de mes'ul olmazlar denildiði halde, hususan münzevi ve insanlar arasýna girmeyen ve Ramazan-ý Þerif'in içinde böyle hilaf-ý kanun en çirkin bir þey ile ruhunu meþgul etmemek ve dünyayý hatýrýna getirmemek için has dostlarýyla dahi görüþmeyen, hattâ þiddetli hasta olduðu halde, ruhu ve kalbi vücuduyla meþgul olmamak için ilâçlarý almayan ve hekimleri çaðýrmayan bir adama þapka giydirmek, ecnebî papazlara benzetmek için ona teklif etmek ve adliye eliyle tehdid etmek, elbette zerre kadar vicdaný olan bundan nefret eder.

 

sh: » (Em: 524)

 

Meselâ: Ona teklif eden demiþ: "Ben, emir kuluyum." Cebr-i keyfî kanun ile emir olur mu ki, emir kuluyum desin.

 

Evet Kur'an-ý Hakîm'de, Yahudi ve Nasranilere baþda benzememek için ona dair âyet olduðu gibi, يَا اَيُّهَا الّذِينَ آمَنُوا اَطِيعُوا اللّهَ وَاَطِيعُوا الرّسُولَ وَاُولِى اْلاَمْرِ مِنْكُمْ âyeti, ulülemre itaati emreder. Allah ve Resulünün itaatýna zýd olmamak þartýyla, o itaatýn emir kuluyum diye hareket edebilir. Halbuki bu mes'elede; an'ane-i Ýslâmiye kanunlarý, hastalara þefkatle incitmemek, gariblere þefkat edip incitmemek, Allah için Kur'an ve ilm-i imanîye hizmet edenlere zahmet vermemek ve incitmemek emrettiði halde; hususan münzevi, dünyayý terketmiþ bir adama ecnebi papazlarýnýn serpuþunu teklif etmek on vecihle deðil, yüz vecihle kanuna muhalif ve Ýslâmýn an'anevî kanunlarýna karþý bir kanunsuzluktur ve keyfî bir emir hesabýna o kudsî kanunlarý kýrmaktýr. Benim gibi kabir kapýsýnda, gayet hasta, gayet ihtiyar, garib, fakir, münzevi, sünnet-i seniyeye muhalefet etmemek için otuzbeþ seneden beri dünyayý terkeden bir adama bu tarz muameleler, kat'iyen þekk ve þübhe býrakmadý ki; komünist perdesi altýnda anarþilik hesabýna vatan ve millet ve Ýslâmiyet ve din aleyhinde müdhiþ bir sû'-i kasd eseri olduðu gibi, Ýslâmiyet'e ve vatana hizmete niyet eden ve müdhiþ haricî tahribata karþý cephe alan dindar meb'uslar ve Demokratlara dahi büyük bir sû'-i kasddýr. Dindar meb'uslar dikkat etsinler. Bu dehþetli sû'-i kasda karþý müdafaada beni yalnýz býrakmasýnlar.

 

(Haþiye): Rus'un Baþkumandaný kasden önünden üç defa geçtiði halde ayaða kalkmayan ve tenezzül etmeyen ve onun idam tehdidine karþý izzet-i Ýslâmiyeyi muhafaza için ona baþýný eðmeyen; Ýstanbul'u istilâ eden Ýngiliz Baþkumandanýna ve onun vasýtasýyla fetva verenlere karþý, Ýslâmiyet þerefi için, idam tehdidine beþ para ehemmiyet vermeyen ve "Tükürün zalimlerin o hayasýz yüzüne!" cümlesiyle ve matbuat lisanýyla karþýlayan; ve Mustafa Kemal'in elli meb'us içinde hiddetine ehemmiyet vermeyip, "Namaz kýlmayan haindir" diyen; ve Divan-ý Harb-i Örfî'nin dehþetli suallerine karþý, "Þeriatýn tek bir mes'elesine ruhumu feda etmeðe hazýrým" deyip, dalkavukluk etmeyen ve yirmisekiz sene, gâvurlara benzememek için inzivayý ihtiyar eden bir Ýslâm fedaisi ve hakikat-ý Kur'aniyenin fedakâr hizmetkârýna maslahatsýz, kanunsuz denilse ki; "Sen Yahudi ve Hristiyan papazlarýna benzeyeceksin, onlar gibi baþýna þapka giyeceksin, bütün Ýslâm ülemasýnýn icmaýna muhalefet edeceksin; yoksa ceza vereceðiz" denilse, elbette öyle her þeyini hakikat-ý Kur'aniyeye feda eden bir adam, deðil dünyevî hapis veya ceza ve iþkence, belki parça parça býçakla kesilse, cehenneme de atýlsa, kat'iyen yüz ruhu da olsa, bütün tarihçe-i hayatýnýn þehadetiyle, feda edecek.

 

sh: » (Em: 525)

 

Acaba, bu vatan ve dinin gizli düþmanlarýnýn bu eþedd-i zulm-ü nemrudanelerine karþý, manevî pekçok kuvveti bulunan bu fedakârýn tahammülü ve maddî kuvvetle ve menfî cihette mukabele etmemesinin hikmeti nedir? Ýþte bunu size ve umum ehl-i vicdana ilân ediyorum ki; yüzde on zýndýk dinsizin yüzünden doksan masuma zarar gelmemek için, bütün kuvvetiyle dâhildeki emniyet ve asayiþi muhafaza etmek için, Nur dersleriyle herkesin kalbine bir yasakçý býrakmak için Kur'an-ý Hakîm ona o dersi vermiþ. Yoksa bir günde, yirmisekiz senelik zalim düþmanlarýmdan intikamýmý alabilirim. Onun içindir ki; asayiþi masumlarýn hatýrý için muhafaza yolunda haysiyetini, þerefini tahkir edenlere karþý müdafaa etmiyor ve diyor ki: Ben deðil dünyevî hayatý, lüzum olsa âhiret hayatýmý da millet-i Ýslâmiye hesabýna feda edeceðim.

 

Said Nursî

 

* * *

 

 

 

 

 

 

 

 

 

sh: » (Em: 526)

 

[baðdad'da çýkan "Eddifa" gazetesinin muharriri Ýsa Abdülkadir'in Arabî makalesinin tercümesi]

 

Baðdad'da çýkan "Eddifa" gazetesi Risale-i Nur Talebelerinden bahisle diyor ki:

 

Türkiye'deki Nur Talebelerinin Ýhvan-ý Müslimîn Cem'iyeti ile alâkalarý nedir, ne münasebeti var? Hem farklarý nedir? Türkiye'deki Nur Talebeleri, Mýsýr'da ve bilâd-ý Arabda Ýhvan-ý Müslimîn namýnda ittihad-ý Ýslâma çalýþan cem'iyetler gibi müstakil cem'iyet midirler? Ve onlar da onlardan mýdýr? Ben de cevab veriyorum ki:

 

Nur Talebelerinin ve Ýhvan-ý Müslimîn cem'iyetinin gerçi maksadlarý; hakaik-i Kur'aniye ve imaniyeye hizmet ve ittihad-ý Ýslâm dairesinde Müslümanlarýn saadet-i dünyeviye ve uhreviyelerine hizmet etmektir; fakat Nur Talebelerinin beþ-altý cihetle farklarý var:

 

Birinci Fark: Nur Talebeleri siyasetle iþtigal etmez, siyasetten kaçýyorlar. Eðer siyasete mecbur olsalar, siyaseti dine âlet yapýyorlar; tâ ki siyaseti dinsizliðe âlet edenlere karþý dinin kudsiyetini göstersinler. Siyasî bir cem'iyetleri aslâ mevcud deðil.

 

Ýhvan-ý Müslimîn ise: Memleket ve vaziyet sebebiyle siyasetle, din lehinde iþtigal ediyorlar ve siyasî cem'iyet de teþkil ediyorlar.

 

Ýkinci Fark: Nurcular, üstadlarýyla içtima etmiyorlar ve etmeye de mecbur deðiller. Kendilerini üstadlarýyla içtimaa mecburiyet hissetmiyorlar. Ders almak için beraber bulunmaya lüzum görmüyorlar. Belki koca bir memleket, bir dershane hükmünde. Risale-i Nur kitablarý onlarýn eline geçmekle, üstad yerine onlara bir ders verir. Herbir risale, bir Said hükmüne geçer.

 

Hem ellerinden geldiði kadar ücretsiz istinsah ederler. Muhtaçlara mukabelesiz (*) veriyorlar ki, okusunlar ve dinlesinler. Bu suretle büyük bir memleket büyük bir dershane hükmünde oluyor.

 

Ýhvan-ý Müslimîn ise: Umumî merkezlerde mürþid ve reisleriyle görüþmek ve emirler ve dersler almak için ziyaretine giderler. Ve o umumî cem'iyetin þubelerinde de o büyük üstadla ve naible

 

___________________________

 

(*) 25 sene müddetle el yazmasý ile Anadolu'da neþri bu þekilde olmuþtur.

 

sh: » (Em: 527)

 

riyle ve vekilleri hükmündeki zâtlarla yine görüþürler, ders alýrlar, emir alýrlar.

 

Hem umumî merkezlerde çýkan ceride ve mecellelerin fiatýný verip alýp, onlardan ders alýyorlar.

 

Üçüncü Fark: Nur Talebeleri, aynen âlî bir medresenin ve bir üniversite dârülfünununun talebeleri gibi, ilmî muhabere vasýtasýyla ders alýyorlar. Büyük bir vilayet bir medrese hükmüne geçer. Birbirini görmedikleri, tanýmadýklarý ve uzak olduklarý halde birbirine ders veriyorlar ve beraber ders okuyorlar.

 

Amma Ýhvan-ý Müslimîn ise: Memleketleri ve vaziyetleri iktizasýyla mecelleleri ve kitablarý çýkarýyorlar, aktar-ý âleme neþrediyorlar; onunla birbirini tanýyýp ders alýyorlar.

 

Dördüncü Fark: Nur Talebeleri, bu zamanda ve bugünde ekser bilâd-ý Ýslâmiyede intiþar etmiþler ve çoklukla vardýrlar. Bu intiþarlarýnda ayrý ayrý hükûmetlerde bulunduklarý halde hükûmetlerden izin almaya muhtaç olmuyorlar ki, tecemmu edip toplansýnlar ve çalýþsýnlar. Çünki meslekleri siyaset ve cem'iyet olmadýðýndan hükûmetlerden izin almaya kendilerini mecbur bilmiyorlar.

 

Amma Ýhvan-ý Müslimîn ise: Vaziyetleri itibariyle siyasete temas etmeye ve cem'iyet teþkiline ve þubeler ve merkezler açmaya muhtaç bulunduklarýndan, bulunduklarý yerlerdeki hükûmetten icazet ve ruhsat almaya muhtaçtýrlar. Ve Nurcular gibi bilinmiyor deðiller. Ve bu esas üzerine, kendilerine umumî merkezleri olan Mýsýr'da, Suriye'de, Lübnan'da, Filistin'de, Ürdün'de, Sudan'da, Maðrib'de ve Baðdad'da çok þubeler açmýþlar.

 

Beþinci Fark: Nur Talebeleri içinde çok muhtelif tabakalar var. Yedi-sekiz yaþýndaki, câmilerde Kur'an okumak için elifbayý ders almakta olan çocuklardan tut, tâ seksen-doksan yaþýndaki ihtiyarlara varýncaya kadar kadýn-erkek; hem bir köylü, hammal adamdan tut, tâ büyük bir vekile kadar ve bir neferden, büyük bir kumandana kadar taifeler Nurcularda var. Bütün Nurcularýn bu çok taifelerinin umumen bütün maksadlarý, Kur'an-ý Mecid'in hidayetinden ve hakaik-i imaniye ile nurlanmaktan ibarettir. Bütün çalýþmalarý ilm ü irfan ve hakaik-i imaniyeyi neþretmektir. Bundan baþka bir þeyle iþtigal ettikleri bilinmiyor. Yirmisekiz seneden beri dehþetli mahkemeler dessas ve kýskanç muarýzlar, bu kudsî hizmetten baþka onlarda bir maksad bulamadýklarý için onlarý mahkûm edemiyorlar ve daðýtamýyorlar. Ve Nurcular, müþterileri

 

sh: » (Em: 528)

 

ve kendilerine taraftarlarý aramaya kendilerini mecbur bilmiyorlar. "Vazifemiz hizmettir, müþterileri aramayýz, onlar gelsinler bizi arasýnlar, bulsunlar." diyorlar. Kemmiyete ehemmiyet vermiyorlar. Hakikî ihlasý taþýyan bir adamý, yüz adama tercih ediyorlar.

 

Amma Ýhvan-ý Müslimîn ise: Gerçi onlar da Nurcular gibi ulûm-u Ýslâmiye ve marifet-i Ýslâmiye ve hakaik-i imaniyeye temessük etmek için insanlarý teþvik ve sevkediyorlar; fakat vaziyet, memleket ve siyasete temas iktizasýyla, ziyadeleþmeye ve kemmiyete ehemmiyet veriyorlar, taraftarlarý arýyorlar.

 

Altýncý Fark: Hakikî ihlaslý Nurcular, menfaat-ý maddiyeye ehemmiyet vermedikleri gibi; bir kýsmý, azamî iktisad ve kanaatla ve fakir-ül hal olmalarýyla beraber, sabýr ve insanlardan istiðna ile ve hizmet-i Kur'aniyede hakikî bir ihlas ve fedakârlýkla ve çok kesretli ve þiddetli ehl-i dalalete karþý maðlub olmamak için ve muhtaçlarý hakikata ve ihlasa davet etmekte bir þübhe býrakmamak için ve rýza-yý Ýlahîden baþka o hizmet-i kudsiyeyi hiçbir þeye âlet etmemek için, bir cihette hayat-ý içtimaiye faidelerinden çekiniyorlar.

 

Amma Ýhvan-ý Müslimîn ise: Onlar da hakikaten maksad itibariyle ayný mahiyette olduklarý halde, mekân ve mevzu ve bazý esbab sebebiyle Nur Talebeleri gibi dünyayý terkedemiyorlar. Azamî fedakârlýða kendilerini mecbur bilmiyorlar.

 

Ýsa Abdülkadir

 

* * *

 

[baðdad'da çýkan, ehemmiyetli, siyasî bir ceride olan "Eddifa" gazetesinin muharriri Ýsa Abdülkadir diyor ki:]

 

Nur Talebelerinin mürþidi olan Bediüzzaman Said Nursî hakkýnda "Eddifa" gazetesini okuyanlar benden soruyorlar: "Türkiye'deki Nur Talebelerinden ve Üstadlarý olan Said Nursî'den bize malûmat ver" diyorlar. Ben de bunlar hakkýnda kýsa bir cevab vereceðim. Çünki Üstadýn, Nur'un ve Nur Talebelerinin Arablar'da hakký olduðu için Arablar onlardan ciddî bahsetsinler. Zira Ýslâmiyet'in madde-i esasiyesi olan Arablar, Risale-i Nur'dan ziyadesiyle faide görmeye baþlamýþlar.

 

Bu Nur Talebeleri Risale-i Nur'la, hem Türkiye'de, hem bilâd-ý Arabda komünistliðe karþý muhkem bir sed tesis ediyorlar.

 

sh: » (Em: 529)

 

.............................................

 

Risale-i Nur ise, öyle geniþ bir mikyas ile intiþar ediyor ki, deðil yalnýz Türkiye'de ve bilâd-ý Ýslâmiyede, hattâ ecnebilerde de iþtiyakla istenilir oluyor. Ve Nur'un Talebelerinin þevklerini hiçbirþey kýramýyor. Ýþte Nur Talebeleriyle Nur Risaleleri ve onlarýn bu büyük hizmet-i Kur'aniyeleri Demokrat Hükûmetinin bir büyük hasenesidir ki, mübarek âlem-i Ýslâm'daki hareket-i Ýslâmiye bu hükûmet-i demokrasiyi takdir ve tahsinle karþýlýyor. Bütün Irak ahali-i müslimesi ki, Arab, Türk, Kürd, Ýran, bu Ýslâmî hizmeti ve kudsî mücahedeyi kemal-i ferah ile karþýlýyorlar. Ve Türkiye'deki Türk kardeþlerimiz, garbýn yanlýþ tesiratlarýna karþý bunlarla mukavemet gösteriyorlar kanaatindedirler.

 

Ýsa Abdülkadir

 

* * *

 

[Risale-i Nur'un vatana, millete ve Ýslâmiyet'e büyük hizmetini kabul ve takdir eden Baþvekil Adnan Menderes'e Üstad'ýn yazdýðý bir mektub]

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Ben çok hasta olduðum ve siyasetle alâkasýz bulunduðum halde, Adnan Menderes gibi bir Ýslâm kahramaný ile bir sohbet etmek isterdim. Hal ve vaziyetim görüþmeye müsaade etmediði için; o sûrî konuþmak yerine bu mektub benim bedelime konuþsun diye yazdým.

 

Gayet kýsa birkaç esasý, Ýslâmiyet'in bir kahramaný olan Adnan Menderes gibi dindarlara beyan ediyorum:

 

Birincisi: Ýslâmiyet'in pek çok kanun-u esasîsinden birisi: وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى âyet-i kerimesinin hakikatýdýr ki; birisinin cinayetiyle baþkalarý, akraba ve dostlarý mes'ul olamaz. Halbuki þimdiki siyaset-i hazýrada particilik tarafdarlýðý ile,

 

sh: » (Em: 530)

 

bir câninin yüzünden pek çok masumlarýn zararýna rýza gösteriliyor. Bir câninin cinayeti yüzünden, tarafdarlarý veyahut akrabalarý dahi þeni' gýybetler ve tezyifler edilip, bir tek cinayet yüz cinayete çevrildiðinden, gayet dehþetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup, kin ve garaza ve mukabele-i bil'misile mecbur ediliyor. Bu ise hayat-ý içtimaiyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir ve hariçteki düþmanlarýn parmak karýþtýrmalarýna tam bir zemin hazýrlamaktýr. Ýran ve Mýsýr'daki hissedilen hâdise ve buhranlar, bu esastan ileri geldiði anlaþýlýyor. Fakat onlar burasý gibi deðil; bize nisbeten pek hafif, yüzde bir nisbetindedir. Allah etmesin, bu hal bizde olsa, pek dehþetli olur.

 

Bu tehlikeye karþý çare-i yegâne: Uhuvvet-i Ýslâmiyeyi ve esas Ýslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taþý yapýp, masumlarý himaye için, cânilerin cinayetlerini kendilerine münhasýr býrakmak lâzýmdýr.

 

Hem emniyetin ve asayiþin temel taþý, yine bu kanun-u esasîden geliyor:

 

Meselâ: Bir hanede veya bir gemide bir masum ile on câni bulunsa, hakikî adaletle ve emniyet ve asayiþ düstur-u esasîsi ile o masumu kurtarýp tehlikeye atmamak için, gemiye ve haneye iliþmemek lâzým; ta ki masum çýkýncaya kadar.

 

Ýþte bu kanun-u esasî-i Kur'anî hükmünce, asayiþ ve emniyet-i dâhiliyeye iliþmek, on câni yüzünden doksan masumu tehlikeye atmak, gazab-ý Ýlahînin celbine vesile olur. Madem Cenab-ý Hak, bu tehlikeli zamanda bir kýsým hakikî dindarlarýn baþa geçmesine yol açmýþ. Kur'an-ý Hakîm'in bu kanun-u esasîsini kendilerine bir nokta-i istinad ve onlara garazkârlýk edenlere karþý siper yapmak lâzým geldiðini, zaman ihtar ediyor.

 

Ýslâmiyet'in ikinci bir kanun-u esasîsi þu hadîs-i þeriftir:

 

سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ hakikatýyla, memuriyet bir hizmetkârlýktýr; bir hâkimiyet ve benlik için tahakküm âleti deðil. Bu zamanda terbiye-i Ýslâmiyenin noksaniyetiyle ve ubudiyetin za'fiyetiyle benlik, enaniyet kuvvet bulmuþ. Memuriyeti hizmetkârlýktan çýkarýp, bir hâkimiyet ve müstebidane bir mertebe tarzýna getirdiðinden; abdestsiz, kýblesiz namaz kýlmak gibi, adalet adalet olmaz, esasýyla da bozulur ve hukuk-u ibad da zîr ü zeber olur. Hukuk-u ibad, hukukullah hükmüne geçemiyor ki, hak olabilsin; belki nefsanî haksýzlýklara vesile olur.

 

sh: » (Em: 531)

 

Þimdi Adnan Menderes gibi, "Ýslâmiyet'in ve dinin îcablarýný yerine getireceðiz" diye ve mezkûr iki kanun-u esasîye karþý muhalefet edip tam zýddýna olarak iki dehþetli cereyan, gayet büyük rüþvet ile halklarý aldatmak ve ecnebilerin müdahalesine yol açmak vaziyetinde hücum etmek ihtimali kuvvetlidir.

 

Birisi: Birinci kanun-u esasîye muhalif olarak, bir câni yüzünden kýrk masumu kesmiþ, bir köyü de yakmýþ. Bu derecede bir istibdad-ý mutlak, her nefsin zevkine geçecek memuriyete bir hâkimiyet suretinde rüþvet vererek, dindar hürriyetperverlere hücum ediliyor.

 

Ýkinci hücum da: Ýslâmiyet milliyet-i kudsiyesini býrakýp -evvelkisi gibi- bir câni yüzünden yüz masumun hakkýný çiðneyebilen, zâhiren bir milliyetçilik ve hakikatta ýrkçýlýk damarýyla hem hürriyetperver dindar Demokratlara, hem bütün bu vatandaki yüzde yetmiþi sair unsurlardan bulunanlara, hem hükûmet aleyhine, hem bîçare Türkler aleyhine, hem Demokrat'ýn takib ettiði siyaset aleyhine çalýþarak ve serseri ve enaniyetli nefislere gayet zevkli bir rüþvet olarak bir ýrkçýlýk kardeþliði veriyor. O zevkli kardeþliðin içinde, o zevkli faideden bin defa daha ziyade hakikî kardeþleri düþmanlýða çevirmek gibi acib tehlikeyi, o sarhoþluðu ile hissedemiyor. Meselâ: Ýslâmiyet milliyeti ile dörtyüz milyon hakikî kardeþin her gün اَللّهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِنِينَ وَ الْمُؤْمِنَاتِ dua-yý umumîsiyle manevî yardým görmek yerine, ýrkçýlýk dörtyüz milyon mübarek kardeþleri, dörtyüz serseriye ve lâübalilere yalnýz dünyevî ve pek cüz'î bir menfaati için terk ettiriyor. Bu tehlike hem bu vatana, hem hükûmete, hem de dindar Demokratlara ve Türkler'e büyük bir tehlikedir ve öyle yapanlar da hakikî Türk deðillerdir. Necib Türkler böyle hatadan çekinirler. Bu iki taife herþeyden istifadeye çalýþýp, dindar Demokratlarý devirmeye çalýþtýklarý ve çalýþtýrýldýklarý, meydandaki âsâr ile tahakkuk ediyor. Bu acib tahribata ve bu iki kuvvetli muarýzlara karþý; kýrk sahabe ile dünyanýn kýrk devletine karþý meydan-ý muarazaya çýkan ve galebe eden ve bin dörtyüz sene zarfýnda ve her asýrda üçyüz-dörtyüz milyon þakirdi bulunan hakikat-ý Kur'aniyenin sarsýlmaz kuvvetine dayanmak ve onun içindeki dünyevî ve uhrevî saadet-i ebediyenin zevklerine o cazibedar hakikatla beraber nokta-i istinad yapmak, o mezkûr muarýzlarýnýza ve hem dâhil ve hariçteki düþmanlarýnýza karþý en lâzým ve elzem ve zarurî bir çare-i yegânedir. Yoksa o insafsýz dâhilî ve haricî düþmanlarýnýz sizin bir

 

sh: » (Em: 532)

 

cinayetinizi binler yapýp ve eskilerin de cinayetlerini ilâve ederek baþkalarýn baþýna yükledikleri gibi, size de yükleyecekler. Hem size, hem vatana, hem millete telafi edilmeyecek bir tehlike olur.

 

Cenab-ý Hak sizleri Ýslâmiyet lehindeki hizmetlerinizde muvaffak ve mezkûr tehlikelerden muhafaza eylesin diye ben ve Nurcu kardeþlerimiz, yapacaðýnýz hizmete ve mezkûr hakikatý kabul etmenize mukabil dua etmeye karar vereceðiz.

 

Üçüncüsü: Ýslâmiyet'in hayat-ý içtimaiyeye dair bir kanun-u esasîsi dahi bu hadîs-i þerifin اَلْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ الْمَرْصُوصِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا hakikatýdýr. Yani, hariçteki düþmanlarýn tecavüzlerine karþý dâhildeki adaveti unutmak ve tam tesanüd etmektir. Hattâ en bedevi taifeler dahi bu kanun-u esasînin menfaatini anlamýþlar ki, hariçte bir düþman çýktýðý vakit, o taife birbirinin babasýný, kardeþini öldürdükleri halde, o dâhildeki düþmanlýðý unutup, hariçteki düþman def' oluncaya kadar tesanüd ettikleri halde; binler teessüflerle deriz ki, benlikten, hodfüruþluktan, gururdan ve gaddar siyasetten gelen dâhildeki tarafgirane fikriyle, kendi tarafýna þeytan yardým etse rahmet okutacak, muhalifine melek yardým etse lanet edecek gibi hâdisatlar görünüyor. Hattâ bir sâlih âlim, fikr-i siyasîsine muhalif bir büyük sâlih âlimi tekfir derecesinde gýybet ettiði ve Ýslâmiyet aleyhinde bir zýndýðý, onun fikrine uygun ve tarafdar olduðu için hararetle sena ettiðini gördüm. Ve þeytandan kaçar gibi otuzbeþ seneden beri siyaseti terkettim.

 

Hem þimdi birisi hem Ramazan-ý Þerif'e, hem þeair-i Ýslâmiyeye, hem bu dindar millete büyük bir cinayet yaptýðý vakit, muhaliflerinin onun o vaziyeti hoþlarýna gittiði görüldü. Halbuki küfre rýza küfür olduðu gibi; dalalete, fýska, zulme rýza da fýsktýr, zulümdür, dalalettir. Bu acib halin sýrrýný gördüm ki; kendilerini millet nazarýnda ettikleri cinayetlerinden mazur göstermek damarýyla muhaliflerini kendilerinden daha dinsiz, daha câni görmek ve göstermek istiyorlar. Ýþte bu çeþit dehþetli haksýzlýklarýn neticeleri pek tehlikeli olduðu gibi, içtimaî ahlâký da zîr ü zeber edip bu vatan ve millete ve hâkimiyet-i Ýslâmiyeye büyük bir sû'-i kasd hükmündedir.

 

Daha yazacaktým; fakat bu üç nokta-i esasiyeyi þimdilik dindar hürriyetperverlere beyan etmekle iktifa ediyorum.

 

Said Nursî

 

* * *

 

sh: » (Em: 533)

 

[Adnan Menderes'e gönderilmek niyetiyle evvelce yazýlan içtimaî hayatýmýza ait bir hakikatýn haþiyesini tekrar takdim ediyoruz]

 

Haþiye: Eskilerin lüzumsuz keyfî kanunlarý ve sû'-i istimalleri neticesinde, belki de tahrikleriyle zuhur eden Ticanî mes'elesini dindar Demokratlara yüklememek ve âlem-i Ýslâm'ýn nazarýnda Demokratlarý düþürmemenin çare-i yegânesi kendimce böyle düþünüyorum: Ezan-ý Muhammedî'nin (A.S.M.) neþriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduðu gibi; Ayasofya'yý, beþyüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmek ve halen Ýslâm'da çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i Ýslâm'ýn hüsn-ü teveccühünü kazandýran, yirmisekiz sene mahkemelerin muzýr cihetini bulamadýklarý ve beþ mahkeme de beraetine karar verdikleri Risale-i Nur'un resmen serbestîsini dindar Demokratlar ilân etmeli ve bu yaraya bir nevi merhem vurmalýdýrlar. O vakit âlem-i Ýslâm'ýn teveccühünü kazandýklarý gibi, baþkalarýnýn zalimane kabahatlarý onlara yüklenmez fikrindeyim. Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zâtlarýn hatýrlarý için, otuzbeþ seneden beri terkettiðim siyasete bir-iki saat baktým ve bunu yazdým.

 

Said Nursî

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Samsun Mahkemesi'nden Sorgu ve Savcýnýn Büyük Cihad'da intiþar eden bir þekvama dair beni Samsun Aðýr Ceza Mahkemesi'ne vermelerine dair bir davetiye geldi. Bana okudular. Ýçinde yalnýz dört nokta nazar-ý ehemmiyete alýnabilir gördüm:

 

Birincisi: Büyük Cihad'ýn müdür-ü mes'ulü mahkemede müddeiumumîye demiþ ki: "Said Nursî o makaleyi bana göndermiþ. Ben de neþrettim."

 

Bu mes'elenin hakikatý þudur: Ben hasta iken Emirdaðý'ndaki kardeþlerim yanýma geldiler. Emirdaðý'nda baþýma gelen zalimane hâdiseye dair konuþtuk. Hem hastalýklý, hem hiddetli, hem Ankara'ya þekva suretinde bir þeyler söylemiþtim. Yanýmdaki hizmetçim kaleme aldý. Nur talebelerinin tensibiyle Ankara'daki bir-iki Nur talebesine gönderip, tâ bazý dindar meb'uslara göstersinler. Bu hastalýðýmda bana sýkýntý verilmesin. Hem gönderilmiþ. Bazý meb'uslar da görmüþ. Ve bilmediðimiz bir zâtýn hoþuna giderek

 

sh: » (Em: 534)

 

Büyük Cihad müdürüne göndermiþ. Ben kasem ederim ki, o zamandan þimdiye kadar bilmiyorum ki kim göndermiþ. Fakat neþrolduktan sonra bir nüsha buraya gelmiþ. Yeni harfleri bilmediðim için bana birisi okudu. Ben memnun oldum. Allah razý olsun neþredenlere dedim. Gerçi otuzbeþ seneden beri siyaseti terketmiþim. Fakat Büyük Cihad gibi hâlisane dine hizmet eden o cerideye ve onun sahib ve muharrirlerine din namýna minnetdar oldum ve Allah razý olsun dedim. Haberim olmadan ve para da vermeden daima bana o mübarek gazete gönderiliyordu.

 

Ýkinci Nokta: Benim Samsun'daki Aðýr Ceza mahkemesine sevkedilmekliðime dairdir. Bu noktada bunu kat'iyen beyan ediyorum ki, Samsun havalisinde hususan Büyük Cihad dairesine mensub mübarek âhiret kardeþlerim ve Nur talebelerini ziyaretle görmek için oraya gitmek isterdim. Fakat doktorlarýn raporlarýyla kat'î iktidarsýzlýðým o dereceye gelmiþ ki; beþ dakikalýk karþýmdaki, bu mes'elenin baþlangýcý ve esasý olan mahkemeye, birbuçuk senedir bana haber verdikleri halde gidemiyorum. Mecburiyetle müddeiumumî ve hâkim vazifesini gören sorgu hâkimi yanýma geldiler. Medar-ý sual ve cevab Büyük Cihad gazetesini de getirdiler. Gazetenin bazý sözleri benim sözlerim içine karýþtýrýlmýþ. Ben de onlara cevablarýný vermiþtim. Eðer faraza Aðýr Ceza bu ehemmiyetsiz mes'eleye ehemmiyet verse, benim mahkememi Eskiþehir'e nakline müsaade etsin ki, orada sýhhiye heyetinden iki aylýk raporlu zehir hastalýðý ile þiddetli hasta bulunduðumdan bizzât bulunabilirim. Yoksa imkâný yoktur.

 

Üçüncü Nokta: Savcý ve sorgu hâkimi 163'üncü maddeye dayanýp Said Nursî'yi dini siyasete âlet ve asayiþe zararlý propaganda diye itham ediyorlar. Bu noktanýn hakikatýný yirmidokuz senedir beþ-altý mahkeme ve beþ-altý vilayetin zabýtalarý ve 133 parça kitablarýmý ve binlerce umum mektublarýmý elde ettikleri halde ve dinsiz komitelerin tahriki ile safdil bazý memurlarý aldatmalarýyla kat'iyen iki mes'eleden baþka medar-ý mes'uliyet bulmadýklarýna delil: Ýki sene bütün mektublarým ve kitablarým Denizli Aðýr Ceza Mahkemesi'yle Ankara Aðýr Ceza Mahkemesi ve Mahkeme-i Temyiz de müttefikan hem benim beraetime, hem bütün kitablarýn iadesine karar vermeleri ve beþ-altý vilayette yalnýz tesettüre dair bir âyetin tefsiri bahanesiyle birtek mahkeme hafifçe ceza vermek istedi. Kat'î ve kuvvetli cevabýma karþý mecburiyetle mes'eleyi kanaat-ý vicdaniyeye çevirdiler. Demek onlar da medar-ý mes'uliyet bulamadýlar. Bu noktayý izah için Afyon mahkeme reisine gönderdiðim istidayý size de bera-yý malûmat gönderiyorum.

 

sh: » (Em: 535)

 

Elhasýl: Ayný nakarat beþ-altý mahkemede tekrar edilmiþ ve medar-ý mes'uliyet bulamamýþlar. Þimdi Samsun savcýsý ve sorgusu yirmisekiz seneki nakaratý aynen tekrar ediyorlar: "Þahsî nüfuz temin için propaganda yapýp dini siyasete âlet ediyor." Beþ mahkemede dörtyüz sahife kadar olan cerh edilmemiþ müdafaatýma, benim bedelime havale ediyorum. Beni konuþturmaktan ise, ona baksýnlar.

 

Said Nursî

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Samsun'dan gelen tebliðnameye karþý kýsaca cevabýmý Samsun Heyet-i Hâkimesine takdim ediyorum:

 

Birincisi: Ben makalemi kendim göndermemiþim. Bütün buradaki dostlarým biliyorlar.

 

Ýkincisi: Benim gizli düþmanlarýmýn sû'-i kasdýyla zehir tesemmümü ile þiddetli hastalýðýmdan yanýmdaki câmiye on defada ancak bir defa gidebiliyorum. Bu Samsun Mahkemesi'ni yakýnýmýzdaki Eskiþehir'e naklini kanunen taleb ediyorum.

 

* * *

 

[Gayet ehemmiyetli bir hâdise, bir istida ve bir þekvadýr]

 

Pakistan'da çýkan "Essýddýk" namýndaki mühim bir mecmua elimize geçti. Baktýk ki; elli sahifelik o mecmuanýn yarýsýna yakýn kýsmý Risale-i Nur'un bazý makaleleridir. Ve bilhassa baþýnda Risale-i Nur'dan Yirmiikinci Mektub'un birinci mebhasýný gayet ehemmiyetle ve takdir ile âlem-i Ýslâm'a اِنَّمَا اْلمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ âyetine bir davetname hükmünde yazdýðýný gördük. Þimdi o arabî mecmuanýn tercüme ettiði risalenin aslý olan Türkçesini efkâr-ý âmmeye, hususan bu hükûmet-i Ýslâmiyenin reislerine ve meb'uslarýna bir sene evvel verildiði gibi, yine bera-yý malûmat takdim etmek için iki-üç sebeb var:

 

Birincisi: Risale-i Nur'dan Sikke-i Tasdik-i Gaybî Mecmuasý'nda

 

sh: » (Em: 536)

 

yazýlan kat'î yüzer iþaratýn ve emaratýn delaletiyle ve çok hâdiselerin o delaleti tasdiki ile sabit olmuþ ki: Risale-i Nur, manevî tahribata ve anarþilik ve bolþevizm, tabiiyyun ve maddiyyunluða ve þükuk ve þübehata ve küfr-ü mutlaka karþý bir sedd-i Kur'anî hizmetini bi-hakkýn îfa etmesiyle bu vataný bu tehlikeli dünya fýrtýnasý içinde muhafazaya bir vesile olduðu ve bir sadaka-i makbule hükmüne geçip Ýkinci Harb-i Umumî'nin belasýna ve baþka memleketlerde vuku' bulan belalarýn bu memlekete girmesine mümanaatla manevî bir siper teþkil ettiði bedahetle aþikâr olmuþtur. Bu müddeayý Risale-i Nur'a nazar eden en muannid feylesoflar da tasdik etmeye mecbur kalmýþlardýr. Ýþte o Risale-i Nur beþyüz bin talebesiyle ve altýyüz bin nüshasýyla herkesin kalbinde iman dersiyle bir yasakçý býrakýp asayiþi temin etmekle, وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى yani birinin günahýyla baþkasý mes'ul olamaz diye olan Kur'anýn bir kanun-u esasîsini tatbike çalýþmasýyla ve milyonlarla okuyanlar içinde hiçbirisi onu okumaktan zarar görmemesiyle bu zamanda bir mu'cize-i Kur'aniye ve bu vatan ve millet için bir vesile-i def'-i bela olduðu isbat edildiði halde ve yirmibeþ seneden beri gizli, ifsadçý, anarþi hesabýna çalýþan komiteler desiseleriyle mahkemeleri aleyhine sevkedip çalýþtýklarý ve beþ vilayette beþ büyük mahkeme Risale-i Nur'un eczalarýný inceden inceye tedkik edip medar-ý mes'uliyet bir tek nokta bulamayýp beraet verdikleri ve sonra da yirmi yerde yirmi adliye ayrýca alâkadar olup, mûcib-i mes'uliyet bir cihet olmadýðýndan suç yok diye karar verdikleri ve Afyon Mahkemesi de iki defa iadesine karar verdiði halde risalelerin iadesini ve tamam intiþarýný iktiza eden kanunî, hukukî esbab-ý mûcibe mevcud iken, beþ seneden beri gizli komitelerin aldatmalarý ve desiseleriyle ve bahanelerle Afyon Mahkemesi'nde beþ senedir o mübarek risalelerin sahiblerine teslimi te'hir edilmektedir. Halbuki büyük emniyet dairelerince, zabýtaca sabit olduðu gibi, yüzbinler Nur talebelerinde ve yüzbinler Nur nüshalarýnda hiçbir zarar, bir vukuat görülmemesi, kaydedilmemesi gösteriyor ki, Risale-i Nur asayiþin temel taþýna hizmet eden bir sadaka-i makbule hükmündedir. Maddî ve manevî tehlikelerden bu memleketi muhafazaya vesile olduðu tahakkuk eden bir hakikat-ý Kur'aniyedir.

 

Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir parçasý olan ve binler gençleri vatan, millet ve asayiþin menfaatine terbiye eden Gençlik Rehberi'nin mahkemesi dolayýsýyla Üstadýmýz hasta halinde iki defa Ýstanbul'a mahkemeye gidip yüzyirmi polisin kalabalýðý daðýtmaya çalýþtýðý o mahkemede Gençlik Rehberi'nin hem

 

sh: » (Em: 537)

 

müellifine hem naþirine ittifakla beraet ve ayrýca Rehber'in de içinde bulunduðu umum risalelere beþ mahkeme beraet vermiþken, onbeþ günde teslimi lâzým gelen Gençlik Rehberi'nin onbeþ aydan beri teslim edilmemesi ile Denizli ve Ankara Aðýr Ceza Mahkemeleri beþ ayda beraet ve iadesine karar verdikleri halde, Afyon Mahkemesi beþ sene teslimi te'hir etmesiyle ve Diyarbakýr havalisine, vilayat-ý þarkýyeye iman, din ve asayiþ noktasýnda yüz vaiz kadar menfaatý bulunan bir zâtýn kendi parasýyla aldýðý hususî Nur nüshalarýný -haklarýnda beþ mahkemenin beraet kararý olmasýna raðmen- müsadere edip vatana, millete faideli hizmetine mani' olmasýyla o sadaka-i makbule hükmündeki vesile-i def'-i bela bu suretle gizlendiðinden, bir buçuk milyar lira zarara vesile olan bu bela fýrsat buldu, geldi denilebilir. Eðer beþ mahkemenin ve Ýstanbul'un verdiði beraet neticesiyle o Gençlik Rehberi intiþar etseydi, onun dersiyle intibaha gelen ve gelecek olan Müslüman gençler elbette baþkalarýnýn veyahut ihtilâlcilerin ifsadýna meydan vermeyerek bir buçuk milyar lira zarardan bu milleti kurtarmaya sa'y ü gayret edecek idiler. Birbuçuk milyar liralýk bu lekenin zuhuruna meydan vermeyecektiler...

 

Evet, Üstadýmýz Eski Harb-i Umumî'de Rusya'daki esaretinde anlamýþ ki; manevî tahribat ile gençleri ifsad eden tehlike memleketimize de gelecek diye telaþ edip, bütün kuvvetiyle o vakitten beri tahribat-ý maneviyeye bir siper olmak için Gençlik Rehberi gibi çok eserler yazdý. Kur'an-ý Hakîm'in derslerini neþretti. Lillahilhamd pekçok gençleri kurtarmaya vesile oldu... Þimdi ehl-i siyaset madem müsalemet-i umumiyeyi ve ittihad-ý milleti istiyor; çabuk, Pakistan'ýn dahi ehemmiyetle nazara alýp ve Essýddýk mecmuasýnda neþrettiði risalenin intiþarýna müsaade etsin.

 

* * *

 

sh: » (Em: 538)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

Ankara'da bir kardeþimizden Asâ-yý Musa ve Gençlik Rehberi'ni bahane ederek umum Nur risalelerini almak için gelmiþler. O kardeþimiz Aðýr Ceza Mahkemesi'nin Asâ-yý Musa hakkýndaki beraet kararýný gösterince Asâ-yý Musa'yý almaktan vazgeçmiþler. Bulduklarý ve götürmek üzere gözlerinin önüne koyduklarý on kadar Gençlik Rehberi'nin de üzerine kendileri farkýnda olmayarak bazý kitablar koymuþlar. Giderken Gençlik Rehberi'ni ne kadar aramýþlarsa da bulamamýþlar. Bu suretle Gençlik Rehberi kendi kerametiyle kendini muhafaza etmiþ. Asâ-yý Musa ve Gençlik Rehberi hariç; birer tane aldýklarý mecmua ve risaleleri de emniyetten tekrar iade etmiþler.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Said Nursî

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Kur'an-ý Hakîm'in bir kanun-u esasîsi olan وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى sýrrýyla; birisinin hatasýyla baþkasý, hattâ kardeþi de olsa mes'ul olamaz. Þimdi yüz otuz risalede birtek risalenin yüz sahifesinde bir sahife muannid insafsýzlarýn nazarýnda hata bile olsa, o yüzbin sahife olan yüz otuz kitabý mes'ul edecek dünyada bir kanun var mý? Halbuki bu otuz sene zarfýnda beþ mahkeme ayný kitablara beraet vermiþler. Hem Malatya mes'elesi münasebetiyle yirmi mahkeme de alâkadar olmuþtular. O yirmi mahkeme bir suç bulamýyoruz dedikleri halde ve altý yüzbin nüshasý dâhilde ve hariçte intiþar ettiði halde hiç kimseye zarar vermemesi ve Avrupa'da en yüksek mekteb içinde Nur'un dershanesi diye ayýrdýklarý yerde Hristiyanlar dahi onlarý okumasý ve âlem-i Ýslâm'da gayet takdir ile intiþar etmesi, hattâ Pakistan'da çýkan Es-sýddýk mecmuasýnýn Risale-i Nur'un bir risalesini neþredip Diyanet Riyasetine göndermesi ve bu kadar intiþarýyla beraber hiçbir âlim ona itiraz etmemesi gibi hakikatlar gösteriyor ki; elbette Diyanet dairesi Nurlarý himaye etmek hakikî bir vazifesidir.

 

Diyanet dairesi, Meþihat-ý Ýslâmiye gibi yalnýz Türkiye'nin din muallimi deðil, belki umum âlem-i Ýslâm'a Meþihat-ý Ýslâmiye yerine alâkasý, nezareti, münasebeti var. Âlem-i Ýslâm o Diyanet dai

 

sh: » (Em: 539)

 

resine karþý tam hüsn-ü zan etmek, sû'-i tevehhüm etmemek, hususan bu zamanda ziyade lüzumu var. Hem de Türkiye ile ittifak etmeyen Ýslâmî hükûmetlerde o mübarek daireye karþý sû'-i tevehhüm gelmemesine büyük bir vesilesi olan ve âlem-i Ýslâmýn her tarafýnda belki Avrupa'da takdire mazhar olmuþ Risale-i Nur, o Diyanet dairesini hem þerefini muhafaza ediyor, hem âlem-i Ýslâm'a karþý o dairenin bir eseri olarak intiþarý gayet lâzým ve zarurî olduðunu, bu noktayý ehl-i vukuf tam nazara alsýnlar. Onun için bîçare Said Nursî ve Nur talebelerinden yüz derece ziyade Diyanet Riyaseti a'zalarý, hocalarý alâkadar olmak lâzým. Tâ ki, Risale-i Nur dinsizlerin taarruzlarýna karþý muhafaza ve himaye edilsin. Mükerrer beraetler verildiði halde intiþarýna mani' olan desisecileri susturmak lâzým...

 

Said Nursî

 

* * *

 

Heyet-i Vekile'ye ve Tevfik Ýleri'ye

 

Arz ediyoruz ki: Þark Üniversitesi hakkýnda çok kýymetdar hizmetinizi Üstadýmýza söyledik. O dedi: Ben hasta olmasaydým, ben de o mes'ele için vilayat-ý þarkýyeye gidecektim. Ben bütün ruh-u canýmla Maarif Vekili'ni tebrik ediyorum. Hem ellibeþ seneden beri, Medreset-üz Zehra namýnda Þark Üniversitesinin tesisine çalýþmak ve o üniversiteyi biri Van'da, biri Diyarbekir'de, biri de Bitlis'te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van'da tesis etmek için, Hürriyetten evvel Ýstanbul'a geldim. Hürriyet çýktý, o mes'ele de geri kaldý.

 

Sonra Ýttihadçýlar zamanýnda Sultan Reþad'ýn Rumeli'ye seyahatý münasebetiyle Kosova'ya gittim. O vakit Kosova'da büyük bir Ýslâmî dârülfünun tesisine teþebbüs edilmiþti. Ben orada hem Ýttihadçýlara, hem Sultan Reþad'a dedim ki:

 

Þark böyle bir dârülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i Ýslâmýn merkezi hükmündedir. O vakit bana va'd ettiler. Sonra Balkan harbi çýktý, o medrese yeri istila edildi. Ben de dedim ki: Öyle ise o yirmi bin altun lirayý Þark dârülfünununa veriniz. Kabul ettiler.

 

sh: » (Em: 540)

 

Ben de Van'a gittim. Ve bin lira ile Van gölü kenarýnda Artemit'te temelini attýktan sonra harb-i umumî çýktý. Tekrar geri kaldý.

 

Esaretten kurtulduktan sonra Ýstanbul'a geldim. Hareket-i Milliyeye hizmetimden dolayý Ankara'ya çaðýrdýlar. Ben de gittim. Sonra dedim: Bütün hayatýmda bu dârülfünunu takib ediyorum. Sultan Reþad ve Ýttihadçýlar yirmibin altun lirayý verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz. Onlar yüz ellibin banknot vermeye karar verdiler. Ben dedim: Bunu meb'uslar imza etmelidirler.

 

Bazý meb'uslar dediler: "Yalnýz sen medrese usûlü ile sýrf Ýslâmiyet noktasýnda gidiyorsun. Halbuki þimdi garblýlara benzemek lâzým."

 

Dedim: O vilayat-ý þarkýye Âlem-i Ýslâm'ýn bir nevi merkezi hükmünde, fünun-u cedide yanýnda ulûm-u diniye de lâzým ve elzemdir. Çünki ekser enbiya þarkta ve ekser hükema garbda gelmesi gösteriyor ki, þarkýn terakkiyatý din ile kaimdir (Haþiye). Baþka vilayetlerde sýrf fünun-u cedide okutturursanýz da þarkta herhalde millet, vatan maslahatý namýna, ulûm-u diniye esas olmalýdýr. Yoksa Türk olmayan müslümanlar, Türk'e hakikî kardeþliði hissedemiyecek. Þimdi bu kadar düþmanlara karþý teavün ve tesanüde mecburuz.

 

Þimdi ben zehir hastalýðý ile ziyade rahatsýz vaziyette ve çok ihtiyarlýk sebebiyle ellibeþ senelik bir gaye-i hayatýmý görüp takib etmekten mahrum kaldýðým gibi, Ankara'ya gidip þark terakkiyatýnýn anahtarý olan bu müesseseye çalýþanlarý ruh-u canýmla tebrik etmekten dahi mahrum kalýyorum.

 

_____________________________

 

(Haþiye): Hattâ o zamandan evvel Türk olmayan bir talebem vardý. Eski medresemde hamiyetli ve gayet zeki o talebem ulûm-u diniyeden aldýðý hamiyet dersiyle her vakit derdi: Sâlih bir Türk elbette fâsýk kardeþimden, babamdan bana daha ziyade kardeþ ve akrabadýr. Sonra ayný talebe tali'sizliðinden sýrf maddî fünun-u cedide okumuþ. Sonra ben dört sene sonra onun ile görüþtüm. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: Ben þimdi râfýzî bir Kürdü, sâlih bir Türk hocasýna tercih ederim. Ben de eyvah dedim. Sen ne kadar bozulmuþsun. Bir hafta çalýþtým, onu kurtardým, eski hakikatlý hamiyetine çevirdim. Sonra Meclis-i Meb'usandaki bana muhalefet eden meb'uslara dedim: O talebenin evvelki hali Türk milletine ne kadar lüzumu var ve ikinci halinin ne kadar vatan menfaatýna uygun olmadýðýný fikrinize havale ediyorum. Demek farz-ý muhal olarak siz baþka yerde dünyayý dine tercih edip siyasetçe dine ehemmiyet vermeseniz de, herhalde þark vilayetlerinde din tedrisatýna azamî ehemmiyet vermek lâzým. O vakit bana muhalif meb'uslar da çýkýp o lâyihamý yüz altmýþüç meb'us imza ettiler. Bu kadar imzayý taþýyan bir istidayý, elbette yirmiyedi sene istibdad-ý mutlak onu bozamamýþ.

 

sh: » (Em: 541)

 

Yalnýz otuzbeþ sene evvel Ebuzziya matbaasýnda tab'edilen Münazarat ve Saykal-ül Ýslâmiye namýndaki eserim elbette Maarif Vekili'nin nazarýndan kaçmamýþ. Benim bedelime o eser konuþsun. Ben hayatýmdan ümidim kesilmiþ gibiyim. Fakat o azîm üniversitenin temelleri ve esasatý ve manevî bir proðramý ve muazzam bir tedrisatý nev'inden Risale-i Nur'un yüzelli risalesini kendime tevkil ediyorum. Bu vatan ve milletin istikbalinin fedakâr genç üniversite talebelerine ve maarif dairesine arz edip bu mes'elede muvaffakýyete mazhar olan Tevfik Ýleri'nin bu bîçare Said'e bedel Risale-i Nur'a himayetkârane sahib çýkmasýný rahmet-i Ýlahîden niyaz ediyorum.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Çok hasta, çok ihtiyar, garib, tecrid içinde

 

Said Nursî

 

Doðu Üniversitesi hakkýnda, tahrifçi bir gazeteye cevabdýr:

 

Muhalif bir partinin þiddetli ve tenkidçi tarafýndan bir mensubu, yani Ulus'un 1.4.1954 tarihli nüshasýnda yazýlan Atatürk Üniversitesi hakkýndaki makaleye cevab hükmünde o üniversitenin hakikatýný beyan ediyoruz. Þöyle ki:

 

Þimdi Atatürk Üniversitesi namý verilen bu dârülfünunun küþadýna Üstadýmýz Said Nursî 50 seneden beri büyük bir gayretle çalýþmýþtýr. Üstadýmýz Ýttihadçýlara muhalif olduðu halde onlar ve Sultan Reþad bu dârülfünunun inþasý için 19 bin altun tahsis etmiþ, Van'da üstadýmýz temellerini atmýþtý. Fakat harb-i umumînin vukuuyla geri kalmýþtý. Sonra devr-i cumhuriyetin ibtidasýnda Üstadýmýz Said Nursî'nin Ankara'da meclis-i meb'usana istenilmesiyle üstadýmýz tekrar teþebbüse geçmiþti. Orada üstadýmýz o zamanýn idaresine tam muhalif ve siyaseti bütün bütün terkettiði ve bazý cihetle de muhalif olduðunu ve dünyanýza karýþmayacaðým dediði ve hattâ Mustafa Kemal'e "namaz kýlmayan haindir" dediði ve onun teklif ettiði büyük servet, maaþ, þark vaiz-i umumîliði gibi büyük tekliflerini kabul etmediði halde, þark dârülfünununun tesisi için 150 bin banknotun 200 meb'ustan 163 meb'usun imzasý ve Mustafa Kemal'in tasdikiyle verilmesine karar verilmiþti. Demek ki þarkýn en mühim mes'elesi, o zaman o üniversiteydi. Þimdi yirmi derece daha ziyade ihtiyaç var. Nihayet yine üstadýmýzýn maddî ve

 

sh: » (Em: 542)

 

manevî gayret ve teþvikleri neticesiyle yapýlmasýna bu hükûmet-i Ýslâmiye zamanýnda karar verildi.

 

Bu Þark Üniversitesi'nin o cihanþümul kýymet ve ehemmiyetini bir bahr-ý ummandan bir katre takdim eder misillü iki-üç nokta olarak arzederiz:

 

Birincisi: Bu dârülfünun hem Ýran, hem Arabistan, hem Mýsýr ve Afganistan, hem Pakistan ve Türkistan ve Anadolu'nun merkezinde bir kalb hükmündedir. Ve hem bir Câmi-ül Ezher, bir Medreset-üz Zehra'dýr.

 

Ýkincisi: Þimdi umum beþerde sulh-u umumî için yani beþerin ifsad edilmemesi için çareler aranýyor, paktlar kuruluyor. Ve madem bu hükûmet-i Ýslâmiye musalahat-ý umumiye ve hükûmetin selâmeti için Yugoslavya'ya tâ Ýspanya'ya kadar onlarý okþayarak dostluk kurmaya çalýþýyor. Ýþte bunlarýn çare-i yegânesinin bir delili olarak gösteriyoruz ki, tesis edilecek Þark Dârülfünununun ilk müteþebbisinin bir ders kitabý olan ve ulûm-u müsbete ve fenniye ile ulûm-u imaniyeyi barýþtýran ve bu otuz seneden beri bütün feylesoflara meydan okuyan ve resmî ülemaya dokunduðu ve eski hükûmetle resmen mübareze ettiði halde bütün bunlar tarafýndan takdir ve tahsine mazhar olan ve mahkemelerde beraet kazanan Risale-i Nur'un bu vatan ve millete temin ettiði asayiþ ve emniyettir ki; Ýslâm memleketlerinde, hususan Fas'ta, Mýsýr ve Suriye ve Ýran gibi yerlerde vuku' bulan dâhilî karýþýklýklarýn bu vatanda görülmemesidir. Ýþte nasýlki bu vatan ve millette Risale-i Nur -emniyet ve asayiþin ihlâline sair memleketlerden daha ziyade esbab bulunmasýna raðmen- asayiþi temin etmesi gösteriyor ki; o Doðu Üniversitesi'nin tesisi, beþeri müsalemet-i umumiyeye mazhar kýlacaktýr. Çünki þimdi tahribat manevî olduðu için ona mukabil tamirci manevî bir atom bombasý lâzýmdýr. Ýþte bu zamanda tahribatýn manevî olduðuna ve ona karþý mukabelenin de ancak tamirci manevî atom bombasýyla mümkün olabileceðine kat'î bir delil olarak üniversitenin mebde' ve çekirdeði olan Risale-i Nur'un bu otuz sene içerisinde Avrupa'dan gelen dehþetli dalalet ve felsefe ve dinsizlik hücumlarýna bir sed teþkil etmesidir. O manevî tahribata karþý Risale-i Nur tamirci ve manevî bir atom bombasý olmuþ.

 

Üçüncüsü: Evet, Þark Üniversitesi bir merkez olarak âlem-i Ýslâm'ý ve tâ bütün Asya'yý alâkadar edecek bir mahiyet ve ehemmiyette olduðundan altmýþ milyon deðil, altmýþ milyar da masraf yapýlsa elyaktýr.

 

sh: » (Em: 543)

 

Yeni Ulus Gazetesi muhalif olduðu için, bu mes'eleyi perde ederek yeni iktidarýn bazý büyük memurlarýndan bu mes'eleye çalýþanlara bir nevi irtica süsünü vermek istiyor. Halbuki bu mes'ele en yüksek terakki ve sulh-u umumînin medarýdýr. Bu müessese bu hükûmet-i Ýslâmiyeye, bazý þeair-i Ýslâmiyeden Arabî ezan-ý Muhammedî ve din dersleri gibi pek çok kuvvet verecek. Belki bu hükûmetin istikbalinde tarihlerde kemal-i takdir ve tahsinle yâdedilmesine en parlak bir vesile olacaktýr.

 

Bu mes'elenin ihyasýyla hasýl olan nur ve feyiz, Demokrat hükûmetin en büyük ve cihandeðer bir hizmeti olarak ebede kadar misli görülmemiþ bir parlaklýkla lemean edecektir. Ve beynelmilel bir itibarý temin edecektir.

 

Üstadýmýzýn hastalýðý münasebetiyle hizmetinde bulunan Nur Talebeleri

 

* * *

 

Mahkememizin te'hiriyle iþlerin Ankara Mahkemesi'ne havale edilmesinde çok hayýr var. Þimdi hem Isparta Mahkemesi, hem Van'da Molla Hamid'in ve Diyarbekir'de Mehmed Kaya'nýn kitablarýnýn iadesi ve Afyon; hepsi Ankara'ya bakýyor. Ankara'da olacak hayýrlý bir netice ile inþâallah her tarafta birden iþlerimiz halledilmiþ olacak. Hem böyle bir vakitte Nurlardaki hakaik-i imaniye, hususan Ankara'da nazarlarýn çevirilmesi lâzýmmýþ. Ýnþâallah bu mes'elemizin oraya gönderilmesi, mühim bir intibaha vesile olacak.

 

Kardeþiniz

 

Zübeyr

 

* * *

 

Üstadýn ziyaretçilere dair bir mektubu

 

Umum dostlarýma, hususan ziyaretçilere dair bir özrümü beyan etmeye mecbur oldum:

 

Ekser hayatým inzivada geçtiði gibi, otuz-kýrk senedir tarassud ve taarruza maruz kaldýðýmdan, zaruretsiz sohbet etmekten çekinip tevahhuþ ediyorum. Hem eskiden beri maddî ve manevî hediyeler bana aðýr geliyordu. Hem þimdi ziyaretçiler, dostlar çoðalmýþ; hem manevî mukabele lâzým gelmiþ. Þimdi maddî bir

 

sh: » (Em: 544)

 

lokma hediye beni hasta ettiði gibi, manevî bir hediye olan ziyaret etmek, görüþmek, hususan baþka yerlerden musafaha için zahmet edip gelmek ziyareti dahi, ehemmiyetli bir hediye-i maneviyedir. Ona mukabele edemiyorum. Hem de ucuz deðil, manen pahalýdýr. Ben kendimi o hürmete lâyýk görmüyorum. Manen mukabele de edemiyorum. Onun için þimdilik aynen maddî hediye gibi bir ihsan olarak bana manevî hediye gibi olan sohbetten zaruret olmadan men'edildim. Bazý beni hasta eder. Maddî hediyenin tam mukabilini vermediðim vakit beni hasta ettiði gibi. Onun için hatýrýnýz kýrýlmasýn, gücenmeyiniz.

 

Risale-i Nur'u okumak, on defa benimle görüþmekten daha kârlýdýr. Zâten benimle görüþmek; âhiret, iman, Kur'an hesabýnadýr. Dünya ile alâkamý kestiðim için, dünya hesabýna görüþmek manasýzdýr. Âhiret, iman, Kur'an için ise; Risale-i Nur daha bana ihtiyaç býrakmamýþ. Hususan Tarihçe-i Hayat'taki mektublar. Hattâ hizmetimdeki has kardeþlerimle de zaruret olmadan görüþemiyorum. Yalnýz bazý Risale-i Nur'un fütuhatýna ve neþriyatýna ait bazý kimseler için görüþmek istesem, o zaman görüþmek caiz olabilir ve bana sýkýntý vermez. Bu noktayý bilmeyen ziyarete gelenlere haber veriyorum ki; birkaç senedir ceridelerle ilân etmiþim ki, benimle görüþmek isteyenleri hususan uzak yerden gelerek görüþmeden gidenleri, hususî dualarýma dâhil ediyorum. Her sabah da dua ediyorum. Onun için de gücenmesinler...

 

Said Nursî

 

* * *

 

Çok muhterem kardeþimiz Sâlih,

 

Üstadýmýz sana ve iki dindar ve hakikî milletvekillerine çok selâm ve dua eder, sana ve onlara "Bin bârekâllah" der.

 

Üstadýmýz diyor ki:

 

"Ben çok zaman evvel bekliyordum ki, Urfa tarafýnda Nurlara karþý kuvvetli eller sahib olmaða çýksýn. Çünki orasý hem Anadolu'nun, hem Arabistan'ýn, hem Kürdistan'ýn bir nevi merkezi hükmündedir. Nurlar orada yerleþse, o üç memlekette intiþarýna vesile olur. Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükrediyorum ki, Seyyid Sâlih gibi gençliðin bir kahramaný ve o havalinin çok kýymetdar ve hamiyetkâr ve dindar iki milletvekili Nurlara sahib çýkmaða baþladýlar. Ben de kendi paramla aldýðým ve zehir hastalýðýnýn fazla rahatsýzlýðý içinde tashih ettiðim bana mahsus bir kýsým mecmualarýmý onlara gönderiyorum. Çok yerlerden ve çok mühim zâtlar tarafýndan istedikleri

 

sh: » (Em: 545)

 

halde, ben Urfa'yý her yere tercih ediyorum. Ýnþâallah bir kýsým daha onlara göndereceðim.

 

Seyyid Sâlih ve hamiyetkâr milletvekilleri orada inþâallah Kur'an ve imana tam hizmet edecek ve orayý Isparta'daki Medreset-üz Zehra ve Mýsýr'daki Câmi-ül Ezher'in küçük bir nümunesi haline getirmeye vesile olmaya ve Þam ve Baðdad'daki medrese-i Ýslâmiyenin bir nümunesini açmaya yol açmalarýný rahmet-i Ýlahiyeden ümid ediyoruz.

 

Hem madem Risale-i Nur'un mesleði hýllettir. Ve Urfa ise, Ýbrahim Halilullah'ýn bir menzilidir. Ýnþâallah hýllet-i Ýbrahimiye parlayacaktýr. Hem ihtimal-i kavîdir ki, bu dehþetli semli hastalýktan kurtulsam, gelecek kýþta Urfa'ya gitmeyi cidden arzu ediyorum."

 

Üstadýmýzýn sözü bitti. Biz de tekrar selâm ve arz-ý hürmet ederiz.

 

Risale-i Nur hizmetinde bulunan kardeþiniz

 

Ziya ve Mehmed

 

Bütün Urfa halkýna, çoluk ve çocuðuna ve mezarda yatanlarýna her sabah dua ediyorum. Ve bütün Urfalýlara selâm ediyorum. Urfa taþýyla, topraðýyla mübarektir. Ben çok hastayým. Onlar da bana dua etsinler.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Said Nursî

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Âlem-i Ýslâm'da Leyle-i Kadir telakki edilen bu Ramazan-ý Þerifin yirmiyedinci gecesinde bir nevi tesemmüm ile þiddetli bir mide hastalýðý içinde sinirlerimi ve vicdan ve kalbimi istilâ eder gibi bir diðer dehþetli hastalýk hissettim. Bu maddî ve manevî iki dehþetli hastalýk içerisinde þefkat hissi ile bütün zîhayatlarýn elemleri hatýra geldi. Þahsî hastalýðýmdan daha ziyade elîm bir halet-i ruhiyeyi hissettim. Bununla beraber seksen küsur seneye varan ömrümün sonunda seksen sene manevî bir ibadeti kazandýran en son Leyle-i Kadre lâyýk çalýþamýyacaðým diye, sâbýk iki dehþetli hastalýktan daha þiddetli hazîn bir me'yusiyet içinde asaba gelen ve nefs-i emmarenin vazifesini gören bir elîm his beni ezdiði ayný zamanda Âyet-i Hasbiyenin bir sýrrý imdadýma yetiþti. Bu üç has

 

sh: » (Em: 546)

 

talýðý izale edip Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki, hilaf-ý me'mul bir tarzda dayandým. Bu üç hastalýðýma da böyle üç merhem sürüldü:

 

Maddî hastalýðým -Hastalar Risalesi'nde isbat edildiði gibi- bir saat hastalýk, sâbir ve mütevekkil insanlara, hiç olmazsa on saat ibadet ve Leyle-i Kadir'de ise daha ziyade ibadet hükmüne geçtiði gibi, benim de bu Leyle-i Kadir'deki hastalýðým, iktidarsýzlýðýmla yapamadýðým Leyle-i Kadir'deki hizmetin yerine geçmesi ile, tam þifa verici bir merhem oldu. Ve bütün zîhayatýn hastalýk ve elemlerinden þefkat sýrrý ile bana gelen teellüm marazýný birden rahîmiyet-i Ýlahiyenin tecellisi ile yani mahluklarý yaratanýn þefkat ve rahîmiyeti ve rahmeti tam kâfi olmasýndan onlarýn elemlerini, onlar için bir nevi lezzete veya mükâfata çevirdiðinden o rahmet-i Ýlahiyeden daha ileri þefkati sürmek manasýz ve haksýz olduðundan ve þefkatten gelen elemi, bir manevî sürura ve lezzete çevirdi. Yalnýz merhem deðil, belki þifa da verdi. Ve en son ömrümde en ziyade kýymetdar manevî bir hazineyi kaybetmekteki manevî eleme karþý, Nur'un has þakirdlerinin her birisi þirket-i maneviye sýrrý ile umum namýna dahi dua ile ve amel-i sâlih ile çalýþtýklarýndan hem El-Hüccet-üz Zehra'da, hem Nur Anahtarý'nda izah edilen teþehhüdde ve Fatiha'da bütün mevcudat ve zîhayat cemaatinin dualarýna ve tevhiddeki davalarýna iþtirak suretiyle, hususan toprak, hava, su ve nur unsurlarý birer dil olmasýyla topraktan çýkan bütün hayat hediyeleri ve sudan mübarekât ve tebrikât ve havadan þükür ve ibadetin temessülleri ve Nur unsurundan maddî ve manevî tayyibatlar, güzellikler tarzýnda, teþehhüdde ve Fatiha'da kâinattaki bütün nimetlerden gelen þükürler ve hamdler ve bütün mahlukatýn hususan zîhayatlarýn küllî ibadetleri ve bütün istianeleri ve doðru yolda giden bütün ehl-i hakikata ve ehl-i imanýn yolundan gidenlere manevî refakat etmekle onlarýn dualarýna ve davalarýna tasdik suretinde âmînlerle iþtirak ederek, âmîn demekle hissedar olmanýn küllî sýrrý o gece imdadýma geldi. Gayet hasta, zayýf, me'yus bir halde cüz'î bir hizmet edememekteki manevî elîm hastalýðýma öyle bir tiryak oldu ki; ben hakikaten en saðlam hallerimde ve en genç zamanlarýmda, en zevkli ve lezzetli evradýmda bulamadýðým bir manevî süruru hissettim. Ve hadsiz þükür edip, o dehþetli hastalýðýma razý oldum. "Elhamdülillahi biadedi âþirati dekaik-ý þehr-i Ramazane fî külli zaman" dedim.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

 

 

sh: » (Em: 547)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Üstadýmýz der:

 

"Benimle görüþmek isteyen aziz kardeþlerime beyan ediyorum ki: Ýnsanlarla görüþmeye zaruret olmadýkça tahammülüm kalmadýðýndan, hem þimdi tesemmümden, za'fiyetten, ihtiyarlýktan ve hasta bulunmuþ olmaktan dolayý fazla konuþamýyorum. Buna mukabil, kat'iyen size haber veriyorum ki: Risale-i Nur'un herbir kitabý bir Said'dir. Siz hangi kitaba baksanýz benimle karþý karþýya görüþmekten on defa ziyade hem faydalanýr, hem hakikî bir surette benimle görüþmüþ olursunuz. Ben þuna karar vermiþtim ki; Allah için benimle görüþmek isteyenleri görüþmediklerine bedel her sabah okuduklarýma, dualarýma dâhil ediyorum ve etmekte devam edeceðim."

 

Þimdi bir-iki aydýr Üstadýmýz bir hizmetkârýyla dahi konuþamýyor. Konuþtuðu vakit bir hararet baþlýyor. Bunun hikmetini bir ihtara binaen söyledi ki: Risale-i Nur bana hiç ihtiyaç býrakmýyor. Konuþmaya lüzum kalmadý. Hem ben âciz þahsýmla binler dostlarýmdan yirmi-otuz dostla konuþabilirim. Yirmi adamýn hatýrý için binler adamýn hatýrýný rencide etmemek için konuþmaktan men'edildim ihtimali kavîdir. Hususî görüþmediðim için mazur görsünler. Hattâ bayramda musafaha etmek ve ona bakmaya tahammül edemiyor. (Haþiye) Onun için hatýrlarý kýrýlmasýn.

 

* * *

 

[Dört sene evvel Üstadýmýz hastalýðý yüzünden beni Ankara'da Risale-i Nur'un mahkemeleri ile alâkadar iþlerini takib için tevkil ettirdiði zaman, bazý meb'uslara gönderdiðimiz iliþik mektubumuzu yeniden sizlere ve muhterem meb'uslarýn nazar-ý irfanlarýna takdim ediyoruz. Buna sebeb, ayný mes'elenin devam etmesidir. Bilhassa son aylarda þark vilayetlerinde kurulmasý için teþebbüse geçilen yeni üniversitedir.]

 

________________________________

 

(Haþiye): Þimdi hem Ankara, hem Ýstanbul, hem Samsun, hem Antalya Risale-i Nur'un neþrine baþladýðý cihetle; gizli din düþmaný komiteler o neþriyata karþý bir evham vermemek için, þimdilik has dostlarý da kabul etmemeye mecbur oldu. Tâ, Sözler'in tab'ý tamam oluncaya kadar.

 

 

 

sh: » (Em: 548)

 

Risale-i Nur'un bu otuz senelik zamanda dâhil ve hariçteki fevkalâde intiþarýyla her tarafta hüsn-ü tesiri ve þark vilayetlerinde ellibeþ seneden beri büyük bir dârülfünunun kurulmasýna çalýþmasý, birbirini takib eden ve birbirini tamamlayan bu zamanda âlem-i Ýslâmý þiddetli alâkadar eden iki mühim mes'eledir. Bu iki netice-i azîme; hem bu milleti, hususan þark vilayetlerini hem dörtyüz milyon Ýslâm milletlerini, hem sulh-u umumîye muhtaç Hristiyanlýk dünyasýný da alâkadar edip ve tesirini gösteren medar-ý iftihar iki ehemmiyetli hâdisedir. Ýslâm Dininin ve Kur'an hakikatlarýnýn küllî ve umumî iki naþiri ve ilâncýsýdýr.

 

Üstadýmýz ellibeþ seneden beri azamî gayretle ve müteaddid vesilelerle þarkî Anadolu'da Câmi-ül Ezher'e muvafýk Medreset-üz Zehra namýyla bir Ýslâm üniversitesinin kurulmasý için çalýþmýþ ve bunun kat'î lüzumunu daima ileri sürmüþtür. Reisicumhur'a ve Baþvekil'e hitaben onlarý bu mes'eleden tebrik eden Üstadýmýzýn yazýsýnda denildiði gibi, Þark dârülfünunu âlem-i Ýslâm'ýn bir nevi merkezinde olarak beyn-el Ýslâm medar-ý iftihar bir makam kazanacaktýr. O vilayetlerde medfun çok aziz ve mübarek binlerle ülema ve ârifîn, þüheda ve muhakkikîn ecdadlarýmýzýn mazideki pek kýymetli ve kudsî hizmet-i diniyeleri, manevî, bâki hasletleri bu dârülfünunla dahi tecessüm ederek vazife-i imaniyelerini daha geniþ bir sahada yapacaklardýr.

 

Þark Üniversitesi'nin bir nevi proðramý olmaya lâyýk üss-ül esas dersi ise, Kur'an-ý Hakîm'in hakaik-i imaniyesini tefsir eden ve bütün mes'elelerini fünun-u akliye ile ve delail-i mantýkýye ve müsbete ile tesbit ettiren ve makulatla ders veren Risale-i Nur'dur ki; yeni asrýn üniversitelerinde ve mekteblerinde okutulmaya þâyandýr. Risale-i Nur þarkî Anadolu'da yer yer kurulmuþ ve yüzyýllardan beri o havalide manevî âb-ý hayat menba'larý vazifesini görmüþ bulunan medreselerinin ve üstadlarýnýn bir talebesi vasýtasýyla zuhur etmiþtir ki; bu son münevver meyveleriyle o muhterem üstadlar, yeniden vazife baþýna geçip vazife-i tenviriyelerini ve hizmet-i Kur'aniyelerini bu suretle cihanþümul bir vüs'ate inkýlab ettirmelerini bütün ruhumuzla ümid ve rahmet-i Ýlahiyeden temenni ve niyaz ediyoruz. Bu duamýza zaman ve zeminin þerait-i hayatiyesi ve müsalemet-i umumiyenin lüzumu da "âmîn, âmîn" diyor ve diyecektir.

 

Evet þarktaki ilim ve irfan faaliyetinin bir semeresi ve netice-i külliyesi olan Risale-i Nur, þark dârülfünununun Ýslâmiyet noktasýnda bir proðramý olmasý hasebiyle Ýslâmiyet'e, bu millete ve

 

sh: » (Em: 549)

 

âlem-i Ýslâm'a hizmete çalýþanlarý þiddetle alâkadar etmektedir. Ve þimdi Amerika'da ve Avrupa'da, Nur Risalelerini istemeleri ve oralarda intiþarý, bu müddeamýzýn fevkalâde ehemmiyetini gösterir.

 

Mustafa Sungur

 

* * *

 

Yazýlarý beþ vecihle iftira ve yalan olduðunu gördüðüm bir gazeteyi bana okudular. Böyle iftiralarýn hem Isparta'ya, hem neþredenlere büyük zararý var.

 

Birinci Yalan: Nur Risalelerini okuyanlara mürid ve tarîkat diye beni tarîkat dersi vermekle ittiham ediyor. Halbuki beni tanýyanlar biliyorlar ki: Mahkemelerde de sabit olduðu gibi; ben tarîkat dersi deðil, imanýn, Kur'anýn hakikatlarýný ders veriyorum. Dersimi dinleyenlere Nur Talebesi denir. Mesleðimiz tarîkat deðil, imanýn hakikatlarýdýr.

 

Ýkinci Yalaný: Ýftira eden gazete baþka bir gazeteyi kendine teþrik etmekle bazý yanlýþ tabirleri karýþtýrmasýyla diyor ki: "Eðirdir gençleri Said ve müridleriyle mücadeleye baþladýlar." Kat'iyen bunun aslý olmadýðýný bütün Isparta ve Eðirdir gençleri biliyorlar. Hattâ Isparta ve Eðirdir gençleri bunu iþittikleri vakit hiddetle protesto ediyorlar. Yalnýz Ankara'da bulunan Eðirdir'li genç olmayan bir adam, otuz sene evvel benimle görüþmesini az tenkidkârane yazmýþ. Buna, "Gençler mücadeleye baþladýlar" namýný vermek ne kadar zâhir bir yalandýr. Halbuki, kim olursa olsun bütün gençlere karþý daima kardeþ nazarýyla bakýyorum. Bana yahut talebelerime karþý Isparta ve Eðirdir'de hiçbir gencin mücadelesini iþitmemiþim.

 

Üçüncü Ýftirasý: O iftira eden gazete baþka birisinin diliyle diyor ki: "Said ve müridleri gizli siyaset çeviriyorlar. Emniyeti bozmak tarzýnda nizamatý deðiþtirmeye çalýþýyorlar." Bunun yalan olduðuna yirmisekiz senede beþ mahkeme beraet vermesiyle gösteriyor ki: Siyasetle hiç bir alâkam yok. Ve hiç bir emare bulunmamasý bunun ne kadar iftira olduðunu gösteriyor. Hattâ otuzbeþ seneden beri siyasetten çekildiðimi bütün dostlarým biliyorlar. Bu hakikat mahkemeler tarafýndan da sabit olmuþtur.

 

Dördüncü Ýftirasý: Said Nursî bazý kadýnlara þeytandýr demiþ.

 

sh: » (Em: 550)

 

Bu iftiranýn aslý: "Eskiden büyük þehirlerde açýk-saçýk, çýplaklýk derecesinde hususan yarým çýplak Hristiyan kýzlarý þeytan kumandasýnda ahlâk-ý Ýslâmiyeye zarar veriyorlar." Ýþte böyle birkaç tane açýk gezenler hakkýndaki bir sözü baþka surete çevirip mutlak kadýnlara teþmil ederek tabiri çirkinleþtirip istimal etmesi, pek çirkin ve zâhir bir iftiradýr. Kadýnlarla muhavere namýndaki risalemde: Kadýnlara büyük bir hürmet ve ehemmiyet ve kýymet verdiðimi hattâ þefkat cihetinde erkeklerden pek ileri olduklarýndan Risale-i Nur'un mühim bir esasý þefkat olduðundan, bu mübarek hemþirelerimi "Muhterem Hemþirelerim" namýyla yâdediyorum. Onlarýn samimiyet ve ihlaslarýný ziyade görüyorum...

 

Beþinci Hakaretkârane Ýftirasý: Gerilemek ve irtica, yani Ýslâmiyet ahkâmýna, ahlâkýna dönmek manasýyla "mel'un fikir" tabiri kullanmasý; küre-i arzý titretecek kâfirane bir iftira olduðu gibi, yalnýz Ispartalýlara ve Nur talebelerine deðil, belki âlem-i Ýslâm'a karþý bir ihanettir.

 

Çok hasta ve çok ihtiyar

 

Said Nursî

 

* * *

 

[Üstadýmýzýn köylerde dolaþtýðýna dair çýkarýlan uydurma habere karþý bir cevabdýr; mûcib-i merak hiçbir þey yoktur.]

 

Üstadýmýz Said Nursî'nin iki seneden beri misafir bulunduðu Isparta emniyetine bir maruzatýmýzdýr.

 

1- Üstadýmýz Said Nursî otuz seneden beri bu Anadolu memleketinde gezdiði bütün vilayet ve kazalarda kendisini zabýtanýn bir misafiri olarak telakki etmiþ ve zabýta efradý daima dostane ve himayetkârane muamele göstermiþtir. Kur'anýn hakikî ve parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur'u Isparta'da otuz sene evvel te'life baþlayan Üstadýmýz hakaik-i imaniyeye gayet tesirli bir surette hizmet etmekle tamamen âhirete müteveccih olan bu hizmetinin dünyevî bir faidesi olarak, iman sebebiyle kalblerde fenalýða karþý daimî bir yasakçý býrakmýþtýr. Onun neticesidir ki, asayiþin teminine vesile olmuþtur. Evet Üstadýmýz adalet-i hakikiyeyi ifade eden وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى yani "Birisinin hatasýyla baþkasý mes'ul olamaz" âyet-i Kur'aniyesi ve "Bir masumun hakký yüz

 

sh: » (Em: 551)

 

þerir için dahi feda edilemez" gibi düstur-u Kur'aniye gereðince, yüzde on zalimler yüzünden doksan masumlara zarar vermek, hakikî adalete, evamir-i Kur'aniyeye tamamen zýddýr diye her tarafta neþretmiþ ve kendisine zulüm yapýlmasýna karþý, millet-i Ýslâmiyenin selâmeti için "Ben, deðil dünya hayatýmý belki âhiret hayatýmý da feda ediyorum" demiþ ve demektedir.

 

Risale-i Nur'un hakaik-i imaniye dersleriyle ve bütün mahkemelerde beraeti netice veren müdafaalarýndaki Kur'anî hakikatlarla hayat-ý içtimaiyenin uhrevî ve dünyevî saadetine rehber olan hakaiký ders veren ve dolayýsýyla asayiþin muhafazasýna ve emniyet-i umumiyenin teminine en büyük bir vesile Üstadýmýz olduðu, hayat-ý içtimaiyenin saadetiyle alâkadar hamiyetperver zâtlarýn tasdikiyle sabittir. Otuz seneden beri müteaddid tedkikler ve mahkemelerin beraet kararlarý vermesiyle ve þimdi de tamamen serbest bulunmasýyla ve eserleri büyük bir vüs'atle her tarafta, Anadolu'da ve âlem-i Ýslâm'ýn merkezlerinde ve garb memleketlerinin bazýlarýnda yayýlarak takdir ve tebriklere mazhar olmasýyla, en ince esrarýna kadar büyük bir dikkat ve ehemmiyetle her hali tedkik edilen Üstadýmýzýn mûcib-i mes'uliyet hiçbir hali gösterilememiþtir.

 

Bir tarafta komünizm gibi din, ahlâk ve an'ane aleyhinde olup pek müdhiþ bir tahribatla yarý Avrupa'yý, Çin'i istilâ eden, umum dünyaya karþý müfsid, yýrtýcý rejim-i küfrîsine mukabil, milletler devletler mabeyninde tedbir aldýran ve bununla beraber haricî, gizli ifsad komiteleri de bu vatan aleyhinde müdhiþ bir herc ü merce çalýþtýklarý bir zamanda; biz otuz senelik pek hâlis ve tesirli geniþ bir hizmeti ibraz ederek ve Üstadýmýz Said Nursî'nin eserleri olan Risale-i Nur nüshalarýndan yüzbinlerinin intiþarýyla ve yüzbinleri geçen okuyucularýnýn hüsn-ü halini göstererek ve zabýtaca Nur Talebelerinden asayiþ aleyhinde bir tekinin gösterilmemesini þahid tutarak deriz ve kat'iyen sabittir ki; Risale-i Nur o tahribatçý cereyaný durduran Kur'anî ve imanî bir seddir. Ýnsaflý zabýta ehli de bu tahakkuk etmiþ hakikata þehadet ediyorlar. Ýman hizmetinin manevî, uhrevî faidelerinden kat'-ý nazar, dünyevî, millete ait mühim bir faidesini vaktiyle Üstadýmýz þu suretle ifade etmiþtir ki, zaman bunun ne kadar doðru olduðunu göstermiþtir. O zaman demiþ: "Þimdi bu memleketin, bu vatan ve milletin saadet-i hayatiye ve ebediyesi noktasýnda iki müdhiþ cereyan var:

 

Birisi: Þimalde çýkan dehþetli dinsizlik cereyanýnýn bu vataný manevî istilâsýna karþý, Kur'an'ýn hakikatlarý ve imanýn nurlarýyla

 

sh: » (Em: 552)

 

mukabele etmektir. Çünki o dinsizlik cereyaný manevî tahribat nev'inden olduðundan, karþýsýnda bir manevî mukabele olmalýdýr. Hakaik-i Kur'aniyenin lemaatý olan Risale-i Nur manevî tamirci bir atom bombasý olarak, bu dalalet cereyanýna mukabele edebilir ve etmiþtir.

 

Ýkincisi: Bin seneden beri Ýslâmiyet'in kahraman bir ordusu ve bayrakdarý olan Türk milletine âlem-i Ýslâm'ýn adavetini izale etmek, Türkler yine eskisi gibi Ýslâmiyet'in kahramanýdýrlar kanaatýný verdirmektir. Bu suretle dörtyüz milyon hakikî kardeþleri bu millete kazandýrmakla saadet-i hayatiyesine en ehemmiyetli bir hizmeti îfa eylemektir ki, Risale-i Nur iman hakikatlarýný bu vatanda neþrederek bu azîm faideyi fiilen göstermiþtir.

 

Risale-i Nur'un bir talebesi evvelce elinde Nur Risaleleriyle ve oradan çýkardýðý mev'izelerle þark hudud bölgesinde Ruslar'ýn o zamanda o havalideki propagandalarýný durdurmuþtu. Bu suretle bir tek talebe bir ordu kadar vatana, millete ve asayiþe hizmet etmiþtir. Risale-i Nur'un gaye ve maksadý tamamen uhrevî ve rýza-yý Ýlahî dairesinde imana hizmet etmek olduðundan, netice verdiði sair dünyevî iyilikler, dolayýsýyla hayat-ý içtimaiyeye ait bir faidesidir.

 

2- Otuz-kýrk seneden beri inzivada tecrid, hastalýk ve hapis gibi sebeblerle zaruret olmadýkça insanlarla görüþmeye tahammülü olmadýðý için hariçten gelen dostlarýný daima hatýrlarýný kýrarak onlarý geri çevirmesi ve akþamdan ertesi gününün sabahýna kadar hizmetçileri dahi yanýna kabul etmemesi öyle bir hakikattýr ki, bu kadar zâhir ve gözle görünen bu hakikat karþýsýnda baþka bir söz söylemeye lüzum yoktur. Üstadýmýz Said Nursî'nin eskiden beri bir fýtrî seciyesidir ki, inziva ve insanlarla zaruret olmadýkça görüþmemek bir düstur-u hayatý olmuþtur. Hattâ hayatta kalan tek bir kardeþini dahi yakýn bir þehirde iken otuz seneden beri görmediði halde görüþmek için yanýna çaðýrmamýþtýr. Hem hizmetçileri de akþamdan ertesi gün sabaha kadar þiddetli bir zaruret olmadýkça odasýna girememektedirler. Þiddetli hastalýðý ve görüþmeye tahammülü olmamasý sebebiyle, hariçten gelen çok dostlarýnýn hatýrlarýný incitip görüþmeden geri çeviriyor. Üstadýmýzla otuz seneden beri alâkadar olup dostane vaziyet gösteren zabýtaya asayiþ noktasýnda Risale-i Nur'la pek ehemmiyetli hârika hizmeti sabit olan Üstadýmýzýn bütün hali mahkemelerce medar-ý tedkik olmakla hiçbir hali zabýtaca gizli kalmadýðýndan, bazý gizli din düþmanlarýnýn onun hakkýndaki uydurmalarýyla otuz senelik bir müþahedeye dayanan müsbet ka

 

sh: » (Em: 553)

 

naatý bozmamak, hukuk-u umumiyeyi temine çalýþanlarýn vazifeleri iktizasýdýr.

 

3- Üstadýmýz hastadýr, hattâ cumaya dahi çýkamamaktadýr. Arasýra hava almaya pek ziyade muhtaç oluyor. Bu sebebden pek nâdir olarak kendine mahsus bir odasý bulunan ve otuz sene evvel on sene ikamet ettiði Barla Köyü'ne gider, bir müddet kalýr gelir. Bazan da burada yaz mevsiminde insanlarýn bulunmadýðý, þehrin haricindeki mahallere giderek iki-üç saat teneffüs eder gelir. Ýhtiyarlýðý, hastalýðý dolayýsýyla yayan yürüyememekte olduðundan ve halkýn hürmetkâr vaziyetiyle rahatsýz etmemesi için, bu basit gidip-gelmeyi otomobil ile yapar. Bunun haricinde hiçbir köye, meskûn hiçbir mahalle, hattâ otuz senelik dostlarý bulunan yerlere dahi mezkûr sebeblerle gitmiyor. Ýþte hal ve vaziyet bundan ibarettir. Hakikat-ý hal de budur.

 

Hizmetinde bulunan

 

Tahirî, Zübeyr

 

[Haþiye: Çok yerlerde neþredilen ve müddeînin huzursuzluk ittihamýnýn ademini gösteren ve Ankara Emniyet Umum Müdürlüðüne verilen bir hakikattir.]

 

Nur Talebeleri Asayiþçidirler

 

Asayiþi muhafaza ettiklerinin delil-i kat'îsi þudur: Altý vilayetin altý zabýta dairesi, altýyüz bin talebelerin yirmisekiz sene zarfýnda haksýz muamelelere maruz kaldýklarý halde hiçbir vukuatlarýný kaydedememeleri; hattâ Afyon Savcýsýnýn asayiþ ittihamýna mukabil, Üstadýmýz demiþ: "Bu yirmisekiz senede bir tek vukuatý gösterebilir misiniz? Madem gösteremediniz, nasýl bu ittihamý ileri sürüyorsunuz? Yalnýz küçük bir talebenin, baþka bir mes'eleden küçük bir vukuatýndan baþka ve altýyüz bin talebeden hiçbir vukuatlarý olmadýðý kat'î isbat eder ki, asayiþi Nur Talebeleri muhafaza ediyorlar." diye Afyon'da savcýya demiþ ve susturmuþtur.

 

* * *

 

sh: » (Em: 554)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz kardeþlerim!

 

Bu defa motorlu kayýk içinde Eðirdir'den Barla'ya giderken denizin dehþetli emsalsiz fýrtýnasý leyle-i kadirdeki dehþetli hastalýk gibi zahmet noktasýný kaldýrýp büyük bir rahmete vesile olduðunu sizlere müjde veriyorum. Altý arkadaþ ile beraber þehid olmak, yedi ihtimalden altý ihtimal ile deniz bize geniþ bir kabir olmak için zemin hazýrlandý. Fakat o hal altýnda mükerrer tecrübelerle yaðmurun Risale-i Nur'la alâkadarlýðý ve þimdi çok zamandýr yaðmura þiddetli ihtiyaç olduðu bu zamanda, Risale-i Nur'un gizli düþmanlarýnýn tehlikesinden ve geniþ plânýndan kurtulmasýna bir iþaret olarak o dehþetli haletimiz bir sadaka-i makbule hükmüne geçtiði remziyle, o rahmet-i Ýlahîden gelen emr-i Rahmanîyi imtisalindeki iþtiyak ile yaðmurun bir annesi olan bu deniz, o rahmete dair emr-i Ýlahîyi gayet heyecanla ve iþtiyak ile acelelik ile getirmek için, bir þefkat tokadý nev'inden Nur Talebeleri olan bizim baþýmýzý tokat ile yüzümüzü ve gözümüzü yaðmurla okþadý. Biz bu haleti zâhiren hiddet, manen þefkatkârane okþamak nev'inde gördük. Ben daha fýrtýna ve yaðmur baþlamadan evvel hiss-i kablelvuku' ile hazine-i rahmete bir anahtar olacak dehþetli ve heyecanlý bir musibet hissettiðimden mütemadiyen Cevþen'i ve Þah-ý Nakþibend'in virdini okuyordum. Denizin o dehþeti içinde kemal-i þevk ile o mübarek denizi kabir olarak kabul ediyordum. Böyle kaza ile vefat eden þehid hükmünde olduðu gibi, þehid de veli hükmünde olmasýndan altý arkadaþýma acýmadým. Yalnýz içinde bulunan çocuða bir parça acýdým. O kayýðýn makinasý bozulduðu ve yelkeni de rüzgâr onun aksiyle geldiði için faide vermediðini ve denizin mevcleri de pek büyük; evvelâ kayýða ve zâhiren bize hücum etmesiyle beraber kayýðýn içine girmediði için kemal-i sabýr ve þükürle karþýladýk ve sâlimen sahile çýktýk. "Elhamdülillahi alâküllihal" dedik...

 

Said Nursî

 

* * *

 

sh: » (Em: 555)

 

Üstadýmýz diyor ki:

 

Ben elli-altmýþ senedir küfr-ü mutlaka karþý imana hizmet etmek ve küfr-ü mutlakýn neticesi olan anarþilikten milleti kurtarmak için bütün kuvvetimle iman hizmetindeki ihlasýn neticesi olan asayiþi muhafaza ile, bir cani yüzünden on masumu zulümden kurtarmak için rahatýmý, þerefimi, haysiyetimi hattâ lüzum olsa hayatýmý feda etmekle herbir tazyikata, manasýz, lüzumsuz þeylere karþý sabýr ve tahammül ettim. Ýþte benim otuz-kýrk senedir bu hizmet-i imaniye için, benim hakkýmda habbeyi kubbe yapýp bir bardak suda fýrtýna çýkarýp beni taciz ettikleri halde, sýrf hizmet-i imaniyenin bir neticesi olan asayiþ için sabýr ve tahammül ettim. Bir misali:

 

Beþ mahkeme huzurunda hiç benim kýyafetime iliþilmediði halde ve mütemadiyen gezdiðim halde ve hattâ Ýstanbul'da mahkememde yüzyirmi polis bulunduðu halde, ayný kýyafetime iliþmediler ve iki ay Ýstanbul'da yaya gezdiðim halde mümanaat etmediler ve iliþmeye hiç kimsenin hakký yok. Çünki hem münzevi hem de câmiye gitmiyor ve çarþýda kalabalýk yerlerde gezmiyor, yalnýz otomobili ile çýkýyor. Ýnsanlarla zaruret olmadan konuþmayan.. yalnýz teneffüs için daðlar baþýnda ve hâlî yerlerde geziyor. Þimdi ehl-i dünyanýn hiçbir hakký yoktur ki vaziyetime, halime iliþsinler.

 

Bir seyahat münasebetiyle ve otomobili içinde Ýstanbul'a en mühim bir mes'ele-i imaniye için gitmesinden, þimdi Ýstanbul'un bazý resmî adamlarý yirmi cihette kanunsuz bir tarzda kanun namýna Üstadýmýzý bir bardak suda fýrtýna koparmak nev'inden milyonlar fedakâr talebeleri bulunan bir zâta, sinek kanadý kadar bir ehemmiyeti olmayan bir mes'ele için resmî adamlarý yanýna göndermek olan yüz cihette ehemmiyetsiz, manasýz ve bir habbeyi yüz kubbe yapmak gibi bu þeye karþý Üstadýmýz diyor: "Madem iman hizmetinde ihlas-ý etemle, anarþiliði durdurmakla, asayiþi muhafaza etmekle sabýr ve tahammül gerektir. Ben de bunun için rahatýmý, haysiyetimi feda ediyorum. Onlarý da helâl ediyorum."

 

Üstadýmýzýn bu defa Ýstanbul'a gitmesi münasebetiyle Ýstanbul müddeiumumîliðince ifadesinin alýnmasý için yanýna gelen iki memura Üstadýmýz dedi: "Ben daha evvel bu mes'ele için mahkemede ifade vermiþtim ve mahkeme tahkikat yapmýþ, neticede beraet vermiþ. Baþka diyeceðim yok." diyerek Samsun mahkemesine giden ve Ýstanbul mahkemesinde okuduðu ifadatýný tekrar

 

sh: » (Em: 556)

 

söyledi. Hem eskiden aldýðý birkaç rapor var ki, hastalýðý dolayýsýyla baþýný sarmaya mecburdur ve þiddetli nezleden ve hastalýklardan dolayý istirahata ve tebdil-i havaya ihtiyacý vardýr. Daimî bir yerde kalmasý sýhhatine münafîdir. Daha evvel lüzum da olmadýðý için, bu raporlarý göstermeye tenezzül etmiyordu, lüzum görmüyordu.

 

Hizmetinde bulunan Nur Talebeleri

 

Tahirî, Zübeyr, Sungur, Hüsnü, Bayram

 

* * *

 

Üstadýmýzýn Vasiyetnamesi

 

Hem benim þahsýmýn, hem Risale-i Nur'un þahs-ý manevîsinin sermayesini, kendilerini Risale-i Nur'un hizmetine vakfedenlerin tayinlerine vermek, hususan nafakasýný çýkaramýyanlara vermek lâzýmdýr.

 

Þimdiye kadar birkaç senedir tayinatlarý verilen Nur talebeleri, haslara malûm olmuþ. Ben de yanýmda þimdi bulunan kardeþlerimi kendime vâris ve benim vazifemi yapmaya çalýþmak lâzým. Tesanüdü de tam muhafaza etsinler.

 

Evet, bu vasiyetnameyi tasdik ediyorum.

 

Said Nursî

 

sh: » (Em: 557)

 

Vasiyetnamenin Haþiyesidir

 

Üstadýmýz âhir ömründe insanlarýn sohbetinden men'edildiði cihetle anladý ki, bu zamanda þahsiyet cihetiyle insanlara zarar verecek haller var. Risale-i Nur'un mesleðindeki azamî ihlas için bu hastalýk verilmiþ. Çünki bu zamanda, þan þeref perdesi altýnda riyakârlýk yer aldýðýndan azamî ihlas ile bütün bütün enaniyeti terk lâzýmdýr. Dostlar uzaktan ruhuma Fatiha okusunlar, manevî dua ve ziyaret etsinler. Kabrimin yanýna gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir. Risale-i Nur'daki azamî ihlas ile bütün bütün terk-i enaniyet için buna bir manevî sebeb hissediyorum. Kendini Risale-i Nur'a vakfetmiþ olan yanýmda bulunanlardan nöbetle birer adam kabrimin yakýnýnda olup, bu manayý lüzumsuz ziyarete gelenlere bildirsinler.

 

Said Nursî

 

* * *

 

Üstadýmýz izzet-i ilmiyeyi muhafaza için eski zamandan beri en büyük reislere tezellül etmedi. Hem halklarýn hediyesini kabul etmiyordu. Þimdi ise Üstadýmýz hem zayýf olduðu halde, ehl-i ilme bir mahzuru olmayan hediyeyi ise hastalýkla alamýyor. Hattâ biz hizmetkârlarýndan dahi en küçük bir þeyi mukabelesiz yiyemiyor. Yese hasta oluyor. Bu haleti, hiçbir þeye âlet olmayan Risale-i Nur'daki azamî ihlasýn muhafazasý için, bir hastalýk suretini aldý ve hastalýkla bu kaidesini bozmaktan men'ediliyor itikadýndayýz. Hattâ Risale-i Nur'un her tarafta neþir ve intiþarýnýn büyük bir bayramý münasebetiyle, ehl-i ilme lâzým olan musafaha ve sohbet etmekten ve bu mübarek bayramda da en has talebeleri ve kardeþleriyle musafaha ve sohbetten ve ona bakmaktan da þiddetle sýkýlýp, azamî ihlasýn muhafazasý için bir hastalýk haleti alarak men'edildiði ona ihtar edildi. Hattâ bizler gördük ki, bu mübarek bayramda þiddetli hastalýðý için talebelerine dedi: "Benim kabrimi gayet gizli bir yerde, bir-iki talebemden baþka hiç kimse bilmemek lâzým geliyor. Bunu vasiyet ediyorum. Çünki dünyada sohbetten beni men'eden bir hakikat, elbette vefatýmdan sonra da o hakikat bu surette beni mecbur ediyor."

 

Biz de Üstadýmýzdan sorduk:

 

Kabri ziyarete gelenler Fatiha okur, hayýr kazanýr. Acaba siz ne

 

sh: » (Em: 558)

 

hikmete binaen kabrinizi ziyaret etmeyi men'ediyorsunuz?

 

Cevaben Üstadýmýz dedi ki: "Bu dehþetli zamanda, eski zamandaki Firavunlarýn dünyevî þan ü þeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-ý beþeri kendilerine çevirmeleri gibi, enaniyet ve benlik verdiði gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarlarý, mana-yý harfîden mana-yý ismîyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevî istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiþ olmalarý ile; eski zamandaki lillah için ziyarete mukabil ehl-i dünya kýsmen bu hakikate muhalif olarak mevtanýn dünyevî þan ü þerefine ziyade ehemmiyet verir, öyle ziyaret ediyorlar. Ben de Risale-i Nur'daki azamî ihlasý kýrmamak için ve o ihlasýn sýrrýyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem þarkta, hem garbda, hem kim olursa olsun okuduklarý Fatihalar o ruha gider.

 

Dünyada beni sohbetten men'eden bir hakikat, elbette vefatýmdan sonra da o hakikat bu suretle beni sevab cihetiyle deðil, dünya cihetiyle men'etmeye mecbur edecek." dedi.

 

Hizmetinde bulunan Talebeleri

 

* * *

 

Medar-ý ibret ve hayret ve þükrandýr ki:

 

Yirmidokuz senedir, elli seneden beri benimle muarýz gizli düþman komiteler bütün desiseleriyle aleyhimde adliyeyi, hükûmeti sevketmeye çalýþýrken ve her desiseye baþ vururken.. yüzotuz kitabýmý, binler mektublarýmý tedkik ve taharri için adliyenin nazarýný celbetmiþ. O adliyeler beþi kat'î beraet ve umum kitablarý suç yok diye iadeye karar vermeleri ve geçen Malatya hâdisesi münasebetiyle yine gizli düþmanlarýmýz hükûmetin ve adliyenin nazar-ý dikkatini bizlere çevirmeye çalýþtýklarý halde, yirmiüç mahkeme demiþler ki: "Suç bulamýyoruz" (Haþiye). Acaba

 

________________________

 

(Haþiye): Denizli'de bütün Risale-i Nur eczalarý iade edilmesi ve Ýstanbul'da ve Ankara'da ele geçen bütün risaleleri iade etmeleri ve Tarsus-Mersin'de ellerine geçen umum risaleleri iade etmeleri ve dört ay Ankara'da bütün risaleleri tedkik ile iadesine ve beraetine karar vermeleri ve o beraet ve iadeyi Temyiz dört defa tasdik etmesi ve en ziyade uðraþan Afyon, dört sene sonra iki defa beraet ve iadesine karar vermesi gösteriyor ki, adliyeler tamamýyla hakikî adaletle iþ görmüþler ki, yeni þeylerin ehemmiyeti kalmýyor.

 

sh: » (Em: 559)

 

benim gibi dünya ehli ile münasebeti pek az ve Risale-i Nur gibi hakikatý hiçbir þeye feda etmeyen,

 

yüzotuz kitabýnda bu kadar aleyhimizde bahane arayanlar varken hiçbir suç bulunmamasý ve yalnýz Eskiþehir'in birtek mes'ele olan tesettürden baþka o da cevab verildikten sonra kanaat-ý vicdaniyeye çevrilmesi.. halbuki, Nur talebeleri gibi takvaya tarafdar olanlardan bir tek adamýn on mektubunda on günde onu mes'ul edecek bazý maddeler bulunur. Bu kadar hadsiz bir derecede kesretli bir þeyde medar-ý mes'uliyet adliyeler gösterememesi iki þeyden hâlî deðil:

 

Ya kat'iyen bir inayet ve hýfz-ý Ýlahiyedir ki, bu cihette merhametini, rahîmiyetini Nur talebeleri, Kur'an hizmetkârlarý hakkýnda gösteriyor ki; bize temas eden bütün adliyeleri böyle hârika bir adalete ve hiçbir cihette haksýzlýk yapmamaya ve böyle aleyhimizde binler esbab varken o hakikat-ý kudsiye-i Kur'aniyenin bir hizmetine yardým etmiþler. Biz de bütün ruh u canýmýzla onlara teþekkür ederiz.

 

Eski zaman adliyelerinin önünde padiþahlar, fukaralarla diz çöküp muhakeme olmasý ve Hazret-i Ömer (R.A.) adaleti zamanýnda âdi bir Hristiyanla; Hazret-i Ali (R.A.), âdi bir Yahudi ile muhakeme olmasý ile gösterilen, adliyedeki haktan baþka hiçbir þeye âlet olmadýðýný gösteren adliyelik adaletinin bu sýrr-ý azîmine bizimle alâkadar olan bu adliyeler -bize temas eden cihette- mazhar olmuþlar. Onun içindir ki, sekiz senedir bu kadar iþkenceler, hapisler, tazyikatlar gördüðüm halde, hiçbir adliye adamlarýna, bu sýrr-ý azîme binaen deðil küsmek ve beddua, bilakis kalben bir minnetdarlýk, bir nevi teþekkür, bir tebrik var.

 

Said Nursî

 

* * *

 

 

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

[Ýmanýn dünyada dahi bir nevi Cennet lezzetini benim hayatýmda temin ettiðine dair:]

 

Ben dokuz yaþýndan beri þefkatli validemi görmediðimden sohbetinde bulunamadým. O hürmetli muhabbetten mahrum kaldýðým ve üç hemþiremi de onbeþ yaþýmdan sonra göremediðim, Allah rahmet etsin validemle beraber berzah âlemlerine gittikleri için dünyanýn çok zevkli, lezzetli olan uhuvvetkârane sohbetlerinden, merhamet ve hürmetten mahrum kaldýðýmdan ve üç

 

sh: » (Em: 560)

 

kardaþýmdan iki kardaþimi elli seneden beri görmediðimden (Allah onlara rahmet etsin) öyle kýymetdar, dindar, âlim iki kardeþimin sohbetinden, hürmetkârane muhabbet, merhametkârane þefkatteki sürurdan mahrum kaldýðýmdan bu dünyada Risale-i Nur'un imanda Cennet çekirdeði bulunduðunu gösterdiði gibi, bugün dört fedakâr hizmetimde bulunan manevî evlâdlarýmla bir seyahat ettiðim zaman, imandaki Cennet çekirdeðinin bir zerreciði kat'iyen ruhuma ihtar edildi.

 

Ömrümde mücerred kaldýðýmdan dünyada çocuklarým olmamasýndan, çocuklara karþý þefkatkârane zevklerinden, memnuniyetlerinden de mahrum kaldýðým ile beraber bu noksaniyeti hissetmiyordum. Bugün dört yarama mukabil, Cenab-ý Hak gayet zevkli bir manayý ihsan etti. Üç cihetle tedavi etti.

 

Birincisi: Risale-i Nur'da beyan edilen hadîs-i þerifteki عَلَيْكُمْ بِدِينِ الْعَجَائِزِ sýrrýyla, ihtiyar kadýnlarýn Risale-i Nur cihetinde hârika istifadeleri ve zevk-i ruhanîleri merhume validemin merhametkârane hususî þefkatinden gelen lezzete mukabil küllî ve umumî bir surette binler valideleri rahmet-i Ýlahiye bana ihsan ettiði gibi, üç merhume hemþirelerimin þefkatkârane, kardeþane sevinç ve sürurlarýna bedel, yüzbinler genç hanýmlarý bana hemþire nev'inde Risale-i Nur cihetiyle verip dualarý ile ve Nurlarla alâkadarlýklarý ile hemþirelerim yüzünden kaybettiðim üç faide yerine binler faide-i manevî ve sürur-u ruhî ihsan etmiþ. Bu ikinci kýsmýn hakikat olduðuna çok delil ve emareleri var, kardeþlerim biliyorlar. Hem merhum kardeþimin vefatýyla fedakârane dünyadaki maddî, manevî muavenetlerinden ve muhabbet ve þefkatlerinden mahrumiyetime bedel, rahmet-i Ýlahiye o hususî iki-üç kardeþ yerine yüzbinler hakikî kardeþ gibi hakikî þefkat, muavenet ve yardým eden, hattâ deðil yalnýz dünya hayatýný belki hayat-ý uhreviye sermayesini de Risale-i Nur'un hizmetinde bana yardým etmek için fedai kardeþleri ihsan etmiþ. Dünyada evlâdlarým olmadýðýndan gayet zevkli olan çocuklara þefkat meziyetinden mahrumiyetime bedel, bir-iki çocuk þefkatine bedel yüzbinlerle masumlarý ki, ileride Risale-i Nur'la beslenmeleri cihetiyle, bu hususî, cüz'î üç þefkatkârane vaziyeti yüzbinlere çevirdi. Buna dair çok emareleri var. Hattâ bana hizmet edenler biliyorlar ki, peder ve validesinden çok ziyade bir þefkat, bir hürmet, bir baðlýlýk masum çocuklarýn bana karþý Bolvadin'de ve Emirdaðý'ndaki ekser yollarda göstermeleri, bu cüz'î, þahsî, hususî zevki, lezzeti, þefkatkârane hürmeti binler küllî ve umumî bir surete çevirdiðine çok misalleri var. Mübarek bir kýsým zîruhlarda

 

sh: » (Em: 561)

 

hiss-i kablelvuku' olduðu gibi, masum çocuklarýn bir hiss-i kablelvuku' ile Risale-i Nur'un onlara dünyevî, uhrevî bir babalýkla terbiye ve muhafaza etmesini ruhlarý hissetmiþ ki, Nur'un hizmetkârýna babalarýndan ve validelerinden daha þiddetli bir hürmet gösteriyorlar. Hattâ benim hiç görmediðim, tanýmadýðým üç yaþýndaki bir kýz çocuðu yalýn ayak dikenlere basarak, koþarak geldi. Hattâ pekçok dostlarým Bolvadin'de bulunduðu için otomobil ile çok hýzlý gittiðimiz halde kurtulamýyoruz. Hattâ her yerde hiç beni iþitip görmedikleri halde, peder ve validesine gösterdikleri alâkayý göstermeleri benim hakkýmda; nefsim, hevesim cismanî cihetinde dahi imanda bir Cennet çekirdeði var olduðunu gördüm.

 

Said Nursî

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Üstadýmýzý ziyarete gelip de görüþemiyenlerin ve biz görüþtürmeden gidenlerin hatýrlarý kýrýlmamak için Üstadýmýzýn gizli hârika bir ahval-i ruhiyesini beyan etmeye mecbur olduk. Hattâ bugün bir parça dikkatsizlik ettiðimizden, gayet çok muhtaç olduðu hizmetimize nihayet vermek niyet ettiði halde, þimdiki yazacaðýmýz þey hatýrýna geldi; bizi de afvetti, helâl etti. Ýþte hakikat budur:

 

Biz de kat'iyen anladýk ki: Üstadýmýz ekser hayatýný tecerrüdle geçirdiði gibi, bütün hayatýnda hediyeleri kabul etmemek ve mukabilsiz hediyeler onu hasta etmek gibi, þimdi hürmet ve dostluk cihetiyle onunla görüþmek ona gayet aðýr geliyor. Hattâ mükerreren biz de anladýk: Musafaha etmek, elini öpmek, kendine tokat vurmak gibi ruhen müteessir oluyor. Ve ona bakmaktan, dikkat etmekten de þiddetle müteessir oluyor. Hattâ hizmetinde biz bulunduðumuz halde, zaruret olmadan bakamýyoruz. Bunun sýrrý ve hikmetini kat'iyen anladýk ki:

 

Risale-i Nur'un esas mesleði hakikî ihlas olmak cihetiyle þimdiki tezahür, sohbet etmek, fazla hürmet etmek; bu enaniyet zamanýnda bir nefisperestlik, riyakârlýk, tasannu' alâmeti olmak cihetiyle ona þiddetle dokunuyor. Çünki der: "Benimle görüþmek isteyen, eðer âhiret için, Risale-i Nur için ise; Risale-i Nur bana kat'iyen ihtiyaç býrakmamýþ. Milyonlar nüshasý her birisi on Said kadar faide veriyor. Eðer dünya cihetiyle ve dünyaya ait iþler için

 

sh: » (Em: 562)

 

görüþmek ise: O, dünyayý þiddetle terkettiði için, dünyaya dair þeyleri malayani, vakti zayi' etmek olduðu için cidden sýkýlýr. Eðer Risale-i Nur'un hizmetine, intiþarýna ait olsa; bana hizmet eden hakikî fedakâr talebelerim ve manevî evlâdlarým ve kardeþlerim benim bedelime görüþmeleri kâfi, bana hiç ihtiyaç yok. Uzun yerlerden uzak memleketlerden gelenlerle beraber baþka kardeþlerimizin de hatýrlarý kýrýlmasýn. Çünki, on seneden beridir her sabah okuduðu ve baþkalarý onu tevkil ettiði evrad okumasýnda sevabý baðýþladýðý vakit der ki:

 

"Ya Rabbi! Benimle görüþmek için gelip görüþmeden dönenlerin defter-i a'maline de yazýlsýn." diye ruhlarýna hediye ediyor. Üstadýmýzýn bu halini kardeþlerimize beyan ediyoruz.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Hizmetinde bulunan

 

Nur Talebeleri

 

* * *

 

[Ýleri Gazetesi'nin 13 Nisan 1957 tarihli nüshasýndan alýnmýþtýr:]

 

Üstad Bediüzzaman'ýn uðurlu elleriyle yeni bir câmiin temeli atýldý.

 

Üstad Bediüzzaman Said Nursî "3. Eðitim Tümeni" câmiine harç koydu. (Isparta hususî muhabirimiz bildiriyor.)

 

Isparta'nýn geçen yýllarda teþekkül etmiþ bulunan Üçüncü Eðitim Tümeni için yaptýrýlmasýna karar verilen câmiin temeli, tertib edilen muazzam bir merasimle atýlmýþ ve bu törene Isparta'da bulunan Risale-i Nur müellifi Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de davet olunmuþlardýr. Büyük bir alâka ile karþýlanan Üstad, törenden sonra uðurlu elleriyle temele ilk harcý koymuþlar ve dualarda bulunmuþlardýr.

 

* * *

 

 

 

Emirdaðý'nýn manidar bir hatýrasý

 

Beþ seneden beri teneffüs için Emirdaðý'nýn etrafýnda faytonla gezdiðim zaman garib bir tarzda, bir yaþýndan yedi yaþýna kadar küçücük çocuklar valide ve pederlerine karþý gösterdikleri

 

sh: » (Em:563)

 

alâkadan ziyade bir iþtiyakla faytonuma koþup elime sarýlýyorlardý. Hattâ bir-iki defa fayton altýna düþüp hârika bir tarzda zarar görmeden kurtuldular.

 

Hattâ hiç beni görmeyen, bilmeyen bir ve iki, üç yaþýnda çocuklar yalýn ayak dikenler içinde koþa koþa faytona yetiþiyorlar. Büyük adamlar gibi temenna edip elinizi öpelim derlerdi. Bu hale hem ben, hem kardeþlerim ve görenler hayret ediyorduk. Bu hal bir mahalleye mahsus deðil, her tarafta hattâ köylerinde ayný hal devam ediyordu.

 

Beni aldatmayan bir hatýra-i hakikat ile benim ve arkadaþlarýmýn kanaatimiz geldi ki, bu masum taifenin masumiyetleri cihetiyle, sevk-i fýtrî denilen bir hiss-i kablelvuku' ile, Risale-i Nur'un bu memlekette masum çocuklara ve kendilerine çok menfaati olacak diye, akýl ve fikirleri derketmediði halde, o masumane his ile Risale-i Nur'un manasý itibariyle tercümanýna, annesine yalvarmasýndan ziyade bir iþtiyak ile koþuyorlardý.

 

Biz de bir hiss-i kablelvuku' ile hissediyoruz ki, ileride bu küçük masum mahluklarda büyük Nurcular çýkacak. Ve ileride Nur'un has þakirdleri olacak ki, bu vaziyeti gösteriyorlar.

 

Ben de bu nevi küçücük masumlarý, evlâdým olmadýðýndan evlâd-ý maneviye olarak dualarýma umumen dâhil ettim. Her sabah bunlarý da Nur talebeleri ile beraber dualarýmda yâd ediyorum.

 

Hem onlardan bir yaþýndaki masumu, kýrk yaþýndaki lâkayd bir adama tercih etmeye sebeb, bunlar günahsýz ve samimî bir alâka göstermesinden elbette onlarý sevk eden bir hakikat var. Ben de o cihetten onlarý büyüklere temenna ettiðim gibi, onlarýn temennalarýna ciddî mukabele ediyorum.

 

Hem masumiyetleri, hem ileride tam Nurcu olmalarýna binaen, dualarýný kendi hakkýmda makbul olacak diye onlara derdim: "Madem siz benim evlâd-ý maneviyem oldunuz. Ben de size dua ediyorum. Siz de günahýnýz olmadýðý için, duanýz benim hakkýmda inþâallah makbuldür. Siz de bana dua ediniz. Çünki ziyade hastayým." derdim. Ben ve benim yanýmdaki kardeþlerimin kuvvetli bir ihtimal ile kanaatýmýz geliyor ki, masonlar ve zýndýklarýn plâný ile bolþevizm tarzýnda gençleri terbiye etmek için bir vakit bazý mektebler açýldýðý ve sonra deðiþen bu mekteblerle gençleri ifsada çalýþtýklarýna mukabil, Ýslâmiyetin kahraman bayrakdarý olan Türk milletinin masum küçük yavru

 

sh: » (Em: 564)

 

larý, nuranî bir intibah ve bir hiss-i kablelvuku' ile Nurlardan ders almalarý gençlerin baþýna gelen o belaya karþý bir mukabeledir ki, inþâallah o yavrularýn hem kendileri, hem gençler mason ve zýndýklarýn þerlerinden kurtulmasýna bir iþarettir ki, bu acib vaziyeti gösteriyorlar.

 

Said Nursî

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Vasiyetnamenin Bir Zeyli

 

Eþref Edib'in neþrettiði Tarihçe-i Hayatýn otuzuncu sahifesindeki Said'in hususiyetlerinden altý nümunesinden yedinci nümunesi ki, mukabelesiz hediyeyi ömründe kabul etmemek, kanaat ve iktisada istinaden, þiddet-i fakrýyla beraber altmýþ-yetmiþ sene evvelki kendi talebelerinin tayinatýný da kendisi verdiði acib vaziyetin þimdiki bir misali ve bir sýrrý kaç senedir anlaþýldý diye vasiyetnamenin âhirinde bunu yazmanýn zamaný geldi.

 

Evet þiddet-i fakr ve istiðna ile hediye almamakla beraber Cenab-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki, yasak olmayan daktilo makinesi ile intiþar eden Risale-i Nur'un verdiði sermaye ile þimdi manevî Medreset-üz Zehra'nýn dört-beþ vilayetinde hayatýný Risale-i Nur'a vakfeden ve nafakasýna çalýþmaya zaman bulamayan fedakâr Nur talebelerinin tayinatýna acib bir bereketle kâfi gelen ve Nur nüshalarýnýn fiatý olan o mübarek sermayeyi ben öldükten sonra da o hâlis, fedakâr kardeþlerime vasiyet ediyorum ki, altmýþ-yetmiþ sene evvelki kaidemi yetmiþ sene sonraki þimdiki düsturlarýma aynen tatbik etsinler. Ýnþâallah Risale-i Nur'un tab' serbestiyeti olsa, o düstur daha fazla inkiþaf eder.

 

Medar-ý hayrettir ki, o eski zamanda Evkaf'tan beþ talebenin tayinatýný Van'da Eski Said kabul etmiþ. O az para ile bazan talebesi yirmiye, otuza, altmýþa kadar çýktýðý halde kendi talebelerinin tayinatýný kendisi veriyordu. O kanaat ve iktisadýn bereketiyle ve kendi beþ-altý mavzer tüfeðini satmakla istiðna kaidesini bozmadý. O zaman meþhur Tahir Paþa gibi çok yardýmcýlar varken kaidesini bozmadý. O altmýþ-yetmiþ senelik düstur-u hayatýnýn bir iþaret-i gaybiye ile altmýþ-yetmiþ sene sonra o kanaat ve istiðnanýn bir meyvesi inayet-i Ýlahiye ile ihsan edildi ki, o kadar mahkemeler ve yasaklar ve müsadereler ve eski hurufla izin vermemekle beraber, kaç senedir dört-beþ vilayet vüs'atindeki manevî Medreset-üz

 

sh: » (Em: 565)

 

Zehra'nýn fedakâr talebelerinin tayinatýný Risale-i Nur kendisi hediye etti.

 

Halbuki o nüshalarýn bir kýsm-ý mühimmini hediye olarak mukabelesiz etrafa ve âlem-i Ýslâm ve Avrupa'ya gönderdiði ve elindeki nafakasýný Nur'un teksirine sarfettiði halde, yine Nur'un nüshalarý acib bir tarzda hem kendine, hem o hâlis fedakârlarýna kâfi gelmesi, eski zamandaki iþaret-i gaybiyesinin bir güzel meyvesi ve bir hikmeti olduðuna kat'iyen kanaatim geldiðinden vasiyetnamemin âhirinde beyan ediyorum.

 

Bu vasiyetname benden sonra bâki kalan tayinat içinde de konulsun, tâ ki bazý insafsýz insanlar "Bu Said günde beþ-on kuruþla yaþadýðý ve kimseden para almadýðý halde þimdiki mirasý yüzer lira görünüyor, nerede buldu?" dememek için bu hakikati izhar etmek münasib olur.

 

Þimdi manevî evlâdlarým, fedakâr hizmetkârlarým olan Zübeyr, Ceylân, Sungur, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Mustafa gibi ve has ve hâlis Nur'un kahramanlarý olan Hüsrev ve Nazif, Tahirî, Mustafa Gül gibi zâtlarýn nezaretinde o düsturumun muhafaza edilmesini vasiyet ediyorum.

 

Said Nursî

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

En mühim bir mahkemede son sözüm olarak Mahkeme-i Kübra'ya Þekva namýyla yazýlan ve Tarihçe-i Hayat'ta birkaç defa neþrolunan ve mahkemede iken Ankara makamatýna, Temyiz mahkemesine ve mahkeme reislerine gönderilen þekvanýn sebebi o hâdisenin acib, garib, küçük bir nümunesi bu defa aynen baþýma geldiði için o Mahkeme-i Kübra'ya þekvaya bir haþiyecik olarak beyan ediyorum:

 

Ýki gün evvel çok müþtak olduðum ve eski zamanda Anadolu medrese-i ilmiyesi hükmünde olan Konya'ya üç sebeb bahanesiyle;

 

Biri: Ýki hakikatlý nur kardeþim fakir halleriyle beraber büyük bir masrafa girip Ýzmir mahkemesine gitmiþler. Dönüþlerinde yanýma uðradýlar. Ben de onlarý kýsmen masraftan kurtarmak için, hususî otomobilim ile Konya'ya kadar beraber almak.

 

Ýkincisi: Onbeþ sene benim yanýmda okumuþ ve yirmi seneye

 

sh: » (Em: 566)

 

yakýn müftülük etmiþ ve kýrk seneden beri birtek defadan baþka görmediðim ve bütün kardeþlerim, akrabalarým içinde hayatta bir o kalmýþ olan kardeþimi ve çocuklarýný ziyaret etmek ve onlarla görüþmek.

 

Üçüncüsü: Eski Said'in ve Yeni Said'in mühim üstadlarýndan olan ve onun müridleri olan Mevlevîlerin her yerde Risale-i Nur'la alâkadarlýklarý cihetiyle çok alâkadar olduðum ve Ýmam-ý Rabbanî, Ýmam-ý Gazalî gibi mühim bir üstadým olan Mevlâna Celaleddin'i ziyaret için gitmiþtim. Hem Tarihçe-i Hayat'ta insanlarla görüþemediðime dair neþredilen yazý ki; ziyaretçilerle görüþemiyorum. Nasýlki, hediyelerden men'etmek için Cenab-ý Hak hastalýk verdiði gibi, bu hürmetkârane ziyaret de bir nevi hediye-i maneviye olduðundan, sesim kesilip bir eser-i inayet olarak konuþmaktan men'olunduðumdan kardeþimin evine dahi gidemedim ki, konuþmayayým.

 

Hiç olmazsa Konya'da iki-üç gün kalmak zarurî iken mecburî olarak bir saat içinde namazýmý kýlýp dönmüþüm. Fakat orada bana birdenbire öyle bir vaziyet verildi ki, bütün gazetelerde neþrettiler. Kýrk senedir bir defadan baþka görüþmediðim kardeþimin evine dahi gidip görüþemediðim ve konuþamadýðým halde, sanki binler adamlarla görüþmüþüm gibi muamele gördüm.

 

Gerçi polislerin aldýklarý emre binaen o vaziyetleri cidden büyük bir sehiv idi. Fakat bu þiddetli hastalýklý halime muvafýk geldiði için onlardan sýkýlmadým. Bilakis helâl ettim. Allah razý olsun dedim, teþekkür ettim. Ben tebdil-i havaya çok muhtaç olduðum için; yazýn daðlarda, kýþýn da kira ettiðim ayrý ayrý menzillerde gezmeye mecbur oluyorum. Bir yerde duramýyorum. Hastalýðým þiddetleniyor. Niyet ettim, tekrar arasýra Konya gibi yerlere gideceðim. Hattâ kirasýný verdiðim Emirdaðý'nda iki menzilim, Eskiþehir'de bir menzilim varken; o manasýz vaziyet beni o tebdil-i havadan, o menzilleri ziyaret etmekten men'edilmeme sebeb olduðunu Konya'daki vaziyetten hissetmiþtim. Ben kat'iyen kimse ile görüþemiyorum. Bunun gibi âdetim hilafýna bana yapýlan çok gayr-ý kanunî muameleler var. Ýþte bu defaki mezkûr vaziyeti beyan eden þu ifadatým evvelce yazýlan Mahkeme-i Kübra'ya Þekva'ya bir zeyl olarak neþredilebilir.

 

Said Nursî

 

* * *

 

sh: » (Em: 567)

 

Reisicumhur'a ve Baþvekil'e

 

Kabir kapýsýnda ve seksen küsur yaþýnda, birkaç hastalýkla hasta bulunan ve ölüme kendini yakýn gören bir bîçare garib ihtiyar der ki: Size iki hakikatý beyan ediyorum:

 

Evvelâ: Sizlerin Pakistan ve Irak'la gayet muvaffakýyetkârane ittifakýný, bu millete kemal-i samimiyetle, sürur ve ferah ile kazanmanýzý bütün ruh u canýmýzla tebrik ediyoruz. Bu ittifakýnýzý, inþâallah dörtyüz milyon Ýslâm'ýn sulh-u umumiyesine ve selâmet-i ammenin teminine kat'î bir mukaddeme olarak ruhumda hissettim. Ve namaz tesbihatýndaki kuvvetli bir ihtar ile bunu size yazmaya mecbur kaldým. Otuz-kýrk seneden beri dünyayý ve siyaseti terkettiðim halde, þiddetli bir alâka ile bu ihtar-ý kalbînin sebebi: Elli seneden beri imaný kurtarmak için gayet kýsa bir yolu bulan ve Kur'anýn bu zamanda bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur'un Arabistan ve Pakistan'da her yerden daha ziyade tesiratý olduðu ve makbul olmasý, hattâ aldýðýmýz habere göre, mahkemece tesbit edilen mikdarýn üç misli Risale-i Nur'un talebelerinin o havalide bulunmalarýdýr. Bu sýr için âhir hayatýmda kabir kapýsýnda bu netice-i azîmeyi görmek ve beyan etmeye ruhen mecbur oldum.

 

Sâniyen: Irkçýlýk fikri, Emevîler zamanýnda büyük bir tehlike verdiði ve hürriyetin baþýnda "kulüpler" suretinde büyük zararý görülmesi ve birinci harb-i umumîde yine ýrkçýlýðýn istimali ile mübarek kardeþ Arablarýn mücahid Türklere karþý zararý görüldüðü gibi, þimdi de uhuvvet-i Ýslâmiyeye karþý istimal edilebilir ve istirahat-ý umumiye düþmanlarý gizli dinsizler, yine o ýrkçýlýkla büyük zarar vermeðe çalýþtýklarýna emareler görünüyor. Halbuki menfî hareketle baþkasýnýn zararýyla beslenmek, ýrkçýlýðýn seciye-i fýtrîsi olduðu halde; evvelâ baþta Türk milleti dünyanýn her tarafýnda müslüman olduðundan onlarýn ýrkçýlýklarý Ýslâmiyetle mezcolmuþ, kabil-i tefrik deðil. Türk, Müslüman demektir. Hattâ Müslüman olmayan kýsmý, Türklükten de çýkmýþlar. Türk gibi Arablarda da Arablýk ve Arab milliyeti Ýslâmiyetle mezcolmuþ ve olmak lâzýmdýr. Hakikî milliyetleri Ýslâmiyettir. O kâfidir. Irkçýlýk, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir. Sizin bu defaki Irak ve Pakistan'la pek kýymetdar ittifakýnýz, inþâallah bu tehlikeli ýrkçýlýðýn zararýný def'edecek ve dört-beþ milyon ýrkçýlarýn yerine, dörtyüz milyon kardeþ Müslümanlarý

 

sh: » (Em: 568)

 

ve sekizyüz milyon sulh ve müsalemet-i umumiyeye þiddetle muhtaç Hristiyan ve sair dinler sahiblerinin dostluklarýný bu vatan milletine kazandýrmaya tam bir vesile olacaðýna, ruhuma kanaat geldiðinden size beyan ediyorum.

 

Sâlisen: Altmýþbeþ sene evvel bir vali bana bir gazete okudu. Bir dinsiz müstemlekât nâzýrý Kur'aný elinde tutup konferans vermiþ. Demiþ ki: "Bu, Ýslâmlarýn elinde kaldýkça, biz onlara hakikî hâkim olamayýz, tahakkümümüz altýnda tutamayýz. Ya Kur'aný sukut ettirmeliyiz veyahut Müslümanlarý ondan soðutmalýyýz."

 

Ýþte bu iki fikirle, dehþetli ifsad komitesi bu bîçare, fedakâr, masum, hamiyetkâr millete zarar vermeye çalýþmýþlar. Ben de altmýþbeþ sene evvel bu cereyana karþý, Kur'an-ý Hakîm'den istimdad eyledim. Hakikate karþý kýsa bir yol ve bir de pek büyük bir Dârülfünun-u Ýslâmiye tasavvuru ile, altmýþbeþ senedir, âhiretimizi kurtarmak ve onun bir faidesi olarak hayat-ý dünyeviyemizi de istibdad-ý mutlaktan ve dalaletin helâketinden kurtarmaya ve akvam-ý Ýslâmiyenin mabeynindeki uhuvvetini inkiþaf ettirmeye iki vesileyi bulduk:

 

Birinci Vesilesi: Risale-i Nur'dur ki; uhuvvet-i imaniyenin inkiþafýna kuvvet-i iman ile hizmet ettiðine kat'î delil, emsalsiz bir mazlûmiyet ve âcizlik haletinde te'lif edilmesi ve þimdi âlem-i Ýslâm'ýn ekserî yerlerinde ve Avrupa ve Amerika'ya da tesirini göstermesi ve ihtilâlcilere ve dinsiz felsefeye ve otuz seneden beri dehþetli bir surette maddiyyun ve tabiiyyun gibi dinsizlik fikrine karþý galebe çalmasý ve hiçbir mahkeme ve ehl-i vukuf dahi onlarý cerhedememesidir. Ýnþâallah bir zaman da, sizin gibi uhuvvet-i Ýslâmiyenin anahtarýný bulan zâtlar, bu mu'cize-i Kur'aniyenin cilvesini âlem-i Ýslâm'a iþittireceksiniz.

 

Ýkinci Vesilesi: Altmýþbeþ sene evvel Câmi-ül Ezher'e gitmek istiyordum. Âlem-i Ýslâm'ýn medresesidir diye, ben de o mübarek medresede bir ders almaya niyet ettim. Fakat kýsmet olmadý. Cenab-ý Hak rahmetiyle bir fikir ruhuma verdi ki: Câmi-ül Ezher Afrika'da bir medrese-i umumiye olduðu gibi; Asya, Afrika'dan ne kadar büyük ise, daha büyük bir dârülfünun, bir Ýslâm üniversitesi Asya'da lâzýmdýr. Tâ ki Ýslâm kavimlerini, meselâ Arabistan, Hindistan, Ýran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan'daki milletleri, menfî ýrkçýlýk ifsad etmesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan Ýslâmiyet milliyeti ile اِنَّمَا اْلمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ

 

sh: » (Em: 569)

 

Kur'anýn bir kanun-u esasîsinin tam inkiþafýna mazhar olsun. Ve felsefe fünunu ile ulûm-u diniye birbiriyle barýþsýn ve Avrupa medeniyeti, Ýslâmiyet hakaikýyla tam musalaha etsin. Ve Anadolu'daki ehl-i mekteb ve ehl-i medrese birbirine yardýmcý olarak ittifak etsin diye vilayat-ý þarkýyenin merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem Ýran, hem Kafkas, hem Türkistan'ýn ortasýnda Medreset-üz Zehra manasýnda, Câmi-ül Ezher üslûbunda bir dârülfünun; hem mekteb, hem medrese olarak bir üniversite için, tam ellibeþ senedir Risale-i Nur'un hakaikýna çalýþtýðým gibi, ona da çalýþmýþým. En evvel bunun kýymetini (Allah rahmet etsin) Sultan Reþad takdir edip yalnýz binasýný yapmak için yirmi bin altun lira verdiði gibi, sonra ben eski harb-i umumîdeki esaretimden döndüðüm vakit, Ankara'da mevcud 200 meb'ustan 163 meb'usun imzasý ile 150 bin lira, o zaman paranýn kýymetli vaktinde, ayný o üniversite için vermeyi kabul ve imza ettiler. Mustafa Kemal de içinde idi. Demek, þimdiki para ile beþ milyon liraya yakýn bir tahsisat vermekle, tâ o zamanda böyle kýymetdar bir üniversitenin tesisine herþeyden ziyade ehemmiyet verdiler. Hattâ dinde çok lâkayd ve garblýlaþmak ve an'anattan tecerrüd etmek taraftarý bulunan bir kýsým meb'uslar dahi onu imza ettiler. Yalnýz onlardan ikisi dediler ki: "Biz þimdi ulûm-u an'ane ve ulûm-u diniyeden ziyade garblýlaþmaya ve medeniyete muhtacýz." Ben de cevaben dedim:

 

"Siz, farz-ý muhal olarak, hiçbir cihette ihtiyaç olmasa da ekser enbiyanýn Asya'da, þarkta zuhuru ve ekser hükemanýn ve feylesoflarýn garbda gelmelerinin delaletiyle; Asya'yý hakikî terakki ettirecek, fen ve felsefenin tesiratýndan ziyade hiss-i dinî olduðu halde, bu fýtrî kanunu nazara almayarak garblýlaþmak namýyla an'ane-i Ýslâmiyeyi býraksanýz ve lâdinî bir esas yapsanýz dahi, dört-beþ büyük milletlerin merkezinde olan vilayat-ý þarkýyede millet, vatan selâmeti için dine, Ýslâmiyet'in hakaikýna kat'iyen taraftar olmak, size lâzým ve elzemdir. Binler misallerinden bir küçük misal size söyleyeceðim:

 

Ben Van'da iken, hamiyetli Kürd bir talebeme dedim ki: "Türkler Ýslâmiyete çok hizmet etmiþler. Sen onlara ne niyetle bakýyorsun?" dedim. Dedi: "Ben Müslüman bir Türk'ü, fâsýk bir kardeþime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarým. Çünki tam imana hizmet ediyorlar." Bir zaman geçti (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, Ýstanbul'da mektebe girmiþ. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazý ýrkçý muallimlerden aldýðý aks-ül amel ile, o da Kürdçülük damarý ile baþka bir mesleðe girmiþ. Bana dedi: "Ben þimdi gayet fâsýk, hattâ dinsiz de

 

sh: » (Em: 570)

 

olsa bir Kürd'ü, sâlih bir Türk'e tercih ediyorum." Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardým. Tam kanaatý geldi ki: Türkler, bu millet-i Ýslâmiyenin kahraman bir ordusudur.

 

Ey sual soran meb'uslar! Þarkta beþ milyona yakýn Kürd var. Yüz milyona yakýn Ýranlý ve Hindliler var. Yetmiþ milyon Arab var. Kýrk milyon Kafkas var. Acaba birbirine komþu, kardeþ ve birbirine muhtaç olan bu kardeþlere, bu talebenin Van'daki medreseden aldýðý ders-i dinî mi daha lâzým? Veyahut o milletleri karýþtýracak ve ýrkdaþlarýndan baþka düþünmeyen ve uhuvvet-i Ýslâmiyeyi tanýmayan sýrf ulûm-u felsefeyi okumak ve Ýslâmî ilimleri nazara almamak olan o merhum talebenin ikinci hali mi daha iyidir? Sizden soruyorum!

 

Ýþte bu cevabýmdan sonra, an'ane aleyhinde ve her cihetle garblýlaþmak fikrini taþýyanlar, kalktýlar imza ettiler. Ýsimlerini söylemeyeceðim, Allah kusurlarýný afvetsin, þimdi vefat etmiþler.

 

Râbian: Madem Reis-i Cumhur gayet mühim mesail-i siyasiye içinde þark üniversitesini en ehemmiyetli bir mes'ele yapýp, hattâ hârika bir tarzda altmýþ milyon liranýn o üniversiteye sarfý için bir kanun çýkarmak derecesinde fevkalâde bir hizmet ile medresenin medar-ý iftiharý ve kendisine büyük bir þeref verdiren bu medrese-i Ýslâmiyeye, eski hocalýk hissiyatýyla baþlamasý, bütün þark hocalarýný minnetdar etmiþ. Ve þimdi orta-þarkta sulh-u umumînin temeltaþý ve birinci kal'asý olan bu üniversiteyi yine mesail-i azîme-yi siyasiye içinde yeniden nazara almasý; elbette bu vatan, bu devlete, bu millete bu azîm faideli hizmeti netice verecek. Ulûm-u diniye o üniversitede esas olacak. Çünki hariçteki kuvvet tahribatý manevîdir, imansýzlýkladýr. O manevî tahribata karþý atom bombasý, ancak manevî cihetinde maneviyattan kuvvet alýp o tahribatý durdurabilir. Madem ellibeþ sene bu mes'eleye bütün hayatýný sarfetmiþ ve bütün dekaiký ile ve neticeleri ile tedkik etmiþ bir adamýn bu mes'elede re'yini almak ve fikrini sormak lâzým gelirken; Amerika'da, Avrupa'da bu mes'eleye dair istiþareye kendinizi mecbur bildiðinizden, elbette benim de bu mes'elede söz söylemeye hakkým var. Hamiyetkâr olan bütün bir millet namýna sizden bekliyoruz.

 

Said Nursî

 

* * *

 

sh: » (Em: 571)

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, sýddýk, fedakâr, hâlis, muhlis kardeþlerim ve hizmet-i Kur'aniyede hakikî, ciddî, metanetli arkadaþlarým!

 

Size gayet ehemmiyetli bir halimi ve dehþetli bir zahmet, fakat inayet-i Ýlahiye ile büyük bir rahmeti tazammun eden zâhirî bir hastalýðýn manevî bir istirahat ve bir tamam-ý vazifeye bir alâmet olarak bir hastalýðýmý beyan ediyorum. Þekva deðil, teþekkür ediyorum. Fakat sizden tahammülüm için dua istiyorum. O halet de þudur:

 

Ben kelimatý konuþurken birden manevî bir men' gibi þiddetli bir hararet baþlýyor. Hattâ eskiden günde bir-iki defa su içerken þimdi yemeði pek az yediðim halde, yirmi-otuz defa su içmeye mecbur oluyorum. Hattâ iki gün evvel pek þiddetlendi. Ben bir tesemmüm zannettim. Hattâ bir vehme binaen yanýmdaki kardeþlerime ifþa ettim. Bu gayet þiddetli hastalýðýma karþý sabýr ve tahammül niyaz ettim. Rahmet-i Ýlahiyeden rica ettim, birden kalbime geldi ki: Ekser hayatýmdaki zahmetlerde bir inayet ve rahmet cilvesi bulunduðu gibi, inþâallah bunda da o cilve-i rahmet var ki, cinnî ve insî þeytanlarýn ve dinsizlerin seni zehirlendirmek ve susturmaya çalýþmalarý, vazifenin tamam olmasýna ve istirahatine rahmet-i Ýlahiye bir vesile oldu ki, geçen sene Ýþarat-ül Ý'caz Tefsiri ve Mesnevî-i Arabî'yi bir sene müddetle ders vermeye baþlamýþtým. Gizli düþmanlarým cinnî ve insî þeytanlar, beni susturmaya desaisleri ile çalýþtýklarý halde, rahmet-i Ýlahiye hem Ýþarat-ül Ý'caz'ýn, hem Mesnevî-i Arabî'nin Türkçesini ihsan ettiðinden ve Risale-i Nur da ekseriyet itibariyle kendi kendine ders verip muallimlere ihtiyaç býrakmadýðýndan, bu tedris vazifemde bana istirahat ve tebrik nev'inde bir ihsan-ý Ýlahî olarak bu acib hastalýk benim istirahatime medar oldu.

 

Hem benim ruhuma geldi ki: Senin binler, belki yüzbinler Saidcikler senin bedeline ders verecek ve konuþacaklar var. Ýhsan-ý Ýlahî ile Risale-i Nur, baþka ilimler gibi meþakkatli derslere muhtaç deðil. فَاِنَّكَ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ Gavs-ý Geylanî'nin (K.S.) kerametkârane cümlesi, en dehþetli zaman gibi bunda da ayn-ý hakikat olduðu görüldü. Hem azamî ihlasýn zedelenmemek için þimdi düþmanlar da dostlara inkýlab ettiði bir zamanda sohbet etmek, konuþmak; bu dünyada da uhrevî hizmetlerin bir güzel ve fâni meyvelerine vesile olabilir. O vakit azamî ihlas ki, hiçbir þeye âlet olmayacak. Hem vazife-i Ýlahiyeye karýþmamak için kader-i Ýlahî

 

sh: » (Em: 572)

 

hakkýmdaki bu þiddetli halete aleyhimde deðil, lehimde olarak fetva verdi, müsaade etti. Ben yanýmdaki vasiyetnamemdeki evlâd kabul ettiðim küçük evlâdlarý tevkil ediyorum. Onlarla konuþaný, benimle konuþmuþ gibi kabul ediyorum...

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Kardeþiniz

 

Said Nursî

 

Üstadýmýzýn bu hastalýðý gösteriyor ki, gizli dinsizler konuþturmamak için bir ilâç bulmuþlar, yedirmiþler. Elhasýl; Üstadýmýzýn musafahadan, sohbetten ve konuþmaktan men'edildiðini biz de görüyoruz.

 

Üstadýmýzýn hizmetinde bulunan

 

Tahirî, Zübeyr, Ceylân, Hüsnü, Bayram

 

* * *

 

 

 

Bera-yý malûmat hem resmî zâtlara, hem dostlara mühim bir hakikatý beyan ediyoruz:

 

Üstadýmýz gençliðinde ve hattâ çocukluðundan itibaren izzet-i ilmiyeyi muhafaza için þiddetle halktan istiðna ediyordu. Zekat ve sadakayý kat'iyen almadýðý gibi, Ýkinci Mektub'da da beyan edildiði üzere hediyeyi kabul etmiyordu. Bu halin, þimdiki ihtiyarlýk ve zayýflýk zamanýnda devam edebilmesi için, Cenab-ý Hakk'ýn rahmetiyle o istiðna düsturu hastalýða inkýlab etti. Yani mukabilsiz bir lokma alsa, derhal hasta olur. O lokmayý yiyemiyor. Üstadýmýz gençliðinde bu kadar muhtaç deðildi. Tek baþýna yaþadýðý zamanlar pek az bir masraf kendisine kâfi idi. Þimdi pekçok talebelerine tayin verdiði ve birkaç hastalýkla hasta bulunduðu bir zamanda, o istiðna düsturunun muhafazasý için, rahmet-i Ýlahiye onu mukabilsiz hediyelerden hasta ediyor. Aynen öyle de: Üstadýmýza hürmet dahi manevî bir hediye gibi olduðundan, þiddetle nâsýn hürmetinden ve elini öpmesinden kaçýyordu. Tarihçe-i Hayatýnýn ve Ýhtiyarlar Lem'asýnýn þehadetiyle, gençliðinde emsallerinin fevkinde olarak Siirt'in Tillo kasabasýnda inzivaya girmiþti. Aðrý Vilayetinde Þeyh Ahmed Hanî Hazretlerinin türbesine kapandý.

 

sh: » (Em: 573)

 

Rusya'ya esir düþtüðünde, doksan kadar esir zabit kendisinin dinî derslerini þevkle dinledikleri halde, üsera kampýnda Tatarlarýn küçük hâlî bir câmiinde bir yer bularak orada yalnýzlýða çekildi. Ýstanbul'da Dâr-ül Hikmet-il Ýslâmiye a'zalýðý gibi cazib ve þaþaalý bir hayat içinde iken, Yuþa Tepesi'nde kimsesizliði tercih etti. Van'a döndüðünde pekçok eski ve yeni talebeleri arasýnda sürurlu bir ömrü istemeyerek Erek Daðý'ndaki bir maðaraya kapandý. En son defa, otuz senede gördüðü emsalsiz zulümlerin neticesi olarak hapishanelere gönderildiði zaman, kanunen tecrid müddeti onbeþ gün olmasýna raðmen, yirmi ay ve hattâ bütün hapis müddetince tecrid-i mutlakta tutulduðu halde kimseye þekva etmedi.

 

Bütün bu haller gösteriyor ki: Üstadýmýzýn fýtratýnda inziva daima hüküm sürmüþtür. Fakat ihtiyarlýðýnda pekçok yardýma, hizmete, sohbete muhtaç olduðu bir vakitte bunun devam etmesi için, bir nevi hastalýk haleti verilmiþ. Beþ dakika konuþsa; þiddetli bir hararet baþlýyor, sesi çýkmýyor. Hattâ Þafiî Mezhebinde olduðu için namazda Fatiha'yý kendisi iþitecek derecede okumasý lâzým gelirken, hastalýk sebebiyle sesi çýkmadýðýndan, Mezheb-i Hanefî'yi takliden namazlarýný eda ediyor. Bu hastalýðýna dair, iki mühim doktorun iki raporu var. Ýstenilirse gösterilecektir.

 

Þimdi Risale-i Nur'un fevkalâde fütuhatý ve âlem-i Ýslâm'da dahi fevkalâde bir hüsn-ü kabule mazhar olmasý hengâmýnda, düþmanlar dahi dostlara inkýlab ettiði bir zamanda Risale-i Nur'un azamî ihlasýný (ki, rýza-yý Ýlahîden baþka dünyevî, uhrevî hiçbir rütbeye, makama âlet etmemek) muhafaza için dehþetli bir merdümgiriz yani insanlardan tevahhuþ ve sesi çýkmamak

 

_____________________________

 

(Haþiye): Üstadýmýzdan sorduk: Neden Risale-i Nur'un þaþaalý intiþarý ve düþmanlarýn dahi maðlub olup dostane vaziyet aldýklarý bir zamanda insanlarla görüþmüyorsunuz?

 

Cevaben dedi ki: "Benim ile görüþmek isteyenler, ya muarýzdýr veya dosttur. Dost olsa, Risale-i Nur'un yüzbinler nüshasý benim bedelime tam konuþuyor. Bana kat'iyen ihtiyaç býrakmamýþ. Görüþmek isteyen muarýz olsa, bu otuz sene zarfýnda pekçok mahkemeler ve ehl-i vukuflar tedkik ettikleri halde, ne Nur Risalelerinde ve ne de Nur Talebelerinde hiçbir suç bulamamýþlar. Yirmidört mahkeme "Risale-i Nur'da suç bulamýyoruz" dedikleri; dört mahkeme de kat'iyen umum Nur Risalelerine beraet vererek kaziye-i muhkeme haline gelen kararlarýyla bütün kitablarý, mektublarý sahiblerine iade etmesi, benim bedelime muarýzlara tam cevab veriyor. Bana ihtiyaç kalmamýþ. Eðer þahsî görüþmek istenilse, bütün Nur Talebeleri bir cihette bu bîçare Said'in dava vekilleri olduðu gibi, Ýstanbul'da ve Ankara'da avukatlarý bulunduðundan, isteyenler onlarla görüþebilir."

 

Þiddetli hastalýðý ve çok ihtiyarlýðý için zarurî iþlerini gören hizmetkârlarý

 

sh: » (Em: 574)

 

ve konuþmamak hastalýðý ve elini öpmek, ona âdeta bir tokat vurmak gibi dokunmak vaziyeti, kat'iyen bize kanaat verdi ki; bu bir istihdam-ý Rabbanîdir.

 

Hattâ bu hakikatlarýn izharýna vesile olan bir þahsý da üstadýmýz helâl etti.

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

Aziz, sýddýk kardeþlerimiz!

 

Evvelen: Üstadýmýz leyle-i beratýnýzý tebrik ediyor. Hem selâm ve dua ediyor.

 

Sâniyen: Diyarbekir'den dün aldýðýmýz mektubda ifade edildiðine göre, Diyarbekir havalisiyle beraber þarkta þimdi ikiyüz kadar Nur dershaneleri açýlmýþ. Ayrýca Diyarbekir'de kadýnlara mahsus dört-beþ dershane-i nuriye varmýþ. Ýnþâallah bu büyük bir hayrýn alâmetidir.

 

Üstadýmýz on sene evvel iþaret ve büyük menfaatýný beyan ettiði Nur medreselerinin þimdi bu zamanda açýlma iþi, tam tahakkuk safhasýna girmiþ bulunuyor. O zaman demiþti: "Þimdi resmen din tedrisatý için hususî dershaneler açýlmasýna izin verilmesine binaen Nur þakirdleri mümkün olduðu kadar her yerde küçücük bir dershane-i nuriye açmak lâzýmdýr. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir mes'elesini tam anlamaz. Ýman hakikatlerinin izahý olduðu için; hem ilim, hem marifetullah, hem huzur, hem ibadettir. Eski medreselerde beþ-on seneye mukabil, inþâallah Nur medreseleri beþ-on haftada ayný neticeyi temin edecek ve yirmi senedir ediyor."

 

Üstadýmýz Barla'daki dokuz senelik ikametgâhý olan ve Risale-i Nur'un birinci dershanesi, hem altý vilayet geniþliðindeki Medreset-üz Zehra'nýn çekirdeði bulunan hanesini "Medrese-i Nuriye olarak" Risale-i Nur'a vakfetmiþti. Þimdi onu müteakib hem Isparta ve civarý kazalarý ve bazý köylerinde, hem Diyarbekir ve þarkta Nur dershaneleri açýlmaktadýr.

 

_______________________________

 

(Haþiye): Bu mektub ayný zamanda telgrafla veya mektubla Üstadýmýzýn leyle-i beratlarýný tebrik eden kardeþlerimize cevabdýr.

 

sh: » (Em: 575)

 

Bu suretle o dershanelerde Nurlarýn okunmasý ve Nurlarla meþguliyete devam edenlere ve ders alanlara talebe-i ulûm þerefini kazandýrmaktadýr. Talebe-i ulûmun ise âdi harekâtý, hattâ uykusu dahi ibadet hükmüne geçtiðini bazý büyük müçtehidler beyan etmiþler.

 

Sâlisen: Nurlarýn radyo diliyle Anadolu ve âlem-i Ýslâm'a intiþarýnýn ilk mukaddemesi, mübarek leyle-i berata tevafuk etmesi, bu vatan ve âlem-i Ýslâm hakkýnda Risale-i Nur lehinde büyük bir hayrýn alâmeti ve iþaretidir.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Kardeþleriniz

 

Tahirî, Zübeyr, Sungur, Ceylân, Bayram

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Umum dostlarýma ve Nur kardeþlerime bu vasiyeti ilân ediyorum: Ben þahsým itibariyle vazife-i Nuriyeyi yapmaya takatim kalmamýþ. Belki ihtiyaç da kalmamýþ. Hem müteaddid tesemmümlerle ve çok ihtiyarlýk vaziyetiyle ve hastalýkla þimdiki hayatta kalmak, tahammülüm kalmamýþ gibidir. Þayet müþtak olduðum ölüm elime geçmese de, zâhirî hayatýmda ölmüþüm gibi diye bu vasiyetimi yazýyorum.

 

Hâlýk-ý Rahman-ý Rahîm'e hadsiz þükür olsun ki; bundan altmýþ-yetmiþ sene evvel hilaf-ý âdet olarak tahsil-i ilim, hususan ilm-i imanî yolunda baþkalarýn muavenetine yalvarmamak ve tam fakr-ý haliyle beraber Eski Said çocukluk, gençlik zamanýnda talebelerine tayinlerini kendi vermeye çalýþtýðý ve ancak kýsa bir zaman beþ tayin kabul edip mütebâki talebelerine bazan yirmi-otuz talebesine tayin verdiðinden; ilmi, vasýta-i cer etmeye o ta

 

____________________________

 

(Haþiye): Gavs-ý Azam Þeyh-i Geylanî (R.A.) Risale-i Nur'a ve müellifine iþaret ettiði keramet-i gaybiyesinde bir fýkrada تَعِيشُ سَعِيدًا diye maiþet hususunda saadetle yaþayacaðýný ve en mes'ud olacaðýný haber vermiþ. Halbuki biz Üstadýmýzýn fakr u istiðnasýný þimdiye kadar zâhiren buna muhalif görüyorduk. Gavs-ý Azam'ýn bu ihbar-ý gaybiyesi Üstadýmýzýn hayatýnda þimdi bilfiil görülmüþ ki; küçüklüðünde daha on yaþýnda iken amcasýnýn çorbasýný içmezdi, minnet altýna girmezdi. Ve ders verdiði eski talebelerinin maiþetini de kendisi deruhde ederdi. Aynen þimdi de ellli-altmýþ talebesinin tayinlerini vermesi, o gaybî ihbarýn tam tahakkuk ve tezahür ettiðini göstermiþtir.

 

Tahirî, Sungur, Ceylân

 

* * *

 

sh: » (Em: 576)

 

lebeler mecbur olmadýlar. Ýktisad ve kanaatla o zaman muvaffak olduklarý gibi, Cenab-ý Erhamürrâhimîn'e hadsiz þükür olsun ki, Eski Said gibi þimdi Risale-i Nur kendi hakikî talebelerinin tayinlerini neþriyatýyla mükemmel vermeye baþlamýþ. Azamî ihlasý kýrmamak için Risale-i Nur has talebelerine, hususan nafakasýný tedarik edemeyenleri tam tamýna idare edecek derecede Risale-i Nur'un satýlan nüshalarýnýn beþten birisi Risale-i Nur'un hakký olduðu cihetle þimdi elli-altmýþ talebesine kâfi sermayesi çýkýyor. Benim (bîçare Said'in) içinde hiçbir hakký yoktur. Yalnýz Risale-i Nur'un kýymetdar hâsiyeti ve þakirdlerinin þahs-ý manevîsinin kemal-i sadakatý bu manevî Nur bayramýna vesile oldu.

 

Þimdi bütün talebelerin fevkinde diyerek deðil, benim en yakýnýmda hizmetimde olup bir derece tam tarz-ý hareketimi bilenler ve yakýndan görenler içinde, dört-beþ adamý mutlak vekil yapýyorum. Ben ölsem veya hayatta þuursuz kalsam, Nurlara karþý hizmetimin tarzýný bilerek tam yapabilsinler. Þimdilik Tahirî, Sungur, Ceylân, Hüsnü ve bir-iki adam daha mutlak vekilim olarak vasiyet ediyorum. Þimdi Risale-i Nur'un satýlan nüshalarýnýn sermayesi, Risale-i Nur'un malýdýr. Said de bir hizmetkârdýr. Hayatta tayinini alabilir. Hattâ bugünlerde ölüm bana çok yakýn göründü. Ben de altý vilayette bulunan elli-altmýþ talebeyi iki-üç sene Nur sermayesinden tayinini vermek kat'î niyet ederken, belki bazýlarýný bazý maniler onlarý talebelik hizmetinden vazgeçirecek diye vazgeçtim. Þimdi vasiyetimi yazdým.

 

Said Nursî

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz, sýddýk kardeþlerim!

 

Ecel muayyen olmadýðý için benim þiddetli hastalýðým her vakit gelebilir diye, evvelce yazdýðým vasiyetnamelerimi teyiden bu vasiyetname de þiddetli, dâhilî bir hastalýðýmdan ihtar edildi. Ben de beyan ediyorum ki: Benim vefatýmdan sonra, benim emaneten elimde bulunan Risale-i Nur sermayesi hem mu'cizatlý Kur'anýmýzý tab'ettirmek için Eskiþehir'de muhafaza edilen sermaye, o Kur'anýn tevafukla ve fotoðrafla tab'ýna ait. (*) Yanýmýzdaki sermaye ise, Risale-i Nur'un sermayesidir. O ser

 

_______________________________

 

(*) On bin liradýr.

 

 

 

sh: » (Em: 577)

 

maye Cenab-ý Erhamürrâhimîn'e hadsiz þükür olsun ki; yetmiþ küsur sene evvel o zamanýn âdetine muhalif olarak kendim fakirliðimle beraber onlarýn tayinlerini verdiðime bir ihsan ve lütf-u Rabbanî olarak o zamandan elli-altmýþ sene sonra Cenab-ý Erhamürrâhimîn o örfî âdete muhalif kaidemi manevî ve geniþ Medreset-üz Zehra'nýn hâlis ve nafakasýný temin edemeyen ve zamanýný Risale-i Nur'a sarfeden talebelerine aynen ve eski zaman ihsan-ý Ýlahî neticesi olarak þimdi yanýmýzdaki sermaye onlarýn tayinleridir ve tayinlerine sarf edilecek ve kaç senedir benim yaptýðým gibi benim manevî evlâdlarým, benim vereselerim aynen öyle yapmak vasiyet ediyorum.

 

Ýnþâallah tam Risale-i Nur intiþara baþlasa; o sermaye þimdiki fedakâr, kendini Risale-i Nur'a vakfeden þakirdlerden çok ziyade fedakâr talebelere kâfi gelecek ve manevî Medreset-üz Zehra ve Medrese-i Nuriye çok yerlerde açýlacak. Benim bedelime bu hakikate, bu hale manevî evlâdlarým ve has ve fedakâr hizmetkârlarým ve Nur'a kendini vakfeden kahraman ve herkesçe malûm kardeþlerim bu vasiyetin tatbikine yardýmlarýný rica ediyorum. Risale-i Nur itibariyle bana hiç ihtiyaç kalmadýðý için âlem-i berzaha gitmek benim için medar-ý sürurdur. Siz mahzun olmayýnýz. Belki beni tebrik ediniz ki, zahmetten rahmete gidiyorum.

 

Çok hasta

 

Said Nursî

 

Evet, biz Üstadýmýzýn bu vasiyetine þahidiz.

 

Emirdað'lý Çalýþkan, Mustafa Acet, Safranbolu'lu Hüsnü, Ermenek'li Zübeyr, Çoðol'lu Bayram

 

 

 

sh: » (Em: 578)

 

[Müddeiumumîler hakkýnda Üstadýmýzýn garib bir halet-i ruhiyesini beyan etmek zamaný geldi.]

 

Bana dedi ki:

 

"Otuz-kýrk sene bu tazyikatýmda, hukukullah manasýnda olan hukuk-u amme namýndaki vazifelerle muvazzaf olan savcýlar ekser hapislerimde, nefyimde þiddetlerini gördüðüm halde onlara karþý bir hiddet, bir küsmek bana gelmiyordu.

 

sh: » (Em: 578)

 

Sonra görüyordum:

 

Onlarýn zâhirî þiddetine sebeb olan kusurlarý kendilerinde görmüyordum. Fakat çok defa bir zaman sonra, kader-i Ýlahînin baþka kusuratýma binaen þefkat tokadýnýn öyle savcýlarýn eliyle geldiðini gördüm. Kader adalet yaptýðý için, o þefkat tokadýný ruh ve kalbimle kabul ettim. Zâhirî sebebe binaen savcýlarýn þiddetini helâl ediyorum. Þimdi Cenab-ý Hakk'a þükür, o müddeiumumîlerin bir kýsmý, vazifeleri olan hukuk-u umumiyenin müdafaasý hukukullah nev'inden olduðu cihetle, bana karþý þiddet deðil, bilakis hakikî adalet noktasýnda, umum Ýslâmiyet'e ve belki insaniyete de menfaatý olan Risale-i Nur'un hizmet-i imaniyesi cihetiyle þiddeti býrakýp kader-i Ýlahînin þefkat tokadýna bakar gibi zâhirî tazib, hakikaten yardým hükmüne geçtiði için, ben de bu sýrr-ý azîm münasebetiyle, bütün böyle müddeiumumîlere karþý bir dostluk ve dua etmek vaziyetini aldým. Zâhiren bana karþý þiddet-i hüküm görünen hâlât, o hizmet-i imaniyeye bir ilânname hükmüne geçti.

 

Ben de þimdi onlara, hukuk-u ammenin hukukullah hükmüne geçtiðini bilenlere, umumen selâm ve dua ediyorum. Bana olan þiddetlerini umumen helâl ediyorum."

 

Said Nursî

 

* * *

 

Bediüzzaman Said Nursî'nin Gazetelere Bir Mektubu

 

(Bize ait mes'eleleri yazan gazetelere hitaben yazdýðým bu yazýyý neþretseler, bugünlerde olan aleyhimdeki isnadlarýný helâl edeceðim. Þiddetli hastalýðýma binaen bu kýsacýk mektubumu o gazeteler neþretsinler ki; bizi düþünen kardeþlerim kederlenmesin.)

 

Evvelâ: Bugünlerde olan mes'eleler için merak etmeyiniz. Hakkýmýzda tecelli eden, inayet ve rahmet-i Ýlahiye ile bu büyük bir hayýrdýr. Hem hasta olduðumdan konuþmaya ve görüþmeye de tahammül edemiyorum. Þimdi Risale-i Nur'un dâhil ve hariçteki fevkalâde intiþarý ve geniþ fütuhatý ile düþmanlar da dost olmuþlar. Herkesin konuþmak istemesine mukabil, inayet-i Ýlahiye ile sesim de kýsýlmýþ ki; daha Risale-i Nur bana ihtiyaç býrakmadýðýndan görüþüp, konuþamýyorum.

 

________________________

 

*Üstadýmýzýn sizlere yazdýðý ayn-ý hakikat olan bu mektubunu arz ediyorum.

 

Talebesi

 

Sungur

 

 

 

sh: » (Em: 579)

 

 

 

 

 

Beni altý vilayetten davet etmeleri üzerine giderken önümüze gelen ve Risale-i Nur'un ve mesleðimin hakikatýný anlayan dost memurlar, Emirdaðý'nda istirahat etmemi ve þimdilik Emirdaðý'nda kalmamý hükûmetin rica ettiðini bildirdiler. Zâten görüþmeye ve konuþmaya tahammül edemediðimden hakkýmdaki bu dostane teklif ve vaziyet bir inayet oldu ki; beni davet eden çok vilayetlerdeki hakikî kardeþlerimin hatýrlarý kýrýlmasýn. Hem bazý vilayetlere gidip diðer vilayetlere gidemediðimden ileri gelen vaziyetimle, yüzbinlerle hakikî fedakâr talebelerim gücenmesinler.

 

Sâniyen: Benim bu seyahatlerimde kat'iyen siyasetle alâkamýn olmadýðýna bir delil; kýrk seneden beri siyaseti terkettiðimden, yalnýz ve yalnýz Kur'anýn bu zamana tam muvafýk bir tefsiri olan Risale-i Nur küfr-ü mutlaký kýrdýðý için anarþistliðe ve tahribatçý cereyanlara karþý sed çektiði gibi, Kur'anýn Risale-i Nur'a verdiði dersinde bir kanun-u esasî olan وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى sýrrý ile; "Asayiþe iliþmek; beþ câni yüzünden doksan masuma zulüm etmektir" diye olan uhrevî hizmetimiz; vatan, millet ve asayiþe de büyük bir faidesi olmasý ciheti ile, beni tecessüs eden veyahut da zahmet veren polis ve inzibatlara da helâl ediyorum. Onlarý asayiþin mücahid muhafýzlarý diye kardeþ gibi mesrurane kabul ettim. Hattâ beni Ankara'dan çevirmelerini de kabul ettiðim gibi, hakkýmda bir inayet-i Ýlahiyeye vesile olmalarý cihetiyle Allah'a þükrettim. Ve kemal-i ferahla Ankara'dan döndüm.

 

Sâlisen: Her yerde Risale-i Nur'un intiþarý ve okunmasý ve pek fazla müþtaklarý bulunmasý dolayýsýyla benimle görüþmek ve konuþmak ve davet etmek arzu ediyorlardý. Bu vaziyette, yirmi vilayete gitmemin zarureti vardý. Ancak Risale-i Nur'un tab'edildiði yerler olan Ankara, Ýstanbul ve Konya'ya gittim.

 

Beni Emirdaðý'na çeviren dostlara þunu derim ki: Hakkýmdaki bu muamele bir inayet ve rahmet-i Ýlahiyeye vesile oldu. Sýkýlmýyorum. Yalnýz benim yirmi sene kaldýðým Isparta vilayetinde iki senelik kira ettiðim bir evim ve orada bazý eþyalarým var. Oranýn havasý da bir parça hastalýðýma yarýyor. Hükûmetin müsaadeleriyle bir ay Emirdaðý'nda, bir ay da kiraladýðým Isparta'daki evimde bulunmak arzu ediyorum.

 

Bediüzzaman Said Nursî

 

 

 

* * *

 

sh: » (Em: 580)

 

 

 

[umum Nur Talebelerine Üstad Bediüzzaman'ýn vefatýndan önce vermiþ olduðu en son derstir.]

 

Aziz kardeþlerim!

 

Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket deðildir. Rýza-yý Ýlahîye göre sýrf hizmet-i imaniyeyi yapmaktýr, vazife-i Ýlahiyeye karýþmamaktýr. Bizler asayiþi muhafazayý netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sýkýntýya karþý sabýrla, þükürle mükellefiz. Meselâ:

 

Kendimi misal alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karþý boyun eðmemiþim. Hayatýmda tahakkümü kaldýrmadýðým, bir çok hâdiselerle sabit olmuþ. Meselâ: Rusya'da kumandana ayaða kalkmamak, Divan-ý Harb-i Örfî'de idam tehdidine karþý mahkemedeki paþalarýn suallerine beþ para ehemmiyet vermediðim gibi, dört kumandanlara karþý bu tavrým tahakkümlere boyun eðmediðimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i Ýlahiyeye karýþmamak hakikatý için; bana karþý yapýlan muamelelere sabýrla, rýza ile mukabele ettim. Cercis (A.S.) gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi sabýr ve rýza ile karþýladým.

 

Evet meselâ: Seksenbir hatasýný mahkemede isbat ettiðim bir müddeiumumînin yanlýþ iddialarý ile aleyhimizdeki kararýna karþý, beddua dahi etmedim. Çünki asýl mes'ele bu zamanýn cihad-ý manevîsidir. Manevî tahribatýna karþý sed çekmektir. Bununla dâhilî asayiþe bütün kuvvetimizle yardým etmektir.

 

Evet mesleðimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, asayiþi muhafaza etmek içindir. وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى düsturu ile ki: "Bir cani yüzünden; onun kardeþi, hanedaný, çoluk-çocuðu mes'ul olamaz." Ýþte bunun içindir ki, bütün hayatýmda bütün kuvvetimle asayiþi muhafazaya çalýþmýþým. Bu kuvvet dâhile karþý deðil, ancak haricî tecavüze karþý istimal edilebilir. Mezkûr âyetin düsturu ile vazifemiz, dâhildeki asayiþe bütün kuvvetimizle yardým etmektir. Onun içindir ki, âlem-i Ýslâm'da asayiþi ihlâl edici dâhilî muharebat ancak binde bir olmuþtur. O da, aradaki bir içtihad farkýndan ileri gelmiþtir. Ve cihad-ý maneviyenin en büyük þartý da; vazife-i Ýlahiyeye karýþmamaktýr ki, "Bizim vazifemiz

 

sh: » (Em: 581)

 

hizmettir, netice Cenab-ý Hakk'a aittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz."

 

Ben de Celaleddin-i Harzemþah gibi, "Benim vazifem hizmet-i imaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenab-ý Hakk'ýn vazifesidir." deyip ihlas ile hareket etmeyi Kur'andan ders almýþým.

 

Haricî tecavüze karþý kuvvetle mukabele edilir. Çünki düþmanýn malý, çoluk-çocuðu ganîmet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle deðildir. Dâhildeki hareket müsbet bir þekilde manevî tahribata karþý manevî, ihlas sýrrý ile hareket etmektir. Hariçteki cihad baþka, dâhildeki cihad baþkadýr. Þimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenab-ý Hak bana vermiþ. Biz bütün kuvvetimizle dâhilde ancak asayiþi muhafaza için müsbet hareket edeceðiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ý maneviyedeki fark, pek azîmdir.

 

Bir mes'ele daha var. O da çok ehemmiyetlidir. Hükm-ü Kur'ana göre, bu zamanda mimsiz medeniyetin îcabatýndan olarak hacat-ý zaruriye dörtten yirmiye çýkmýþ. Tiryakilikle, görenekle ve itiyadla hacat-ý gayr-ý zaruriye, hacat-ý zaruriye hükmüne geçmiþ. Âhirete iman ettiði halde, zaruret var diye ve zaruret zannýyla dünya menfaati ve maiþet derdi için dünyayý âhirete tercih ediyor.

 

Kýrk sene evvel bir baþkumandan beni bir parça dünyaya alýþtýrmak için bazý kumandanlarý, hattâ hocalarý benim yanýma gönderdi. Onlar dediler: "Biz þimdi mecburuz. اِنَّ الضَّرُورَاتِ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ kaidesiyle Avrupa'nýn bazý usûllerini, medeniyetin îcablarýný taklide mecburuz." dediler. Ben de dedim: "Çok aldanmýþsýnýz. Zaruret sû'-i ihtiyardan gelse kat'iyen doðru deðildir, haramý helâl etmez. Sû'-i ihtiyardan gelmezse, yani zaruret haram yoluyla olmamýþ ise, zararý yok. Meselâ: Bir adam sû'-i ihtiyarý ile haram bir tarzda kendini sarhoþ etse ve sarhoþlukla bir cinayet yapsa; hüküm aleyhine cari olur, mazur sayýlmaz, ceza görür. Çünki sû'-i ihtiyarý ile bu zaruret meydana gelmiþtir. Fakat bir meczub çocuk cezbe halinde birisini vursa mazurdur, ceza görmez. Çünki ihtiyarý dâhilinde deðildir." Ýþte, ben o kumandana ve hocalara dedim: Ekmek yemek, yaþamak gibi zarurî ihtiyaçlar haricinde baþka hangi zaruret var? Sû'-i ihtiyardan, gayr-ý meþru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler, haramý helâl etmeye medar olamazlar. Sinema, tiyatro, dans gibi þeylerde tiryaki olmuþ ise, mutlak zaruret olmadýðý ve sû'-i ihtiyardan geldiði için, haramý helâl etmeðe

 

sh: » (Em: 582)

 

sebeb olamaz. Kanun-u beþerî de bu noktalarý nazara almýþ ki; ihtiyar haricinde zaruret-i kat'iye ile, sû'-i ihtiyardan neþ'et eden hükümleri ayýrmýþtýr. Kanun-u Ýlahîde ise, daha esaslý ve muhkem bir þekilde bu esaslar tefrik edilmiþ.

 

Bununla beraber zamanýn ilcaatý ile zaruretler ortalýkta zannederek bazý hocalarýn bid'alara tarafdarlýðýndan dolayý onlara hücum etmeyiniz. Bilmeyerek "zaruret var" zannýyla hareket eden o bîçarelere vurmayýnýz. Onun için kuvvetimizi dâhilde sarfetmiyoruz. Bîçare, zaruret derecesine girmiþ, bize muhalif olanlardan hoca da olsa onlara iliþmeyiniz. Ben tek baþýmla daha evvel aleyhimdeki o kadar muarýzlara karþý dayandýðým, zerre kadar fütur getirmediðim, o hizmet-i imaniyede muvaffak olduðum halde; þimdi milyonlar Nur Talebesi olduðu halde, yine müsbet hareket etmekle onlarýn bütün tahkiratlarýna, zulümlerine tahammül ediyorum.

 

Biz dünyaya bakmýyoruz. Baktýðýmýz vakitte onlara yardýmcý olarak çalýþýyoruz. Asayiþi muhafazaya müsbet bir þekilde yardým ediyoruz. Ýþte bu gibi hakikatlar itibariyle, bize zulüm de etseler hoþ görmeliyiz.

 

Risale-i Nur'un neþri her tarafta kanaat-ý tâmme verdi ki, Demokratlar dine taraftardýrlar. Þimdi bir risaleye iliþmek; vatan, millet maslahatýna tamamen zýddýr.

 

Bir mahrem risale vardý ki, o mahrem risalenin neþrini men'etmiþtim. "Öldükten sonra neþrolunsun" demiþtim. Sonra mahkemeler alýp okudular, tedkik ettiler; sonra beraet verdiler. Mahkeme-i Temyiz, o beraeti tasdik etti. Ben de bunu dâhilde asayiþi temin için ve yüzde doksan beþ masuma zarar gelmemesi için neþredenlere izin verdim. "Said, meþveretle neþredebilir." dedim.

 

Üçüncü Mes'ele: Þimdi küfr-ü mutlak, öyle cehennem-i manevî neþrine çalýþýyor ki, kâinatta hiçbir kâfir ona yanaþmamak lâzým geliyor. Kur'anýn "Rahmeten lil-âlemîn" olduðunun bir sýrrý budur ki: Nasýl Müslümanlara rahmettir; âhirete iman, Allah'a iman ihtimalini vermesiyle de, bütün dinsizlere ve bütün âleme ve nev'-i beþere rahmet olmasýna bir nükte, bir iþarettir ki; o manevî cehennemden dünyada da onlarý bir derece kurtarmýþ. Halbuki þimdi fen ve felsefenin dalalet kýsmý; yani Kur'anla barýþmayan, yoldan çýkmýþ, Kur'ana muhalefet eden kýsmý, küfr-ü mutlaký komünistler tarzýnda neþre baþladýlar. Komünistlik perde

 

sh: » (Em: 583)

 

sinde anarþistliði netice verecek bir surette münafýklar, zýndýklar vasýtasýyla ve bazý müfrit dinsiz siyasetçiler vasýtasýyla neþir ile aþýlanmaða baþlandýðý için; þimdiki hayat, dinsiz olarak kabil deðildir, yaþamaz. "Dinsiz bir millet yaþamaz" hükmü bu noktaya iþarettir. Küfr-ü mutlak olduðu zaman, hakikat-ý halde yaþanmaz. Onun için Kur'an-ý Hakîm, bu asýrda bir mu'cize-i maneviyesi olarak Risale-i Nur þakirdlerine bu dersi vermiþ ki; küfr-ü mutlaka, anarþistliðe karþý sed çeksin. Hem çekmiþ. Evet Çin'i, hem yarý Avrupa'yý ve Balkan'larý istilâ eden bu cereyana karþý bizi muhafaza eden Kur'an-ý Hakîm'in bu dersidir ki; o hücuma karþý sed çekmiþ, bu suretle o tehlikeye karþý çare bulmuþtur.

 

Demek bir müslüman mümkün deðil, baþka bir dine girip, ya Hristiyan ve Yahudi, hususan bolþevik gibi olmak... Çünki bir Ýsevî müslüman olsa, Ýsa Aleyhisselâm'ý daha ziyade sever. Bir Musevî müslüman olsa, Musa Aleyhisselâm'ý daha ziyade sever. Fakat bir müslüman, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn zincirinden çýksa, dinini býraksa, daha hiçbir dine girmez, anarþist olur; ruhunda kemalâta medar hiçbir halet kalmaz. Vicdaný tefessüh eder, hayat-ý içtimaiyeye bir zehir olur.

 

Onun için Cenab-ý Hakk'a þükür Kur'an-ý Hakîm'in iþarat-ý gaybiyesi ile kahraman Türk ve Arab milletleri içinde lisan-ý Türkî ve Arabî ile bu asrý kurtaracak bir mu'cize-i Kur'aniyenin Risale-i Nur namýyla bir dersi intiþara baþlamýþ. Ve onaltý sene evvel altýyüzbin adamýn imanýný kurtardýðý gibi, þimdi milyonlardan geçtiði sabit olmuþ. Demek Risale-i Nur; beþeri anarþilikten kurtarmaða bir derece vesile olduðu gibi, Ýslâm'ýn iki kahraman kardeþi olan Türk ve Arab'ý birleþtirmeye, bu Kur'anýn kanun-u esasîlerini neþretmeðe vesile olduðunu düþmanlar da tasdik ediyorlar.

 

 

 

Madem bu zamanda küfr-ü mutlak Kur'an'a karþý çýkýyor. Küfr-ü mutlakta cehennemden ziyade dünyada da daha büyük bir cehennem var. Çünki ölüm madem öldürülmüyor. Her gün beþerde otuzbin cenaze ölümün devamýna þehadet ediyor. Bu ölüm küfr-ü mutlaka düþenlere, yahut taraftar olanlara; hem þahsýn idam-ý ebedîsi ve bütün geçmiþ, gelecek akrabalarýnýn da idam-ý ebedîsi olarak düþündüðü için, cehennemden on defa daha fazla dehþetli cehennem azabý çeker. Demek o cehennem azabýný küfr-ü mutlakla kalbinde duyuyor. Çünki herbir insan akrabasýnýn saadetiyle mes'ud, azabýyla muazzeb olduðu gibi; Allah'ý inkâr edenlerin itikadlarýnca bütün o saadetleri mahvoluyor, yerine azablar geliyor. Ýþte bu zamanda, bu dünyada bu manevî cehen

 

sh: » (Em: 584)

 

nemi insanlarýn kalbinden izale eden tek bir çaresi var: O da Kur'an-ý Hakîm'dir. Ve bu zamanýn fehmine göre onun bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur eczalarýdýr. Þimdi Allah'a þükrediyoruz ki, siyasî partiler içinde bir parti, bir parça bunu hissetti ki; o eserlerin neþrine mani' olmadý; hakaik-i imaniyenin dünyada bir cennet-i maneviyeyi ehl-i imana kazandýrdýðýný isbat eden Risale-i Nur'a mümanaat etmedi, neþrine müsaadekâr davrandý; naþirlerine de tazyikattan vazgeçti.

 

Kardeþlerim! Hastalýðým pek þiddetli, belki pek yakýnda öleceðim veyahut bütün bütün konuþmaktan -bazan men'olduðum gibi- men' edileceðim. Onun için benim Nur âhiret kardeþlerim, ehvenüþþer deyip bazý bîçare yanlýþçýlarýn hatalarýna hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz deðil. Çünki dâhilde hareket menfîce olmaz. Madem siyasetçilerin bir kýsmý Risale-i Nur'a zarar vermiyor, az müsaadekârdýr; ehvenüþþer olarak bakýnýz. Daha azamüþþerden kurtulmak için; onlara zararýnýz dokunmasýn, onlara faideniz dokunsun.

 

Hem dâhildeki cihad-ý manevî; manevî tahribata karþý çalýþmaktýr ki; maddî deðil, manevî hizmetler lâzýmdýr. Onun için ehl-i siyasete karýþmadýðýmýz gibi, ehl-i siyaset de bizimle meþgul olmaya hiçbir haklarý yok.

 

Meselâ: Bir parti bana binler vecihle sýkýntý verdiði halde, hattâ otuz senede hapisler de tazyikler de olduðu halde, hakkýmý helâl ettim. Ve azablarýna mukabil, o bîçarelerin yüzde doksanbeþini tezyif ve itirazlara, zulümlere maruz kalmaktan kurtulmaya vesile oldum ki, وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى âyeti hükmünce kabahat ancak yüzde beþe verildi. O aleyhimizdeki partinin þimdi hiçbir cihetle aleyhimizde þekvaya haklarý yoktur.

 

Hattâ bir mahkemede yanlýþ muhbirlerin ve casuslarýn evhamlarý ile; bizi, yetmiþ kiþiyi, mahkûm etmek için sû'-i fehmiyle, dikkatsizliði ile Risale-i Nur'un bazý kýsýmlarýna yanlýþ mana vererek seksen yanlýþla beni mahkûm etmeye çalýþtýðý halde, mahkemelerde isbat edildiði gibi, en ziyade hücuma maruz bir kardeþiniz, mahpus iken pencereden o müddeiumumînin üç yaþýndaki çocuðunu gördü, sordu, dediler: "Bu müddeiumumînin kýzýdýr." O masumun hatýrý için o müddeîye beddua etmedi. Belki onun verdiði zahmetler; o Risale-i Nur'un, o mu'cize-i maneviyenin intiþarýna, ilânýna bir vesile olduðu için rahmetlere inkýlab etti.

 

sh: » (Em: 585)

 

Kardeþlerim, belki ben öleceðim. Bu zamanýn bir hastalýðý daha var; o da benlik, enaniyet, hodfüruþluk, hayatýný güzelce medeniyet fantaziyesiyle geçirmek iþtihasý, tiryakilik gibi hastalýklardýr. Risale-i Nur'un Kur'andan aldýðý dersin en birinci esasý: Benlik, enaniyet, hodfüruþluðu terk etmek lüzumudur. Tâ ihlas-ý hakikî ile imanýn kurtarýlmasýna hizmet edilsin. Cenab-ý Hakk'a þükür, o azamî ihlasý kazananlarýn pek çok efradý meydana çýkmýþ. Benliðini, þan ü þerefini en küçük bir mes'ele-i imaniyeye feda eden çoktur. Hattâ Nur'un bîçare bir þakirdinin düþmanlarý dost olduðu vakit onunla sohbet etmek çoðaldýðý için, rahmet-i Ýlahiye cihetinde sesi kesilmiþ. Hem de ona takdirle bakanlar, isabet-i nazar hükmüne geçip onu incitiyor. Hattâ musafaha etmek de tokat vurmak gibi sýkýntý veriyor. "Senin bu vaziyetin nedir?" diye soruldu, "Madem milyonlar kadar arkadaþlarýn var, neden bunlarýn hatýrlarýný muhafaza etmiyorsun?" Cevaben dedi:

 

-Madem mesleðimiz azamî ihlastýr; deðil benlik, enaniyet, dünya saltanatý da verilse, bâki bir mes'ele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek azamî ihlasýn iktizasýdýr. Meselâ: Harb içinde, avcý hattýnda, düþmanýn top gülleleri arasýnda Kur'an-ý Hakîm'in tek bir âyetinin, tek bir harfinin, tek bir nüktesini tercih ederek, o gülleler içinde Habib kâtibine "Defteri çýkar!" diyerek at üstünde o nükteyi yazdýrmýþ. Demek Kur'anýn bir harfinin bir nüktesini, düþmanýn güllelerine karþý terketmemiþ; ruhunun kurtulmasýna tercih etmiþ.

 

O kardeþimize sorduk: "Bu acib ihlasý nereden ders almýþsýn?"

 

Demiþ:

 

-Ýki noktadan:

 

Birisi: Âlem-i Ýslâmiyetin en acib harbi olan Bedir Harbi'nde namaz vaktinde cemaatten hissesiz kalmamak için, düþmanýn hücumu ile beraber mücahidlerin yarýsý silâhýný býrakýp cemaat hayrýna þerik olmak, iki rek'at sonra onlar da hissedar olsun diye Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm bir hadîs-i þerifiyle emretmiþ olmasýdýr. Madem harbde bu ruhsat var. Ve madem cemaat hayrý da sünnet olduðu halde, o sünnete riayet etmek en büyük bir hâdise-i dünyeviyeye tercih edilmiþ. Üstad-ý Mutlak'ýn böyle bir iþaretinden bir nüktecik alarak, biz de ruh u canýmýzla ittiba' ediyoruz.

 

Ýkincisi: Kahraman-ý Ýslâm Ýmam-ý Ali Radýyallahü Anhü Celcelutiye'nin çok yerlerinde ve âhirinde bir himayetçi istemiþ ki, namaz içinde huzuruna gaflet gelmesin. Düþmanlarý tarafýndan

 

sh: » (Em: 586)

 

ona bir hücum manasý hatýrýna gelmemek, sýrf namazdaki huzuruna pek çok olan düþmanlarý tarafýndan bir hücum tasavvuruyla namazdaki huzuruna mani' olunmamak için bir muhafýz ifriti dergâh-ý Ýlahîden niyaz etmiþ.

 

Ýþte bu bîçâre, ömrü bu zamanda hodfüruþluk içinde yuvarlanan bîçare kardeþiniz de; hem Sebeb-i Hilkat-ý Âlem'den, hem Kahraman-ý Ýslâm'dan bu iki küçük nükteyi ders aldým. Ve bu zamanda çok lâzým olan Kur'anýn esrarýna ehemmiyet vermekle, harb içinde ruhunun muhafazasýný dinlemeyerek, Kur'anýn bir harfinin bir nüktesini beyan etmiþ.

 

Said Nursî

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...