Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Üçüncü Kýsým

Eskiþehir Hayatý

 

 

 

Risale-i Nur'un gittikçe inkiþaf ettiðini, iman ve Ýslâmiyet'in kuvvetlenmeye baþladýðýný anlayan gizli din düþmanlarý, "Bediüzzaman; gizli cem'iyet kuruyor, rejim aleyhindedir, rejimin temel nizamlarýný yýkýyor!" gibi uydurma ve hükûmeti aldatýcý tertib ve ittihamlarla 1935 senesinde Eskiþehir Aðýr Ceza Mahkemesinde, idam kasdýyla ve muhakkak surette mahkûm edilmesi direktifiyle hakkýnda dâva açtýrýlýyor. Bunun üzerine Dâhiliye Vekili ve Jandarma Umum Kumandaný, teçhiz edilmiþ askerî bir kýt'a ile birlikte Isparta'ya geliyorlar. Isparta-Afyon yolu boyunca süvari askerleri yerleþtiriliyor. Isparta Vilâyeti ve civarý askerî birliklerle kontrol altýnda bulunduruluyor. Bir sabah vakti; masum ve mazlum Bediüzzaman inzivagâhýndan çýkarýlarak, talebeleriyle beraber, elleri kelepçeli olarak kamyonlarla Eskiþehir'e sevkediliyor. Yolda, Bediüzzaman ve talebelerine yakýn bir alâka duyan Müfreze Kumandaný Ruhi Bey, kelepçeleri çözdürüyor. Bu suretle, namazlar kazaya býrakýlmadan yola devam ediliyor. Hakikatý ve Bediüzzaman'ýn masumiyetini idrak eden Müfreze Kumandaný, Bediüzzaman ve talebelerinin bir dostu olmuþtur...

 

Yüz yirmi talebesiyle Eskiþehir Hapishanesine getirilen Said Nursî, tam bir tecrid-i mutlak içerisine alýnarak, kendisine ve talebelerine dehþetli iþkenceler tatbikine baþlanýyor… Bediüzzaman Said Nursî; kendisine yapýlan bu iþkence ve azablara raðmen, Otuzuncu Lem'a ve Birinci ve Ýkinci Þualarý te'lif ediyor. Hapisteki birçok kimseler Üstad Bediüzzaman hapse girdikten sonra ýslah-ý nefs ederek mütedeyyin bir hale geliyorlar.

 

Gizli dinsizler, Isparta havalisinde: "Bediüzzaman ve talebeleri idam edilecek" diye propagandalar yaptýrarak, korku ve dehþet saçýyorlar. (Haþiye) Diðer taraftan Bediüzzaman hapse konulma-

 

__________________________________________

 

(Haþiye): Evet; zulmün sonu, zalimin mahvýna olarak öyle tecelli eder ve etmiþtir ki; o plânlarý yapanlar, þimdi ölümün idam-ý ebedisine mahkûm bir vaziyette Cehennemin esfel-i safilînine yuvarlanmakta, tam maðlubiyet ve Cehennem azabýndan daha þedid azablar içerisinde þevketi sönmüþ olarak zelilane bir ömür geçirmektedirler.

 

Bediüzzaman ise; iman ve Ýslâmiyetin bahadýr ve kahraman bir hâdimi olarak, Ýslâmî bir izzet ve imanî bir þehametle hâlâ yaþamakta, Kur'an ve iman hizmetini devam ettirmekte ve Ýslâmî zaferleriyle Müslüman Türk Milletine ve Âlem-i Ýslâma manevî bayramlar idrak ettirmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

sh: » (T: 198)

 

sýndan mütevellid muhtemel bir isyan hareketinin vukuundan korkan istibdad ve ceberut devrinin hükûmet reisi, Þark Vilayetlerine seyahate çýkýyor.

 

Halbuki Bediüzzaman, ömrü boyunca müsbet hareket etmeyi düstur edinmiþ; "Birkaç adamýn hatasýyla yüzer adamlarýn zarar görmesine sebeb olunamaz" demiþtir. Bunun içindir ki, yapýlan o kadar gaddarane zulümlar esnasýnda bir tek hadise meydana gelmemiþ ve Bediüzzaman Said Nursî, talebelerine daima sabýr ve tahammül ve yalnýz iman ve Ýslâmiyete çalýþmayý tavsiye etmiþtir. Ve bu gibi evhamlarýn, dinsizlik hesabýna, maksad-ý mahsusla husule getirildiðini herkes anlamýþtýr.

 

Bediüzzaman yüz yirmi talebesiyle beraber 1935'te Eskiþehir Aðýr Ceza Mahkemesine sevkediliyor. Ani yapýlan araþtýrmalarla elde edilen bütün risale ve mektublar meydanda olduðu halde, mahkûmiyetlerini intaç edecek bir delile rastgelinememiþ ve neticede kanaat-ý vicdaniye ile keyfi bir surette Said Nursî'ye onbir ay ve onbeþ arkadaþýna da altýþar ay ceza vererek; mütebaki kalan yüz beþ kiþiyi beraet ettirmiþtir. Halbuki isnad edilen suç sabit olsaydý, Bediüzzaman Said Nursî'nin idamýna ve arkadaþlarýnýn da hiç olmazsa aðýr hapsine hükmedilecekti. Nitekim bu yersiz karara Bediüzzaman itiraz etmiþ ve bu cezanýn bir beygir hýrsýzýna veya bir kýz kaçýrýcýsýna lâyýk olduðunu belirterek kendisinin ya beraetine veya idamýna veyahut yüz bir sene hapse mahkûmiyetine hükmedilmesini ýsrarla istemiþtir.

 

Burada, harika bir hâdiseyi nakletmeden geçemeyeceðiz. Þöyle ki:

 

Bediüzzaman hapiste iken, bir gün, o zamanýn Eskiþehir Müddeiumumîsi Üstadý çarþýda görür. Hayret ve taaccüble ve vazifesine son vereceði ihtarýyla, hapishane müdürüne:

 

-Ne için Bediüzzamaný çarþýya çýkardýnýz? Þimdi çarþýda gördüm, der. Müdür de:

 

-Hayýr efendim. Bediüzzaman hapishanede, hattâ tecriddedir; bakýnýz, diye cevab verir.

 

Bakarlar ki, Üstad yerindedir. Bu hârika vakýa adliyede þayi

 

_______________________________

 

sh: » (T: 199)

 

olur. Hâkimler, "Bu hale akýl erdiremiyoruz" diye birbirlerine naklederler. (Hâþiye)

 

 

 

BEDÝÜZZAMAN SAÝD NURSÎ'NÝN ESKÝÞEHÝR

 

MAHKEMESÝ MÜDAFAATINDAN BÝR KISMI

 

1935

 

Eskiþehir Mahkemesinde, Said Nursî'nin siyasî þeylerle meþgul olmadýðý tahakkuk etmiþ, sadece bir Âyet-i Kerimeyi tefsir eden bir risalesinden dolayý ceza verilmiþtir ki, Âyet-i Kerime tefsirinden dolayý bir müfessiri cezalandýrmak, dünyanýn hiçbir mahkemesinde görülmemiþtir; elbette ve elbette büyük bir adlî hatadýr.

 

O Müdafaadan Bir Parça

 

Ey hey'et-i hâkime: Beni, dört-beþ madde ile ittiham edip tevkif ettiler.

 

Birinci Madde: Ýrtica fikriyle dini âlet edip, emniyet-i umumiyeyi ihlâl edebilecek bir teþebbüs niyeti olduðu ihbar edilmiþ.

 

Elcevab: Evvelâ; imkânat baþkadýr, vukuat baþkadýr. Herbir ferd, çok adamlarý öldürebilmesi mümkündür. Bu imkân-ý katil

 

_____________________________

 

(Hâþiye): Aynen bunun gibi bir vakýa da, Bediüzzaman Denizli hapsinde iken olmuþtur. Üstadý, halk iki-üç defa muhtelif camilerde sabah namazýnda görür. Savcý iþitir, Hapishane müdürüne pürhiddet:

 

-Bediüzzamaný sabah namazýnda dýþarýya, camiye çýkarmýþsýnýz" der. Tahkikat yapar ki, Üstad hapishaneden dýþarý kat'iyen çýkarýlmamýþ.

 

Eskiþehir hapishanesinde iken de; bir Cuma günü, hapishane müdürü, kâtib ile otururken bir ses duyuyor:

 

-Müdür bey! Müdür bey!

 

Müdür bakýyor. Bediüzzaman yüksek bir sesle:

 

-Benim mutlaka bugün Ak Camide bulunmam lâzým.

 

Müdür: "Peki Efendi Hazretleri" diye cevab veriyor. Kendi kendine: "Herhalde, Hoca Efendi kendisinin hapiste olduðunu ve dýþarýya çýkamayacaðýný bilemiyor" diye söylenir ve odasýna çekilir. Öðle vakti; Bediüzzaman'ýn gönlünü alayým, Ak Camiye gidemeyeceðini izah edeyim düþüncesiyle Üstad'ýn koðuþuna gider. Koðuþ penceresinden bakar ki, Bediüzzaman içeride yok! Hemen jandarmaya sorar, "Ýçeride idi, hem kapý kilitli" cevabýný alýr. Derhal camiye koþar. Bediüzzaman'ýn ileride, birinci safta, sað tarafta namaz kýldýðýný görür. Namazýn sonlarýnda Bediüzzamaný yerinde göremeyip, hemen hapishaneye döner; Hazret-i Üstadýn "ALLAHÜ EKBER" diyerek secdeye kapandýðýný hayretler içerisinde görür. (Bu hadiseyi bizzat o zamanki hapishane müdürü anlatmýþtýr.)

 

 

 

sh: » (T: 200)

 

cihetiyle mahkemeye verilir mi? Herbir kibrit, bir haneyi yakmasý mümkündür. Bu yangýn imkânýyla, kibritler imha edilir mi?

 

Saniyen: Yüzbin defa hâþâ! Ýþtigal ettiðimiz ulûm-u imaniye, Rýzâ-yý Ýlâhiyeden baþka hiçbir þeye âlet olamaz. Evet, Güneþ Kamer'e peyk ve tâbi olmadýðý gibi, saadet-i ebediyyenin nuranî ve kudsî anahtarý ve hayat-ý uhreviyyenin bir Güneþi olan îman dahi, hayat-ý içtimaiyyenin aleti olamaz. Evet, bu kâinatýn en muazzam mes'elesi ve þu hilkat-ý âlemin en büyük muammasý olan sýrr-ý imandan daha ehemmiyetli bir mes'ele-i kâinat yoktur ki, bu mes'ele-i sýrr-ý iman ona âlet olsun.

 

Ey hey!et-i hâkime! Eðer bu iþkenceli tevkifim, yalnýz hayat-ý dünyeviyeme ve þahsýma ait olsa idi; emin olunuz ki, on seneden beri sükût ettiðim gibi yine sükût edecektim. Fakat tevkifim, çoklarýn hayat-ý ebediyelerine ve muazzam týlsým-ý kâinatýn keþfini tefsir eden Risale-i Nur'a ait olduðundan, yüz baþým olsa ve her gün biri kesilse, bu sýrr-ý azimden vaz geçmeyeceðim; ve sizin elinizden kurtulsam, elbette ecel pençesinden kurtulamýyacaðým. Ben ihtiyarým, kabir kapýsýndayým. Ýþte o müdhiþ týlsým-ý kâinat keþþafý olan Kur'an-ý Hakîmin o muazzam keþfini göze gösterir bir surette tefsir eden Risale-i Nur'un, o týlsýma ait yüzer mes'elelerinden, bu herkesin baþýna gelecek olan ecele ve kabre ait yalnýz bu sýrr-ý imana bakýnýz ki:

 

Acaba; bu dünyanýn bütün muazzam mesail-i siyasiyesi, ölüme ecele inanan bir adama daha büyük olabilir mi ki; bunu, ona alet etsin. Çünki; vakit muayyen olmadýðýndan, her vakit baþ kesebilen ecel, ya idam-ý ebedidir veyahut daha güzel bir âleme gitmeye terhis tezkeresidir. Hiçbir vakit kapanmýyan kabir; ya hiçlik ve zulûmat-ý ebediye kuyusunun kapýsýdýr veyahut daha dâimî ve daha nuranî bâki bir dünyanýn kapýsýdýr.

 

Ýþte; Risale-i Nur, keþfiyat-ý kudsiye-i Kur'aniyenin feyziyle, iki kere iki dört eder derecesinde kat'iyetle gösterir ki, eceli, idam-ý ebediden terhis vesikasýna ve kabri dipsiz, hiçlik kuyusundan müzeyyen bir bahçe kapýsýna çevirmeleri, þübhesiz, kat'î bir çaresi var. Ýþte bu çareyi bulmak için, bütün dünya saltanatý benim olsa bilâ-tereddüd feda ederim. Evet, hakikî aklý baþýnda olan feda eder...

 

Ýþte efendiler, bu mes'ele gibi yüzer mesail-i imaniyeyi keþf ve izah eden Risale-i Nur'a, evrak-ý muzýrra gibi, haþa yüzbin defa

 

 

 

sh: » (T: 201)

 

haþa! siyaset cereyanlarýna alet edilmiþ garazkâr kitablar nazarýyla bakmak... Hangi insaf müsaade eder, hangi akýl kabul eder, hangi kanun iktiza eder? Acaba istikbal nesl-i atisi ve hakikî istikbal olan âhiretin ehli ve Hâkim-i Zülcelâli, bu suali, müsebbiblerinden sormayacaklar mý? Hem, bu mübarek vatanda bu fýtraten dindar millete hükmedenler, elbette dindarlýða tarafdar olmasý ve teþvik etmesi, vazife-i hâkimiyet cihetiyle lâzýmdýr. Hem madem lâik cumhuriyet, prensibiyle bitarafane kalýr ve o prensibiyle dinsizlere iliþmez; elbette dindarlara dahi bahaneler ile iliþmemek gerektir.

 

Salisen: Bundan oniki sene evvel Ankara reisleri, Ýngilizlere karþý "Hutuvat-ý Sitte" namýndaki mücahedatýmý takdir edip beni oraya istediler. Gittim. Gidiþatlarý, benim ihtiyarlýk hissiyatýma uygun gelmedi. "Bizimle çalýþ" dediler. Dedim: "Yeni Said öteki dünyaya çalýþmak istiyor, sizinle çalýþamaz; fakat size de iliþmez."

 

Evet iliþmedim ve iliþenlere de iþtirâk etmedim. Çünki: An'anât-ý milliye-i Ýslâmiye lehinde istimal edilebilir bir deha-yý askeriyi, an'ane aleyhine çevirmeye maatteessüf bir vesile oldu. Evet; ben, Ankara reislerinde, hususan reisicumhurda bir deha hissettim ve dedim: "Bu dehayý, kuþkulandýrmakla an'anat aleyhine çevirmek caiz deðildir." Onun için, ne kadar elimden gelmiþse dünyalarýndan çekindim, karýþmadým. Onüç seneden beri siyasetten çekildim; hattâ bu yirmi bayramdýr, bir-ikisinden baþka umumlarýnda, bu gurbette, kendi odamda yalnýz mahpus gibi geçirdim; tâ ki siyasete bulaþmam tevehhüm edilmesin. Hükûmetin iþlerine iliþmediðime ve karýþmak istemediðime delalet eden;

 

Birinci Delil: Onüç senedir, siyaset lisaný olan gazeteleri bu müddet zarfýnda hiç okumadýðým dokuz sene oturduðum Barla köyünde, dokuz ay ikamet ettiðim Isparta'da dostlarým biliyorlar. Yalnýz; Isparta tevkifhanesinde, gayet insafsýz bir gazetecinin, dinsizcesine, Risale-i Nurun talebelerine hücumunun bir fýkrasý, istemediðim halde kulaðýma girdi.

 

Ýkinci Delil: On senedir Isparta Vilâyetinde bulunuyordum. Dünyanýn çok tahavvülâtý içinde siyasete karýþmak teþebbüsüne

 

 

 

sh: » (T: 202)

 

dâir hiçbir emare, hiçbir tereþþuhat görülmediðidir.

 

Üçüncü Delil: Hiçbir hatýra gelmeyen, âni olarak benim ikametgâhým bastýrýldý, tam taharrî edildi. On seneden beri en mahrem evrakýmý ve kitablarýmý aldýlar. Hem vali dairesi, hem polis dairesi, bu kitablarýmda siyaset-i hükûmete iliþecek hiçbir maddeyi bulamadýklarýný itiraf etmeleridir. Acaba; on sene deðil, belki on ay benim gibi sebebsiz nefyedilen ve merhametsizce zulüm gören ve iþkenceli tazyik ve tarassud edilen bir adamýn en mahrem evraký meydana çýksa, zalimlerin yüzlerine savrulacak on madde çýkmaz mý?

 

Eðer denilse: "Yirmiden ziyade mektublarýn yakalandý?" Ben de derim: O mektublar, birkaç sene zarfýnda yazýlmýþlar. Acaba, on sene zarfýnda on dosta, on ve yirmi ve yüz mektub çok mu? Madem muhabere serbesttir ve dünyanýza iliþmezler, bin olsa da bir suç teþkil etmezler.

 

Dördüncü Delil: Müsadere edilen bütün kitablarýmý görüyorsunuz ki, siyasete arkalarýný çevirip, bütün kuvvetleri ile imana ve Kur'âna, âhirete müteveccih olmalarýdýr. Yalnýz iki-üç risalelerde Eski Said sükûtu terkederek bazý gaddar me'murlarýn iþkencelerine karþý hiddet etmiþ; hükûmete deðil, belki vazifesini sû-i istimal eden o memurlara itiraz eylemiþ, mazlumane þekvasýný yazmýþ. Fakat, yine o iki-üç risaleyi mahrem deyip neþrine izin vermedim, has bir kýsým dostlarýma münhasýr kalmýþlardýr. Hükûmet ele bakar ve zâhire dikkat eder. Kalbe bakmak, gizli ve hususî iþlere bakmak hakký yoktur ki, herkes kalbinde ve hanesinde istediðini yapabilir ve padiþahlarý zemmeder, beðenmez.

 

Ezcümle: Yedi sene evvel -daha yeni ezan çýkmadan- bir kýsým me'murlar sarýðýma, hem hususî Þafiîce ibadetime müdahale etmek istemelerine mukabil, bir kýsa risale yazýldý. Bir zaman sonra yeni ezan çýktý; ben o risaleyi mahrem dedim, intiþarýný menettim. Hem: Ezcümle, Dar-ül Hikmet-il Ýslâmiyede bulunduðum zaman, tesettür Âyeti aleyhinde Avrupa'dan gelen itiraza karþý bir cevab yazmýþtým. Bundan bir sene evvel, eski matbu risalelerimden alýnan ve "On Yedinci Lem'a" namýndaki risalenin bir mes'elesi olarak kaydedilmiþ ve sonra "Yirmi Dördüncü Lem'a" ismini alan kýsacýk Tesettür Risalesi, ilerideki kanunlara temas etmemek için, o Tesettür Risalesini setrettim. Her nasýlsa, yanlýþlýkla bir yere gönderilmiþ. Hem o risale; medeniyetin, Kur'anýn Âyeti-

 

 

 

sh: » (T: 203)

 

ne ettiði itiraza karþý, müskit ve ilmî bir cevabdýr. Bu hürriyet-i ilmiye, cumhuriyet zamanýnda elbette kayýd altýna alýnamaz.

 

Beþinci Delil: Dokuz senedir, bir köyde inzivayý ihtiyar ettiðim ve hayat-ý içtimaiyeden ve siyasetten sýyrýlmak istediðim; ve bu defa gibi, müteaddid baþýma gelen bütün iþkencelere tahammül edip, dünya siyasetine karýþmamak için bu on senede hiç müracaat etmediðimdir. Eðer müracaat etseydim, Barla yerine Ýstanbul'da oturabilirdim. Ve belki, bu defadaki gaddarane tevkifimin sebebi; müracaatsýzlýktan küsen ve gururlarýna dokunan Isparta Valisinin ve hükûmetin bazý me'murlarýnýn, garazlarýndan veya iktidarsýzlýklarýndan habbeyi kubbe yapýp, Dahiliye Vekâletini evhamlandýrmasýdýr.

 

Elhasýl: Benim ile temas eden bütün dostlarým bilirler ki; siyasete deðil karýþmak, deðil teþebbüs, belki düþünmesi dahi esas maksadýma ve ahval-i ruhiyeme ve hizmet-i kudsiye-i imaniyeme muhaliftir; ve olamýyor. Bana nur verilmiþ, siyaset topuzu verilmemiþ. Bu halin bir hikmeti þudur ki; hakaik-i imaniyeye müþtak ve me'muriyet mesleðine giren bir çok zatlarý, bu hakaike, endiþeli ve tenkidkârane baktýrmamak, onlardan mahrum etmemek için, Cenab-ý Hak kalbime siyasete karþý þiddetli bir kaçýnmak ve bir nefret vermiþtir kanaatýndayým.

 

.............................................................................................................

 

Binbaþý Merhum Asým Bey isticvab edildi; eðer doðru dese, Üstadýna zarar gelir ve eðer yalan dese, kýrk senelik namuskârane ve müstakimane askerliðinin haysiyetine çok aðýr gelir diye düþünüp, "Ya Rab, canýmý al!" diyerek o dakikada teslim-i ruh eyledi. Ýstikamet þehidi oldu. Ve dünyada hiçbir kanunun hata diyemiyeceði bir muavenet-i hayriyeye ve bir tasdike hata tevehhüm edenlerin çirkin hatalarýna kurban oldu. Evet; Risale-i Nurdan tam ders alan, bir su içer gibi, kolayca terhis tezkeresi telâkki ettiði ecel þerbetini içer. Eðer benden sonra dünyada kalan kardeþlerimin teellümlerini düþünmeseydim, ben de, âlicenab kardeþim Asým Bey gibi "Ya Rab! Canýmý da al" diyecektim. Her ne ise. Benim sebeb-i ittihamýmdan olan;

 

Üçüncü Madde: Risale-i Nur'un müsaade-i hükûmet alýnmadan intiþarý ve hissiyat-ý îmaniyeyi kuvvetleþtirmesiyle, ileride belki hükûmetin serbestane prensiplerine sed çeker ve emniyet-i umumiyeyi ihlâl eder.

 

 

 

sh: » (T: 204)

 

Elcevab: Risale-i Nur, nurdur. Nurdan zarar gelmez; siyaset topuzunu onüç seneden beri elinden atmýþtýr; ve bu vatanýn ve bu milletin hayatlarýnýn temel taþlarý olan hakikat-ý kudsiyeyi tesbit eder; ve bu mübarek milletin yüzde doksan dokuzuna zararsýz menfaati olduðuna, eczalarýný okuyan bütün zatlarý iþhad edebilirim. Haydi biri çýksýn, desin: "Bunda bir zarar gördüm."

 

Sâniyen: Benim matbaam yok ve müteaddid kâtiblerim yok. Birisini zor ile bulabilirim. Ve hüsn-ü hattým yok, yarým ümmîyim, bir saatte ancak bir sahifeyi çok noksan yazýmla yazabilirim. Merhum Asým Bey gibi bazý zatlar benim için bir yadigâr olarak güzel yazýlarýyla yardým ettiler. Benim, çok hazin gurbetimdeki hatýratýmý yazdýlar. Sonra, envar-ý îmaniyeyi derdine tam derman bulan bir kýsým zâtlar onlarý okumak istediler ve okudular; hayat-ý ebediyelerine tam bir tiryak olduðunu hakkalyakîn gördüler, kendilerine istinsah ettiler. Elinize geçen ve nazar-ý teftiþinizde bulunan "Fihriste Risalesi" gösteriyor ki; Risale-i Nur'un her bir cüz'ü, bir Âyet-i Kur'aniyenin hakikatýný tefsir eder; ve hususan erkân-ý imaniyeye dair âyetleri öyle vuzuhla tefsir eder ki, Avrupa feylesoflarýnýn bin seneden beri Kur'an aleyhinde hazýrladýklarý hücum plânlarýný ve esaslarýný bozuyor. Þimdilik elinizde "Ýhtiyar Risalesi" nin Onbirinci Ricasýnda binler îmanî ve tevhidî bürhanlardan bir tek bürhan var. Nümune için ona bakýnýz; dikkat ediniz, dâvâm doðru mudur, yanlýþ mýdýr? Anlarsýnýz. Hem bu vatana ve bu millete ne kadar menfaatli olduðunu, nümune için, Risale-i Nurun eczalarýndan olan "Ýktisad Risalesi" ve hastalara, imandan gelen yirmibeþ devalý risale; ve ihtiyarlara, imandan gelen onüç rica ve teselli risaleleri, bu mübarek milletin yarýsýndan ziyade bir yekûn teþkil eden fakirler, hastalar, ihtiyarlar taifelerine gayet kýymetdar bir hazine-i servet ve tiryak ve ziya olduðunu insaf ile bakan herkes kabul eder kanaatýndayým.

 

Hem vazife-i tahkikatýnýza yardým için derim: Fihriste Risalesi yirmi senelik risalelerimin bir kýsmýnýn fihristesidir. Ýçindeki risalelerin bir kýsmýnýn asýllarý Dârülhikmetten baþlar. Fihristedeki numaralar, te'lif tertibiyle deðildirler. Meselâ: Yirmiikinci Söz, Birinci Söz'den daha evvel te'lif edilmiþ ve Yirmiikinci Mektub, Birinci Mektub'dan daha evvel yazýlmýþ. Bunlar gibi çok var...

 

Salisen: Ýman ilminden ibaret olan Risale-i Nur eczalarý, emniyet ve asayiþi temin ve te'sis ederler. Evet, güzel seciyelerin ve

 

 

 

sh: » (T: 205)

 

iyi hasletlerin menþe' ve menbaý olan iman; elbette emniyeti bozmaz, temin eder. Ýmansýzlýktýr ki, seciyesizliði ile emniyeti ihlâl eder.

 

Hem bunu biliniz ki, yirmi-otuz sene evvel bir gazetede gördüm ki; Ýngilizlerin bir Müstemlekât Nâzýrý demiþ: "Bu Kur'an Müslümanlarýn elinde varken biz onlara hakikî hâkim olamayýz... Bunun kaldýrýlmasýna ve çürütülmesine çalýþmalýyýz." Ýþte; bu kâfir muannidin bu sözü, otuz senedir nazarýmý Avrupa feylesoflarýna çevirmiþ olduðundan, nefsimden sonra onlar ile uðraþýyorum. Dahiliyeye pek bakamýyorum ve dahildeki kusuru, Avrupa'nýn hatasý, ifsadýdýr derim. Avrupa feylesoflarýna hiddet ediyorum, onlarý vuruyorum, Felillâhilhamd, Risale-i Nur, o muannid kâfirin hülyasýný kýrdýðý gibi; maddiyyun, tabiiyyun feylesoflarýný tam susturur bir vaziyete girmiþtir. Dünyada, hangi þekilde olursa olsun, hiçbir hükûmet yoktur ki kendi memleketinin böyle mübarek mahsulünü ve sarsýlmaz bir maden-i kuvve-i mâneviyesini yasak etsin ve nâþirini mahkûm eylesin! Avrupa'da rahiblerin serbestiyeti gösteriyor ki; hiçbir kanun, târik-i dünya olanlara ve âhirete ve imana kendi kendine çalýþanlara iliþmez.

 

Elhâsýl: On sene kadar sebebsiz bir nefye mahkûm; ihtilâttan, muhabereden memnu gurbetzede bir ihtiyar adamýn, saadet-i ebediyenin anahtarý olan imanýna dair hâtýrat-ý ilmiyesini yazmasýný, dünyada hiçbir kanun ona yasak diyemez ve demez kanaatindeyim. Ve þimdiye kadar hiçbir âlim tarafýndan tenkid edilmemesi, elbette o hatýrat, ayn-ý hak ve mahz-ý hakikat olduðunu isbat eder.

 

Benim ittihamým ve tevkifime sebeb gösterilen,

 

Dördüncü Madde: Devletçe yasak edilen tarikat dersini vermekle ihbar edilmiþ olmaklýðýmdýr.

 

Elcevab: Evvelâ, elinizdeki bütün kitablarým þahiddirler ki, ben hakaik-i imaniye ile meþgulüm. Hem müteaddid risalelerde yazmýþým ki: "Tarikat zamaný deðil, belki imaný kurtarmak zamanýdýr. Tarikatsýz Cennete giden pek çok, fakat imansýz Cennete girecek yok. Onun için imana çalýþmak zamanýdýr" diye beyan etmiþim.

 

Saniyen: On senedir Isparta Vilâyetinde bulunuyorum. Biri çýksýn, bana "Tarikat dersi vermiþ" desin. Evet bazý has âhiret kardeþlerime ulûm-u îmaniye ve hakaik-i âliye dersini hocalýk itibariyle vermiþim. Bu, tarikat talimi deðil, belki hakikat tedrisi-

 

 

 

sh: » (T: 206)

 

dir. Yalnýz bu kadar var. Ben Þafiîyim, namazdan sonraki tesbihatým Hanefî tesbihatýndan biraz farklýdýr. Hem, akþam namazýndan yatsý namazýna kadar ve fecirden evvel hiç kimseyi kabul etmemek þartýyla, kendi kendime günahlarýmdan istiðfar ve Âyetler okumak gibi þeylerle meþguliyetim var. Zannederim, dünyada hiçbir kanun bu hale yasak diyemez. Bu mes'ele-i tarikat münasebetiyle hükûmet ve mahkeme memurlarý tarafýndan benden soruluyor:

 

-Ne ile yaþýyorsun?

 

Elcevab: Dokuz sene ikamet ettiðim Barla halkýnýn müþahedesiyle, þiddet-i iktisad berekâtýyla, tam kanaat hazinesiyle, ekser günlerde her bir gün yüz para ile, bazý daha az bir masrafla yaþadýðýmý, benimle temas eden dostlarým bilirler. Hattâ yedi sene zarfýnda; elbise, pabuç gibi þeylere yedi banknot ile idare ettim.

 

Hem, elinizde bulunan tarihçe-i hayatýmýn þehadetiyle, bütün hayatýmda halklarýn hediye ve sadakalarýndan istinkâf edip, en sadýk dostlarýmýn hatýrlarýný rencide ederek hediyesini reddetmiþim. Eðer mecburiyetle hediye almýþ isem, mukabilini vermek þartýyla aldýðýmý, bana hizmet eden dostlarým bilirler. Dârül-Hikmetil-Ýslâmiyede aldýðým maaþtan çoðunu, o zaman yazdýðým kitablarýn tab'ýna sarfettim; az bir kýsmýný, hacca gitmek için sakladým. Ýþte o cüz'î para, iktisad ve kanaat berekâtýyla on sene bana kâfi geldi ve yüz suyumu döktürmedi; daha o mübarek paradan biraz var.

 

Ey heyet-i hâkime! Bu uzun ifâdâtýmý dinlemekten usanmamak gerektir. Çünki, yirmi-otuz kitab, benim tevkifnamemin evraký içine girmiþler. Bu kadar itham evrakýma karþý, elbette bu uzun ifade kýsa kalýr. Ben, onüç senedir dünya siyasetine karýþmadýðýmdan, kanunlarý bilmiyorum. Hem, kendimi müdafaa için aldatmaða tenezzül etmediðime tarihçe-i hayatým þahiddir. Ben hakikat-ý hâli olduðu gibi beyan ettim. Sizin vicdanýnýz var ve kanunlarýn gadirsiz vech-i tatbiklerini bilirsiniz, hakkýmda hükmünüzü verirsiniz. Bunu da biliniz ki: Bazý iktidarsýz memurlarýn iktidarsýzlýklarýndan veya evhamlarýndan veya keçi ve kurt bahanesi nev'inden veya kendilerine pâye vermek veya hükûmete yaranmak fikriyle, yeni serbestî kanunlarýnýn tatbiklerine zemin hazýrlamak entrikalarýndan, hakkýmda dürbün ile bakarak habbeyi kubbe gösterdiler. Sizlerden ümidimiz þudur ki; iktidarýnýzdan, onlarýn evhamlarýnýn kubbesinin habbe olduðunu göstermektir.

 

 

 

sh: » (T: 207)

 

Yani onlarýn dürbünlerini aksine çevirip bakarsýnýz... Hem bir ricam var: Müsadere edilen kitablarýmýn, bin liradan ziyade bence kýymetleri var. Bana iade ediniz. Onlarýn mühim bir kýsmý oniki sene evvel Ankara kütübhanesine iftihar ve teþekkür ile kabul edildiðini, kütübhane nâzýrý gazete ile ilân etmiþtir. Þimdilik hayatýma hükümleri geçen hey'etinizin re'yile, bu ifademin bir suretini müdde-i umumîye verip beni bu zarara sokanlar aleyhinde ikame-i dâvâ etmek; ve bir suretini Dahiliye Vekâletine; ve bir suretini de Meclis-i Meb'usana vermek istiyorum.

 

YUKARIDAKÝ MÜDAFAATIMIN BÝRÝNCÝ TETÝMMESÝ

 

Beni istintak eden zatýn ve hey'et-i hâkimenin nazar-ý dikkatlerine! Evvelki ifademe üç maddeyi ilâve ediyorum.

 

Birinci Madde: Bizi hayrette býrakan ve gayet þaþýrtan ve bir garazý ihsas eden ve bil'iltizam hiçten bir sebeb-i ittiham icad etmek nev'inden, musýrrâne, bir cemiyet ve teþkilât varmýþ gibi soruyorlar. "Bu teþkilâtý yapmak için nereden para alýyorsunuz?" diyorlar.

 

Elcevab: Evvelâ, ben dahi soranlardan soruyorum: Böyle bir cemiyet-i siyasîyenin, bizim tarafýmýzdan vücuduna dair hangi vesika, hangi emareler var; ve para ile teþkilât yaptýðýmýza hangi delil, hangi hüccet bulmuþlar ki, bu kadar musýrrane soruyorlar? Ben, on senedir Isparta Vilâyetinde þiddetli tarassud altýnda bulunmuþum. Bir-iki hizmetkâr ve on günde bir-iki yolcudan baþka adamlarý görmeyen garib, kimsesiz, dünyadan usanmýþ, siyasetten gayet þiddetle nefret etmiþ; ve kuvvetli siyasî muhalif cem'iyetlerin ne kadar aksülâmeller ile zararlý ve akîm kaldýðýný mükerrer müþahedatla görmüþ; ve kendi kavim ve binler dostlarý içinde, en mühim fýrsatta, siyasî cemiyet ve cereyanlarý reddetmiþ ve karýþmamýþ; ve îman-ý tahkikinin gayet kudsî ve hiç bir þeyle zedelenmesi caiz olmayan hizmeti bozmak ve aðraz-ý siyasî ile çürütmeyi en büyük bir cinayet telakkî ederek þeytandan kaçar gibi siyasetten kaçan ve on seneden beri, اَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ kendine düstûr eden; ve hileyi hilesizlikte bulan, asabî ve bilâ-perva esrarýný fâþeden; on sene koca Isparta Vilâyetinin hassas ve cessas memurlarýna böyle teþkilât sezdirmeyen bu adamdan, "Böyle bir teþkilat var ve siyasî bir dolabý çeviriyorsunuz" diyen-

 

 

 

sh: » (T: 208)

 

lere karþý, yalnýz ben deðil, belki Isparta Vilâyeti ve bütün beni tanýyanlar, belki bütün ehl-i akýl ve vicdan, onlarýn iftiralarýný nefretle karþýlar ve "Garazkâr plânlar ile onu itham ediyorsunuz" diyecekler.

 

Saniyen: Mes'elemiz imandýr. Ýman uhuvvetiyle bu memlekette ve Isparta'nýn yüzde doksandokuz adamlarý ile uhuvvetimiz var. Halbuki cemiyet ise, ekser içinde ekalliyetin ittifakýdýr. Bir adama karþý, doksandokuz adam cemiyet olmaz. Meðer, gayet insafsýz bir dinsiz, herkesi (hâþâ) kendi gibi dinsiz tevehhüm edip, bu mübarek ve dindar milleti tahkir etmek niyetiyle böyle iþâa eder...

 

Salisen: Benim gibi pek ciddî bir muhabbetle Türk Milletini seven; ve Kur'ânýn senasýna mazhariyetleri cihetiyle Türk Milletini pek çok takdir eden; ve altý yüz seneden beri bütün dünyaya karþý koyan ve Kur'ânýn bayraktarý olan bu millete karþý gayet þiddetli taraftar bulunan; ve bin Türkün þehadetiyle, bin milliyetçi Türkçüler kadar Türk Milletine bilfiil hizmet eden ve kýymettar otuz-kýrk Türk gençlerini, namazsýz otuz bin hemþehrilerine tercih etmekle bu gurbeti ihtiyar eden ve hocalýk haysiyetiyle izzet-i ilmiyeyi muhafaza eden ve hakaik-i imaniyeyi pek vâzýh bir surette ders veren bir insanýn; on sene ve belki yirmi-otuz sene zarfýnda, yirmi-otuz deðil, belki yüz, belki binler talebesi, sýrf iman ve hakikat ve âhiret noktasýnda onunla fedakârane baðlansa ve âhiret kardeþi olsalar çok mudur ve zararý mý var? Hiç ehl-i vicdan ve insaf bunlarý tenkide cevaz verir mi? Ve bunlara cemiyet-i siyasîye nazariyle bakabilir mi?

 

Rabian: On sene zarfýnda yüz banknot ile idare eden ve günde, bazan kýrk para ile geçinen ve yetmiþ yamalý bir abayý yedi sene giyen bir adam hakkýnda: "Nereden para alýp yaþýyorsun ve teþkilât yapýyorsun?" diyenler, ne kadar insaftan uzak düþtüklerini ehl-i insaf anlar.

 

Ýkinci Madde: Menemen Hâdisesinin bir yalancý taklidini yapýp; millete dehþet verip, serbestî kanunlarý kolayca tatbik etmek desisesiyle hükûmeti iðfal ederek, gûya "Hükûmetin serbestî kanunlarýný kabul ettirmesine yardým ediyor" entrikasiyle, beni Barla'dan Ispartaya cebren celbettiler. Baktýlar; ben, öyle fitnelere âlet olamýyorum ve öyle her cihetçe vatana, millete, dine zararlý olan akîm teþebbüslere hiçbir meylim yoktur, anladýlar ki,

 

 

 

sh: » (T: 209)

 

o vakit plânlarýný deðiþtirdiler. Benim beðenmediðim bir þöhret-i kâzibemden istifade edip, hiç hatýr ve hayâlimize gelmeyen entrikalarla baþýmýza Menemen hâdise-i mazlumesinin bir mevhum taklidini geçirdiler. Hem millete, hem hükûmete, hem masum, mevkuf birçok efrad-ý millete büyük zarar verdiler. Þimdi yalanlarý meydana çýktýkça, kurdun keçiye bahane bulmasý nev'inden bahaneleri bulup, me'murîn-i adliyeyi þaþýrtmak istiyorlar. Adliye me'murlarýnýn bu mes'elede çok dikkate ve ihtiyata muhtaç olduklarýný müdafaa-i millîye hukukum noktasýnda hatýrlatýyorum. Asýl ittiham edilecek onlardýr ki, hükûmetin bazý erkânýna dalkavukluk edip ve sahtekârlýkla, bir yalancý cemiyet maskesi altýnda, bazý safdil mâsumlarý, biçareleri tehyiç ederek küçük bir hâdise çýkarýr; sonra þeytan gibi habbeyi kubbe gösterip, hükûmeti þaþýrtýr, çok mâsumlarý ezdirir, memlekete büyük zarar verir, kabahati baþkalara yükler. Ýþte bu mes'elemiz aynen böyledir.

 

Üçüncü Madde: Hükûmetin daireleri içinde en ziyade hürriyetini muhafaza etmeye ve te'sirat-ý hâriciyeden en ziyade bîtarafane, hissiyatsýz bakmakla mükellef olan elbette mahkemedir. Ben, mahkemenin hürriyet-i tâmmesine istinaden, hürriyetle, hukuk-u hürriyetimi bu suretle müdâfaa etmeye hakkým vardýr. Evet, her yerde, adliyede mal ve can mes'eleleri var. Eðer, hâkim þahsî hiddet edip bir katili katletse, o hâkim katil olur. Demek adliye memurlarý, hissiyattan ve te'sirat-ý hariciyeden bütün bütün âzade ve serbest olmazsa, sureten adalet içinde müdhiþ günahlara girmek ihtimali var. Hem; cânilerin, kimsesizlerin ve muhaliflerin dahi bir hakký var. Ve hakkýný aramak için, gayet bîtarafane bir merci isterler. Adalet noktasýndan tarafgirlik fikrini verip, adaletin mahiyetini zulme çeviren, hakkýmda sarfedilen bir tâbirdir ki, Isparta'da ve burada bazý isticvablarda ismim Said Nursî iken, her tekrarýnda "Said Kürdî" ve "bu Kürd" diye beni öyle yâd ediyorlar. Bununla, hem âhiret kardeþlerimin hamiyet-i milliyelerine iliþip aleyhime bir his uyandýrmak, hem mahkeme ve adaletinin mahiyetine bütün bütün zýd ve muhalif bir cereyan vermektir. Evet, hâkim ve mahkeme tarafgirlik þâibesinden müberra ve gayet bîtarafane bakmasý birinci þart-ý adalet olduðuna dair binler vukuat-ý tarihiyeden, Hazret-i Ali Radýyallahü Anh'ýn hilâfeti zamanýnda bir Yahudi ile mahkemede beraber oturmalarý ve çok padiþahlarýn, âdi adamlar ile mahkeme-i ada-

 

 

 

sh: » (T: 210)

 

lette görülmesi gibi çok hâdisat-ý tarihiye varken, benim hakkýmda bir yabanilik hissini veren ve nazar-ý adaleti þaþýrtmak isteyen adamlara derim:

 

Ey efendiler! Ben, herþeyden evvel Müslümaným ve Kürdistan'da dünyaya geldim. Fakat, Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuþ ve en çok hayatým Türkler içinde geçmiþ ve en sâdýk ve en hâlis kardeþlerim Türklerden çýkmýþ ve Ýslâmiyet ordularýnýn en kahramaný Türkler olduðundan, meslek-i Kur'âniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezasý olduðundan; bana Kürd diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamlarýn bini kadar Türk Milletine hizmet ettiðimi, hakikî ve civanmerd bin Türk gençlerini iþhâd edebilirim.

 

Hem, hey'et-i hâkimenin ellerinde bulunan otuz-kýrk kitabýmý; hususan Ýktisad, Ýhtiyarlar, Hastalar Risalelerini iþhad ediyorum ki: Türk Milletinin beþten dört kýsmýný teþkil eden musibetzede, fakirler ve hastalar ve dindar müttakiler taifelerine bin Türkçü kadar hizmet eden o kitablar, Kürdlerin ellerinde deðil, belki Türk gençlerinin ellerindedirler. Heyet-i hâkimenin müsaadesiyle, bizi bu belâya sokan ve hükûmetin mühim bazý erkânýný iðfal eden ve milliyetperverlik perdesi altýnda entrikalarý çeviren mülhid zalimlere derim:

 

Ey efendiler! Benim hakkýmda tesbit edilmeyen ve tesbit edilse dahi bir suç teþkil etmeyen ve suç olsa bile yalnýz beni mes'ul eden bir madde yüzünden, kýrktan fazla Türkün en kýymettar gençlerini ve en muhterem ihtiyarlarýný, büyük bir cinayet iþlemiþler gibi bu belâya atmak, milliyetperverlik midir? Evet, sebebsiz böyle iþkenceli tevkife düþenler içinde Türk gençlerinin medar-ý iftiharý olacak bir kýsým zatlar var ki; (Hâþiye) uzaktan kýymetini hissedip, ona yalnýz bir selâm veya imanî bir risale göndermemle, onu bir câni gibi çoluk ve çocuklarý içinden alýp bu belâya atmak milliyetçilik midir? Ben ki, sizin nazarýnýzda yabanî millettenim diyorum. Bu mevkuf olan civanmerd ve muhterem Türk gençleri ve ihtiyarlarý içinde öyleleri var ki; onlarýn bir tanesini, kendi milletimden yüz adama deðiþtirmem. Ýçinde öyleleri var ki; on sene bana zulüm eden memurlara, beþ seneden beri onlarýn hatýrlarý için, o zâlimlere bedduayý býraktým. Ve onlarýn içinde öyleleri

 

_______________________________

 

(Hâþiye): O zatlar, men-i mahkeme ile, iki aylýk sýkýntýlý tevkiften sonra tahliye edilmiþlerdir.

 

 

 

 

 

sh: » (T: 211)

 

var ki; âlî seciyelerin en halis nümunelerini o âlicenab Türk arkadaþlarda kemal-i hayret ve takdirle gördüm. Ve Türk Milletinin sýrr-ý tefevvukunu onlarla anladým. Ben, vicdanýmla ve çok emarelerle temin ederim ki; eðer bu mâsum mevkuflar adedince vücudlarým bulunsaydý veyahud onlarýn umumuna gelen her nevi meþakkatlerini alabilseydim, kasem ederim ki, müftehirâne o kýymettar zatlara bedel çekmek isterdim. Benim bunlara karþý bu hissim, onlarýn kýymet-i zatiyeleri içindir; yoksa þahsýma karþý faidesi dokunmasý deðildir. Çünki, bir kýsmýný yeni görüyorum. Bir kýsmý, belki o benden faide görmüþ, ben ondan zarar görmüþüm. Fakat binler zarar görsem, yine onlarýn kýymeti nazarýmda tenzil etmez.

 

Ýþte, ey Türkçülük dâvâ eden mülhid zâlimler! Türk Milletinin medar-ý iftiharý olabilecek bu kadar zatlarý gayet âdi ve ehemmiyetsiz bahaneler ile -sizin tâbirinizle- benim gibi bir Kürd yüzünden periþan etmek, tezlil etmek milliyetçilik midir? Türkçülük müdür? Vatanperverlik midir? Haydi, o insafsýz vicdanýnýza havale ediyorum.

 

Ýþte mahkeme-i âdile, onlarýn mâsumiyetini anlamakla çoklarýný tahliye etti. Eðer ortada bir suç varsa, o suç benimdir. Onlar, ulüvv-ü cenablarýndan, benim gibi garib bir ihtiyar hocaya; soba yakmak, su getirmek, yemek piþirmek ve kendime mahsus bir risalemi tebyîz etmek gibi cüz'î iþlerimi sýrf Lillah için yapmýþlar ve benim hatýrým için hâtýra defterim hükmünde olan o iki risalemin âhirlerinde, bir hâtýra olmak üzere imzalarýný atmýþlar. Acaba dünyada, böyleleri, böyle bahanelerle muahaze edecek bir kanun, bir usûl ve bir maslahat var mý?

 

MÜDAFAATIMIN ÝKÝNCÝ TETÝMMESÝ

 

Ey hey'et-i hâkime! Gelecek beyanatýmda, belki vazifenizce lüzumsuz þeyler bulunacak. Fakat bu mes'eleler ile umum memleket, belki dünya alâkadardýr. Yalnýz siz deðil, onlar dahi mânen dinliyorlar. Hem beyanatýmda intizamsýzlýk göreceksiniz. Sebebi ise, mühim bir hakkým bana verilmedi. Benim hüsn-ü hattým yok. Çok rica ettim ki, bu, hayat-memat mes'elesidir, bir yazýcý bana veriniz; tâ hakkýmý müdafaa için bir istida yazdýrayým. Vermediler. Belki beni iki ay, gayet insafsýzcasýna bütün bütün konuþmaktan menettiler. Onun için, gayet noksan ve müþevveþ yazýmla

 

 

 

sh: » (T: 212)

 

intizamlý yazamadým. Ýþte âhir beyanatým budur:

 

Eðer farz-ý muhal olarak, müfsidlerin, muhbirlerin ihbar ettikleri gibi, Risale-i Nur, hükûmetin bir takým siyasetiyle ve bazý kanunlarýyla tevfik edilmiyor, muaraza ediyor; belki baþka siyasî kanaatlardýr ve ayrý ayrý fikirlerdir; ve umum risaleler, imandan deðil, belki siyasetten bahseder diye, gayet zâhir bir iftira farz ve kabul edilse, cevaben derim: Madem hürriyetin en geniþ þekli cumhuriyettir ve madem hükûmet ise, cumhuriyetin en serbest suretini kabul etmiþtir; elbette hakikî ve kat'î ve reddedilmez kanaat-ý ilmiyeyi ve efkâr-ý saibeyi âsâyiþe dokunmamak þartýyla, cumhuriyetin hürriyeti, o hürriyet-i ilmiyeyi istibdad altýna alamaz ve onu bir suç tanýmaz. Evet; dünyada hiçbir hükûmet var mýdýr ki, bütün bir tek kanaat-ý siyasîyede bulunsun. Haydi -farz-ý muhal olarak- ben, perde altýnda kendi kendime kanaat-ý siyasîyemi yazmýþým ve bir kýsým has dostlarýma göstermiþim; bunda suç var diyen kanunlarý iþitmemiþim. Halbuki Risale-i Nur, iman nurundan bahseder; siyaset zulmetine sukut etmemiþ ve tenezzül etmez.

 

Eðer faraza, lâik cumhuriyetin mahiyetini bilmeyen bir dinsiz dese: "Senin risalelerin, kuvvetli bir dinî cereyan veriyor, lâdinî cumhuriyetin prensiplerine muaraza ediyor."

 

Elcevab: Hükûmetin lâik cumhuriyeti dini dünyadan ayýrmak demek olduðunu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatýra gelmeyen dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduðunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder. Evet, dünyada hiçbir millet dinsiz olarak yaþamadýðý gibi; Türk milleti misillü bütün asýrlarda mümtaz olarak, bütün aktar-ý cihanda, nerede Türk varsa Müslümandýr. Sair anâsýr-ý Ýslâmiyenin küçük de olsa yine bir kýsmý, Ýslâmiyet haricindedir. Böyle pek ciddî ve hakikî dindar ve bin sene kadar Hak dininin kahraman ordusu olarak zemin yüzünde, mefahir-i milliyesini milyonlar menabi-i diniye ile çakan ve kýlýnçlarýnýn uçlarýyla yazan bu mübarek milleti, "Dini reddeder veya dinsiz olur" diye itham eden yalancý dinsizler ve milliyetsizler, öyle bir cinayet iþliyorlar ki, Cehennemin esfel-i sâfilîn tabakasýnda ceza görmeye müstehak olurlar. Halbuki Risale-i Nur, hayat-ý içtimaiyenin kanunlarýný da ihata eden dinin geniþ dairesinden bahsetmez. Belki asýl mevzuu ve hedefi; dinin en has ve en yüksek kýsmý olan imanýn erkân-ý azîmesinden bahseder. Hem ekseriyetle muhatabým, evvel kendi nefsim, sonra Avru-

 

 

 

sh: » (T: 213)

 

pa feylesoflarýdýr. Böyle mesail-i kudsiyeden, doðru olmak þartýyla, zarar tevehhüm eden, yalnýz þeytanlar olabilir tasavvurundayým. Yalnýz üç-dört risale, tenkidkârane þekva suretinde bir kýsým me'murlara bakmýþ. Fakat o risaleler, hükûmetle mübareze ve tenkid için deðil, belki bana zulmeden ve me'muriyetini sû-i istimâl eden bir kýsým me'murlara karþýdýr. Hem sonra da, sû-i tefehhüme medar olmamak için, o üç-dört risalelere "Mahremdir" deyip neþrini menetmiþiz. Sair risalelerin ekser-i mutlakasý, dört-beþ sene evvel, bir kýsmý sekiz sene evvel, bir kýsmý onüç sene evvel te'lif edilmiþlerdir. Yalnýz Ýktisad ve Ýhtiyarlar ve Hastalar Risaleleri geçen sene te'lif edilmiþler. Ve bununla beraber, risaleler, hükûmetin kanunlarýna mugayir olmadýðý ve âsâyiþi ihlâl ve halký idlâl mahiyetinde bulunmadýðýný ve bil'akis hükûmetçe takdirler ile karþýlanmasý lâzýmgeleceðini, zerre mikdar aklý bulunan, risaleleri bîtarafane tedkik eden, tasdik eder. Ve eðer farz-ý muhal olarak, hükûmetin nokta-i nazarýna çok noktalarý muhalif olsa bile 28 Temmuz 933 tarihinde, evvelki cürümlerin bu kýsýmlarýný affetmekte olan ve âhiren neþredilen Af Kanunu mucibince o risaleleri takibe mahal kalmadýðýný iddia edip, bize edilen haksýzlýðýn bir an evvel defedilmesi ve risalelerin iade olunmasýný taleb ederim.

 

Eðer insaniyetin mahiyetini, hayvaniyetin en bedbaht ve en aþaðý derecesinde telâkki ve dünyayý daimî ve lâyezel tevehhüm ve insaný bâkî ve lâyemût tahayyül eden bir sarhoþ vicdansýz tarafýndan denilse: "Senin bütün risalelerin, îmanî pek kuvvetli ders veriyor. Dünyadan soðutuyor. Nazarý, âhirete çeviriyor. Biz ise, bütün kuvvet ve dikkat ve zihnimizle dünya hayatýna müteveccih olmamýz ile bu zamanda yaþayabiliriz. Çünki þimdi yaþamak ve düþmanlardan sakýnmak çok müþkilleþmiþtir."

 

Elcevab: Ýman-ý tahkikînin dersleri, gerçi nazarý âhirete baktýrýyor; fakat dünyayý, o âhiretin mezraa ve çarþýsý ve bir fabrikasý göstermekle, daha ziyade dünya hayatýna çalýþtýrýr. Hem, imansýzlýktaki müdhiþ bir surette kýrýlan kuvve-i mânevîyeyi, gayet kuvvetli bir tarzda kazandýrýr. Ve me'yusiyet içinde atalet ve lâkaydlýða düþenleri þevk u gayrete, sa'ye sevkeder, çalýþtýrýr. Acaba, bu dünyada yaþamak isteyenler; böyle, hayat-ý dünyeviyenin lezzetini, hem çalýþmaya þevki, hem hadsiz musibetlerine karþý dayanmaya medar kuvve-i mânevîyesini temin eden ve itiraz kabul etmeyen deliller ile isbat edilen îman-ý tahkikînin derslerine yasak denecek bir kanunun vücudunu kabul ederler mi ve

 

 

 

sh: » (T: 214)

 

öyle bir kanun olabilir mi?

 

Eðer; idare-i millet ve asayiþ-i memleketin hakikî esaslarýný bilmeyen bir cahil hamiyet-füruþ dese: "Senin risalelerin, asayiþi bozanlara ve idareyi karýþtýranlara bir medar olabilir cihetiyle ve sen dahi ihtiyatsýzlýk edip idare-i hâzýraya itiraz etsen, risalelerin kuvvetiyle bir gaile açmak ihtimaliyle sana iliþiyoruz."

 

Elcevab: Risale-i Nur'dan ders alan, elbette, çok mâsumlarýn kanýný ve hukukunu zâyi eden fitnelere girmez ve bilhassa tecrübeleriyle, mükerreren akîm ve zararlý kalan fitnelere hiçbir cihetle yanaþmaz. Ve bu on senedeki on fitnelere, Risale-i Nur'un þâkirdlerinin ondan birisi, belki asla hiçbirisi karýþmadýðý gösterir ki, risaleler bu fitnelere zýd ve asayiþi temine medardýrlar. Acaba idarece ve asayiþi muhafazaca, bin imanlý adam mý, yoksa on dinsiz serseri mi daha kolaydýr? Evet iman, güzel seciyeler vermekle hem merhamet hissini, hem zarar vermekten sakýnmak meylini verir. Amma benim ihtiyatsýzlýðým ise, bu onüç senedir imkân dairesinde ne kadar elimden gelmiþse hükûmetin nazar-ý dikkatini celbetmemek ve onunla uðraþmamak ve iþlerine karýþmamak için Isparta Vilâyetine malûm olan hârika bir surette münzeviyane ve merdüm-girîzâne ve müþfikkârane ve siyasetten müçtenibane yaþadýðýmý bu memleket bilir.

 

Ey beni bu belaya sevkeden insafsýzlar! Anlaþýlýyor ki, âsayiþ aleyhinde hareket etmediðimden benden kýzdýnýz, hiddet ettiniz. Asâyiþe düþmanlýk damarýyla beni tevkif ettirdiniz. Evet, âsâyiþi bozmak ve idareyi karýþtýrmak isteyenler, benim hakkýmda hükûmeti iðfal ederek, adliyeyi lüzumsuz iþgal edip beni tevkif ettirenlerdir. Onlarýn hakkýnda deðil yalnýz biz, belki memleket namýna, baþta müdde-i umumî olarak hey'et-i hâkimeye dâvâ etmelidir.

 

Eðer denilse: "Sen vazifesizsin, milletin hürmetini kabul edip vazifedarlar gibi dinî ders veremezsin. Hem, dinî ders verecek resmî bir daire var; onun müsaadesi lâzýmdýr."

 

Elcevab: Evvelâ, benim matbaam ve kâtiblerim yoktur ki, vazife-i neþri yapsýn. Bizimki hususîdir. Hususî iþlere, hususan imanî ve vicdanî olsa, hürriyet-i vicdan düsturu, onun serbestiyetini temin eder.

 

Saniyen: Hükûmet-i Ýttihadiye, ittifaklarýyla, Darül Hikmetil Ýslâmiyede Avrupa'ya karþý hakaik-i Ýslâmiyeyi isbat edecek ve

 

 

 

sh: » (T: 215)

 

millete ders verecek bir vazife ile tavzif etmeleri ve Diyanet Riyasetinin Van'da beni vaiz tâyin etmesi ve þimdiye kadar yüz risaleden ziyade eserlerim ülema ellerinde gezmesi ve tenkid edilmemesi isbat eder ki, millete ders vermeye hakkým var!

 

Salisen: Eðer, kabir kapýsý kapansaydý ve insan dünyada lâyemût kalsaydý, o vakit vazifeler yalnýz askerî ve idarî ve resmî olurdu. Madem her gün lâakal otuz bin þahid, cenazeleriyle اَلْمَوْتُ حَقّ ٌ dâvâsýný imza ediyorlar; elbette dünyaya ait vazifelerden daha ehemmiyetli îmanî vazifeler var. Ýþte Risale-i Nur o vazifeleri Kur'ânýn emriyle ifa ediyor. Madem Risale-i Nur'un âmirî hâkimi kumandaný olan Kur'ân, kumandasý üçyüzelli milyona hükmedip talimat yaptýrýyor; ve her gün laâkal beþ defa, beþten dördünün ellerini dergâh-ý Ýlâhiyeye açtýrýyor; ve bütün camilerde ve cemaatlerde, namazlarda, kudsî, semavî fermanlarýný hürmetle okutturuyor; elbette onun hakikî tefsiri ve o güneþin bir nuru ve onun bir memuru olan Risale-i Nur, o vazife-i imaniyesini, Biiznillâh sadmelere uðratmayarak görecektir. Öyle ise; ehl-i dünya ve ehl-i siyaset, onunla mübareze deðil, belki ondan istifade etmeye pek çok muhtaçtýrlar. Evet, þu týlsým-ý kâinatýn muðlâkýný keþfeden ve mevcudatýn nereden nereye ve ne olacaklarýnýn týlsýmýný açan Risale-i Nur'un eczalarýndan Yirmidokuzuncu Söz ve tahavvülât-ý zerratýn muammasýný keþfeden Otuzuncu Söz; ve kâinatta mütemadiyen fena ve zeval içindeki faaliyet ve hallâkiyet-i umumiye týlsým-ý acîbini hâl ve keþfeden Yirmidördüncü Mektub; ve tevhidin en derin ve en mühim muammasýný keþf ve hâll ve izah eden ve haþr-i beþerî, bir sinek ihyasý kadar kolay olduðunu isbat eden Yirminci Mektub; ve tabiat-perestlerin fikr-i küfürlerini esasýyla bozan ve tahrib eden "Tabiat Risalesi" namýndaki "Yirmiüçüncü Lem'a" gibi Risale-i Nur'un çok cüzleri var. Bunlarýn yalnýz birisindeki muammayý keþfeden bir âlim, bir edib, bir profesör, hangi hükûmette olsa, takdirle mükâfat ve ikramiye verileceðini, bu risaleleri dikkatle mütalaa eden tasdik eyler.

 

Bu beyanatýma, sadedden hariç tafsilât nazarýyla bakmamak gerektir. Çünkü; Risale-i Nur'un yüzden ziyade risaleleri benim evrak-ý tevkifiyem hükmüne geçmiþ olduðundan, hem hey'et-i hâkime tedkik ile mükelleftir, hem ben, izah ve cevab vermeye,

 

 

 

sh: » (T: 216)

 

Kur'âna ve Âlem-i Ýslâma ve istikbale alâkadarlýðý cihetiyle mecburum. Madem bir mes'elenin tam tenevvürü, herhalde uzak ve yakýn bütün ihtimalleri beyan etmekle olur. Mes'elemize ait uzak bir ihtimali beyan etmeye ihtiyaç var. Þöyle ki:

 

Eðer dinsizliði ve küfrü kendine meslek ittihaz eden bedbaht bir kýsým adamlar, bir maksad-ý siyasînin perdesi altýnda hükûmetin bazý erkânýna hulûl edip iðfal etseler veya memuriyet mesleðine girseler, ve Risale-i Nur'u desiselerle imha ve beni tehdidleriyle susturmak için deseler: "Taassub zamaný geçti. Mâziyi unutmak ve istikbale bütün kuvvetimizle müteveccih olmak lâzým gelirken, senin irticakârane bir surette dinî ve imanî kuvvetli ders vermen iþimize gelmez!..."

 

Elcevab: Evvelâ o mâzi zannedilen zaman ise, istikbale inkýlâb etmiþ. Ve hakikî istikbal odur. Ve oraya gideceðiz.

 

Saniyen: Risale-i Nur, tefsir olduðu haysiyetiyle, Kur'ân-ý Hakîm ile baðlanmýþ, Kur'ân ise, Küre-i Arz'ý Arþa baðlayan, cazibe-i umumîye gibi bir hakikat-ý cazibedardýr. Asya'da hükmedenler; Kur'ânýn Risale-i Nur gibi tefsirleriyle mübareze edemezler. Belki musalâha ederler, ondan istifade ederler ve himaye ederler.

 

Amma benim susmam ise; madem âdi bir keþif yolunda ve ehemmiyetsiz bir fikr-i siyasî peþinde ve dünyevî bir haysiyet yüzünden çok ehl-i izzetin baþlarý feda edilse; elbette koca Cennetin fiatý olacak bir servet ve hayat-ý ebediyeyi kazandýracak bir âb-ý hayat ve bütün feylesoflarý hayrette býrakacak bir keþfiyat yolunda, vücudum zerreleri adedince baþlarým bulunsa ve feda edilmesi lâzýmgelse, bilâtereddüd feda edilir. Hem, beni tehdid veya imha suretiyle susturmak, bir dil yerine bin dil konuþturacak. Yirmi seneden beri ruhlara yerleþen Risale-i Nur, susmuþ bir dilime bedel, binler dilleri söylettirmesini Rahîm-i Zülcelâlden ümitvarým.

 

* * *

 

Ehemmiyetsiz Fakat Ehemmiyetli Bir Suç Olarak

 

Bana Sorulan Bir Mes'ele

 

Diyorlar ki: "Sen, þapkayý baþýna koymuyorsun; mahkeme gibi çok resmî yerlerde baþýný açmýyorsun. Demek, o kanunlarý reddediyorsun. O kanunlarý reddetmenin cezasý þiddetlidir!"

 

 

 

sh: » (T: 217)

 

Elcevab: Bir kanunu reddetmek baþkadýr ve o kanunla amel etmemek bütün bütün baþkadýr. Evvelkinin cezasý idam ise; bunun cezasý ya bir gün hapis ve bir lira ceza-yý nakdî, veya bir tekdir, veya bir ihtardýr: Ben o kanunlarla amel etmiyorum; hem amel etmekle dahi mükellef olamýyorum. Çünki münzevî yaþýyorum. Bu kanunlar hususî menzillere girmez.

 

Bir ihtar: Bu iki aydýr gayet dikkatle ve ince elekle elemek suretiyle; hem Isparta, hem Eskiþehir mahkemeleri, hem Dahiliye Vekâleti on seneden beri teraküm eden mahrem kitablarýmý ve hususî mektublarýmý müsadere edip teftiþ ettikleri halde gizli bir komite ve cemiyet gibi medar-ý itham hiçbir maddeyi tesbit etmediklerini itirafla beraber, daha tedkike devam ediyorlar. Ben de derim:

 

Ey efendiler! Beyhude yorulmayýnýz... Eðer aradýðýnýz varsa, hiçbir ucunu bu kadar zaman bulamadýðýnýzdan, biliniz ki; onu idare eden öyle acîb bir deha vardýr ki, maðlûb edilmez ve mukabele edilmez. Çare-i yegâne, onunla müsalâhadýr. Yoksa, bu kadar mâsumlara zarar vermek ve ezmek yeter! Belki gayretullaha dokunur, galâ (kýtlýk) ve veba gibi belâlara vesile olur. Halbuki benim gibi asabî ve en gizli olan sýrrýný yabanî adamlara çekinmeyerek söyleyen ve Divan-ý Harb-i Örfî'de meþhur ve pek merdane ve fedakârane müdafaatý yapan; ve ihtiyarlýk zamanýnda en ziyade âkibeti tehlikeli ve meçhul sergüzeþtlerden sakýnmaða meslekçe mecbur olan bir adama, böyle hiç keþfedilmeyecek komiteciliði isnad etmek, belâhet derecesinde bir safdilliktir, veyahut bir entrikadýr.

 

 

 

Hey'et-i hâkimeden bir hakkýmý isterim. Benden müsadere edilen kitablarýmýn bence bin liradan ziyade kýymetleri var. Ve onlarýn mühim bir kýsmý, oniki sene evvel Ankara kütübhanesinde iftihar ve teþekkürler ile kabul edilmiþ. Hususan, sýrf uhrevî ve imanî olan Ondokuzuncu Mektub ile Yirmidokuzuncu Sözün benim için çok ehemmiyetleri var; benim mânevî servetim ve netice-i hayatýmdýrlar; ve i'caz-ý Kur'ânînin on kýsmýndan bir kýsmýnýn cilvesini göze gösterdikleri için fevkalâde bence kýymetleri var. Hem, onlarý, kendime mahsus olarak yazdýrýp yaldýzlatmýþým. Hem ihtiyarlýðýmýn gayet hazin hâtýratýna dair olan Ýhtiyarlar Risalesi'nin üç-dört nüshalarýndan bir tanesini kendime mahsus yazdýrmýþtým. Madem muahaze edilecek hiçbir dünyevî madde içlerinde yoktur; onlarý ve arabî risalelerimi bana iade et-

 

 

 

sh: » (T: 218)

 

menizi bütün ruhumla istiyorum. Hapiste ve kabirde dahi olsam, o kitablarým, bu garib dünyanýn

 

bana yüklediði beþ elîm ve hazin gurbetlerde enislerim ve arkadaþlarýmdýrlar. Onlarý benden ayýrmakla, tahammülsüz bir altýncý gurbete düþeceðim ve bu çok aðýr gurbetin tazyikinden çýkan âhlardan sakýnmalýsýnýz.

 

Mahkemenin Reis Ve A'zalarýndan Ehemmiyetli Bir Hakkýmý Taleb Ederim

 

Þöyle ki: Bu mes'elede yalnýz þahsým medar-ý bahis deðil ki, siz beni tebrie etmekle ve hakikat-ý hale muttali olmanýzla mes'ele hallolsun. Çünki, ehl-i ilim ve ehl-i takvânýn þahs-ý mânevîsi, bu mes'elede nazar-ý millette itham altýna girdiði ve hükûmete dahi ehl-i takvâ ve ilme karþý bir emniyetsizlik geldiði ve ehl-i takva ve ilim, tehlikeli ve zararlý teþebbüslerden nasýl sakýnacaðýný bilmesi lâzým olduðu için; benim müdafaatýmýn kendim kaleme aldýðým bu son kýsmýný, herhalde yeni huruf ile, matbaa vasýtasýyla intiþarýný isterim. Tâ ki ehl-i takvâ ve ehl-i ilim, entrikalara kapýlmayýp; zararlý, tehlikeli teþebbüslere yanaþmasýnlar; ve hükûmetin þahs-ý mânevîsi nazar-ý millette ithamdan kurtulsun. Ve hükûmet dahi, ehl-i ilim hakkýnda emniyet etsin ve bu anlaþýlmamazlýk ortadan kalksýn. Ve hükûmete ve millete ve vatana çok zararlý düþen bu gibi hâdiseler ve anlaþmamazlýk daha tekerrür etmesin.

 

..................................................................................................

 

Elhak, bundan dokuz sene evvel Onuncu Söz, sekizyüz nüsha yayýlmasýyla, ehl-i dalâletin kalblerindeki inkâr-ý haþri kalblerinde sýkýþtýrýp lisanýna getirmeye meydan vermedi, aðýzlarýný týkadý ve hârika bürhanlarýný gözlerine soktu. Evet; Onuncu Söz, haþir gibi bir rükn-ü azîm, imanýn etrafýnda çelikten zýrh oldu; ehl-i dalâleti susturdu. Elbette Hükûmet-i Cumhuriye bundan memnun oldu ki meb'usanýn ve valilerin ve büyük me'murlarýn ellerinde kemal-i serbestiyet ile Onuncu Sözün nüshalarý gezdi.

 

.........................................................................................

 

Dört aydan beri, bu hayat-memat mes'elesinde, hiçbir yerden benim acýnacak halim bir mektubla dahi sordurulmadýðý; ve benim hakkýmda halký tenfir edecek bir surette teþhir etmekle nefret-i âmmeyi aleyhime celbedip bütün bütün teshilât ve muavenetten

 

 

 

sh: » (T: 219)

 

mahrum kalmýþ, garib ve kimsesiz halimi tasvir eden, itiraznamemde izah ettiðim bir hikâye:

 

Bir zaman, bir padiþahýn mübtelâ olduðu bir hastalýðýn ilâcý, bir çocuðun kaný imiþ! O çocuðun pederi, çocuðu, hâkimin fetvasýyla bir para mukabilinde padiþaha vermiþ. Çocuk, mecliste aðlamak ve þekva yerine gülmüþ. Sormuþlar:

 

-Neden istimdad etmiyorsun, þikâyet etmiyorsun, gülüyorsun?

 

Demiþ ki: -Ýnsan, musibete giriftar olduðu vakit; evvel pederine, sonra hâkime, sonra padiþaha þekva eder. Benim pederim, beni kesilmek için satýyor; iþte hâkim de ölmekliðime karar veriyor; iþte padiþah benim kanýmý istiyor... Bu antika ve pek garib ve þekli çok çirkin ve hiç görülmemiþ bu hale karþý, ancak gülmek ile mukabele edilir.

 

Ýþte, ey Þükrü Kaya Bey! Biz de o çocuk hükmüne geçtik. Derdimizi; evvel mahallî hükûmetteki valiye, sonra mahkeme adaletine, sonra Dahiliye Vekâletine müracaat edip mazlumiyetimizi beyan ederek zalimlerden bizi kurtarmak için arzuhal etmek mukteza-yý hal iken, gördük ki: En son þekvamýzý dinleyecek Dahiliye Vekilinin hakkýmýzda kapýldýðý asýlsýz evhamýna bir hakikat rengi vermek ve hatâsýný örtmek fikriyle hatâsýnda ýsrar etmesi daha büyük bir hatâ olduðunu düþünmediðinden; dûçar olduðu gurur hastalýðýna, kanýmýzý isteyerek bizi asýlsýz bahanelerle periþan etmek istiyor. Biz de Þükrü Kaya'nýn þahsýný, Dahiliye Vekili olan Þükrü Kaya Bey'e þekva ediyoruz. (Hâþiye) Eðer ser-

 

 

 

__________________________________

 

(Hâþiye): Þükrü Kayanýn ne derece asýlsýz evhama kapýlýp garaz ettiðine delil þudur ki: Benim gibi kimsesiz ve üç-dört bîçare arkadaþlarýmý mahkemeye vermek için, kendisi, Ankara'dan yüz jandarma ve onbeþ-yirmi polis beraber alýp, güya Isparta'daki jandarma kuvveti ve bir fýrka asker kâfi gelmiyormuþ gibi ortalýða bir dehþet vermesidir. Acaba bir tek polisin ve bir tek jandarmanýn eli ile yapýlacak bir vazifeyi, millete iki-üç bin lira zarar verdirip, sonra tahliye edilen bîçare masumlarý; Isparta'dan tâ Eskiþehire beþyüz lira nakliyata sarfettirmek ve o bîçareleri binlerce zararlara uðratmaktan baþka, hayat-ý içtimaî arasýndaki mevkilerini sarsýntýlara düçar etmek gibi mühim hadiseleri icad etmekle, ne derece Dahiliye Vekâletinin tedvirine ve asayiþi te'mine ve bu biçare milletin istirahatla çalýþmalarýna zarar verdiðini gösteriyor. Demek bil'iltizam, hiçten büyük bir hadiseyi icad etmek garazýyla o vaziyeti göstermiþ; habbeyi yüz kubbe yaparak, dahiliyenin en ziyade sükûnete muhtaç olduðu bir zamanda böyle her tarafý sarsacak bir vaziyeti icad etmek ve kanunsuz kanun namýna amel etmek, kanunca mühim bir cürüm yaptýðýný iddia edip, Þükrü Kaya'nýn þahsýný, Dahiliye Vekili olan Þükrü Kaya Beye þekva ediyoruz.

 

 

 

sh: » (T: 220)

 

bestiyeti tam muhafaza etmek isteyen ve hiçbir te'sir karþýsýnda maðlûp olmayan ve vicdanlarýndaki hiss-i adaletle hükmeden bu mahkeme; bizi, Þükrü Kaya Beyin þahsý hakkýnda dinleyeceklerini bilseydim, en evvel biz, Þükrü Kaya'nýn þahsý aleyhine ikame-i dâvâ edecektik. Çünki; bir seneden beri, her gün veya her hafta hakkýmýzda rapor isteye isteye aleyhimize casuslarýn, zabýtalarýn nazar-ý dikkatini celbettirip, kurban koyunu gibi kesmek için bizi beslettiriyordu. Mahkeme ise; adaletten baþka hiçbir þey düþünmemek lâzým gelirken ve hakikaten mahkeme içindeki zatlar da adalete tam baðlý olduklarý halde, yüksek makamdaki Þükrü Kaya gibi þahsýn te'siratýna karþý dayanamadýklarý için, bizi tahliye edemeyip süründürüyorlar. Mahall-i hükûmet olan Isparta Valisi ve zabýtasý ise, herkesten ziyade bizi ve Isparta'lý bîçare, masum mevkuflarý himaye etmek ve bir an evvel kurtulmasýna sa'yetmeleri vazife-i vicdaniyeleri iken, bilâkis çok mânasýz ve asýlsýz bahaneler ile Isparta mevkuflarýnýn, hususan muhtaç ve fakirlerin tayinlerini verdirmeyip, açlýkla sefalete düþmeleri için onlarý ezdirmeye çalýþýyorlar. Ýþte bu hale þekva deðil, belki aðlamanýn nihayet derecesini gösteren bu acý hale, o çocuk gibi gülmek ile mukabele ediyoruz ve tevekkül edip, iþimizi Aziz-i Cebbara havale ediyoruz.

 

 

 

Masum Kardeþlerimin Mazlumiyetinden Gelen

 

Feryadlarýnýn Ýþitilmediði Ve Benim De Onlarla

 

Konuþturulmadýðým Bir Zamanda, Onlarýn

 

Me'yusiyetlerine Bir Teselli Vermek Için Yazdýðým Bir

 

Fýkradýr.

 

(Bu makam münasebetiyle ilâve edilmiþtir.)

 

Hafîz-i Zülcelâlin hýfz ve himayetine bakýnýz ki; mes'elemiz münasebetiyle Risale-i Nur'un risaleleri adedine muvafýk olarak, yüz yirmi küsûr adamýn mahrem evraklarý ile istintakta olduklarý halde; ve ecnebilerin entrikalarýyla ve muhalif komitecilerin dolaplarýyla mevcud ve münteþir müteaddid cemiyetlerin hiçbirisiyle, Risale-i Nur'un hiçbir þakirdinin münasebetdarlýðýný gösterecek hiçbir madde bulunmamasý, gayet zâhir ve parlak bir himaye-i Rabbaniyedir. Muhafaza-i Ýlâhiyeye ve Ýmam-ý Ali (R.A.) ve Gavs-ý A'zam (K.S.), Risale-i Nur'a ait keramet-i gaybiyelerini cidden te'yid eden bir inayet-i Rahmaniyedir.

 

 

 

sh: » (T: 221)

 

Kýrk ikilik bir top güllesini, kýrk iki mâsum ve mazlum kardeþlerimizin dergâh-ý Ýlâhiyeye açýlan elleriyle doldurup, geri çevirip, atanlarýn baþlarýnda mânen patlattýrdý. Bizlere; yalnýz ehemmiyetsiz, sevablý, hafif birkaç yara bereden baþka olmadý. Böyle bir seneden beri doldurulan bir toptan, böyle pek az zarar ile kurtulmak hârikadýr. Böyle pek büyük bir nimete karþý, þükür ve sürur ve sevinç ile mukabele etmek gerektir. Bundan sonraki hayatýmýz bize ait olamaz; çünkü müfsidlerin plânlarýna göre, yüzde yüz mahv idi. Demek bundan sonraki hayatý kendimize deðil, belki hak ve hakikata vakfetmeliyiz. Þekva deðil, þükrettirecek rahmetin izini, yüzünü, özünü görmeye çalýþmalýyýz.

 

* * *

 

Garib ve bana pek çok aðýr gelen ve üç günde bir bardak ayran ve bir bardak sütten baþka birþey yedirmeyen grip hastalýðýnýn üçüncü gününde, füc'eten hatýrýma ihtar edildi. Ben de o hatýrayý teberrük için, mahkemedeki müdafaamýn bir mukaddemesi olarak yazdým. Þiddet ve kusur varsa, hastalýðýma aittir. Evet, yüz adamýn müdafaa edeceði bir hakikatý yalnýz baþýma müdafaaya mecbur olduðumdan; teab-ý dimaðî ve periþaniyete ve daha çok müz'iç ahval içinde hakikatý doðru olarak, olduðu gibi, bu kadar beyan edebildim.

 

 

 

(Son müdafaata sonradan bir hikmete binaen ilhak edilmiþ bir mukaddemedir.)

 

Müdafaatýmýn bütün safahatýnda gizli ve müdhiþ bir komiteye karþý mübareze vaziyetini gösteren tarz-ý ifademdeki maksadým þudur:

 

Nasýlki Hükûmet-i Cumhuriye "Dîni dünyadan tefrik edip bîtarafane kalmak" prensibini kabul etmiþ; dinsizlere, dinsizlikleri için iliþmediði gibi; dindarlara da, dindarlýklarý için iliþmemesi o prensibin icabatýndandýr. Öyle de; ben dahi bîtaraf ve hürriyetperver olmasý lâzým gelen Hükûmet-i Cumhuriyeyi, dinsizliðe tarafdar ve entrikalarý çeviren ve hükûmetin me'murlarýný iðfal eden gizli menfi komitelerden tefrik edilip, hükûmetin onlardan uzak olmasýný istiyorum; o entrikacýlarla mübareze ediyorum. O komitelerden, tesadüfle hükûmetin me'muriyetine girenler, ciddi dindarlara takmak için iki kulp elinde tutmuþ, garaz ettikleri

 

 

 

 

 

 

 

sh: » (T: 222)

 

dindarlara takýyorlar ve hükûmeti iðfále çalýþýyorlar. O iki kulpun birisi: O mülhidlerin, dinsizliðine temayül göstermemek mânasýyla "irtica" kulpunu takýyor. Diðeri: Hâþâ ve hâþâ! Dinsizliði, bu Hükûmet-i Ýslâmiyenin ayn-ý siyaseti telâkki etmediðimiz mânasýnda "Dini siyasete âlet etmek" kulpu ile lekelemek istiyorlar.(Hâþiye)

 

 

 

Evet, Hükûmet-i Cumhuriye, o gizli müfsidlerin vatana ve millete muzýr efkârlarýný elbette terviç etmez ve tarafdar olamaz. Menetmek, cumhuriyet kanunlarýnýn muktezasýdýr. Ve öyle müfsidlere tarafdarlýk ile, cumhuriyetin esaslý prensiplerine zýddý zýddýna gidemez. Hükûmet-i Cumhuriye, bizim ile o müfsidler mabeyninde hakem hükmünü alsýn. Hangimiz zâlim ise ve tecavüz ediyorsa; o vakit, hakem hükmünü versin ve hâkimlik noktasýnda hükmünü icra etsin.

 

Evet inkâr edilmez ki; kâinatta, dinsizlik ile dindarlýk, Âdem zamanýndan beri cereyan edip geliyor ve kýyamete kadar gidecektir. Bu mes'elemizin künhüne vakýf olan herkes, bize olan bu hücumun, doðrudan doðruya dinsizlik hesabýna dindarlýða bir taarruz olduðunu anlar. Ekser-i hükemanýn Garbda ve Avrupa'da zuhuru; ve aðleb-i Enbiyanýn Þarkta ve Asya'da tulu'larý Kader-i Ezelînin bir iþaret ve remzidir ki; Asya'da hâkim, galib, din cereyanýdýr. Elbette, Asya'nýn ileri kumandaný olan bu Hükûmet-i Cumhuriye, Asya'nýn bu fýtrî hâsiyetinden ve mâdeninden istifade edecek. Ve bîtarafane prensibini, deðil dinsizlik tarafýna, belki dindarlýk tarafýna temayül ettirecektir.

 

Ýkinci Madde: Risale-i Nur'un eczalarýnda mevadd-ý kanuniyeye muarýz mes'eleler bulunmasý ortaya konulabilir. Bu cihet mahkemeye aittir. Fakat Risale-i Nur, kendi baþýyla yüz manevî keþfiyatý havi bir eserdir. Bu keþfiyatýn bir tekini bile, keþþafýn hakk-ý keþfini siyanet etmekle, ziyaa uðratmamak lâzým gelir. Keþfiyatýn ehemmiyeti, ehl-i hakikat ve ehl-i ilim ve edibler ortasýnda gayet büyüktür ve ehemmiyeti var. Bir kimse, diðerinin keþfiyatýný temellük edemez. Eðer etse onun aleyhine ikame-i dâva etmek, bütün memleketlerde câri olan bir kanundur. Ýleride hükûmetin

 

______________________________________

 

(Hâþiye): Yani "Hükûmet bir siyaset takib etmiyor, hâþâ sümme hâþâ! Hükûmetin siyaseti dinsizliktir." diye tevehhüm eden o mülhidlerin nazarýnda, benim, Kur'ân-ý Hakîmin nüsûs-u kat'iyyesinden tereþþuh eden Risale-i Nur ile takib ettiðim hakaik-i imaniyeye hizmetimi muhalif bir siyaset demekle, dünyada en þenî bir iftirayý eder.

 

 

 

sh: » (T: 223)

 

müsaadesini istihsal suretiyle neþretmek istediðim ve yirmi-otuz seneden beri keþif ve te'lifine çalýþtýðým ve elli seneden beri devam eden tedkikat ve mücahedat-ý fikriye ve muhtelif menba'lardaki taharriyat ve mesaimin neticesi ve semeresi olarak yazdýðým ve manevî yüz keþfiyatý gösteren ve binlerce hakikatý havi yüzden ziyade risaleden ibaret olan Risale-i Nur'un te'lifinden sonra neþredilen -bazý kanunlara uygun gelmeyen- onbeþ noktasýný ortaya atarak müttehem bir vaziyete koymak, bu hakikatlarýn ve benim onlara taallûk eden hukuklarýmýn ziya'ýný mucib olmakla beraber, diðerin intikal ve sirkatine ve temellük ve kendine mâletmesine zemin ihzar ettiðinden; bu babda, evvelemirde ve herþeyden ziyade hakikat namýna ve hukuk hesabýna hakkýmýn muhafazasý, âdil mahkemenizin nazara alacaðý ilk cihettir. Ve bir cürüm âleti olmak tevehhümüyle müsadere edilen risalelerimin tazammun ettiði hakaik, ehl-i fen ve felsefeye ve Akademi Muhakkiklerine karþý isbatýma medar olmak üzere elimde bulunmasý lâzým geleceðinden; bu keþfiyat ve münazarat-ý ilmiye üzerinde hazýrlýðýmý tesbit etmek için tarafýma iadesini isterim. Beni mahkûm etseniz de, onlar mahkûm olamaz; ve hapiste dahi benim arkadaþým olmalýdýrlar. Mahkemelerin ihkak-ý hak cihetindeki haysiyetine, þerefine mühim bir nakise belki zýd olan garazkârlarýn telkinatýna tebaiyete, elbette mahkeme-i adalet tenezzül etmeyecek ve garazkârlarýn entrikalarýný akîm býrakacaktýr. Ve adaletten ve ihkak-ý haktan daha büyük bir makam vazife cihetinde tanýmayan mahkemenin, her türlü te'sirattan âzâde olarak vazifesini yapacaðý esas adaletin muktezasý olduðuna istinaden; þahsým namýna deðil, belki çok hakikatlarýn ve bir çok masum hukuklarýn kendine baðlý olduðu bir hakikat-ý âliye namýna, hakkýndaki asýlsýz evhamlarýný bir an evvel Risale-i Nur'un hürriyetini ilân etmekle refetmektir.

 

Üçüncü Madde: Bize isnad edilen mevhum suç ise; umumî bir tabir ile ve kuyûd-u ihtiraziye nazara alýnmayarak, Ceza Kanununun 163'üncü maddesi, yalnýz zâhirine ve umumiyetine temas ettirip, mahkûmiyetim istilzam edilmek istenildiði anlaþýlýyor. Bize isnad edilen birkaç maddenin katî ve hakikî cevablarý zabtýnýza geçen müdafaatýmda bulunmakla beraber; on veya onbeþ nokta yüzünden, manevî yüz keþfiyatý havi, yüzler hakikat-ý mühimmeyi câmi' yüzden ziyade cüzden ibaret olan Risale-i Nur, mükâfat ve takdir yerine mücazat ve tenkid ile karþýlanmýþ-

 

 

 

sh: » (T: 224)

 

týr. Mahkemenizden bu hakkýmý ve Risale-i Nur'un hürriyet hakkýný istemek, büyük bir hakkýmdýr. Bu cihetin halli ve faslý lâbüd ve zaruridir.

 

Dördüncü Madde: Þimdiye kadar bana hücum eden ve hükûmeti aleyhimize çeviren kimselerin garazkâr olduklarý ve sýrf garaz ile iliþtikleri bununla anlaþýlýyor ki, bizi vurmak için her kapýya baþvurdular. Evvelâ, "Tarîkatçýlýk" -birþey bulamadýlar-, sonra "Cemiyetçilik", sonra "Siyasetçilik ve inkýlâba muhalif hareket ve muhalif komitecilik ve izinsiz neþriyatçýlýk" gibi çok cihetlerle itham etmek ve bizi vurmak için çalýþtýklarý halde; bunlarýn hiç birinde tutunacak bir emare bulamadýklarýndan, en nihayet bir madde-i kanuniyenin, kuyud-u ihtiraziyeyi nazara almayarak, zâhirî umumiyetinden istifade edip, hiçbir zîakýl kabul etmeyecek ve onlara hak vermeyecek bir nokta ile bizi itham ve mahkûm etmek istiyorlar. Evet, bahsedeceðimiz noktayý, dünyada hiçbir zîakýl, hakikat olarak kabul etmez; ve zerre mikdarý insafý olan, "Ýftiradýr" diyecek. O nokta þudur:

 

"Said-i Kürdî dîni siyasete alet ediyor!" tabiridir. Bu tabirdeki ithamý çürütecek onbeþ-yirmi delilden ziyade ve beþ-on kadarý müdafaatýmda zabtýnýza geçirilenlerden birisi þudur ki:

 

Yüzler þâhidin þehadetiyle isbat etmeye hazýr olduðum þu beyan edeceðim hâlim, o ithamý esasýyla çürütüyor. Þöyle ki:

 

Dokuz sene oturduðum Barla Köyü halkýnýn müþahedesiyle ve dokuz ay ikamet ettiðim Isparta'daki dostlarýmýn þehadetleriyle ve beni yakýndan tanýyan dostlarýmýn iþhadýyla, onüç senedir ki, siyaset lisaný olan hiçbir gazeteyi, ne okudum ve ne de dinledim ve ne de istedim. Hattâ birkaç hâdisede, þahsýmla alâkadar zannedilen ve herkesi meraka sevkeden vâkýalardan bahseden gazeteleri okumak arzusu bulunmadý ve okumadým ve okutmam.

 

Onbeþ maddeden baþka bütün mesaili, âhiretime ve îmanýma ve hakikata müteveccih olduðu hükûmetin tedkikat-ý amîkasýyla tezahür eden Risale-i Nur ile, Said, dini siyasete alet ediyor; yani kâinatta yüksek ve mukaddes tanýdýðý bir hakikat-ý kudsiye olan din-i Hakký ve îman-ý tahkikiyi, siyasete, yani ihtilâlkârane, en tehlikeli ve en günahlý ve çok hukukun ziyaýna sebebiyet veren akîm, süfli bir maksada alet etmiþ denilir mi?.. Böyle diyenler, ne kadar dâire-i akýl ve insaf ve vicdandan uzak düþtükleri ve uzak hükmettikleri anlaþýlmaz mý? Elbette, mahkeme-i

 

 

 

 

 

sh: » (T: 225)

 

adâlet, böyle asýlsýz bu evham ve isnadatlarý def'edip, hakkýmýzda ihkak-ý hak edecektir. Gerçi, kanunlarý bilmemek eksere göre bir mâzeret teþkil etmez. Fakat haksýz olarak, hücra bir köyde, tarassud altýnda, yabancý bir yerde, þiddetle dünyadan küstürüp, nefiy ile ikame ettirip, mütemadiyen tarassud ile ta'ciz edilen bir adamýn kanunlarý bilmemesi; elbette ehl-i insafýn nazarýnda bir özür teþkil eder.

 

Ýþte ben o adamým. Ve beni yanlýþ bir vehim ile muaheze ettikleri mevadd-ý kanuniyenin hiç birini bilmezdim. Hattâ yeni hurufla imzamý atamazdým. Bazan hizmetçimden baþka, on günde bir adam ile görüþmedim. Herkes bana muavenetten kaçar. Avukat tutmaya iktidarým yok. Bütün hayatýmda "En menfaatli ve en iyi hile, hilesizlik olduðu" düstur olduðundan, bütün müdafaatýmda hak ve hakikat ve sýdk ve doðruluk esasýný takib ettim. Bu hakikata binaen, müdafaatýmda veyahut bazan nadiren bir-iki risalelerimde, zamân-ý hâzýrýn kanunlarýna ve resmî merasimlerine tevafuk etmeyen ifâdâtýma nazar-ý müsamaha ile bakmak adâletin mukteziyat ve îcâbâtýndandýr. Benim müdâfaâtýmda mücmel kalan noktalar, iddianameye karþý yazdýðým itiraznamemde vardýr ve itiraznamemde mücmel kalan noktalarýn, müdâfaâtýmda izahatý vardýr; birbirini tekmil eder. 163'üncü Madde-i Kanuniyenin tazammun ettiði -manen- kuyud-u ihtiraziye ile beraber ve vâzý-ý kanunun irade ettiði maksad, asayiþin ihlâline medar olmamak olduðuna binaen; ihlâl-i asayiþe iþaret ve delâlet edecek hiçbir emare ve tereþþuhat, benim ve risalelerim yüzünde görülmediði ve zabtýnýza geçen müdafaatýmda yirmi defa kat'î bir surette bu kanunun mes'elemizle alâkasý olmadýðýný ve kat'iyen cezayý müstelzim bir cihet bulunmadýðýný isbat ettiðim halde; her nasýlsa, bidayetteki evhamýn te'siratýyla, o madde-i kanuniye ile bizi muaheze etmek için mezkûr maddeyi ileri sürmek hiçbir vecihle þân-ý adâlete yakýþmayacaðýndan, beraetimi taleb eyleyerek, en son sözüm:

 

حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ { فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ

 

 

 

 

 

sh: » (T: 226)

 

ÝDDÝANAMEYE KARÞI ÝTÝRAZNÂMEM

 

Ey hey'et-i hâkime ve ey müddeiumumi! Bu iddianamede sebeb-i ittihamým herbir maddeye karþý, istintak dairesinde zabtýnýza geçen müdafaatýmda cevablarý vardýr. Hususan "Son Müdafaâtým" nâmýndaki otuzbeþ sahifelik bir müdâfaânameyi, itiraz yerine, size takdim ediyorum. Bu noktaya nazar-ý adâlet ve insafý çevirmek için derim ki:

 

On seneden beri Isparta Vilâyetinde, mazlum bir surette, tazyik altýnda asayiþ-i dahiliye ve emniyet-i umumiyeye zarar verecek hiçbir emare, hiçbir tereþþuhat olmadýðý halde, emniyet-i dahiliyeyi ihlâl etmek teþebbüsü ile ittiham edilmekliðime hangi insaf, hangi vicdan müsaade

 

 

 

 

 

eder? Eðer 163'üncü madde-i kanuniye mânâsý bizim hakkýmýzda da vech-i tatbiki gibi mana verilse, o vakit baþta Diyanet Riyaseti, bütün imamlar, hatibler ve vaizlere teþmil etmek lâzým

 

gelir. Çünki, hayat-ý diniyeyi telkin etmekte onlarla beraberiz. Eðer telkinât-ý diniyye, emniyet-i dahiliyeyi, mutlaka ihlâl etmek gibi mânâsýz bir fikir ileri sürülse, umûma þâmil olur. Evet benim, onlarýn fevkinde bir cihet var ki; o da kat'iyyetle, þübhesiz þeksiz hakaik-i imaniyeyi izah etmektir. Bu ise; farz-ý muhal olarak, umum ehl-i dine bir itiraz gelse, bu hal bizi itirazdan kurtarmaða vesile olur. Benim hakkýmda bu kadar tahkikatla beraber daha tesbit edilmeyen ve tesbit edilse de, adâlet-i hakikiye noktasýnda bir suç teþkil etmeyen ve bir suç teþkil etse de, yalnýz beni mes'ul eden bir madde yüzünden, yirmi kadar masum ve bîgünah kimseleri; çoluk çocuðundan, iþinden alýkoyup hapiste periþan etmek, elbette adliyenin nazar-ý adaletine uygun gelmez. Benim ile ednâ bir temasý bulunan çok bîçare masumlar, tevkif ile mühim zararlara dûçar oldular.

 

Þark hâdisesi münasebetiyle nefyedilmem, iddiânâmede iþtiraki ihsas ettiði cihetle cevab veriyorum ki: Hükûmetin dosyalarýnda, benim künyem altýnda hiçbir meþruhat yoktur; sýrf ihtiyat yüzünden nefyedildiðim, hükûmetçe sabit olmuþtur. Ben, o zaman da, þimdiki gibi münzevi yaþýyordum. Bir daðýn maðarasýnda, bir hizmetçi ile yalnýz otururken; beni tutup, on sene bilâ-sebeb, müracaat etmediðim için, dokuz sene bir köyde, bir sene de Isparta'da ikamete mahkûm edip, ahirinde bu musibete giriftar ettiler.

 

 

 

 

 

sh: » (T: 227)

 

Üçüncü Ýddiânâme

 

"Barlada iken te'sis-i münasebet edildiði, uzaðýnda ve yakýnýnda bulunan bu eþhasýn maddî ve manevî yardýmlarýný te'min ederek faaliyete giriþtiði ve hey'et-i umumiyesine Risale-i Nur adýný verdiði ve kýsým kýsým yazdýrdýðý bu eserlerini muhtelif vasýtalarla gizli gizli çoðalttýrarak Antalya, Aydýn, Milas, Eðirdir, Dinar ve Van gibi mýntýkalarda, adamlarýnýn delâletiyle neþr ve tamim ettirdiði, bu eserlerden devletin emniyet-i dahiliyesini ihlâl edebilecek olanlarýna mahrem ve yarým mahrem diyerek iþaretler koyduðu ve bu suretle istihdaf ettiði gayesini kendisinin de kabul ve izhar etmiþ bulunduðu" hakkýndaki fýkraya karþý, þu kat'î ve izahlý cevabýn, sizin evvelce zabtýnýza geçen "Son Müdafaa" namýndaki otuzbeþ sahifelik müdafaatýmý itirazname olarak takdim ile beraber derim ki:

 

Yüzbin defa hâþâ!.. Ýman ilmini rýza-yý Ýlâhiden baþka bir þeye âlet etmemiþim ve edemiyorum ve kimsenin de hakký yoktur ki edebilsin. Ve Risale-i Nur namý altýndaki yüz yirmi beþ risale, yirmi sene zarfýnda te'lif edilmiþ.

 

Mahrem dediðimiz risaleler ise, üç tanesi bize gurur ve riyaya medar olmamak için mahrem demiþim. Þimdi ise, o setr-i mahremin bir köþesini fâþetmeye mecbur olarak derim ki: O mahremlerden birisi, Keramet-i Gavsiye; ikinci, Keramet-i Aleviyye; üçüncü, sýrr-ý ihlasa ait risalelerdir ki; o iki keramet, benim haddimden yüz derece fazla ve hizmet-i Kur'aniyemi takdir suretinde, Hazret-i Ali ile Hazret-i Gavs'ýn iþaretleridir. Ve riyadan, gururdan, enaniyetten kurtaracak sýrr-ý ihlâsa dair risaleye, en has kardeþlerime mahsus olarak, mahrem denmiþtir. Asayiþ-i dahiliye ile bunlarýn ne münasebeti var ki, onlar medar-ý itham oluyorlar! Ýkinci kýsým mahremler ise; "Darül-Hikmet" de ve dokuz sene evvel Avrupa itirazatýna ve Doktor Abdullah Cevdet'in dinsizce hücumlarýna karþý yazdýðým bir-iki risale, ve bazý me'murlarýn bana insafsýzcasýna ve gaddarane tecavüzlerine karþý þekva suretinde yazdýðým iki küçük risaledir ki; son müdafaatýmda bahsetmiþim. Bu dört risalenin te'lifinden bir zaman sonra, serbestî kanunlarýna ve hükûmetin iþine hiçbir cihette temas etmemek için, onlarýn neþrini men'edip, "Mahremdir" demiþim; en has bir-iki kardeþime mahsus kalmýþtýr. Delilim de þudur ki: Bu kadar taharriyatýnýzda, o mahrem denilen risalelerin hiçbir yerde

 

 

 

sh: » (T: 228)

 

bulunmamasýdýr. Yalnýz umumunun fihristesi elinize geçmiþ, o fihristeye göre bu noktalardan istizaha lüzum görülmüþ; ben de cevab vermiþim, o cevab da zabtýnýza geçmiþtir.

 

Ýddiânâmede, müteaddid mýntýkalar ve Risale-i Nur'un neþr ve tamimine adamlar vasýtasýyla çalýþtýðým beyan ediliyor. Cevaben derim ki:

 

Ben bir köyde, gurbette, kimsesiz, hüsn-ü hattým yok iken; tarassud altýnda, herkes benim muavenetimden çekinirken; yalnýz gayet mahdud dört-beþ ahbabýma bir yâdigâr olarak hâtýrât-ý îmaniyeyi gönderdiðime "Neþr ve tamime çalýþýyor" demek, ne kadar hilâf-ý hakikat olduðunu elbette takdir edersiniz. Benim gibi haddinden çok fazla teveccüh-ü âmmeye mazhar bir insanýn, onbeþ sene Van'da tedris ile meþgul olduðum halde, bir tek dostuma bir-iki îmanî risalelerimi göndermekle buna nasýl neþriyat denilir? Benim matbaam yok, kâtiblerim yok, hüsn-ü hattým yok, elbette neþriyat yapamadým. Demek Risale-i Nur; câzibedardýr, kendi kendine intiþar ediyor. Yalnýz bu kadar var ki; "Onuncu Söz" namýnda haþre dair olan risaleyi, daha yeni harfler çýkmadan evvel tab'ettirdik. Hükûmetin büyük me'murlarýnýn ve meb'uslarýnýn ve vâlilerinin ellerine geçti, kimse itiraz etmedi. Ondan, sekizyüz nüsha intiþar etti. Onun intiþarý münasebetiyle, onun gibi sýrf uhrevî ve îmanî bir kýsým risaleler, kendi kendine bir kýsým insanlarýn eline geçti. Elbette ihtiyarsýz, kendi kendine bu intiþar benim hoþuma gitmiþ. Ben de bazý hususi mektublarýmda, bu takdirimi teþvik tarzýnda yazmýþým. Bu üç aydýr, bu kadar taharriyat-ý amîka neticesinde, koca bir memlekette, onbeþ-yirmi adamýn ellerinde kitablarýmý bulmuþlar. Benim gibi otuz sene te'lifat ve tedrisatla ömrü geçen bir adamýn, yirmi hususi dostunda bazý hususî risaleleri bulunmasý, ne suretle neþriyat olur? "O neþriyat ile nasýl bir hedefi takib edebilir?" denilir.

 

Efendiler! Eðer ben dünyevî veyahud siyasî bir maksadý takib etseydim, bu on sene zarfýnda, onbeþ-yirmi deðil, yüzbin adamlar ile alâkadarlýðým tezahür edecekti. Her ne ise, bu noktaya dair son müdafaatýmda daha fazla izahat ve tafsilât vardýr.

 

.............................................................................................

 

لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ اْلاُنْثَيَيْنِ { َفِلاُمِّهِ السُّدُسُ

 

 

 

sh: » (T: 229)

 

Ayetlerinin eskiden beri medeniyetin itirazýna karþý bütün tefsirlerde bulunan bir hakikat ve gayet kat'i ve þübhesiz bir cevab-ý ilmî, iddiânâmede benim aleyhimde nasýl istimâl edilebilir?

 

Ýddiânâmede, yine fihristeden naklen, Huruf-u Kur'aniye ve zikriyenin tercümeleri yerlerini tutmadýklarýndan medar-ý tenkid beyan ediliyor. Bu mes'ele, sekiz sene mukaddem olmuþ bir mes'eledir ve hiçbir itiraz kabul etmez bir hakikat-ý ilmiyedir. Ondan hayli zaman sonra, bu zamanýn bazý mukteziyatýna göre tercüme edilmesinin hükûmetçe kabûlü ne suretle o hakikat-ý ilmiyeyi aleyhime çevirir.

 

Mescidimizin kapanmasý münasebetiyle, dört noktadan ibaret, bana vahþiyane zulmeden Nahiye Müdürüyle birkaç arkadaþý ve Kaza Kaymakamýnýn, þahýslarýna ve memuriyetlerinin sû'-i istimallerine karþý bir þekvanamedir ki; o risaleyi kimseye vermedim. Çünki, hiç kimsede bulunmamýþtýr.

 

.........................................................................

 

Onuncu Sözün tevafukatýndandýr ki; Onuncu Sözün satýrlarý hem te'lif tarihine, hem dini dünyadan tefrik eden lâdinî cumhuriyetin ilânýna tevafuk ediyor ki, haþrin inkârýna bir emaredir. Yani o fýkranýn meali budur: "Madem cumhuriyet dine, dinsizliðe iliþmiyor, prensibiyle bîtarafane kalýyor; ehl-i dalâlet ve ilhad, cumhuriyetin bu bîtaraflýðýndan istifade etmekle, haþrin inkârýný izhar etmeleri muhtemeldir." demektir. Yoksa hükûmete bir taarruz deðildir; belki hükûmetin bîtarafane vaziyetine iþarettir. Elhak, bundan dokuz sene evvel, Onuncu Söz, sekizyüz nüsha yayýlmasýyla, ehl-i dalâletin kalblerindeki inkâr-ý haþri sýkýþtýrdý; lisanlarýna getirmelerine meydan vermedi, aðýzlarýný týkadý. Onuncu Sözün harika bürhanlarýný gözlerine soktu.

 

Evet Onuncu Söz, haþir gibi bir rükn-ü azim, imanýn etrafýnda çelikten bir sur oldu ve ehl-i dalâleti susturdu. Elbette Hükûmet-i Cumhuriye bundan memnun oldu ki, meclisteki meb'usanýn ve valilerin ve büyük memurlarýn ellerinde kemal-i serbestî ile gezdi.

 

.................................................................................

 

Avrupa medeniyet ve felsefesi namýna ve belki Ýngilizlerin ifsad-ý siyaseti hesabýna "Tesettür Âyeti"ne ettikleri itiraza karþý, gayet kuvvetli ve müskit bir cevab-ý ilmîdir. Böyle bir cevab-ý ilmî,

 

 

 

sh: » (T: 230)

 

deðil bundan onbeþ sene evvel, her zaman takdir ile karþýlanýr. Bu hürriyet-i ilmiyeyi, elbette hürriyet-perver bir Hükûmet-i Cumhuriye tahdid etmez.

 

....................................................................................

 

Ey hey'et-i hâkime! Risale-i Nur'un hedefi dünya olsaydý veya bir maksad-ý dünyevi, içinde niyet edilseydi yüzyirmi risale içinde, nazarýnýzda onbinler medar-ý tenkid noktalar bulunacaktý. Böyle yüzyirmi bin tatlý meyveler içinde, sizce sulfato gibi acý gelmiþ yalnýz onbeþ meyveler bulunmasýyla, o mübarek bahçeyi yasak etmek ve bahçe sahibini mes'ul etmek caiz olabilir mi? Adalet-perver olan vicdanýnýza havale ediyorum. Ben, son müdafaatýmda beyan etmiþim ki; otuz senedir, Avrupa feylesoflarýna ve Avrupa feylesoflarý hesabýna dahilde ecnebi dolablarý hesabýna çalýþan mülhidlere karþý muaraza ederek cevab vermiþim ve veriyorum. Muhatabým, ekseriya nefsimden sonra onlar olduðunu, risalelerimi takib eden anlar. Þimdi ben sizlerden soruyorum: Böyle Avrupa feylesoflarýnýn baþýna ve ecnebi entrikalarý hesabýna çalýþan dinsiz her bir mülhidin yüzüne indirdiðim kuvvetli ilmî bir tokat, hangi suretle hükûmet hesabýna geçiyor? Böylelere ait olan tokadý, hükûmet hesabýna almak bizim havsalamýz almýyor ve ihtimal de vermiyoruz. Hükûmet namýna ve kanun hesabýna bu haklý ilmî tokatlarý medar-ý mes'ul tutmak deðil, belki Hükûmet-i Cumhuriyenin hürriyet-perverliði, bu tokatlarý alkýþlar.

 

ÝTÝZAR

 

(Üç gün müddetle teblið edilen iddianameye karþý itiraznâme yazmak)

 

Birinci günü geç geldiði için, akþama kadar ancak okundu. Ýkinci gün, kýsm-ý âzamý tercüme edildi. Ancak beþ-altý saat fýrsat bulup, acele bu uzun itiraznameyi yazdým. Evvelki müdafaatýmda dediðim gibi: Kanunlarý, hususan þimdiki resmî iþleri bilmediðimden; çoktan beri

 

ihtilâttan memnu' olduðumdan ve dört-beþ saatta yazýlan uzun itiraznâme, elbette çok müþevveþ ve noksan olacaktýr. Nazar-ý müsamaha ile bakmanýzý temenni ederim.

 

 

 

* * *

 

sh: » (T: 231)

 

CEZA HÂKÝMÝNE SON MÜDAFAA

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

Altmýþ küsûr sahifeden ibaret olan ithamkârane kararnâmedeki -oniki sahife- þahsýma ait kýsmýna karþý müdafaamdýr:

 

Kararnâmede aleyhimizde zikredilen maddelere karþý, mahkemenin zabtýna geçen müdafaatýmda kat'î cevablarý vardýr. Bu kararnâme namýndaki asýlsýz ve vehimli ithamnâmeye karþý, ondokuz sahifeden ibaret itiraznâmemi ve yirmidokuz sahifeden ibaret son müdafaatýmý ibraz ediyorum. Bu iki müdafaa, sorgu hâkimlerinin kararnâmelerinin bütün muaheze noktalarýný ve esas ithamlarýný kat'i bir surette reddile çürütüyor, asýlsýz olduðunu gösteriyor. Yalnýz burada, bu kararnâmenin istinad ettiði ve itham edenlerin nereden aldandýklarýný, bu asýlsýz muahazeyi nereden iktibas ettiklerini gösterir "Beþ Umde" olarak söyliþyeceðim.

 

Birincisi: Risale-i Nur'un, yüzyirmi parçasýndan iki-üç-dört parçasýnda onbeþ fýkrayý bahane tutup, beni ve Risale-i Nur'u hükûmetin prensiplerine muhalif ve rejimine karþý muarýz ve emniyet-i dahiliyeyi ihlâle teþebbüs ithamý ile gayet asýlsýz bir davaya elcevab:

 

Ben de derim: Acaba umum Avrupa'nýn mâl-ý müþterekesi olan medeniyet ve yalnýz bu zaman ilcaatýna binaen Hükûmet-i Cumhuriyenin o medeniyetin bir kýsým kanunlarýný kabul etmesiyle, o medeniyetin menfaatli deðil, belki kusurlu kýsmýna, hakaik-i Kur'aniye hesabýna olan müdafaat-ý ilmiyeme hangi suretle "Hükûmetin prensibine ve hükûmetin rejimine muhalif" ve "Hükûmetin inkýlâbý aleyhine hareket" namý veriliyor? Acaba bu Hükûmet-i Cumhuriye, Avrupa medeniyetinin kusurlu kýsmýnýn dâva vekilliðine tenezzül eder mi? O kusurlu medeniyetin Ýslâmiyete muhalif kanunlarý, eski zamandan beri hükûmetin hedefi midir? Hükûmete muarýz vaziyet almak nerede; bu bir kýsým kusurlu medeniyet kanunlarýna karþý hakaik-i Kur'aniyeyi ilmî bir surette müdafaa etmek nerede? Kur'an-ý Hakîmin Âyat-ý kat'iyesiyle, binüçyüz seneden beri, milyonlar tefsirlerinde ve halen kütübhanelerde dolu tefsirlerde

 

 

 

sh: » (T: 232)

 

لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ اْلاُنْثَيَيْنِ { َفِلاُمِّهِ السُّدُسُ { يَا اَيُّهَا النّبِىُّ قُلْ ِلاَزْوَاجِكَ { فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ ilaahir gibi Âyetlerin hakaik-i kudsiyelerini Avrupa feylesoflarýnýn itiraz ve tecavüzatýna karþý otuz seneden beri yazdýðým müdafaat-ý ilmiyemi "Hükûmetin inkýlabýna, prensibine ve rejimine muhalif kasdý var" diye beni itham etmek, öyle bir zâhir garaz ve öyle bir esassýz vehimdir ki; buradaki mahkeme-i âdileye taallûk etmeseydi, müdafaa ve cevab vermeyi lâyýk görmezdim.

 

Hem acaba eskiden beri bu vatan ve millete zarar niyetiyle, Avrupanýn dinsiz komiteleri hesabýna ve Rum, Ermeniler cemiyeti vasýtasýyla dinsizlik ve ihtilâf ve fesad tohumlarýný saçan mülhidlere karþý müdafaat-ý ilmiyem, hangi suretle hükûmet aleyhine alýnýyor? Ve hangi sebeble hükûmete bir taarruz manasý veriliyor? Hangi insafla böyle dinsizliði hükûmete mâledip ittiham ediliyor? Hükûmet-i Cumhuriyenin kuvvetli esaslarý böyle dinsizlerin aleyhinde olduðu halde; dinsizliði, hükûmetin bazý prensiplerine mâledip, benim, vatan ve millet ve hükûmet hesabýna öyle müfsidlere karþý yirmi seneden beri galibane müdafaat-ý ilmiyeme "Dini siyasete âlet ve hükûmet aleyhine teþvik" manasýný vermek, hangi insaf kabul eder ve hangi vicdan razý olur?

 

Evet, deðil bu mahkemeye, belki bütün dünyaya ilân ediyorum: Ben, hakaik-i kudsiye-i imaniyeyi, Avrupa feylesoflarýna ve bilhassa dinsiz feylesoflara ve bilhassa siyaseti dinsizliðe âlet edenlere ve asayiþi manen ihlâl edenlere karþý müdafaa etmiþim ve ediyorum.

 

Ben, Hükûmet-i Cumhuriyeyi, ilcaat-ý zamana göre bir kýsým Kanun-u Medenîyi kabul etmiþ ve vatan ve millete zarar veren dinsizlik cereyanlarýna meydan vermeyen bir Hükûmet-i Ýslâmiye biliyorum. Kararname namýndaki ithamnâmede, vazifesini yapan müstantýklara deðil, belki müstantýklarýn istinad ettiði mülhid zalimlerin evham ve entrikalarýna karþý derim:

 

Siz beni: "Dini siyasete âlet etmek" ile itham ediyorsunuz. Ve o itham, zâhir bir iftira olduðu ve esassýz, çürük bulunduðunu, yüz delil-i kat'i ile isbat etmekle beraber; bu aðýr iftiranýza mukabil, ben de sizi, siyaseti dinsizliðe âlet etmek istiyorsunuz diye itham ediyorum!

 

 

 

sh: » (T: 233)

 

Bir zaman, cerbezeli bir padiþah, adalet niyetiyle çok zulüm ediyormuþ. Bir muhakkik âlim ona demiþ: "Ey hâkim! Sen raiyetine adalet namýyla zulüm ediyorsun. Çünki tenkidkârane cerbezeli nazarýn, zamanen müteferrik kusûratý birden toplar; bir zamanda tasavvur edip, sahibini þiddetli bir cezaya çarpýyorsun. Hem bir kavmin müteferrik efradýndan vücuda gelen kusûratý o tenkidkâr cerbezeli nazarýnda topluyorsun. Sonra o perde ile, o taifenin herbir ferdine karþý bir nefret, bir hiddet size gelir; haksýz olarak onlara vurursun. Evet, senin bir sene zarfýnda attýðýn tükürük, bir günde senden çýkmýþ bulunsa, içinde boðulacaksýn. Müteferrik zamanda istimâl ettiðin sulfato gibi acý ilâçlarý, bir günde birkaç kiþi istimal etse, hepsini de öldürebilir. Ýþte ayný bunun gibi; mehasinin ortalarýnda bulunmasýyla, arasýra kusuratý setretmek lâzým gelirken; sen raiyetine karþý kusuratý izale eden mehasini düþünmeden, cerbezeli nazarýnla müteferrik kusuratý toplayýp, aðýr ceza veriyorsun." Ýþte o padiþah, o muhakkik âlimin ikazatýyla, adalet namýna yaptýðý zulümden kurtuldu.

 

.......................................................................................

 

Gizli bir kuvvet, bil'iltizam beni mahkûm etmek istiyor. Ve her bahaneyi bulup, bin dereden su getirmek gibi her bir çareye müracaat edip, kurdun keçiye bahanesinden daha garib bahanelerle beni itham altýna almak ve mahkûm ettirilmek istenildiðimi hissediyorum. Meselâ, üç aydýr bu kelimeyi tekrar ediyorlar: "Said-i Kürdî, dini siyasete âlet ediyor!" Ben de bütün mukaddesata yemin ediyorum ki: Bin siyasetim olsa, hakaik-i imaniyeye feda ediyorum. Ben, nasýl hakaik-i imaniyeyi dünya siyasetine âlet edebilirim? Ben, yüz yerde bu ithamý çürüttüðüm halde, yine mânâsýz nakarat gibi tekrar edip ileri sürüyorlar. Demek bil'iltizam ve herhalde beni

 

 

 

mes'ul etmek arzusunda bulunuyorlar. Ben de, aleyhimizdeki mülhid zâlimleri, siyaseti dinsizliðe âlet etmeleri ile itham ediyorum. Ve onlarýn medar-ý ittihamý olan bu müdhiþ manayý bildirmemek için bana isnad ettikleri: "Said, dini siyasete âlet ediyor" cümlesiyle setre çalýþýyorlar. Madem öyledir, her halde beni mahkûm etmek istiyorlar. Ben de ehl-i dünyaya derim: Bu ihtiyarlýktaki bir-iki senelik ömür için lüzumsuz tezellüle tenezzül etmem.

 

............................................................................................

 

sh: » (T: 234)

 

Beþinci Umde: "Dört Nokta"dýr.

 

Birinci Nokta: Kararnamede, kelimeler üzerinde oynanýlýyor. Bir kelimenin, kasdî olmadýðý halde, bir manasýnda târiz çýkarýyorlar. Halbuki, Risale-i Nur'da hedef bütün bütün ayrý olduðundan, kelimatýndaki kasda makrun olmayan târizler deðil, belki tasrihler de bulunsa þayan-ý afv ve müsamahadýr. Bu noktayý izah eden bu misal, mikyastýr. Meselâ:

 

Ben bir maksadýmý hedef ederek yoluma koþup gidiyorum. Ýhtiyarsýz, yolumda koþarken büyük bir adama çarpýp, o adam yere düþse. Desem: "Efendim, affet! Ben, maksadýma gidiyordum. Bilmeyerek çarpýldým." Elbette affeder ve gücenmez. Eðer kasdî olarak bir parmaðý o adama taciz suretinde kulaðýna iliþtirsem, hakaret telâkki edecek ve benden gücenecek.

 

............................................................................................

 

Risale-i Nur'un hedefi iman ve ahiret olduðundan, harekât-ý ilmiye ve fikriyesinde ehl-i dünyanýn siyasetine çarpsa ve þiddetli kelimat bulunsa, þayan-ý afv ve müsamahadýr. Maksadýmýz size iliþmek deðildir, hedefimizde yürüyoruz.

 

............................................................................................

 

Dünyada hiç misli görülmemiþ bir haksýzlýða maruz kaldým. Þöyle ki:

 

Son müdafaatým ve üç itiraznamem ile, yirmi cihetle kat'i delillerle 163'üncü maddenin bana temas etmediðini ve yirmi senede yazýlan 120 risalemin içinde, kendilerince medar-ý tenkid yirmi kelimeden aþaðý mahdud birkaç nokta bulunmasýyla, ayrý ayrý zamanda yazýlmýþ kýymetdar ve menfaatli ve uhrevî ve Avrupa feylesoflarýnýn dinsiz ve mülhid þakirdlerine karþý, -Darül-Hikmetil-Ýslâmiyenin azalýðý münasebetiyle- hakiki ve ilmî müdafaatým; çok zaman sonra ilcaat-ý zamana göre kabul edilen Kanun-u Medeninin bazý maddelerine, yüzbin kelimat içinde on-onbeþ kelimenin muvafýk gelmemesi sebebiyle hem benim mahkûmiyetim taleb edilmiþ; hem mühim keþfiyat-ý maneviyeyi havi yüzyirmi kitab olan Risale-i Nur'un elde bulunan nüshalarý müsadere edilmiþ ve indelmuhakeme bütün ilmî ve mantýkî ve kanunî iddia ve müdafaatým esbab-ý mucibe gösterilmeksizin sebebsiz ve kanunsuz reddedilmiþtir. 163'üncü madde-i kanuniye asayiþi ihlâl edebilecek hissiyat-ý diniyeyi tahrik edenler mealinde bulunan þu kanunun, elbette bu hadsiz geniþlik içinde

 

 

 

sh: » (T: 235)

 

bir tefsiri var. Elbette kuyud-u ihtiraziyesi bulunacak. Yoksa; bu madde, bu geniþ mânâ ile beni mahkûm ettiði gibi, bütün ehl-i diyaneti ve baþta Diyanet Riyaseti olarak, bütün vaizlere ve bütün imamlara, bana teþmil edildiði gibi teþmil edilebilir. Çünki; yüz sahifeden fazla müdafaat-ý kat'iyye ve hakikiyem ile beraber; bana temas ettirilebilecek bir mana veriliyor ki o mânâ her nasihat eden kimseye ve hatta bir dostunu iyiliðe sevketmek için irþad eden herkesi daire-i hükmü altýna alabilir. Bu madde-i kanuniyenin mânâsý þu olmak gerektir ki; taassub perdesi altýnda muhalif bir siyaseti takib ve terakkiyat-ý medeniyeye sed çekenlere sed çekmek içindir. Bu maddenin bu mânâda çok kat'î delillerle isbat etmiþiz ki, bize bir cihet-i temâsý yoktur.

 

Evet bu madde, bu mânâda, tefsirsiz ve kuyud-u ihtiraziyesiz ve garazkâr, istediði adamlarý onunla çarpmasýna müsaid hududsuz bir manada olamaz. Evet ben on sene nezaret ve dikkat altýnda ve yirmi senede te'lif ettiðim yüzyirmi risale ile bu kadar hakkýmdaki tedkikat-ý amîka neticesinde cüz'i bir derece asayiþi ihlâl etmiþ bir emare, ne bende ve ne de o risaleleri okuyanlarda bulunmadýðý halde yirmi vechile isbat ettiðim ve beni yakýndan tanýyan zatlarýn þehadetiyle, onüç seneden beri þeytandan kaçar gibi siyasetten kaçtýðýmý ve hükûmetin iþine karýþmadýðýmý ve tahammül-ü beþer fevkinde iþkencelere tahammül edip dünyaya karýþmadýðým ve iman hizmetini bu dünyada en büyük maksad telâkki ettiðim halde; "Said dini siyasete âlet edip, asayiþi ihlâle teþebbüse niyet ediyor" diye, beni 163'üncü maddeye temas ettirmek, mahkûm etmek bütün rûy-i zemindeki adliye ve mahkemelerin haysiyetine iliþecek ve nazar-ý dikkati celbedecek hiç görülmemiþ bir hâdise-i adliyedir kanaatindeyim.

 

Ýþte, cihangir hükümdarlarýn ve kahraman kumandanlarýn küçük mahkemelerde diz çöküp kemal-i inkýyad ile mutavaat göstermeleri, mahkemenin, hiçbir cihet ile zedelenmeyecek bir haysiyet ve þerefinin mevcudiyetini isbat eder. Ýþte mahkemelerin bu yüksek ve manevî haysiyetine dayanýp, hukukumu, hürriyetle müdafaa ediyorum. Bir makale içindeki zararlý görülen dört-beþ kelime sansür edildikten sonra mütebakisinin neþrine izin verilirken; yüzyirmi kitabýn, birbirinden ayrý ve ayrý ayrý zamanlarda te'lif edildiði halde, yalnýz bir-iki risalede þimdiki nazarlara zararlý tevehhüm edilen onbeþ kelime yüzünden, yüzonbeþ masum ve menfaatdar

 

sh: » (T: 236)

 

ve mühim bir kýsmý Ankara Kütübhanesinde mevcud olup iftiharla kabul edilen kitablarýn ele geçenlerini müsadere ile mahkûm edilmesi, rûy-i zemindeki adliyenin þerefine elbette iliþecek mahiyettedir. Elbette Mahkeme-i Temyiz bu haysiyet ve þerefi sýyanet eder.

 

En ziyade tenkid edilen ve umum kitablarýmý muahazeye sebebiyet veren beþ-on mes'ele içinde en mühimmi, gelecek bu iki mes'eledir: لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ اْلاُنْثَيَيْنِ { َفِلاُمِّهِ السُّدُسُ Âyetleridir. Ýþte benim ve kitablarýmýn mahkûmiyeti beþ-altý mes'eleden, en birinci bu iki mes'eledir. Ben hakikî, menfaatli medeniyete karþý deðil, belki kusurlu ve zararlý "mimsiz" tabir ettiðim medeniyete karþý otuz-kýrk seneden beri i'caz-ý Kur'aný esas tutup, o medeniyetin muhalif noktalarýný aþaðý düþürüp, medeniyetin aczi ile i'caz-ý Kur'aný isbat etmek esasý üzerine matbu ve gayr-ý matbu, Arabça ve Türkçe çok kitablar yazdým. Ýrsiyet hakkýndaki kanun-u medeninin, Kur'anýn bu iki Âyetine muhalif maddelerini vaktiyle müvazene etmiþim. Onlarýn muannid feylesoflarýný da ilzam edecek deliller göstermiþim. Hükûmet-i Cumhuriyenin ilcaat-ý zamana göre kabul ettiði bir kýsým kanun-u medenînin bir kýsým maddelerini kabulden evvel, bu mes'eleleri, medeniyete ve feylesoflara karþý yazmýþým ve müdafaa etmiþim. Kurun-u Ulâ ve Vustâdaki zayi olan kadýnlýk hukukunu, Kur'an-ý Hakîm gayet ehemmiyetle muhafaza ettiðini beyan etmiþim. Þimdi, bu iki mes'eledeki beyanatým, Hükûmet-i Cumhuriyenin kanununa muhaliftir diye, 163'üncü madde ile muaheze edildim. Ben de adliyenin en yüksek mahkemesine derim ki:

 

Bin üçyüz elli senede ve her asýrda, üçyüz elli milyon insanlarýn hayat-ý içtimaiyesinde en kudsi ve hakikî ve hakikatlý bir düstur-u Ýlahînin üçyüz elli bin tefsirlerin tasdikine ve aynen hükümlerine istinaden, ve bütün ecdadýmýzýn ruhlarýna hürmeten, i'caz-ý Kur'aný Avrupa mülhidlerine karþý göstermek için, iki nass-ý Âyeti, onbeþ sene evvel ve on sene evvel ve dokuz sene evvel üç kitabýmda zikretmekliðim, beni þimdiki þerait dahilinde ve ahvâl-i sýhhiyem noktasýnda yaþayamýyacaðým bir mahpusiyete mahkûm edip ve dolayýsýyla, bir cihette âdeta idamýma hükmeden ve yüz onbeþ risalemi bunun gibi bir-iki mes'ele yüzünden mahkûm eden haksýz bir kararý; elbette rûy-i zeminde adalet varsa, bu kararý red ve bu hükmü nakzedecektir.

 

sh: » (T: 237)

 

En ziyade bizi gayet hayretle, nihayet bir me'yusiyete düþüren þudur ki: Isparta'da habbeyi kubbe yapýp, hiçbir hakikata istinad etmeyen evham ve ihbarata binaen hakkýmda verdikleri karara karþý, mezhebimizde yalana hiçbir cihetle cevaz verilmediðinden, aleyhimde de olsa, hak ve doðru söylemek mecburiyetiyle, yüz yirmi sahife kuvvetli ve mantýki delillerle kendimi müdafaa ettiðim ve bu kanunla hiçbir cihetle temasým olmadýðýný isbat ettiðim halde; bu müdafaatýmý ve isbatýmý hiç nazara almayarak, te'lif tarihiyle istinsah tarihlerini, hatta bir þahsa irsal eylediðim tarihleri dahi birbirine maðlâta ile karýþtýrýp ve yirmi senelik iþi, bir sene zarfýnda olmuþ gibi görerek nakarat gibi, Isparta'daki evhamlý kararý; hem sorgu hâkimlerinin kararnamesinde, hem makam-ý iddianýn iddianamesinde, hem bizi mahkûm eden mahkemenin son kararýnda aynen, haklý müdafaatýmýz nazara alýnmadan tekrar edilmiþ ve bizi mahkûm etmiþlerdir. Ehl-i hak ve hakikatý titreten bu haksýzlýðýn bir an evvel ref'i ve Risale-i Nur'un masumiyetinin ilânýný, þiddetle adliyenin en yüksek makamý olan mahkemeden beklerim. Eðer pek haklý ve kuvvetli bu feryadýmý -farz-ý muhal olarak- adliyenin yüksek makamý iþitip dinlemezse, þiddet-i me'yusiyetimden diyeceðim:

 

Ey beni bu belaya sevkedip, bu hâdiseyi icad eden mülhid zalimler!.. Madem ve her halde, manen ve maddeten beni idam etmeye niyet etmiþtiniz, neden umum mazlumlarýn ve biçarelerin hukuklarýný muhafaza eden adliyenin çok ehemmiyetli haysiyetini rahnedar edecek entrikalarla, dolaplarla adliyenin eliyle yürüdünüz? Doðrudan doðruya karþýmda merdane çýkýp, "Senin vücudunu bu dünyada istemiyoruz" demeli idiniz.

 

Sorgu hâkimlerinin dört aya yakýn bir zamanda -Yüzonyedi adamýn isticvabý ve tahkikatýyla- meþgul olduðu bir mes'eleyi bir buçuk günde Aðýr Ceza Mahkemesi gayet sathi bir nazarla bakýp, onlarýn içindeki noksan ve hatalarý görmiyerek ve bilhassa Akademi Heyeti müvacehesinde izah ve isbat edeceðimi iddia ettiðim Risale-i Nur'daki mühim keþfiyat-ý maneviyeye ait ilmî müdafaatým, esbab-ý mucibe ile red ve cerhedilmeksizin, sathi bir nazarla hükümde istical ettiklerinden, hakperest ve adaletperver olmalarýna, bu sathi nazar sebebiyle, pek yanlýþ olan bu kararýn isabet-i kanuniyesi olmadýðýndan, mucib-i tedkik ve nakzdýr.

 

 

 

 

 

 

 

sh: » (T: 238)

 

NETÝCE: Bu babda duruþma evrakýnýn ve bilhassa müsadere edilen matbu ve gayr-ý matbu risalelerimin tedkik ve mütalâasýndan anlaþýlacaðý üzere, ilmî ve mantýkî ve kanunî bütün itirazat ve müdafaatým nazar-ý teemmüle alýnmamýþ. Gerek Sorgu Hâkimliðince ve gerek mahkemece esbab-ý mucibe gösterilmeksizin, delilsiz ve kanunsuz, indî mütalâalarla açýktan reddedilmiþ ve bu sebeble, otuz senedir Avrupa feylesoflarýna ve medeniyetin sefih kýsmýna karþý Türk-Ýslâm hukukunu müdafaa eden ve týlsým-ý kâinatýn muammasýný açan ve manevî keþfiyatý hâvi risalelerim müsadere olunduktan baþka; ahvâl-i sýhhýyem noktasýnda tahammül edemeyeceðim cismânî ceza ile mahkûm edilmiþ olduðumdan, gerek yukarýda serdedilen sebebler ve gerekse iddianameye karþý verdiðim itiraznamem ve son celse-i muhakemede esasa dair beþ umdeyi hâvi tahrirî takdim ettiðim ikinci itiraznamem ve son müdafaatýmda tafsilen izahata ve ilmî ve kanunî sebeblere ve indettedkik tesadüf buyurulacak nevakýs-ý kanuniyeye binaen, pek açýk ve sarih bir surette maðduriyetimi istilzam eden bu hükmünüzün nakzýyla, adaletin izharýný hey'etinizden beklerim. وَاُفَوِّضُ اَمْرِى اِلَى اللّهِ اِنَّ اللّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ der, ve tevekkül ile Cenab-ý Hakk'a iltica eylerim.

 

Sâbýk yüz küsur sahifeden ibaret yedi safha müdafaatým müteaddid defa mahkemede okunmakla beraber; müteaddid mahkemenin defterlerinde zabta geçmiþ bu gelecek tashih lâyihasý ise, daha temyiz evrakýmýz gelmediðinden okunmamýþ ve zabta geçmemiþtir; elbette yakýnda o da zabta geçer.

 

* * *

 

Mahkeme-i Temyizin dâvâmýzý nakzetmeyip tasdiki takdirinde, tashih-i dâvâ için Hey'et-i Vekileye yazýlmýþ bir arzuhaldir.

 

 

 

(Orada zâhiren görülecek þekva ise, hükûmete þekva etmektir, ve tenkidler, hükûmeti iðfale çalýþan entrikacýlarý tenkid etmektir.)

 

 

 

Ey ehl-i hâl ve akd! Dünyada emsali nâdir bulunan bir haksýzlýða giriftar edildim. Bu haksýzlýða karþý sükût etmek hakka karþý bir hürmetsizlik olduðundan, bilmecburiye gâyet ehemmiyetli bir hakikatý fâþetmeye mecburum. Diyorum ki:

 

 

 

sh:» (T: 239)

 

Ya benim idamýmý ve yüzbir sene cezayý istilzam edecek kusurumu kanun dairesinde gösteriniz; veyahud bütün bütün divane olduðumu isbat ediniz; veyahud benim ve risalelerimin ve dostlarýmýn tam serbestiyetimizi verip, zarar ve ziyanýmýzý müsebbiblerinden alýnýz. (Hâþiye).

 

Evet, her bir hükûmetin bir kanunu, bir usulü var, o kanuna göre ceza verilir. Hükûmet-i Cumhuriyetin kanunlariyle beni ve dostlarýmý en aðýr bir cezaya müstehak edecek esbab bulunmazsa; elbette takdir ve mükâfat ve tarziye ile beraber, tam hürriyetimizi vermek lâzým gelir. Çünki meydandaki gayet ehemmiyetli hizmet-i Kur'aniyem eðer hükûmetin aleyhinde olsa, böyle bir senelik bana ceza, birkaç dostuma altýþar ay mahkûmiyetle olamaz. Belki yüzbir sene ve idam gibi ceza bana ve en aðýr cezalarý da benim ile ciddi hizmetime irtibat edenlere vermek lâzým gelir. Eðer hizmetimiz hükûmetin aleyhinde olmazsa; o vakit deðil ceza, hapis, ittiham; belki takdir, mükâfatla karþýlanmak lâzým gelir. Çünki, bir hizmet ki, yüzyirmi risale, o hizmetin tercümanlarý olmuþ. Ve o hizmetle, koca Avrupa feylesoflarýna meydan okuyup, esaslarý zîr ü zeber edilmiþ. Elbette o tesirli hizmet ya dahilde gayet müdhiþ bir netice verir, veyahud gayet nâfi ve yüksek ve ilmî bir semere verecek. Onun için, göz boyamak nevinde ve efkâr-ý âmmeyi aldatmak tarzýnda ve hakkýmýzda zalimlerin entrikalarýný, yalanlarýný setretmek suretinde, çocuk oyuncaðý gibi bana bir sene ceza verilmez. Benim emsalim, ya idam olur, daraðacýna müftehirane çýkarlar, veyahud lâyýk olduðu makamda serbest kalýrlar.

 

Evet, binler lira kýymetinde elmaslarý çalabilen mâhir bir hýrsýz, on kuruþluk bir cam parçasýna hýrsýzlýk etmekle elmas çalmýþ gibi ayný cezaya kendini mahkûm etmek; dünyada hiçbir hýrsýzýn, belki hiçbir zîþuurun kârý deðildir. Böyle bir hýrsýz kurnaz olur. Böyle nihayet derecede eblehane hareket etmez.

 

Ey efendiler! Haydi, vehminiz gibi ben o hýrsýz gibi oldum. Ben Isparta nahiyelerinde periþan, bir köyde dokuz sene inzivada bu-

 

____________________

 

(Hâþiye): Mahkeme-i Temyizden dâvâmýzý nakz yerine tasdik geldiði takdirde, Heyet-i Vekileye ve hem Meclis-i Meb'usana, hem Dâhiliye Vekâletine ve hem Adliye Nezaretine vermek üzere, dâvâmýzý tashih münasebetiyle yazýlmýþ bir lâyihadýr. Eðer bu haklý derdimi ve ehemmiyetli hakkýmý bu mercilere dinlettiremezsem, bu hayata veda etmek bana vâcib olur. Çünki, sükûtumla þahsi bir hakkýmla beraber, binler muhterem hukuk zâyi olur.

 

 

 

sh:» (T: 240)

 

lunan ve þimdi benimle beraber gayet hafif bir cezaya mahkûm olan safdil beþ-on biçarelerin fikirlerini hükûmet aleyhine çevirmekle, kendini ve gaye-i hayatý olan risalelerini tehlikeye atmaktan ise; eski zamanda olduðu gibi, Ankara'da veya Ýstanbul'da büyüt bir me'muriyette oturup, binler adamý takip ettiðim maksada çevirebilirdim. O vakit, böyle zelilâne mahkûmiyet deðil, belki mesleðime ve hizmetime münasip bir izzetle dünyaya karýþabilirdim. Evet, fahr ve temeddüh niyetiyle deðil, belki mecburiyet ve mahcubiyetle, hodfüruþane eski bir kýsým riyakârlýðýmý hatýrlatmakla; beni ehemmiyetsiz, vücudundan istifade edilmez, âdi mertebeye sukut ettirmek isteyenlerin yanlýþlarýný göstermek için derim:

 

 

 

«Ýki Mekteb-i Musibet Þehadetnamesi» namýndaki matbu eski müdafaatýmý görenlerin tasdikiyle, Otuz Bir Mart Hâdisesinde bir nutuk ile, isyan etmiþ sekiz taburu itaate getiren ve bir zaman gazetelerin yazdýklarý gibi, Ýstiklâl Harbinde «Hutuvat-ý Sitte» nâmýnda bir makale ile, Ýstanbul'daki efkâr-ý ûlemayý Ýngiliz aleyhine çevirip, harekât-ý milliye lehinde ehemmiyetli hizmet eden ve Ayasofya'da binler adama nutkunu dinlettiren ve Ankara'daki Meclis-i Meb'usanýn þiddetli alkýþlamasiyle karþýlanan; ve yüz elli bin banknot, yüz altmýþ üç meb'usun imzasýyle Medrese ve Darül-Fünuna tahsisatý kabul ettiren; ve Reisicumhurun hiddetine karþý, divan-ý riyasette (Hâþiye) kemal-i metanetle fütur getirmeyerek mukabele edip, namaza davet eden; ve Darül-Hikmetil-Ýslâmiyede, hükûmet-i ittihadiyenin ittifakiyle, hikmet-i Ýslâmiyeyi Avrupa hükemasýna tesirli bir suretde kabul ettirmek vazifesine lâyýk görünen; ve cephe-i harbde yazdýðý ve þimdi müsadere edilen «Ýþârâtül-Ý'caz» o zamanýn baþ kumandaný olan Enver Paþaya o derece kýymetdar görünmüþ ki; kimseye yapmadýðý bir hürmetle, istikbaline koþtuðu o yadigâr-ý harbin hayrýna, þerefine hissedar olmak fikriyle, Ýþârâtül-Ý'cazýn tab'ý için kâðýdýný vererek, müellifinin harbdeki mücâhedâtý tak-

 

___________________________

 

(Hâþiye): Eski Said söz istiyor, diyor ki: "Onüç senedir beni konuþturmadýnýz. Þimdi, madem beni nazara alýp, sizi ittiham altýna alýyorlar ve sizden korkuyorlar; elbette benim onlarla konuþmam lâzým geliyor. Gerçi benlik, enaniyet çirkindir; fakat maðrur ve muannid enaniyetlilere karþý, haklý bir surette ve sýrf kendisini müdafaa ve muhafaza etmek için benlik göstermek lâzým geliyor. Onun için, Yeni Said gibi; mahviyetle, mülâyimane konuþamýyacaðým." Ben de ona söz verdim. Fakat enaniyetlerine, temeddühlerine iþtirak etmiyorum.

 

 

 

sh:» (T: 241)

 

dirkârâne yâdedilen bir adam; böyle âdi bir beygir hýrsýzý veyahud kýz kaçýrýcý ve bir yankesici gibi en aþaðý bir cinayetle kendini bulaþtýrýp, izzet-i ilmiyesini ve kudsiyet-i hizmetini ve kýymetdar binler dostlarýný rezil edip sukut edemez ki; siz onu bir senelik ceza ile mahkûm edip, âdi bir keçi, koyun hýrsýzý gibi muamele edesiniz... Ve sebepsiz, on sene sýkýntýlý bir tarassudla ta'zib ettikten sonra; þimdi de bir sene hapis ile beraber, bir sene de nezaret altýnda tutmak suretiyle (padiþahýn tahakkümünü kaldýramadýðý halde) garazkâr bir hafiyenin veya âdi bir polisin tahakkümü altýnda azab vermekten ise, idam edilmesini daha evlâ görür. Eðer böyle bir adam dünyaya karýþsaydý ve karýþmaya arzusu olsaydý ve hizmet-i kudsiyesi müsaade etseydi, Menemen Hâdisesinin ve Þeyh Said vâkýasýnýn onar misli olacak bir tarzda karýþýrdý. Dünyaya iþittirecek bir top sadasýna, bir sinek sadasý inmiyecekdi.

 

 

 

Evet, Hükûmet-i Cumhuriyenin nazar-ý dikkatine arzediyorum ki; beni bu belâya sevkeden gizli komitenin yaptýðý tedabir ve ettiði propaganda ve entrikalar bu hali gösteriyor. Çünki, hiç bir hâdisede görülmemiþ bir tarzda umumî bir propaganda, bir entrika ve bir dehþet aleyhimize döndüðüne delil þudur ki: Altý aydýr, yüzbin dostum varken, hiç biri bana bir mektub yazamadý, bir selâm gönderemedi; hükûmeti iðfale çalýþan entrikacýlarýn ihbârâtiyle Vilâyât-ý Þarkiyeden, ta Vilâyât-ý Garbiyeye kadar her yerde istintaklar, taharriyatlar devam ettiðidir. Ýþte, entrikacýlarýn çevirdikleri plân, benim gibi binler adamý en aðýr cezaya çarpacak bir hâdiseye göre tertip edilmiþ; halbuki en âdi bir adamýn, en âdi bir hýrsýzlýðý gibi bir hâdiseyi andýracak bir ceza vaziyetini netice verdi. Yüzonbeþ adamdan, onbeþ masumlara beþ altý ay ceza verildi.

 

 

 

Acaba dünyada hiçbir zîakýl, elinde gayet keskin elmas kýlýnç bulunsa, müdhiþ bir arslanýn veya ejderhanýn kuyruðuna hafifçe iliþtirip, kendine musallat eder mi? Eðer maksadý tahaffuz veya döðüþmek ise, kýlýncý baþka yere havale eder. Ýþte sizin nazarýnýzda ve vehminizde beni o adam gibi telâkki etmiþsiniz ki; beni bu tarzda cezaya, mahkûmiyete çarptýnýz. Eðer bu derece hilâf-ý þuur ve muhalif-i akýl hareket ediyorsam, koca memlekete dehþet verip propaganda ile efkâr-ý âmmeyi aleyhime çevirmek deðil, belki âdi bir divane gibi týmarhaneye gönderilmem lâzým gelir. Eðer verdiðiniz ehemmiyete mukabil bir adam isem, elbette arslaný kendine

 

 

 

 

 

sh:» (T: 242)

 

saldýrtmak ve ejderhayý kendine hücum ettirmek için, o keskin kýlýncý onlarýn kuyruklarýna uzatmaz; belki mümkün olduðu kadar kendini muhafaza edecek... Nasýl ki on sene ihtiyarî bir inzivayý ihtiyar edip, tâkat-ý beþerin fevkinde sýkýntýlara tahammül ederek, hükûmetin iþine hiçbir cihetle karýþmadým ve karýþmak arzu etmedim. Çünki hizmet-i kudsiyem beni menediyor.

 

 

 

Ey ehl-i hall ve akd! Acaba hiç mümkün müdür ki, yirmi sene evvel gazetelerin yazdýðý gibi, bir makale ile otuzbin adamý kendi fikrine çeviren; ve koca Hareket Ordusunun nazar-ý dikkatini kendine çeviren ve Ýngiliz Baþ Papazýnýn, altýyüz kelime ile istediði suallerine altý kelime ile cevab veren ve bidayet-i hürriyette en meþhur bir diplomat gibi nutuk söyliyen bir adamýn yüzyirmi risalesinde dünyaya, siyasete bakacak yalnýz onbeþ kelime mi bulunur? Hiçbir akýl kabul eder mi ki bu adam siyaseti takib ediyor ve maksadý dünyadýr ve hükûmete iliþmektir? Eðer fikri, siyaset ve hükûmete iliþmek olsaydý, böyle bir adam, bir tek risalesinde sarihan, iþareten yüz yerde maksadýný ihsas edecekti. Acaba o adamýn maksadý siyasetçe tenkid olsa idi, yalnýz tesettür ve irsiyete dair eski zamandanberi cârî bir-iki düsturdan baþka medar-ý tenkid bulamaz mý idi? Evet, koca bir inkýlâbý yapan bir hükûmetin rejimine muhalif bir fikr-i siyaseti takib eden bir adam, bir-iki malûm maddeler deðil, yüzbinler madde-i tenkid bulabilirdi. Güya Hükûmet-i Cumhuriyenin -yalnýz- inkýlâbý, bir-iki küçük mes'elesidir. Ben de, onu hiçbir tenkid maksadým olmadýðý halde, eski yazdýðým bir-iki kitabýmda zikrettiðim bir-iki kelime varmýþ diye, hükûmetin rejimine ve inkýlâbýna hücum ediyor denilmiþ. Ýþte, ben de soruyorum: Böyle en edna bir cezaya medar olamayan ilmî bir maddeye, koca bir memleketi meþgul edip endiþe verecek bir þekil verilir mi?...

 

 

 

Ýþte, beni ve beþ-on dostlarýmý bu âdi, ehemmiyetsiz cezaya çarpmak; umum memlekette aleyhimize bir þiddetli propaganda ve milleti korkutup bizden nefret ettirmek ve Dahiliye Nâzýrýný, mühim bir kuvvetle -Isparta'da bir tek neferin göreceði iþi görmek için- Isparta'ya celbedilmesi ve Hey'et-i Vekile Reisi Ýsmet Vilâyât-ý Þarkiyeye o münasebetle gitmesi ve iki ay benim hapisde bütün bütün konuþmaktan menedilmem ve bu gurbette, kimsesizlikte, hiç kimse hâlimi sormak ve selâm göndermeye meydan verilmemek gösteriyor ki; dað gibi bir aðaçda, nohut gibi bir tek

 

 

 

 

 

sh:» (T: 243)

 

 

 

meyve bulundurup; mânâsýz, hikmetsiz, kanunsuz bir vaziyettir ki, deðil Hükûmet-i Cumhuriye gibi en ziyade kanunperest ve kanunî bir hükûmet, belki hikmetle iþ görmek manasiyle hükûmet namý verilen dünyada hiçbir hükûmetin iþi olamaz. Ben hukukumu, kanun dairesinde istiyorum. Kanun namýna kanunsuzluk edenleri, cinayetle ittiham ediyorum. Böyle cânilerin keyiflerini, elbette Hükûmet-i Cumhuriyenin kanunlarý reddeder ve hukukumu iade eder ümidindeyim.

 

 

 

Eskiþehir hapsinde

 

tecrid-i mutlakda

 

 

 

Mevkuf

 

Said Nursî

 

 

 

[ Resim ]

 

 

 

Bediüzzaman Said Nursî hazretleri Dar-ül-Hikmet-ül-Ýslamiye a'zasý iken Hicrî 22- zilkade- 1326- Miladî 1907 tarihinde Osmanlý Hilafet Makamýnca en yüksek ilmî derece olan (MAHREC) payesinin kendisine tevcih edildiðine dair Þeyhül Ýslam tarafýndan tebliði edilen vesika.

 

 

 

sh:» (T: 244)

 

 

 

Onaltýncý Mektub

 

 

 

بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

 

اَلَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ اِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ اِيمَانًا وَ قَالُوا حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

 

 

 

 

 

Þu mektub فَقُولاَ لَهُ قَوْلاً لَيِّنًا sýrrýna mazhar olmuþ, þiddetli yazýlmamýþ.

 

 

 

Çoklar tarafýndan sarihan ve mânen gelen bir suale cevaptýr.

 

Þu cevabý vermek benim için hoþ deðil, arzu etmiyorum. Her þeyimi, Cenab-ý Hakk'ýn tevekkülüne baðlamýþtým. Fakat ben kendi hâlimde ve âlemimde rahat býrakýlmadýðým ve yüzümü dünyaya çevirdikleri için, Yeni Said deðil, bilmecburiye Eski Said lisaniyle, þahsým için deðil, belki dostlarýmý ve sözlerimi ehl-i dünyanýn evham ve eziyetinden kurtarmak için hakikat-ý hali, hem dostlarýma, hem ehl-i dünyaya ve ehl-i hükme beyan etmek için «BEÞ NOKTA» yý beyan ediyorum.

 

 

 

BÝRÝNCÝ NOKTA

 

 

 

Denilmiþ: Ne için siyasetten çekildin? Hiç yanaþmýyorsun?

 

Elcevap: Dokuz-on sene evveldeki Eski Said, bir mikdar siyasete girdi. Belki siyaset vasýtasiyle dine ve ilme hizmet edeceðim diye beyhude yoruldu ve gördü ki: O yol meþkûk ve müþkilâtlý ve bana nisbeten fuzuliyâne, hem en lüzumlu hizmete mâni ve hatarlý bir yoldur. Çoðu yalancýlýk ve bilmeyerek ecnebi parmakðýna âlet olmak ihtimali var. Hem siyasete giren, ya muvâfýk olur veya muhalif olur. Eðer muvâfýk olur. Eðer muvâfýk olsam, ma'dem memur ve meb'us deðilim, o halde siyasetçilik bana fuzulî ve mâlâyani bir þeydir. Bana ihtiyaç yok ki, beyhude karýþayým. Eðer muhalif siyasete girsem, ya fikirle veya kuvvetle karýþacaðým. Eðer fikirle olsa, bana ihtiyaç yok. Çünki mesâil tavazzuh etmiþ, herkes benim gibi bilir. Beyhude çene çalmak mânâsýzdýr. Eðer kuvvet ile ve hâdise çýkarmak ile muhalefet etsem, husulü meþkûk bir maksad için, binler günaha girmek ihtimali var. Birinin yüzün-

 

 

 

sh:» (T: 245)

 

den çoklar belâya düþer. Hem on ihtimalden bir-iki ihtimale binaen günahlara girmek, mâsumlarý günaha atmak, vicdaným kabul etmiyor diye Eski Said, sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terketti. Buna kat'î þâhid, o vakittenberi sekiz senedir bir tek gazete ne okudum ve ne dinledim. Okuduðumu ve dinlediðimi, biri çýksýn söylesin. Halbuki sekiz sene evvel, günde belki sekiz gazete Eski Said okuyordu. Hem beþ senedir bütün dikkat ile benim hâlime nezaret ediliyor.. Siyaset-vâri bir tereþþuh gören söylesin. Halbuki benim gibi asabî ve

 

اِنَّمَا الْحِيلَةُ فِى تَرْكِ الْحِيَلِ düsturiyle, en büyük hîleyi hilesizlikte bulan pervasýz, alâkasýz bir insanýn, deðil sekiz sene, sekiz gün bir fikri gizli kalmaz. Siyasete iþtihasý ve arzusu olsaydý; tetkikata, taharriyata lüzum býrakmýyarak top güllesi gibi sada verecekti!...

 

 

 

ÝKÝNCÝ NOKTA

 

 

 

Yeni Said ne için bu kadar þiddetle siyasetten tecennüb ediyor?

 

 

 

Elcevap: Milyarlar seneden ziyade olan hayat-ý ebediyeye çalýþmasýný ve kazanmasýný, meþkûk bir-iki sene hayat-ý dünyeviyeye lüzumsuz, fuzulî bir surette karýþma ile feda etmemek için, hem en mühim, en lüzumlu, en saf ve en hakikatli olan hizmet-i îman ve Kur'an için, þiddetle siyasetten kaçýyor. Çünki diyor: Ben ihtiyar oluyorum.. bundan sonra kaç sene yaþayacaðýmý bilmiyorum.. öyle ise, bana en mühim iþ, hayat-ý ebediyeye çalýþmak lâzým geliyor.. Hayat-ý ebediyeyi kazanmakta en birinci vasýta ve saadet-i ebediyenin anahtarý îmandýr; ona çalýþmak lâzým geliyor. Fakat ilim itibariyle insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için, þer'an hizmete mükellef olduðumdan hizmet etmek isterim. Lâkin o hizmet, ya hayat-ý içtimaiye ve dünyeviyeye ait olacak; o ise elimden gelmez. Hem fýrtýnalý bir zamanda saðlam edilmez. Onun için o ciheti býrakýp en mühim en lüzumlu hizmet en selâmetli olan îmana hizmet cihetini tercih ettim. Kendi nefsime kazandýðým hakaik-i imaniyeyi ve nefsimde tercübe ettiðim mânevî ilâçlarý, sâir insanlarýn eline geçmek için o kapýyý açýk býrakýyorum. Belki Cenab-ý Hak bu hizmeti kabul eder ve eski günahýma kefaret yapar. Bu hizmete karþý þeytan-ý racîmden baþka hiç kimsenin, -mü'min olsun kâfir olsun, sýddýk olsun, zýn-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 246)

 

dýk olsun- karþý gelmeye hakký yoktur. Çünki îmansýzlýk baþka þeylere benzemiyor. Zulümde, fýskda, kebâirde birer menhus lezzet-i þeytaniye bulunabilir. Fakat îmansýzlýkta hiçbir cihet-i lezzet yok. Elem içinde elemdir; zulmet içinde zulmettir; azab içinde azaptýr. Ýþte böyle hadsiz bir hayat-ý ebediyeye çalýþmayý ve îman gibi kudsî bir nura hizmeti býrakmak, ihtiyarlýk zamanda lüzumsuz tehlikeli siyaset oyuncaklarýna atýlmak, benim gibi alâkasýz ve yalnýz ve eski günahlarýna kefaret aramaða mecbur bir adamda ne kadar hilâf-ý akýldýr, ne kadar hilâf-ý hikmettir, ne derece bir divaneliktir divaneler de anlayabilirler.

 

 

 

Amma Kur'an ve îmanýn hizmeti ne için beni menediyor dersen; ben de derim ki: Hakaik-i îmaniye ve Kur'aniye birer elmas hükmünde olduðu halde, siyaset ile âlûde olsa idim, elimdeki o elmaslar iðfal olunabilen avam tarafýndan «Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset deðil mi?» diye düþünürler. O elmaslara, âdi þiþeler nazariyle bakabilirler. O halde ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kýymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer. Ýþte ey ehl-i dünya! Neden benim ile uðraþýyorusunuz? Beni kendi halimde býrakmýyorsunuz?

 

 

 

Eðer derseniz: Þeyhler bazen iþimize karýþýyorlar. Sana da bazen þeyh derler!....

 

 

 

Ben de derim: Hey efendiler! Ben þeyh deðilim.. ben hocayým... Buna delil, dört senedir buradayým; bir tek adama tarikat verseydim þüpheye hakkýnýz olurdu. Belki yanýma gelen herkese demiþim: Îman lâzým, Ýslâmiyet lâzým, tarikat zamaný deðil.

 

Eðer derseniz: Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyet-perverlik fikri var; o iþimize gelmiyor.

 

 

 

Ben de derim: Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Saidin yazdýklarý meydanda. Þâhid gösteriyorum ki: Ben

 

َاْلاِسْلاَمِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَ ferman-ý kat'îsiyle eski zamandanberî, menfî milliyet ve unsuriyet-perverliðe, Avrupa'nýn bir nevi firenk illeti olduðundan, bir zehr-i katil nazariyle bakmýþým. Ve Avrupa o firenk illetini Ýslâm içine atmýþ, tâ tefrika versin, parçalasýn, yutmasýna hazýr olsun, diye düþünür. O firenk illetine karþý, eskidenberi tedaviye çalýþtýðýmý talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar. Madem böyledir; hey efendiler; herbir hâdiseyi bahane tutup, bana sýkýntý vermiye sebeb nedir

 

 

 

sh:» (T: 247)

 

acaba? Þarkta bir nefer hata etse, garbta bir nefere askerlik münasebetiyle zahmet ve ceza vermek.. veya Ýstanbul'da bir esnafýn cinayetiyle, Baðdat'ta bir dükkâncýyý esnaflýk münasebetiyle mahkûm etmek nev'inden, her hâdise-i dünyeviyede bana sýkýntý vermek, hangi usul iledir? Hangi vicdan hükmeder? Hangi maslahat iktiza eder?

 

 

 

ÜÇÜNCÜ NOKTA

 

Halimi, istirahatýmý düþünen ve her musîbete karþý sabr ile sükûtumu istiðrab eden dostlarýmýn þöyle bir sualleri var ki:

 

Sana gelen zahmetlere sýkýntýlara nasýl tahammül ediyorsun? Halbuki eskiden çok hiddetli ve izzetli idin, edna bir tahkire tahammül edemezdin?

 

Elcevap: Ýki küçük hâdiseyi ve hikâyeyi dinleyiniz, cevabýný alýnýz.

 

Birinci Hikâye: Ýki sene evvel, benim hakkýmda, bir müdür; sebepsiz, gýyabýmda tezyifkârane hakaretli sözler söylemiþti. Sonra bana söylediler. Bir saat kadar Eski Said damariyle müteessir oldum. Sonra Cenab-ý Hakkýn Rahmetiyle þöyle bir hakikat kalbe geldi, sýkýntýyý izale edip o adamý da bana helâl ettirdi. O hakikat þudur:

 

 

 

Nefsime dedim: Eðer onun tahkiri ve beyan ettiði kusurlar, þahsýma ve nefsime ait ise, Allah ondan râzý olsun ki, benim nefsimin ayýplarýný söyler. Eðer doðru söylemiþ ise, beni nefsimin terbiyesine sevkeder ve gururdan beni kurtarmaya yardýmdýr. Eðer yalan söylemiþ ise, beni riyadan ve riyanýn esasý olan þöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardýmdýr. Evet, ben nefsim ile musalâha etmemiþtim.. çünki terbiye etmemiþim. Benim boynumda veya koynumda bir akreb bulunduðunu biri söylese veya gösterse, ondan darýlmak deðil, belki memnun olmak lâzým gelir. Eðer o adamýn tahkiratý, benim îmana ve Kur'ana hizmetkârlýðým sýfatýma ait ise, o bana ait deðil. O adamý, beni istihdam eden Sâhib-i Kur'ân'a havale ediyorum. O Azizdir, Hakîmdir. Eðer sýrf beni sövmek, tahkir etmek, çürütmek nevinden ise, o da bana ait deðil. Ben menfî ve esir ve garib ve elim baðlý olduðundan, haysiyetimi kendi elimle düzeltmeye çalýþmak bana düþmez. Belki misafir olduðum ve bana nezaret eden þu köye, sonra kazaya, sonra vilâyete hükmedenlere âittir. Bir insanýn elindeki esirini tahkir etmek, sahibine aittir; o müdafaa eder. Madem hakikat budur, kalbim istirahat etti,

 

وَاُفَوِّضُ اَمْرِى اِلَى اللّهِ اِنَّ اللّهَ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ

 

 

 

 

 

sh:» (T: 248)

 

 

 

dedim. O vâkýayý olmamýþ gibi saydým, unuttum. Fakat maatteessüf sonra anlaþýldý ki, Kur'an onu helâl etmemiþ...

 

 

 

Ýkinci Hikâye: Þu senede, iþittim ki bir hâdise olmuþ. O hâdisenin vukuundan sonra yalnýz icmalen vukuunu iþittiðim halde, o vâkýa ile ciddi alâkadar imiþim gibi bir muamele gördüm. Zaten muhabere etmiyordum; etsem de pek nâdir olarak bir mes'ele-i îmaniyeyi bir dostuma yazardým. Hatta dört senede kardeþime bir tek mektub yazdým. Ve ihtilâttan hem ben kendimi menediyordum, hem de ehl-i dünya beni menediyordu. Yalnýz bir-iki ahbab ile, haftada bir defa görüþebiliyordum. Köye gelen misafirler ise; ayda bir-ikisi, bazý bir-iki dakika bir mes'ele-i âhirete dair benimle görüþüyordu. Bu gurbet halimde; garib, yalnýz, kimsesiz nafaka için çalýþmaya benim gibilere muvafýk olmýyan bir köyde, herþeyden, herkesten menedildim. Hatta dört sene evvel, harap olmuþ bir câmiyi tamir ettirdim. Memleketimde imamlýk ve vaizlik vesikam elimde olduðundan, o câmide dört senedir (Allah kabul etsin) imamlýk ettiðim halde, þu mübarek geçen Ramazanda mescide gidemedim. Bazen yalnýz namazýmý kýldým. Cemâatle kýlýnan namazýn yirmibeþ sevabýndan ve hayrýndan mahrum kaldým.

 

 

 

Ýþte baþýma gelen bu iki hâdiseye karþý, aynen iki sene evvel, o me'murun bana karþý muamelesine gösterdiðim sabýr ve tahammülü gösterdim. Ýnþâallah devam da ettireceðim. Þöyle de düþünüyorum ve diyorum ki: Eðer ehl-i dünya tarafýndan baþýma gelen þu eziyet, þu sýkýntý, þu tazyik, ayýplý ve kusurlu nefsim için ise, helâl ediyorum. Benim nefsim belki bununla ýslah-ý hal eder; hem ona keffaretüzzünub olur. Dünya misafirhanesinin safâsýný çok gördüm; azýcýk cefasýný görsem, yine þükrederim. Eðer îmana ve Kur'ana hizmetkârlýðým cihetiyle ehl-i dünya beni tazyik ediyorsa, onun müdafaasý bana ait deðil; onu, Azîz-i Cebbara havale ediyorum. Eðer asýlsýz ve riyaya sebeb ve ihlâsý kýracak bir þöhret-i kâzibeyi kýrmak için teveccüh-ü âmmeyi hakkýmda bozmak murad ise, onlara rahmet. Çünki teveccüh-ü âmmeye mazhar olmak ve halklarýn nazarýnda þöhret kazanmak, benim gibi adamlara zarardýr zannederim. Benim ile temas edenler beni bilirler ki, þahsýma karþý hürmet istemiyorum, belki nefret ediyorum. Hatta kýymetdar mühim bir dostumu, fazla hürmeti için belki elli defa tekdir etmiþim. Eðer beni çürütmek ve efkâr-ý âmmeden düþürtmek, ýskat ettirmekten muradlarý; tercümanlýk ettiðim hakaik-i

 

 

 

 

 

sh:» (T: 249)

 

 

 

îmaniye ve Kur'aniyeye âit ise, beyhûdedir. Zira Kur'an yýldýzlarýna perde çekilmez, «Gözü-nü kapayan, yalnýz kendi görmez, baþkasýna gece yapamaz.»

 

 

 

DÖRDÜNCÜ NOKTA

 

 

 

Evhamlý bir kaç sualin cevabýdýr.

 

 

 

Birincisi: Ehl-i dünya bana der: Ne ile yaþýyorsun? Çalýþmadan nasýl geçiniyorsun? Memleketimizde tenbelce oturanlarý ve baþkasýnýn sa'yi ile geçinenleri istemiyoruz!..

 

 

 

Elcevap: Ben iktisad ve bereketle yaþýyorum. Rezzâkýmdan baþka kimsenin minnetini almýyorum ve almamaða da karar vermiþim. Evet günde yüz para, belki kýrk para ile yaþýyan bir adam, baþkasýnýn minnetini almaz. Þu mes'elenin izahýný hiç arzu etmiyordum. Belki bir gururu ve bir enaniyeti ihsas eder fikriyle beyan etmek, bana pek nâhoþtur. Fakat, madem ehl-i dünya evhamlý bir surette soruyorlar, ben de derim ki: Küçüklüðümden beri halklarýn malýný kabul etmemek (velev zekât dahi olsa), hem maaþý kabul etmemek (yalnýz bir iki sene Dârül-Hikmetil-Ýslâmiyede dostlarýmýn icbariyle kabul etmeye mecbur oldum), hem maîþet-i dünyeviye için minnet altýna girmemek, bütün ömrümde bir düstur-u hayatýmdýr. Ehl-i memleketim ve baþka yerlerde beni tanýyanlar bunu biliyorlar. Bu beþ seneki nefyimde, çok dostlar, bana hediyelerini kabul ettirmek için çok çalýþtýlar. Kabul etmedim. «Öyle ise nasýl idare edersin» denilse, derim: «Bereket ve ikrâm-ý Ýlâhî ile yaþýyorum.» Nefsim, çendan her hakarete, her ihanete müstehak ise de, fakat Kur'an hizmetinin kerameti olarak, erzak hususunda ikrâm-ý Ýlâhî olan berekete mazhar oluyorum. وَ اَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ sýrriyle, Cenab-ý Hakkýn bana ettiði ihsanatý yâdedip, bir þükr-ü mânevî nev'inden birkaç nümunesini söyliyeceðim. Bir þükr-ü mânevî olmakla beraber, korkuyorum ki bir riya ve gururu ihsas ederek o mübarek bereket kesilsin. Çünki müftehirâne, gizli bereketi izhar etmek, kesilmesine sebeb olur. Fakat ne çare, söylemeye mecbur oldum.

 

 

 

Ýþte Birisi: Þu altý aydýr otuzaltý ekmekten ibaret bir kile buðday bana kâfi geldi. Daha var, bitmemiþ. Ne mikdar kifayet (Hâþiye) edecek, bilmiyorum.

 

____________________________

 

Hâþiye: Bir sene devam etti.

 

 

 

sh:» (T: 250)

 

Ýkincisi: Þu mübarek Ramazanda, yalnýz iki haneden bana yemek geldi, ikisi de beni hasta etti. Anladým ki, baþkasýnýn yemeðini yemekten memnûum. Mütebakisi, bütün Ramazanda benim idareme bakan, mübarek bir hânenin ve sâdýk bir arkadaþým olan, o hane sahibi Abdullah Çavuþun ihbarý ve þehadetiyle, üç ekmek, bir kýyye pirinç bana kâfi gelmiþtir. Hatta o pirinç onbeþ gün Ramazandan sonra bitmiþtir.

 

 

 

Üçüncüsü: Daðda, üç ay bana ve misafirlerime bir kýyye tereyaðý, hergün ekmekle beraber yemek þartiyle kâfi geldi. Hatta Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardý. Benim ekmeðim de ve onun ekmeði de bitiyordu. Çarþamba günü idi dedim ona: Git ekmek getir. Ýki saat, her tarafýmýzda kimse yok ki, oradan ekmek alýnsýn. «Cuma gecesi senin yanýnda bu daðda beraber dua etmek arzu ediyorum» dedi. Ben de dedim:

 

 

 

تَوَكَّلْنَا عَلَى اللَّهِ kal. Sonra hiç münasebeti olmadýðý halde ve bir bahane yokken, ikimiz yürüye yürüye bir daðýn tepesine çýktýk. Ýbrikte bir parça su vardý. Bir parça þeker ile çayýmýz vardý. Dedim: «Kardeþim, bir parça çay yap.» O ona baþladý, ben de derin bir dereye bakar bir katran aðacý altýnda oturdum. Müteessifane þöyle düþündüm ki: Küflenmiþ bir parça ekmeðimiz var; bu akþam ancak ikimize yeter. Ýki gün nasýl yapacaðýz ve bu sâfi-kalb adama ne diyeceðim? diye düþünmede iken, birden bire baþým çevrilir gibi baþýmý çevirdim, gördüm ki: Koca bir ekmek, katran aðacýnýn üstünde, dallarý içinde bize bakýyor. Dedim: «Süleyman müjde! Cenab-ý Hak bize rýzýk verdi» O ekmeði aldýk, bakýyoruz ki kuþlar ve hayvanat-ý vahþiye hiçbiri iliþmemiþ.. yirmi-otuz gündür hiçbir insan o tepeye çýkmamýþtý. O ekmek, ikimize iki gün kâfi geldi. Biz yerden, bitmek üzere iken, dört sene sâdýk bir sýddîkým olan müstakîm Süleyman, ekmekle aþaðýdan çýkageldi.

 

 

 

Dördüncüsü: Þu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel, eski olarak almýþtým. Beþ senedir elbise, çamaþýr, pabuç çorap için, dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket, iktisad ve rahmet-i Ýlâhiyye bana kâfi geldi.

 

 

 

Ýþte þu nümuneler gibi çok þeyler var.. ve Bereket-i Ýlâhiyyenin çok cihetleri var. Bu köy halký çoðunu bilirler. Fakat sakýn bunlarý fahr için zikrediyorum zannetmeyiniz, belki mecbur oldum. Hem

 

 

 

sh:» (T: 251)

 

 

 

benim için iyiliðe bir medar olduðunu düþünmeyiniz... Bu bereketler, ya yanýma gelen hâlis dostlarýma ihsandýr; veya Hizmet-i Kur'âniyeye bir ikramdýr; veya iktisadýn bereketli bir menfaatidir; veyahud: «Yâ Rahîm, Yâ Rahîm» ile zikreden ve yanýmda bulunan dört kedinin rýzýklarýdýr ki, bereket suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet hazin mýrmýrlarýný dikkatle dinlesen, «Yâ Rahîm, Yâ Rahîm» çektiklerini anlarsýn. Kedi bahsi geldi, tavuðu hatýra getirdi. Bir tavuðum var. Þu kýþta, yumurta makinasý gibi, pek az fâsýla ile, hergün rahmet hazinesinden bana bir yumurta getiriyordu. Hem bir gün, iki yumurta getirdi; ben de hayrette kaldým. Dostlarýmdan sordum: «Böyle olur mu?» dedim. Dediler: «Belki bir Ýhsan-ý Ýlâhîdir!» Hem þu tavuðun yazýn çýkardýðý küçük bir yavrusu vardý. Ramazan-ý Þerifin baþýnda yumurtaya baþladý, tâ kýrk gün devam etti. Hem küçük, hem kýþta, hem Ramazanda, bu mübarek hâli bir Ýkram-ý Rabbanî olduðuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin þüphemiz kalmadý. Hem ne vakit annesi kesdi, hemen o baþladý, beni yumurtasýz býrakmadý.

 

 

 

Ýkinci Vehimli Sual: Ehl-i dünya diyorlar ki: Sana nasýl emniyet edeceðiz ki sen dünyamýza karýþmayacaksýn? Seni serbest býraksak, belki dünyamýza karýþýrsýn. Hem nasýl bileceðiz ki sen kurnazlýk yapmýyorsun? Kendini târik-i dünya gösterip halkýn malýný zâhiren almaz, gizli alýr bir kurnazlýk olmadýðýný nasýl bileceðiz?

 

 

 

Elcevap: Yirmi sene evvelki Divan-ý Harb-i Örfîde ve Hürriyetten daha evvel zamanda çoklara mâlûm hal ve vaziyetim ve Ýki Mekteb-i Musibetin Þehâdetnâmesi nâmýnda o zaman Divan-ý Harpteki müdafaatým kat'î gösterir ki, deðil kurnazlýk, belki edna bir hileye tenezzül etmez bir tarzda hayat geçirmiþim. Eðer hile olsaydý, bu beþ sene zarfýnda sizlere temellukkârâne bir müracaat edilecekti. Hileli adam, kendini sevdirir, kendini çekmez; iðfal ve aldatmaya daima çalýþýr. Halbuki bana karþý en mühim hücumlara ve tenkitlere mukabil, tezellüle tenezzül etmedim. Tevekkeltü Alellah deyip, ehl-i dünyaya arkamý çevirdim. Hem de âhireti bilen ve dünyanýn hakikatýný keþfeden aklý varsa piþman olmaz, yeniden dünyaya dönüp uðraþmaz. Elli seneden sonra, alâkasýz, tek baþiyle bir adam, hayat-ý ebediyesini, dünyanýn bir-iki sene gevezeliðine þarlatanlýðýna feda etmez.. feda etse, kurnaz olmaz, belki ebleh bir dîvane olur. Ebleh bir dîvânenin elinden ne gelir ki, onun ile uðraþýlsýn. Amma zâhiren târik-i dünya, bâtýnen tâlib-i

 

 

 

 

 

sh:» (T: 252)

 

 

 

dünya þüphesi ise, وَمَا اُبَرِّئُ نَفْسِى اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ sýrrýnca: Ben nefsimi tebrie etmiyorum.. nefsim her fenalýðý ister. Fakat þu fâni dünyada, þu muvakkat misafirhanede, ihtiyarlýk zamanýnda, kýsa bir ömürde az bir lezzet için; ebedî, daimi hayatýný ve saadet-i ebediyesini berbad etmek, ehl-i aklýn kârý deðil. Ehl-i aklýn ve zîþuurun kârý olmadýðýndan, nefs-i emmarem ister istemez akla tâbi olmuþtur.

 

 

 

Üçüncü Vehimli Sual: Ehl-i dünya diyorlar ki: Sen bizi sever misin? Beðeniyor musun? Eðer seversen, neden bize küsüp karýþmýyorsun? Eðer beðenmiyorsan bize muârýzsýn, biz muârýzlarýmýzý ezeriz?

 

 

 

Elcevap: Ben deðil sizi, belki dünyanýzý sevseydim, dünyadan çekilmezdim. Ne sizi ve ne de dünyanýzý beðenmiyorum. Fakat karýþmýyorum. Çünki: Ben baþka maksaddayým; baþka noktalar benim kalbimi doldurmuþ; baþka þeyleri düþünmeye kalbimde yer býrakmamýþ. Sizin vazifeniz ele bakmaktýr, kalbe bakmak deðil! Çünki: Ýdarenizi, âsâyiþinizi istiyorsunuz, el karýþmadýðý vakit, ne hakkýnýz var ki hiç lâyýk olmadýðýnýz halde, «Kalb de bizi sevsin» demeye... Kalbe karýþsanýz. Evet, ben nasýl bu kýþ içinde baharý temenni ediyorum ve arzu ediyorum, fakat irade edemiyorum; getirmeye teþebbüs edemiyorum. Öyle de: Hâl-i âlemin salâhatini temenni ediyorum, dua ediyorum ve ehl-i dünyanýn ýslahýný arzu ediyorum; fakat irade edemiyorum... Çünkü elimden gelmiyor. Bilfiil teþebbüs edemiyorum... Çünkü ne vazifemdir, ne de iktidarým var.

 

 

 

Dördüncü Þüpheli Sual: Ehl-i dünya diyorlar ki: O kadar belâlar gördük ki, kimseye emniyetimiz kalmadý. Sana nasýl emin olabiliriz ki; fýrsat senin eline geçse arzu ettiðin gibi karýþmazsýn?

 

 

 

Elcevap: Evvelki noktalar size emniyet vermekle beraber memleketimde, talebe ve akrabam içinde beni dinliyenlerin ortasýnda, heyecanlý hâdiseler içinde dünyanýza karþýmadýðým halde; diyar-ý gurbette ve yalnýz, tek baþiyle garib, zaif, âciz, bütün kuvvetiyle âhirete müteveccih, ihtilâttan, muhabereden kesilmi, îman ve âhiret münasebetiyle uzaktan uzaða yalnýz bazý ehl-i âhireti dost bulan ve baþka herkese yabani ve herkes de ona yabani nazariyle bakan bir insan; semeresiz, tehlikeli dünyanýza karþýsa, muzaaf bir dîvane olmak gerektir...

 

 

 

 

 

sh:» (T: 253)

 

 

 

 

 

BEÞÝNCÝ NOKTA

 

Beþ küçük mes'eleye dâirdir.

 

 

 

Birincisi: Ehl-i dünya bana diyorlar ki: Bizim usûl-ü medeniyetimizi, tarz-ý hayatýmýzý ve sûret-i telebbüsümüzü ne için sen kendine tatbik etmiyorsun? Demek bize muârýzsýn?

 

 

 

Ben de derim: Hey efendiler! Ne hak ile bana usûl-ü medeniyetinizi teklif ediyorsunuz? Halbuki siz, beni hukuk-u medeniyetten ýskat etmiþ gibi, haksýz olarak beþ sene bir köyde, muhabereden ve ihtilâttan memnu' bir tarzda ikamet ettirdiniz. Her menfiyi þehirlerde dost ve akrabasiyle beraber býraktýnýz ve sonra vesika verdiðiniz halde, sebebsiz beni tecrid edip -bir, iki tane müstesna- hiçbir hemþehri ile görüþtürmediniz. Demek beni efrâd-ý milletten ve raiyetten saymýyorsunuz? Nasýl kanun-u medeniyetinizin bana tatbikini teklif ediyorsunuz.Dünyayý bana zindan ettiniz. Zindanda olan bir adama böyle þeyler teklif edilmez. Siz bana dünya kapýsýný kapadýnýz, ben de âhiret kapýsýný çaldým, Rahmet-i Ýlâhiyye açtý. Âhiret kapýsýnda bulunan bir adama, dünyanýn karmakarýþýk usûl ve âdâtý ona nasýl teklif edilir? Ne vakit beni serbest býrakýp memleketime iade edip hukukumu verdiniz, o vakit usûlünüzün tatbikini istiyebilirsiniz...

 

 

 

Ýkinci Mes'ele: Ehl-i dünya diyorlar ki: Bize ahkâm-ý diniyeyi ve Hakaik-i Ýslâmiyeyi tâlim edecek resmî bir dairemiz var. Sen ne selâhiyetle neþriyat-ý diniye yapýyorsun? Sen madem nefye mahkûmsun, bu iþlere karýþmaya hakkýn yok.

 

 

 

Elcevap: Hak ve hakikat inhisar altýna alýnmaz! Ýman ve Kur'an nasýl inhisar altýna alýnabilir? Siz dünyanýzýn usûlünü, kanununu, inhisar altýna alabilirsiniz. Fakat hakaik-i imaniye ve Esâsat-ý Kur'aniye, resmî bir þekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelâtý suretine sokulmaz; belki bir Mevhibe-i Ýlâhiyye olan o esrar, hâlis bir niyet ile ve dünyadan ve huzûhat-ý nefsâniyeden tecerrüd etmek vesilesiyle o feyizler gelebilir. Hem de sizin o resmî dâireniz dahi memlekette iken beni vâiz kabul etti, tâyin etti. Ben o vaizliði kabul ettim, fakat maaþýný terkettim. Elimde vesikam var. Vâizlik, imamlýk vesikasiyle heryerde amel edebilirim; çünki benim nefyim haksýz olmuþtur. Hem menfîler mâdem iâde edildi, eski vesikalarýmýn hükmü bâkidir.

 

 

 

Sâniyen: Yazdýðým hakaik-i imaniyeyi, doðrudan doðruya nefsime hitab etmiþim. Herkesi davet etmiyorum. Belki ruhlarý

 

 

 

 

 

sh:» (T: 254)

 

 

 

muhtaç ve kalbleri yaralý olanlar, o edviye-i Kur'aniyeyi arayýp buluyorlar. Yalnýz medar-ý maîþetim için, yeni huruf çýkmadan evvel, haþre dâir bir risalemi tabettirdim. Bunu da, bana karþý insafsýz eski vâli, o risaleyi tetkik edip, tenkid edecek bir cihet bulamadýðý için iliþemedi.

 

 

 

Üçüncü Mes'ele: Benim bazý dostlarým, ehl-i dünya bana þüpheli bakdýklarý için, ehl-i dünyaya hoþ görünmek için, benden zâhiren teberri ediyorlar, belki tenkid ediyorlar. Halbuki kurnaz ehl-i dünya, bunlarýn teberrisini ve bana karþý içtinablarýný, o ehl-i dünyaya sadakate deðil belki bir nevi riyaya, vicdansýzlýða hamledip, o dostlarýma karþý fena nazarla bakýyorlar.

 

 

 

Ben de derim: Ey âhiret dostlarým! Benim Kur'ana hizmetkârlýðýmdan teberri edip kaçmayýnýz. Çünki, Ýnþâallah benden size zarar gelmez. Eðer faraza musîbet gelse veya bana zulmedilse, siz benden teberri ile kurtulamazsýnýz. O hal ise, musîbete ve tokata daha ziyade istihkak kesbedersiniz. Hem ne var ki evhama düþüyorsunuz?

 

 

 

Dördüncü Mes'ele: Þu nefiy zamanýmda görüyorum ki:Hodfüruþ ve siyaset bataklýðýna düþmüþ bazý insanlar, bana tarafgirâne rakîbâne bir nazarla bakýyorlar. Güya ben de onlar gibi dünya cereyanlariyle alâkadarým.

 

 

 

Hey efendiler! Ben îmanýn cereyanýndayým. Karþýmda imansýzlýk cereyaný var. Baþka cereyanlarla alâkam yok. O adamlardan ücret mukabilinde iþ görenler, belki kendini bir derece mâzur görüyor. Fakat ücretsiz, hamiyet namýna bana karþý tarafgîrâne, rakîbâne vaziyet almak ve iliþmek ve eziyet etmek, gayet fena bir hatadýr. Çünki: Sâbýkan isbat edildiði gibi, siyaset-i dünya ile hiç alâkadar deðilim; yalnýz bütün vaktimi ve hayatýmý, hakaik-i îmaniye ve Kur'aniyeye hasr ve vakfetmiþim. Madem böyledir, bana eziyet verip rakîbâne iliþen adam düþünsün ki o muamelesi zýndýka ve îmansýzlýk nâmýna îmana iliþmek hükmüne geçer.

 

 

 

Beþinci Mes'ele: Dünya mâdem fânidir. Hem mâdem ömür kýsadýr. Hem mâdem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem mâdem hayat-ý ebediye burada kazanýlacaktýr. Hem mâdem dünya sahipsiz deðil. Hem mâdem þu misafirhane-i dünyanýn gayet Hakîm ve Kerîm bir Müdebbiri var. Hem mâdem ne iyilik ve ne fenalýk, cezasýz kalmýyacaktýr. Hem mâdem

 

لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا اِلاَّ وُسْعَهَا

 

 

 

sh:» (T: 255)

 

 

 

sýrrýnca: Teklif-i mâlâyu-tak yoktur. Hem mâdem zararsýz yol, zararlý yola müreccahdýr. Hem mâdem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapýsýna kadardýr...

 

 

 

Elbette en bahtiyor odur ki: Dünya için Âhireti unutmasýn, Âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ý ebediyesini hayat-ý dünyeviye için bozmasýn, mâlâyâni þeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapýsýný açýp saadet-i ebediyeye girsin (Hâþiye).

 

 

 

ON ALTINCI MEKTUBUN ZEYLÝ

 

 

 

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

 

 

Ehl-i dünya, sebepsiz benim gibi âciz, garip bir adamdan tevehhüm edip, binler adam kuvvetinde tahayyül ederek, beni çok kayýdlar altýna almýþlar. Barlanýn bir mahallesi olan Bedre'de ve Barlanýn bir daðýnda, bir iki gece kalmaklýðýma müsaade etmemiþler. Ýþittim ki, diyorlar: «Said ellibin nefer kuvvetindedir, onun için serbest býrakmýyoruz.»

 

 

 

Ben de derim ki: Ey bedbaht ehl-i dünya! Bütün kuvvetinizle dünyaya çalýþtýðýnýz halde, neden dünyanýn iþini dahi bilmiyorsunuz? Dîvâne gibi hükmediyorsunuz. Eðer korkunuz þahsýmdan ise, ellibin nefer deðil, belki bir nefer, elli defa benden ziyade iþler görebilir. Yani, odamýn kapýsýnda durup, bana «çýkmayacaksýn» diyebilir.

 

 

 

Eðer korkunuz mesleðimden ve Kur'ana ait dellâllýðýmdan ve kuvve-i mâneviye-i imaniyeden ise, ellibin nefer deðil; yanlýþsýnýz! Meslek itibariyle elli milyon kuvvetindeyim, haberiniz olsun! Çünkü Kur'an-ý Hakîmin kuvvetiyle sizin dinsizleriniz dahil olduðu halde, bütün Avrupaya meydan okuyorum. Bütün neþrettiðim envâr-ý îmaniye ile, onlarýn fünun-u müsbete ve tabiat dedikleri muhkem kal'alarýný zir ü zeber etmiþim. Onlarýn en büyük dinsiz feylesoflarýný, hayvandan aþaðý düþürmüþüm. Dinsizlerin dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa, Alla-

 

 

 

___________________________

 

 

 

Hâþiye: Bu mademler içindir ki: Þahsýma karþý olan zulümlere, sýkýntýlara aldýrmýyorum ve ehemmiyet vermiyorum. «Meraka deðmiyor» diyorum ve dünyaya karýþmýyorum.

 

 

 

 

 

sh:» (T: 256)

 

 

 

hýn tevfikiyle beni o mesleðimin bir mes'elesinden geri çeviremezler; Ýnþâallah maðlûb edemezler!..

 

 

 

Madem böyledir, ben sizin dünyanýza karýþmýyorum, siz de benim âhiretime karýþmayýnýz! Karýþsanýz da beyhûdedir.

 

 

 

Takdir-i Hudâ, kuvve-i bazu ile dönmez,

 

Bir þem'a ki, Mevlâ yaka, üflemekle sönmez.

 

 

 

Benim hakkýmda -müstesna bir surette- ehl-i dünya pek ziyade tevehhüm edip, âdeta korkuyorlar. Bende bulunmýyan ve bulunsa dahi siyasî bir kusur teþkil etmiyen ve ittihama medar olmýyan þeyhlik, büyüklük, hânedan, aþîret sahibi, nüfuzlu, etbâý çok, hemþehrileriyle görüþmek, dünya ahvaliyle alâkadar olmak, hatta siyasete girmek, hatta muhalif olmak gibi bende bulunmýyan emirleri tahayyül ederek evhâma düþmüþler. Hattâ hapiste ve hariçteki, yani kendilerince kabil-i afv olmýyanlarýn dahi aflarýný müzakere ettikleri sýrada, beni âdeta herþeyden menettiler. Fena ve fâni bir adamýn, güzel ve bâki þöyle bir sözü var:

 

 

 

Zulmün topu var, güllesi var, kal'asý varsa;

 

Hakkýn da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardýr.

 

 

 

Ben de derim:

 

 

 

Ehl-i dünyanýn hükmü var, þevketi var, kuvveti varsa;

 

Kur'anýn feyziyle, hâdiminde de:

 

Þaþýrmaz ilmi, susmaz sözü vardýr,

 

Yanýlmaz kalbi, sönmez nuru vardýr.

 

 

 

Çok dostlarla beraber bana nezaret eden bir kumandan, mükerreren sual ettiler: Neden vesika için müracaat etmiyorsun, istida vermiyorsun?

 

 

 

Elcevap: Beþ altý sebeb için müracaat etmiyorum ve edemiyorum.

 

Birincisi: Ben ehl-i dünyanýn dünyasýna karýþmadým ki onlarýn mahkûmu olayým, onlara müracaat edeyim. Ben, Kader-i Ýlâhînin mahkûmuyum ve ona karþý kusurum var, ona müracaat ediyorum.

 

 

 

Ýkincisi: Bu dünya çabuk tebeddül eder bir misafirhane olduðunu yakînen îman edip bildim. Onun için, hakiki vatan deðil, her yer birdir. Mâdem vatanýmda bâki kalmýyacaðým, beyhude ona karþý çabalamak, oraya gitmek, bir þeye yaramýyor. Mâdem her yer misafirhanedir; eðer misafirhane sahibinin rahmeti yâr ise, herkes yârdýr, her yar yarar. Eðer yâr deðilse, heryer kalbe bârdýr ve herkes düþmandýr.

 

 

 

Üçüncüsü: Müracaat kanun dairesinde olur. Halbuki bu altý senedir bana karþý muamele, keyfî ve fevkal-kanundur. Menfiler Ka-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 257)

 

 

 

nuniyle bana muamele edilmedi. Hukuk-u medeniyetten ve belki hukuk-u dünyeviyeden ýskat edilmiþ bir tarzda bana baktýlar. Bu fevkal-kanun muamele edenlere, kanun nâmýna müracaat mânâsýz olur.

 

 

 

Dördüncüsü: Bu sene, buranýn müdürü, benim namýma, Barlarýn bir mahallesi hükmünde olan Bedre karyesinde, tebdil-i hava için birkaç gün kalmaða dâir müracaat etti; müsaade etmediler. Böyle ehemmiyetsiz bir ihtiyacýma cevab-ý red verenlere nasýl müracaat edilir? Müracaat edilse, zillet içinde fâidesiz bir tezellül olur.

 

 

 

Beþincisi: Haksýzlýðý hak iddia edenlere karþý hak dâva etmek ve onlara müracaat etmek, bir haksýzlýktýr; hakka karþý bir hürmetsizliktir. Ben bu haksýzlýðý ve hakka karþý hürmetsizliði irtikâb etmek istemem vesselâm.

 

 

 

Altýncý Sebeb: Bana karþý ehl-i dünyanýn verdikleri sýkýntý siyaset için deðil; çünki onlar da bilirler ki, siyasete karýþmýyorum, siyasetten kaçýyorum. Belki bilerek veya bilmeyerek zýndýka hesabýna, benim dine merbutiyetimden beni tâzib ediyorlar. Öyle ise onlara müracaat etmek, dinden piþmanlýk göstermek ve meslek-i zýndýkayý okþamak demektir. Hem ben onlara müracaat ve dehâlet ettikçe, âdil olan kader-i Ýlâhî, beni onlarýn zâlim eliyle ta'zip edecektir. Çünki onlar diyanete merbutiyetimden beni sýkýyorlar.Kovar ise benim diyanette ve ihlâsta noksaniyetim var, ara sýra ehl-i dünyaya riyâkârlýklarýmdan dolayý beni sýkýyor. Öyle ise, þimdilik þu sýkýntýdan kurtuluþum yok. Eðer ehl-i dünyaya müracaat etsem, kader der: «Ey riyâkâr! Bu müracaatýn cezasýný çek!» Eðer müracaat etmezsem, ehl-i dünya der: «Bizi tanýmýyorsun, sýkýntýda kal!»

 

 

 

Yedinci Sebeb: Mâlûmdur ki, bir me'murun vazifesi, hey'et-i içtimaiyeye muzýr eþhâsa meydan vermemek ve nâfi'lere yardým etmektir. Halbuki beni nezaret altýna alan memur, kabir kapýsýna gelen, misafir bir ihtiyar adama لآ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ daki îmanýn lâtif bir zevkini izah ettiðim vakit, -bir cürm-ü meþhud halinde beni yakalamak gibi- çok zaman yanýma gelmediði halde, o vakit güya bir kabahat iþliyorum gibi yanýma geldi. Ýhlâs ile dinliyen o bîçareyi de mahrum býraktý; beni de hiddete getirdi. Halbuki burada bazý adamlar vardý, o onlara ehemmiyet vermiyordu. Sonra edebsizliklerde ve köydeki hayat-ý içtimaiyeye zehir verecek su-

 

 

 

 

 

sh:» (T: 258)

 

 

 

rette bulunduklarý vakit, onlara iltifat etmeye ve takdir etmeye baþladý. Hem mâlûmdur ki: Zindanda yüz cinayeti bulunan bir adam, nezarete memur zâbit olsun, nefer olsun, her zaman onlarla görüþebilir. Halbuki bir senedir, hem âmir, hem nezarete me'mur hükûmet-i milliyece iki mühim zat kaç defa odamýn yanýndan geçtikleri halde, kat'a ve asla ne benim ile görüþtüler ve ne de hâlimi sordular. Ben evvel zannettim ki, adâvetlerinden yanaþmýyorlar. Sonra tahakkuk etti ki, evhamlarýndan, güya ben onlarý yutacaðým gibi kaçýyorlar. Ýþte þu adamlar gibi eczâsý ve memurlarý bulunan bir hükûmeti, hükûmet diyerek merci tanýyýp müracaat etmek, kâr-ý akýl deðil, beyhude bir zillettir. Eski Said olsaydý Antere gibi diyecekti:

 

مَاءُ الْحَيَاةِ بِذِلَّةٍ كَجَهَنَّمَ * وَ جَهَنَّمُ بِالْعِزِّ فَخْرُ مَنْزِلِى

 

 

 

Eski Said yok, Yeni Said ise, ehl-i dünya ile konuþmayý mânasýz görüyor. Dünyalarý baþlarýný yesin! Ne yaparlarsa yapsýnlar! Mahkeme-i Kübrâda onlarla muhâkeme olacaðýz der, sükût eder.

 

 

 

Adem-i müracaatýmýn sebeblerinden sekizincisi: «Gayr-ý meþru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz bir adavet olduðu» kaidesince, âdil olan kader-i Ýlâhî, lâyýk olmadýklarý halde meylettiðim þu ehl-i dünyanýn zâlim eliyle beni ta'zip ediyor. Ben de bu azaba müstahakým deyip sükût ediyordum. Çünki: Harb-i Umumîde Gönüllü Alay Kumandaný olarak iki sene çalýþtým, çarpýþtým. Ordu Kumandaný ve Enver Paþa takdiratý altýnda kýymetdar talebelerimi, dostlarýmý feda ettim. Yaralanýp esir düþtüm. Esaretten geldikten sonra, Hutûvat-ý Sitte gibi eserlerimle kendimi tehlikeye atýp, Ýngilizlerin Ýstanbul'a tasallutu altýnda, Ýngilizlerin baþlarýna vurdum. Þu beni iþkenceli ve sebepsiz esaret altýna alanlara yardým ettim. Ýþte onlar da bana, o yardým cezasýný böyle veriyorlar. Üç sene Rusyada esaretimde çektiðim zahmet ve sýkýntýyý, burada, bu dostlarým bana üç ayda çektirdiler. Halbuki Ruslar beni Kürd Gönüllü Kumandaný suretinde, Kazaklarý ve esirleri kesen gaddar adam nazariyle bana baktýklarý halde, beni dersten menetmediler. Arkadaþým olan doksan esir zâbitlerin kýsm-ý ekserîsine ders veriyordum. Bir defa Rus Kumandaný geldi, dinledi. Türkçe bilmediði için siyasî ders zannetti. Bir defa beni menetti; sonra yine izin verdi. Hem ayný kýþlada bir odayý Câmi

 

 

 

 

 

sh:» (T: 259)

 

 

 

yaptýk. Ben imamlýk yapýyordum. Hiç müdahale etmediler, ihtilâttan menetmediler; beni muhabereden kesmediler. Halbuki bu dostlarým, güya vatandaþlarým ve dindaþlarým ve onlarýn menfaat-i îmaniyelerine uðraþtýðým adamlar hiçbir sebeb yokken, siyasetten ve dünyadan alâkamý kestiðim bilirlerken, üç sene deðil, belki beni altý sene sýkýntýlý bir esaret altýna aldýlar, ihtilâttan menettiler. Vesikam olduðu halde, dersten, hatta odamda hususî dersimi de menettiler, muhaberey sed çektiler. Hatta vesikam olduðu halde, kendim tamir ettiðim ve dört sene imamlýk ettiðim mescidimden beni menettiler. Þimdi dahi cemaat sevabýndan beni mahrum etmek için, dâimî cemaatim ve âhiret kardeþlerim, mahsus üç adama dahi imamet etmemi kabul etmiyorlar.

 

 

 

Hem istemediðim halde, birisi bana iyi dese, bana nezaret eden memur kýskanarak kýzýyor, nüfûzunu kýrayým diye vicdansýzcasýna tedbirler yapýyor, âmirlerinden iltifat görmek için beni tâciz ediyor.

 

 

 

Ýþte böyle vaziyette bir adam, Cenab-ý Haktan baþka kime müracaat eder? Hâkim, kendi müddeî olsa, elbette ona þekvâ edilmez. Gel sen söyle bu hale ne diyeceðiz? Sen ne dersen de.. ben derim ki: Bu dostlarým içinde çok münafýklar var. Münafýk, kâfirden eþeddir. Onun için, kâfir Rus'un bana çektirmediðini çektiriyorlar.

 

 

 

Hey bedbahtlar! Ben size ne yaptým ve ne yapýyorum! Ýmanýnýzýn kurtulmasýna ve saadet-i ebediyenize hizmet ediyorum! Demek hizmetim; hâlis, Lillâh için olmamýþ ki aksülâmel oluyor. Siz ona mukabil, her fýrsatta beni incitiyorsunuz.. Elbette Mahkeme-i Kübrâda sizinle görüþeceðiz!..

 

 

 

حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ { نِعْمَ اْلمُوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ

 

derim.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

SAÝD NURSÎ

 

 

 

* * *

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...