Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

 

 

بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

 

وَ بِهِ نَسْتَعِينُ

ÖNSÖZ

 

Bu önsöz Medine-i Münevvere'de bulunan mühim bir âlim tarafýndan yazýlmýþtýr.

 

Büyük Ýkbal'e ait olan "Önsöz"de demiþtim ki: "Büyüklerin tarih-i hayatlarý okunurken, ulvî menkýbeler söylenip, aziz hatýralarý anýlýrken; insan, baþka bir âleme girdiðini hissediyor. Gönlünü, tertemiz sevgi hislerinin ulvî ateþi yakýyor ve Ýlahî feyzi sarýyor. Tarih öyle büyük insanlar kaydeder ki, birçok büyükler, onlara nisbetle küçük kalýr.

 

Tarihe þerefler veren erler anýlýrken

 

Yükselmede ruh en geniþ âlemlere yerden

 

Bin rayihanýn feyzi sarar ruhu derinden

 

Geçmiþ gibi Cennet'teki gül bahçelerinden...

 

Bu derin hakikatý, "Önsöz"ü yazarken bütün azamet ve ihtiþamýyla idrak etmiþ bulunuyorum. Zira aziz ve muhterem okuyucularýmýza en derin bir ihlas ve samimiyetle takdim ettiðimiz bu eser, hemen bir asra yaklaþan uzun ve bereketli ömrünün her safhasý, binlerle hârikaya sahne olan, gönüller fâtihi büyük Üstad Bediüzzaman Said Nursî'ye, onun yüzotuz parçadan ibaret olan Risale-i Nur Külliyatý'na; ve ahlâk ve faziletleri, ihlas ve samimiyetleri, iman ve irfanlarý ile hayatýn her safhasýnda sadece bir ülkeye deðil, bütün insanlýk âlemine tertemiz örnekler vermekte devam eden Nur Talebelerine aittir.

 

Bir kitabýn "Mukaddeme"sini, o kitabýn hülâsasý diye tarif ederler. Halbuki her mevzuu müstakil bir esere sýðmayacak kadar derin ve geniþ olan bu muazzam kitabýn muhteviyatýný, böyle birkaç sahifelik mukaddemeye sýðdýrmak kabil midir?

 

sh: » (T: 4)

 

Bugüne kadar âcizane yazdýðým manzum ve mensur yazýlarýmýn hiçbirisinde bu kadar acz ve hayret içerisinde kalmamýþtým. Binaenaleyh bu eseri derin bir zevk, Ýlahî bir neþe ve coþkun bir heyecanla okuyacak olanlar, hayranlýkla görecekler ki; Bediüzzaman, çocukluðundan beri müstesna bir þekilde yetiþen ve bütün ömrü boyunca Ýlahî tecellilere mazhar olan bambaþka bir âlim ve mümtaz bir þahsiyettir.

 

Ben bu büyük zâtý, eserlerini ve talebelerini inceden inceye tedkik edip de o nur âleminde hissen, fikren ve ruhen yaþadýktan sonra, büyük ve eski bir Arab þâirinin bir beytiyle, çok derin bir hakikatý ifade ettiðini öðrendim. "Bütün âlemi bir þahsiyette toplamak, Cenab-ý Hakk'a zor gelmez..."

 

* * *

 

Gayesinin ulviyetinden, davasýnýn ihtiþamýndan ve imanýnýn azametinden feyz ü ilham alan bu kutbun cazibesine takýlanlarýn adedi günden güne çoðalmaktadýr.

 

Akýllara hayret veren bu ulvî hâdise; münkirleri kahrettiði gibi, mü'minleri de þâd ve mesrur eylemekte devam edip gidiyor.

 

Ýmanlý gönüllerde manevî bir rabýta halinde yaþayan bu Ýlahî hâdiseyi büyük bir mücahid, kalbleri vecd içinde býrakan bir üslûbla bakýnýz nasýl ifade ediyor:

 

"Ahlâksýzlýk çirkefinin bir tufan halinde her istikamete taþýp uzanarak her fazileti boðmaya koyulduðu kara günlerde, onun yani Bediüzzaman'ýn feyzini bir sýr gibi kalbden kalbe, mukavemeti imkânsýz bir hamle halinde intikal eder görmekle teselli buluyoruz... Gecelerimiz çok karardý ve çok kararan gecelerin sabahlarý pek yakýn olur."

 

Evet bir sýr gibi kalbden kalbe mukavemeti imkânsýz bir halde yayýlýp daðýlan bu nurun, memleketin her köþesinde feyiz ve tesirini görenler, hayret ve dehþetler içinde sormaya baþladýlar: "Þöhreti memleketimizin her tarafýný kaplayan bu zât kimdir? Hayatý, eserleri, meslek ve meþrebi nedir? Tuttuðu yol bir tarîkat mý, bir cem'iyet mi, yoksa siyasî bir teþekkül müdür?"

 

Bununla da kalmadý; derhal gerek idarî ve gerek adlî çok mühim takibler ve pek ciddî tedkikler, uzun ve müselsel mahkemeler cereyan etti... Neticede, bu Ýlahî tecellinin gönüller ülkesine kurulan

 

 

 

sh: » (T: 5)

 

bir "Ýman ve Ýrfan Müessesesi"nden baþka birþey olmadýðý tahakkuk edince, adaletin Ýlahî bir surette tecellisi þu þekilde zuhur etti: "Bediüzzaman Said Nursî ve bütün Risale-i Nur eserlerinin beraeti" kararý resmen ilân edildi. Ve artýk ruhun maddeye, hakkýn bâtýla, nurun zulmete, imanýn küfre her zaman galebe çalacaðý, ezelden ebede deðiþmeyecek olan Ýlahî kanunlarýn baþýnda gelen bir hakikat olduðu, güneþler gibi belirdi.

 

Herhangi bir iklimde zuhur eden bir ýslahatçýnýn mahiyet ve hakikatýný, sadakat ve samimiyetini gösteren en gerçek miyar, davasýný ilâna baþladýðý ilk günlerle, muzaffer olduðu son günler arasýnda ferdî ve içtimaî, uzvî ve ruhî hayatýnda vücuda gelen deðiþiklik farklarýdýr, derler.

 

Meselâ: O adam ilk günlerde mütevazi, âlicenab, feragat ve mahviyetkâr, hülâsa; bütün ahlâk ve fazilet bakýmýndan cidden örnek olan gayet temiz ve son derecede mümtaz bir þahsiyetti. Bakalým, cihadýnda muzaffer olup hislerde, emellerde, gönüllerde yer tuttuktan sonra yine o eski temiz ve örnek halinde kalabilmiþ mi? Yoksa, zafer neþ'esiyle birçok büyük sanýlan kimseler gibi, yere göðe sýðmaz mý olmuþ?

 

Ýþte büyük küçük herhangi bir dava ve gaye sahibinin mahiyet ve hakikatýný, þahsiyet ve hüviyetini en hakikî çehresiyle aksettirecek olan en berrak ayna budur.

 

Tarih boyunca, bu müdhiþ imtihaný kazanmanýn þaheser misalini, evvelâ Peygamberler ve bilhassa Sultan-ül Enbiya Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz, sonra onun halife ve sahabeleri ve daha sonra onlarýn nurlu yolunda yürüyen büyük zâtlar vermiþlerdir.

 

* * *

 

Peygamber Efendimiz, þu اَلْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ اْلاَنْبِيَاءِ yani: "Âlimler, Peygamberlerin vârisleridirler" hadîs-i þerifleriyle âlim olmanýn pek kolay bir þey olmadýðýný, i'cazkâr belâgatlarý ile beyan buyuruyorlar.

 

Zira mademki bir âlim, Peygamberlerin vârisidir; o halde hak ve hakikatýn teblið ve neþri hususunda, aynen onlarýn tutmuþ olduklarý yolu takib etmesi lâzýmdýr. Her ne kadar bu yol; bütün

 

sh: » (T:6)

 

dað, taþ, çamur, çakýl, uçurum, daha beteri takib, tevkif, muhakeme, hapis, zindan, sürgün, tecrid, zehirlenme, idam sehpalarý ve daha akýl ve hayale gelmeyen nice bin zulüm ve iþkencelerle dolu da olsa...

 

Ýþte Bediüzzaman; yarým asýrdan fazla o mukaddes cihadý ile bütün ömrü boyunca bu çetin yolda yürüyen ve karþýsýna çýkan binlerle engeli bir yýldýrým sür'ati ile aþan ve Peygamberlerin vârisi olan bir âlim olduðunu amelî bir surette isbat eden bir zâttýr.

 

Kendisinin ilmî, ahlâkî, edebî, birçok fazilet ve meziyetleri arasýnda beni en çok meftun eden þey; onun o, daðlardan daha saðlam, denizlerden daha derin, semalardan daha yüksek ve geniþ olan imanýdýr.

 

Rabbim, o ne muazzam iman! O ne bitmez ve tükenmez sabýr! O ne çelikten irade! Hayal ve hatýralara ürpermeler veren bunca tazyik, tehdid, tazib ve iþkencelere raðmen; o ne eðilmez baþ, ne boðulmaz ses ve nasýl kýsýlmaz nefestir!

 

Büyük Ýkbal'in heyecanlý þiirlerinden aldýðým coþkun bir ilham neþ'esi ile vaktiyle yazdýðým "Mücahid" ünvanýný taþýyan bir manzumede, aþaðýdaki mýsralarý okuyanlardan, belki þâirane bir mübalaðada bulunduðumu söyleyenler olmuþtur. Lâkin þu mukaddemesini yazmakla þeref duyduðum þaheseri okuyanlar, vecdle dolu bir hayranlýkla anlayacaklar ki, Allah'ýn ne kullarý varmýþ. Eðer bir iman, kemalini bulursa, neler yapar ve ne hârikalar doðururmuþ.

 

Bir azm, eðer iman dolu bir kalbe girerse,

 

Ýnsan da, o imandaki son sýrra ererse,

 

En azgýn ölümler ona zincir vuramazlar...

 

Volkan gibi coþkun akýyor durduramazlar...

 

Rabbimden iner azmine kuvvet veren ilham...

 

Peygamber'i rü'yada görür belki her akþam...

 

Hep nur onun iman dolu kalbindeki mihrab,

 

Kandil olamaz ufkuna dünyadaki mehtab...

 

Kar, kýþ demez, irkilmez, üzülmez, acý duymaz...

 

Mevsim bütün ömrünce ýlýk gölgeli bir yaz...

 

Cennet'teki âlemleri dünyada görür de,

 

sh: » (T: 7)

 

Mahvolsa eðilmez sýra daðlar gibi derde...

 

En sarp uçurumlar gelip etrafýný sarsa,

 

Ay batsa, güneþ sönse, ufuklar da kararsa,

 

Gökler yýkýlýp çökse, yolundan yine dönmez!...

 

Ruhundaki imanla yanan meþ'ale sönmez!...

 

Kalbinde yanardað gibi, iman ne mukaddes!...

 

Vicdanýnda her an þunu haykýrmada bir ses:

 

Ey yolcu! Þafaklar sökecek durma, ilerle.

 

Zulmetlere kan aðlatacak meþ'alelerle...

 

Yýldýzlara bas, çýk yüce âlemlere yüksel!

 

Ýnsanlýðý kurtarmaya Cennet'ten inen el!..

 

Sanki bu mýsralar iman kahramaný büyük mücahid Bediüzzaman Hazretleri için yazýlmýþ. Zira bu yüksek sýfatlar, hep onun sýfatlarýdýr. Cenab-ý Hak þu âyet-i kerimede bakýnýz mücahidlere neler va'dediyor:وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَاِنَّ اللّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ

 

Meal-i þerifi: "Bizim uðrumuzda mücahede edenlere mutlaka yollarýmýzý gösteririz. Ve hiç þüphe yok ki, Allah muhsinlerle -Allah'ý görür gibi ibadet eden mücahidlerle- beraberdir."

 

Demek ki, iman ve Kur'an uðrunda, candan ve cihandan geçen mücahidlere, büyük Allah, hakikat ve hidayet yollarýný göstereceðini va'd buyuruyor. Hâþâ, Cenab-ý Hak va'dinde hulfetmez.. yeter ki, bu azîm va'd-i Ýlahîyi îcab ettirecek þartlar tahakkuk etsin.

 

Bu Âyet-i Kerime, "Üstad"ýn karakter ve þahsiyetini tahlil hususunda bize nurdan bir rehber oluyor ve o nurun billur ýþýðý altýnda artýk en ince çizgileri ve en hassas noktalarý görüp sezebiliyoruz. Zira madem ki bir insan Cenab-ý Hakk'ýn hýfz ve himayesinde bulunmak nimetine mazhar olmuþtur; artýk onun için korku, endiþe, üzüntü, yýlma, usanma vesaire gibi þeyler bahis mevzuu olamaz.

 

Allah'ýn nuru ile nurlanan bir gönlün semasýný hangi bulutlar kaplayabilir? Her an huzur-u Ýlahîde bulunmak bahtiyarlýðýna eren bir kulun ruhunu, hangi fâni emel ve arzular, hangi zavallý teveccüh ve iltifatlar ve hangi pespaye gaye ve ihtiraslar tatmin, teskin ve teselli edebilir?

 

sh: » (T: 8)

 

Allah'týr onun yârý, mürebbisi, velisi;

 

Andýkça bütün nur oluyor duygusu, hissi!

 

Yükselmededir marifet iklimine her an,

 

Bambaþka ufuklar açýyor ruhuna Kur'an...

 

''Kur'an'' ona yâdettiriyor "Bezm-i Elest"i-.

 

Âþýk, o tecellinin ezelden beri mesti...

 

Ýþte Bediüzzaman, böyle hârikalar hârikasý bir inayete mazhar olan mübarek bir þahsiyettir. Ve bunun içindir ki, zindanlar ona bir gülistan olmuþ; oradan ebediyetlerin nurlu ufuklarýný görür. Ýdam sehpalarý, birer va'z ve irþad kürsüsüdür. Oradan insanlýða ulvî bir gaye uðrunda sabýr ve sebat, metanet ve celâdet dersleri verir. Hapishaneler birer Medrese-i Yusufiyyeye inkýlâb eder. Oraya girerken, bir profesörün üniversiteye ders vermek için girdiði gibi girer. Zira oradakiler, onun feyiz ve irþadýna muhtaç olan talebeleridir. Hergün birkaç vatandaþýn imanýný kurtarmak ve canileri melek gibi bir insan haline getirmek, onun için dünyalara deðiþilmez bir saadettir.

 

Böyle bir yüksek iman ve ihlas þuuruna mâlik olan insan, hiç þübhesiz ki, zaman ve mekân mefhumlarýnýn fâniler üzerinde býraktýðý yaldýzlý tesirleri kesif madde âleminde býrakarak; ruhu ile maneviyat âleminin pýrýl pýrýl nurlar saçan ufuklarýna yükselmiþ bir haldedir.

 

Büyük mutasavvýflarýn (R.A.) Fenafillâh, Bekabillâh diye tarif ve tavsif buyurduklarý yüksek mertebe, iþte bu kudsî þerefe nail olmaktýr.

 

Evet her mü'minin kendine mahsus bir huzur, huþu', tefeyyüz, tecerrüd ve istiðrak hali vardýr. Ve herkes iman ve irfaný, salâh ve takvâsý, feyiz ve maneviyatý nisbetinde bu Ýlahî hazdan feyizyâb olabilir. Lâkin bu güzel hal, bu tatlý visâl ve bu emsalsiz haz; geçen Âyet-i Kerime'deki ihsan erbabý olan o büyük Mücahidlerde her zaman devam ediyor. Ve iþte onlar bu sebebden dolayýdýr ki, Mevlâ'yý unutmak gafletine düþmüyorlar. Nefisleri ile, arslanlar gibi bütün ömürleri boyunca çarpýþýyorlar. Ve hayatlarýnýn her lâhzasý, en yüksek terakki ve tekâmül hatýralarý kaydediyor. Ve bütün varlýklarý; o cemal, kemal ve celal sýfatlarý ile muttasýf olan Rabb-ül Âlemîn'in rýzasýnda erimiþ bulunuyorlar.

 

Mevlâ, bizleri de o bahtiyarlar zümresine ilhak eylesin, âmîn.

 

* * *

 

sh: » (T: 9)

 

Yukarýdaki sahifelerde, büyük Üstadýn, dostlarýný meftun ve hayran ettiði kadar da düþmanlarýný dehþetler içerisinde býrakan azametli imanýndan bahsettik. Biraz da mümtaz þahsiyeti, nurdan bir hâle halinde sarmakta olan üstün meziyetlerinden, ahlâk ve kemalâtýndan bahsedelim.

 

Malûm ya, her þahsiyeti, muhtelif ve muayyen meziyetler çerçeveler. Binaenaleyh Üstad'ýn þahsiyetini tekvin eden baþlýca sýfatlar þunlardýr:

 

Feragatý:

 

Bir dava sahibinin ve bilhassa ýslahatçýnýn muvaffakýyet þartlarýnýn en mühimmi feragattýr. Zira gözler ve gönüller, bu mühim noktayý en ince bir hassasiyetle tedkik ve takibe meyyaldirler. Üstadýn bütün hayatý ise, baþtanbaþa feragatýn þaheser misalleri ile dolup taþmaktadýr.

 

Allâme Þeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi merhumdan, feragate ait þöyle bir söz iþitmiþtim: "Ýslâm, bugün öyle mücahidler ister ki; dünyasýný deðil, âhiretini dahi feda etmeye hazýr olacak."

 

Büyük adamdan sâdýr olan bu büyük sözü tamamen kavrayamadýðým için, mutasavvýflarýn istiðrak hallerinde söyledikleri esrarlý sözlere benzeterek, herkese söylememiþ ve olur olmaz yerlerde de açmamýþtým.

 

Vaktâki ayný sözü Bediüzzaman'ýn ateþler saçan heyecanlý ifadelerinde de okuyunca anladým ki, büyüklere göre feragatýn ölçüsü de büyüyor... Evet; Ýslâm için bu kadar acýklý bir feragate katlanmaya razý olan mücahidleri, Erhamürrâhimîn olan Allah-u Zülkerim Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri býrakýr mý? O fedai kulunu lütf u kereminden, inayet ve merhametinden mahrum etmek þanýna -hâþâ- yakýþýr mý?

 

Ýþte Bediüzzaman, bu müstesna tecellinin en parlak misalidir. Bütün ömrü boyunca mücerred yaþadý. Dünyanýn bütün meþru lezzetlerinden tamamen mahrum kaldý. Bir yuva kurmak ve orada mes'ud bir aile hayatý geçirmek sevdasýna düþmeye vakit ve fýrsat bulamadý. Fakat Cenab-ý Hak, kendisine öyle þeyler ihsan etti.

 

sh: » (T: 10)

 

ki, fâni kalemlerle tarif olunamayacak kadar muazzam ve muhteþemdir.

 

Bugün, dünyada hangi bir aile reisi -manen- Bediüzzaman Hazretleri kadar mes'uddur? Hangi bir baba, milyonlarla evlâda sahib olmuþtur? Hem de nasýl evlâdlar!.. Ve hangi bir üstad, bu kadar talebe yetiþtirebilmiþtir?

 

Bu kudsî ve ruhî rabýta -biiznillah-i teâlâ- dünyalar durdukça duracak ve nurdan bir sel halinde ebediyetlere kadar akýp gidecektir. Çünki bu Ýlahî dava, Kur'an-ý Kerim'in nur deryasýnda tebellür eden bir varlýk olduðu gibi, Kur'andan doðmuþ ve Kur'anla beraber yaþayacaktýr...

 

Þefkat ve Merhameti:

 

Büyük Üstad, hak ve hakikatý tâ çocukluðunda bulmuþtu. Kalbinin feryadýný ve ruhunun münacatýný dinlemek için maðaralara kapandýðý günlerde bile, ibadet ve taatten, tefekkür ve murakabelerden feyiz ve huzur almanýn zevkine ermiþ olan bir "Ârif-i Billah" idi.

 

Lâkin karanlýk gece dalgalarýný andýran korkunç küfür ve ilhad kâbusunun Müslüman dünyasýný ve dolayýsýyla memleketimizi kaplamak üzere olduðu o tehlikeli günlerde, yataðýndan fýrlayan bir arslan gibi, yanardaðlarý andýran bir kükreyiþle cihad meydanýna atýldý. Bütün rahat ve huzurunu bu mukaddes davaya feda etti. Ve iþte bu hikmete mebnidir ki; o günden beri her sözü bir dilim lâv, her fikri bir ateþ parçasý olmuþ. Düþtüðü gönülleri yakýyor; hisleri, fikirleri alevlendiriyor...

 

Büyük Üstad'ýn tam bir uzlet ve inzivadan sonra, tekrar irþad ve cem'iyet hayatýna atýlmasý, aynen Ýmam-ý Gazalî'nin hayatýnda geçirmiþ olduðu o mühim ve tarihî merhaleye benzemektedir.

 

Demek ki, Cenab-ý Hak büyük mürþidleri böyle bir müddet inzivada terbiye, tasfiye ve tezkiye ettikten sonra tenvir ve irþad vazifesiyle mükellef kýlýyor. Ve bu sebebledir ki, bir mâ-i mukattardan daha temiz ve berrak olan yüreklerinden kopup gelen nefesler, kalblere akseder etmez bambaþka tesirler icra ediyor...

 

Arzettiðim gibi, Ýmam-ý Gazalî'nin bundan dokuzyüz sene evvel ahlâk ve fazilet sahasýnda yapmýþ olduðu fütuhatý; bu asýrda Bediüzzaman, iman ve ihlas vadisinde baþarmýþtýr.

 

sh: » (T: 11)

 

Evet Hazret-i Üstad'ý bu müdhiþ cihad meydanlarýna sevkeden, hep bu eþsiz þefkat ve merhameti olmuþtur. Ve bunu bizzât kendisinden dinleyelim:

 

Bana: "Sen þuna buna niçin sataþtýn?" diyorlar. Farkýnda deðilim; karþýmda müdhiþ bir yangýn var.. alevleri göklere yükseliyor, içinde evlâdým yanýyor, imaným tutuþmuþ yanýyor. O yangýný söndürmeye, imanýmý kurtarmaya koþuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiþ de, ayaðým ona çarpmýþ; ne ehemmiyeti var? O müdhiþ yangýn karþýsýnda bu küçük hâdise, bir kýymet ifade eder mi? Dar düþünceler, dar görüþler..."

 

Ýstiðnasý:

 

Üstad'ýn; hayatý boyunca cem'iyetimizin her tabakasýna vermekte olduðu binlerle istiðna örnekleri, dillere destan olmuþ bir ulviyeti haizdir.

 

Masivadan tam manasýyla istiðna ederek, uzvî ve ruhî bütün varlýðý ile Rabb-ül Âlemîn'in bitmez ve tükenmez hazinesine dayanmayý, müddet-i hayatýnda bir itiyad deðil, âdeta bir mezheb, meþreb ve meslek olarak kabul etmiþtir. Ve bunda da ne pahasýna olursa olsun sebat eylemekte hâlâ devam etmektedir.

 

Ýþin orijinal tarafý: Bu meslek, kendi þahsýna münhasýr kalmamýþ, talebelerine de kudsî bir mefkûre halinde intikal etmiþtir. Nur deryasýnda yýkanmak þerefine mazhar olan bir Nur talebesinin istiðnasýna hayran olmamak kabil deðildir...

 

Bakýnýz, Üstad; Mektubat ünvanýný taþýyan þaheserin Ýkinci Mektub'unda bu mühim noktayý altý vecih ile ne kadar asîl bir iman ve irfan þuuru ile izah eder:

 

"Birincisi: Ehl-i dalalet, ehl-i ilmi; ilmi vasýta-i cer etmekle ittiham ediyorlar. Ýlmi ve dini kendilerine medar-ý maiþet yapýyorlar deyip insafsýzcasýna onlara hücum ediyorlar. Binaenaleyh bunlarý fiilen tekzib lâzýmdýr.

 

Ýkincisi: Neþr-i hak için Enbiyaya ittiba' etmekle mükellefiz. Kur'an-ý Hakîm'de, hakký neþredenler اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللّهِ { اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللّهِ

 

sh: » (T: 12)

 

diyerek, insanlardan istiðna göstermiþler..."

 

Ýþte Risale-i Nur Külliyatý'nýn mazhar olduðu Ýlahî fütuhat, hep bu Enbiya mesleðinde sebat kahramanlýðýnýn þaheser misali ve hârikulâde neticesidir. Ve bu sayede Üstad, izzet-i ilmiyesini, cihankýymet bir elmas gibi muhafaza eylemiþtir.

 

Artýk herkesin uðrunda esir olduðu maaþ, rütbe, servet ve daha nice bin þahsî ve maddî menfaatlerle aslâ alâkasý olmayan bir insan, nasýl olur da gönüller fâtihi olmaz? Ýmanlý gönüller, nasýl onun feyiz ve nuru ile dolmaz?

 

Ýktisadçýlýðý:

 

Ýktisad, bundan evvel bahsettiðimiz istiðnanýn tefsir ve izahýndan baþka bir þey deðildir. Zâten iktisad sarayýna girebilmek için, evvelâ istiðna denilen kapýdan girmek lâzýmdýr. Bu sebeble iktisadla istiðna, lâzýmla melzum kabilindendir.

 

Üstad gibi, istiðna hususunda Peygamberleri kendine örnek kabul eden bir mücahidin iktisadçýlýðý kendiliðinden husule gelecek kadar tabiî bir haslet halini alýr ve artýk ona günde bir tas çorba, bir bardak su ve bir parça ekmek kâfi gelebilir. Zira bu büyük insan; büyük ve munsif Fransýz þâiri Lamartin'in dediði gibi: "Yemek için yaþamýyor, belki yaþamak için yiyor."

 

Üstad'ýn meþreb ve mesleðini tamamen anladýktan sonra, artýk onun yüksek iktisadçýlýðýný böyle yemek içmek gibi basit þeylerle mukayese etmeyi çok görüyorum. Zira bu büyük insanýn yüksek iktisadçýlýðýný manevî sahalarda tatbik etmek ve maddî olmayan ölçülerle ölçmek lâzým gelir.

 

Meselâ; Üstad, bu yüksek iktisadçýlýk kudretini sýrf yemek, içmek, giymek gibi basit þeylerle deðil; bilakis fikir, zihin, istidad, kabiliyet, vakit, zaman, nefis ve nefes gibi manevî ve mücerred kýymetlerin israf ve heder edilmemesi ile ölçen bir dâhîdir. Ve bütün ömrü boyunca bir karakter halinde takib ettiði bu titiz muhasebe ve murakabe usûlünü, bütün talebelerine de telkin etmiþtir. Binaenaleyh bir Nur talebesine olur olmaz eseri okutturmak ve her sözü dinlettirmek kolay bir þey deðildir. Zira onun gönlünün mihrak noktasýnda yazýlý olan þu "Dikkat!" kelimesi, en hassas bir kontrol vazifesi görmektedir.

 

sh: » (T: 13)

 

Ýþte Bediüzzaman, kudretli bir ýslahatçý ve hârikalar hârikasý bir "Pedagog" -mürebbi- olduðunu, yetiþtirdiði tertemiz nesille fiilen isbat etmiþ ve iktisad tarihine nurdan pýrýltýlarla yazýlan bir atlas sahife daha ilâve eden bir nadire-i fýtrattýr.

 

Tevazuu ve Mahviyetkârlýðý:

 

Nur Risalelerinin bu kadar hârikulâde bir þekilde cihana yayýlmasýnda, bu iki hasletin çok faydasý olmuþ ve pek derin tesirleri görülmüþtür.

 

Çünki, Üstad; sohbet ve te'liflerinde kendine bir ''Kutb-ül Ârifîn'' ve bir ''Gavsül- Vâsýlîn'' süsü vermediði için, gönüller ona pek çabuk ýsýnmýþ, onu tertemiz bir samimiyetle sevmiþ ve derhal ulvî gayesini benimsemiþtir.

 

Meselâ: Ahlâk ve fazilete, hikmet ve ibrete ait olan birçok sohbet ve telkinlerini, doðrudan doðruya nefsine tevcih eder. Keskin ve ateþîn hitabelerinin ilk ve yegâne muhatabý öz nefsidir. Oradan -merkezden muhite yayýlýrcasýna- bütün nur ve sürura, saadet ve huzura müþtak olan gönüllere yayýlýr.

 

Üstad, hususî hayatýnda gayet halim-selim ve son derece mütevazidir. Bir ferdi deðil, hiçbir zerreyi incitmemek için azamî fedakârlýklar gösterir. Sayýsýz zahmet ve meþakkatlere, ýzdýrab ve mahrumiyetlere katlanýr... Fakat imanýna, Kur'anýna dokunulmamak þartýyla...

 

Artýk o zaman bakmýþsýnýz ki; o sâkin deniz, dalgalarý semalara yükselen bir tufan, sahillere heybet ve dehþet saçan bir umman kesilmiþtir. Çünki O, Kur'an-ý Kerim'in sadýk hizmetkârý ve iman hududlarýný bekleyen kahraman ve fedai bir neferidir. Kendisi bu hakikatý veciz bir cümle ile þu þekilde ifade eder: "Bir nefer nöbette iken, baþkumandan da gelse, silâhýný býrakmayacak. Ben de, Kur'anýn bir hizmetkârý ve bir neferiyim. Vazife baþýnda iken karþýma kim çýkarsa çýksýn, hak budur derim, baþýmý eðmem..."

 

Vazife baþýnda ve cihad meydanýnda iken þu mýsralar, lisan-ý halidir:

 

Þahlanan bir ata benzer, kýrarým kanlý gemi,

 

Sinsi düþmanlara, hâþâ, satamam benliðimi...

 

 

 

sh: » (T: 14)

 

Benliðimden uzak olmaktýr esaret bence,

 

Böyle bir zillete düþmek ne hazîn iþkence...

 

Ebedî vuslatýn aþkýyla geçer her âným...

 

Dest-i kudretle yapýlmýþ kaledir imaným,

 

Bu mukaddes emelimden ne kadar dilþâdým,

 

Görmek ister beni Cennet'te þehid ecdadým...

 

Ruhum oldukça müebbed, ebedîdir ömrüm,

 

En büyük vuslata Allah'a çýkan yoldur ölüm.

 

* * *

 

Kitaba girmezden evvel, Üstad'ý; ilmî, fikrî, tasavvufî ve edebî cepheleri ile de mütalaa etmek isterdim. Fakat çok derin ve pek þümullü olan bu mevzularýn birkaç sahife ile hülâsa edilemeyeceðini kat'î bir surette idrak ettikten sonra, artýk adý geçen mevzulara birkaç cümle ile temas etmeyi münasib gördüm.

 

Rabbim imkânlar lütfederse, bu derin mevzularý, Risale-i Nur Külliyatý ve Nur Talebeleri ile birlikte, büyük ve müstakil bir eserle, tahlilî bir surette tedkik ve mütalaa etmeyi bütün ruhumla arzu ediyorum. Bu hususta, büyük üstadýmýzýn ve aziz kardeþlerimin kýymetli dualarýný niyaz eylerim!

 

Üstad'ýn ilmî cephesi:

 

Merhum Ziya Paþa, þu:

 

Âyinesi iþtir kiþinin lâfa bakýlmaz,

 

Þahsýn görünür rütbe-i aklý eserinde.

 

beyti ile, nesilden nesile bir düstur halinde intikal edecek olan çok büyük bir hakikatý ifade etmiþtir.

 

Evet Müslüman ýrkýmýza ''Risale-i Nur Külliyatý'' gibi muazzam bir iman ve irfan kütübhanesini hediye eden, gönüller üzerinde, mukaddes bir nur müessesesi kuran mümtaz ve müstesna zâtýn kudret-i ilmiyesi hakkýnda tafsilata giriþmek, öðle vakti güneþi tarif etmek kadar fuzulî bir iþtir.

 

Yalnýz yanýk bir þâirimizin:

 

Hüsn olur kim, seyrederken ihtiyar elden gider.

 

dediði gibi, hayatýnýn her lâhzasýnda Ýlahî tecellilere mazhar bulunan bu mübarek zâtýn; ilim ve irfanýndan, ahlâk ve kemalâtýndan bahsetmek, insana bambaþka bir zevk ve Ýlahî bir haz veriyor. Bunun için sözü uzatmaktan kendimi alamýyorum.

 

sh: » (T: 15)

 

Üstad, Risale-i Nur Külliyatý'nda dinî, içtimaî, ahlâkî, edebî, hukukî, felsefî ve tasavvufî en mühim mevzulara temas etmiþ ve hepsinde de hârikulâde bir surette muvaffak olmuþtur.

 

Ýþin asýl hayret veren noktasý; birçok ülemanýn tehlikeli yollara saptýklarý en çetin mevzularý, gayet açýk bir þekilde ve en kat'î bir surette hallettiði gibi, en girdaplý derinliklerden, Ehl-i Sünnet ve Cemaat'in tuttuðu nurlu yolu takib ederek sahil-i selâmete çýkmýþ ve eserlerini okuyanlarý da öylece çýkarmýþtýr.

 

Bu sebeble, Risale-i Nur Külliyatý'ný aziz milletimizin her tabakasýna kemal-i emniyet ve samimiyetle takdim etmekle þeref duyuyoruz. Nur Risaleleri, Kur'an-ý Kerim'in nur deryasýndan alýnan berrak katreler ve hidayet güneþinden süzülen billur huzmelerdir. Binaenaleyh her müslümana düþen en mukaddes vazife, imaný kurtaracak olan bu nurlu eserlerin yayýlmasýna çalýþmaktýr. Zira tarihte pek çok defalar görülmüþtür ki, bir eser nice ferdlerin, ailelerin, cem'iyetlerin ve sayýsýz insan kitlelerinin hidayet ve saadetine sebeb olmuþtur... Ah! Ne bahtiyardýr o insan ki, bir mü'min kardeþinin imanýnýn kurtulmasýna sebeb olur!..

 

 

 

Üstadýn Fikri Cephesi:

 

Malûm ya; her mütefekkirin kendine mahsus bir tefekkür sistemi, fikrî hayatýnda takib ettiði bir gayesi ve bütün gönlü ile baðlandýðý bir "ideali" vardýr. Ve onun tefekkür sisteminden, gaye ve idealinden bahsetmek için uzun mukaddemeler serdedilir. Fakat Bediüzzaman'ýn tefekkür sistemi, gaye ve ideali, uzun mukaddemelerle filan yorulmaksýzýn bir cümle ile hülâsa edilebilir:

 

Bütün semavî kitablarýn ve bilumum Peygamberlerin yegâne davalarý olan "Hâlýk-ý Kâinat'ýn uluhiyet ve vahdaniyetini ilân" ve bu büyük davayý da, ilmî, mantýkî ve felsefî delillerle isbat eylemektir.

 

-O halde Üstad'ýn mantýk, felsefe ve müsbet ilimlerle de alâkasý var?

 

-Evet, mantýk ve felsefe, Kur'anla barýþýp hak ve hakikata hizmet ettikleri müddetçe Üstad en büyük mantýkçý ve en kudretli bir feylesoftur. Mukaddes ve cihanþümul davasýný isbat vadisinde kullandýðý en parlak delilleri ve en kat'î bürhanlarý, Kur'an-ý Kerim'in Allah kelâmý olduðunu her gün bir kat daha isbat ve ilân eden "Müsbet ilim"dir.

 

sh: » (T: 16)

 

Zâten felsefe, aslýnda hikmet manasýna geldikçe, Vâcib-ül Vücud Taalâ ve Tekaddes Hazretlerini, Zât-ý Bâri'sine lâyýk sýfatlarla isbata çalýþan her eser, en büyük hikmet ve o eserin sahibi de en büyük hakîmdir.

 

Ýþte Üstad böyle ilmî bir yolu, yani Kur'an-ý Kerim'in nurlu yolunu takib ettiði için, binlerle üniversitelinin imanýný kurtarmak þerefine mazhar olmuþtur. Hazret'in bu hususta haiz olduðu ilmî, edebî ve felsefî daha pek çok meziyetleri vardýr. Fakat onlarý, eserlerinden misaller getirerek inþâallah müstakil bir eserde arzetmek emelindeyim. Ve minallahittevfik.

 

 

 

Tasavvuf Cebhesi:

 

Nakþibendî meþayihinden, her harekâtýný Peygamber-i Zîþan Efendimiz Hazretlerinin harekâtýna tatbik etmeðe çalýþan ve büyük bir âlim olan bir zâta sordum:

 

-Efendi Hazretleri, ülema ile mutasavvife arasýndaki gerginliðin sebebi nedir?

 

-Ülema, Resûl-i Ekrem Efendimizin ilmine, mutasavvýflar da ameline vâris olmuþlar. Ýþte bu sebebden dolayýdýr ki, Fahr-i Cihan Efendimizin hem ilmine ve hem ameline vâris olan bir zâta "Zülcenaheyn", yani "Ýki kanadlý" deniliyor... Binaenaleyh tarîkattan maksad, ruhsatlarla deðil, azimetlerle amel edip ahlâk-ý P1eygamberî ile ahlâklanarak bütün manevî hastalýklardan temizlenip Cenab-ý Hakk'ýn rýzasýnda fâni olmaktýr. Ýþte bu ulvî dereceyi kazanan kimseler, þübhesiz ki ehl-i hakikattýrlar. Yani, tarîkattan maksud ve matlub olan gayeye ermiþler demektir. Fakat bu yüksek mertebeyi kazanmak, her adama müyesser olamayacaðý için, büyüklerimiz matlub olan hedefe kolaylýkla erebilmek için, muayyen kaideler vaz'eylemiþlerdir. Hülâsa; tarîkat, þeriat dairesinin içinde bir dairedir. Tarîkattan düþen þeriata düþer, fakat -maazallah- þeriattan düþen ebedî hüsranda kalýr.

 

Bu büyük zâtýn beyanatýna göre, Bediüzzaman'ýn açtýðý nur yolu ile, hakikî ve þaibesiz tasavvuf arasýnda cevherî hiçbir ihtilaf yoktur. Her ikisi de Rýza-yý Bari'ye ve binnetice Cennet-i A'lâ'ya ve dîdar-ý Mevlâ'ya götüren yollardýr.

 

Binaenaleyh; bu asîl gayeyi istihdaf eden herhangi mutasavvýf bir kardeþimizin, Risale-i Nur Külliyatýný seve seve okumasýna

 

sh: » (T:17)

 

hiçbir mani' kalmadýðý gibi, bilakis Risale-i Nur tasavvuftaki "murakabe" dairesini, Kur'an-ý Kerim yolu ile geniþleterek, ona bir de tefekkür vazifesini en mühim bir vird olarak ilâve etmiþtir.

 

Evet insanýn gözüne gönlüne bambaþka ufuklar açan bu "Tefekkür" sebebiyle sadece kalbinin murakabesi ile meþgul olan bir sâlik, kalbi ve bütün letaifi ile birlikte zerrelerden kürelere kadar bütün kâinatý azamet ve ihtiþamý ile seyir ve temaþa, murakabe ve müþahede ederek, Cenab-ý Hakk'ýn o âlemlerde binbir þekilde tecelli etmekte olan esma-i hüsnasýný, sýfât-ý ulyasýný kemal-i vecd ile görerek, artýk sonsuz bir mabedde olduðunu aynelyakîn, ilmelyakîn ve hakkalyakîn derecesinde hisseder. Çünki içine girdiði "Mabed" öyle ulu bir mabeddir ki; milyarlara sýðmayan cemaatin hepsi aþk ve þevk, huþu' ve istiðraklar içinde Hâlýkýný zikrediyor. Yanýk, tatlý ve güzel lisanlarý, þive, naðme, ahenk ve besteleri ile bir aðýzdan: سُبْحَانَ اللّهِ وَالْحَمْدُ لِلّهِ وَلاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ وَاللّهُ اَكْبَرُ diyorlar.

 

Risale-i Nur'un açtýðý iman ve irfan ve Kur'an yolunu takib eden, iþte böyle muazzam ve muhteþem bir mabede girer. Ve herkes de iman ve irfaný, feyiz ve ihlasý nisbetinde feyizyab olur.

 

Edebî Cebhesi:

 

Eskidenberi lafz ve mana, üslûb ve muhteva bakýmýndan, edibler ve þâirler, mütefekkirler ve âlimler ikiye ayrýlmýþlardýr. Bunlardan bazýlarý, sadece üslûb ve ifadeye, vezin ve kafiyeye kýymet vererek, manayý ifadeye feda etmiþlerdir. Ve bu hal de kendini en çok þiirde gösterir.

 

Diðer zümre ise; en çok mana ve muhtevaya ehemmiyet vererek özü söze kurban etmemiþlerdir.

 

Artýk Bediüzzaman gibi büyük bir mütefekkirin edebî cebhesi bu küçük mukaddeme ile kolayca anlaþýlýr sanýrým. Zira üstad o kýymetli ve bereketli ömrünü, kulaklarda kalacak olan sözlerin tanzim ve tertibi ile deðil, bilakis kalblerde, ruhlarda, vicdan ve fikirlerde kudsî bir ideal halinde insanlýkla beraber yaþayacak olan din hissinin, iman þuurunun, ahlâk ve fazilet mefhumunun

 

sh: » (T: 18)

 

asýrlara, nesillere telkini ile meþgul olan bir dâhîdir. Artýk bu kadar ulvî bir gayenin tahakkuku için candan ve cihandan geçen bir mücahid, pek tabiîdir ki, fâni þekillerle meþgul olamaz.

 

Bununla beraber Üstad; zevk inceliði, gönül hassasiyeti, fikir derinliði ve hayal yüksekliði bakýmýndan hârikulâde denecek derecede edebî bir kudret ve melekeyi haizdir. Ve bu sebeble üslûb ve ifadesi, mevzua göre deðiþir. Meselâ: Ýlmî ve felsefî mevzularda mantýkî ve riyazî delillerle aklý ikna' ederken, gayet veciz terkibler kullanýr. Fakat gönlü mestedip, ruhu yükselteceði anlarda ifade o kadar berraklaþýr ki tarif edilemez. Meselâ: Semalardan, güneþlerden, yýldýzlardan, mehtablardan ve bilhassa bahar âleminden ve Cenab-ý Hakk'ýn o âlemlerde tecelli etmekte olan kudret ve azametini tasvir ederken, üslûb o kadar latif bir þekil alýr ki; artýk her teþbih, en tatlý renklerle çerçevelenmiþ bir levhayý andýrýr.. ve her tasvir, hârikalar hârikasý bir âlemi canlandýrýr.

 

Ýþte bu hikmete mebnidir ki, bir Nur talebesi Risale-i Nur Külliyatý'ný mütalaasý ile -üniversitenin herhangi bir fakültesine mensub da olsa- hissen, fikren, ruhen, vicdanen ve hayalen tam manasýyla tatmin edilmiþ oluyor.

 

Nasýl tatmin edilmez ki, Risale-i Nur Külliyatý, Kur'an-ý Kerim'in cihanþümul bahçesinden derilen bir gül demetidir. Binaenaleyh onda, o mübarek ve Ýlahî bahçenin nuru, havasý, ziyasý ve kokusu vardýr...

 

Ruhun bu ihtiyacýný söyler akan sular,

 

Kur'ana her zaman beþerin ihtiyacý var.

 

Ali Ulvi KURUCU

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...