Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Altýncý Kýsým

 

Emirdað Hayatý

 

 

 

 

 

MUKADDEME

 

 

 

Denizli Aðýr Ceza Mahkemesinin beraet kararý neticesi olarak, Risale-i Nur, ekser vilâyet, kasaba ve köylerde yayýlmýþ ve Nur talebeleri kýsa bir zamanda yüzbinlerin fevkinde çoðalmýþtýr. Risaleler teksir ile neþre baþlanmýþ ve kýsa bir müddet içinde 1947 senesi sonlarýnda, Üstad ve talebeleri üçüncü defa olarak tekrar hapse alýnmýþtýr.

 

Evvelâ üç sene kadar Emirdaðýnda ikamet edebilen Said Nursî, hapisten sonra tekrar Emirdaðýnda üç-dört sene kadar kalmýþ ve sonra Ispartaya yerleþmiþtir. Ve þimdi doksan yaþýna yaklaþan ve tebdil-i havaya çok muhtaç olan Üstad, arasýra Emirdaðýna gelip ikametgâhý olan dershane-i Nuriyede kalmaktadýr.

 

Þimdilik Emirdað hayatýnýn ilk kýsmý ki, Afyon hapsine kadar olan safhasý zikredilecek, bilâhare Afyon Hapsini müteakib tekrar Emirdaðýndaki hayatý, hizmet-i nuriyesi beyan edilecektir. Emirdaðýndaki hayatý, evvelki hayatýna nisbeten çok daha þa'þaalýdýr. Hem, musibet ve ithamlara daha ziyade hedef olmuþ, daimî tarassuda, hattâ imhaya maruz kalmýþtýr. Bununla beraber, Risale-i Nur geniþ dairede yayýlmýþ, Üniversite, memurlar ve ehl-i siyaset muhitinde okunmaða baþlanmýþtýr.

 

Üstadýn Emirdaðýna nefyinden sonra aleyhinde pek insafsýzca iftiralar yapýldýðý ve çok geniþ bir dairede yalanlarla isnadlara giriþildiði münasebetiyle ve nurlarýn harika neþri dolayýsýyla bir hakikatý, bu mukaddemede beyan etmek lâzým geldi. Þöyle ki:

 

Bizim, Said Nursî'nin ayn-i hakikat olan ahvâl ve harekât ve hizmetinde görünen harikalarý beyan etmemizden muradýmýz:

 

 

 

Okuyucularýn nazar-ý istiðrablarýný celbedip "hâþâ!" Bediüzzamanýn fânî þahsýný insanlýðýn alkýþ tufanýna tutmak deðil; bel-

 

 

 

sh: » (T:429)

 

(RESÝM)

 

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin

 

Emirdaðý'nda kaldýðý evde

 

 

 

ki, onun þahsýný ve hizmetini insafsýzca iftira ve yalanlarla lekedar etmek isteyen ve dolayýsýyla Risale-i Nurun hizmet-i îmaniyesine sed çekmeðe çalýþanlarýn mukabilinde Risale-i Nurun nurlu, müessir ve saadet-feþan hizmetini belirtmek için Kur'anýn bir þâkirdi ve Hazret-i Peygamberin bir ümmeti ve Allahýn bir abdi olarak nâil olduðu ikramlarý zikrediyoruz. Din düþmanlarýnýn bahanelerle taarruzunu ve insafsýz hücumlarýný red ve bir masumun masumiyetini beyan ediyoruz. Hattâ diyebiliriz ki: Tarihte Bediüzzaman gibi hilâf-ý hakikat olarak düþünce ve mefkûre, hizmet ve gayesinin tam zýddýnda þiddetli itham ve isnadlara maruz kalmýþ bir kimse yok gibidir. Panzehire zehir isnad etmek gibi, bu milleti ve gelecek nesilleri anarþilikten, dinsizlikten, ahlâksýzlýktan muhafaza niyet ve harekâtýna, sýrf

 

 

 

sh: » (T:430)

 

îmansýzlýktan neþ'et eden bir dalâlet divaneliðiyle vatana ihanet, gençliði irticaa sevk ve zehirlemek ithamýný yapmak, ne kadar acý ve ehl-i insafý aðlatacak elim bir vaziyet olduðu bedihîdir. Ýþte Bediüzzaman; bir deðil, yüz deðil, binler defa böyle hilâf-ý hakikat ithamlara dûçar olmuþ bir masumdur. Hizmetinde böyle olduðu gibi hususî ahval ve ahlâký noktasýnda da ahlâk-ý hamidenin en müstesna örneklerini yaþatmýþ, edeb ve iffetin en þaheser nümunelerini nefsinde gösterebilmiþ bir nezahet ve hüsn-ü hulk âbidesidir. Hizmetini ifa eden, dâhilî ve hâricî hayat ve ef'aline âþina olan talebe ve hizmetkârlarý olan bizler, en yüksek sesimizle ilân ederiz ki:

 

Üstadýn Kur'andan alýp ehl-i îman ve insaniyetin istifadesine arzettiði ulûm-u îmaniyedeki üstadlýðý gibi, en ince muamelât ve ahvalinde ve hususî hayatýnda da Kur'an-ý Hakîm'in hüsn-ü hulk olarak tarif ettiði ve yüksek bir velâyetin tereþþuhatý olan âsâr ve dâimî yüksek bir huzur görünür. Her zaman için her haline nazar-ý dikkat ve ferasetle bakan ehl-i kalb ve erbâb-ý fazilet, onun kalb-i münevverinin bir þems-i hakikat ve marifet halinde þûle-feþan olduðunu ve bir derya halinde dâimî temevvücde bulunduðunu kemal-i hayretle görmekte ve Ýslâmiyet aðacýnýn bu son ve kâmil meyve-i münevveriyle zemin ve zamanýn iftihar etmekte olduðunu duyurmaktadýrlar.

 

Ey sû-i niyetleriyle ve kendi menfî ruhlarýna kýyasla bu ahlâk, edeb, îman, marifet ve hakikat âbidesine dil uzatan ve þeytanlarý dahi utandýracak derecede iftiralarla bu fazilet timsalini yok etmeðe, tezvire çalýþmýþ bedbahtlar! Bu zâta karþý savurmak istediðiniz iftiralar, saçtýðýnýz zehirler para etmedi. Hak nurunu yaktý ve parlattý. O nur ile âlemleri ziyadar eyledi. Siz ise zelil ve manen insaniyetin menfurusunuz. Size yazýklar olsun! Ýnsan libasýný taþýmanýz dahi sizin için elîm ve fecidir. Buna raðmen sizin için bir necat kapýsý var, o kapýyý çalsanýz belki kurtulursunuz. Said Nursî ahdetmiþ ve ilân etmiþ ki: "Benim idamýma çalýþanlar dahi eðer Risâle-i Nurla îmanlarýný kurtarsalar, Risâle-i Nura sarýlsalar, kardeþlerim siz þahid olunuz, ben onlara hakkýmý helâl ediyorum." Evet onu mahkûm etmek isteyenlerden çoðu ve ekser aleyhinde bulunanlar bugün ona dost olduðu gibi, tezvir ve iftirada bulunan sizler de nedamet etseniz, Nur derslerine kulak verseniz, ümid edilir ki; o þefkat kahramaný, sizin için, affýnýz için dua eder, niyaz eder. Evet Said Nursî, öyle eþsiz bir kahramandýr ki; bu kahra-

 

 

 

sh: » (T:431)

 

manlýðýný harb meydanýnda, mahkeme sandalyesinde müstebidlere karþý gösterdiði halde, gelin, siz düþmanlarý ve onu yok etmek için çalýþanlardan Nura müteveccih olanlarýn selâmet ve kurtuluþu için el açýp göz yaþlarýyla nasýl niyaz ettiðini görün; ve onun yüksek bir tevazu ile, milletin her tabakasýyla nasýl kemal-i þefkatle muamelede bulunduðunu anlayýn; insanlýðýn ulvî mertebesini bu zâtta seyreyleyin. Onun hakkýnda senakâr sözler, takdirler, ehl-i dünyanýn alkýþlanmasý nev'inden deðildir; hakikat-ý kâinatýn, bu ekmel insana ve insanýn yüksek kýymetini, müslümanlýðýn hakikî tezahürünü temsil eden mânevî þahsiyetine karþý olan takdir ve tebrikine bir iþtiraktir. Evet, Said Nursî'yi, temsil ve terennüm ettiði envar-ý hakikat itibariyle, yalnýz insanlýk deðil, belki âlem bütün enva ve ecnasýyla alkýþlýyor, tebrik ediyor. Evet, hizmet-i îmaniyyesini mâzi, müstakbel takdir ediyor...

 

Evet, Said Nursî, Cenab-ý Hakkýn mâhiyet-i insaniyyede dercettiði hadsiz envâ-ý kemalâtýn hepsinde en ileri ve en mükemmeldir. Bazan yüksek dað baþlarýnda, büyük kayalýklar arasýnda gezer, yalnýz baþýna sessiz dolaþýr; bazan bað ve bahçeleri, nebatat ve hayvanatý temaþa ve tefekkür edip; sonra dönüp, þehre inip, en büyük siyasî içtimalarda, gayet belið ve mâkulâne hitabeler, ahlâkî, edebî nutuklar irad edebilen cevval bir ruh haletini taþýrdý. Hürriyetten evvel ve sonra Þarktaki hayatý ve Ýstanbuldaki feveranlý hayatý, buna bir þâhiddir. Bir yanda Þarkî Anadolu'da aþiretler arasýnda seyahatle onlara ahlâkî ve îmanî dersler, öðütler verirken; diðer yanda Þamda allâmelere, siyaset-i Ýslâmiye noktasýnda en keskin ve isabetli görüþ ve teþhislerle müslümanlarýn terakki ve kemalâtýnýn esaslarýný tesbit edip, 350 milyon müslümanýn saadetinin fecr-i sâdýkýný haber veriyordu. Hem, meþrutiyet zamanýnda Meclis-i Meb'usana hitabesi ve gazetelerdeki makaleleriyle, Kur'anýn kudsi kanun-u esasisinin vaz' ve tatbikinin millet-i Ýslâmiyyeye iki cihanýn saadetini kazandýrýp hakikî kemalât ve terakkiye medar olacaðýný haykýrýyor ve bu efkârýnýn Dîvan-ý Harb-i Örfîde de kahramanca müdafaasýný yapýyordu.

 

Ýþte bir nebze beyan edilen ahvali ve hizmetleri delâletiyle bu hârika zât, âdeta muhtelif istidad ve ayrý ayrý zekâ ve kabiliyetlerden müteþekkil bir cemaat mahiyetinde idi. Ýslâmiyetin zuhurundan itibaren 1300 yýl içinde gelip geçen ve Ýslâmiyet þecere-i nuraniyesinin çeþitli çiçek ve meyveleri olarak asýrlarý tezyin eden

 

 

 

sh: » (T:432)

 

umum ehl-i hak ve zekâvetin kemalât ve güzelliklerine sahib olmuþ, niþan ve formalarýný takmýþ gibi idi. Sanki ulûm ve maarif-i Ýslâmiye, bu zât vasýtasýyla yeni baþtan ihya ediliyordu.

 

Büyük Peygamberin ders ve irþadýyla hakikata ulaþan ve kemâlâtta terakki eden ve her biri cemaat-ý Ýslâmiyeden bir taifeyi dâire-i tenvir ve irþadýnda yürüten kudsî üstadlar, âlim ve müçtehidler, ayrý ayrý meslek ve ilimlerine bu zâtý vâris tâyin etmiþler gibi; mâzinin bütün mehasin ve meziyetlerini giyinerek asrýmýzda ortaya çýkan bu hârika-i zaman Said Nursî Hazretleri, böylece, Kur'ân nâmýna Risale-i Nurla giriþtiði dinî hizmet ve cihad-ý mânevîsiyle, bir cemaatin, yüksek bir hey'etin, belki muazzam bir ordunun yapabileceði vazifeleri, küllî hizmetleri, izn-i Ýlâhî ile yapmýþtýr. Ýslâmiyet nurundan ve iman kardeþliðinden gelen bir kuvvet ve rabýta ile teþkil ettiði Nur þâkirdleri þahs-ý mânevîsi, ehl-i dalâletin cemaatle hücumuna mukabil çýkmýþ, bu suretle mü'minlerin nokta-i istinadý, kýzýl tehlikenin bu vataný istilâsýna karþý Kur'ânî bir sed ve Âlem-i Ýslâmýn kahraman Türk milletine eskisi gibi muhabbet, uhuvvet ve ittifakýnýn medarý olmuþtur.

 

Evet, Said Nursî, gayet câmî bir istidada mâlik bir zattýr. Bu istidadlarýn hepsinde çok ileri gitmiþtir. Cüz ile küllü, âfâkýn en geniþ dairesi ile enfüsî dairesini, meselâ zerre ile samanyolunu beraberce dikkatle tedkik eder, onlardaki envâr-ý tevhidi görür, gösterir ve isbat eder. Bir yandan Âlem-i Ýslâm ve insaniyete uzanan küllî hizmet-i imaniyye ile meþgul, bir yandan inziva hayatý geçirerek kalem-i kudretin mektubatý olan fýtratýn antika eserlerini, san'at-ý Ýlâhîyyenin mucizelerini temaþa ve tefekkür ile kitab-ý kâinatý mütalâa eder ve böylece her gün bu müteaddid ulvî vazifeleri yaparak marifet-i Ýlâhîyye ve huzurun nihayetsiz ezvak ve envarýnda terakki eder.

 

Ýþte bu hâlet-i ruhiyye ve ahval-i kudsiyye Üstadýn hayatýnýn her safhasýnda müþahede edildiði gibi, Emirdaðý'nda geçirdiði hayatý da hep bu mezkûr mâna ile doludur. Lâhikalardaki mektublarda bir derece beyan edilmiþse de nakýstýr. Bu tarihçede, ancak denizden bir katrecik ile iktifa edilmiþtir.

 

* * *

 

sh: » (T:433)

 

SAÝD NURSÎ'NÝN DENÝZLÝ HAPSÝNDEN TAHLÝYESÝ

 

VE EMÝRDAÐINA NEFYÝ

 

Denizli Aðýr Ceza Mahkemesinin Haziran 1944 tarihli beraet kararý ile hapisten tahliye olunan Nur talebeleri, memleketlerine gitmiþler; Üstad ise, Ankara'dan bir emir alýncaya kadar Denizli'de Þehir Otelinde kalmýþtýr. Risale-i Nur talebelerinin hapsi ve muhakemeleri münasebetiyle, Denizli halký Risale-i Nur'la alâkadar olmuþtur. Adliyede iki-üç zat, mahkeme safahatý esnasýnda Nurlara yakýndan alâkadarlýk göstermiþler ve Denizli'de neþrine çalýþmýþlardýr. Bilâhare Nur dairesinde "Hâkim-i âdil" ünvanýyla anýlan mahkeme reisi ve âzalarý ve hizmetleri dokunan hamiyetperverler, âdilâne karar ve gayretleri ile bütün ehl-i imanýn süruruna vesile olmak gibi mânevî ve ebedî parlak bir makam kazanmýþlardýr.

 

* * *

 

Said Nursî Denizli'de iki ay kaldýktan sonra, Afyon vilâyetinin Emirdað kazasýnda ikamete memur edilir. Emirdaðý'na 1944 senesi Aðustos ayýnda nefyedilir. Ýlk önce onbeþ gün kadar bir otelde kalýr, sonra kira ile bir eve yerleþir; ev kirasýný da kendisi verir.

 

 

 

Emirdaðý'ndaki hayatý þöyle hülâsa olunabilir:

 

Daimî tarassud altýndadýr. Mahkemeden beraet kazanmasý ve eserlerinin iade edilmesine raðmen, serbest býrakýlmýþ deðildir. Eskisinden daha ziyade kontrol ve mütemadiyen pencere ve kapýsýndan nezarete mâruzdur. Mektublarýnda da beyan ettiði gibi: Denizli hapsinin bir aylýk sýkýntýsýný bazan bir günde Emirdaðý'nda çekiyordu. Üstada yapýlan bed muameleler ve takýnýlan tavýr, Emirdað ahalisince yakýndan bilinmektedir. Denizli Mahkemesinin beraeti üzerine, mahkeme eliyle Nurlarýn intiþarýna ve Said Nursî'nin hizmet-i imaniyyesine sed çekemeyen gizli dinsizlik komiteleri, bu defa baþka yollardan, idarî makamlarý evhamlandýrýp aleyhe geçirerek hattâ imhasýna kadar çalýþýyorlardý. Bu plân kat'î idi.

 

Bir bekçi, kapýsý önünden ayrýlmazdý. Üstad ile görüþebilmek pek müþküldü. Emirdaðý'nda ilk defa Üstadla yakýndan alâkadar olan Çalýþkanlar Hânedaný, kasabalarýna nefyedilen bu âlim ve fâzýl ihtiyar zâta yakýndan dostluk göstermiþler, hizmetine koþ-

 

 

 

sh: » (T:434)

 

muþlar, sýrf Lillâh için olan bu irtibatlarýný sû'-i tefsir edenlerin yalan ve tezviratýna aldýrmayarak alâkalarýný gevþetmemiþlerdi. Çalýþkanlarla beraber Emirdaðý'nda birçok sâdýk mü'minler Nura talebe olmuþlar, Üstadýn hizmet-i Nuriyesine iþtirak etmiþler, (Hâþiye-1) Nur risalelerini okuyup yazmaða ve etrafa neþre baþlamýþlardý. Üstadýn Emirdaðý'nda ikametinden sonra, Risale-i Nur'un dersleriyle halkýn mühim bir kýsmýnýn ilim, iman, ahlâk ve fazilet bakýmýndan terakki ettiði herkesçe malûm olduðu gibi, resmî zatlarýn ikrarýyla da sâbittir. (Hâþiye-2)

 

Emirdað talebeleri, Üstadýn Emirdaðý'ndaki hayatýna dair diyorlar ki:

 

Üstad Emirdaðý'nda daimî tarassud altýnda bulunuyordu. Açýk havalarda gezmeye çýkardý. Üstadýn, bahar ve yaz mevsimlerinde mutlaka kýrlara çýkmak âdeti idi. Yalnýz baþýna gider, birkaç saat kalýr, sonra evine dönerdi. Kýrlara çýktýðý zaman, çok defa arkasýndan takib ettirilirdi. Bazan bekçiler, bazan jandarmalar takib ederdi. Hattâ bir defa arkasýndan kurþun attýrýlmýþ, fakat isabet etmemiþtir. Bir gün bir resmî memur, arkasýndan koþarak, "Dýþarý çýkmak yasak! Baþýna bere koyamazsýn, sarýk saramazsýn!" diye mütehakkimane ve mütecavizane ifadeler kullanmýþ, Üstad da geriye dönmüþtür. Bu tarz muameleler çoktur.

 

Üstadýn Emirdað'daki hizmeti ve meþgalesi, baþka yerlerde olduðu gibi, yalnýz bir vazifeye münhasýr deðildi. Gerek Lâhikalardaki mektublardan, gerek ziyaretine gelen dostlarýn ve eski ilim arkadaþlarý ve talebelerinin ihbarýndan ve gerekse de kendine yakýndan alâkadar olan talebe, komþu ve halklarýn müþahedatýndan anlaþýlýyor ki: Hakka müteveccih, hakikatten nebean eden müteaddid hizmetleri, vazifeleri vardý ve her bir günde de bu vazifelerini ifaya çalýþýrdý. Hakaik-i Kur'âniye nurlarý olan "Sözler", "Lem'alar" gibi eserlerini te'lif, tashih ve neþr ile meþgul olmakla beraber kelimat-ý kudret olan masnuat ve mevcudatý seyr ve

 

_______________________________

 

(Hâþiye-1): Bugün Emirdað halký, umumiyetle, Nurlara dost ve tarafdardýr. Pek çok talebesi vardýr. Emirdaðýnda ve civar köylerde Nur dersleri okunmaktadýr.

 

Hâþiye-2 : Üstad Said Nursî, Emirdaðý'ný bir Dershane-i Nuriye mânâsýnda kabul ettiðini söyler. Sav, Barla, Emirdað, Eflâni gibi Nurlarýn ekseriyetle yayýlýp okunduðu kasaba ve köyleri, birer Dershane-i Nuriye ünvaniyle yâdeder. Ve kendi Nurs köyü gibi sað ve ölü umum ahalisine, masum çocuklar ve mübarek hanýmlarýna dua eder, mânevi kazancýna hissedar eder.

 

 

 

sh: » (T:435)

 

temaþaya, kitab-ý kâinatý mütalâaya çok müþtak idi. Zemin yüzünde yazýlan, bahar sahifesinde teþhir edilen rahmet ve hikmetin mucizeli eserlerini, eþcar ve nebatat ve hayvanattaki san'at-ý Ýlâhiyyenin hârikalarýný, sîmalarýnda parýldayan tevhid sikkelerini okumaða ziyadesiyle meftun idi. Böylece, hakaik-i imaniyyenin, Mârifetullahýn nihayetsiz ufuklarýnda hakkalyakîn mertebesinde kanat açýp geziyordu.

 

Esasen, Kur'ândan aldýðý mesleðinin bir esasý, tefekkürdür. Eserlerinde insaný daima tefekküre sevkeder ve tefekkürü ders verir. Ýlim ve tefekkür ile kazanýlan marifet-i Ýlâhiyenin, ruh için kâinat vüs'atinde bir geniþlik temin ettiðini ve

 

وَ فِى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ آيَةٌ تَدُلُّ عَلَى اَنَّهُ وَاحِدٌ

 

herbir þeyde Sâni-i Vâhide iþaretler, delil ve âyetler bulunduðunu ifade eder;

 

تَفَكُّرُ سَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ سَنَةٍ

 

sýrrýna göre hareket ederdi.

 

* * *

 

 

 

ÜSTAD'IN EMÝRDAÐDA ZEHÝRLENMESÝ

 

Bir siyasî memurun iðfali ve "Ýmhasý için yukarýdan emir aldýk" demesine aldanan bir bekçibaþý, Üstadýn penceresine geceleyin merdivenle çýkarak yemeðine zehir atmýþ, ertesi gün Üstad zehirlenerek kývranmaya baþlamýþtýr. Zehirin tesiri çok azîm olduðu halde, kendisi: "Cevþen-ül Kebir gibi evrad-ý kudsiyelerin feyziyle ölümden muhafaza olunuyorum. Fakat hastalýk, ýzdýrab çok þiddetlidir." derdi. Bir hafta kadar aç susuz denecek bir halde periþan bir vaziyette inlemiþ, sonra biiznillâh þifa bulup, tekrar tashihat gibi Risale-i Nur vazifeleriyle iþtigale baþlamýþtý. Bu þiddetli hastalýk zamanlarýnda asla namazlarýný terketmedi. Yalnýz

 

sh: » (T:436)

 

ikinci ve üçüncü zehirlenmek zamanýnda tahammülü gayr-ý kabil bir hastalýkta iki-üç gün farzýný yataðýnda ancak kýlabildi.

 

Ölüm tehlikesi geçirdiði günlerde, bir gece sabaha kadar yanýnda nöbet bekleyip gözyaþlarý içinde Üstada dikkat eden iki talebesi diyor: "Sabaha yakýn, gözleri kapalý olduðu halde doðruldu, ellerini dergâh-ý Ýlâhiyyeye açýp yavaþ bir sesle birkaç kelime ile Risale-i Nur hizmetinin inkiþafýna ve talebelerinin selâmetine dua etti. Sonra bayýlmýþ vaziyette yataða düþtü."

 

Hizmetini, sýra ile iki-üç genç talebesi ifa ederdi. Bir müddet onlar da menedilmiþse de, çalýþkan talebeleri, hizmetinden asla vazgeçmiyerek yüksek bir fedakârlýk gösterdiler.

 

Emirdaðý'nýn resmî büyük bir memuru, bilâhare Nur'un kahraman bir talebesi olan arkadaþýna: "Gizlice Said Nursî'nin imhasý için, gizli bir plân ve emir var!" demiþtir. Ýþte Üstada yapýlan bütün muameleler, böyle bir plânýn neticesi olarak cereyan etmiþtir. Bir-iki defaya münhasýr deðil, uzun seneler müddetince daimî olduðu için, yapýlan zulüm, tarassud ve mânevî baský çok elîm ve acý idi.

 

Üstad ilk iki sene Çarþý Camii'ne gider, cemaate iþtirak ederdi. Ekser günler ikindi namazýný camide kýlar ve yatsýya kadar orada kalýr, sonra evine gelirdi. Ýki sene böyle devam etti; sonra kaymakam, insanlarla görüþüyor diye camiden men'etti. Emirdaðý'nda ikameti zamanýnda baþta Isparta olarak çok yerlerde Nur risaleleri el yazýsýyla çoðaltýlýyordu. Risaleleri okuyup müstefid olanlardan, Üstadý görmeye gelenler pek çoktu. Fakat ziyarete gelenlerden az bir kýsmý görüþebilmeye muvaffak olurdu. Daha ziyade Risale-i Nur'a kemal-i sadakatla ve ihlasla hizmet etmeye kabiliyetli olanlar ve sýrf lillâh için muhabbet ve uhuvvet taþýyanlar görüþebilir, Üstadýn dersini, sohbetini dinleyebilirdi. Üstad, muhtelif istidadda olan her ziyaretçinin derece-i fehim ve idrakine göre konuþur, nazarlarý Risale-i Nur'a ve hizmet-i imaniyeye çevirir, Risale-i Nur hakikatlarýyla imana hizmetin bu millete maddeten ve mânen en büyük menfaatleri temin edeceðini dâvâ ve izah ederdi. Gelen ziyaretçiler, muhtelif halk tabakalarýndan, gençlerden, ehl-i ilimden idi. Denizli beraetinden sonra memurlar arasýnda büyük intibah olmuþ, Nur'a talebe olanlar çoðalmýþtý.

 

sh: » (T:437)

 

Üstad Gelenlerle Ne Konuþurdu?

 

Hemen umumiyetle, Risale-i Nur hizmetinin yegâne maksadý olan imanýn kuvvetlenmesinin vatan ve milleti tehdid eden dinsizlik ve komünistlik tehlikesine mâni' olduðunu; þimdi en elzem vazifenin, ferdlere ve cemiyete düþen hizmetin imaný kurtarmak ve kuvvetlendirmek bulunduðunu; zamanýn en büyük dâvâsýnýn Kur'âna sarýlmak olduðunu, Risale-i Nur bütün kuvvetiyle bu meseleye hasr-ý nazar ettiðinden, vatan ve millet düþmanlarý, gizli dinsizler, bahanelerle hücuma geçip aleyhte tahriklerde bulunduklarýný; "Fakat biz müsbet hareket etmeye mecburuz. Elimizde Nur var, siyaset topuzu yok. Yüz elimiz de olsa, ancak Nura kâfi gelir." diyerek Nur'un din düþmanlarýný maðlûb edeceðinden, müsbet hareket etmenin atom bombasý gibi tesiri bulunduðundan, Risale-i Nur'un siyasetle hiçbir alâkasý bulunmadýðýný, mesleðimizin en büyük esasýnýn ihlâs olduðunu, rýza-i Ýlâhîden baþka hiçbir maksad ittihaz edilemeyeceðini, Nur'un kuvvetinin iþte bu olduðunu; ihlâsla, müsbet hareket etmekle inayet ve rahmet-i Ýlâhiyenin Risale-i Nur'u himaye edeceðini.. ilâ âhir.. beyan ederdi.

 

Üstadýn dersini ve sohbetini dinleyenleri iþhad ederek diyebiliriz ki:

 

Üstad'ýn bir dersi, bir sohbeti, çok gençler için vesile-i necat olduðu gibi, Risale-i Nur'a fedakârâne hizmet için de bir menba-ý istinad olurdu. Nur'a hizmet eden fedakâr talebelerin ekserisi böyle bir veya birkaç defa Üstadýn dersinde, ikazýnda hazýr bulunmuþtur. Emirdaðý'nda iken, Ankara'ya Nur hizmeti için gönderdiði bir talebesi, hâl-i âleme bakarak, "Bu insanlar ne zaman Nur hakikatlarýný dinleyecek, kalýn zulmet perdeleri nasýl yýrtýlacak, mânevî karanlýklar nasýl izale olacak?" diye ümidsizliðe düþer. Sonra bir gün Emirdaðý'na Üstadýn yanýna döndüðü zaman, o büyük Üstad der: "Vazifemiz hizmettir. Muvaffak olmak, insanlara kabul ettirmek, Cenab-ý Hakkýn vazifesidir. Biz vazifemizi yapmakla mükellefiz. Sen orada: bu insanlar ne zaman Risale-i Nur'u dinleyecekler diye ümidsizliðe düþme, merak etme! Kat'iyyen bil ki; Mele-i Âlânýn hadsiz sâkinleri, bugün Risale-i Nur'u alkýþlýyorlar. Onun için, hiç ehemmiyeti yok. Kýymet, kemiyette deðil,

 

 

 

sh: » (T:438)

 

keyfiyettedir. Bazan bir halis ve fedakâr talebe, bine mukabildir." diyerek ye'sini giderir.

 

Üstad, kýrlara ilk önce yaya olarak çýkardý. Sonra faytonla gezmeðe baþlamýþtýr. Ücretsiz bir gün dahi arabaya bindiði görülmemiþtir. Biz kendisine ancak masrafýný idare edecek derecede fiatýný söyler, "Bunun burada fiatý budur" derdik. Mutlaka bizim söylediðimizden fazlasýný bize verir ve "Fiatýný vermezsem olmaz. Nasýl mukabilini vermediðim bir lokma hediye beni hasta ediyor, bunun da ücretini vermeliyim ve vermeðe mecburum." derdi.

 

Daha ziyade bahar, yaz ve güz mevsiminde gezer, kýþýn da arasýra kýra çýkardý. Emirdaðý'nýn dört tarafý açýklýktýr. Buralarda Nurlarýn tashihine çalýþtýðý müteaddid dershaneleri vardýr. Emirdaðý'na yerleþmesinden itibaren daimî tarassud altýnda bulunduðundan ve kýrlara çýktýðý zamanda çok defa jandarma ve bekçilerle takib edilmesinden dolayý yalnýz gezer, yalnýz oturur, yalnýz çalýþýrdý. Tâ 1947 senesine kadar böyle devam etti. Yalnýz faytonunu idare eden bir talebesi, yolda refakat eder, oturduðu zaman yalnýz baþýna kalýrdý. Kýrlarda ekseriyetle tashihatla meþgul oluyordu. Bir müddet el yazýlarýný tashihle vakit geçirirdi. Sonra Isparta ve Ýnebolu'daki fedakâr talebeleri, birer teksir makinesi elde ederek Nur mecmualarýný çoðaltmaya baþladýlar. Üstad, bundan sonra tashih için kendisine gelen mecmualarý tashihe baþladý. Üstad, Nurlarýn yazýlmasýna, teksirine çok ehemmiyet verirdi. "Risale-i Nur, bu asrý ve gelecek asýrlarý tenvir edecek olan bir mu'cize-i Kur'âniyedir." deyip, Nur'a ait hizmeti, zamanýn en büyük mes'elesi olarak kabul eder, bu ehemmiyetle davranýrdý.

 

 

 

Üstad süratli bir yazýya ve hüsn-ü hatta mâlik olmadýðý için, Risale-i Nur'un makbul, bereketli ve nurlu her günkü hizmetine, o da tashihatla iþtirak ederdi. Saatlerce çalýþýr, yorulmak nedir bilmezdi. Nur hizmetlerinin ifasý, Üstad için mânevî bir gýda hükmünde idi. Bilhassa þiddetli hastalýklý zamanýnda dahi çalýþmasý görülüyordu. Hayat-ý içtimaîyeden çekilmiþ olup kimse ile görüþmez, muhabereden de menedildiðinden, insanlarýn cemaatlerinden gelen ünsiyet ve teselliden mahrum idi. Fakat o, bu yokluk içinde tükenmez bir varlýða kavuþmuþtu. Rahmet-i Ýlâhiyye

 

 

 

sh: » (T:439)

 

ona Nurlarý ihsan etmiþti. Evlâd ü îyâl, mal-mülk, hiçbir þey ve yeryüzünde taht-ý temellükünde bir karýþ yeri yoktu. Yalnýz bir Risale-i Nur'u vardý. Her þeyi o idi. Sevinci, medar-ý tesellisi o idi. Bütün istidadlarý ile Nurlara müteveccih idi. Fýtrî vazifesini, Nurlarýn ders ve taallümü ile insanlara neþri biliyordu.

 

Üstadýn sözlerindeki halâvet ve hitabýndaki belâgat fevkalâdedir. Gezinti esnasýnda, rastladýðý insanlar arasýnda her sýnýf halk bulunduðu gibi, bilhassa daðlarda, kýrlarda, ormanlarda ziraat ve ticaretle uðraþan halktan pek çoklariyle görüþmüþ ve sohbet etmiþtir. Üstadýn geniþ, küllî hizmet-i Kur'âniyyesinden sarf-ý nazar, faraza bütün meþgalesi ve hizmeti eðer sohbetine ve görüþtüðü insanlara olan ders ve irþadýna münhasýr olsa dahi, yine emsalsiz denecek kadar büyük ve müessir bir hizmettir. Kendilerinin bu sahadaki hizmetleri, çok muazzamdýr. Barla'da bulunduðu müddetçe talebeliðine, kardeþliðe ve âhiret hemþireliðine kabul ettiði erkek ve kadýnlar gibi, Emirdaðý ve civar köylerde de pek çok âhiret hemþireleri, talebeleri ve kardeþleri vardý. Bilhassa mâsum çocuklarla alâkadarlýðý pek ziyadedir.

 

Üstadýn iffet ve istikametteki hududsuzluðu, bilmüþahede sâbittir ve inkârý gayr-ý kabildir. Hayatý boyunca, hanýmlarla konuþmaktan, nazarýyle dahi meþgul olmaktan þiddetle içtinab etmiþtir. Bir mektubundan anlaþýldýðý gibi; gençliðinde dahi iffet ve istikametin zirve-i müntehasýnda olduðu, onu yakýndan tanýyan ve hayatýna âþina olanlarýn müþahedeleriyle sâbittir.

 

Bütün ahali, Üstadýn nümune-i imtisal iffet ve istikametini görerek, kendisine uhrevî ve mânevî alâkadarlýk gösterirlerdi. Üstad, âhiret hemþireliðine kabul ettiði hanýmlara ve mânevî evlâd ve talebeleri addettiði masum çocuklara çok dua ederdi. Kadýnlarýn þefkat kahramaný olduðunu; bu zamanda, Ýslâm terbiyesi dairesinde hareket etmenin elzem olduðunu, yetiþen mâsum evlâdlarýnýn uhrevî hayatlarýndan

 

 

 

sh: » (T:440)

 

mes'ul ve eðer dindar yetiþtirebilirlerse hissedar bulunduklarýný, kendisinin çok hasta ve periþan olup dua etmelerini istediðini, ihtiyar hanýmlara dua ettiðini, genç hanýmlardan da namazýný kýlanlara dua edip âhiret hemþiresi kabul edeceðini kýsaca söylerdi. Ve zaten fazla konuþmazdý. Mübarek taife-i nisa, Said Nursî'nin yüksek bir ehl-i hak ve hakikat olduðunu, kalblerinin safvetiyle hissederlerdi.

 

Üstadýn mâsum çocuklarla sohbet ve muhaveresi ise; çok ibretli ve saadetlidir. Emirdaðý ve civarý köylerinde, yanýna gelen mâsumlara, büyükler gibi ehemmiyet verip, kalben onlara müteveccih olurdu. "Evlâdlarým! Siz mâsumsunuz, daha günahýnýz yoktur. Ben çok hastayým, bana dua ediniz, sizin duanýz makbuldür. Ben sizi mânevî evlâdlarým ve talebelerim olarak duama dahil ettim." derdi. O çocuklar, gözlerinden akan muhabbet nurlarýyle Üstadý selâmlarlar; Üstad, gafil büyüklerden ziyade, onlara samimî ve ciddî selâm ederdi. Ve "Bunlar istikbalin Nur talebeleridir. Bana olan bu alâka ve teveccühlerinin sebebi ise: Mâsum ruhlarý hissediyor ki; Risale-i Nur, onlarýn imdadýna gelmiþ. Ben de o Nurun bir tercümaný olmam hasebiyle, gayr-ý ihtiyarî bu fedakârane muhabbet ve alâkayý gösteriyorlar." derdi.

 

Üstad, yanýna gelen gençlere de; daima Nur derslerini okumalarýný, zamanýn ahlâksýzlýk tehlikelerinden sakýnmalarýnýn büyük menfaat ve saadetini onlara telkin ederek, namaz kýlmalarýnýn lüzumunu ihtar ederdi. Bu tarzdaki dersinden, belki binlerce gençler intibaha gelmiþlerdir.

 

Yine kýrlarda ve yollarda rastladýðý memur ve iþçilere her birisine münasib ders verir, namaz kýlmalarýnýn ehemmiyetini söyler ve o zaman dünyevî meþgalelerinin âhiret hesabýna geçeceðini telkin ederdi. Bilhassa bu nevi dersi, "Din, terak-

 

 

 

sh: » (T:441)

 

kiye mânidir" diyenlerin fikirlerinin ancak bir hezeyan olduðunu gösterir. Bilâkis hem o insan için, hem vatan ve millet için iman nuruna mazhar olmak, maddî-mânevî saadet ve terakkiyi temin eder. Namazýný kýlýp istikametle hareket ettiði takdirde dünyevî çalýþma ve gayretinin âhiret hesabýna geçip ebedî saadet ve nurlarý netice vermesi düþüncesi, ne kadar o vazifeyi iþtiyakla severek yapmayý temin edeceði malûmdur. Ýþte bu hakikatý, bütün memurlar, san'atkârlar ve esnaf, rehber ittihaz etmeli. Ve bu ders, umuma telkin edilmelidir. Bu zikredilen bahis, deryadan bir katre nev'inden Üstadýn saymakla bitmeyen millete menfaatdar hizmetinden bir cüz'dür. Ýslâmiyete irtica, mü'minlere mürteci diyenlere yazýklar olsun! (Hâþiye)

 

______________________________________

(Hâþiye): Dinî farzlarýný yerine getirmek suretiyle dünyevî çalýþmalarýn da bir ibadet hükmüne geçtiðine dair Üstadýmýzýn yanýna gelenlere verdiði derslerden birkaç nümune:

 

1- Üstadýmýz Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte, bir gün, Eskiþehir'deki Yýldýz Otelinde bulunuyorduk. Þeker Fabrikasýndan yanýna gelen birkaç iþçi ve ustabaþýna kýsaca dedi: "Siz farz namazlarýnýzý kýlsanýz, o zaman, fabrikadaki bütün çalýþmalarýnýz ibadet hükmüne geçer. Çünki, milletin zarurî ihtiyacýný temin eden mübarek bir hizmette bulunuyorsunuz."

 

2- Yine bir gün, Eðirdir yolu altýnda oturmuþ Rehber'i okuyorduk. Tren yolunda çalýþan birisi geldi. Ve Üstad, ona da ayný þekilde: Feraizi eda edip, kebairden çekilmek þartýyla; bütün çalýþmalarýnýn ibadet olduðunu, çünki: On saatlik bir yolu bir saatte kestirmeðe vesile olan tren yolunda çalýþtýðýndan mü'minlere, insanlara olan bu hizmetin boþa gitmeyeceðini, ebedî hayatýnda sevincine medar olacaðýný ifade etmiþtir.

 

3- Yine bir gün vaktiyle Eskiþehir'de, tayyareciler ve subaylar ve askerlere de aynen þu dersi vermiþti: "Bu tayyareler, bir gün Ýslâmiyete büyük hizmet edecekler. Farz namazlarýnýzý kýlsanýz, kýlamadýðýnýz zaman kaza etseniz asker olduðunuz için her bir saatiniz on saat ibadet; hususan hava askeri olanlarýn bir saati, otuz saat ibadet sevabýný kazandýrýr. Yeter ki kalbinde îman nuru bulunsun ve îmanýn lâzýmý olan namazý ifa etsin.

 

4- Hem Barla, hem Isparta, hem Emirdað'da çobanlara derdi: "Bu hayvanlara bakmak, büyük bir ibadettir. Hattâ, bazý Peygamberler de çobanlýk yapmýþlar. Yalnýz, siz farz namazýnýzý kýlýnýz, tâ hizmetiniz Allah için olsun."

 

5- Yine bir gün, Eðirdir'de, elektrik santralýnýn inþasýnda çalýþan amele ve ustaya: "Bu elektriðin umum millete büyük menfaatý var. O umumî menfaattan hissedar olabilmeniz için, farzýnýzý kýlýnýz... O zaman bütün sa'yiniz, uhrevî bir ticaret ve ibadet hükmüne geçer." demiþtir.

 

Bu neviden onbinler misaller var.

 

Daimî hizmetinde bulunan talebeleri

 

* * *

 

 

 

sh:» (T: 442)

 

 

 

 

 

Üstadýn, Emirdað'daki ikameti sýrasýnda onun ve talebelerinin

 

yazdýðý mektuplardan bir kýsmý

 

Emirdað'daki Kardeþlerime,

 

Benim hakkýmda evham edenlere deyiniz ki: Biz, hizmet ettiðimiz bu adamýn yirmi senelik hayatýnýn bütün mahrem ve gayr-ý mahrem mektuplarýný ve kitaplarýný ve esarýný hükûmet þiddetli taharriyatla elde etti. Dokuz ay; hem Isparta, hem Denizli, hem Ankara adliyeleri tetkikten sonra, bir tek gün cezayý, bir tek talebesine vermeyi mucib bir madde -beþ sandýk kitablarýnda ve evraklarýnda- bulunmadý ki; hem Ankara Ehl-i Vukufu, hem Denizli Mahkemesi ittifakla beraetine karar verdiler.

 

Hem, bu zarurî iþlerini ihtiyarlýðýna hürmeten gördüðümüz adam, mahkemece dâvâ etmiþ ve bütün hazýr arkadaþlarýný þahit gösterip, tasdik ettirmiþ ki: Yirmi senedir hiçbir gazeteyi ve siyasî eserleri ne okumuþ, ne sormuþ, ne bahsetmiþ; ve on senedir, hükûmetin iki reisinden ve bir vali ve bir mebusundan baþka hiç bir erkâný ve büyük memurlarýný bilmiyor ve tanýmýyor ve tanýmaða merak etmemiþ. Ve üç senedir Harb-i Umumîye ni sormuþ, ne bilmiþ, ne merak etmiþ, ne radyo dinlemiþ. Ve intiþar eden yüzotuz te'lifatýndan, yirmi sene zarfýnda yüzbin adamýn dikkatle okuduklarý halde ne idareye, ne asayiþe, ne vatana, ne millete hiçbir zararý hükûmet görmemiþ. Beþ vilâyetin dikkatli zabýtalarý ve taharri memurlarý ve mahkeme iþiyle iþtigal eden üç vilâyetin ve merkez-i hükûmetin dört adliyelerinin aðýr ceza mahkemeleri en ufak bir suç bulmamýþ ki, tahliyelerine mecbur oldular. Eðer bu adamýn dünya iþtihasý ve siyasete meyli olsaydý; hiç imkâný var mý ki, bir tereþþuhatý ve emareleri bulunmasýn! Halbuki mahkeme safahatýnda hiçbir emare bulamadýlar ki, muannid bir müddeiumumî, mecbur olup vukuat yerinde imkânatý istimal ederek mükerreren iddianamesinde «yapabilir» demiþ ve «yapmýþ» dememiþ. Yapabilir nerede? Yapmýþ nerede? Hattâ mahkemede Said ona demiþ: «Herkes bir katli yapabilir, bu iddianýz ile herkesi ve sizi mahkemeye vermek lâzým geliyor...»

 

 

 

Elhâsýl: Ya bu adam tam divanedir ki, bu derece dehþetli umur-u dünyaya karþý lâkayd kalýyor veyahut bu vatanýn ve bu milletin en büyük bir saadetine ihlâsla çalýþmak için, hiçbir þeye tenezzül etmez ve ehemmiyet vermez. Öyle ise bunu tâciz ve tazyik etmek,

 

 

 

 

 

sh:» (T: 443)

 

vatan ve millete ve asayiþe bir nevi ihanettir. Ve onun hakkýnda bu çeþit evham etmek, bir divaneliktir.

 

KENDÝ KENDÝME BÝR HASB-I HALDÝR

 

Bu hasb-ý hâli Ankara makamâtýna iþittirmeyi ýslahdan sonra sizin tensibinize havale ederim.

 

Hâkim, kendisi müddei olsa, elbette «Kimden kime þekva edeyim, ben dahi þaþtým,» benim gibi bîçarelere dedirtir. Evet, þimdiki vaziyetim hapisten çok ziyade sýkýntýlýdýr. Bir günü, bir ay haps-i münferit kadar beni sýkýyor. Bu gurbet ve ihtiyarlýk ve hastalýk ve yoksulluk ve zâfiyetle, kýþýn þiddeti içinde herþeyden menedildim. Bir çocukla bir hastalýklý adamdan baþka kimse ile görüþmem. Zaten ben, tam bir haps-i münferidde yirmi senedenberi azâb çekiyorum. Bu halden fazla bana tecrid ve tarassutlariyle sýkýntý vermek ise, Gayretullaha dokunup, bir belâya vesile olmasýndan korkulur. Mahkemede dediðim gibi, nasýl ki dört defa dehþetli zelzeleler, bize zulmen taarruzun ayný zamanýnda gelmesi gibi pek çok vukuat var... Hattâ tahmin ederim ki; benim hukukumu muhafaza ve beni himaye etmek için çok güvendiðim Afyon Adliyesi, Denizli Mahkemesindeki Risale-i Nur hakkýnda müracaatýma bilâkis ehemmiyet vermedi, beni meyus etti, adliyenin yangýnýna bir vesile oldu ihtimali var.

 

 

 

Ben derim ki: Benim hakkýmda vicdanlý ve insaniyetli olan bu kazanýn hükûmeti, zabýta ve adliyesiyle beraber beni tam himaye etmek en ehemmiyetli bir vazifesidir. Çünkü, yirmi senelik bütün eserlerimi ve mektublarýmý üç adliye ve merkez-i hükûmet dokuz ay tetkikten sonra beraetimize ve tahliyemize karar verdi. Fakat, ecnebi menfaati hesabýna ve bu millet ve bu vatanýn pek büyük zararýna çalýþan bir gizli komite, bizim beraetimizi bozmak için, her tarafta, habbeyi kubbe yaparak bir kýsým memurlarý aleyhime evhamlandýrdýlar. Bir maksatlarý; benim sabrým tükensin, artýk yeter dedirtsinler. Zaten onlarýn þimdi benden kýzdýklarýnýn bir sebebi, sükûtumdur; dünyaya karýþmamaktýr. Adeta ne için karýþmýyorsun, tâ karýþsýn maksadýmýz yerine gelsin diyorlar...

 

 

 

Aleyhime hükûmetin bir kýsým memurlarýn evhamlandýrmakta istimal ettikleri bir iki desiselerini beyan ediyorum.

 

 

 

Derler: «Said'in nüfuzu var. Eserleri hem tesirli, hem kesretli-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 444)

 

 

 

dir: Ona temas eden, ona dost olur. Öyle ise, onu her þeyden tecrid etmek ve ihanet etmekle ve ehemmiyet vermemekle ve herkesi ondan kaçýrmakla ve dostlarýný ürkütmekle nüfuzunu kýrmak lâzýmdýr» diye hükûmeti þaþýrtýr, beni de dehþetli sýkýntýlara sokarlar. Ben de derim:

 

 

 

Ey bu millet ve vataný seven kardeþler! Evet, o münafýklarýn dedikleri gibi, nüfuz var. Fakat benim deðil, belki Risale-i Nurundur. Ve o kýrýlmaz, ona iliþtikçe kuvvetleþir. Ve millet ve vatan aleyhinde hiçbir vakit istimal edilmemiþ ve edilmez ve edilemez. Ýki adliye, on sene fâsýla ile þiddetli ve hiddetli yirmi senelik evrakýmý tetkikat neticesinde, bir hakikî sebep cezamýza bulmamasý, bu dâvâya cerhedilmez bir þâhittir.

 

 

 

Evet, eserler tesirlidir. Fakat, millet ve vatanýn tam menfaatine ve hiçbir zarar dokundurmadan yüzbin adama kuvvetli iman-ý tahkikî dersi vermekle, saadet ve hayat-ý ebedîyelerine tam hizmette tesirlidir. Denizli hapishanesinde, kýsmen aðýr ceza ile mahkûm yüzler adam, yalnýz «Meyve Risalesi»yle, gayet uslu ve mütedeyyin suretine girmeleri; hattâ iki-üç adamý öldürenler, onun dersiyle daha tahta bitini de öldürmekten çekinmeleri ve o hapishane müdürünün ikrariyle, hapishanenin bir terbiye medresesi hükmünü almasý, bu müddeaya reddedilmez bir senettir, bir hücettir.

 

 

 

Evet, beni herþeyden tecrid etmek, iþkenceli bir azâb ve katmerli bir zulümdür ve bu millete gadirli bir hýyanettir. Çünkü otuz-kýrk sene, hayatýmý bu millet içinde geçirdiðim halde temasýmdan hiç zarar görmediðine ve bu dindar millet çok muhtaç olduðu kuvve-i mâneviye ve teselli ve kuvvet-i imaniye menfaatini gördüðüne kat'î bir delili; bu kadar aleyhimde olan þiddetli propagandalara bakmayarak her tarafta Risale-i Nur'a fevkalâde teveccüh ve raðbet göstermeleri.. hattâ itiraf ederim, yüz derece haddimden ziyade lâyýk olmadýðým büyük iltifat etmesidir.

 

 

 

Ben iþittim ki; benim iaþeme ve istirahatime buradaki hükûmet müracaat etmiþ, kabul cevabý gelmiþ. Ben bunlarýn insaniyetine teþekkürle beraber, derim: En ziyade muhtaç olduðum ve hayatýmda en esaslý düstur olan, hürriyetimdir. Asýlsýz evham yüzünden, emsalsiz bir tarzda hürriyetimin kayýdlar ve istibdatlar altýna alýnmasý, beni hayattan cidden usandýrýyor. Deðil hapis ve zindaný, belki kabri bu hale tercih ederim. Fakat, hizmet-i imaniyede zi-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 445)

 

 

 

yade meþakkat ise ziyade sevaba sebep olmasý bana sabýr ve tahammül verir. Madem bu insaniyetli zatlar benim hakkýmda zulmü istemiyorlar, en evvel benim meþru dairedeki hürriyetime dokundurmasýnlar. Ben ekmeksiz yaþarým, hürriyetsiz yaþayamam. Evet, ondokuz sene bu gurbette yalnýz ikiyüz banknot ile, þiddetli bir iktisat ve kuvvetli bir riyazet içinde kendini idare ederek, hürriyetini ve izzet-i ilmiyesini muhafaza için kimseye izhâr-ý hâcet etmeyen ve minnet altýna girmeyen ve sadaka ve zekât ve maaþ ve hediyeleri kabul etmeyen bir adam, elbette iaþeden ziyade, adalet içinde hürriyete muhtaçtýr. Evet, emsalsiz bir tazyik altýndayým. Bir-iki cüz'î nümunesini beyan ediyorum.

 

 

 

Birisi: Mahkemece, Risale-i Nur'un ilmî bir müdafaanamesi ve Ankara'nýn yedi makamatýna ve Reis-i Cumhura müdafaatýmla beraber gönderilen ve neticede Ankara Ehl-i Vukufunun takdiriyle beraetimize bir sebep olan ve hapis arkadaþlarýmýn bana bir yadigâr ve hâtýra olmak üzere güzel yazýlariyle birkaç nüshasý yazýlan ve elimde bulunan ve Denizli Zabýtasý görüp iliþmeyen ve Afyon polishanesinde bir gece ve buranýn zabýtasýnda da açýk olarak bir gece kalan «Meyve Risalesi» ile «Müdafaaname» yi, her gün endiþeler içinde, bunlarý da elimden almasýn diye saklýyorum. Belki beni taharri edecekler telâþý ile, bu gurbette tanýmadýðým adamlara, bunlarý sakla diyemediðimden çok üzülüyordum.

 

 

 

Ýkincisi: Denizli Mahkemesi hiç iliþmediði ve Eskiþehir Mahkemesi yalnýz bir tek kelimesine iliþip, bir tek harfle cevabýný alan «Ýhtiyarlar Risalesi» ni, Ýstanbullu bir adam, burada, bir adamdan alýp Ýstanbul'a götürmüþ. Her nasýlsa aleyhimdeki bir dinsizin eline geçmiþ. Habbeyi on kubbe yaparak vilâyet zabýtasýný þaþýrtýp: «Kiminle görüþüyorlar, yanýna kimler gidiyor?» diye sýkmaða baþladýlar. Her ne ise, bunlar gibi çok acý nümuneler var... Fakat en mânâsýzý budur ki; beni konuþturmamak için, hizmetimde bir çocukla bir hastalýklý adamdan baþka herkesi ürkütüp, benden kaçýrtmalarýdýr. Ben de derim:

 

 

 

On adamýn benden çekinmeleri yerine; onbinler, belki yüz binler Müslüman, Risale-i Nur'un dersine hiçbir mânie ehemmiyet vermeyerek devam ediyorlar. Hem bu memlekette, hem hariç Âlem-i Ýslâmda çok kuvvetli hakikatlarý ve çok kýymetli faydalarý için tam bir revaç ile intiþar eden Risale-i Nurun binler nüshalarýndan herbiri, benim yerimde benden mükemmel

 

sh:» (T: 446)

 

 

 

konuþuyor. Benim susmamla, onlar susmaz ve susturulmazlar.

 

Hem, madem mahkemece isbat edilmiþ ki; yirmi seneden beri siyasetle alâkamý kestiðim ve hiçbir emare aksine zuhur etmediði halde elbette benimle görüþenden tevehhüm etmek pek mânasýzdýr.

 

 

 

* * *

 

 

 

(Kendi Kendime Hasb-ý Hal Nâmýndaki Parçaya Lâhika olarak)

 

 

 

Adliye Vekiliyle ve Risale-i Nur'la Alâkadar

 

Mahkemelerin Hâkimleriyle Bir Hasb-ý Haldir

 

 

 

Efendiler; siz, ne için sebepsiz bizimle ve Risale-i Nur'la uðraþýyorsunuz? Kat'îyyen size haber veriyorum ki: Ben ve Risale-i Nur, sizinle deðil mübareze, belki sizi düþünmek dahi vazifemizin haricindedir. Çünkü: Risale-i Nur ve hakikî þâkirdleri, elli sene sonra gelen nesl-i âtiye gayet büyük bir hizmet ve onlarý büyük bir vartadan ve millet ve vataný büyük bir tehlikeden kurtarmaða çalýþýyorlar. Þimdi bizimle uðraþanlar, o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar. Farz-ý muhal olarak o saadet ve selâmet hizmeti bir mübareze olsa da, kabirde toprak olmaða yüz tutanlarý alâkadar etmemek gerektir.

 

 

 

Evet, hürriyetçilerin ahlâk-ý içtimaîyede ve dinde ve seciye-i millîyede bir derece lâübalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra; dince, ahlâkça, namusça þimdiki vaziyeti gösterdiði cihetinden; þimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtisi, seciye-i dinîye ve ahlâk-ý içtimaîye cihetinde, ne þekle girecek elbette anlýyorsunuz. Bin senedenberi bu fedakâr millet, bütün ruh u câniyle Kur'ânýn hizmetinde emsalsiz kahramanlýk gösterdikleri halde, elli sene sonra o parlak mâzisini dehþetli lekedar belki mahvedecek bir kýsým nesl-i âtinin eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikatý verip, o dehþetli sukuttan kurtarmak en büyük bir vazife-i millîye ve vataniye bildiðimizden; bu zamanýn insanlarýný deðil, o zamanýn insanlarýný düþünüyoruz.

 

 

 

sh:» (T: 447)

 

Evet efendiler! Gerçi Risale-i Nur sýrf âhirete bakar; gayesi Rýza-yý Ýlâhî ve imaný kurtarmak ve þâkirdlerinin ise, kendilerini ve vatandaþlarýný idam-ý ebedîden ve ebedî haps-i münferidden kurtarmaya çalýþmaktýr, fakat, dünyaya ait ikinci derecede gayet ehemmiyetli bir hizmettir; ve bu millet ve vataný anarþilik tehlikesinden ve nesl-i âtinin biçareler kýsmýný dalâlet-i mutlakadan kurtarmaktýr. Çünkü, bir Müslüman baþkasýna benzemez. Dini terkedip Ýslâmiyet seciyesinden çýkan bir Müslim; dalâlet-i mutlakaya düþer, anarþist olur, daha idare edilmez. Evet, eski terbiye-i Ýslâmiyeyi alanlarýn yüzde ellisi meydanda varken ve an'anât-ý milliye ve Ýslâmiyeye karþý yüzde elli lâkaydlýk gösterildiði halde; elli sene sonra, yüzde doksaný nefs-i emmareye tâbi olup millet ve vataný anarþiliðe sevketmek ihtimalinin düþünülmesi ve o belâya karþý bir çare taharrîsi, yirmi sene evvel beni siyasetten ve bu asýrdaki insanlarla uðraþmaktan kat'iyyen menettiði gibi; Risale-i Nuru, hem þâkirdlerini, bu zamana karþý alâkalarýný kesmiþ; hiç onlarla ne mübareze, ne meþguliyet yok.

 

 

 

Madem hakikat budur, adliyelerin, deðil beni ve onlarý itham etmek; belki, Risale-i Nur'u ve þâkirdlerini himaye etmek en birinci vazifeleridir. Çünkü, onlar bu millet ve vatanýn en büyük bir hukukunu muhafaza ettiklerinden, onlarýn karþýsýnda, bu millet ve vatanýn hakikî düþmanlarý Risale-i Nur'a hücum edip, adliyeyi þaþýrtýp, dehþetli bir haksýzlýða ve adaletsizliðe sevkediyorlar. Küçücük iki nümunesini beyan ediyorum.

 

 

 

Ezcümle: Hapisteki arkadaþlarýmdan, selâm kelâmdan ibaret ve Arabî bir risalemin fiatý olan on banknotu, buradaki bir adama gönderip; tâ Isparta'da tâb masrafýný veren o nüshalar sahibine verilsin diye mektubu yüzünden; hem adliye, hem hükûmet bana sýkýntýlar verip; hem vasýta olan adamý taharri etti. Bu sinek kanadý kadar ehemmiyeti olmayan bir âdi mektubu, hem altý ay zarfýnda bir tek âdi muhabereyi bu kadar büyük bir mesele suretine getirmek, elbette adliyenin þerefine, haysiyetine yakýþmaz.

 

 

 

Ýkinci nümune: Benim gibi garip, ihtiyar ve zaif ve beraet etmiþ bir misafire, herkesi, hattâ hizmetçileri resmen propaganda ile ondan ürkütmek, kendini periþan bir vaziyete sokmak bu vilâyetteki hükûmetin hamiyet-i millîyesine yakýþmadýðýndan, sinek kanadý kadar mevhum bir zarara dað gibi ehemmiyet verip aleyhimde resmen propaganda yapmak, «kimin ile görüþüyor ve

 

 

 

 

 

sh:» (T: 448)

 

 

 

yanýna kim gidiyor?» diye herkese bir telâþ vermek.. hükûmetin hikmeti ve hâkimiyeti, bu acib hâlete elbette tenezzül etmemek gerektir. Her ne ise, bu iki madde gibi, muttali olanlara hayret veren çok maddeler var...

 

 

 

Efendiler! Dalâlet ve fenalýklar cehaletten gelse, defetmesi kolaydýr. Fakat, fenden, ilimden gelen dalâletin izalesi çok müþküldür. Bu zamanda dalâlet fenden, ilimden geldiði için, ancak onlarý izale etmeye ve nesl-i âtiden o belâya düþen kýsmýný kurtarmaya, karþýlarýnda dayanmaya Risale-i Nur gibi her cihetle mükemmel bir eser lâzýmdýr. Risale-i Nur'un bu kýymette olduðuna delil þudur ki: Yirmi senedenberi, benim þiddetli ve kesretli bulunan muarýzlarým ve þiddetli tokatlarýný yiyen feylesoflarýn hiçbirisi, Risale-i Nur'a karþý çýkmamýþ ve cerhedememiþ ve çýkamaz. Ve dokuz ay, üç adliye ve merkez-i hükûmet ehl-i vukufu, yüz kitaptan ibaret eczalarýnda, bizi mesul edecek bir tek madde bulamamalarýdýr. Ve binler ehl-i dikkat olan Risale-i Nur þâkirdlerine kanaat-ý kat'îyye veren, iþârat-ý Kur'âniyye ve ihbârat-ý gaybiye-i Aleviyye ve Gavsiyyenin, bu asýrda Risale-i Nur'un ehemmiyetine ve makbuliyetine imza basmalarýdýr.

 

 

 

Evet, adliyeler, hukuklarý muhafaz etmek ve haksýzlarý tecavüzden durdurmak, vazifeleri olmak cihetiyle; Risale-i Nur'un yüz risalesi, yirmi senede, yüzbin adamýn saadetlerine hizmet ettiði sâbit olmakla beraber; on senedenberi, iki mahkeme ve merkez-i hükûmet ve birkaç vilâyetin zabýtalarý ve Denizli Mahkemesi münasebetiyle dokuz ay bütün mahrem ve gayr-i mahrem evraklarýmýzda ve risalelerde millete ve vatana bir zararlý maddeyi ve mucib-i ceza bir yanlýþ görmediðinden, elbette Risale-i Nur'un bu vatanda gayet küllî ve büyük hukuku var. Bu küllî ve çok ehemmiyetli hukuku nazara almayýp, âdi evraklar gibi müsadere ederek, millete ve takviye-i imana muhtaç biçarelere pek büyük bir haksýzlýðý nazara almamak ve âdi bir adamýn cüz'î ve küçük bir hakkýný ehemmiyetle nazara almak; adliyenin mahiyetine ve adaletin hakikatýna hiçbir cihetle yakýþmaz, diye size hatýrlatýyoruz.

 

 

 

Doktor Duzi'nin vesair zýndýklarýn eserlerine iliþmemek, Risale-i Nur'a iliþmek, gazab-ý Ýlâhînin celbine bir vesile olabilir diye korkuyoruz. Cenab-ý Hak, size insaf ve merhamet ve bize de sabýr ve tahammül ihsan eylesin. Âmin...

 

 

 

Gayr-i resmî, fakat tecrid-i mutlakda

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

 

 

sh:» (T: 449)

 

 

 

(Bu istida, üç makamata gönderilmiþtir. Oradaki kardeþlerime bir

 

me'haz olmak için gönderildi.)

 

 

 

Yirmi senedenberi sabredip sükût eden bir mazlumun þekvasýný dinlemenizi istiyorum! Hürriyetin en geniþ suretini veren Cumhuriyet hükûmetinde herbir hürriyetten menedilmekle beraber, düþmanlarým, benim aleyhime her cihetle serbest olarak beni eziyorlar. Hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikr-i ilmiyeyi temin eden Cumhuriyet Hükûmeti ya beni tam himaye edip, garazkâr, evhamlý düþmanlarýmý sustursun veyahut bana, düþmanlarým gibi hürriyet-i kalem verip, müdafaatýma yasak demesin. Çünkü, resmen, perde altýnda her muharebeden men'im için postahanelere gizli emir verilmiþ. Su ve ekmeðimi getiren bir tek çocuktan baþka kimse ile beni görüþtürmemek için tenbihat verildiði bir zamanda, eskidenberi benim muarrýzlarým fýrsat bulup, tam mahkeme-i temyizin beraetimizi tasdik ederek, mahkemedeki ehl-i vukufun tahsin ettikleri kitaplarýmý almayý beklerken, o düþmanlarým, hiç münasebetim olmayan bir iki mahrem risalelerimi verdirip, sonra meslekçe benim aleyhimde bir iki ehl-i vukufun eline geçirip, aleyhimde fena bir rapor hazýrladýklarýný iþittim. Daha sabýr ve tahammülüm kalmadý. Ben hükûmet-i cumhuriyenin bütün erkânlarýna, belki dünyaya ilân ediyorum ki:

 

 

 

Kur'an-ý Hakîmin sýrr-ý hakikatiyle ve i'cazýnýn týlsýmiyle, benim ve Risale-i Nurun programýmýz ve mesleðimiz ve bilfiil semeresini gördüðümüz ve çalýþtýðýmýz ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün îdam-ý ebedisinden îman-ý tahkiki ile biçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarþilikten muhafaza etmektir.

 

 

 

Ýþte Risale-i Nur, üç ehl-i vukuf hey'etinin ve üç mahkemenin incelemesinden geçtiði halde, bu iki vazife-i kudsîyeden baþka, kasdî olarak dünyaya, idareye, asayiþe dokunacak ciheti olamadýðýna, yirmi senelik hayatým ve yüzotuz Risale-i Nur meydanda cerhedilmez bir hüccettir.

 

 

 

Evet, mahkemece dâvâ ettiðim ve benimle münasebettar bütün dostlarýmýn tasdiki altýnda, yirmi senedenberi hiç müracaat etmeyen ve on senedenberi hükûmetin erkânlarýný -birkaçý müstesna olarak- bilmeyen ve dört senedenberi dünya harbinden ve hâdisatýndan hiç haber almayan ve merak etmeyen bu biçare maz-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 450)

 

 

 

 

 

lum Said, hiç imkâný var mý ki, ehl-i siyasetle uðraþsýn ve idareye iliþsin ve asayiþin ihlâline meyli bulunsun... Eðer zerre miktar bulunsaydý; «Karþýmda kimler var, dünyada neler oluyor, bana kim yardým edecek?» diye soruþturacaktý, merak edecekti, karýþacaktý, hilelerle büyüklere hulûl edecekti. En elîm cüz'î bir hâdise þudur ki:

 

 

 

«Bir tecrid-i mutlak içinde her muhabereden kesilmiþ vaziyetimden kurtulmak için hapse girmeye bir bahane bulunuz ki; beni hapse alsýnlar, bu azâbdan kurtulayým» diye bazý dostlarýma bir gizli mektub elden göndermiþtim. Tâ, benim hayatýmýn sermayesi ve neticesi ve gayet ziynetli bir surette tezyin edilmiþ Risale-i Nur'dan, Denizli'de mahkemede bulunan kitablarýma yakýn olayým ve teslim almaya çalýþayým. Maatteessüf, aleyhime olan oradaki ehl-i vukuftan bir tek adam beni müdafaa ederken, o dahi mektubumu görüp, hapse girmem için aleyhime hüküm vermeye mecbur olmuþ.

 

 

 

Beni hapislere sokan muarýzlarýmýn bir bahaneleri de -o mahkemede ondan beraet kazandýðým- «Tarikatçýlýk» týr. Halbuki, Risale-i Nur'da daima dâvâ edip demiþim: «Zaman tarikat zamaný deðil, belki imaný kurtarmak zamanýdýr. Tarikatsýz cennete gidenler çoktur, imansýz cennete giden yoktur» diye bütün kuvvetimizle imana çalýþmýþýz. Ben hocayým, þeyh deðilim. Dünyada bir hanem yok ki... Nerede tekkem olacak?... Bu yirmi sene zarfýnda, bir tek adam yok ki; çýksýn desin: «Bana tarikat dersi vermiþ» ve mahkemeler ve zabýtalar bulmamýþlar. Yalnýz eskiden yazdýðým tarikatlarýn hakikatlarýný ilmen beyan eden "Telvihat Risalesi" var ki, bir ders-i hakikattýr ve yüksek bir ders-i ilmîdir, tarikat dersi deðildir. Hürriyet-i vicdaný esas tutan hükûmet-i cumhuriyetinin, elbette bu milletin milyarlar ecdadýnýn ruhlarý baðlandýðý bir hakikata ve onun yolunda dünyaya meydan okuduklarý.. ve iman-ý tahkikîyi galibane felsefeye karþý isbat eden bir eseri ve hâdimlerini himaye etmek, ehemmiyetli bir vazifesidir. Yoksa o zaif hâdimin ellerini baðlayýp, binler düþmanlarýný ona saldýrtmaya, hiçbir vecihle o cumhuriyetin düstûrlarý müsaade etmez...

 

Cumhuriyet beni dinleyecek diye þekvamý yazdým. Evet حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ derim.

 

 

 

sh:» (T: 451)

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ . السَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

(Hem mânevi, hem maddî bir kaç cihette sorulan bir suale mecburiyet tahtýnda bir cevabdýr)

 

 

 

Sual: Neden, ne dahilde, ne hariçte bulunan cereyanlara ve bilhassa siyasetli cemaatlere hiçbir alâka peyda etmiyorsun? Ve Risale-i Nur ve þâkirdlerini mümkün olduðu kadar o cereyanlara temastan menediyorsun?... Halbuki, eðer temas etsen ve alâkadar olsan, birden binler adam Risale-i Nur dairesine girip, parlak hakikatlarýný neþredeceklerdi; hem bu kadar sebebsiz sýkýntýlara hedef olmayacaktýn.

 

 

 

Elcevab: Bu alâkasýzlýk ve içtinabýn en ehemmiyetli sebebi, mesleðimizin esasý olan «Ýhlâs» bizi menediyor. Çünkü: Bu gaflet zamanýnda, hususan tarafgirane mefkûreler sahibi, herþeyi kendi mesleðine âlet ederek, hattâ dinini ve uhrevî harekâtýný da, o dünyevî mesleðe bir nevi âlet hükmüne getiriyor. Halbuki, hakaik-ý îmaniye ve hizmet-i nuriye-i kudsiye, kâinatta hiçbir þeye âlet olamaz. Rýza-yý Ýlâhi'den baþka bir gayesi olamaz. Halbuki þimdiki cereyanlarýn tarafgirane çarpýþmalarý hengâmýnda bu sýrr-ý ihlâsý muhafaza etmek, dinini dünyaya âlet etmemek müþkülleþmiþ. En iyi çare, cereyanlarýn kuvveti yerine, inayet ve tevfik-i Ýlâhiyyeye dayanmaktýr.

 

 

 

Ýçtinabýmýzýn çok sebeblerinden bir sebebi de; Risale-i Nur'un dört esasýndan birisi olan «Þefkat etmek» zulüm ve zarar etmemektir. Çünkü, وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى Yâni «Birisinin hatâsiyle, baþkasý veya akrabasý hatâkâr olmaz; cezaya müstahak olmaz.» olan düstur-u irade-i Ýlâhiyyeye karþý, bu zamanda

 

اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولاًsýrriyle þedid bir zulüm ile mukabele eder.

 

Tarafgirlik hissiyle, bir câninin hâtasiyle deðil yalnýz akrabasýna, belki taraftarlarýna dahi adavat eder. Elinden gelse zulmeder. Elinde hüküm varsa, bir adamýn hatâsiyle bir köye bomba

 

 

 

 

 

sh:» (T: 452)

 

 

 

atar. Halbuki bir mâsumun hakký, yüz câni için feda edilmez; onlarýn yüzünden ona zulmedilmez. Þimdiki vaziyet, yüz mâsumu birkaç câni için zararlara sokar. Meselâ: Hatâlý bir adama müteallik, biçare ihtiyar valide ve pederi ve mâsum çoluk çocuklarý ezmek, periþan etmek, tarafgirane adavet etmek, þefkatin esasýna zýttýr. Müslümanlar içinde tarafgirane cereyanlar yüzünden, böyle mâsumlar zulümden kurtulamýyorlar. Hususan ihtilâle sebebiyet veren vaziyetler, bütün bütün zulmü daðýtýr, geniþletir. Cihad, dinî de olsa, kâfirlerin çoluk çocuklarýnýn vaziyetleri aynýdýr. Ganimet olabilir; Müslümanlar, onlarý kendi mülküne dahil edebilir. Fakat Ýslâm dairesinde birisi dinsiz olsa, çoluk çocuðuna hiçbir cihetle temellük edilmez; hukukuna müdahele edilmez. Çünkü o mâsumlar, Ýslâmiyet rabýtasiyle dinsiz pederine deðil, belki Ýslâmiyetle ve cemaat-i Ýslâmiye ile baðlýdýr. Fakat, kâfirin çocuklarý, gerçi ehl-i necattýrlar; fakat hukukta, hayatta pederlerine tâbi ve alâkadar olmasýndan, cihad darbesinde o mâsumlar memlûk ve esir olabilirler.

 

 

 

Umum kardeþlerime birer birer selâm ve kârý binler olan Leyle-i Mi'racýnýzý tebrik ederim. Merhum Hacý Ýbrahim'in, Re'fet bey gibi müteallikatlarýna benim tarafýmdan tâziye edip, deyiniz ki: «O merhum, Risale-i Nur Talebeleri dairesi içindedir; daima onlara olan dualara mazhardýr. Biz de hususî ona dua ederiz.»

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

 

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ . السَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

(Bir suale mecburi cevabýn tetimmesidir)

 

 

 

Bu yaz mevsimi, gaflet zamaný ve derd-i maiþet meþgalesi hengâmý ve Þuhur-u Selâsenin çok sevablý ibadet vakti ve zemin yüzündeki fýrtýnalarýn silâhla deðil, diplomatlýkla çarpýþmalarý zamaný olduðu cihetle; gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i nuriye-i kudsiyyede bir sebat olmazsa, Risale-i Nurun hizmeti zararýna bir atâlet, bir fütûr ve tevakkuf baþlar.

 

 

 

 

 

sh:» (T: 453)

 

 

 

Aziz kardeþlerim, siz kat'î biliniz ki: Risale-i Nur ve þâkirdlerinin meþgul olduklarý vazife, rû-yi zemindeki bütün muazzam mesailden daha büyüktür. Onun için; dünyevî merak-âver mes'elelere bakýp, vazife-i bakiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyvenin Dördüncü Mes'elesini çok defa okuyunuz, kuvve-i mâneviyeniz kýrýlmasýn.

 

 

 

Evet, ehl-i dünyanýn bütün muazzam mes'eleleri; fâni hayatta zalimane olan düstur-u cidal dairesinde; gaddarane, merhametsiz ve mukaddesat-ý dinîyeyi dünyaya feda etmek cihetiyle, kader-i Ýlâhî, onlarýn o cinayetleri içinde, onlara bir mânevî cehennem veriyor. Risale-i Nur ve þâkirdlerinin çalýþtýklarý ve vazifedar olduklarý; fâni hayata bedel, bâki hayata perde olan ölümü ve hayat-ý dünyeviyenin perestiþkârlarýna gayet dehþetli ecel cellâdýnýn, hayat-ý ebediyeye birer perde ve ehl-i imanýn saadet-i ebediyyelerine birer vesile olduðunu, iki kere iki dört eder derecesinde kat'î isbat etmektedir. Þimdiye kadar o hakikatý göstermiþiz.

 

 

 

Elhasýl: Ehl-i dalâlet, muvakkat hayata karþý mücadele ediyorlar. Bizler, ölüme karþý nur-u Kur'an ile cidalde, onlarýn en büyük mes'elesi -muvakkat olduðu için-, bizim mes'elemizin en küçüðüne -bekaya baktýðý için- mukabil gelmiyor. Madem onlar divanelikleriyle bizim muazzam mes'elelerimize tenezzül edip karýþmýyorlar; biz, neden kudsi vazifemizin zararýna onlarýn küçük mes'elelerini merakla takip ediyoruz?... Bu Âyet لاَيَضُرُّ كُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَااهْتَدَيْتُمْ ve usul-i islâmiyetin ehemmiyetli bir düsturu olan الرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَيُنْظَرُ لَهُ yani «Baþkasýnýn dalaleti sizin hidayetinize zarar etmez. Sizler luzumsuz, onlarýn dalâletleriyle meþgul olmayasýnýz...» Düsturun mânâsý: «Zarara kendi râzý olanýn lehinde bakýlmaz. Ona þefkat edip acýnmaz.» Madem bu Âyet, bu düstur, bizi zarara bilerek razý olanlara acýmaktan menediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakýmýzla, vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun hâricindekileri mâlâyâni bilip, vaktimizi zayi etmemeliyiz. Çünki elimizde nur var; topuz yoktur. Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse, nur gösteririz. Vaziyetimiz bir nevi nûranî müdafaadýr.

 

 

 

 

 

sh:» (T: 454)

 

Bu tetimmenin yazýlmasýnýn sebeblerinden birisi:

 

Risale-i Nurun bir talebesini tecrübe ettim. Acaba bu heyecan, þimdiki siyasete karþý ne fikirdedir diye, Boðazlar hakkýnda boþboðazlýðý münasebetiyle bir iki þey sordum. Baktým, alâkadarâne ve bilerek cevab verdi. Kalben, yazýk dedim. Bu vazife-i nuriyede zararý olacak. Sonra þiddetle ikâz ettim.

 

اَعُوذُ بِالَّلهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ bir düsturumuz vardýr. Eðer insanlara acýyorsan, geçmiþ düstur onlara merhamete liyakatini selbediyor. Cennet adamlar istediði gibi, Cehennem de adam ister.

 

 

 

(Beþinci Þua'ýn yine kýsmen verdiði haberler tezahür ediyor.)

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

* * *

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

..........................................................................

 

 

 

Hem, bunu kat'iyyen ilân ediyorum ki: Risale-i Nur, Kur'anýn malýdýr. Benim ne haddim var ki, sahib olayým; ta ki, kusurlarým ona sirayet etsin. Belki, o Nurun kusurlu bir hâdimi ve o elmas mücevherat dükkânýnýn bir dellâlýyým. Benim karma karýþýk vaziyetim ona sirayet edemez, ona dokunamaz. Zaten Risale-i Nurun bize verdiði ders de, hakikat-ý ihlâs ve terk-i enaniyet ve dâima kendini kusurlu bilmek ve hodfüruþluk etmemektir. Kendimizi deðil, Risale-i Nurun þahs-ý mânevisini ehl-i îmana gösteriyoruz. Bizler, kusurumuzu görene ve bize bildirene, fakat hakikat olmak þartiyle, minettar oluyoruz; Allah râzý olsun deriz. Boynumuzda bir akreb bulunsa, ýsýrmadan atýlsa nasýl memnun oluruz. Kusurumuzu, -fakat garaz ve inad olmamak þartiyle ve bid'alara ve dalâlete yardým etmemek kaydiyle kabul edip minnettar oluyoruz.

 

 

 

Aziz kardeþlerim; Müdâfaâtýmda onlara cevaben demiþim ki: «Onlar, bana âit deðil. Ve o kerametlere sahib olmak benim haddim deðil; belki Kur'anýn mu'cize-i mâneviyesinin tereþþuhatý ve

 

 

 

sh:» (T: 455)

 

lem'alarýdýr. Hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nurda, kerametler þeklini alarak, þâkirdlerinin kuvve-i mâneviyelerini takviye etmek için, ikrâmât-ý Ýlâhiyye nev'indendir. Ýkramýn izharý, bir þükürdür; câizdir; hem makbûldür.»

 

Þimdi, ehemmiyetli bir sebebe binâen, bu cevabý bir parça izah edeceðim ve «Ne için izhar ediyorum.. ve ne için bu noktada bu kadar tahþidat yapýyorum...» diye sual edildi.

 

Elcevap: Risale-i Nurun hizmet-i îmaniyede bu zamanda binler tahribatçýlara mukabil yüzbinler tâmiratçýsý bulunmak lâzým gelirken; hem, benimle lâakal yüzer kâtip ve yardýmcý bulunmasýna ihtiyaç varken; deðil çekinmek ve temas etmemek, belki, millet ve ehl-i idârenin, takdir ile ve teþvik ile yardým ve temas etmesi zaruri iken; ve o hizmet-i îmaniye hayât-ý bâkiyeye baktýðý için, hayât-ý fâniyenin meþgalelerine ve fâidelerine tercih etmek ehl-i îmana vâcib iken, kendimi misâl alarak derim ki:

 

Beni, herþeyden ve temasdan ve yardýmcýlardan menetmekle beraber, aleyhimizde olanlar bütün kuvvetleriyle arkadaþlarýmýn kuvve-i mâneviyelerini kýrmak; ve benden ve Risale-i Nurdan soðutmak; ve benim gibi ihtiyar, hasta, zaif, garib, kimsesiz bir bîçareye, binler adamýn göreceði vazifeyi baþýna yüklemek; ve bu tecrid ve tazyiklerden, maddi bir hastalýk nev'inden, insanlar ile temas ve ihtilâttan çekilmeye mecbur olmak; hem, o derece te'sirli halklarý ürkütmek ki en ziyade merbut görülen bazý dostlarý, bana selâm vermemek, hattâ bazý namazý da terketmek derecesinde ürkütmekle kuvve-i mâneviyeyi kýrmak cihetleriyle ve sebebleriyle, ihtiyarým haricinde, bütün o mânilere karþý Risale-i Nur þâkirdlerinin kuvve-i mâneviyelerinin takviyesine medar ikrâmât-ý Ýlâhiyyeyi beyan ederek, Risale-i Nur etrafýnda mânevi bir tahþidat yaptýrmak ve Risale-i Nur kendi kendine, tekbaþiyle, baþkalarýna muhtaç olmýyarak bir ordu kadar kuvvetli olduðunu göstermek hikmetiyle, bu çeþit þeyler bana yazdýrýlmýþ. Yoksa, hâþâ! Kendimizi satmak ve beðendirmek ve temeddüh etmek, hodfüruþluk etmek ise, Risale-i Nurun ehemmiyetli bir esasý olan ihlâs sýrrýný bozmaktýr. Ýnþâallah, Risale-i Nur kendi kendini hem müdafaa ettiði, hem kýymetini tam gösterdiði gibi; bizi de mânen müdafaa edip, kusurlarýmýzý affettirmeye vesile olacaktýr.

 

 

 

 

 

sh:» (T: 456)

 

 

 

Aziz kardeþlerim; Risale-i Nurun zuhurundan kýrk sene evvel geniþ bir hiss-i kablel-vuku', acib bir tarzda; hem bende, hem köyde, hem nahiyemizde tezahür ettiðine þimdi bir ihtar-ý mânevi ile kat'î kanaatým gelmiþ. Þefik ve kardeþim Abdülmecid gibi eski talebelerime bu sýrrý fâþetmek isterdim. Þimdi, Cenab-ý Hak sizlerde çok Abdülmecidleri ve çok Abdurrahmanlarý verdiði için, size beyan ediyorum.

 

 

 

Ben, on yaþýnda iken, büyük bir iftihar, hatta bazan temeddüh suretinde bir haletim vardý. Ýstemediðim halde, pek büyük bir iþ ve büyük bir kahramanlýk tavrýný takýnýyordum. Kendi kendime derdim: «Senin, beþ para kýymetin yok. Bu temeddühkârâne, hususan cesarette çok fazla gösteriþin ne içindir?» Bilmiyordum, hayret içinde idim. Bir iki aydýr, o hayretle cevab verildi ki; Risale-i Nur, kablel-vuku' kendini ihsas ediyordu. Sen, âdi odun parçasý gibi bir çekirdek iken, o firdevs salkýmlarýný bilfiil kendi malýn gibi hiss-i kablel-vuku' ile hissedip hodfüruþluk ederdin. Bizim «Nurs Köyümüz» ise; hem eski talebelerim, hem hemþehrilerim biliyorlar ki; bizim köyümüz, fevkalâde gösteriþ ve cesarette ileri göstermek için temeddühü çok severdiler. Güya büyük bir memleketi fetheder gibi, kahramânâne bir tavýr almak istiyordular. Ben, hem kendime, hem onlara çok hayret ederdim. Þimdi hakiki bir ihtar ile bildim ki: O masum Nurs'lu insanlar (Nurs Karyesi) Risale-i Nurun nuriyle büyük bir iftihar kazanacak; o vilâyetin, nâhiyenin ismini iþitmiyen, Nurs köyünü ehemmiyetli tanýyacak diye bir hiss-i kablel-vuku' ile, o nimet-i Ýlâhiyyeye karþý teþekkürlerini temeddüh suretinde göstermiþler.

 

 

 

................................................................

 

 

 

Sizi, eski talebelerim ve eski arkadaþlarým ve kardeþim Abdülmecid ve Abdurrahmanlar bildiðimden, bu mahrem sýrrý size açtým. Evet, «Ben, yirmidört saat evvel, hassasiyetimle ve a'sâbýmýn rutubetten te'siriyle rahmet ve yaðmurun gelmesini hissettiðim gibi; aynen öyle de, ben ve köyüm ve nahiyem, kýrk dört sene evvel, Risale-i Nurdaki rahmet yaðmurunu bir hiss-i kablelvuku' ile hissetmiþiz» demektir. Umum kardeþlerimize ve hemþirelerimize selâm ve dua ederiz. Dualarýnýzý rica ederiz.

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

 

 

 

 

 

 

sh:» (T: 457)

 

BÜYÜK BÝR MAKAMDA BÝR KUMANDAN VE

 

EHEMMÝYETLÝ BÝR ZATIN, EHEMMÝYETLÝ

 

MEKTUBUNA MECBURÝ BÝR CEVAPTIR

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ . السَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþim,

 

 

 

Bilmukabele, biz de Ramazanýnýzý tebrik ediyoruz. Rüyalarýnýz pek çok mübarektirler. Ýnþâallah, Cenab-ý Hak sizi büyük ihsanlara mazhar eyliyecek, diye bir iþarettir. Bence bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, îmaný kurtarmaktýr, baþkalarýn imanýna kuvvet verecek bir surette çalýþmakdýr. Sakýn, benlik ve gurura medar þeylerden çekin. Tevazu mahviyet ve terk-i enaniyet, bu zamanda ehl-i hakikata lâzým ve elzemdir. Çünki, bu asýrda en büyük tehlike benlikten ve hodfüruþluktan ileri geldiðinden; ehl-i hak ve hakikat, mahviyetkârane dâima kusurunu görmek ve nefsini itham etmek gerektir. Sizin gibi, aðýr þerait içinde kahramancasýna îmanýný ve ubudiyetini muhafaza etmesi, büyük bir makamdýr. Senin rü'yalarýnýn bir tâbiri de, bu noktadan seni tebþir etmektir. Risale-i Nur eczalarýnda tarikat hakikatýna dair «Telvihat-ý Tis'a» nâmýndaki risaleyi elde edip bakýnýz. Hem, zâtýnýz gibi metin ve îmanlý ve hakikatlý zâtlar Risale-i Nur dairesine giriniz. Çünki; bu asýrda Risale-i Nur, bütün tehâcümâta karþý maðlub olmadý. En muannid düþmanlarýna da, serbestiyetini resmen teslim ettirdi. Hattâ iki senedenberi büyük makamâtlar ve adliyeler, tedkikat neticesinde, Risale-i Nurun serbestiyetini tasdik ve mahrem ve gayr-i mahrem bütün eczalarýný sahiplerine teslime karar verdiler. Risale-i Nurun mesleði, sâir tarikatlar, meslekler gibi maðlûb olmýyarak belki galebe ederek pek çok muannidleri îmana getirmesi, pek çok hâdisatýn þehadetiyle, bu asýrda bir mu'cize-i ma'neviye-i Kur'âniye olduðunu isbat eder. O dâirenin haricinde, ekseriyetle bu memlekette ve hususi ve cüz'i ve yalnýz þahsi hizmet, veya maðlûbane perde altýnda veya bid'alara müsamaha suretinde veya te'vilât ile bir nevi tahrifat içinde hizmet-i diniye tam olmaz diye, hâdisat bize kanaat vermiþ.

 

 

 

 

 

sh:» (T: 458)

 

 

 

Mâdem sizde büyük bir himmet ve kuvvetli bir îman var; tam bir ihlâs ve tam bir mahviyetle, sebatkârâne Risale-i Nura þâkird ol. Tâ binler, belki yüzbinler þâkirdlerin þirket-i mâneviye-i uhreviyelerine hissedar ol. Tâ senin hayýrlarýn, iyiliklerin cüz'iyetten çýkýp küllileþsin; Âhirette tam kârlý bir ticaret olsun.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

السَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ

 

 

 

Çok mübarek, çok kýymetdar, çok sevgili Üstadýmýz Hazretleri;

 

 

 

Elhamdülillâh, bu sene Ispartadaki talebelerinizi dünyevî meþaðil daha çok gaflete sokmadý. Hizmet-i Nuriyedeki gayretlerimiz ciddî bir surette devam ediyor. Herbirimizin kalblerimizdeki Nura karþý incizab, sîmalarýmýzda okunuyor. Sanki bu talebelerinizin kalbleri sevinçle doludur. Evet sevgili Üstadýmýz, bütün talebeleriniz hep birden diyorlar: Liyakatsizliðimiz, hiçliðimiz ile beraber sâfiyane istihdam edildiðimiz bu hizmet-i Nuriyede bedi bir Üstada hem talebe, hem kâtib, hem muhatab, hem nâþir hem mücâhid, hem halka nâsih, hem Hakka âbid olmak gibi cihandeðer güzelliklerin hepsini birden bize veren Hazret-i Allaha ne kadar þükretsek azdýr. Ve bu yapmak istediðimiz þükürler dahi, Hâlýkýmýzýn fazlý ile kalbimize gelen bir ihsan olduðunu tahattur eden biz talebelerinizin kalblerini sürur ve sevinç dolduruyor. Masum Nurs'lularýn Üstadýmýzýn küçüklüðünde geçirdikleri hayatýn müteþekkirane bir tarzý, hal ve etvarýmýzda okunuyor. Hudutsuz þükürler, nihayetsiz senalar olsun o Zât-ý Zülcelâle ki; bizleri cehl-i mutlak derelerinden, isyan ve küfran bataklýklarýndan lütuf ve keremiyle çýkarýp, gözleri kamaþtýran en parlak bir nura talebe etmiþtir.

 

 

 

Eðer sevgili Üstadýmýz «Ýkitran» tâbir edilen iki nimetin beraber geldiðini daha evvelden bize izah etmeseydi, çok minnettarlýklarýmýzý kalblerimize tercüman olan kalemlerimizden okuyacaklardý.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

sh:» (T: 459)

 

Evet sevgili Üstadýmýz; biz kendimize bakýyoruz, Risale-i Nura muhatab olamýyoruz. Buna raðmen, ihtiyaç þiddetlendikçe, Hâlýk-ý Rahîmin merhametli tecellilerini müþahede ediyoruz. Kalb-i Üstad; parlak bir âyine, bir mazhar, bir ma'kes; lisan-ý Üstad; âli bir mübellið, bir muallim, bir mürþid; hâl-i Üstad; tecessüm etmiþ en güzel bir örnek, bir nümune, bir misâl oluyor. Tevâif-i beþerin ihtiyaçlarý yazýlýyor, gösteriliyor. Ýþte yedi senedenberi ateþ püsküren zâlim beþerin hâli, bugün daha çok ýzdýraplý bir hale girmiþ bulunuyor. Her bir zîidrak, acaba yarýn ne olacak düþüncesiyle kulaklarýný radyolarýn aðýzlarýna koymuþlar, mütehayyir duruyorlar. Þarkta Japonlarýn maðlûb olmasiyle, dünyanýn salâh-ý selâmete ve emn ü emâna kavuþmasý beklenirken; Deccalâne bir hareket Þimalde kendini gösterdiði görülüyor. Þu vaziyet; herkesi heyecana, endiþeye sevkediyor. Ýstikbâlin zulmetlerine gittiði zanniyle, merakla radyolarý takibe koþturuyor. Lillâhilhamd Risale-i Nur, âli beyanatý ile ruhlarýmýzý teskin ediyor. Hakiki dersleriyle kalblerimizi tatmin ediyor. Ýþte, bu günde meydana çýkan bu dehþetli cereyaný, ancak ve ancak Hýristiyanlýk âleminin müslümanlýkla ittihadý; yani Ýncil, Kur'an ile ittihad ederek ve Kur'ana tâbi olmasý neticesi elde edilecek semavî bir kuvvetle maðlûb edileceði iþ'ar buyuruluyor ki, Hazret-i Ýsa Aleyhisselâmýn da vüruduna intizar etmek zamanýnýn geldiðini mânâ-yý iþârî ile ihtar ediyor. Mesmuata göre; bu günkü Amerika, aktâr-ý âleme tedkikat için gönderdiði dört hey'etten birisini, bu günkü beþeriyetin saadetini te'min edecek sâlim bir din taharrisine me'mur etmiþtir. Bu ise, müceddidliðini mahkeme lisaniyle her tarafa ilân eden Risale-i Nur, bu muzdarip, periþan beþeriyetin en büyük bir saadeti olacaðýna îmanýmýz pek kuvvetlidir.

 

 

 

Sevgili Üstadýmýz baþýmýzda ve en âli hakikatlarý taþýyan ve Kur'anýn en yüksek ve mübarek tefsiri bulunan Risale-i Nur elimizde oldukça, sevinçlerimiz hudutsuz, hududa alýnmaz.

 

 

 

Ýþte bu hakikatlarýn her bir cüz'ü, sâha-i faaliyete çýksa, her tarafta merakla, zevkle kendini okutturuyor. Buna bâriz deliller pek çok var. Hususiyle, inkâr-ý haþr mefkûresini maðlûb eden «Onuncu Söz» matbu nüshalarý; ve bilhassa gizli tabedildiði halde kendini serbest okutan ve takviye-i îmanda pek yüksek harikalarý taþýyan «Âyetül-Kübra» risaleleri; ve inkâr-ý Ulûhiyyet mefkûresini zîr ü zeber eden Külliyat-ý Nur «Hüccetül-Bâliða» ve «Meyve»

 

 

 

 

 

sh:» (T: 460)

 

gibi eczalarý meydanda... Ýnþâallah, Kur'anýn etrafýna çevrilmek istenilen îmansýzlýðýn emansýz sûr'unu, Risale-i Nur temelinden kaldýracak; îmansýzlýðýn emansýz ateþini söndürüp, âb-ý hayat bahþeden þarâb-ý kevserini, bütün dünyaya emanlý îman vermekle içirecektir.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Talebeniz

 

HÜSREV

 

 

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

السَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

Sizin, bayramlarýnýzý tekrar betekrar tebrik ediyoruz. Gayet ehemmiyetliiki mes'eleyi ;sizlere zekâvetinizeitimaden , Risale-i Nurda müteferrikan parçalarý bulunmalarýna binaen, gayet muhtasar konuþacaðým.

 

Birincisi:Risale-i Nurun hakiki ve hakikatli bir þâkirdi bulunan ve Kur'an-ý Mu'cizül-Beyanýn kâtibi bu defa yazdýðý mektupda, haddimden bin derece ziyade hüsn-ü zanýna istinaden, bir hakikat soruyor. Risale-i Nurun þahs-ý mânevisinin gayet ehemmiyetli ve kudsi vazifesini; ve hilâfet-i nübüvvetin de gayet ulvi vazifelerinden bir vazifesini benim âdi þahsýmda, Üstadý noktasýndan bir cilvesini gördüðünden, bana o hilâfet-i mâneviyenin bir mazharý nazariyle bakmak istiyor.

 

 

 

Evvelâ: Bâki bir hakikat, fâni þahsiyetler üstüne bina edilmez. Edilse, hakikata zulümdür. Her cihetle kemâlde ve devamda bulunan bir vazife, çürümeye ve çürütülmeye maruz ve mübtelâ þahsiyetlerle baðlanmaz; baðlansa, vazifeye ehemmiyetli zarardýr.

 

 

 

Sâniyen: Risale-i Nurun tezahürü, yalnýz tercümanýn fikriyle veyahud onun ihtiyac-ý mânevi lisaniyle Kur'andan gelmiþ yalnýz o tercümanýn istidadýna bakan feyizler deðil; belki o tercümanýn muhatablarý ve ders-i Kur'anda arkadaþlarý olan hâlis ve metin ve sâdýk zâtlarýn o feyizleri ruhen istemeleri, ve kabûl ve tasdik ve tatbik etmeleri gibi çok cihetlerle o tercümanýn istidadýndan

 

 

 

sh:» (T: 461)

 

çok ziyade o Nurlarýn zuhuruna medar olduklarý gibi, Risale-i Nurun ve þâkirdlerinin þahs-ý mânevisinin hakikatýný onlar teþkil ediyorlar. Tercümanýnýn da içinde bir hissesi var. Eðer ihlâssýzlýkla bozmazsa bir takaddüm þerefi bulunabilir.

 

 

 

Sâlisen: Bu zaman, cemaat zamanýdýr. Ferdî þahýslarýn dehasý, ne kadar harika da olsalar, cemaatýn þahs-ý mânevisinden gelen dehasýna karþý maðlûb düþebilir. Onun için, o mübarek kardeþimin yazdýðý gibi, Âlem-i Ýslâmý bir cihette tenvir edecek ve kudsi bir dehanýn nurlarý olan bir vazife-i îmaniye; biçâre, zaif, maðlûb, hadsiz düþmanlarý ve onu ihanetle, hakaretle çürütmeye çalýþan muannid hasýmlarý bulunan bir þahsa yüklenmez. Yüklense, o kusurlu þahýs ihanet darbeleriyle düþmanlarý tarafýndan sarsýlsa, o yük düþer, daðýlýr.

 

 

 

Râbian: Eski zamandanberi çok zâtlar, üstadýný veya mürþidini veya muallimini veya reisini kýymet-i þahsiyelerinden çok ziyade hüsn-ü zan etmeleri, dersinden ve irþadýndan istifadeye vesile olmasý noktasýnda o pek fazla hüsn-ü zanlar bir derece kabul edilmiþ. Hilâf-ý vâkýadýr diye tenkid edilmezdi. Fakat þimdi, Risale-i Nur þâkirdlerine lâyýk bir üstada muvafýk ulvi mertebe ve fazileti, bîçare, kusurlu bu þahsýmda kabûl ettikleri sebebiyle gayret ve þevkleriyle çalýþmalarý, bu noktada haddimden ziyade hüsn-ü zanlarý kabûl edebilir. Fakat, Risale-i Nurun þahs-ý mânevisinin malý olarak elimde bulunuyor diye bilmek gerektir. Fakat, baþda zýndýklar ve ehl-i dalâlet ve ehl-i siyaset ve ehl-i gaflet, hatta sâfi kalb ehl-i diyanet þahsa fazla ehemmiyet verdikleri cihetinde haksýzlar, o þahsý çürütmekle hakikatlara darbe vurmak; ve o Nurlara, benim gibi bir biçareyi mâden zannederek; bütün kuvvetleriyle beni çürütüp, o nurlarý söndürmeye ve sâfi kalbleri de inandýrmaya çalýþýyorlar. Ezcümle, Ýkinci Mes'elede bir hâdise bu hakikatý gösteriyor.

 

 

 

Ýkinci Mes'ele: Bayramýn ikinci gününde, teneffüs için kýrlara çýktýðým zaman, ehemmiyetli bir me'mur tarafýndan beþ vecihle kanunsuz bir taarruza maruz kaldým. Cenab-ý Hak, rahmet ve keremiyle, belime, baþýma yüklenen Risale-i Nur eczalarýný; ve ruhuma ve kalbime yüklenen þâkirdlerinin haysiyet ve izzet ve rahatlarýný muhafaza için, fevkalâde bir tahammül ve sabýr ihsan eyledi. Yoksa, bir plân neticesinde beni hiddete getirip, Risale-i Nurun, bahusus Âyetül-Kübranýn fütuhatýna karþý bir perde çekmek

 

 

 

 

 

sh:» (T: 462)

 

 

 

olduðu tahakkuk etti. Sakýn, sakýn hiç kederlenmeyiniz, merak etmeyiniz, hem telâþ etmeyiniz, hem bana acýmayýnýz. Þeksiz þüphesiz inayet-i Ýlâhiyye perde altýnda bizi muhafaza etmekle عَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئاً وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ Âyetine mazhar etsin. Onlarýn, o plânlarý da yine akîm kaldý. Fakat bu vilâyetde, doðrudan doðruya büyük bir makamdan kuvvet alýp þahsýmla uðraþanlar var. Eðer mümkün olsa, buranýn havasiyle hiç imtizaç edemediðim cihetini vesile edip, münasip bir yere naklime, Denizli mahkemesini ve Ankara Temyiz Mahkemelerini vasýta yapýp çalýþmak lâzým geliyor. Ben kendim yapamadýðým için, benden, bana daha ziyade alâkadar Denizli dostlarý teþebbüs etseler iyi olur. Hiç olmazsa oranýn hapsine, bir daha bahane ile beni alsýnlar.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Aziz Sýddýk Sebatkâr Muhlis Kardeþlerim,

 

 

 

Hem maddî hem mânevi; hem nefsim, hem benimle temas edenler gayet ehemmiyetli benden sual ediyorlar ki: «Neden herkese muhalif olarak -hiç kimsenin yapmadýðý gibi- sana yardým edecek çok ehemmiyetli kuvvetlere bakmýyorsun? Ýstiðna gösteriyorsun? Ve herkes, müþtak ve tâlibolduðu ve Risale-i Nurun intiþarýna, fütuhatýna çok hizmet edeceðine o Risale-i Nur Þâkirdlerinin haslarý müttefik olduklarý ve senden kabul ettikleri büyük makamlarý kabul etmiyorsun? Þiddetle çekiniyorsun?»

 

 

 

Elcevap: Bu zamanda ehl-i îman öyle bir hakikata muhtaçtýrlar ki; kâinatta hiçbir þeye âlet ve tâbi ve basamak olamaz; ve hiçbir garaz ve maksad onu kirletemez; ve hiçbir þüphe ve felsefe onu maðlûp edemez bir tarzda îman hakikatlarýný ders versin. Umum ehl-i Ýmanýn bin senedenberi teraküm etmiþ dalâletlerin hücumuna karþý imanlarý muhafaza edilsin.

 

 

 

Ýþte bu nokta içindir ki, dâhilî ve hâricî yardýmcýlara ve ehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermiyor onlarý arayýp tâbi olmuyor.. tâ âvam-ý ehl-i îmanýn nazarýnda,

 

 

 

 

 

sh:» (T: 463)

 

 

 

hayat-ý dünyeviyenin bâzý gayelerine basamak olmasýn; ve doðrudan doðruya hayat-ý bâkiyeden baþka hiçbir þeye âlet olmadýðýndan, fevkalâde kuvveti ve hakikatý, hücum eden þüpheleri ve tereddütleri izale eylesin.

 

 

 

Amma, mânevî ve makbul ve zararsýz ve bütün ehl-i hakikatýn istedikleri nurânî makamlar ve uhrevî rütbelerden, hâlis kardeþlerimizden hüsn-ü zanla verilen ve ihlâsýnýza zarar gelmediði halde eðer kabul etsen, reddedilmiyecek derecede senedler, hüccetler bulunduðu halde; sen, deðil tevazu ve mahviyetle, belki þiddet ve hiddetle ve o makamý sana veren kardeþlerinin hatýrýný kýrmakla o rütbelerden ve makamlardan kaçýyorsun?

 

 

 

Elcevap: Nasýlki ehl-i hamiyet bir insan, dostlarýn hayatýný kurtarmak için kendini feda eder; öyle de, ehl-i îmanýn hayat-ý ebediyelerini tehlikeli düþmanlardan muhafaza etmek için, lüzum olsa (hem lüzum var) kendim, deðil yalnýz lâyýk olmadýðým o makamlarý, belki hakikî hayât-ý ebediyenin makamlarýný dahi feda etmeye, Risale-i Nurdan aldýðým ders-i þefkat cihetiyle feda etmeye, Risale-i Nurdan aldýðým ders-i þefkat cihetiyle terkederim. Evet her vakit, hususan bu zamanda ve bilhassa dalâletten gelen gaflet-i umumiyede; ve siyaset ve felsefenin galebesinde; ve enaniyet ve hofüruþluðun heyecanlý asrýnda büyük makamlar herþeyi kendine tâbi ve basamak yapar. Hattâ dünyevî makamlar için dahi mukaddesatýný âlet yapar. Mânevî makamlar olsa, daha ziyade âlet eder. Umumun nazarýnda kendini muhafaza etmek ve o makamlara kendini yakýþtýrmak için bazý kudsî hizmetlerini ve hakikatlarý basamak ve vesile yapýyor diye itham altýnda kalýp, neþrettiði hakikatlar dahi tereddüdler ile revacý zedelenir. Þahsa, makama fâidesi bir ise, revaçsýzlýkla umuma zararý bindir.

 

 

 

Elhasýl: Hakikat-ý ihlâs benim için þan ü þerefe ve maddî ve manevî rütbelere vesile olabilen þeylerden beni menediyor. Hizmet-i nuriyeye, gerçi büyük zarar olur; fakat, kemiyet keyfiyete nisbeten ehemmiyetsiz olduðundan, hâlis bir hâdim olarak, hakikat-ý ihlâs ile, herþeyin fevkinde hakaik-ý îmaniyeyi on adama ders vermek, büyük bir kutbiyetle binler adamý irþad etmekten daha ehemmiyetli görüyorum. Çünki: O on adam, tam o hakikatý herþeyin fevkinde gördüklerinden sebat edip, o çekirdekler hükmünde olan kalbleri, birer aðaç olabilirler. Fakat o binler adam, dünyadan ve felsefeden gelen þüpheler ve vesveseler ile,

 

 

 

sh:» (T: 464)

 

 

 

o kutbun derslerini, «Hususî makamýndan ve hususî hissiyatýndan geliyor» nazariyle bakýp, maðlûb olarak daðýtýlabilirler diye, hizmetkârlýðý, makamatlara tercih ediyorum. Hattâ bu defa bana; beþ vecihle kanunsuz, bayramda, düþmanlarýmýn plâniyle bana ihânet eden o malûm adama þimdilik bir belâ gelmesin diye telâþ ettim. Çünki, mes'ele þaþaalandýðý için, doðrudan doðruya âvam-ý nas bana makam verip harika bir keramet sayabilirler diye, dedim: «Ya Rabbi, bunu ýslah et veya cezasýný ver. Fakat böyle kerametvâri bir surette olmasýn.» Bu münasebetle bir þeyi beyan edeceðim. Þöyle ki:

 

 

 

Bu defa mahkemeden bana teslim olunan talebelerin mektuplarý içinde, çok imzalar üstünde bulunan bir mektup gördüm; belki lâhikaya girmiþ. Risale-i Nurun Þâkirdlerinin maiþet cihetindeki bereketine ve bazýlarýn tokatlarýna dâirdi. Burada, aynen Kastamonudaki tokat yiyenler gibi þüphe kalmamýþ. Beþ adam, aynen burada da tokat yediler.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

ÝSTANBUL'DA KOMÜNÝST'LER ALEYHÝNDEKÝ

 

HÂDÝSEYÝ GÖREN RÝSALE-Ý NUR TALEBELERÝNÝN

 

MEKTUBUNDAN BÝR PARÇA

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

 

 

Aziz Kardeþlerim,

 

لَهُ الْحَمْدُ وَالْمِنَّةُ dün, Nurun mânevî bir fütuhatý, bütün azamet ve dehþetiyle Ýstanbul'da görüldü. Küfr-ü mutlaký dünyaya, hususan Âlem-i Ýslâma yerleþtirmek istiyen bir cemiyet ve onlarýn nâþir-i efkârý ve mürevvic-i âmâli olan bir iki gazete matbaasý ve kütüphanesi darmadaðýn edilerek; dinsiz yaptýk, komünist yaptýk zannedilen gençlik ve mekteplilerin aðziyle ve harekâtiyle ve fiilleriyle protesto edildi. Kahrolsun komünistlik diye beddua edildi. Bu cemiyetin, binler lira maddî, milyonlar lira da manevî zararý oldu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

sh:» (T: 465)

 

 

 

Ey Nurcular! Þimdi maddî imkân hasýl olmuyor diye üzülmeyiniz! Nurun fütuhatý geniþ bir sahada devam ediyor. Küllî bir muvaffakýyet hâsýl oluyor. Hâz min fazlý Rabbi.

 

 

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim;

 

 

 

Bir kaç aydanberi, aleyhime çevrilen desiseleri meydana çýktý. Hýfz-ý Ýlâhi ile o musibet, yirmiden bire indi. Hâli zamanda camiye gidiyordum. Haberim olmadan, talebeler beni üþütmemek için mahfelde bir kulübecik yapmýþdýlar. Ben de dört-beþ gündür kendi kendime karar verdim, daha gitmiyeceðim. O malûm zabit adam vâsýta olup kulübeciði kaldýrdýlar; bana da resmen teblið ettiler ki, daha câmiye gitmiyeceksin! Fakat, habbeyi kubbe yapýp bir heyecan verdiler. Hiçbir ehemmiyeti yok, hiç de merak etmeyiniz. Tahminimce, her tarafta haddimden pek fazla teveccüh-ü âmmeyi kýrmak için, bana böyle bazý bahanelerle ihanet ediyorlar. Eski zamanýmý düþünüp güya tahammül etmiyeceðim. Halbuki, Risale-i Nurun selâmet ve intiþarýna halel gelmemek þartiyle, her gün bin ihanet ve tazibler de gelse Allaha þükrederim. Ben ehemmiyet vermediðim gibi, buradaki talebeler de hiç sarsýlmýyorlar. Çoktanberi beklediðimiz bu hâdise de, inâyet-i Ýlâhiyye ile hafif geçti.

 

 

 

Umum kardeþlerime birer birer selâm ve dua ediyoruz.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

NUR TALEBELERÝNÝ RÝSALE-Ý NURDAN ÇEKMEK

 

ÝSTÝYENLERÝN DESÝSELERÝNÝ BEYAN EDÝP, ÖYLELERE

 

NE ÞEKÝLDE CEVAP VERÝLMESÝ HAKKINDA

 

ÜSTADIN HÜLÂSALI BÝR MEKTUBU

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim;

 

 

 

Gayet ehemmiyetli bir mes'eleyi (bundan evvel size icmalen be-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 466)

 

 

 

yan ettiðim mes'eleyi) tekrar size söylememe kuvvetli, mânevî bir ihtar aldým. Þöyleki:

 

 

 

Perde altýndaki düþmanýmýz münafýklar, þimdiye kadar yaptýklarý gibi, adliyeyi ve siyaset ve idareyi zâhirî dinsizliðe âlet edip, bize hücumlarý akîm kaldýðý; ve Risale-i Nurun fütuhatýna menfaati olan eski plânlarýný býrakýp, daha münâfýkane ve þeytaný da hayrette býrakacak bir plân çevirdiklerine dair buralarda emareleri göründü. O plânlarýn en mühim bir esasý; has, sebatkâr kardeþlerimizi soðutmak, fütur vermek, mümkün ise Risale-i Nurdan vazgeçirmektir. Bu noktada o kadar acib yalanlarý ve desiseleri istimal ediyorlar ki, Isparta ve havalisi, gül ve nur fabrikasýnýn kahraman þâkirdleri gibi, çelik ve demir gibi bir sebat ve sadakat ve metanet lâzým ki dayanabilsin. Bazý da dost suretinde hulûl edip, korkutmak mümkünse, habbeyi kubbe edip evham veriyorlar. «Aman, aman! Saide yanaþmayýnýz! Hükûmet takibediyor.» diye zaifleri vazgeçirmeye çalýþýyorlar. Hatta bazý genç talebelere, hevesatlarýný tahrik için, bazý genç kýzlarý musallat ediyorlar. Hatta Risale-i Nur erkânlarýna karþý da, benim þahsýmýn kusurâtýný, çürüklüðünü gösterip; «Biz de müslümanýz, din yalnýz Saidin mesleðine mahsus deðil» deyip, bize karþý perde altýnda cephe alan zýndýklara ve anarþilik hesabýna o safdil ehl-i diyanet ve hocalarý âlet edip istimal ediyorlar. Ýnþâallah bunlarýn bu plânlarý da akîm kalacak. Böyle heriflere dersiniz:

 

 

 

«Biz, Risale-i Nurun þâkirdleriyiz. Said de, bizim gibi bir þâkirddir. Risale-i Nurun menbaý mâdeni, esasý da Kur'andýr. Yirmi senedir emsalsiz tetkikat ve takibatla beraber, kýymetini ve galebesini en muannid düþmana da isbat etmiþtir. Onun tercümaný ve bir hizmetkârý olan Said ne halde olursa olsun, hattâ Said de El'iyazübillâh Risale-i Nurun aleyhine dönse, bizim sadakatimizi ve alâkamýzý Ýnþâallah sarsmýyacak» deyip, o kapýyý kaparsýnýz. Fakat, mümkün olduðu kadar Risale-i Nurla meþgul olmak; elinden gelirse yazmak; ve mübalâðalý propagandalara hiç ehemmiyet vermemek; ve eskisi gibi tam ihtiyat etmek gerektir.

 

 

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz.

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

sh:» (T: 467)

 

 

 

Bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan Âlem-i Ýslâmýn teveccühünü ve hamiyetini ve uhuvvetini kýrmak ve nefret verdirmek için, siyaseti dinsizliðe âlet ederek, perde altýnda küfr-ü mutlaký yerleþtirmek istiyenler, hükûmeti iðfal ve adliyeyi iki defadýr þaþýrtýp, der: «Risale-i Nur Þakirdleri dini siyasete âlet eder, emniyete zarar vermek ihtimali var.» Halbuki, bu memlekete maddî ve manevî bereketi ve fevkalâde hizmeti ve umum Âlem-i Ýslâma taallûk edecek hakaiki câmi olduðu, otuzüç âyât-ý Kur'aniyenin iþaretiyle ve Ýmam-ý Alinin (R.A.) üç keramet-i gaybiyesiyle ve Gavs-ý Âzamýn kat'î ihbariyle tahakkuk etmiþ olan Risale-i Nurun, siyasetle alâkasý yoktur. Fakat, küfr-ü mutlaký kýrdýðý için, küfr-ü mutlakýn altý olan anarþilik ve üstü olan istibdad-ý mutlaký, esasiyle bozar; reddeder. Emniyeti ve asayiþi ve hürriyeti ve adâleti te'min eder. Risale-i Nura, daha vatana, idareye zararý dokunmak bahanesiyle tecavüz edilmez. Daha kimseyi o bahane ile inandýramazlar. Fakat, cepheyi deðiþtirip, din perdesi altýnda bazý safdil hocalarý veya bid'a taraftarlarý veya enaniyetli sofi meþreblileri, bazý kurnazlýklar ile, Risale-i Nura karþý iki sene evvel Ýstanbul'da ve Denizli civarýnda olduðu gibi istimal etmeye münafýklar belki çabalýyacaklar. Ýnþâallah muvaffak olamazlar.

 

 

 

Risale-i Nur, bu mübarek vatanýn mânevî bir halâskârý olmak cihetiyle, þimdi iki dehþetli mânevî belâyý defetmek için matbuat ile tezahüre baþlamak, ders vermek zamaný geldi veya gelecek gibidir zannederim.

 

 

 

O dehþetli belâdan birisi: Hýristiyan dinini maðlûb eden ve anarþiliði yetiþtiren, þimalde çýkan dehþetli dinsizlik cereyanýnýn bu vataný manevî istilâsýna mukabil Risale-i Nur, sedd-i Zülkarneyn gibi bir Sedd-i Kur'anî vazifesini görebilir.

 

 

 

Ýkincisi: Âlem-i Ýslâmýn, bu mübarek vatanýn ahalisine karþý pek þiddetli itiraz ve ithamlarýný izale etmek için matbuat lisaniyle konuþmak lâzým gelmiþ, diye kalbime ihtar edildi. (Hâþiye 1).

 

 

 

Ben, dünyanýn halini bilmiyorum, fakat Avrupada istilâkârâne hükmeden ve Edyan-ý Semaviyeye dayanmýyan bu dehþetli cereyanýn istilâsýna karþý Risale-i Nur hakikatlarý bir kal'a olduðu gi-

 

 

 

_______________________________________

 

 

 

Hâþiye 1: Ýþte bu hakikat, Risale-i Nurun -bu mektubun yazýlýþýndan on sene sonra- Ankara'da matbaalarda tabedilmesiyle tahakkuk etmiþtir.

 

 

 

 

 

sh:» (T: 468)

 

 

 

bi Âlem-i Ýslâmýn ve Asya Kýt'asýnýn hâl-i hazýrdaki itiraz ve ithamýný izale ve eskideki muhabbet ve uhuvvetini iade etmeye vesile olan bir mu'cize-i Kur'aniyedir. Bu vatanýn, bu milletin vatanperver siyasileri sür'atle Risale-i Nuru tabettirerek resmî neþretmeleri lâzýmdýr ki, bu iki belâya karþý siper olsunlar (Hâþiye 2).

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

BÝRDEN ÝHTAR EDÝLDÝ KALEME ALMAÐA MECBUR

 

OLDUM

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Kardeþlerim;

 

 

 

Þimdi tam tahakkuk etti ki; resmen bana ihânet ve hakaret etmek, onunla teveccüh-ü âmmeyi hakkýmda kýrmak için gizli bir tedbir kurulmuþ. Benim bütün dostlarýmý -perde altýnda- soðutmak ve ürkütmeye çalýþýyorlar. Halbuki, «Sikke-i Tasdik-i Gaybî» onlarýn bütün propagandalarýný zir ü zeber ediyor. Gerçi, böyle dinsizlik hesabýna bana olan hakaret, bir derece beni sýkýyor; eski Saidden kalma bazý damarlarýma dokunuyor. Fakat Risale-i Nurun hârika fütuhatý ve þâkirdlerinin ehl-i hakikat nazarýnda ve rûhanî ve melâikeler yanýnda hürmet ve merhametle karþýlanmalarý, benim þahsýma gelen ihanet ve hakaretlerin sivrisinek kanadý kadar ehemmiyeti kalmaz. O bedbaht ehl-i ihanet, dindarlýk cihetiyle, ehl-i din ve ehl-i ulûm-u diniyenin hürmetini kýrmak dine bir ihanet olduðu cihetinde, rûhanî ve melâikelerin ve ehl-i îman ve ehl-i hakikatýn nazarýnda mel'un olduðu gibi; binden ancak bir iki serserinin veya zýndýðýn aferinini kazanýrlar. O bedbahtlar bana hakaret etmekle, güya Risale-i Nurun nüfüzunu kýrýyor; þahsýmý menba zannedip beni çürütmekle, Risale-i Nur sukut edecek gibi ahmakane bir zan ile þahsýma tecavüz oluyor.

 

 

 

_________________________________

 

Hâþiye 2: Bu, dünya çapýndaki büyük þerefe ve en muazzam Ýslâmî hizmete, ancak yeni hükûmet mazhar olabilmiþ; ve büyük bir anlayýþ göstererek, Risale-i Nurun matbaalarda 1956 senesinde basýlmasýna sebeb olmakla, Millet-i Ýslâmiyenin büyük bir teveccühünü kazanmakla, kuvvetini çok fazla arttýrmak muvaffakýyetini elde etmiþtir.

 

 

 

 

 

sh:» (T: 469)

 

 

 

Ben de derim: Ey bana dinsizlik hesabýna ihanet ve hakaret eden bedbahtlar! Kat'iyyen size haber veriyorum; yakýnda tövbe etmemek þartiyle, hiç çare-i halâs yok ki, ecel cellâdiyle sen, idam-ý ebedî ile ölüm daraðacý ile asýlacaksýn! Þeraretli ruhun dahi ebedî bir haps-i münferitte mahkûm olmakla beraber, ehl-i îman ve ruhanilerin nefret ve lânetini kazanacaksýn! Tövbe etmemek þartiyle, benim intikamým, senden, pek muzaaf bir suretde alýnýyor bildiðimden, hiddet deðil hatta sana acýyorum!..

 

 

 

Amma Risale-i Nurun, senin gibi sinekler kadar ehemmiyeti olmýyanlarýn perde çekmesi, zerre kadar nüfuzunu kýramaz. Yüzbinler adam onunla îmanlarýný kurtardýklarý için, ruh-u canla hürmet ve perestiþ ederler. Amma þahsýmýn teessürü ise, kat'iyyen size haber veriyorum ki; bir iki dakika asabiyetli bir teessüratýma mukabil, birden öyle bir teselli buluyorum ki, bin derece sizlerin hakaret ve ihaneti ziyadeleþse o teselliyi kýramaz. Çünkü, Risale-i Nurun keþf-i kat'isiyle, dinsizlik hesabýna bize hücum edenler, ebedî azablar ve haps-i münferidde ve idâm-ý ebedî ile ihânetini gördükleri gibi; Risale-i Nurla îmanýný kurtaran þâkirdleri, ölümle, terhis tezkeresi ve saadet-i ebediye vesikasýný alýp, ebedî bir hürmet ve merhamet ve ikrama mazhar olacaklarýný, feylesoflarý susturan binler hüccetlerle beyan etmiþiz.

 

 

 

Hem bu Yeni Said, Eski Said gibi kendine hürmet ve teveccüh kazanmak ve þan u þeref bulmak, kat'iyyen aleyhindedir; kabul etmez. Onun için, yirmi senedir inzivayý tercih etmiþ.

 

 

 

Eðer, asayiþ ve idare hesabýna nüfuzunu kýrmak ve umumun nazarýnda çürütmek için yapýyorsanýz, pek büyük bir hata ediyorsunuz... Ýki sene üç mahkeme, yirmi senelik hayatýmýn yüzyirmi eserinde, yüzyirmi bin Risale-i Nur þâkirdlerinden, mucib-i ihtilâl ve medar-ý mes'uliyet ve vatan ve millet aleyhinde hiçbir þey bulmadýklarýna, beraetimizle ve Risale-i Nur eczalarýnýn bütününü iade etmeleriyle gösterdiði cihetle, kat'iyyen size beyan ediyorum ki; dinsizlik hesabýna bizi ezen sizler; vatan ve millet ve asayiþ ve idare aleyhinde ve anarþilik lehinde ve müdhiþ bir ecnebi hesabýna beni sýkýþtýrýp, bir sarsýntý çýkarýp, o cereyanýn müdahelesini istiyorsunuz... Onun için, bütün ihanet ve hakaretlerinize beþ para kýymet vermem; asayiþi idâme lehinde, sabýr ve tahammüle karar verdim. Elbette dünya daimi olmadýðý gibi, hâdisatý da fýrtýnalý, daima deðiþir. Bir kaç saat cinayetlerle, dünyevî ve uhrevî

 

 

 

sh:» (T: 470)

 

binler zakkum ve azab neticeleri var. O zaman, faidesiz yüzbinler teessüf diyeceksiniz! Ben, resmî makamata ve bizimle tam alâkadar vazifedarlara yazdýðým gibi, sizin gibi bedbahtlara dahi derim:

 

 

 

Biz, Risale-i Nurla, bu memleketin ve istikbalinin en büyük iki tehlikesini defetmeye çalýþýyoruz.. ve bilfiil çok emarelerle, hattâ mahkemede de kýsmen isbat etmiþiz.

 

 

 

Birinci tehlike: Bu memlekette, hariçten kuvvetli bir surette girmeðe çalýþan anarþiliðe karþý sed çekmek.

 

 

 

Ýkincisi: Üçyüz elli milyon müslümanlarýn nefretlerini kardeþliðe çevirmekle, bu memleketin en büyük nokta-i istinadýný temin etmektir.

 

 

 

Afyon Emniyet Müdürüne derim ki: Müdür Bey! Dünyada, eski zamandanberi görülmemiþ bu derece kanunsuz ve mânâsýz ve maslahatsýz tecavüzler bana geldiði halde neden aldýrmýyorsunuz? Bir misali:

 

 

 

Câmiye, hâli zamanda, cemaat hayrýna sahib olmak için, bazý bir iki adamdan baþka kimseyi yanýma kabul etmediðim halde, resmen, «Kat'iyyen câmiye gitmiyeceksiniz!» deyip; bu gurbette, hastalýk ve ihtiyarlýk ve yoksulluk içinde bu ihanet hangi kanunladýr? Hangi maslahat var? Haberim olmadan, caminin hâli bir yerinde iki üç tahta, bir kilimle beni üþütmemek fikriyle bir zatýn yaptýðý iki kiþilik bir settare yüzünden, ehemmiyetli bir mes'ele þeklinde, hem bana, hem umum halka mânasýz telâþ vermek hangi kanunladýr? Hangi maslahat var? Soruyorum.

 

 

 

Bana bu ihanetleri yapanlarýn hiçbir bahaneleri yoktur. Yalnýz teveccüh-ü âmmeyi bahane edip, bu menfi adama neden hürmet ediyorsunuz?.. Ben de derim:

 

 

 

Bütün dostlarým biliyorlar ki; ben, þahsýma karþý hürmeti ve teveccüh-ü âmmeyi istemiyorum, reddediyorum. Benim hakkýmda baþkalarýnýn hüsn-ü zannýný kabul etmediðim halde, hangi kanun beni mes'ul eder ki; ihtiyarým ve rýzam haricinde, baþkasýnýn hüsn-ü zanniyle bana ihanet ediliyor. Farz-ý muhal olarak, bu teveccüh-ü âmme hakikat da olsa; vatana, millete faidesi var, zararý olmaz. Hem eðer, bir parçasýný ben de kabul etsem; bu ihtiyarlýk, hastalýk, yoksulluk ve soðuk bir oda içerisinde, dehþetli bir haps-i münferitte, zarurî hizmetlerimi görmek için bir iki insanýn dostluðunu kabul etmekliðimde hangi fenalýk var? Hangi kanun bunu meneder? Bir iki iþçi çocuktan baþkasýný benimle

 

 

 

 

 

sh:» (T: 471)

 

 

 

temas ettirmemek hangi kanunladýr? O iþçi çocuklar her vakit bulunmadýðý için, kendim iþimi göremiyorum. Bu dehþetli vaziyeti, elbette bu memlekette inzibat ve hükûmet ve idare adamlarý nazar-ý ehemmiyete almak borçlarýdýr. Cidden alâkadar eder diye size beyan ediyorum.

 

 

 

Emirdaðýnda bir tecrid-i mutlakta

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Çok Aziz Sýddýk Bahtiyar Kardeþlerim;

 

 

 

Kýzýl Rusyadan çýkarak, kýzýl ateþler, kýzýl kývýlcýmlar saçan ve birer birer dünya þehrinin mahallelerini saran ve oralarý yakýp kavuran; bazý yerlerde de nifak ve þikak ateþleri saçarak, kardeþine, «Kardeþini öldür!» diye baðýran; ve en nihayet de, Âlem-i Hýristiyaniyeti yakýp kavurup harman gibi savurduktan sonra, Âlem-i Ýslâm mahallesini saran; ve evimizin saçaklarýna kývýlcýmlarý sýçrayan; ve çok büyük ve çok dehþetli bir belâ olan komünizm gibi azîm bir yangýna karþý itfaiye vazifesini üzerine alan Risale-i Nur, müslümanlarýn ve beþerin en büyük ve yegâne tahassüngâhý ve en büyük melceidir

 

 

 

Ey Fahr-i Âlemin gösterdiði doðru yoldan þaþanlar! Dünyanýn, fâni metalarýna gururlanýp taþanlar! Ve ey «Dünyamýza zararý olur» korkusiyle nur-u Kur'andan kaçanlar! Küfr-ü mutlak ateþinin bizleri sardýðý bir zamanda ancak ve ancak en müstahkem, en kavi ve yýkýlmaz ve sarsýlmaz bir tahkimat olan Risale-i Nurun nûranî siperlerine iltica etmekle ve onun daire-i kudsiyesine girmekle kurtulacaksýnýz... Ve idam-ý ebedî zannettiðiniz ölümü, bir hayat-ý bakiyeye tebdil edeceksiniz. Ve iþte, o nurun mübarek tercümanýnýn ve mübarek þahs-ý mânevisinin اَجِرْنَا وَاَجِرْ وَالِدَيْنَا وَاَجِرْ طَلَبَةَ رَسَآئِلِ النُّورِ وَوَالِدَيْهِمْ مِنَ النَّارِ ve emsali dualarýnýn kabuliyle ve þefaatiyle ve Risale-i Nuru devamlý okumakla, ben, dehþetli mânevî hastalýklardan nasýl kurtul-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 472)

 

 

 

muþsam, sizler de o mübarek daire-i kudsiyeye dehalet ettiðinizde dünyevî ve uhrevî dertlerden, ateþlerden kurtulacak ve evlâd ve iyalinizin bir nevi çobaný olmak hasebiyle o sevgililerinizi de kurtaracaksýnýz. Ve nurlara çalýþmakla, herbirerleriniz, maddî ve manevî felâh ve saadete nail olacaksýnýz! Böyle olan milyonlarla Nur Talebeleri bu hakikata þahittirler.

 

 

 

Ey Nurcular! Allahýn sizlere ihsan ettiði ezelî lütfuna karþý secde-i þükrandan baþýnýzý kaldýrmayýnýz! Gecenin soðuðuna aldýrmayýnýz! Sizlere lûtfu hiçbir hususda esirgemiyen Rabb-ý Rahîme, gecenin bu mübarek saatlerinde kalkarak vazife-i þükrü eda ediniz. Ve bazýlarýn düþtüðü, istikbali düþünmek derdiyle maiþeti sarsan hâdiseler karþýsýnda titremeyiniz.. korkmayýnýz! Nurun kudsî kerâmât ve imdadýný müþahede ediniz! Dünya fânidir. Binler sene yaþamak olsa, bâkî olan hayat-ý uhreviyenin yanýnda hiç-ender-hiç mesabesindedir. Fakat, fâni olmakla beraber, bâki hayatýn bâki meyvelerini verecek bir mezraasýdýr. Fýrtýnalarýn þiddeti, havanýn dehþeti sizleri sarsmasýn, korkutmasýn. Bu mübarek mezraaya, en mübarek ve nuranî ve verimli ve bereketli olan nur tohumlarýný ekiniz! Zira, «Eken biçer» atalarýmýzdan kalma mübarek bir sözdür.

 

 

 

Ey Nurcular! Din düþmanlarýnýn hücumlarýndan kat'iyyen sarsýlmayýnýz.. fütur getirmeyiniz.. çalýþýnýz, çalýþýnýz, çalýþýnýz! Ve kat'iyyen inanýnýz ki, nurun þefaati, nurun duasý, nurun himmeti sizleri kurtaracaktýr!..

 

 

 

Kardeþiniz

 

Mustafa Osman

 

 

 

* * *

 

 

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

Geçen kýþta bana karþý su-i kasdlarýn, inâyet-i Ýlâhiyye ile ve duanýz yardýmiyle gelen sabýr ve tahammülüm neticesinde akîm kalan plâný pek geniþ bir tarzda olduðuna delil ise; bu yakýnda reisicumhur, Afyonda demiþ: «Bu vilâyette dînî cihette bir karýþýklýk çýkacaðýný zannederdik.»

 

 

 

 

 

sh:» (T: 473)

 

 

 

 

 

Demek, gizli komite beni sýkýþtýrmakla bir hâdise çýkarmak istiyordular. Bir ecnebi müdahelesi hesabýna, ve müslümanlar ve vatandaþlar arasýnda, bütün bütün kanunsuz ve keyfî bir tarzda, damarýma þiddetle dokunan ihanetler ve sýkýntýlarla tazibleri, onlara dünyada tam zarardýr. Âhirette Cehennem ve sakar; ve bize, dünyada mükemmel sevab ve zafer; ve âhiretde, Ýnþâallah Cennet ve âb-ý kevseri kazandýrýr. Demek bu gizli plâný heyet-i vekile ve reis hissetmiþdiler ki; buralarda umum me'murlar, hattâ vali ve kaymakam ve zabýta benimle görüþmekten kaçýyor, ürküyordular. Ben de hayret ederdim. Fakat, elimizde yalnýz Nur bulunduðunu ve siyaset topuzu bulunmadýðýný zerre kadar aklý bulunanlar anladýlar. Garibdir ki, en ziyade lehime çalýþmasý lâzým olan bazý vazifedar, aleyhimizde istimâl ve istihdâm edildi.

 

 

 

Nurcular, çok ihtiyat ve dikkat ve temkinde bulunmanýz lâzýmdýr. Çünki, manevî fýrtýnalar var; bazý dessas münafýklar her tarafa sokulur. Ýstibdad-ý mutlaka dinsizcesine taraftarken, hürriyet fýrkasýna girer; tâ onlarý bozsun ve esrarlarýný bilsin, ifna etsin.

 

 

 

Hem Salâhaddinin, Asâ-yý Musayý Amerikalýya vermesi münasebetiyle deriz: «Misyonerler ve Hýristiyan ruhanileri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünki, her halde þimâl cereyaný; Ýslâm ve Ýsevî dininin hücumuna karþý kendini müdafaa etmek fikriyle, Ýslâm ve misyonerlerin ittifaklarýný bozmaya çalýþacak. Tabaka-i avama müsaadekâr ve vücub-u zekât ve hürmet-i riba ile, burjuvalarý avâmýn yardýmýna dâvet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde müslümanlarý aldatýp, onlara bir imtiyaz verip, bir kýsmýný kendi tarafýna çekebilir.» Her ne ise, bu defa sizin hatýrýnýz için kaidemi bozdum, dünyaya baktým.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

 

 

Bu sýkýntýlý zamanda nefsim sabýrsýzlýkla beni tâciz ederken, bu fýkra onu tam susturdu; þükrettirdi. Size de faidesi olur diye leffen takdim edilen bu fýkra, baþýmýn yanýnda asýlý duruyor.

 

 

 

1- Ey nefsim! Yetmiþ üç sene, yüzde doksan adamdan ziyade zevklerden hisseni almýþsýn. Daha hakkýn kalmadý.

 

 

 

2- Sen, âni ve fâni zevklerin bekasýný arýyorsun; onun için onun zevaliyle aðlamaða baþlýyorsun. Kör hissiyatýnla bu yanlýþý-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 474)

 

 

 

nýn tam tokadýný yersin. Bir dakika gülmeye bedel on saat aðlýyorsun.

 

 

 

3- Senin baþýna gelen zulümler ve musibetlerin altýnda kaderin adaleti var. Ýnsanlar, senin yapmadýðýn bir iþle sana zulüm ediyorlar. Fakat, kader senin gizli hatalarýna binaen, o musibet eliyle seni hem terbiye, hem hatana kefaret ediyor.

 

 

 

4- Hem, yüzer tecrübenle, ey sabýrsýz nefsim! Kat'î kanaatýn gelmiþ ki; zâhiri musibetler altýnda ve neticesinde, inayet-i Ýlâhiyyenin çok tatlý neticeleri var. عَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ

 

 

 

Çok kat'î bir hakikatý ders veriyor. O dersi daima hatýra getir. Hem, feleðin çarkýný çeviren kanun-u Ýlâhî, senin hatýrýn için -o pek geniþ kanun-u kaderî- deðiþtirilmez.

 

 

 

5- مَنْ اَمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ Kudsî düsturunu kendine rehber et! Hevesli akýlsýz çocuklar gibi, muvakkat, ehemmiyetsiz lezzetlerin peþinde koþma! Düþün ki; fâni zevkler, sana mânevî elemler, teessüfler býrakýyor. Sýkýntýlar, elemler ise; bil'akis mânevî lezzetler ve uhrevî sevablar veriyor. Sen divane olmazsan, muvakkat lezzeti yalnýz þükür için arayabilirsin. Zaten lezzetler þükür için verilmiþ...

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Aziz Muhterem Kardeþim;

 

 

 

Evvelâ; Zâtýnýzýn, bir risale kadar câmi ve uzun ve müdakkikane hararetli mektubunuzu kemal-i merakla okudum. Peþin olarak size bunu beyan ediyorum ki; Risale-i Nurun üstadý ve Risale-i Nura Celcelutiye kasidesinde rumuzlu iþârâtiyle pek çok alâkadarlýk gösteren ve benim hakaik-i îmaniyede hususî üstadým,

 

 

 

«Ýmam-ý Ali» dir (R.A.) ve

 

 

 

قُلْ لآ اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلأَّ اْلمَوَدَّةَ فِى اْلقُرْبَى

 

 

 

sh:» (T: 475)

 

 

 

Âyetinin nassiyle, Âl-i Beytin muhabbeti, Risale-i Nurda ve mesleðimizde bir esasdýr. Ve Vehhabilik damarý, hiçbir cihetle nurun hakikî þâkirdlerinde olmamak lâzým geliyor. Fakat, mâdem bu zamanda zýndýka ve ehl-i dalâlet, ihtilâftan istifade edip ehl-i îmaný þaþýrtýp ve þeairi bozarak, Kur'an ve îman aleyhinde kuvvetli cereyanlarý var; elbette bu müthiþ düþmana karþý, cüz'î teferruata dâir medar-ý ihtilâf münakaþalarýn kapýsýný açmamak gerektir.

 

 

 

Hem, ölmüþ insanlarý zemmetmeye hiç lüzum yok. Onlar, dâr-ý âhirette mahall-i ceyazaya gitmiþler. Lüzumsuz zararlý, onlarýn kusurlarýný beyan etmek; emrolunan muhabbet-i Âl-i Beytin muktezasý deðildir ve lâzým da deðildir diye, Ehl-i Sünnet Vel-Cemaat, Sahabeler zamanýndaki fitnelerden bahs açmayý menetmiþler. Çünki, Vak'a-i Cemelde, Aþere-i Mübeþþereden Zübeyr (R.A.) ve Talha (R.A.) ve Âiþe-i Sýddîka (R.A.) bulunmasiyle, Ehl-i Sünnet Vel-Cemaat o harbi «Ýçtihad neticesi» deyip, «Hazret-i Ali (R.A.) haklý, öteki taraf haksýz; fakat içtihad neticesi olduðu cihetle affedilir» derler.

 

 

 

Hem Vehhabîlik damarý, hem müfrit Râfizilerin mezhebleri Ýslâmiyete zarar vermesin diye, Sýffîn Harbindeki bâðilerden de bahs açmayý zararlý görüyorlar. Haccâc-ý Zâlim, Yezid ve Velid gibi heriflere, ilm-i kelâmýn en büyük allâmesi olan Sa'deddin-i Teftazânî «Yezide lânet caizdir» demiþ; fakat, lânet vacibdir dememiþ; hayýrdýr ve sevabý vardýr dememiþ. Çünki: Hem Kur'âný hem Peygamberi, hem bütün Sahabelerin kudsî sohbetlerini inkâr eden hadsizdir. Þimdi onlardan meydanda gezenler çoktur. Þer'an, bir adam hiç mel'unlarý hatýra getirmeyip lânet etmese, hiçbir zararý yok. Çünki, zem ve lânet ise, medih ve muhabbet gibi deðil. Onlar, amel-i salihde dahil olamaz. Eðer zararý varsa, daha fena.

 

 

 

Ýþte; þimdi gizli münafýklar, Vehhabilik damariyle, en ziyade Ýslâmiyeti ve Hakikat-ý Kur'aniyeyi muhafazaya me'mur ve mükellef olan bir kýsým hocalarý elde edip, ehl-i hakikatý Alevilikle itham etmekle birbiri aleyhinde istimâl ederek, dehþetli bir darbeyi Ýslâmiyete vurmaða çalýþanlar meydanda geziyorlar. Sen de bir parçasýný mektubunda yazýyorsun. Hattâ sen de biliyorsun, benim ve Risale-i Nurun aleyhinde istimâl edilen en te'sirli vasýtayý hocalardan bulmuþlar. Þimdi, Haremeyn-i Þerifeyne hükmeden

 

 

 

 

 

sh:» (T: 476)

 

 

 

Vehhabiler ve meþhur dehþetli dâhilerden, Ýbn-i Teymiye ve Ýbn-ül Kayyým-ýl Cevzî'nin pek acib ve cazibedar eserleri, Ýstanbulda, çoktanberi hocalarýn eline geçmesiyle, hususan evliyalar aleyhinde ve bir derece bid'alara müsaadekâr meþreblerini kendilerine perde yapmak istiyen bid'alara bulaþmýþ bir kýsým hocalar, sizin, muhabbet-i Al-i Beytden gelen ve þimdiki izharý lâzým olmýyan içtihadýnýzý vesile ederek, hem sana, hem nur þâkirdlerine darbe vurabilirler. Madem zemmetmemek ve tekfir etmemekte bir emr-i þer'i yok; fakat zemde ve tekfirde hükm-ü þer'i var. Zem ve tekfir eðer haksýz olsa, büyük zararý var. Eðer haklý ise, hiç hayýr ve sevab yok. Çünki, tekfire ve zemme müstahak hadsizdirler. Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir hükm-ü þer'i yok, hiç zararý da yok.

 

 

 

Ýþte bu hakikat içindir ki; ehl-i hakikat, baþta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beytin, Eimme-i Ýsna-Aþer olarak Ehl-i Sünnetin mezkûr hakikata müstenid olan kanun-u kudsiyeyi kendilerine rehber edip, Ýslâmlar içinde o eski zaman fitnelerinden medar-ý bahs ve münakaþa etmeyi câiz görmemiþler; menfaatsiz, zararý var demiþler.

 

 

 

Hem o harblerde, çok ehemmiyetli Sahabeler nasýlsa iki tarafta da bulunmuþlar. O fitneleri bahsetmekte, o hakikî Sahabelere Talha (R.A.), Zübeyr (R.A.) gibi Aþere-i Mübeþþereye dahi tarafgirâne bir inkâr, bir itiraz kalbe gelir. Hata varsa da, tövbe ihtimali kuvvetlidir. O eski zamana gidip; lüzumsuz, zararlý, þeriat emretmeden o ahvalleri tetkik etmekten ise; þimdi bu zamanda bilfiil Ýslâmiyete dehþetli darbeleri vuran ve binler lânete, nefrete müstahak olanlara ehemmiyet vermemek gibi bir halet, mü'min ve müdakkik bir zâtýn vazife-i kudsiyesine muvafýk gelemez. Hattâ, Sabri ile küçücük münakaþanýz; hem Risale-i Nura, hakaik-i îmaniyenin intiþarýna ehemmiyetlei bir zarar verdiðini senden saklamam; ayný vakitte burada hissettim, müteessir ve müteellim oldum.

 

 

 

Sonra, senin gibi ehl-i tahkik bir âlimin, Risale-i Nura, oraca ehemmiyetli ve hizmete vesile olacak Sabrinin oraya gelmesi, ikinizden büyük bir hizmet-i nuriye beklerken, bil'akis üç cihetle Nura zarar geldiðini hissettim ve gördüm. Acaba neden bu zarar olmuþ diye düþünürken, iki üç gün sonra haber aldým ki, Sabri, mânâsýz ve lüzumsuz seninle münakaþa etmiþ; sen de hiddete gel-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 477)

 

 

 

miþsin. Eyvah! dedim. «Ya Rab! Erzurumdan imdadýma yetiþen bu iki zâtýn münakaþasýný müsalâhaya tebdil et» diye dua ettim. Risale-i Nurun Ýhlâs Lem'alarýnda denildiði gibi; þimdi ehl-i îman, deðil müslüman kardeþleriyle belki Hýristiyanýn dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medar-ý ihtilâf mes'eleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir. Çünki küfr-ü mutlak hücum ediyor. Senin hamiyet-i dîniyen ve tecrübe-i ilmiyen ve Nurlara karþý alâkan sebebiyle, senden rica ediyorum ki; Sabri ile geçen macerayý unutmaða çalýþ; ve onuda affet ve helâl et. Çünki; o kendi kafasiyle konuþmamýþ; eskidenberi hocalardan iþittiði þeyleri lüzumsuz münakaþa ile söylemiþ.

 

 

 

Bilirsin ki, büyük bir hasene ve iyilik, çok günahlara kefaret olur. Evet, o hemþehrimiz Sabri, hakikaten Nura ve Nur vasýtasiyle îmana öyle bir hizmet eylemiþ ki, bin hatasýný affettirir. Sizin âlicenablýðýnýzdan, o Nur hizmetleri hatýrý için, dost bir hemþehri ve Nur hizmetinde bir arkadaþ nazariyle bakmalýsýnýz. Sahabelerin bir kýsmý, o harblerde, adâlet-i izafiye ve nisbiye ve ruhsat-ý þer'iyyeyi düþünüp, tâbi olarak Hazret-i Alinin (R.A.) takip ettiði adâlet-i hakikiye ve azîmet-i þer'iyye ile beraber; zâhidane, müstaðniyane, muktesidane mesleðini terkedip, muhalif tarafa bu içtihad neticesinde girdiklerini; hattâ, Ýmam-ý Alinin (R.A.) kardeþi Âkil ve Hibr-ül-ümme ünvanýný alan Abdullah Ýbn-i Abbas dahi, bir vakit muhalif tarafýnda bulunduklarýndan, hakikî ehl-i Sünnet Vel-Cemaat, مِنْ مَحَاسِنِ الشَّرِيعَةِ سَدُّ اَبْوَابِ اْلفِتَنِ bir düstur-u esasiye-i þer'iyyeye binaen طَهَّرَ اللَّهُ اَيْدِيَنَافَلْنُطَهِّرُ اَلْسِنَتَنَا diyerek o fitnelerin kapýsýný açmayý ve bahsetmeyi caiz görmüyorlar. Çünki, itiraza müstehak bir kaç tane varsa, tarafgirlik damariyle büyük Sahabelere, hattâ muhalif tarafýnda bulunan Âl-i Beytin bir kýsmýna ve Talha (R.A.) ve Zübeyr (R.A.) gibi Aþere-i Mübeþþereden büyük zatlara itiraza baþlar, zem ve adâvet meyli uyanýr diye, Ehl-i Sünnet o kapýyý kapamak taraftarýdýr. Hatta, Ehl-i Sünnetin ve Ýlm-i Kelâmýn azîm imamlarýndan meþhur Sa'deddin-i Teftazâni, Yezid ve Velid hakkýnda tel'in-u tadliline cevaz vermesine mukabil; Seyyid-i Þerif-i Cürcâni gibi Ehl-i Sünnet vel-Cemaatin allâme-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 478)

 

 

 

leri demiþler: «Gerçi Yezid ve Velid zâlim ve gaddar ve fâcirdirler; fakat, sekeratta îmansýz gittikleri gaybîdir ve kat'î bir derecede bilinmediði için, þahýslarýn hakkýnda nass-ý kat'î ve delil-i kat'î bulunmadýðý vakit, îmanla gitmesi ihtimali ve tövbe etmek ihtimaliyle öyle hususî þahsa lânet edilmez. Belki,

 

لَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ وَالْمُنَافِقِينَ

 

gibi umumî bir ünvan ile lânet caiz olabilir. Yoksa zararlý, lüzumsuzdur.» diye, Sa'deddin-i Teftazanîye mukabele etmiþler.

 

 

 

Senin, müdakkikane ve âlimane mektubuna karþý uzun cevab yazmadýðýmýn sebebi, hem ehemmiyetli hastalýðým ve ehemmiyetli meþgalelerim içinde acele bu kadar yazabildim.

 

 

 

Kardeþiniz

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

 

 

DAHÝLÝYE VEKÝLÝYLE HASBIHALDEN BÝR PARÇADIR

 

 

 

........................................................................

 

 

 

Hiçbir tarihte ve zemin yüzünde emsali vukubulmýyan bir zulme ve on vecihle kanunsuz bir gadre ve tazyike hedef olmuþum. Þöyleki:

 

 

 

Hem, þiddetli sû-i kasd eseri olarak zehirlenmeden hasta; hem gayet zaif, yetmiþbir yaþýnda ihtiyar; hem, kimsesiz, acýnacak bir gurbette; hem, palto ve fanilâ ve pabucunu satmakla maiþetini temin eden fakr-ý hal; hem, yirmibeþ sene münzevî olmasýndan, binden ancak tam sâdýk bir adam ile görüþebilen bir merdümgiriz, mütevahhiþ; hem, yirmi sene hayatýný ve eserlerini üç mahkeme ve Ankara ehl-i vukufu inceden inceye tetkikten sonra bil'ittifak beraetine ve eserleri vatana, millete zararsýz olarak menfaatli olmasýna karar verilmiþ bir masum; hem, Eski Harb-i Umumîde ehemmiyetli hizmet etmiþ bir evlâd-ý vatan; hem, þimdi bu milleti, bu vataný, anarþilikten ve ecnebi ifsadlarýndan kurtarmak için, meydandaki tesirli âsâriyle bütün kuvvetiyle çalýþan bir hamiyetperver; ve mahkemede yetmiþ þahidle isbad edildiði gibi yirmibeþ senede bir gazeteyi okumýyan, merak etmiyen ve yedi sene Harb-i Umumiye bakmýyan, sormayan, bilmeyen ve eserlerinde kuvvetli delillerle siyasetten bütün bütün alâkasýný kestiðini isbat eden ve dünyanýza karýþmadýðýný adliyeleriniz resmen itiraf ettiði bir zarar-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 479)

 

 

 

sýz adam; hem, âhiretine ve ihlâsýna zarar gelmemek için þiddetle teveccüh-ü âmmeden kaçan ve kardeþlerinin onun hakkýndaki hüsn-ü zanlarýndan ve medihlerinden çekinen, beðenmiyen bu bîçare Saide; baþta Dâhiliye Vekili olan sen, Afyon Valisini ve Emirdað zabýtasýný musallat edip, hergün bir ay haps-i münferid azabýný çektirmek ve tecrid-i mutlak içinde tek baþiyle bir haps-i münferidde durmaða mecbur etmeðe, hangi maslahatýnýz iktiza eder? Hangi kanun bu dehþetli gadra müsaade eder diye, hukuk-u umumiyeyi muhafaza eden adliyenin yüksek dairesi vasýtasiyle dahiliye vekiline beyan ediyorum.

 

 

 

Zulmen bütün hukuk-u medeniyeden ve

 

insaniyeden ve yaþamak hakkýndan mahrum edilen

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

Eski Dahiliye Vekili, Þimdi Parti Kâtib-i Umumisi Hilmi Bey

 

 

 

Evvelâ: Yirmi sene zarfýnda bir tek istida, Dahiliye Vekili iken sana yazdým. Fakat, yirmi senelik kaidemi bozmadým. Hem eski dahiliye vekili, hem þimdi kâtib-i umumî sýfatlariyle seninle konuþacaðým.

 

 

 

Yirmi sene hükûmetle konuþmýyan; tek bir def'a hükûmet hesabýna hükûmetin büyük bir rüknü ile konuþan adam, on saat kadar söylese azdýr. Onun için siz, benimle konuþmayý bir iki saat müsaade ediniz.

 

 

 

Saniyen: Þimdi, partinin kâtib-i umumisi itibariyle size bir hakikatý beyan etmeye kendimi mecbur biliyorum. Hakikat da þudur:

 

 

 

Senin kâtib-i umumî olduðun Halk Fýrkasýnýn, millet karþýsýnda gayet ehemmiyetli bir vazifesi var. O da þudur:

 

 

 

Bin senedenberi Âlem-i Ýslâmiyeti kahramanlýðiyle memnun eden ve vahdet-i Ýslâmiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beþeriyetin küfr-ü mutlaktan ve dalâletten þanlý bir surette kurtulmasýna büyük bir vesile olan Türk Milleti ve Türkleþmiþ olanlarýn din kardeþleri. Eðer þimdi, eski zaman gibi kahramancasýna Kur'ana ve hakaik-i imana sahip çýkmazsanýz ve doðrudan doðruya hakaik-ý Kur'aniye ve imaniyeyi tervice çalýþmazsanýz; size kat'iyen haber veriyorum ve kat'î hüccetlerle isbat ederim ki: Âlem-i Ýslâmýn muhabbet ve uhuvveti yerine, dehþetli bir nefret

 

 

 

sh:» (T: 480)

 

 

 

ve kahraman kardeþi ve kumandaný olan Türk Milletine bir adavet ve þimdi Âlem-i Ýslâmý mahva çalýþan küfr-ü mutlak altýndaki anarþiliðe maðlûb olup, Âlem-i Ýslâmýn kal'asý ve þanlý ordusu olan bu Türk Milletinin parça parça olmasýna ve þark-ý þimaliden çýkan dehþetli ejderhanýn istilâ etmesine sebebiyet vereceksiniz.

 

 

 

Evet, hariçte iki dehþetli cereyana karþý bu kahraman millet, Kur'an kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa, küfr-ü mutlaký, istibdad-ý mutlaký, sefahet-i mutlaký ve ehl-i namusun servetini serserilere ibahe etmesini âlet ederek, dehþetli bir kuvvetle gelen bir cereyaný durduracak; ancak, Ýslâmiyet hakikatiyle mezcolmuþ, ittihad etmiþ ve bütün mâzideki þerefini Ýslâmiyette bulmuþ olan bu milletteki din kuvveti ve îman bütünlüðüdür.

 

 

 

Evet, bu milletin hamiyetperverleri, milliyetperverleri herþeyden evvel; bu mümteziç, müttehit milliyetin can damarý hükmünde olan hakaik-i Kur'aniyyeyi, terbiye-i medeniye yerine ikame etmek ve düstur-u hareket yapmakla o cereyaný durdurur, Ýnþâallah...

 

 

 

Ýkinci Cereyan: Eðer siz hamiyetperver, milletperver adamlar gibi, þimdiye kadar cereyan eden ve medeniyet hesabýna mukaddesatý çiðneyen usulleri muhafazaya çalýþýp, üç-dört þahsýn inkýlâb namýndaki yaptýklarý icraatý esas tutarak, mevcud haseneleri ve inkýlâb iyiliklerini onlara verip; ve mevcud dehþetli kusurlar millete verilse; o vakit üç dört adamýn üç-dört seyyiesi, üç-dört milyon seyyie olup, bu kahraman ve dindar milleti ve Ýslâm ordusu olan Türk Milletini, geçmiþ asýrlardaki milyarlar þerefli merhum ordularýna ve milyonlarla þehidlerine ve milletine büyük bir muhalefet ve ervahýna bir mânevî azab ve þerefsizlik olmakla beraber; o üç-dört inkýlâbcý adamýn pek az hisseleri bulunan ve millet ve ordunun kuvvet ve himmetiyle vücud bulan haseneleri, o üç-dört adama verilse, o üç-dört milyon iyilikler, üç-dört haseneye inhisar edip küçülür, hiçe iner; daha dehþetli kusurlara kefaret olamaz.

 

 

 

Salisen: Size karþý, elbette çok cihetlerde dahilî ve haricî muarýzlar var. Eðer bu muarýzlarýnýz hakaik-ý imaniye namýna çýksaydý, birden sizi maðlûb ederdi. Çünki; bu milletin yüzde doksaný, bir senedenberi an'ane-i Ýslâmiye ile ruh ve kalb ile baðlanmýþ. Zâhiren, muhalif-i fýtratýndaki emre itaat cihetiyle

 

 

 

 

 

sh:» (T: 481)

 

 

 

serfüru etse de kalben baðlanmaz.

 

 

 

Hem bir müslüman, baþka milletler gibi deðil. Eðer dinini býraksa anarþist olur, hiçbir kayd altýnda kalamaz. Ýstibdad-ý mutlaktan, rüþvet-i mutlakadan baþka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez. Bu hakikatýn çok hüccetleri, çok misalleri var. Kýsa kesip, sizin zekâvetinize havale ediyorum.

 

 

 

Bu asrýn, Kur'ana þiddet-i ihtiyacýný hissetmekte Ýsveç, Norveç, Finlandiyadan geri kalmamak size elzemdir. Belki onlara ve onlar gibilere rehber olmak vazifenizdir. Siz, þimdiye kadar gelen inkýlâb kusurlarýný üç-dört adamlara verip, þimdiye kadar umumî harb vesair inkýlâblarýn icbariyle yapýlan tahribatlarý -hususan an'ane-i diniye hakkýnda- tamire çalýþsanýz; hem size istikbalde çok büyük bir þeref ve ahirette büyük kusuratlarýnýza kefaret olup, hem vatan ve millet hakkýnda menfaatli hizmet ederek, milliyetperver, hamiyetperver namýna müstahak olursunuz.

 

 

 

Rabian: Mâdem, ölüm öldürülmüyor ve kabir kapýsý kapanmýyor ve mâdem siz de herkes gibi kabre koþuyorsunuz ve mâdem o kat'î ölüm, ehl-i dalâlet için idam-ý ebedidir. Yüzbin cemiyetçilik ve dünyaperestlik ve siyasetçilik onu tebdil edemez. Ve mâdem Kur'an, o idam-ý ebediyi, ehl-i iman için tehris tezkeresine çevirdiðini güneþ gibi isbat eden Risale-i Nur elinize geçmiþ ve yirmi senedenberi hiçbir feylesof, hiçbir dinsiz ona karþý çýkamýyor, bilâkis, dikkat eden feylesoflarý imana getiriyor. Ve bu oniki sene zarfýnda dört büyük mahkemeniz ve feylesof ve ulemadan mürekkeb ehl-i vukufunuz, Risale-i Nuru tahsin ve tasdik ve takdir edip, îman hakkýndaki hüccetlerine itiraz edememiþler. Ve bu millet ve vatana hiçbir zararý olmamakla beraber, hücum eden dehþetli cereyanlara karþý, Sedd-i Zülkarneyn gibi bir Sedd-i Kur'ani olduðuna, Türk Milletinden, hususan mekteb görmüþ gençlerden yüzbin þahid gösterebilirim. Elbette benim size karþý bu fikrimi tam nazara almak ehemmiyetli bir vazifenizdir. Siz, dünyevî çok diplomatlarý her zaman dinliyorsunuz; bir parça da, âhiret hesabýna konuþan benim gibi kabir kapýsýnda, vatandaþlarýn haline aðlayan bir bîçareyi dinlemek lâzýmdýr.

 

 

 

Bu istida, yirmi senedenberi hiç müracaat etmediðim halde, bir hiddet zamanýnda, bir defa olarak, beni tâzib eden Dahiliye Vekili Hilmi'ye hitaben yazýlmýþ; bera-yý malûmat Afyon Emniyet Müdürüne gönderilmiþ. Mânasýz, lüzumsuz dört-beþ defa

 

 

 

 

 

sh:» (T: 482)

 

 

 

bana sýkýntý verdiler; «Senin yazýn böyle deðil, kim sana böyle yazmýþ!» diye, resmen beni karakola çaðýrdýlar. Ben de dedim:

 

 

 

«Böylelere müracaat edilmez.. yirmi sene sükûtum haklý imiþ.»

 

 

 

Ey Emirdað Hükûmeti ve zabýtasý! Bu hasbýhali bir sene evvel yazmýþtým; fakat vermedim, sakladým. Þimdi beþ cihetle kanunsuz, beni hususî ikametgâhýmda bir hizmetçiden men' ve müdahale etmeleri gibi, dünyada emsalsiz bir tarzda beni istibdad-ý mutlak altýna alýyorlar. Kanun namýna kanunsuzluk edenleri, insafa gelmek fikriyle izhar ediyorum.

 

 

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþim, bu fâni dünyada hamiyetli ve ciddî bir arkadaþým,

 

 

 

Evvelâ: Bütün dostlarým ve hemþehrilerimden en ziyade zâtýnýz ve bazý Erzurumlu zatlarýn benim bu iþkenceli mazlumiyet hâletimde þefkatkârâne ciddî alâkadarlýðýnýza ve imdadýma fikren koþmanýza cidden çok minnettarým.. ve âhir ömrüme kadar unutmayacaðým. Size bin Maþâallah ve Barekallah derim.

 

 

 

Saniyen: Mesleðime ve Risale-i Nur'dan aldýðým dersime bütün bütün muhalif olarak ve on senedenberi fâni dünyanýn geçici, ehemmiyetsiz hâdiselerine bakmamak olan bir düstur-u hayatýma da münafi olarak, sýrf senin hatýrýn ve merak ettiðin ve bu defaki uzun mektubun için, vaziyetime ve zalimlerin iþkencelerine ait birkaç maddeyi beyan edeceðim.

 

 

 

Birincisi: Otuz sene evvel Darül-Hikmette âza iken bir gün arkadaþýmýzdan ve Darül-Hikmet âzasýndan Seyyid Sadeddin Paþa dedi ki: Kat'î bir vasýta ile haber aldým; kökü ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zýndýka komitesi senin bir eserini okumuþ, demiþler ki: Bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleðimizi yani zýndýkayý (dinsizliði) bu millete kabul ettiremeyeceðiz.. bunun vücudunu kaldýrmalýyýz! diye, senin idamýna hükmetmiþler. Kendini muhafaza et. Ben de: «Tevekkeltü Alellah.. ecel birdir, tagayyür etmez» dedim.

 

 

 

sh:» (T: 483)

 

 

 

Ýþte bu komite otuz sene belki kýrk senedenberi hem tevessü' etti, hem benimle mücadelede herbir desiseyi istimal etti. Ýki defa imha için hapse ve onbir defa da beni zehirlemeye çalýþmýþlar. En son dehþetli plânlarý, sâbýk Dahiliye Vekilini ve Afyon'un sâbýk Valisini ve Emirdaðý'nýn sâbýk Kaymakam Vekilini aleyhime sevketmeleriyle, resmî hükûmetin nüfuzunu bütün þiddetiyle aleyhimde istimal etmeleridir. Benim gibi zayýp, ihtiyar, merdümgiriz, fakir, garib, hizmete çok muhtaç bir biçareye o üç resmî memurlar, aleyhimde öyle bir propaganda yapmýþ ve herkesteki korku o dereceye varmýþ ki, bir memur bana selâm etse, haber aldýklarý vakit deðiþtirdikleri için, casusluktan baþka hiç bir memur bana uðramadýðýný ve komþularýmýn da bazýlarý korkularýndan hiç selâm etmediklerini gördüðüm halde, inayet ve hýfz-ý Ýlâhî bana bir sabýr ve tahammül verdi. Emsalsiz bu iþkence ve bu tazyik beni onlara dehalete mecbur etmedi.

 

 

 

..........................................................................

 

 

 

Üçüncüsü: Ýki sene, iki mahkeme ellerinde tetkik edilen bütün Risale-i Nur eczalarýnda kanunca bir vesile bulamayýp (Hâþiye) bizi ve Risale-i Nur'u beraet ettirdikten sonra, zýndýka komitesi, münafýk bazý memurlarý vesile ederek, merkez-i hükûmette resmî bir plân çevirip, bütün bütün hilâf-ý kanun olarak bütün dostlarýmdan ve talebelerimden tecrid ve sýhhat ve hayatým noktasýnda en fena bir yerde, beni nefyetmek namý altýnda, haps-i münferid ve tecrid-i mutlak mânasýnda beni Emirdaðý'na gönderdiler. Þimdi tahakkuk etmiþ ki, iki maksatla bu muameleyi yapýyorlar.

 

 

 

Birisi: Eskidenberi ihaneti kabul etmediðimden, beni o surette hiddete getirip, bir mesele çýkararak mahvýma yol açmaktý. Bundan bir þey çýkaramadýklarý için, zehirlendirmek vasýtasiyle mahvýma çalýþtýlar. Fakat, inayet-i Ýlâhiyye ile Nur þakirdlerinin dualarý, tiryak gibi, panzehir gibi ve sabýr ve tahammülüm tam bir ilâç gibi o plâný akîm býraktý. O maddî ve mânevî zehirin tehlikesini geçirdi. Gerçi hiçbir tarihte hiçbir hükûmette bu tarz-

 

 

 

__________________________________________

 

 

 

Hâþiye: Ya; hiçbir cihetle hiçbir kanun, hattâ onlarýn bazý keyfî kanunlarý bize ve Risale-i Nura iliþmiyorlar; veyahud þimdiki bazý kanunlar iliþtiði halde, koca Adliyeler ve üç büyük mahkemeler, istikbalde gelecek þiddetli nefret ve lânetten çekinmek için, Nurun ve bizin mahkûmiyetimize cesaret edemeyip, ittifakla umumumuzun beraetine ve bütün Risale-i Nurun iadesine karar verdiler. Dað gibi kuvvetli adliyeler çekindiði halde, muvakkat bir makam olan gaddar þahsiyetlerin bu zulmü yapmalarý, elbette semavatý ve arzý kýzdýrýyor.. daha hiddetime lüzum kalmýyor.

 

 

 

 

 

sh:» (T: 484)

 

 

 

da iþkenceli zulümler kanun namýna, hükûmet namýna yapýlmadýðý halde; damarlarýma dokunduracak tarzda mütemadiyen tarassutlarla, herkesi ürkütmekle beni hiddete getiriyordu. Fakat birden kalbime ihtar edildi ki, bu zalimlere hiddet deðil, acýmalýsýn! Onlarýn herbirisi, pek az bir zaman sonra, sana muvakkaten verdikleri azab yerinde bin derece fazla bâkî azablara ve maddî ve mânevî cehennemlere mâruz kalacaklar. Senin intikamýn, bin defa ziyade onlardan alýnýr. Ve bir kýsmý -aklý varsa- dünyada da kaldýkça geberinceye kadar vicdan azabý ve idam-ý ebedî korkusuyla iþkence çekecekler. Ben de onlara karþý hiddeti terkettim, onlara acýdým, «Allah ýslah etsin,» dedim.

 

 

 

Hem, bu azab ve iþkenceler pek büyük sevab kazandýrmakla beraber, Risale-i Nur þakirdleri yerine ve onlarýn bedeline benimle meþgul olup yalnýz beni tâzib etmeleri, Nurculara büyük bir faide ve selâmetlerine hizmet olmasý cihetinde de Cenab-ý Hakka þükrediyorum. Ve müthiþ sýkýntýlarým içinde bir sevinç hissediyorum.

 

 

 

Dördüncüsü: Senin mektubunda, benim istirahatýmý ve eðer iktidarým olsa benim Þam ve Hicaz tarafýna gitmeme dair sizin hükûmet-i hazýraya müracaat maddesi ise...

 

 

 

Evvelâ: Biz, imaný kurtarmak ve Kur'âna hizmet için Mekke'de olsam da buraya gelmek lâzýmdý. Çünkü, en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalýklara mübtelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin imanýna ve saadetine hizmet için burada kalmaða -Kur'ândan aldýðým dersle- karar verdim ve vermiþiz.

 

 

 

Saniyen: Bana karþý hürmet yerine hakaret görmek noktasýný, mektubunuzda, «Mýsýr'da, Amerika'da olsa idiniz; tarihlerde hürmetle yâdedilecektiniz!» diye yazýyorsunuz.

 

 

 

Aziz, dikkatli kardeþim; biz, insanlarýn hürmet ve ihtiramýndan ve þahsýmýza ait hüsn-ü zan ve ikram ve tahsinlerinden, mesleðimiz itibariyle cidden kaçýyoruz. Hususan, acib bir riyakârlýk olan þöhretperestlik ve cazibedar bir hodfüruþluk olan tarihlere þaþaalý geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nur'un bir esasý ve mesleði olan ihlâsa zýddýr ve münafidir. Onu arzulamak deðil, bilâkis þahsýmýz itibariyle ondan ürküyoruz. Yalnýz Kur'ânýn feyzinden gelen ve i'caz-ý mânevîsinin lemeatý olan ve hakikatlarýnýn tefsiri bulunan ve týlsýmlarýný açan Risale-i Nur'un

 

 

 

sh:» (T: 485)

 

revacýný ve herkesin ona ihtiyacýný hissetmesini ve pek yüksek kýymetini herkes takdir etmesini ve onun pek zâhir mânevî kerâmatýný ve iman noktasýnda, zýndýkanýn bütün dinsizliklerini maðlûp ettiklerini ve edeceklerini bildirmek, göstermek istiyoruz ve onu rahmet-i Ýlâhiyyeden bekliyoruz.

 

 

 

Þahsýma ait ehemmiyetsiz ve cüz'î bir maddeyi hâþiye olarak beyan ediyorum:

 

 

 

Madem Receb Bey ve Kara Kâzým, seninle dost ve zannýmca eski Said'le de münasebetleri var, onlardan iyilik istemek deðil, belki bana karþý, selefleri gibi mânasýz, lüzumsuz tazyik ve zulme meydan vermesinler. Hakikaten buranýn maddî ve mânevî havasiyle imtizaç edemiyorum. Sýkýntýlarým pek fazla. Ýkametgâhýmý, hem dýþarýdan, hem içeriden kilitliyorum. Her cihetle yalnýzým. Ve bir cihetle de; komþusuz, sýkýntýlý bir odada, hasta bir halde hayatýmý geçiriyorum. Bazan bir günü, Denizli'de bir ay hapisten fazla beni sýkmýþ. Bu yirmi sene dehþetli zulüm ile hürriyetime ve serbestiyetime iliþmek artýk yeter! Zaten iki sene mahkemelerin tetkikatiyle ve aleyhimdeki münafýklarýn plânlarý akîm kalmasiyle kat'iyyen tebeyyün etmiþ ki; þahsýmda ve Nurlarda, bu vatan ve millete zarar tevehhüm etmekle daha kimseyi kandýramazlar. Ben de herkes gibi hürriyetime sahip olsam, belki tebdil-i hava için mutedil havasý bulunan bu kazanýn bazý köylerine gitmeme müsaadekâr bir iþ'ar olsa münasip olur. Size ve oradaki Nur dostlarýma çok selâm ve dua ediyoruz.

 

 

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

Maddî ve mânevî bir sual münasebetiyle hatýra gelen bir cevaptýr.

 

 

 

Deniliyor ki: Neden Nur þakirdlerinin kuvvetli hüsn-ü zanlarý ve kat'î kanaatlarý, senin þahsýn hakkýnda Nurlara daha ziyade

 

 

 

 

 

sh:» (T: 486)

 

þevklerine medar olan bir makamý ve kemâlâtý þahsýna kabul etmiyorsun? Yalnýz Risale-i Nur'a verip, kendini çok kusurlu bir hâdim gösteriyorsun?

 

 

 

Elcevab: Hadsiz hamd ve þükür olsun ki, Risale-i Nur'un öyle kuvvetli ve sarsýlmaz istinad noktalarý ve öyle parlak ve keskin hüccetleri var ki; benim þahsýmda zannedilen meziyete, istidada ihtiyacý yoktur. Baþka eserler gibi müellifin kabiliyetine bakýp, makbuliyeti ve kuvveti ondan almýyor. Ýþte meydanda, yirmi senedir kat'î hüccetlerine dayanýp, þahsýmýn maddî ve mânevî düþmanlarýný teslime mecbur ediyor. Eðer þahsiyetim ona ehemmiyetli bir nokta-i istinad olsaydý, dinsiz düþmanlarým ve insafsýz vurabilirdiler. Halbuki o düþmanlar, divaneliklerdinden, yine her nevi desiselerle beni çürütmeye ve hakkýmda teveccüh-ü âmmeyi kýrmaða çalýþtýklarý halde Nurlarý fütuhatýna ve kýymetine zarar veremiyorlar. Yalnýz bazý zaif ve yeni müþtaklarý bulandýrsa da vazgeçiremiyorlar.

 

 

 

Bu hakikat için, hem bu zamanda enaniyet ziyade hükmettiði için, haddimden çok ziyade olan hüsn-ü zanlarý kendime almýyorum. Ve ben, kardeþlerim gibi, kendi nefsime hüsn-ü zan etmiyorum. Hem kardeþlerimin bu biçare kardeþlerine verdiði makam-ý uhrevî, hakikî dinî makam ise; Mektubat'ta, Ýkinci Mektubun âhirindeki kaideye göre, «Þahsýma verdikleri mânevî hediye olan kemâlâtý, eðer hâþâ! Ben kendimi öyle bilsem, olmamasýna delildir; kendimi öyle bilmesem, onlarýn o hediyesini kabul etmemek lâzým geliyor.» Hem kendini makam sahibi bilmek cihetinde enaniyet müdahale edebilir.

 

 

 

Bir þey daha kaldý ki, dünya cihetinde hakaik-i imaniyenin neþrindeki vazifedar, makam sahibi olsa, daha iyi tesir eder denilebilir. Bunda da iki mâni var.

 

 

 

Birisi: Faraza velâyet olsa da; bilerek, isteyerek makam yapmak tarzýnda, velâyetin mahiyetindeki ihlâs ve mahviyete münafidir. Nübüvvetin vereseleri olan Sahabeler gibi izhar ve dâvâ edemezler; onlara kýyas edilmez.

 

 

 

Ýkinci Mâni: Pek çok cihetlerle çürütülebilir ve fâni ve cüz'î ve muvakkat ve kusurlu bir þahýs sahib olsa, Nurlara ve hakaik-i imaniyenin fütuhatýna zarar gelir. Fakat bir nokta var ki, mucib-i þükrandýr; ehl-i siyasetteki düþmanlarým, mezkûr hakikatlarý bil-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 487)

 

 

 

medikleri için; þerefli, izzetli eski Said'i düþünüp, mütemadiyen Nurlar bedeline benim þahsýma ihanet ve tenkis etmekle meþgul oluyorlar. Bazý mutaasýb enaniyetli hocalarý da þahsýmýn aleyhine çeviriyorlar; gûya Nurlarý söndürmeye çalýþýyorlar. Halbuki, Nurlarý daha ziyade parlattýrmaya vesile oluyorlar. Nurlar, âdi þahsýmdan deðil, Kur'ân güneþinin menbaýndan nurlarý alýyor.

 

........................................................................

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

Bu þaþaalý baharýn çiçeklerini temaþa etmek için, araba ile bir iki saat geziyorum. Hiç hayatýmda görmediðim bir tarzda, bütün çiçekli otlar âdetin fevkinde bir tarzda büyümüþ, çiçekler açmýþ, tebessümkârâne tesbihat edip, lisan-ý hal ile Sâni-i Zülcelâllerinin sanatýný takdir ve alkýþlýyorlar gibi hakkalyakîn hissettiðimden; hayat-ý dünyevîyeye müþtak hissiyatým ve gafil ve tahammülsüz nefsim, bu halden istifade ederek, dünyadan nefret ve hastalýklý ve sýkýntýlý hayattan usanmak ve berzaha gitmeye ve oradaki yüzde doksan dostlarýný görmeye iþtiyak cihetinde karar veren kalbime ve fânide bâkî zevk arayan nefsime itiraz geldi. Birden hissiyata da, damarlara da sirayet eden îman nuru, o îtiraza karþý gösterdi ki; madem toprak, bu kadar cemal ve rahmet ve hayat ve ziynetlere, maddi cihetinde mazhar olmasýndan hadsiz bir rahmetin perdesidir.. ve içine giren hiçbir þey baþýboþ kalmýyor, elbette, bütün bu zâhirî ve maddî ziynetlerin ve güzelliklerin ve hüsün ve cemal ve rahmet ve hayatýn mânevî merkezlerinin ve bir kýsým tezgâhlarýnýn faal bir nev'i toprak perdesinin altýnda ve arkasýndadýr. Elbette, bu hamiyetli annemiz olan toprak altýna girmek ve kucaðýna sýðýnmak ve o hakikî ve daimî ve mânevî çiçekleri seyretmek, daha ziyade sevilir ve iþtiyaka lâyýktýr diye, o kör hissiyatýn ve dünyaperest nefsin itirazýný tamamiyle izale ve defetti;

 

 

 

 

 

sh:» (T: 488)

 

 

 

اَلْحَمْدُ لِلَّهِ عَلَى نُورِ اْلاِيمَانِ مِنْ كُلِّ وَجْهٍ dünyaperest nefsime de dedirtti.

 

 

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

Evvelâ: Seksen sene ibadetli bir ömrü bahtiyarlara kazandýran Ramazan-ý mübarekte, inþâallah Nur'un þirket-i mânevîsi o kazanca mazhar olacak. Bayrama kadar elden geldiði kadar, Nurcular ihlâs ile birbirinin dualarýna mânevî âmin demeli ki, birisi o sekseni kazansa, herbiri derecesine göre hissedar olur. En zaif ve en aðýr yükü bulunan bu hasta kardeþinize elbette mânevî yardým edersiniz.

 

Saniyen: Nurlarýn erkânlarýndan bir-iki doktor, benim hastalýðýmýn þiddetiyle beraber, o hâlis, sadýk zatlara hastalýk noktasýnda müracaat etmeyip ve ilâçlarýný da yemeyip, çok aðýr hastalýklar içinde onlara meþveret etmeyerek ve þiddet-i ihtiyacým ve elemlerin içinde yanýma geldikleri vakit, hastalýða dair bahis açmadýðýmdan endiþeli bir merak onlara geldiðinden, sýrlý bir hakikatý izhara mecbur oldum. Belki size de faidesi var diye yazýyorum.

 

 

 

Onlara dedim ki: Hem gizli düþmanlarým, hem nefsim, þeytanýn telkiniyle zaif bir damarýmý arýyorlar ki, beni onunla yakalayýp Nurlara tam ihlâs ile hizmetime zarar gelsin. En zaif damar ve dehþetli mâni, hastalýk damarýdýr. Hastalýða ehemmiyet verildikçe, hiss-i nefs-i cisim galebe eder. «Zarurettir, mecburiyet var» der, ruh ve kalbi susturur. Doktoru, müstebid bir hâkim gibi yapar. Ve tavsiyelerine ve gösterdiði ilâçlara itaate mecbur ediyor. Bu ise, fedakârâne ihlâsla hizmete zarar verir. Hem, gizli düþmanlarým da bu zaif damarýmdan istifadeye çalýþmýþlar ve çalýþýyorlar. Nasýl ki korku ve tama ve þan ü þeref cihetinde çalýþýyorlar... (Çünki, insanýn en zaif damarý olan korku cihetinde bir halt edemediler, idamlarýna peþ para vermediðimizi anladýlar.)

 

 

 

 

 

sh:» (T: 489)

 

 

 

Sonra, insanýn bir zaif damarý, derd-i maiþet ve tama cihetinde çok soruþturdular; nihayetinde o zaif damardan birþey çýkaramadýlar. Sonra onlarca tahakkuk etti ki; onlarýn mukaddesatýný feda ettikleri dünya malý, nazarýmýzda hiç ehemmiyeti yok ve çok vukuatlarla onlarca da tahakkuk etmiþ. Hattâ bu on sene zarfýnda yüz defadan ziyade, resmen, «Ne ile yaþýyor?» diye mahallî hükûmetlerden sormuþlar.

 

 

 

Sonra, en zaif bir damar-ý insaniye olan þan ü þeref ve rütbe noktasýnda, bana çok elîm bir tarzda, o zaif damarýmý tutmak için; emredilmiþ ihanetler, tahkirler, damara dokunduracak iþkenceler yaptýlar, hiçbir þeye muvaffak olamadýlar. Ve kat'iyyen anladýlar ki, onlarýn perestiþ ettiði dünyanýn þan ü þerefini, bir riyakârlýk ve zararlý bir hodfüruþluk biliyoruz. Onlarýn fevkalâde ehemmiyet verdikleri hubb-u cah ve þan ü þeref-i dünyevîyeye beþ para ehemmiyet vermiyoruz.. belki onlarý bu cihetle divane biliyoruz.

 

 

 

Sonra, bizim hizmetimiz itibariyle bizde zaif damar sayýlan, fakat hakikat noktasýnda herkesin makbulü ve her þahýs onu kazanmaða müþtak olan mânevî makam sahibi olmak ve velâyet mertebelerinde terakki etmek ve o nimet-i Ýlâhiyyeyi kendinde bilmektir ki, insanlara, menfaatten baþka hiçbir zararý yok. Fakat, böyle benlik ve enaniyet ve menfaatperestlik ve nefsini kurtarmak hissi galabe çaldýðý bir zamanda, elbette sýrr-ý ihlâsa ve hiçbir þeye âlet olmamaða bina edilen hizmet-i imaniye, þahsî makam-ý mâneviyeyi aramamak iktiza ediyor. Harekâtýnda onlarý istememek ve düþünmemek lâzýmdýr ki, hakikî ihlâsýn sýrrý bozulmasýn.

 

 

 

Ýþte bunun içindir ki; herkesin aradýðý keþf ü kerâmâtý ve kemalât-ý ruhîyeyi, Nur hizmetinin haricinde aramadýðýmý, zaif damarlarýmý tutmaða çalýþanlar anladýlar. Bu noktada dahi maðlûb oldular.

 

 

 

Umum kardeþlerimize birer birer selâm. Ve gelecek Leyle-i Kadir, herbir Nurcu hakkýnda seksen üç sene ibadetle geçmiþ bir ömür hükmüne geçmesini, hakikat-ý Leyle-i Kadri þefaatçi ederek Rahmet-i Ýlâhiyyeden niyaz ediyoruz.

 

 

 

Kardeþiniz

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

 

 

sh:» (T: 490)

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

Evvelâ: Leyle-i Kadirde kalbe gelen pek uzun ve geniþ bir hakikata pek kýsaca bir iþaret edeceðiz. Þöyle ki:

 

 

 

Nev-i beþer, bu son harb-i umumînin eþedd-i zulüm ve istibdadiyle ve merhatemiz tahribatiyle ve bir düþmanýn yüzünden yüz mâsumu periþan etmesiyle ve maðlûblarýn dehþetli me'yusiyetleriyle ve galiblerin dehþetli telâþ ve hâkimiyetlerini muhafaza ve büyük tahribatlarýný tamir edememelerinden gelen dehþetli vicdan azablarýyla; ve dünya hayatýnýn bütün bütün fâni ve muvakkat olmasý ve medeniyet fantaziyelerinin aldatýcý ve uyutucu olmasý umuma görünmesiyle; ve fýtrat-ý beþeriyedeki yüksek istidâdâtýn mahiyet-i insaniyesinin umumî bir surette dehþetli yaralanmasiyle ve ebedperest hissiyat-ý bâkiye ve fýtrî aþk-ý insaniyenin heyecan içinde uyanmasiyle; ve gaflet ve dalâletin en sert saðýr olan taibatýn, Kur'ânýn elmas kýlýcý altýnda parçalanmasiyle; ve gaflet ve dalâletin en boðucu, aldatýcý, en geniþ perdesi olan siyasetin, rûy-u zeminde pek çirkin, pek gaddarâne hakikî sureti görünmesiyle; ve elbette hiçbir þüphe yok ki; Þimalde, Garbde, Amerika'da emareleri göründüðüne binaen, nev-i beþerin mâþuk-u mecazîsi olan hayat-ý dünyevîyesi böyle çirkin ve geçici olmasýndan, fýtrat-ý beþerin hakikî sevdiði ve aradýðý hayat-ý bâkýyeyi bütün kuvvetiyle arayacak.. ve elbette hiç þüphe yok ki; binüçyüz altmýþ senede, her asýrda üçyüz elli milyon þâkirdi bulunan ve her hükmüne ve dâvâsýna milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan; ve her dakikada milyonlar hafýzlarýn kalbinde kudsiyet ile bulunup, lisanlariyle beþere ders veren ve hiçbir kitabda emsali bulunmayan bir tarzda, beþer için hayat-ý bâkiyeyi ve saadet-i ebedîyeyi müjde verip, bütün beþerin yaralarýný tedavi eden Kur'ân-ý Mucizül-Beyanýn þiddetli, kuvvetli ve tekrarlý binler âyâtýyla, belki sarihan ve iþareten onbinler defa dâvâ edip, haber verip, sarsýlmaz kat'î deliller ile þüphe getirmez hadsiz hüccetlerle, hayat-ý bâkiyeyi kat'iyyetle müjde ve saadet-i ebediyyeyi ders vermesi, elbette nev-i beþer bütün aklýný kaybetmezse ve maddî ve mânevî bir kýyamet baþlarýnda kopmazsa; Ýsveç, Norveç, Finlandiya ve Ýngiltere'nin Kur'âný kabule çalýþan meþhur hatibleri ve Din-i Hakký

 

 

 

 

 

sh:» (T: 491)

 

 

 

arayan Amerika'nýn çok ehemmiyetli dinî cemiyeti gibi ruy-u zeminin kýt'alarý ve hükûmetleri Kur'ân-ý Mucizül-Beyaný arayacaklar ve hakikatlarýný anladýktan sonra bütün ruh-u canlariyle sarýlacaklar. Çünkü bu hakikat noktasýnda katiyyen Kur'ânýn misli yoktur ve olamaz! Ve hiçbir þey bu Mucize-i Ekberin yerini tutamaz!..

 

 

 

Saniyen: Madem Risale-i Nur, o Mucize-i Kübra'nýn elinde bir elmas kýlýnç hükmünde hizmetini göstermiþ ve en muannid düþmanlarý teslime mecbur etmiþ. Hem kalbi, hem ruhu, hattâ hissiyatý tam tenvir edecek ve ilâçlarýný verecek bir tarzda, hazine-i Kur'âniyyenin dellâllýðýný yapan ve ondan baþka me'haz ve mercii olmayan, bir mucize-i mânevîyesi bulunan Risale-i Nur, o vazifeyi yapýyor ve aleyhinde dehþetli propagandalar ve gayet muannid zýndýklara tam galebe çalmýþ ve dalâletin en kalýn ve boðucu ve geniþ daire-i âfâkýnda ve fennin en geniþ perdelerinde, Asâ-yý Musadaki, Meyvenin Altýncý Meselesi ve Birinci ve Ýkinci, Üçüncü ve Sekizinci Hüccetleriyle gayet parlak bir tarzda gafleti daðýtýp, nur-u tevhidi göstermiþ. Elbette bizlere lâzým ve millete elzemdir ki; þimdi resmen izin verilen din tedrisatý için hususî dershaneler açýlmasýna ve izin verilmesine binaen, Nur þâkirdleri, mümkün olduðu kadar her yerde küçücük bir dershane-i Nurîye açmak lâzýmdýr. Gerçi, herkes kendi kendine bir derece istifade eder. Fakat herkes, her mes'elesini tam anlamaz. Hem iman hakikatlarýnýn izahý olduðu için, hem ilim, hem marifetullah, hem ibadettir.

 

 

 

Eski medreselerde beþ-on seneye mukabil, Ýnþâallah Nur medreseleri beþ-on haftada ayný neticeyi temin edecek. Ve yirmi senedir ediyor. Ve hem hükûmet ve millet ve vatan, hem hayat-ý dünyevîyesine ve siyasîyesine ve uhrevîyesine pek çok faidesi bulunan bu Kur'ân lemeatlarýna ve dellâlý bulunan Risale-i Nur'a, deðil iliþmek, tamamiyle terviç ve neþrine çalýþmalarý elzemdir ki, geçen dehþetli günahlara keffaret ve gelecek müthiþ belâlara ve anarþistliðe bir sed olabilsin.

 

 

 

Kardeþlerim, merak etmeyiniz. Ve Nurun fevkalâde perde altýndaki fütuhatýna kanaat ediniz. Þimdiye kadar hiçbir eserin böyle aðýr þerait altýnda, bu derece tesirli intiþarýný tarih göstermiyor. Hem, tam serbestiyet verilmemesinin sebebi ve hikmeti, Nurlarýn fevkalâde kuvvetinden kokruyorlar; belki sarsýntý verecek di-

 

 

 

 

 

 

 

sh:» (T: 492)

 

 

 

ye, tam takdir ve kabul etmek ile beraber, þimdilik resmen intiþarýndan telâþ ettiklerini, diyanet reisi büyük reisle görüþmesinde haber alýnmýþ. Eski gibi hücum yok, belki müsalâha istiyorlar. Fakat, Nurlar lehinde kuvvetli cereyanlar, Ýnþâallah o telâþý, iþtiyakla resmen neþrine çevirecek.

 

 

 

Hem çok enaniyetliler, eserlerini terviç etmek için, Nurlarýn meydana çýkmalarýna kýskanmak damariyle taraftar olmuyorlar.

 

 

 

Salisen: Risale-i Nur; hacýlarla hariç Âlem-i Ýslâma yayýlýyor; kendi kendini lâyýk ellere yetiþtiriyor. Ve Þam'a el yazýsiyle gönderdiðimiz Asa-yý Musa ve Zülfikar'ý hey'et-i ilmiye onbeþ gün tetkik etmiþ; tam takdir etmelerine alâmet olarak demiþler: «Biz bunu mecmualar halinde kýsým kýsým tâbedelim, hem bunu birden tâbetmeye çok para lâzým.»

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

Evvelâ; Size, hem acib, hem elîm, hem lâtif bir macera-yý hayatýmý ve düþmanlarýmýn hem þenî, hem bin ihtimalden bir tek ihtimal ile hiçbir þeytan hiçbir kimseyi kandýramadýðý bir iftiralarýný ve Nur'a karþý istimal edilecek hiçbir silâhlarý kalmadýðýný beyan etmeye bir münasebet geldi. Þöyle ki:

 

 

 

Tarih-i hayatýmý bilenlere malûmdur. Ellibeþ sene evvel, ben yirmi yaþlarýnda iken, Bitlis'te, merhum Vali Ömer Paþa hanesinde iki sene onun ýsrariyle ve ilme ziyade hürmetiyle kaldým. Onun altý adet kýzlarý vardý. Üçü küçük, üçü büyük. Ben, üç büyükleri iki sene beraber bir hanede kaldýðýmýz halde, birbirinden tefrik edip tanýmýyordum. O derece dikkat etmiyordum ki bileyim. Hattâ bir âlim misafirim yanýma geldi, iki günde onlarý birbirinden farketti, tanýdý. Herkes bendeki hale hayret ederek bana sordular: «Neden bakmýyorsun?» Derdim: «Ýlmin izzetini muhafaza etmek beni baktýrmýyor.»

 

 

 

Hem kýrk sene evvel Ýstanbul'da, Kâðýthane þenliðinin yevm-i mahsusunda, köprüden tâ Kâðýthaneye kadar, Haliç'in iki tarafýnda binler açýk saçýk Rum ve Ermeni ve Ýstanbullu karý ve kýzlar di-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 493)

 

 

 

zildikleri sýrada, ben ve merhum mebus Molla Seyyid Tâhâ ve mebus Hacý Ýlyas ile beraber bir kayýða bindik. O kadýnlarýn yanlarýndan geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki, Molla Tâha ve Hacý Ýlyas beni tecrübeye karar verdikleri ve nöbetle beni tarassut ettiklerini bir saat seyahat sonunda itiraf edip, dediler: «Senin bu haline hayret ettik, hiç bakmadýn!» Dedim: «Lüzumsuz, geçici, günahlý zevklerin âkýbeti elemler, teessüfler olmasýndan istemiyorum.»

 

 

 

Hem, bütün tarih-i hayatýmda hediyeleri kabul etmek ve minnet altýna girip, halkýn sadaka ve ihsanlarýný almaktan çekindiðimi, benim ile arkadaþlýk edenler bilirler. Nurlarýn ve hizmet-i imaniye ve Kur'âniyenin þerefini ve selâmetini himaye etmek için, dünyanýn maddî ve içtimaî ve siyasî bütün ezvakýný ve merakýný terkettiðim ve idam gibi ehl-i garazýn bütün tehditlerine beþ para ehemmiyet vermediðim, yirmi sene iþkenceli esaretimdeki iki dehþetli hapislerimde ve mahkemelerimde kat'î göründü.

 

 

 

Ýþte, yetmiþbeþ sene devam eden bu düstur-u hayatým varken, Risale-i Nur'un fevkalâde kýymetini kýrmak fikriyle þeytanlarýn bile hatýr ve hayâline gelmeyen bir iftira, resmî makamý iþgal eden bir adam yaptý. Ve demiþ: «Gecede tablalarla baklavalar, fâhiþe ve namussuzlar yanýna gidiyorlar!» Halbuki benim kapým; gecede, dýþarýdan ve içeriden kilitli, sabaha kadar bir bekçi o bedbahtýn emriyle kapýmý bekliyordu.

 

 

 

Hem buradaki komþular ve bütün dostlar bilirler ki, ben, iþa namazýndan sonra tâ sabaha kadar hiç kimseyi yanýma kabul etmemiþim.

 

 

 

Ýþte böyle bir iftiraya, bir sefih ahmak insan, eþek olsa, sonra þeytan olsa buna ihtimal vermez. O adam anladý, o gibi plânlardan vazgeçti; buradan baþka yere cehennem olup gitti. Onun, resmiyet cihetiyle beni deðil, belki Nurcularý lekedar etmek için kurduðu plâný ile bu yeni hâdiseyi vesile edip, þâkirdlere leke sürmek istenildi. Fakat, hýfz ve himayet ve inâyet-i Ýlâhiyye, o plâný da hârika bir tarzda akîm býraktý. Bu beyanla, ben nefsimi tebrie etmiyorum; belki kudsî hizmet-i imaniye, o nefsi bütün hevesatýndan vazgeçirmiþ ve o hizmetteki mânevî zevk ona kâfi geliyor, demek istiyorum. Ve Nurcularýn, ihtiyat ve dikkate ihtiyaçlarýný beyan ediyorum.

 

 

 

 

 

sh:» (T: 494)

 

 

 

Saniyen: Makine iþinde tecrübeli ve muktedir, hususî katibi size gönderiyorum; kendim zahmetle yazdýðýmdan, bundan sonra kýsaca yazacaðým, gücenmeyiniz.

 

 

 

...........................................................................

 

 

 

Rabian: Bu dakikada Kastamonu Hüsrevi Mehmet Feyzi'nin tebrik ve Nur fütuhatýnýn müjdelerini havi parlak güzel mektubunu aldým. Ve o kýymetli kardeþimiz baþta olarak, Hilmi, Emin, Beþ Kardeþlere, Zehralar, Lütfiyeler, Ulviyeler gibi Nurcu hemþirelerimizi hem leyali-i aþerelerini, hem bayramlarýný ruh-u canýmýzla tebrik ediyoruz. Hem Hulusi'nin, hem Feyzi'nin mektublarýný leffen gönderiyoruz.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

Evvelâ: Umum Nurcularýn mübarek bayramlarýný ve Haccül-Ekberde bulunan Nur þâkirdleriyle ve Hacdaki Nur taraftarlarýnýn bayramlarýný tebrik içinde ve çok zamandanberi esaret altýnda kalmýþ ve istiklâliyetini kaybetmiþ Hindistan, Arabistan gibi Âlem-i Ýslâmýn büyük memleketleri birer devlet-i Ýslâmiye þeklinde; Hind'de yüz milyon bir devlet-i Ýslâmiye, Cava'da elli milyondan ziyade bir devlet-i Ýslâmiye ve Arabistan'da dört-beþ hükûmet, bir cemahir-i müttefika gibi, Arap birliði ile Ýslâm birliðinin birleþmesindeki Âlem-i Ýslâmýn bu büyük bayramýnýn mukaddemesini tebrik ile, bu bayram bize müjde veriyor.

 

 

 

Saniyen: Ýstanbul'da Re'fet Beyin ve Mustafa Orucun yazdýklarýna göre, çok zaman Ýslâm ordusunu idare eden ve sonra Darülfünuna inkýlâb eden Harbiye Nezareti ve Bâb-ý Seraskerî, o muazzam binanýn alnýnda

 

 

 

اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبِينًا . وَيَنْصُرَكَ اللَّهُ نَصْرًا عَزِيزًا

 

 

 

hatt-ý Kur'ân ile o mânidar Kur'ân Âyeti yazýlmýþken, sonra da mermer taþlarla üzeri kapatýlýp o Nurlarý gizlemiþlerdi. Þimdi ye-

 

 

 

sh:» (T: 495)

 

 

 

niden Hatt-ý Kur'âniyyeye bir nümune-i müsaade ve Risale-i Nur'un takib ettiði maksadýna bir vesile ve üniversite ileride bir Nur Medresesi olmasýna bir iþaret olduðu gibi, Denizli Nurcularýndan Ahmed'lerin, meþhur âlim ve akýlca On Dokuzuncu Asrýn en büyüðü ve içtimaî feylesoflarýn en ilerisi Bismark'ýn eserinden aldýklarý bir fýkrada, o yüksek Bismark eserinde diyor ki: «Kur'âný her cihetle tetkik ettim, her kelimesinde büyük bir hikmet gördüm. Bunun misli ve beþeriyeti idare edecek hiçbir eser yoktur ve gelemez» ve Peygambere hitaben der:

 

 

 

«Ya Muhammed, Sana muasýr olamadýðýmdan çok müteessirim. Beþeriyet, Senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüþ, bâdema göremiyecektir. Binaenaleyh, Senin huzurunda kemal-i hürmetle eðilirim.»

 

 

 

BÝSMARK

 

 

 

diye imzasýný atmýþ. Ve o fýkrasýnda tahrif ve nesholunan Kütüb-ü Münzeleyi ziyade tenkis için o cümleler yazýlmamalý. Ben de iþaret ettim.

 

 

 

O zat, On Dokuzuncu Asrýn en akýllý ve en büyük bir feylesofu ve siyasetin ve içtimaiyat-ý beþeriyenin en mühim bir þahsiyeti olmasý, hem Âlem-i Ýslâm, istiklâliyetini bir derece elde etmesi ve ecnebi hükûmetlerin hakaik-i Kur'âniyeyi aramasý ve garp ve þimal-i garbîde Kur'ân lehinde büyük cereyan bulunmasý; hem Amerika'nýn en yüksek ve meþhur feylesofu olan Mister Karlayl dahi aynen Bismark gibi demiþ: «Baþka kitaplar hiçbir cihette Kur'âna yetiþemez, hakikî söz odur. Onu dinlemeliyiz» diye kat'î karar vermesi ve Nurlarýn da her tarafta fütuhatý ve ileri gitmesi büyük bir fâl-i hayýrdýr ki, ecnebide çok Bismark ve Mister Karlayl'ler çýkacaklar ve emareleri de var diye, Nurculara bir bayram hediyesi olarak takdim ediyoruz ve Bismark'ýn fýkrasýný leffen gönderiyoruz.

 

 

 

...................................................................................

 

 

 

Saniyen: Risale-i Nur'un bu kadar muarýzlarýna mukabil en büyük kuvveti ihlâs olduðundan ve dünyanýn hiçbir þeyine âlet olmadýðý gibi, tarafgirlik hissiyatýna bina edilen cereyanlara, hususan siyasete temas eden cereyanlarla alâkadar olmaz. Çünkü tarafgirlik damarý ihlâsý kýrar, hakikatý deðiþtirir. Hattâ benim otuz senedenberi siyaseti terkettiðime sebeb; mübarek bir âlim,

 

 

 

 

 

sh:» (T: 496)

 

 

 

takib ettiði cereyanýn tarafgirlik damarý ile sâlih ve büyük bir âlimi, onun fikrine muhalif olmasýndan, tekfir derecesinde tahkir edip; kendi fikrine muvafýk meþhur ve mütecaviz bir münafýðý gayet medih ve sena etti. Ben de bütün ruhumla ürktüm. Demek, tarafgirlik hissine siyasetçilik karýþsa, böyle acib hatâlara sebebiyet veriyor diye اَعُوذُ بِالَّلهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ dedim. O zamandanberi siyaseti terkettim. O halimin neticesi olarak, sizin gibi kardeþlerim bilirsiniz ki; yirmi beþ senedenberi bir gazeteyi ne okudum, ne dinledim ve ne de merak ettim. Ve on sene Harb-i Umumîye bakmadým, bilmedim ve merak etmedim. Ve yirmi iki sene bu iþkenceli esaretimde, tarafgirliðe ve siyasete temas etmemek için ve Nur'daki ihlâsa zarar gelmemek için, müdafaatýmdan baþka istirahatým için hiç müracaat etmediðimi bilirsiniz.

 

 

 

Hem bilirsiniz ki; hapisteki size yazdýðým gibi, benim idamýna hükmeden adamlar, beni iþkenceyle tâzib edenler Risale-i Nur ile imanlarýný kurtarsalar, þahit olunuz ki, ben onlarý helâl ediyorum. Ve tarafgirlik damariyle ihlâsa zarar gelmemek için, bu iki-üç senede, dahilden ve hariçten gelen fýrtýnalý cereyanlara hiç temas etmedik ve kardeþlerimi de bir derece ikaz ettim.

 

 

 

Bilirsiniz ki; kendim sadaka ve yardýmlarý kabul etmediðim gibi, öyle yardýmlara da vesile olamadýðýmdan, kendi elbisemi ve lüzumlu eþyamý satýp, o para ile kendi kitablarýmý yazan kardeþlerimden satýn alýyordum. Tâ, Risale-i Nur'un ihlasýna dünya menfaatleri girmesin, bir zarar vermesin ve baþka kardeþler de ibret alýp, hiçbir þeye âlet edilmesin. Nur'un hakikî þâkirdlerine, Nur kâfidir; onlar da kanaat etsin, baþka þereflere veya mânevî maddî menfaatlere gözünü dikmesin.

 

 

 

Hem; münakaþa, münazaa ve mesail-i dinîyede damarlara dokunacak tarafgirane mübahese etmemek lâzýmdýr ki, Nur aleyhinde garazkârlar çýkmýsýn. Hattâ, bir hiss-i kablelvuku ile, Mustafa Oruç kardeþimizin, Risale-i Nur'un mesleðine muhalif olarak birisiyle mübahesesi, ayný dakikada ona gayet hiddet ve þiddetle bir gücenmek kalbe geldi. Hattâ o, Nurdan kazandýðý çok ehemmiyetli makamýndan atmak arzusu oldu. Kalben müteessir oldum. Bu, benim için bir Abdurrahmandý.. neden böyle þiddetli hiddet ettim?!

 

 

 

 

 

sh:» (T: 497)

 

 

 

Sonra bu bayramda yanýma geldi. Cenab-ý Hakka þükür ki, çok ehemmiyetli bir ders dinledi ve o büyük hatâsýný da anladý. Ve benim burada hiddetimin ayný dakikada hatâsýný itiraf etti. Ýnþâallah o kefaret oldu, tam temiz olarak kurtuldu.

 

 

 

Dört-beþ aydanberi bir zat, bana buraya bir gazete gönderiyormuþ. Ben yeniden haber aldým ki bana gönderilmiyormuþ. Buradaki dostlarým âdetimi bildikleri içindir ki, deðil gazete, Nur'dan baþka hiçbir kitabý, hiçbir mecmuayý kabul etmediðim gibi, yeni yazýdan hiçbir harf bilmediðim için korkmuþlar, bana haber vermemiþler ve göstermemiþler. Þimdi bir zat -bir mektup içinde bir sahifesi benimle konuþan- bir gazetecinin, fakat dost ve hemþehri bir zatýn mektubun gösterdi. Dediler ki: Çoktanberi senin nâmýna bir gazete gönderiyordu, biz korktuk, sana söylemedik. Ben de dedim:

 

 

 

O zata benin tarafýmdan çok selâm ediniz. O dostum, eski bildiði Said deðiþmiþ; dünya ile alâkasý kesilmiþ; hem hasta, hem hususî mektubu kardeþime de yazamadýðýmdan, o zat gücenmesin. Oradaki umum dostlara, hususan Hâfýz Emin ve Hâfýz Fahreddin gibi kardeþlerimize selâm ve bayramlarýný tekrar tebrik ediyoruz...

 

 

 

Hadsiz þükür olsun ki, Risale-i Nur, Haremeyn-i Þerifeynce makbuliyetine bir âlamet þudur ki: Denizli kahramaný Hâfýz Mustafa, Ýstanbul'dan aldýðý «Zülfikâr» ve «Asa-yý Musa» ve «Siracýnnur» u -ki Hindistan ulemasýna gönderilecekti- onlarý alýp, yolda bazý hacýlara okutup, beraber Medine-i Münevvere'de, Keþmirli gayet meþhur bir âlim ve Türkçeyi de güzel bilen bir zâta teslim etmiþ. O zat da çok takdir edip kat'î teminat ile Hindistan ulemasýnýn merkezine göndereceðini ve Medine-i Münevvere'ye mahsus olan mecmualar da yetiþtiðini vesair yerlere de gönderilen mecmualar selâmetle yetiþtiðini, Denizlili Hâfýz Mustafa'ya arkadaþ olup ve yolda Nurlarý okuyarak giden, hem genç hem Nurcu iki Afyonlu Hacý ve baþka hacýlar bu müjdeli haberi bana getirdiler. Ve hariçte, Risale-i Nur'un ehemmiyetli revacýný ve makbuliyetini müjdelediler.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

 

sh:» (T: 498)

 

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

 

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

 

 

Siz hiç merak etmeyiniz... Bu yirmi sene yüzer tecrübe ile, inayet-i Ýlâhiyye bizi himaye ettiði ve dehþetli zulümlerden kurtardýðý gibi, bu yeni, mânasýz ve bütün bütün kanunsuz, dehþetli, gaddârâne zulümden bizi kurtaracaðýna kat'î kanaat etmeliyiz. Þayet bir parça sýkýntý, zahmet, zarar da görsek, binler derece o zahmetten ziyade rahmet ve ihsan-ý Ýlâhiyyeye ve sevaba mazhar olmakla beraber, pek çok biçare ehl-i imanýn imanlarýna baþka bir tarzda, bir kudsî hizmet hükmüne geçtiðini Rahmet-i Ýlâhiyyeden pek kuvvetli ümit ediyoruz. Bu hâdisenin on vecihle kanunsuz olduðunu beyan ediyorum.

 

 

 

Birincisi: Üç mahkeme ve üç ehl-i vukufun ve Ankara'nýn yedi makamatýnýn ve adliyelerin elinde iki sene Risale-i Nur tetkikle nazardan geçtiði halde, ittifakla, hiçbir muhalif kalmadan hem umum risalelerin beraetine, hem Said'le beraber yetmiþbeþ arkadaþiyle birlikte beraet edildiði ve bir gün bile ceza verilmediði halde, yeniden evrak-ý muzýrra gibi onlara el uzatmak, ne derece kanunsuzdur; zerre kadar insafý olan bilir.

 

 

 

Ýkincisi: Dersiniz ki: Beraetten sonra üç buçuk sene Emirdað'da münzevî, garib, kapýsýný hem dýþarýdan kilit, hem içeriden sürgü ile kapayan ve yüzde bir adamý, zarurî bir iþ olmazsa yanýna kabul etmeyen; ve yirmi senedenberi devam eden te'lifini de býrakýp daha te'lif etmeyen bir adama, dünya siyaseti için kapýsýnýn kilidini kýrarak yanýna gelip, Arabî evradýndan ve baþýndaki bir iki levha-i imaniyeden baþka taharriciler bir þey bulamadýklarý halde, bu eziyetin ne derece hilâf-ý kanun olduðunu zerre kadar aklý bulunan anlar!

 

 

 

Üçüncüsü: Mahkemece yetmiþ þâhidin tasdikiyle, yedi sene Ýkinci Harb-i Umumîyi bilmeyen ve merak edip sormayan; -ki þimdi on senedir ayný o halde bulunan- ve yirmi beþ senedenberi hiçbir gazeteyi okumayan ve dinlemeyen ve otuz senedenberi اَعُوذُ بِالَّلهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ deyip, siyasetten bütün kuvvetiyle kaçan; ve yirmi iki sene iþkenceli sýkýntýlar çektiði

 

 

 

 

 

 

 

sh:» (T: 499)

 

 

 

halde, ehl-i siyasetin nazar-ý dikkatini kendine celbetmemek ve siyasete karýþmamak için, bir defa istirahati için hükûmete müracaat etmeyen bir adama, dehþetli bir siyasî gibi (siyasî entrikacýsý gibi) onun menzilini ve inzivagâhýný basýp hasta halinde emsalsiz bir sýkýntý ruhuna vermek, hiçbir kanuna muvafýk gelir mi? Zerre kadar vicdaný bulunan bu hale acýyacak.

 

 

 

Dördüncüsü: Eskiþehir Mahkemesinde altý ay tetkikten sonra ve sebebi de cemiyetçilik ve tarikatçalýk olduðu evham ve bahanesiyle, büyük bir reisin ona þahsî garaz ile, onun aleyhinde bazý adliyecileri teþvik ettiði halde; cemiyetçilik tarikatçýlýk ve Risale-i Nur cihetinde beraet ettirip; yalnýz Risale-i Nur'un bir küçücük parçasý olan «Tesettür Risalesi» ni bahane ederek, kanunla deðil de yalnýz kanaat-ý vicdaniye ile, yüzyirmi þâkird içinde beþ-on þâkirde altý ay ceza verdiler ki, tetkik zamanýna kadar dört ay mevkuf, bir buçuk ay da hapis kaldýklarý ve on sene sonra Denizli Mahkemesi, yine dokuz ay, cemiyetçilik ve tarikatçýlýk gibi birkaç bahane ile, bütün yirmi senelik «Mektubat» ve te'lifatlarýný inceden inceye tetkik ile beraber; Ankara'nýn Aðýr Ceza Mahkemesine beþ sandýk kitaplarý gönderdikleri ve iki sene o kitaplar ve mektuplar, Ankara ve Denizli Mahkemesindeki nazar-ý tetkikte kaldýklarý halde; o mahkemeler, ittifakla, cemiyetçilik ve tarikatçýlýk vesair bahaneleri cihetinde beraet kararý verip; o kitap ve mektuplarý aynen sahiplerine iade ve Saidi, arkadaþlariyle beraber beraet ettirdikleri halde; bir siyasî cemiyet nazariyle ve entrikacý bir siyasî adam tarzýnda onu itham etmek ve adliye memurlarýný onun aleyhinde cemiyetçilik noktasýnda sevketmek, ne kadar kanunsuz olduðunu insaniyeti sukut etmeyen bilir.

 

Beþincisi: Bir adam ki, hakikî meslek ve meþreb ittihaz ettiði yirmi-otuz senelik hayatýnda düstur kabul ettiði bir halin zýddýyla onu itham etmek nev'inden, kanunsuz ve keyfî bu taarruz hâdisesi'nin mahiyeti þudur ki: Ben, Risale-i Nur mesleðinin esasý olan þefkat itibariyle, bir mâsuma zarar gelmemek için, bana zulmeden cânilere deðil iliþmek, hattâ beddua da edemiyorum. Hattâ en þiddetli ve garazla bana zulmeden bazý fâsýk, belki dinsiz zalimlere hiddet ettiðim halde; deðil maddî, belki beddua ile de mukabeleden beni o þefkat menediyor. Çünkü o zalim gaddarýn, ya peder ve validesi gibi ihtiyar biçarelere, veya evladý gibi mâsumlara maddî ve mânevî darbe gelmemek için, o dört beþ

 

 

 

sh:» (T: 500)

 

mâsumun hatýrýna binaen o zalim gaddara iliþmiyorum; bazan da helâl ediyorum.

 

Ýþte bu sýrr-ý þefkat içindir ki, idare ve asayiþe kat'iyyen iliþmediðim gibi, bütün arkadaþlarýma da o derece tavsiye etmiþim ki, üç vilâyetin insaflý zabýtalarýnýn bir kýsmý itiraf etmiþler ki: «Bu Nur þâkirdleri mânevî bir zabýtadýr, idare ve asayiþi muhafaza ediyorlar» dedikleri ve bu hakikata binler þahit ve yirmi sene hayatiyle tasdik vebinler þâkirdlerin ve zabýtaca hiçbir vukuat kaydetmemesi ile tasdik ve te'yid ettikleri halde; o biçare adamýn, ihtilâlci ve insafsýz bir komiteci gibi menzilini basmak ve insafsýz adamlar ona ihanet etmek ve menzilinde bir þey bulunmamakla beraber; yüz cinayeti bulunan bir adam gibi, hattâ Kur'âný ve baþýndaki levhalarýný evrak-ý muzýrra gibi toplamak, acaba dünyada hangi kanun müsaade eder?

 

 

 

Altýncýsý: Bundan otuz sene evvel, Cenab-ý Hakkýn inayetiyle, dünyanýn muvakkat þan ü þerefinin ve enaniyetli hodfüruþluk ve þöhretperestliðin ne kadar zararlý ve ne kadar faidesiz ve mânasýz olduðunu -hadsiz þükrolsun ki- Kur'ânýn feyziyle anlamýþ bir adam; o zamandanberi bütün kuvvetiyle nefs-i emmaresiyle mücadele edip, mahviyetle benliði býrakmak ve tasannu ve riyakârlýk yapmamak için elden geldiði kadar çalýþtýðýna, ona hizmet veya arkadaþlýk edenler kat'î bildikleri ve þehadet ettikleri halde ve yirmi senedenberi herkes kendi hakkýnda hoþlandýðý ziyade hüsn-ü zan ve teveccüh-ü nas ve þahsýný medih ve senadan ve kendini mânevî makam sahibi olduðunu bilmekten herkese muhalif olarak bütün kuvvetiyle kaçmasý ve hem has kardeþlerinin onu hakkýndaki hüsn-ü zanlarýný reddedip, o halis kardeþlerinin onun hakkýndaki hüsn-ü zanlarýný reddedip, o halis kardeþlerinin hatýrlarýný kýrmasý ve yazdýðý cevabî mektublarýnda onlarýn, onun hakkýnda medihlerini ve ziyade hüsn-ü zanlarýný kýrmasý ve kendini faziletten mahrum gösterip, bütün fazileti Kur'ânýn tefsiri olan Risale-i Nur'a ve dolayýsiyle Nur þâkirdlerinin þahs-ý mânevîsine verip kendini âdi bir hizmetkâr bilmesi kat'î isbat ediyor ki; þahsýný beðendirmeye çalýþmadýðý ve istemediði ve reddettiði halde; onun rýzasý olmadan bazý dostlarý, uzak bir yerden onun hakkýnda ziyade hüsn-ü zan edip, methederek bir makam vermesi ve Kütahya havalisinde tanýmadýðý bir vâizin bazý sözleriyle, acaba hangi kanunla medar-ý mesuliyet olur ki, o biçare ve hasta ve çok ihtiyar ve garib ve münzevînin odasýna, büyük bir

 

 

 

 

 

sh:» (T: 501)

 

cinayet iþlemiþ gibi kilidini kýrýp taharri memurlarýný sokmak; hem evradýndan ve levhalarýndan baþka bir bahane de bulmamak; acaba dünyada hiçbir kanun ve hiçbir siyaset bu taarruza müsaade eder mi?

 

 

 

Yedincisi: Bu sýrada dahilde o kadar dahilî ve haricî heyecanlý parti cereyanlarý varken ve bundan tam istifade etmek, yani mahdut birkaç arkadaþýna bedel binler diplomatlarý kendisine taraftar kazanmak için zemin hazýr iken; sýrf siyasete karýþmamak ve ihlâsa zarar vermemek ve hükûmetin nazarýný kendine celbetmemek ve dünya ile meþgul olmamak için, arkadaþlarýna yazýp, «Sakýn cereyanlara kapýlmayýnýz.. siyasete girmeyiniz.. asayiþe dokunmayýnýz» dediði ve iki cereyan bu çekinmesinden ona zarar verdikleri; eskisi evhamýndan; yenisi de «Bize yardým etmiyor» diye ona çok sýkýntý verdikleri halde ve ehl-i dünyanýn dünyalarýna hiç karýþmayýp, kendi âhiretiyle meþgul olan bir bîçarenin âhiret meþguliyetine bu kadar iliþmeye hangi kanun müsaade ediyor? Ve vatana ve millete ve ahlâka çok zararlý olan dinsizlerin kitaplarýnýn intiþarýna ve komünistlerin neþriyatlarýna serbestiyet kanunu ile iliþilmediði halde; üç mahkeme, medar-ý mes'uliyet olacak içinde hiçbir maddeyi bulmayan ve millet ve vatanýn hayat-ý içtimaîyesini ve ahlâkýný ve asayiþini temine yirmi senedenberi çalýþan ve bu milletin hakikî nokta-i istinadý olan Âlem-i Ýslâmýn uhuvvetini ve bu millete dostluðunu iade ve takviyesine tesirli bir surette çabalayan ve diyanet riyasetinin ulemasý, tenkid niyetiyle, Dahiliye Vekilinin emriyle üç ay tetkikten sonra tenkid etmeyerek tam kýymetini takdir edip «Kýymettar eser» diye, Diyanet Kütüphanesine konulan Zülfikâr ve Asa-yý Musa gibi Nur eczalarýný, evrak-ý muzýrra gibi toplayýp mahkeme eline vermeye acaba hiçbir kanun, hiçbir vicdan, hiçbir insaf müsaade eder mi?...

 

 

 

Sekizincisi: Yirmi sene sýkýntýlý ve sebebsiz bir nefiyden sonra serbestiyet verildiði vakit, binler akraba ve ahbabý bulunan doðduðu memleketine gitmeyerek; gurbeti, kimsesizliði tercih edip -tâ ki, dünya ve hayat-ý içtimaiyeye ve siyasete temas etmesin- ve çok sevablý olan câmideki cemaatin hayrýný býrakýp odasýnda yalnýz oturmasýný tercih eden, yâni halkýn hürmetinden çekinmek gibi bir hâlet-i ruhiyeyi taþýyan ve yirmi sene hayatýnýn þehadetiyle ve yüzbinler kýymettar Türk zatlarýn tasdikiyle, bir

 

 

 

 

 

sh:» (T: 502)

 

dindar müttakî Türk'ü lâkayd çok Kürtlere tercih eden; hattâ mahkemede, Hâfýz Ali gibi kuvvetli imaný bulunan Türk kardeþlerini, yüz Kürde deðiþtirmediðini isbat eden ve hürmet ve ihtiram görmemek için zaruret olmadan halklarla görüþmeyen ve camiye gitmeyen ve kýrk senedenberi bütün kuvvetiyle ve âsâriyle Ýslâmiyetin uhuvvetine ve Müslümanlarýn birbirine muhabbetine çalýþan ve þedid düþmanýna karþý menfî hareket etmeyen ve hattâ onunla meþgul olmayarak bedduayý dahi etmeyen bir adam hakkýnda, resmî lisanla, ihanet için bir propaganda yapmak, dostlarýný ürkütmek için, «O Kürttür, siz Türksünüz; o Þâfiîdir, siz Hanefîsiniz» deyip, halklarý ürkütüp ondan çekindirmeye hangi maslahat, hangi kanun müsaade eder?

 

Dokuzuncusu: Çok mühimdir, kuvvetlidir, fakat siyasete temasý için sükût ediyorum.

 

Onuncusu: Bu da, hiçbir kanun müsaade etmediði ve hiçbir maslahat bulunmadýðý halde, sýrf mânasýz evhamdan ve bir habbeyi kubbeler yapmaktan ibaret, hiçbir kanuna girmeyen bir taarruzdur. Buna da mesleðimizce bakamadýðýmýz siyasete temas etmemek için sükût ederek, böylece on vecihle kanunsuz muamelelere karþý yalnýz حَسْبُنَا اللَّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ deriz.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Aziz Sýddýk Kardeþlerim,

 

Evvelâ: Nurun ehemmiyetli mecmualarýný Mekke-i Mükerremeye götürüp, gayet büyük bir Hindli âlim Ahmed Ali Þimþiriye teslim edip, hem Hindceye tercüme etmeye ve hem de Hind'e göndermeye teminat alan Nurun ehemmiyetli kahramanlarýndan kardeþimiz Hâfýz Mustafaya binler Barekallah ve Maþâallah ve Es'adekâllah deriz. Medresetüz-Zehra, Mekke-i Mükerreme'deki o büyük zatla muhabere etsin.

 

 

 

sh:» (T: 503)

 

Saniyen: Bu defaki hâdisede, bir habbeyi, evham yüzünden çok kubbeler yaptýklarýný öðrendik. Bir emaresi de þudur: Dahiliye Vekilinin emriyle, gece içinde Afyon Valisi, Emniyet Müdürüyle buraya gelip, gecede menzilimi basmak istemiþler; müddei-umumî muvafakat etmediðinden sabaha kadar bekleyip, en ziyade aleyhimizde bulunan iki adamý tâyin edip, kilidimi kýrýp füc'eten baskýn vermeleri; hem ayný gün (Hâþiye) faytonla çýktýðým vakit, burada emsali vukubulmayan bir þekilde beþ tayyare pek aþaðýda uçup, benim faytonumu bildikleri için etrafýmda iki üç defa dönmeleri, ikinci gün baþka bir tarafa çok görünmiyen gizli bir dere tarafýna faytonla giderken, aþaðýda uçan beþ tayyarenin birþey arýyor gibi döndüklerini gördük, anladýk ki, bizi arýyorlar.

 

 

 

Yine, aynen evvelki gün gibi o beþ tayyare, etrafýmýzda kasaba üstünde gezip, odamýza girdiðimiz zaman onlarýn da gitmeleri kuvvetli bir emaredir ki, bir habbe yüz kubbe yapýlmýþ. Burada, böyle mânasýz evham yüzünden bana eziyet verilmesi ve Medreset-üz-Zehranýn kahramanlarýna, buraya nisbeten, bu üç senede, on dereceden yalnýz bir derece eziyet verilmek cihetiyle, Isparta hükûmetine ve adliyesine teþekkürümü ve minnetdarlýðýmý ve onlarýn verdiði eziyetleri de helâl ettiðimi bildirirsiniz.

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

Hey'et-i Vekiliye ve Milletvekilleri Riyasetine Cüz'î, Fakat Ehemmiyetli Bir Maruzatýmdýr.

 

Otuz senedenberi hayat-ý siyasiyeden çekildiðim halde, bu sýrada bir defaya mahsus olarak, vatanî ve millî ve asayiþî bir mes'eleyi beyan ediyorum. Þöyle ki:

 

Çok emarelerle kat'î kanaatýmýz geldi ki; anarþilik hesabýna bana ve bu Emirdað kasabasýna ve dolayýsiyle bu vatana bir su-i

 

__________________________________________

 

 

 

Hâþiye: Evet buradaki Nur Þâkirdleri nâmýna tasdik ediyoruz. Hâdise aynen vuku buldu.

 

 

 

Evet Evet Evet Evet Evet Evet

 

Terzi Ýsmail Mustafa Hizmetkârý Hayri Halil

 

Mustafa Nuri

 

 

 

sh:» (T: 504)

 

 

 

kasd var ki, bir habbeyi kubbeler ve bir sinek kanadý kadar ehemmiyeti olmýyan bir hadîseyi dað gibi gösterip, sükûnete muhtaç olan bu vatanda beni bahane edip, anarþilik hesabýna ve bir ecnebi plâniyle bize, yani biçare vatandaþlarýmýzý idâm-ý ebediden ve þübehât-ý uhreviyeden kurtarmaða çalýþan Nur Þâkirdlerine, bütün bütün kanunsuz ve keyfi hücum edildi. Pek zâhir bir garaz ile, evham yüzünden, baruta ateþ atmak gibi, bu vatana ve asayiþe beni bahane edip su-i kasd edildi. Þöyle ki:

 

 

 

Üç mahkeme, yirmi senelik mektuplarýmý ve kitaplarýmý ve hallerimi inceden inceye tetkikden sonra, bize ve kitaplarýma beraet verdiði halde ve üç seneden beri te'lifatý terkettiðim ve haftada ancak bir mektup yazabildiðim ve mecbur olmadan herbiri bir gün nöbetle zarurî hizmetimi yapan üç-dört terzi çýraðýndan baþka kimseyi kabul etmediðim halde; ve serbestiyet verildiði ve memleketime gitmediðim halde, hiç ömrümde görmediðim bir tarzda ve resmî bir surette beni hiddete getirip bir hâdise çýkarmak için, tahkir ve ihanet kasdiyle, kanunsuz ve garazla, beni taharri ile kapýmýn kilidini kýrýp, Kur'anýmý ve Arabî levhalarýmý evrak-ý muzýrra gibi alýp götürmekle beraber, adliyenin mühim bir memuru, resmen buradaki memurlara âmirane demiþ ki: «Saidi iki jandarma ile teþhir suretinde çýkarýp, zorla baþýna þapka giydirip, öylece ifadeye getirmeli idiniz. Hem ona yanaþanlarý tutunuz.» diye, ehemmiyetli bir mecliste ve ayn-ý hakikat olan ifademi okuduklarý vakit söylemiþ. Bunda þek ve þüphe kalmadý ki; beni tahkir ve ihanet edip, hiddete getirip, asayiþi bozmak garazý takibediliyor.

 

 

 

Cenab-ý Hakka hadsiz þükür olsun ki, binler haysiyet ve þerefimi bu vatandaki bîçarelerin istirahatýna ve onlardan belâlarýn def'ine feda etmek için bana bir halet-i ruhiyeyi ihsan eylemiþ ki; ben de, onlarýn yaptýðý ve niyetinde bulunduklarý tahkirat ve ihanetlere karþý tahammüle karar vermiþim. Bu milletin asayiþine, hususan masum çocuklarýn ve muhterem ihtiyarlarýn ve bîçare hastalarýn ve fakirlerin dünyevî istirahatlarýna ve uhrevî saadetlerine binler hayatýmý ve binler þerefimi feda etmeye hazýrým...

 

 

 

Ýþte, sinek kanadýný dað gibi yaptýklarýnýn bir emaresi þu ki; benim gibi gurbette, hasta, ihtiyar, zaif, tek baþýna bulunan bir adam için, on gün zarfýnda beþ defa Afyon Valisi ve Emniyet Müdürü

 

 

 

sh:» (T: 505)

 

 

 

ve iki defa Afyon Müddeiumumisi benim için buraya gelmesi ve iki günde, her bir günde beþ tayyare benim gezdiðim yerlerde beni nezaret altýna almasý; ve beþ polis hafiyesinin burada bana tarassut edenlere ilâve edilip, ahvalimi tecessüs etmek için gönderilmesi; ve postahanelere, bana ait mektuplarýn müsaderesi için resmen emir verilmesi gösteriyor ki, Þeyh Said ve Menemen hâdisesinin on misli bir hâdiseyi evhamla düþünmüþler! Habbeyi kubbe söylemiþler ki, böyle bir vaziyet alýyorlar! Benim eski hayatýmý zannedip, ihanetle hiddete gelecek tahmin etmiþler. Bil'akis aldandýlar. Biz, bütün kuvvetimizle anarþiliðe bir sedd-i Zülkarneyn gibi, bir sedd-i Kur'anî te'sisine çalýþýyoruz. Bize iliþenler, anarþilik ve belki komünistliðe zemin ihzar ediyorlar.

 

 

 

Evet, eðer eski hayatým gibi, izzet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için hiçbir hakareti kabul etmemek olsaydý ve vazife-i hakikiyesi, sýrf âhiret ve ölümün idam-ý ebedisinden müslümanlarý kurtarmak vazifesi olmasaydý ve bana iliþenler gibi sýrf dünyaya ve menfi siyasete çalýþmak olsaydý, o Menemen, on Þeyh Said hâdisesi gibi bir hâdiseye, o anarþilik hesabýna çalýþanlar sebebiyet vereceklerdi.

 

 

 

Hem, üç mahkeme ve yirmi senede kaç vilâyetin zâbýtalarý, kýyafetime kanunca iliþmedikleri ve mazuriyetim ve inzivama binaen, tebdil-i kýyafetime hiçbir ihtar olmadýðý halde, böyle keyfî, kanunsuz, cebren ahali içinde baþýma þapkayý giydirmeye çalýþmak, kýrk senedenberi bu vatanda, hususan îman-ý tahkikî dersinde kardeþâne alâkadar olan yüz binler adam, pek büyük bir heyecan içinde zemini hiddete getirip, emsalsiz aðlamaða vesile olacaktý.

 

 

 

Zaten ecnebi parmaðiyle, güya hakkýmda teveccüh-ü âmmeyi kýrmak fikriyle damarlarýma dokunacak kanunsuz muamelelerin mezkûr maksad için yapýldýðýna, çok emarelerle kat'î kanaatýmýz geldi. Fakat Cenab-ý Hakka hadsiz þükür olsun ki; benim gibi kabir kapýsýnda, alâkasýz, dünyadan usanmýþ, hürmetten, teveccüh-ü âmmeden kaçmýþ ve þan ü þeref ve hodfüruþluk gibi riyakârlýklara hiçbir meyli kalmamýþ bir vaziyette iken, bunlarýn bana karþý kanunsuz ihanetlerinin hiçbir ehemmiyeti kalmadý; Cenab-ý Hakka havale ediyorum. Bana lüzumsuz evham yüzünden eziyet edenlerin yakýnda ölümle idam-ý ebediyeye giriftar olacaklarýný düþünüp, hakikaten acýyorum. Ya Rabbi, onlarýn îmanýný Risale-i

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

sh:» (T: 506)

 

 

 

Nurla kurtar! Ýdam-ý ebediden, sýrr-ý Kur'anla terhis tezkeresine çevir! Ben de onlara hakkýmý helâl ediyorum!..

 

 

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

Bediüzzaman Said Nursînin ders ve irþadiyle hakikata ulaþan ve Nur hizmetinde çok kýymetdar ve yüksek hizmetleri sebkat eden kahraman ve halis bir talebenin, Üstadýn mâhiyetini tarif eden ayn-ý hakikat bir ifadesidir.

 

Bu günde, Mele-i Âlânýn Arzda medar-ý süruru.

 

Bu günde, sekene-i Arzýn Mele-i Alâda medar-ý iftiharý.

 

Bu günde, Habibullahýn medar-ý nazarý.

 

Bu günde, Müslümanlýðýn sertacý.

 

 

 

Bu günde, hak tariklerin þahý.

 

Bu günde, hakikatlarýn imamý.

 

Hem bu günde, Mahbub-u Hüda.

 

Hem bu günde, allâme-i asýr.

 

 

 

Hem bu günde, zulmetin nuru.

 

Hem bütün günlerde serdar-ý hidayet.

 

Hem Molla Said'-in Nursî..

 

Hem Bediüzzaman el-Fahrüddevranî...

 

HÜSREV * * *

 

 

 

sh: » (T: 507)

 

MERHUM HASAN FEYZÝNÝN RÝSALE-Ý NUR

 

HAKKINDAKÝ MANZUMESÝ

 

بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

 

وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَاَلمِينَ

 

Âyetinin Veraset-i Ahmediye (A.S.M.) cihetinde, mâna-yý iþarî noktasýnda, bu asýrda o Rahmetenlilâleminin bir âyinesi ve hakikat-ý Kur'aniyenin bir hakikî tefsiri olan Risale-i Nur, o küllî rahmetin bir cilvesi, bir nümunesi olmasýndan; hakikat-ý Muhammediyenin (A.S.M.) bir kýsým evsafý, mânâ-yý mecâzî ile cüz'î bir vârisine verilebilir diye, bu parlak kasideye iliþmedim. Yalnýz hakikat-ý Ahmediye (A.S.M.) âyinesinin farkýna iþareten bazý kelimeler ilâve edildi.

 

SAÝD NURSÎ

 

Huzur bulur bu gün seninle âlem;

 

Ey bu asýrda rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

Sürur bulur bu gün seninle âdem,

 

Ey bir rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Bu hasta gönüller çoktan periþan;

 

Varsa sende eðer Lokmandan niþan;

 

Bir þifa sun, gel ey mahbub-u ziþan,

 

Ey cilve-i rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Gelmez mi sonu bu uzun hecenin,

 

Geçmez mi gamý bu yaslý gecenin,

 

Zâri arttý, sabrý bitti nicenin,

 

Ey cilve-i rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Fahr-i Âlem, Arþtan bu yere indi;

 

Þâh-ý velâyet gelip Düldüle bindi;

 

Zülfikara bugün, artýk Nur dendi,

 

Ey bu zamanda rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

.........................................................................

 

sh: » (T: 508)

 

Derdlere dermansýn, mahbub-u cansýn;

 

Hem câmi-ül esma Vel-Kur'ansýn;

 

Hem de Nur-u Haktan bize ihsansýn,

 

Ey bir rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Bu âlemde madde deðil, bir özsün;

 

Her zerreden bakan bütün bir gözsün;

 

Kâinatý hayran eden bütün bir yüzsün,

 

Ey misal-i rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

.....................................................................

 

 

 

Çünki sensin bu asýrda Rahmetenlilâleminin cilvesi,

 

Çünki sensin þimdi Þefi-ül Müznibînin vârisi,

 

Aðisna ya gýyas-el müstaðisîn,

 

Ey þule-i rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Þifa bulsun þimdi biraz yaramýz,

 

Revaç bulsun geçmez olan paramýz;

 

Saç nurunu, aka dönsün karamýz,

 

Ey ziya-ý rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

...........................................................................

 

 

 

Meylimiz yok yalancý bir dünyaya,

 

Son verdik biz bid'alara, riyaya;

 

Kapýlmayýz öyle kuru hülyaya,

 

Ey bir hakikat-ý rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Yok bizde cemiyet kurma hülyasý,

 

Yok baþka bir yola gitme sevdasý;

 

Olduk, ancak Nurun derdli þeydâsý,

 

Ey derdlilere rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

.......................................................................

 

Geçmiþiz hep medihlerden senadan,

 

Yüz çevirdik servetlerden gýnâdan;

 

Nur isteriz, geçmeden bu fenadan,

 

Ey bu asýrda rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

 

 

sh: » (T: 509)

 

.........................................................................

 

Âþýklarýn, arþa çýkan feryadý

 

Aðlatýyor o pâk ruhlu ecdadý;

 

Allah için eyle bize imdadý,

 

Ey muhtaçlara rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Gökler saldý belâ, yer verdi belâ,

 

Sarstý âfâký bir acý vaveylâ,

 

Rahmet et âleme ey Nur-u Mevlâ!

 

Ey cilve-i rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Bir yanda sel var, bir yanda kan akar,

 

Bu belâ ateþi âlemi yakar;

 

Aðlayan bu beþer hep sana bakar,

 

Ey nümune-i rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Çevrildi ateþle bu koca dünya,

 

Bir Cehennem gibi kaynadý derya!

 

Yetiþ imdada ey þâh-ý evliya,

 

Ey bu zamanda rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

............................................................................

 

Zýndýkaya, küfre karþý saldýrdýn,

 

Gönüllerden kederleri kaldýrdýn,

 

Bizi nurun deryasýna daldýrdýn,

 

Ey biçarelere rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Kaldýramaz sana aslâ kimse el,

 

Baðlýyoruz bizler sana candan bel;

 

Dünyalara sensin ümid ve emel,

 

Ey ziya-i rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Sen ordu kurmazsýn erle, uþakla,

 

Savaþmazsýn öyle, topla, býçakla;

 

Nurunla þu asrý tutup kucakla,

 

Ey þimdi rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

sh: » (T: 510)

 

Bitsin de, bu korkunç tufan-ý þedid,

 

Açýlsýn yepyeni bir devr-i mes'ud;

 

Onsekiz bin âlem eylesin hep îyd,

 

Ey ehl-i Kur'ana rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Geliyor þu karþýdan gerçi bir zulmet,

 

Fakat sensin bugün atâ-yý rahmet,

 

Boðacaksýn onu nurunla elbet,

 

Ey bir rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Kýzýl ejder yuvamýza girmesin,

 

Zehirli eli yakamýza ermesin;

 

Karþý durup nurun fýrsat vermesin,

 

Ey seyf-i rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Kara duman üstünden daðýlsýn,

 

Kýzýl alev sönüp âlem ayýlsýn,

 

Bu zaferin haþre kadar anýlsýn,

 

Ey zülfikar-ý rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

O soydandýr nice canlar yakanlar;

 

O soydandýr evler barklar yýkanlar,

 

O soydandýr sana kinle bakanlar,

 

Ey hüccet-i rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Masumlarýn kanlarýný içerler!

 

Ebu Cehl'i, Nemrudlarý geçerler,

 

Ölümlerden ölümleri seçerler,

 

Ey þimdi bir rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Bir mikrop ki, ciðerleri diþliyor,

 

Kanýmýzla kendisini besliyor;

 

Temiz yurdu telvis edip pisliyor,

 

Ey bir eczahane-i rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Gâzilerin, fatihlerin konaðý,

 

Seyyidlerin, serverlerin otaðý

 

Bu vatandýr, þehidlerin yataðý..

 

Ey cilve-i rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

sh: » (T: 511)

 

O þehidlerin, ala dönmüþ kefeni;

 

Miskler kokar, güle benzer bedeni.

 

Öper melekler de nurlu na'þýný,

 

Ey cilve-i rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

 

 

Kur'an diyor; ölmemiþtir, diridir..

 

Herbirisi, Hakkýn arslan eridir!

 

Türbeleri yürekleri titretir,

 

Ey âyine-i rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Armaðansýn çünki asil millete,

 

Düþmeyelim bir gün bile zillete..

 

Götür bizi þanlý büyük devlete,

 

Ey misal-i rahmet-i âlem Risale-i Nur!.

 

 

 

Eyleyeler nurun ile hep savlet,

 

Zaferlerle þanlar bulur bu millet,

 

Þarka, garba ziya salsýn bu devlet,

 

Ey bizlere rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

 

 

Nurdan kanadýn, hem saðlam kolun var,

 

Nurdan senin Hakka giden yolun var.

 

Kabul et bir kemter Feyzi kulun var..

 

Ey bu asýrda rahmet-i âlem Risale-i Nur!

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

 

Üstadým, Efendim Hazretleri;

 

وَمَا اَرْسَلْنَاكَ اِلاَّ رَحْمَةً لِلْعَاَلمِينَ Âyetinin nurlarýndan, nurun sayesinde alabildiðim bir zerreyi bu þekilde yazdým. Ve huzur-u irfanýnýza sundum. Kabulünü rica eder, selâmlarýmýzý sunar ve mübarek ellerinizden öperiz.

 

Biçare talebeniz

 

HASAN FEYZÝ

 

(Rahmetullahî aleyhi ebeden dâima)

 

* * *

 

 

 

sh: » (T: 512)

 

Merhum Hasan Feyzi, Nurlardan aldýðý hakikat dersini, nurlara iþaret ederek güzel tanzim etmiþ. Lâhikaya girsin.

 

SAÝD NURSÎ

 

Güzel oku! Her zerrede coþkun birer mânâ var,

 

Derd ehline bu mânâda canlar sunan eda var.

 

Vermek için parlaklýðý, gamlý gönül evine,

 

Bir bak hele, her cilâdan üstün olan cilâ var

 

 

 

Derin, güzel düþünce ile incelersen bunu sen,

 

Zaiflemiþ ruhlar için daðlar gibi gýda var.

 

Hem dilersen, tükenmiyen sermaye-i serveti,

 

Aç gözünü Nurlara bak, iþte sana tufan gibi gýna var.

 

 

 

Beni taný, yürü kulum yürü diye bizlere,

 

Her nefeste þefkat ile Rabbimizden nida var.

 

Duymuþ isen bu nîdayý her zerrenin dilinden,

 

Müjde olsun, artýk sana Cennet denen safa var.

 

 

 

Uzaklara bakma! "Nurlara bak, yürü!" âlem onun âyinesi,

 

Görmez misin, her yüzünde ayný renkte ziya var.

 

Bir güneþtir her zerrede cilve yapýp parlayan;

 

Bilmez misin, sende dahi o edadan eda var.

 

 

 

Eller açýp yürü bugün kana kana Risale-i Nurdan ýþýk al!

 

Aþka uyan, nura kanan her zerrede reha var,

 

Hüner deðil; dostu, düþman; yârý, aðyar eylemek;

 

Yadý biliþ yapasýn ki, ancak dostta vefa var.

 

 

 

Hünerdir ki; yaprak atlas; toprak, elmas olmalý!

 

Çünki bir bak, ne yaprakta ne toprakta beka var.

 

Kýsa görüp denizleri damlalara çevirme;

 

Hakikatta, her damlada gizli birer derya var.

 

 

 

Damla iken aslýn senin, daðý taþý aþarsýn,

 

Hem gökleri keþfedersin, sende ey nur, böyle deha var.

 

Bir noktayý bir cihan yap, o cihana hâkim ol,

 

Zira senin bir noktanda, güneþ kadar zekâ var!

 

 

 

 

 

sh: » (T: 513)

 

Her zerrenin Kâ'be'sidir kalbi, yine kendine

 

Dikkat eyle, herbirinde yine ancak hüda var

 

Sakýn Feyzi!. Sen gözünü Hak yüzünden ayýrma

 

Hakký gören gerçeklere, hakký kadar atâ var.

 

(Denizli Kahramaný Merhum)

 

HASAN FEYZÝ

 

* * *

 

(Mekteb-i Fünunda Ve Ulûm-u Ýslâmiyede Gayet Müdakkik Ve Kýdemli Muallimlerden Hasan Feyzi'nin Bir Þiiri)

 

HAZRETÝNÝZE BURADAN AYRILIK SÖYLEMÝÞTÝM

 

 

 

 

 

Çekilip nur-u hidayet yine zindan olacak!

 

Yine firkat, yine hasret, yine hüsran olacak.

 

Yine sen, yaþ yerine kan akýtýp aðla gözüm..

 

Çünki hicran dolu kalbim yine hicran olacak.

 

 

 

Yine göç var diye mecnûna haber verme sakýn!

 

Yine matem, yine zâri, yine efgan olacak.

 

Açýlan ol gül-ü tevhid, sararýp solsa gerek;

 

Kapanýp Kâbe-i irfan, yine viran olacak.

 

 

 

Haber aldým ki yarýn yad olacakmýþ bize yâr,

 

Ne büyük yâre ki, kimler buna derman olacak?

 

Bu büyük derd-i elemden kime þekva edeyim?

 

Ýþiten nâlemi, hep ben gibi nâlân olacak.

 

 

 

O þifa-bahþ olan envarýný sen çeksen eðer,

 

Bana kim nur verecek, kim bana Lokman olacak?

 

O temiz pak nefsin, âb-ý hayatý bu çölün;

 

Onu, dûr etme ki her ferd ona reyyan olacak.

 

 

 

Hele ol nur-u þerifin kime deðmiþse eðer,

 

Küçücük zerre de olsa, mâhitaban olacak.

 

O lütufkâr, o keremkâr eli öptükçe, benim

 

Bu küçük kalb-i hazinim yine handan olacak.

 

 

 

sh: » (T: 514)

 

Bab-ý feyzinden ýrak olmayý asla çekemem,

 

Dahi nezrim bu ki caným sana kurban olacak.

 

Nazarýn erse garib baþýma ey nur-u Hüda,

 

Bugün artýk bu hakir bendede umman olacak;

 

 

 

Bu anasýr, yüzüne her ne kadar çekse hicab;

 

Yine haksýn, buna þahid yine Kur'an olacak.

 

Kâb-ý Kavseynden alýp dersimi bildim ki ayân,

 

O güzel nur-u bedi', mânevî sultan olacak.

 

 

 

Sakýnýp, Feyzi-i biçareye bahs açma bugün;

 

Yeni baþtan yine þeyda, yine giryan olacak.

 

..........................................................................................

 

Bîçare Talebeniz

 

HASAN FEYZÝ

 

* * *

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...