Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

ÝKÝNCÝ HÜCCET-Ý ÝMANÝYE

 

 

 

(OTUZÝKÝNCÝ SÖZ'ÜN BÝRÝNCÝ MEVKIFI)

 

 

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

لَوْ كَانَ فِيهِمَآ اَلِهَةٌ اِلاَّ اللَّهُ لَفَسَدَتَا لآ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَشَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ

 

وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِ وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ وَاِلَيْهِ الْمَصِيرُ

 

 

 

[bir Ramazan gecesinde, þu kelâm-ý tevhidînin onbir cümlesinin herbirinde birer tevhid mertebesi ve birer müjde bulunduðunu ve o mertebelerden yalnýz لاَشَرِيكَ لَهُ 'deki mânayý, basit, avamýn fehmine gelecek bir muhavere-i temsîliyye ve bir münazara-i faraziyye tarzýnda ve lisan-ý hâli, lisan-ý kal suretinde söylemiþtim. Bana hizmet eden kýymetdar kardaþlarýmýn ve mescid arkadaþlarýmýn arzularý ve istemeleri üzerine o muhavereyi yazýyorum. Þöyle ki:]

 

 

 

Bütün tabiatperest, esbabperest ve müþrik gibi, umum envâ-ý ehl-i þirkin ve küfrün ve dalâletin tevehhüm ettikleri þeriklerin namýna bir þahýs farzediyoruz ki: O þahs-ý farazî, mevcudat-ý âlemden bir þey'e Rab olmak istiyor ve hakikî mâlik olmak dâva etmektedir.

 

 

 

Ýþte o müddeî, evvelâ mevcudatýn en küçüðü olan bir zerreye rast gelir. Ona Rab ve hakikî mâlik olmakta olduðunu; zerreye, tabiat lisaniyle ve felsefe diliyle söyler. O zerre dahi, hakikat lisaniyle ve hikmet-i Rabbâni-

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.130)

 

 

 

diliyle der ki: "Ben hadsiz vazifeleri görüyorum. Ayrý ayrý her masnûa girip iþliyorum, bütün o vezaifi bana gördürecek, sende, ilim ve kudret varsa, hem, benim gibi had ve hesaba gelmeyen zerrat içinde beraber gezip (Hâþiye) iþ görüyoruz. Eðer bütün emsalim o zerreleri de istihdam edip emir tahtýna alacak bir hüküm ve iktidar sende varsa... hem kemâl-i intizam ile, cüz olduðum mevcutlara, meselâ: Kandaki küreyvât-ý hamrâya hakikî mâlik ve mutasarrýf olabilirsen, bana Rab olmak dâva et; beni, Cenâb-ý Hak'tan baþkasýna isnad et. Yoksa sus! Hem bana Rab olamadýðýn gibi, müdahele dahi edemezsin. Çünki vezaifimizde ve harekâtýmýzda o kadar mükemmel bir intizam var ki: Nihayetsiz bir hikmet ve muhit bir ilim sahibi olmayan bize parmak karýþtýramaz. Eðer karýþsa, karýþtýracak. Halbuki senin gibi câmid, âciz ve kör ve iki eli tesadüf ve tabiat gibi iki körün elinde olan bir þahýs, hiçbir cihette parmak uzatamaz."

 

 

 

O müddeî, maddiyyunlarýn dedikleri gibi dedi ki: "Öyle ise sen kendi kendine mâlik ol. Neden baþkasýnýn hesabýna çalýþmasýný söylüyorsun." Zerre ona cevaben der: "Eðer, güneþ gibi bir dimaðým ve ziyasý gibi ihâtalý bir ilmim ve harareti gibi þümullü bir kudretim ve ziyasýndaki yedi renk gibi muhit duygularým ve gezdiðim her yere ve iþlediðim her mevcuda müteveccih birer yüzüm ve bakar gözüm ve geçer birer sözüm bulunsa idi, belki senin gibi ahmaklýk edip kendi kendime mâlik olduðumu dâva ederdim. Haydi def'ol git, sen benden iþ bulamazsýn!"

 

 

 

Ýþte þeriklerin vekili, zerreden me'yus olunca, küreyvât-ý hamrâdan iþ bulacaðým diye, kandaki bir küreyvât-ý hamrâya rast gelir. Ona esbab namýna ve tabiat ve felsefe lisaniyle der ki: "Ben sana Rab ve mâlikim." O küreyvât-ý hamrâ, yâni yuvarlak kýrmýzý mevcut, ona hakikat lisaniyle ve hikmet-i Ýlâhiyye dili ile der: "Ben yalnýz deðilim. Eðer sikkemiz ve me'muriyetimiz ve nizamatýmýz bir olan kan ordusundaki bütün emsalime mâlik olabilirsen, hem gezdiðimiz ve kemâl-i hikmetle istihdam olunduðumuz bütün hüceyrat-ý bedene mâlik olacak bir dakik hikmet ve azîm kudret, sende varsa, göster ve gösterebilirsen, belki senin dâvanda bir mâna bulunabilir. Halbuki, senin gibi sersem ve senin elindeki saðýr tabiat ve

 

_________________

 

 

 

(Hâþiye) Evet, müteharrik herbir þey, zerrattan seyyarata kadar, kendilerinde olan sikke-i Samediyyet ile vahdeti gösterdikleri gibi, harekâtlariyle dahi, gezdikleri bütün yerleri vahdet namýna zaptederler. Kendi mâlikinin mülküne idhâl ederler. Hareket etmiyen masnûat ise; nebatattan nücum-u sevâbite kadar, birer mühr-ü vahdaniyyet hükmündedirler ki: Bulunduðu mekâný, kendi sâniinin mektubu olduðunu gösterirler.

 

 

 

Demek herbir nebat, herbir meyve, birer mühr-ü vahdâniyyet, birer sikke-i vahdettirler ki: Mekânlarýný ve vatanlarýný, vahdet namýna Sâni'lerinin mektubu olduðunu gösterirler.

 

 

 

ELHASIL : Herbir þey, hareketiyle bütün eþyayý vahdet namýna zapteder. Demek bütün yýldýzlarý elinde tutmýyan, birtek zerreye Rab olamaz.

 

 

 

(Sh:Asâ.131)

 

 

 

kör kuvvetle, deðil mâlik olmak, belki zerre miktar karýþamazsýn. Çünki bizdeki intizam o kadar mükemmeldir ki ancak herþey'i görür ve iþitir ve bilir ve yapar bir zât bize hükmedebilir. Öyle ise sus! Vazifem o kadar mühim ve intizam o kadar mükemmeldir ki; senin ile, senin böyle karmakarýþýk sözlerine cevap vermeðe vaktim yok" der, onu tardeder.

 

Sonra, onu kandýramadýðý için o müddeî gider, bedendeki hüceyre tâbir ettikleri menzilciðe rast gelir. Felsefe ve tabiat lisaniyle der: "Zerreye ve küreyvât-ý hamrâya söz anlattýramadým; belki sen sözümü anlarsýn. Çünki sen, gayet küçük bir menzil gibi birkaç þeyden yapýlmýþsýn. Öyle ise ben seni yapabilirim. Sen benim masnûum ve ben sana hakikî mâlikim." der. O hüceyre ona cevaben, hikmet ve hakikat lisaniyle der ki:

 

"Ben, çendan küçücük bir þey'im. Fakat pek büyük vazifelerim, pek ince münasebetlerim ve bedenin bütün hüceyratýna ve hey'et-i mecmuasýna baðlý alâkalarým var. Ezcümle: Evride ve þerâyin damarlarýna ve hassase ve muharrike âsablarýna ve câzibe, dâfia, müvellide, musavvire gibi kuvvelere karþý derin ve mükemmel vazifelerim var. Eðer bütün bedeni, bütün damar ve âsab ve kuvveleri teþkil ve tanzim ve istihdam edecek bir kudret ve ilim sende varsa ve benim emsalim ve san'atca ve keyfiyetce birbirimizin kardeþi olan bütün hüceyrat-ý bedeniyeye tasarruf edecek nâfiz bir kudret, þâmil bir hikmet, sende varsa göster, sonra ben seni yapabilirim diye dâva et. Yoksa haydi git! Küreyvât-ý hamrâ, bana erzak getiriyorlar. Küreyvât-ý beyzâ da, bana hücum eden hastalýklara mukabele ediyorlar. Ýþim var, beni meþgul etme. Hem senin gibi âciz, câmid, saðýr, kör bir þey, bize hiçbir cihetle karýþamaz. Çünki: Bizde o derece ince ve nâzik ve mükemmel bir intizam (Hâþiye) var ki; eðer bize hükmeden bir Hakîm-i

 

_____________

 

 

 

(Hâþiye): Sâni-i Hâkim, beden-i insaný, gayet muntazam bir þehir hükmünde halketmiþtir. Damarlarýn bir kýsmý, telgraf ve telefon vazifesini görür. Bir kýsmý da, çeþmelerin borularý hükmünde, âb-ý hayat olan kanýn cevelânýna medardýrlar. Kan ise, içinde iki kýsým küreyvât halkedilmiþ. Bir kýsmý küreyvât-ý hamrâ tâbir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak daðýtýyor ve bir kanun-u Ýlâhî ile hüceyrelere erzak yetiþtiriyor (Tüccar ve erzak memurlarý gibi). Diðer kýsmý küreyvât-ý beyzâdýrlar ki; ötekilere nisbeten ekalliyettedirler. Vazifeleri, hastalýk gibi düþmanlara karþý asker gibi müdafaadýr ki, ne vakit müdafaaya girseler Mevlevî gibi iki hareket-i devriye ile, sür'atli bir vaziyet-i acîbe alýrlar. Kanýn hey'et-i mecmuasý ise: Ýki vazife-i umumiyyesi var. Biri: Bedendeki hüceyratýn tahribatýný tâmir etmek. Diðeri: Hüceyratýn enkazlarýný toplayýp, bedeni temizlemektir. Evride ve þerayin namýnda iki kýsým damarlar var ki: Biri sâfi kaný getirir; daðýtýr, sâfi kanýn mecralarýdýr. Diðer kýsmý, enkazý toplayan bulanýk kanýn mecrasýdýr ki, þu ikinci ise: Kaný, "Ree" denilen nefesin geldiði yere getirirler.

 

Sâni-i Hakîm, havada iki unsur halketmiþtir. Biri azot, biri müvellid-ül-humuza. Müvellid-ül-humuza ise: Nefes içinde kana temas ettiði vakit, kaný telvis eden karbon unsur-u kesifini kihribar gibi kendine çeker. Ýkisi imtizaç eder. Buhar-ý hâmýz-ý karbon denilen (semli havâî) bir maddeye inkýlâb ettirir. Hem hararet-i garîziyyeyi te'min eder, hem kaný tasfiye eder. Çünki: Sâni-i Hakîm, fenn-i kimyada, aþk-ý kimyevî tâbir edilen bir münasebet-i þedîdeyi, müvellid

 

 

 

(Sh:Asâ.132)

 

 

 

Mutlak ve Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak olmazsa, intizamýmýz bozulur, nizamýmýz karýþýr."

 

 

 

Sonra o müddeî, onda da me'yus oldu. Bir insanýn bedenine rast gelir. Yine kör tabiat ve serseri felsefe lisaný ile tabiiyyunun dedikleri gibi der ki: "Sen benimsin. Seni yapan benim. Veya sende hissem var." Cevaben o beden-i insanî, hakikat ve hikmet diliyle ve intizamýnýn lisan-ý hâliyle der ki: "Eðer bütün emsalimiz ve yüzümüzdeki sikke-i kudret ve turra-i fýtrat bir olan bütün insanlarýn bedenlerine hakikî mutasarrýf olacak olan bir kudret ve ilim sende varsa, hem sudan ve havadan tut, tâ nebatat ve hayvanata kadar benim erzakýmýn mahzenlerine mâlik olacak bir servetin ve bir hâkimiyetin varsa, hem, ben kýlýf olduðum gayet geniþ ve yüksek olan ruh, kalb, akýl gibi letâif-i mâneviyeyi benim gibi dar, süflî bir zarfda yerleþtirerek, kemal-i hikmet ile istihdam edip ibadet ettirecek sende böyle nihayetsiz bir kudret, hadsiz bir hikmet varsa, göster, sonra "ben seni yaptým" de. Yoksa sus! Hem bendeki intizam-ý ekmelin þehadetiyle ve yüzümdeki sikke-i vahdetin delâletiyle, benim Sâniim, herþey'e Kadîr, herþey'e Alîm, herþey'i görür ve herþey'i iþitir bir Zât'týr. Senin gibi sersem, âcizin parmaðý O'nun san'atýna karýþamaz. Zerre miktar müdahale edemez."

 

 

 

O þeriklerin vekili, bedende dahi parmak karýþtýracak yer bulamaz, gider. Ýnsanýn nev'ine rast gelir, kalbinden der ki: "Belki, bu daðýnýk, karma karýþýk olan cemaat içinde; þeytan, onlarýn ef'al-i ihtiyariye ve içtimaiyelerine karýþtýðý gibi, belki ben de ahvâl-i vücudiye ve fýtriyelerine karýþabileceðim ve parmak karýþtýracak bir yer bulacaðým. Ve onda bir yer bulup beni tardeden bedene ve beden hüceyresine hükmümü icra ederim." Onun için beþerin nev'ine, yine saðýr tabiat ve sersem felsefe lisaniyle der ki: "Siz çok karýþýk bir þey görünüyorsunuz. Ben size Rab ve mâlikim. Veyahut hissedarým." der. O vakit nev'-i insan, hak ve hakikat lisaniyle, hikmet ve intizamýn diliyle der ki: "Eðer bütün küre-i arza giydirilen ve nev'imiz gibi

 

 

 

_______________

 

 

 

ül-humuza ile karbona vermiþ ki: O iki unsur, birbirine yakýn olduðu vakit, o kanun-u Ýlâhî ile, o iki unsur imtizaç ederler. Fennen sabittir ki: Ýmtizaçtan, hararet hâsýl olur. Çünki, imtizaç, bir nevi ihtiraktýr. Þu sýrrýn hikmeti þudur ki: O iki unsurun, herbirisinin zerrelerinin ayrý ayrý hareketleri var. Ýmtizaç vaktinde her iki zerre, yâni onun zerresi, bunun zerresiyle imtizaç eder, birtek hareketle hareket eder. Bir hareket muallâk kalýr. Çünki: Ýmtizaçtan evvel iki hareket idi. Þimdi iki zerre, bir oldu. Her iki zerre, bir zerre hükmünde bir hareket aldý. Diðer hareket, Sâni-i Hâkim'in bir kanunu ile hararete inkilâb eder. Zaten "hareket, harareti tevlit eder." bir kanun-u mukarreredir. Ýþte þu sýrra binaen beden-i insaniyedeki hararet-i garîziyye, bu imtizac-ý kimyeviyye ile temin edildiði gibi, kandaki karbon alýndýðý için kan dahi sâfi olur. Ýþte nefes dahile girdiði vakit, vücudun hem âb-ý hayatýný temizliyor. Hem nâr-ý hayatý iþ'al ediyor. Çýktýðý vakit, aðýzda, mu'cizat-ý kudret-i Ýlâhiyye olan kelime meyvelerini veriyor...

 

 

 

(FESÜBHÂNE MEN TAHAYYERE FÝ SUN'ÝHÝ'L UKÛL)

 

(Sh:Asâ.133)

 

 

 

bütün hayvanat ve nebatatýn yüzbin envaýndan rengârenk atký ve iplerden kemâl-i hikmetle dokunan ve dikilen gömleði ve yeryüzüne serilen ve yüzbinler zîhayat envâýndan nescolunan ve gayet nakýþlý bir surette îcad edilen haliçeyi yapacak ve her vakit kemal-i hikmetle tecdid edip tazelendirecek bir kudret ve hikmet sende varsa, hem eðer, biz meyve olduðumuz küre-i arza ve çekirdek olduðumuz âlemde tasarruf edecek ve hayatýmýza lâzým maddeleri mizan-ý hikmetle aktâr-ý âlemden bize gönderecek muhit bir kudret ve þâmil bir hikmet sende varsa ve yüzümüzdeki sikke-i kudret bir olan bütün gitmiþ ve gelecek emsâlimizi îcad edecek bir iktidar sende varsa: belki bana Rubûbiyyet dâva edebilirsin. Yoksa haydi sus! Benim nev'imdeki karmakarýþýklýða bakýp parmak karýþtýrabilirim deme. Çünki intizam mükemmeldir. O karmakarýþýk zannetiðin vaziyetler, kudretin kader kitabýna göre kemal-i intizam ile bir istinsahtýr. Çünki: Bizeden çok aþaðý olan ve bizim taht-ý nezaretimizde bulunan hayvanat ve nebatatýn kemal-i intizamlarý gösteriyor ki, bizdeki karýþýklýklar bir nevi kitabettir.

 

 

 

Hiç mümkün müdür ki: Bir haliçenin her tarafýna yayýlan bir atký ipini, san'atkârane yerleþtiren, haliçenin ustasýndan baþkasý olsun. Hem bir mevyenin mûcidi, aðacýnýn mûcidinden baþkasý olsun. Hem çekirdeði îcad eden, çekirdekli cismin sâniinden baþkasý olsun. Hem gözün kördür. Yüzümdeki mu'cizat-ý kudreti, mahiyetimizdeki havârýk-ý fýtratý görmüyorsun. Eðer görsen, anlarsýn ki: Benim Sâniim, öyle bir zâttýr ki, hiçbir þey ondan gizlenemez, hiçbir þey, ona nazlanýp aðýr gelemez. Yýldýzlar, zerreler kadar ona kolay gelir. Bir baharý bir çiçek kadar sühuletle îcad eder. Koca kâinatýn fihristesini, kemâl-i intizamla benim mahiyetimde derceden bir zâttýr. Böyle bir zatýn san'atýna senin gibi câmid, âciz ve kör, saðýr parmak karýþtýrabilir mi? Öyle ise, sus! Def'ol git!" der. onu tardeder.

 

 

 

Sonra o müddeî gider zeminin yüzüne serilen geniþ haliçeye ve zemine giydirilen gayet müzeyyen ve münakkaþ gömleðe esbap namýna ve tabiat lisaniyle ve felsefe diliyle der ki: "Sende tasarruf edebilirim ve sana mâlikim veya sende hissem var" diye dâva eder. O vakit o gömlek, (Hâþiye) o haliçe, hak ve hakikat namýna, lisan-ý hikmetle o müddeîye der ki: "Eðer seneler, karnlar adedince yere giydirilip sonra intizam ile çýkarýlýp geçmiþ zamanýn ipine asýlan ve yeniden gelecek zamanlarda giydirilen ve kemal-i intizam ile kader dairesinde programlarý ve biçimleri çizilen ve tâyin olunan ve gelecek zamanýn þeridine takýlan ve intizamlý ve hikmetli, ayrý ayrý nakýþlarý bulunan bütün gömlekleri, haliçeleri dokuyacak, icad edecek, kudret ve san'at sende varsa hem hilkat-ý arzdan, tâ harab-ý arza kadar, belki ezelden ebede kadar ulaþacak, hikmetli, kudretli iki mânevî elin varsa ve,

 

_____________

 

 

 

(Hâþiye): Fakat þu haliçe, hem hayattardýr, hem intizamlý bir ihtizazdadýr. Her vakit nakýþlarý kemal-i hikmet ve intizam ile tebeddül eder. Tâ ki: Nessâcýnýn muhtelif cilve-i esmâsýný ayrý ayrý göstersin...

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.134)

 

 

 

bütün atkýlarýmdaki bütün fertleri îcad edecek kemâl-i intizam ve hikmetle tâmir ve tecdid edecek sende bir iktidar ve hikmet varsa hem bizim modelimiz ve bizi giyen ve bizi kendine peçe ve çarþaf yapan küre-i arzý elinde tutup, mûcid olabilirsen, bana Rubûbiyyet dâva et. Yoksa haydi dýþarýya! Bu yerde yer bulamazsýn. Hem bizde öyle bir sikke-i vahdet ve öyle bir turra-i Ehadiyyet vardýr ki, bütün kâinat kabza-i tasarrufunda olmýyan ve bütün eþyayý bütün þuunâtiyle birden görmiyen ve nihayetsiz iþleri beraber yapamýyan ve her yerde hâzýr ve nâzýr bulunmayan ve mekândan münezzeh olmayan ve nihayetsiz hikmet ve ilim ve kudrete mâlik olmayan bize sahip olamaz ve müdahale edemez."

 

 

 

Sonra o müddeî gider. "Belki küre-i arzý kandýrýp orada bir yer bulurum" der. Gider, küre-i arza (Hâþiye-1) yine esbab namýna ve tabiat lisaniyle der ki: "Böyle serseri gezdiðinden, sahipsiz olduðunu gösteriyorsun. Öyle ise, sen benim olabilirsin." O vakit küre-i arz, hak namýna ve hakikat diliyle gök gürültüsü gibi bir sada ile ona der ki: "Haltetme... Ben, nasýl serseri, sahipsiz olabilirim! Benim elbisemi ve elbisemin içindeki en küçük bir noktayý, bir ipi intizamsýz bulmuþ musun ve hikmetsiz ve san'atsýz görmüþ müsün ki, bana sahipsiz, serseri dersin. Eðer hareket-i seneviyem ile takriben yirmibeþ bin senelik (Hâþiye -2) bir mesafede, bir senede gezdiðim ve kemâl-i mizan ve hikmetle vazife-i hizmetimi gördüðüm daire-i azîmeye hakikî mâlik olabilirsen ve kardeþlerim ve benim gibi vazifedar olan on seyyareye ve gezdikleri bütün dairelere ve bizim imamýmýz ve biz onunla baðlý ve câzibe-i rahmetle ona takýlý olduðumuz güneþi îcad edip, yerleþtirecek ve sapan taþý gibi beni ve seyyarat yýldýzlarý ona baðlayacak ve kemâl-i intizam ve hikmetle döndürüp istihdam edecek bir nihayetsiz hikmet ve nihayetsiz kudret sende varsa, bana Rubûbiyyet dâva et. Yoksa haydi cehennem ol, git! Benim iþim var. Vazifeme gidiyorum. Hem bizlerdeki haþmetli intizamat ve dehþetli harekât ve hikmetli teshirat gösteriyor ki, bizim ustamýz öyle bir zâttýr ki; bütün mevcudat, zerrelerden yýldýzlara ve güneþlere kadar emirber nefer hükmünde ona mutî ve musahhardýrlar. Bir aðacý,

 

______________

 

(Hâþiye-1) Elhâsýl: Zerre, o müddeîyi, küreyvât-ý hamraya havale eder. Küreyvât-ý hamrâ, onu hüceyreye, hüceyre dahi, beden-i insana; beden-i insan ise, nev-i insana; nev-i insan, onu zîhayat envâýndan dokunan arzýn gömleðine; arzýn gömleði dahi, küre-i arza; küre-i arz, onu güneþe; güneþ ise, bütün yýldýzlara havale eder. Herbiri der: "Git, benden yukarýdakini zaptedebilirsen sonra gel benim zaptýma çalýþ. Eðer onu maðlub etmezsen, beni ele geçiremezsin."

 

 

 

Demek bütün yýldýzlara sözünü geçiremiyen, birtek zerreye Rubûbiyyetini dinletemez.

 

 

 

(Hâþiye-2) Bir dairenin takriben nýfs-ý kutru, yüzseksen milyon kilometre olsa; o daire, (kendisi) takriben yirmibeþ bin senelik mesafe olur.

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.135)

 

 

 

meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiði gibi, kolayca güneþi, seyyaratla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelâl ve Hâkim-i Mutlaktýr.

 

 

 

Sonra o müddeî, yerde yer bulamadýðý için gider, güneþe kalbinden der ki: "Bu çok büyük bir þeydir, belki içinde bir delik bulup, bir yol açarým. Yeri de musahhar ederim." Güneþe þirk namýna ve þeytanlaþmýþ felsefe lisaniyle, mecûsîlerin dedikleri gibi der ki: "Sen bir sultansýn, kendi kendine mâliksin; istediðin gibi tasarruf edersin." Güneþ ise: Hak namýna ve hakikat lisaniyle ve hikmet-i Ýlâhiyye diliyle ona der: "Hâþâ yüzbin def'a hâþâ ve kellâ!...Ben musahhar bir me'murum. Seyyidimin misafirhanesinde bir mumdârým. Bir sineðe, belki bir sineðin kanadýna dahi hakiki mâlik olamam. Çünki, sineðin vücudunda öyle mânevî cevherler ve göz, kulak gibi antika san'atlar var ki; benim dükkânýmda yok. Daire-i iktidarýmýn haricindedir." der, müddeîyi tekdir eder.

 

 

 

Sonra o müddeî döner, fir'avunlaþmýþ felsefe lisaniyle der ki: "Madem kendine mâlik ve sahip deðilsin, bir hizmetkârsýn; esbab namýna benimsin" der. O vakit güneþ, hak ve hakikat namýna ve ubûdiyyet lisaniyle der ki: "Ben öyle birinin olabilirim ki; bütün emsalim olan ulvî yýldýzlarý îcad eden ve semâvatýnda kemâl-i hikmetle yerleþtiren ve kemâl-i haþmetle döndüren ve kemâl-i zînetle süslendiren bir zât olabilir."

 

 

 

Sonra o müddeî, kalbinden der ki: "Yýldýzlar çok kalabalýktýrlar. Hem daðýnýk, karmakarýþýk görünüyorlar. Belki onlarýn içinde, müekkillerim namýna bir þey kazanýrým." der. Onlarýn içine girer. Onlara esbab namýna, þerikleri hesabýna ve tuðyan etmiþ felsefe lisaniyle, nücumperest olan sâbiiyyunlarýn dedikleri gibi der ki: "Sizler, pek çok daðýnýk olduðunuzdan, ayrý ayrý hâkimlerin taht-ý hükmünde bulunuyorsunuz." O vakit yýldýzlar namýna bir yýldýz der ki: "Ne kadar sersem, akýlsýz ve ahmak ve gözsüzsün ki: Bizim yüzümüzdeki sikke-i Vahdeti ve turra-i Ehadiyeti görmüyorsun, anlamýyorsun. Ve bizim nizamat-ý âliyemizi ve kavânîn-i ubûdiyyetimizi bilmiyorsun. Bizi intizamsýz zannedersin. Bizler öyle bir zâtýn san'atýyýz ve hizmetkârlarýyýz ki, bizim denizimiz olan semâvatý ve þeceremiz olan kâinatý ve mesiregâhýmýz olan nihayetsiz fezâ-yý âlemi kabza-i tasarrufunda tutan bir Vâhid-i Ehaddir. Bizler, donanma elektrik lâmbalarý gibi, O'nun kemâl-i Rubûbiyyetini gösteren nuranî þahitleriz. Ve saltanat-ý Rubûbiyyetini ilân eden ýþýklý bürhanlarýz. Herbir tâifemiz, O'nun daire-i saltanatýnda; ulvî, süflî, dünyevî, berzahî, uhrevî menzillerde haþmet-i saltanatýný gösteren ve ziya veren nuranî hizmetkârlarýz.

 

 

 

Evet herbirimiz kudret-i Vâhid-i Ehad'in birer mu'cizesi ve þecere-i hilkatin birer muntazam meyvesi ve vahdâniyyetin birer münevver bürhaný ve melâikelerin birer menzili, birer tayyaresi, birer mescidi ve avâlim-i ulviyenin birer lâmbasý, birer güneþi ve saltanat-ý Rubûbiyyetin birer þahidi-

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.136)

 

 

 

ve fezâ-yý âlemin birer zîneti, birer kasrý, birer çiçeði ve semâ denizinin birer nuranî balýðý ve gökyüzünün birer güzel gözü (Hâþiye-1) olduðumuz gibi, hey'et-i mecmuamýzda sükûnet içinde bir sükût ve hikmet içinde bir hareket ve haþmet içinde bir zînet ve intizam içinde bir hüsn-ü hilkat ve mevzûniyet içinde bir kemâl-i san'at bulunduðundan Sâni-i Zülcelâlimizi, nihayetsiz diller ile Vahdetini, Ehadiyyetini, Samediyyetini ve evsâf-ý cemâl ve celâl ve kemâlini bütün kâinata ilân ettiðimiz halde, bizim gibi nihayet derecede sâfi, temiz, mutî, müsahhar, hizmetkârlarý karmakarýþýklýk ve intizamsýzlýk ve vazifesizlik, hattâ sahipsizlik ile ittiham ettiðinden tokata müstehaksýn." der. O müddeînin yüzüne recm-i þeytan gibi bir yýldýz, öyle bir tokat vurur ki, yýldýzlardan tâ cehennemin dibine onu atar. Ve beraberinde olan tabiatý (Hâþiye-2), evham derelerine ve tesadüfü, adem kuyusuna ve þerikleri, imtina' ve muhaliyet zulümatýna ve din aleyhindeki felsefeyi, esfel-i sâfilinin dibine atar. Bütün yýldýzlarla beraber o yýldýz:

لَوْ كَانَ فِيهِمَآ اَلِهَةٌ اِلاَّ اللَّهُ لَفَسَدَتَا

 

fermân-ý kudsîsini okuyorlar. Ve "Sinek kanadýndan tut, tâ semâvat kandillerine kadar, bir sinek kanadý kadar þerike yer yoktur ki, parmak karýþtýrsýn" diye ilân ederler.

 

 

 

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

 

اَللَّهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ سِرَاجِ وَحْدَتِكَ فَى كَثْرَتِ مَخْلُوقَاتِكَ وَدَلاَّلِ وَحْدَانِيَّتِكَ فَى مَشْهَرِ كَآئِنَاتِكَ وَعَلى اَلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

 

 

 

(Hâþiye-1) Cenâb-ý Hakk'ýn acâib-i masnuatýna bakýp, temaþa edip ve ettiren iþaretleriz. Yâni: Semavat, hadsiz gözlerle zemindeki acâib-i san'at-ý Ýlâhiyyeyi temâþa eder gibi görünüyor. Semânýn melâikeleri gibi, yýldýzlar dahi mahþer-i acâib ve garâib olan arza bakýyorlar ve zîþuurlarý dikkatle baktýrýyorlar, demektir.

 

 

 

(Hâþiye-2) Fakat, sukuttan sonra tabiat, tövbe etti. Hakikî vazifesi, te'sir ve fiil olmadýðýný, belki kabûl ve infi'al olduðunu anladý. Ve kendisi Kader-i Ýlâhînin bir nevi defteri -Fakat, tebeddül ve tegayyüre kabil bir defteri- ve kudret-i Rabbâniyyenin bir nevi programý ve Kadîr-i Zülcelâl'in bir nevi fýtrî Þeriatý ve bir nevi mecmua-i kavânini olduðunu bildi. Kemâl-i acz ve inkýyâd ile vazife-i ubûdiyyetini takýndý. Ve fýtrat-ý Ýlâhiyye ve san'at-ý Rabbâniye ismini aldý...

 

(Sh:Asâ.137)

 

$

 

 

 

 

 

 

BÝRÝNCÝ MEVKIFIN KÜÇÜK BÝR ZEYLÝ

 

 

 

 

 

Festemi' âyet

اَفَلَمْ يَنْظُرُوآ اِلَى السَّمآءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَّينَّهَا

 

ilâ âhiri âyet

 

ثُمَ انْظُرْ اِلَى وَجْهِ السَّمآءِ كَيْفَ تَرَى سُكُوتًا فَى سُكُونَةٍ حَرَكَةً فِى حِكْمَةٍ تَلَئْلأً فِى حَشْمَةٍ تَبَسُّمًا

فِى زِينَةٍ مَعَ اِنْتِظَامِ اْلخِلْقَةِ مَعَ اِتِّزَانِ الصَّنْعَةِ تَشَعْشُعُ سِرَاجِهَا تَهَلْهُلُ مِصْبَاحِهَا تَلَئْلُؤُ

 

نُجُومِهَا تُعْلِنُ لِاَهْلِ النُّهَى سَلْطَنَةً بِلاَ اِنْتِهَاءٍ

 

اَفَلَمْ يَنْظُرُوآ اِلَى السَّمآءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا

 

 

 

ilâ âhiri âyet

 

 

 

Bu âyetin bir nevi tercümesi olan

ثُمَ انْظُرْ اِلىَ وَجْهِ السَّمآءِ كَيْفَ تَرَى سُكُوتًا فَى سُكُونَةٍ

 

tercümesidir. Yâni, âyet-i kerîme, nazar-ý dikkati, semânýn zînetli ve güzel yüzüne çeviriyor. Tâ dikkat-i nazar ile, semânýn yüzünde fevkalâde sükûnet içinde bir sükûtu görüp, bir Kadîr-i Mutlak'ýn emir ve teshiriyle o vaziyeti aldýðýný anlasýn. Yoksa; eðer baþýboþ olsa idiler, birbiri içinde o dehþetli hadsiz ecram, o gayet büyük küreler, gayet sür'atli hareketleriyle öyle bir velveleyi çýkarmak lâzým idi ki, kâinatýn kulaðýný saðýr edecekti. Hem öyle bir zelzele-i hercümerc içinde karýþýklýk olacaktý ki, kâinatý daðýtacaktý. Yirmi câmus, birbiri içinde hareket etse ne kadar velveleli bir hercümerce sebebiyet verdiði mâlûm. Halbuki: Küre-i arzdan bin def'a büyük ve top güllesinden yetmiþ def'a sür'atli hareket edenler, yýldýzlar içerisinde var olduðunu kozmoðrafya söylüyor. Ýþte sükûnet içindeki sükût-u ecramdan Sâni-i Zülcelâl'in ve Kadîr-i Zülkemâl'in derece-i kudret ve teshîrini ve nücumun Ona derece-i inkýyad ve itâatini anla.

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.138)

 

 

 

حَرَكَةً فِى حِكْمَةٍ Hem, semânýn yüzünde, hikmet içinde, bir hareketi görmeði âyet emrediyor. Evet, gayet acib ve azim harekât, gayet dakik ve geniþ hikmet içindedir. Nasýlki, bir fabrikanýn çarklarýný ve dolaplarýný bir hikmet içinde çeviren bir san'atkâr, fabrikanýn azamet ve intizamý derecesinde derece-i san'at ve meharetini gösterir. Öyle de: Koca Güneþe, seyyarat ile beraber fabrika vaziyetini veren ve o müdhiþ azîm küreleri sapantaþlarý misillû ve fabrika çarklarý gibi etrafýnda döndüren bir Kadîr-i Zülcelâlin derece-i kudret ve hikmeti, o nisbette, nazara tezahür eder.

 

 

 

تَلَئْلَهءً فِى حَشْمَةٍ تَبَسُّمًا فِى زِينَةٍ

 

Yâni; hem semâvat yüzünde, öyle bir haþmet içinde bir parlamak ve bir zînet içinde bir tebessüm var ki: Sâni-i Zülcelâlin ne kadar muazzam bir saltanatý, ne kadar güzel bir san'atý olduðunu gösterir. Donanma günlerinde kesretli elektrik lâmbalarý sultânýn derece-i haþmetini ve terakkiyât-ý medeniyyede derece-i kemâlini gösterdiði gibi; koca semâvat, o haþmetli, zînetli yýldýzlariyle Sâni-i Zülcelâl'in kemâl-i saltanatýný ve cemâl-i san'atýný, öyle nazarý dikkate gösteriyorlar.

 

 

مَعَ اِنْتِظَامِ فِى خِلْقَةِ مَعَ اِتِّزَانِ الصَّنْعَةِ

 

Hem diyor ki: Semânýn yüzündeki mahlûkatýn intizamýný, dakik mizanlar içinde masnûatýn mevzûniyyetini gör ve anla ki: Onlarýn sânii ne kadar Kadîr ve ne kadar Hakîm olduðunu bil. Evet, muhtelif ve küçük cirimleri veyahut hayvanlarý döndüren ve bir vazife için çeviren ve bir mîzan-ý mahsus ile, herbirini muayyen bir yolda sevkeden bir zâtýn derece-i iktidar ve hikmetini; ve hareket eden cirmlerin O'na derece-i itâat ve musahhariyyetlerini gösterdikleri gibi, koca semâvat, o dehþetli azametiyle hadsiz yýldýzlariyle ve o yýldýzlar da dehþetli büyüklükleriyle ve gayet þiddetli hareketleriyle beraber, zerre miktar ve bir saniyecik kadar hudutlarýndan tecavüz etmemeleri, bir âþire-i dakika kadar vazifelerinden geri kalmamalarý, Sâni-i Zülcelâl'lerinin ne kadar dakik bir mizan-ý mahsus ile Rubûbiyyetini icra ettiðini nazar-ý dikkate gösterirler. Hem de þu âyet gibi Sûre-i Amme'de ve sair âyetlerde beyan olunan teshîr-i þems ve kamer ve nücumla iþaret ettiði gibi.

 

 

تَشَعْشُعُ سِرَاجِهَا تَهَلْهُلُ مِصْبَاحِهَا تَلَئْلُؤُ نُجُومِهَا تُعْلِنُ ِلاَهْلِ النُّهَى سَلْطَنَةً بِلاَ اِنْتِهَاءٍ

 

Yâni: Semânýn müzeyyen tavanýna, Güneþ gibi ýþýk verici, ýsýndýrýcý bir lâmbayý takmak, gece-gündüz hatlariyle, kýþ-yaz sahifelerinde mektubât-ý samedâniyyeyi yazmasýna bir nur hokkasý hükmüne getirmek; ve yük-

 

 

 

(Sh:Asâ.139)

 

 

 

sek minare ve kulelerdeki büyük saatlarýn parlýyan akrebleri misillû, kubbe-i semâda Kameri, zamanýn saat-ý kübrasýna bir akrep yapmak; mütefâvit çok hilâller suretinde her geceye güya ayrý bir hilâl býrakýp, sonra dönüp kendine toplamak, menzillerinde kemâl-i mîzanla, dakik hesapla hareket ettirmek ve kubbe-i semâda parlýyan, tebessüm eden yýldýzlarla göðün güzel yüzünü yaldýzlamak, elbette nihayetsiz bir saltanat-ý Rubûbiyyetin þeâiridir. Zîþuura, Onu iþ'ar eden muhteþem bir Ulûhiyyetin iþârâtýdýr. Ehl-i fikri, îmana ve tevhide dâvet eder.

 

 

 

Bak kitâb-ý kâinatýn safha-i rengînine

 

Hâme-i zerrîn-i kudret, gör ne tasvir eylemiþ.

 

Kalmamýþ bir nokta-i muzlim, çeþm-i dil erbâbýna

 

Sanki âyatýn Hudâ, nur ile tahrir eylemiþ.

 

 

 

Bak, ne mu'ciz-i hikmet, iz'an-rubâ-yý kâinat;

 

Bak, ne âli bir temâþâdýr; fezâ-yý kâinat.

 

Dinle de yýldýzlarý,þu hutbe-i þîrinine,

 

Nâme-i nûrunu hikmet, bak ne takrir eylemiþ.

 

 

 

Hep beraber nutka gelmiþ, hak lisaniyle derler:

 

Bir Kadîr-i Zülcelâlin haþmet-i sultanýna,

 

Birer bürhan-ý nûr efþânýz vücub-u Sânia, hem vahdete, hem kudrete þahidleriz biz,

 

Þu zeminin yüzünü yaldýzlayan nâzenin mu'cizatý çün melek seyranýna.

 

Bu semânýn arza bakan, Cennete dikkat eden, binler müdakkik gözleriz biz.

 

Tûba-yý hilkatten semâvat þýkkýna, hep kehkeþan aðsânýna

 

Bir Cemîl-i Zülcelâlin dest-i hikmetiyle takýlmýþ, binler güzel meyveleriz biz.

 

Þu semâvat ehline birer mescid-i seyyar, birer hâne-i devvar, birer ulvî âþiyâne,

 

Birer misbâh-ý nevvâr, birer gemi-i cebbar, birer tayyareyiz biz...

 

Bir Kadîr-i Zülkemâlin, bir Hakîm-i Zülcelâlin, birer mu'cize-i kudret, birer hârika-i san'at-ý hâlikane

 

Birer nâdire-i hikmet, birer dâhiye-i hilkat, birer nur âlemiyiz biz.

 

Böyle yüzbin dil ile, yüzbin bürhan gösteririz, iþittiririz insan olan insana,

 

Kör olasý dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü. Hem iþitmez sözümüzü.

 

Hak söyliyen âyetleriz biz.

 

Sikkemiz bir, turramýz bir, Rabbimize musahharýz, müsebbihiz âbidâne,

 

Zikrederiz, Kehkeþanýn halka-i kübrâsýna mensup birer meczuplarýz biz...

 

 

 

* * *

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...