Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

 

 

BEÞÝNCÝ HÜCCET-Ý ÝMANÝYE

 

 

 

(ÝSM-Ý A'ZAMIN ALTI NURUNDAN

 

ÜÇÜNCÜ NURUNA ÝÞARET EDEN ÜÇÜNCÜ NÜKTE)

 

 

 

 

اُدْعُ اِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ

 

 

 

[âyetinin bir nüktesi ve bir Ýsm-i A'zam veya Ýsm-i A'zamýn altý nurundan bir nuru olan "ÝSM-Ý HAKEM"in bir cilvesi Ramazan-ý Þerifte görüldü. Ona yalnýz bir iþaret olarak "Beþ Nokta" dan ibaret Üçüncü Nükte acele olarak yazýldý; müsvedde halinde kaldý.]

 

 

 

Üçüncü Nüktenin Birinci Noktasý : Onuncu Söz'de iþaret edildiði gibi: Ýsm-i Hakem'in tecellî-i âzamý þu kâinatý öyle bir kitab hükmüne getirmiþ ki, her sahifesinde yüzer kitab yazýlmýþ.. ve her satýrýnda yüzer sahife dercedilmiþ.. ve her kelimesinde yüzer satýr mevcuttur.. ve her harfinde yüzer kelime var.. ve her noktasýnda kitabýn muhtasar bir fihristeciði bulunur bir tarza getirmiþtir. O kitabýn sahifeleri, satýrlarý, tâ noktalarýna kadar yüzer cihette nakkaþýný, kâtibini öyle vuzuhla gösteriyor ki, o kitab-ý kâinatýn müþahedesi, kendi vücudundan yüz derece daha ziyade Kâtibinin vücudunu ve vahdetini isbat eder. Çünki: Bir harf, kendi vücudunu bir harf kadar ifade ettiði halde; kâtibini bir satýr kadar ifade ediyor.

 

 

 

Evet, bu kitab-ý kebîrin bir sahifesi, zemin yüzüdür. O sahifede nebatat, hayvanat taifeleri adedince kitablar, birbiri içinde, beraber, bir vakitte, yanlýþsýz gayet mükemmel bir surette bahar mevsiminde yazýldýðý gözle görünüyor. Bu sahifenin bir satýrý, bir bahçedir. O bahçede bulunan çiçekler, aðaçlar, nebatlar adedince manzum kasideler; beraber, birbiri içinde, yanlýþsýz yazýldýðýný gözümüzle görüyoruz. O satýrýn bir kelimesi çiçek açmýþ, meyve vermek üzere yapraðýný vermiþ bir aðaçtýr. Ýþte bu kelime; muntazam, mevzun, süslü; yaprak, çiçek ve meyveleri adedince Hakem-i Zülcelâlin medh ü senasýna dair mânidar fýkralardýr. Gûya çiçek açmýþ her aðaç gibi o aðaç dahi Nakkaþýnýn medîhelerini teganni eden manzum bir kasidedir.

 

 

 

Hem gûya Hakîm-i Zülcelâl, zemînin meþherinde teþhir ettiði antika ve acib eserlerine binler gözle bakmak istiyor.

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.162)

 

 

 

Hem gûya o Sultan-ý Ezelînin o aðaca verdiði murassa' hediye ve niþanlarý ve formalarý hususî bayramý ve resm-i küþadý olan baharda padiþahýn nazarýna arzetmek için öyle müzeyyen, mevzun, muntazam, mânidar bir þekil almýþ; ve öyle hikmetli bir þekil verilmiþtir ki: Herbir çiçeðinde, herbir meyvesinde birbiri içinde çok vecihler ve diller ile, Nakkaþýnýn vücuduna ve esmâsýna þehadet ederler. Meselâ: Herbir çiçekte herbir meyvede bir mizan var. Ve o mîzan, bir intizam içinde.. ve o intizam, tazelenen bir tanzim ve tevzin içinde; ve o tevzin ve tanzim, bir zînet ve san'at içinde.. ve o zînet ve san'at, mânidar kokular ve hikmetli tatlar içinde bulunduðundan; herbir çiçek, o aðacýn çiçekleri adedince Hakem-i Zülcelâle iþaretler ediyor. Ve bu bir kelime olan bu aðaçda, bir harf hükmünde olan bir meyvede bulunan bir çekirdek noktasý, bütün aðacýn fihristesini, programýný taþýyan küçük bir sandukçadýr. Ve hâkezâ, buna kýyasen kâinat kitabýnýn bütün satýrlarý, sahifeleri böyle Ýsm-i Hakem ve Hakîm'in cilvesiyle yalnýz herbir sahifesi deðil, belki herbir satýrý ve herbir kelimesi ve herbir harfi ve herbir noktasý, birer mu'cize hükmüne getirilmiþtir ki: Bütün esbab toplansa bir noktasýnýn nazîrini getiremezler; muâraza edemezler. Evet bu Kur'an-ý azîm-i kâinatýn herbir âyet-i tekvîniyesi, o âyetin noktalarý ve hurûfu adedince mu'cizeler gösterdiklerinden, elbette serseri tesadüf, kör kuvvet; gayesiz, mîzansýz þuursuz tabiat hiçbir cihetle o hakîmane, basîrane olan has mîzana ve gayet ince intizama karýþamazlar. Eðer karýþsaydýlar, elbette karýþýk eseri görünecekti. Halbuki hiçbir cihetle intizamsýzlýk müþahede olunmuyor.

 

 

 

Üçüncü Nüktenin Ýkinci Noktasý: "Ýki Mes'ele" dir.

 

 

 

Birinci Mes'ele: Onuncu Söz'de beyan edildiði gibi.. nihayet kemalde bir cemal ve nihayet cemalde bir kemal, elbette kendini görmek ve göstermek ve teþhir etmek istemesi; en esaslý bir kaidedir. Ýþte bu esaslý düstur-u umumîye binaendir ki: Bu kitab-ý kebîr-i kâinatýn Nakkaþ-ý Ezelîsi, bu kâinatla ve bu kâinatýn her bir sahifesiyle ve herbir satýriyle hattâ harfleri ve noktalariyle kendini tanýttýrmak.. ve kemâlâtýný bildirmek.. ve cemalini göstermek.. ve kendisini sevdirmek için en cüz'iden en küllîye kadar herbir mevcûdun müteaddit lisanlariyle cemâl-i kemâlini ve kemâl-i cemâlini tanýttýrýyor ve sevdiriyor.

 

 

 

Ýþte ey gafil insan! Bu Hâkim-i Hakem-i Hakîm-i Zülcelâl-i Vel-cemâl sana karþý kendisini herbir mahlûkýyle böyle hadsiz ve parlak tarzlarda tanýttýrmak ve sevdirmek istediði halde, sen O'nun tanýttýrmasýna karþý îmanla tanýmazsan ve O'nun sevdirmesine mukabil ubûdiyetinle kendini O'na sevdirmezsen ne derece hadsiz muzâaf bir cehalet, bir hasaret olduðunu bil, ayýl!.

 

 

 

Ýkinci Noktanýn Ýkinci Mes'elesi: Bu Kâinatýn Sâni-i Kadîr ve Hakîmi-

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.163)

 

 

 

nin mülkünde iþtirâk yeri yoktur. Çünki: Herþeyde nihayet derecede intizam bulunduðundan, þirki kabul edemez. Çünki: Müteaddit eller bir iþe karýþýrsa, o iþ karýþýr. Bir memlekette iki padiþah, bir þehirde iki vâli, bir köyde iki müdür bulunsa; o memleket, o þehir, o köyün her iþinde bir karýþýklýk baþlayacaðý gibi, en ednâ bir vazifedar adam, o vazifesine baþkasýnýn müdahalesini kabul etmemesi gösteriyor ki: Hâkimiyetin en esaslý hâssasý, elbette istiklâl ve infirad'dýr. Demek intizam, vahdeti; ve hâkimiyet, infiradý iktiza eder. Mâdem hâkimiyetin bir muvakkat gölgesi, muavenete muhtaç ve âciz insanlarda böyle müdahaleyi reddederse elbette derece-i Rubûbiyyette hakikî bir hâkimiyyet-i mutlaka, bir Kadîr-i Mutlak'da; bütün þiddetiyle müdahaleyi reddetmek gerektir. Eðer zerre kadar müdahale olsaydý intizam bozulacaktý.

 

 

 

Halbuki bu kâinat öyle bir tarzda yaratýlmýþ ki: Bir çekirdeði halketmek için bir aðacý halkedebilir bir kuvvet lâzýmdýr. Ve bir aðacý halketmek için de kâinatý halkedebilir bir kudret gerektir...Ve kâinat içinde parmak karýþtýran bir þerik bulunsa, en küçük bir çekirdekte de hissedar olmak lâzým gelir. Çünki o, onun nümûnesidir. O halde, koca kâinatta yerleþmiyen iki Rubûbiyyet, bir çekirdekte, belki bir zerrede yerleþmek lâzým gelir. Bu ise, muhâlâtýn ve bâtýl hayâlâtýn en mânasýz ve en uzak bir muhâlidir. Koca kâinatýn umum ahvâl ve keyfiyatýný mîzan-ý adlinde ve nizam-ý hikmetinde tutan bir Kadîr-i Mutlakýn aczini, hattâ bir çekirdekte dahi iktiza eden þirk ve küfür ne kadar hadsiz derecede muzaaf bir hilâf, bir hatâ, bir yalan olduðunu.. ve tevhid ne derece hadsiz muzaaf bir derecede hak ve hakikat ve doðru olduðunu bilاَلْحَمْدُ لِلَّهِ عَلَى اْلاِيمَان de.

 

 

 

Üçüncü Nokta: Sâni-i Kadîr, Ýsm-i Hakem ve Hakîmiyle, bu âlem içinde binler muntazam âlemleri dercetmiþtir. O âlemler içinde en ziyade kâinattaki hikmetlere medar ve mazhar olan insaný, bir merkez, bir medar hükmünde yaratmýþ. Ve o kâinat dairesinin en mühim hikmetleri ve faideleri, insana bakýyor. Ve insan dairesi içinde dahi, rýzký bir merkez hükmüne getirmiþ. Âlem-i insânîde ekser hikmetler, maslahatlar; o rýzka bakar ve onunla tezâhür eder. Ve insanda þuur ve rýzýkta zevk vasýtasiyle Ýsm-i Hakîmin cilvesi parlak bir surette görünüyor.

 

 

 

Ve þuur-u insanî vasýtasiyle keþfolunun yüzer fenlerden herbir fen, Hakem isminin, bir nevi'de bir cilvesini târif ediyor.

 

 

 

Meselâ, Týb Fenninden sual olsa: "Bu kâinat nedir?" Elbette diyecek ki: "Gayet muntazam ve mükemmel bir eczahâne-i kübradýr. Ýçinde her ilâç güzelce ihzar ve istif edilmiþtir."

 

 

 

 

 

Fenn-i Kimya'dan sorulsa: "Bu Küre-i Arz nedir?" Diyecek:

 

"Gayet muntazam ve mükemmel bir kimyahanedir."

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.164)

 

 

 

Fenn-i Makine diyecek: "Hiçbir kusuru olmayan gayet mükemmel bir fabrikadýr."

 

 

 

Fenn-i Ziraat diyecek: "Nihayet derecede mahsûldar, her nevi' hubûbu vaktinde yetiþtiren muntazam bir tarladýr ve mükemmel bir bahçedir."

 

 

 

Fenn-i Ticaret diyecek: "Gayet muntazam bir sergi ve çok intizamlý bir pazar ve mallarý çok san'atlý bir dükkândýr."

 

 

 

Fenn-i Ýâþe diyecek: "Gayet muntazam, bütün erzakýn envâýný câmi bir anbardýr."

 

 

 

Fenn-i Rýzýk diyecek: "Yüzbinler leziz taamlar beraber, kemâl-i intizam ile içinde piþirilen bir matbah-ý Rabbânî ve bir kazan-ý Rahmânîdir."

 

 

 

Fenn-i Askeriye diyecek ki: "Arz bir ordugâhtýr. Her bahar mevsiminde yeni taht-ý silâha alýnmýþ ve zemin yüzünde çadýrlarý kurulmuþ dörtyüz bin muhtelif milletler o orduda bulunduðu halde, ayrý ayrý erzaklarý.. ayrý ayrý libaslarý, silâhlarý.. ayrý ayrý talimatlarý, terhisatlarý; kemâl-i intizamla hiçbirini unutmýyarak ve þaþýrmýyarak, birtek Kumandan-ý A'zamýn emriyle, kuvvetiyle, merhametiyle, hazinesiyle gayet muntazam yapýlýp, idare ediliyor."

 

 

 

Ve fenn-i Elektrikten sorulsa, elbette diyecek: "Bu muhteþem saray-ý kâinatýn damý, gayet intizamlý, mîzanlý hadsiz elektrik lâmbalariyle tezyin edilmiþtir. Fakat o kadar hârika bir intizam ve mîzan iledir ki: Baþta Güneþ olarak, Küre-i Arzdan bin defa büyük o semavî lâmbalar, mütemadiyen yandýklarý halde muvazenelerini bozmuyorlar, patlak vermiyorlar, yangýn çýkarmýyorlar. Sarfiyatlarý hadsiz olduðu halde, vâridatlarý ve gazyaðlarý ve madde-i iþtialleri nereden geliyor?.. Neden tükenmiyor?.. Neden, yanmak muvazenesi bozulmuyor?.. Küçük bir lâmba dahi muntazam bakýlmazsa söner. Kozmoðrafyaca Küre-i Arzdan bir milyondan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaþýyan Güneþi (Hâþiye) kömürsüz, yaðsýz yandýran; söndürmiyen Hakîm-i Zülcelâl'in hikmetine, kudretine bak.. "Sübhânallah" de. Güneþin müddet-i ömründe geçen dakikalarýn âþirâtý ededince "Mâþâallah, Bârekâllah, Lâilâhe Ýllâ hû" söyle.

 

 

 

Demek bu semâvî lâmbalarda gayet hârika bir intizam var. Ve onlara çok dikkatle bakýlýyor. Gûya o pek büyük ve pek çok kitle-i nâriyelerin ve gayet çok kanâdîl-i nûrîyelerin buhar kazaný ise, harareti tükenmez bir Ce-

 

______________

 

 

 

(Hâþiye) : Acaba dünya sarayýný ýsýndýran Güneþ sobasýna veyahut lâmbasýna ne kadar odun ve kömür ve gazyaðý lâzým olduðu hesabedilsin. Her gün yanmasý için -Kozmoðrafyanýn sözüne bakýlsa- bir milyon Küre-i Arz kadar odun yýðýnlarý ve binler denizler kadar gazyaðý gerektir. Þimdi düþün; onu odunsuz, gazsýz daimî ýþýklandýran Kadîr-i Zülcelâlin haþmetine, hikmetine kudretine, Güneþin zerreleri adedince "SÜBHÂNALLAH, MÂÞÂALLAH, BÂREKÂLLAH" DE.

 

 

 

(Sh:Asâ.165)

 

 

 

hennemdir ki, onlara nursuz hararet veriyor. Ve o elektrik lâmbalarýnýn makinesi ve merkezî fabrikasý, daîmi bir Cennettir ki, onlara nur ve ýþýk veriyor. Ýsm-i Hakem ve Hakîm'in cilve-i âzamiyle, intizamla yanmaklarý devam ediyor. Ve hâkezâ..

 

 

 

Bunlara kýyasen yüzer fennin herbirisinin kat'i þehadetiyle, noksansýz bir intizam-ý ekmel içinde hadsiz hikmetler, maslahatlarla bu kâinat tezyin edilmiþtir. Ve o hârika ve ihâtalý hikmetle, mecmû-u kâinata verdiði intizam ve hikmetleri, en küçük bir zîhayat ve bir çekirdekte küçük bir mikyasta dercetmiþtir.

 

 

 

Ve mâlum ve bedihîdir ki; intizam ile gayeleri ve hikmetleri ve faideleri takib etmek; ihtiyar ile, irade ile, kasd ile, meþîet ile olabilir; baþka olamaz. Ýhtiyarsýz, iradesiz, kasýdsýz, þuursuz esbab ve tabiatýn iþi olmadýðý gibi, müdahaleleri dahi olamaz. Demek bu kâinatýn bütün mevcudatýndaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle iktiza ettikleri ve gösterdikleri bir Fâil-i Muhtarý, bir Sâni-i Hakîmi bilmemek veya inkâr etmek, ne kadar acîb bir cehalet ve dîvanelik olduðu tarif edilmez. Evet, dünyada en ziyade hayret edilecek bir þey varsa, o da bu inkârdýr. Çünki: Kâinatýn mevcudatýndaki hadsiz intizamat ve hikmetleriyle, vücud ve vahdetine þahidler bulunduðu halde, O'nu görmemek, bilmemek, ne derece körlük ve cehalet olduðunu en kör cahil de anlar. Hattâ diyebilirim ki: Ehl-i küfrün içinde, kâinatýn vücudunu inkâr ettiklerinden ahmak zannedilen Sofestâiler, en akýllýlarýdýr. Çünki: Kâinatýn vücudunu kabul etmekle Allah'a ve Hâlik'ýna inanmamak, kabil ve mümkün olmadýðýndan, kâinatý inkâra baþladýlar; kendilerini de inkâr ettiler. "Hiçbir þey yok" diyerek akýldan istifa ederek, akýl perdesi altýnda sair münkirlerin hadsiz akýlsýzlýklarýndan kurtulup, bir derece akla yanaþtýlar.

 

 

 

Dördüncü Nokta: Onuncu Söz'de iþaret edildiði gibi: Bir Sâni-i Hakîm ve gayet hikmetli bir usta,bir sarayýn herbir taþýnda yüzer hikmeti hassasiyetle takib etse, sonra o saraya dam yapmayýp boþu boþuna harap olmasiyle takip ettiði hadsiz hikmetleri zâyi etmesini hiçbir zîþuur kabul etmediði; ve bir Hakîm-i Mutlak, kemâl-i hikmetinden bir dirhem kadar bir çekirdekten yüzer batman faideleri, gayeleri, hikmetleri dikkatle takib ettiði halde, dað gibi koca aðaca bir dirhem kadar bir tek faide, bir tek küçük gaye, bir tek meyve vermek için o koca aðacýn pek çok masârifini yapmakla kendi hikmetine bütün bütün zýd ve muhalif olarak müsrifâne bir sefâhet irtikâb etmesi hiçbir cihetle imkâný olmadýðý gibi; aynen öyle de: Bu kâinat sarayýnýn herbir mevcudatýna yüzer hikmet takan ve yüzer vazife ile teçhiz eden, hattâ herbir aðaca meyveleri adedince hikmetler ve çiçekleri adedince vazifeler veren bir Sâni-i Hakîm Kýyâmeti getirmemekle ve Haþri yapmamakla, bütün had ve hesaba gelmiyen hikmetleri ve nihayetsiz vazifeleri; mânasýz, abes, boþ, faidesiz zâyi etmesi, o Kadîr-i Mut-

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.166)

 

 

 

lak'ýn kemâl-i kudretine acz-i mutlak verdiði gibi: O Hakîm-i Mutlak'ýn kemal-i hikmetine hadsiz abesiyet ve faidesizliði; ve o Rahîm-i Mutlak'ýn Cemâl-i Rahmetine nihayetsiz çirkinliði; ve o Âdil-i Mutlak'ýn kemal'i adâletine nihayetsiz zulmü vermek demektir. Âdetâ, kâinatta herkese görünen hikmet, rahmet, adâleti, inkâr etmektir. Bu ise, en acib bir muhâldir ki: Hadsiz bâtýl þeyler, içinde bulunur. Ehl-i dalâlet gelsin, baksýn, gireceði ve düþündüðü kendi kabri gibi, kendi dalâletinde ne derece dehþetli bir zulmet, bir karanlýk ve yýlanlarýn, akreplerin yuvasý bir kuyu olduðunu görsün. Ve âhirete îman ise, Cennet gibi güzel ve nûranî bir yol olduðunu bilsin, îmana girsin.

 

 

 

Beþinci Nokta: "Ýki Mes'ele"dir.

 

 

 

Birinci Mes'ele: Sâni-i Zülcelâl, Ýsm-i Hakîm'in muktezasiyle, herþeyde en hafif sûreti, en kýsa yolu, en kolay tarzý, en faideli þekli ehemmiyetle takib ettiði gösteriyor ki; israf, abesiyet, faidesizlik, fýtratta yoktur. Ýsraf ise, Ýsm-i Hakîm'in zýddý olduðu gibi; iktisad, onun lâzýmýdýr ve düstur-u esâsýdýr.

 

 

 

Ey iktisadsýz israflý insan! Bütün kâinatýn en esaslý düsturu olan iktisadý yapmadýðýndan, ne kadar hilâf-ý hakikat hareket ettiðini bil. كُلُوا وَاشْرَبُوا وَلاَتُسْرِفُوا âyeti; ne kadar esaslý, geniþ bir düsturu ders verdiðini anla!..

 

 

 

Ýkinci Mes'ele: Ýsm-i Hakem ve Hakîm, bedahet derecesinde Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn risaletine delâlet ve istilzam ediyor denilebilir. Evet mâdem gayet mânidar bir kitab, onu ders verecek bir muallim ister. Ve gayet güzel bir cemâl, kendini görecek ve gösterecek bir âyine iktiza eder ve gayet kemalde bir san'at teþhirci bir dellâl ister; elbette herbir harfinde yüzer mânalar, hikmetler bulunan bu Kitab-ý Kebîr-i Kâinatýn muhatabý olan nev'-i insan içinde elbette bir rehber-i ekmel, bir muallim-i ekber bulunacak. Tâ ki, o kitabda bulunan kudsî ve hakikî hikmetleri ders verecek.. belki kâinattaki hikmetlerin vücudunu bildirecek..belki kâinatýn hilkatindeki makasýd-ý Rabbâniyyenin zuhuruna, belki husûlüne vesile olacak..ve umum kâinatta Hâlýk tarafýndan gayet ehemmiyetle izharýný irade ettiði kemâl-i san'atýný, cemal-i esmâsýný bildirecek; âyinedarlýk edecek.. ve o Hâlýk, bütün mevcudatla kendini sevdirmek ve zîþuur mahlûklarýndan mukabele istediðinden, o zîþuurlarýn namýna birisi o geniþ tezahürat-ý Rubûbiyyete karþý geniþ bir ubûdiyet ile mukabele edip, ber ve bahri cezbeye getirecek. Semâvat ve Arzý çýnlatacak bir velvele-i teþhir ve takdis ile, o zîþuurlarýn nazarýný, o san'atlarýn sâniine çevirecek.. ve kudsî dersler ve tâlimatla bütün ehl-i aklýn kulaklarýný kendine çevirecek

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.167)

 

 

 

bir Kur'an-ý Azîmüþþânla, o Sâni-i Hakem-i Hakîm'in makasýd-ý Ýlâhiyyesini en güzel bir surette gösterecek..ve bütün hikmetlerinin tezahürüne ve tezâhürat-ý cemâliyye ve celâliyyesine karþý en ekmel bir mukabele edecek bir Zât, Güneþin vücudu gibi bu kaînata lâzýmdýr, zarurîdir. Ve öyle eden ve en ekmel bir surette o vazifeleri yapan, bilmüþahede Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdýr. Öyle ise: Güneþ ziyayý, ziya gündüzü istilzam ettiði derecede; kâinattaki hikmetler, Risalet-i Ahmedîye'yi (A.S.M) istilzam eder.

 

 

 

Evet nasýlki: Ýsm-i Hakîm'in cilve-i âzamý ile âzami derecede Risalet-i Ahmediye'yi iktiza ediyor; öyle de: Esmâ-i Hüsnâdan Allah, Rahman, Râhîm, Vedûd, Mün'im, Kerîm, Cemîl, Rab gibi çok isimlerin herbiri, kâinatta görünen bir cilve-i âzamla, âzamî derecede ve mertebe-i kat'iyette Risalet-i Ahmediye'yi (A.S.M) istilzam ederler.

 

 

 

Meselâ: Ýsm-i Rahîm'in cilvesi olan rahmet-i vâsia, O Rahmeten lil âlemîn ile tezahür eder. Ve ism-i Vedûd'un cilvesi olan tahabbüb-ü Ýlâhî ve taarrüf-ü Rabbânî, O Habîb-i Rabbü'l -Âlemin ile netice verir, mukabele görür. Ve ism-i Cemîl'in bir cilvesi olan bütün cemaller, yâni cemâl-i Zât, cemâl-i Esmâ, cemâl-i San'at, cemâl-i masnuat dahi, O Âyine-i Ahmediye'de görülür, gösterilir. Ve haþmet-i Rubûbiyyet ve saltanat-ý Ulûhiyyetin cilveleri dahi, O dellâl-ý saltanat-ý Rubûbiyyet olan Zât-ý Ahmediye'nin Risaletiyle bilinir, görünür, anlaþýlýr, tasdik edilir. Ve hâkezâ... Bu misaller gibi ekser esmâ-i hüsnânýn herbiri Risalet-i Ahmediye'ye birer parlak bürhandýr.

 

 

 

E l h â s ý l: Mâdem, kâinat mevcuddur ve inkâr edilmiyor; elbette kâinatýn renkleri, zînetleri, ýþýklarý, ziyalarý, san'atlarý, hayatlarý, râbýtalarý hükmünde olan hikmet, inâyet, rahmet, cemal, nizam, mîzan, zînet gibi meþhud hakikatler, hiçbir cihetle inkâr edilmez. Mâdem o sýfatlarýn, fiillerin inkârý mümkün deðildir; elbette o sýfatlarýn mevsûfu ve o fiillerin fâili ve o ziyalarýn güneþi olan Zât-ý Vâcibü'l-Vücud, Hakîm, Kerîm, Rahîm, Cemîl, Hakem, Adl dahi hiçbir cihetle inkâr edilmez ve inkârý kabil olmaz. Ve elbette o sýfatlarýn ve o fiillerin medar-ý zuhurlarý, belki medar-ý kemalleri, belki medar-ý tahakkuklarý olan Rehber-i Ekber, Muallim-i Ekmel ve Dellâl-ý A'zam ve Týlsým-ý Kâinatýn Keþþafý ve Âyine-i Samedânî ve Habib-i Rahmânî olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn Risaleti hiçbir cihetle inkâr edilmiz. Âlem-i hakikatýn ve hakikat-ý kâinatýn ziyalarý gibi, bunun risaleti dahi, kâinatýn en parlak bir ziyasýdýr.

 

 

 

عَلَيْهِ وَعَلى اَلِهِ وَصَحْبِهِ الصًّلاَةُ وَالسَّلاَمُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ اْلاَيَّامِ وَذَرَّاتِ اْلاَنَامِ

 

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

 

* * *

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...