Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

SEKÝZÝNCÝ MES'ELENÝN BÝR HÜLÂSASI

 

 

 

 

 

Yedinci'de haþri çok makamattan soracaktýk. Fakat, Hâlikýmýzýn isimleriyle verdiði cevap o derece kuvvetli , yakîn ve kanaat verdi ki; daha baþka sorgulara ihtiyaç býrakmadýðýndan orada kýsa kestik. Þimdi bu mes'elede, âhiret îmanýnýn, hem âhiretin saadetine, hem dünya saadetine dair te'min ettiði faideler ve neticelerinden yüzden biri hülâsa edilecek. Saadet-i uhreviyeye ait kýsmý, (Kur'an-ý Mu'cizü'l-Beyan'ýn izahatý daha hiçbir beyana ihtiyaç býrakmamýþ) onu O'na havale ederek ve saadet-i dünyeviyeye ait kýsmý izah cihetini Risale-i Nur'a býrakýp, yalnýz kýsa bir hülâsa ile insanýn hayat-ý þahsiye ve hayat-ý içtimaiyesine ait yüzer neticelerinden üç-dört tanesini beyan ederiz.

 

 

 

Birincisi : Ýnsan, sair hayvanata muhalif olarak, hânesiyle alâkadar olduðu misillû dünya ile alâkadardýr; ve akaribiyle münasebetdar olduðu gibi, nev'i beþer ile de ciddî ve fýtrî münâsebettardýr. Ve dünyada muvakkat bekasýný arzuladýðý gibi bir dâr-ý ebedide bekasýný, aþk derecesinde arzuluyor. Ve midesinin gýda ihtiyacýný te'min etmeðe çalýþtýðý gibi; dünya kadar geniþ, belki ebede kadar uzanan sofralarý ve gýdalarý akýl ve kalb ve ruh ve insâniyet mideleri için tedarik etmeðe fýtratan mecburdur, çabalýyor. Ve öyle arzularý ve matlablarý var ki, ebedî saadetten baþka hiç bir þey onlarý tatmin etmiyor. Hattâ Onuncu Söz'de iþaret edildiði gibi bir zaman (küçüklüðümde) hayalimden sordum: "Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatý verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliðe düþmesini mi istersin? Yoksa bâki fakat âdi ve meþakkatli bir vücudu mu istersin?" dedim. Baktým, ikincisini arzulayýp birincisinden "ah!" çekti. "Cehennem de olsa beka isterim" dedi.

 

 

 

Ýþte mâdem, mâhiyet-i insaniyenin bir hizmetkârý olan kuvve-i hayaliyeyi bu dünya lezzetleri tatmin etmiyor. Elbette gayet câmi mâhiyet-i insaniye, ebediyetle fýtraten alâkadardýr. Ýþte bu hadsiz arzu ve emellere baðlý olduðu halde, sermâyesi bir cüz'i cüz'-ü ihtiyarî ve fakr-ý mutlak bir insana, âhirete îman ne derece kuvvetli ve kâfi ve vâfi bir hazine, bir medar-ý saadet ve lezzet; bir medar-ý istimdad, bir merci; ve dünyanýn had-

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.38)

 

 

 

siz gamlarýna karþý bir medar-ý teselli olduðu öyle bir meyve ve faidedir ki, onu kazanmak yolunda dünya hayatýný feda etse, yine ucuzdur.

 

 

 

Ýkinci meyvesi ve hayat-ý þahsiyeye bakan bir fâidesi: Üçüncü mes'elede izah edilen ve Gençlik Rehberi'nde bir hâþiye bulunan çok ehemmiyetli bir neticedir.

 

 

 

Evet, her insanýn, her zaman düþündüðü en ehemmiyetli endiþesi, mezaristana giren kendi dostlarý ve akrabalarý gibi o idamhâneye girmek keyfiyetidir. Bir tek dostu için ruhunu feda eden o biçare insanýn; binler, belki milyonlar, milyarlar dostlarý ebedi bir müfârakat içinde idam olmalarýný tevehhüm edip Cehennem azabýndan beter bir elem, - o düþünmek ucundan- göründüðü vakit, âhirete îman geldi, gözünü açtýrdý; ve perdeyi kaldýrdý.. "bak" dedi. O îmanla baktý.. Cennet lezzetinden haber veren bir lezzet-i ruhâniyeyi, o dostlarý ebedî ölümlerden ve çürümelerden kurtulup mesrurâne bir nuranî âlemde onu da bekliyorlar vaziyetinde müþahedesiyle aldý. Risale-i Nur'da bu netice hüccetlerle izahýna iktifaen kýsa kesiyoruz.

 

 

 

Hayat-ý þahsiyeye ait üçüncü bir faidesi: Ýnsanýn sair zîhayatlar üstündeki tefevvuku ve rütbesi ise; yüksek seciyeleri ve cem'iyetli istidatlarý ve küllî ubudiyetleri ve geniþ vücudî dâireleri itibariyledir. Halbuki o insan, hem mâdum, hem ölü, hem karanlýk olan geçmiþ ve gelecek zamanlarýn ortasýnda sýkýþmýþ bir kýsa zaman olan hazýr vaktin mikyasiyle, ölçüsüyle; hamiyeti, muhabbeti, kardeþliði, insaniyeti gibi seciyeler alýr.

 

 

 

Meselâ: Eskiden tanýmadýðý ve ayrýldýktan sonra da hiç göremeyeceði babasýný, kardeþini, karýsýný, milletini ve vatanýný sever, hizmet eder. Ve tam sadâkata ve ihlâsa pek nâdir muvaffak olabilir; o nisbette kemâlâtý ve seciyeleri küçülür. Deðil hayvanlarýn en ulvîsi, belki baþ aþaðý, akýl cihetiyle en biçaresi ve aþaðýsý olmak vaziyetine düþeceði sýrada, âhirete îman imdâda yetiþir. Mezar gibi dar zamanýný geçmiþ ve gelecek zamanlarý içine alan, pek geniþ bir zamana çevirir. Ve dünya kadar, belki ezelden ebede kadar bir daire-i vücud gösterir. Babasýný, dar-ý saadette ve âlem-i ervahta dahi pederlik münasebetiyle; ve kardeþini, tâ ebede kadar uhuvvetini düþünmesiyle ve karýsýný Cennet'te dahi en güzel bir refika-i hayatý olduðunu bilmesi haysiyetiyle sever, hürmet eder, merhamet eder, yardým eder. Ve o büyük ve geniþ dâire-i hayatta ve vücuttaki münasebetler için olan ehemmiyetli hizmetleri, dünyanýn kýymetsiz iþlerine ve cüz'i garazlarýna ve menfaatlerine âlet etmez. Ciddi sadâkata ve samimi ihlâsa muvaffak olarak, kemâlâtý ve hasletleri, o nisbette - derecesine göre- yükselmeðe baþlar. Ýnsaniyeti teâli eder. Hayat lezzetinde serçe kuþuna yetiþmeyen o insan, bütün hayvanat üstünde, kâinatýn en müntehab ve bahtiyar bir misafiri ve Sâhib-i Kâinatýn en mahbub ve makbûl bir abdi olmasýdýr. Bu netice dahi Risale-i Nur'da hüccetlerle îzahýna iktifâen kýsa kesildi.

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.39)

 

 

 

Dördüncü bir fâidesi ki, insanýn hayat-ý içtimaiyesine bakýyor :

 

 

 

Risale-i Nur'dan Dokuzuncu Þua'da beyan edilen o neticenin bir hülâsasý þudur:

 

 

 

Nev'i insanýn dörtten birini teþkil eden çocuklar, âhiret îmanýyla insanca yaþayabilirler ve insaniyetin istidatlarýný taþýyabilirler. Yoksa elîm endiþeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarýyla, haylaz bir hayatla yaþayacak. Çünki, her vakit etrafýnda onun gibi çocuklarýn ölmesiyle onun nazik dimaðýnda ve ileride uzun arzularý taþýyan zaîf kalbinde ve mukavemetsiz ruhunda öyle bir te'sir yapar ki; hayatý ve aklý o bîçareye âlet-i azab ve iþkence edeceði zamanda, âhiret îmanýnýn dersiyle, görmemek için oyuncaklar altýnda onlardan saklandýðý o endiþeler yerinde bir sevinç ve geniþlik hissederek der: "Bu kardeþim veya arkadaþým öldü. Cennet'in bir kuþu oldu. Bizden daha iyi keyf eder, gezer. Ve vâlidem öldü, fakat rahmet-i Ýlâhiyeye gitti; yine beni Cennet'te kucaðýný alýp, sevecek. Ve ben de o þefkatli anneciðimi göreceðim." diye insaniyete lâyýk bir tarzda yaþayabilir.

 

 

 

Hem insanýn bir rub'unu teþkil eden ihtiyarlar; yakýnda hayatlarýnýn sönmesine ve topraða girmelerine ve güzel ve sevimli dünyalarýnýn kapanmasýna karþý teselliyi, ancak ve ancak âhiret îmanýnda bulabilirler. Yoksa o merhametli muhterem babalar ve fedakâr þefkatli analar, öyle bir vâveylâ-yý ruhî ve daðdaða-i kalbî çekeceklerdi ki, dünya onlara me'yusane bir zindan ve hayat iþkenceli bir azab olurdu. Fakat, âhiret îmaný onlara der:

 

 

 

"Merak etmeyiniz. Sizin ebedî bir gençliðiniz var, gelecek; ve parlak bir hayat ve nihâyetsiz bir ömür sizi bekliyor. Ve zâyi ettiðiniz evlâd ve akrabalarýnýzla sevinçlerle görüþeceksiniz. Ve ettiðiniz bütün iyilikleriniz muhafaza edilmiþ; mükâfatlarýný göreceksiniz." diye, îmân-ý âhiret onlara öyle bir teselli ve inþirah verir ki; herbirinin yüz ihtiyarlýk birden baþlarýna toplansa onlarý me'yus etmez.

 

 

 

Nev'i insanýn üçten birisini teþkil eden gençler - Hevesatlarý galeyanda, hissiyata maðlub cür'etkâr akýllarýný her vakit baþýna almayan o gençler- âhiret îmanýný kaybetseler ve Cehennem azâbýný tahattur etmezlerse, hayat-ý içtimaîyede, ehl-i namusun malý ve ýrzý ve zaif ve ihtiyarlarýn rahatý ve haysiyeti tehlikede kalýr. Bazý, bir dakika lezzeti için bir mes'ud hanenin saadetini mahveder ve bu gibi hapiste dört-beþ sene azab çeker. Canavar bir hayvan hükmüne geçer.

 

 

 

Eðer, îmân-ý âhiret onun imdadýna gelse, çabuk aklýný baþýna alýr. "Gerçi hükûmet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat, Cehennem gibi bir zindaný bulunan bir padiþah-ý Zülcelâl'in melâikeleri beni görüyorlar ve fenalýklarýmý kayd ediyorlar. Ben baþý boþ deðilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zaif olacaðým." diye birden, zulmen tecâvüz etmek istediði adamlara karþý bir þefkat, bir

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.40)

 

 

 

hürmet hissetmeye baþlar. Bu mânanýn dahi Risale-i Nur'da bürhanlarýyle îzahýna iktifaen kesiyoruz.

 

 

 

Hem nev'i beþerin ehemmiyetli bir kýsmý, hastalar ve mazlumlar ve bizim gibi musibetzedeler ve fakirler ve aðýr ceza alan mahbuslar; eðer îman-ý âhiret onlarýn imdadýna yetiþmezse, her vakit hastalýðýn ihtariyle gözü önüne gelen ölüm ve intikamýný alamadýðý ve namusunu elinden kurtaramadýðý zâlimin maðrûrâne ihâneti ve büyük musibetlerde boþ boþuna malýný, evlâdýný kaybetmekle elîm me'yusiyeti ve bir-iki dakika veya bir-iki saat keyf yüzünden beþ-on sene böyle bir hapis azâbýný çekmekten gelen kederli sýkýntý, elbette o bîçarelere dünyayý zindan ve hayatý bir iþkenceli azâba çevirir. Eðer âhirete îmân imdatlarýna yetiþse birden onlar nefes alýrlar; sýkýntýlarý, me'yusiyetleri ve endiþeleri ve intikam hiddetleri, derece-i îmanýna göre kýsmen ve bazen tamamen zâil olur.

 

 

 

Hattâ diyebilirim ki: Benim ve bir kýsým kardeþlerimin bu sebepsiz hapsimizde ve dehþetli musibetimizde, eðer îman-ý âhiret yardým etmese idi, bir gün dayanmak, ölüm kadar te'sir edip bizi hayattan istifa etmeðe sevk edecekti. Fakat hadsiz þükür olsun, benim caným kadar sevdiðim pek çok kardeþlerimin bu musibetten gelen elemlerini de çektiðim ve gözüm kadar sevdiðim binler Risale-i Nur risaleleri ve benim yaldýzlý ve süslü ve çok kýymettar kitaplarýmýn ziya'larý ve aðlamalarýndan teessüflerini çektiðim ve eskiden beri az bir ihaneti ve tahakkümü kaldýramadýðým halde, sizi kasemle te'min ederim ki: Îman-ý Bil'âhiret nûru ve kuvveti bana öyle bir sabýr ve tahammül ve teselli ve metânet, belki mücâhidâne, kârlý bir imtihan dersinde daha büyük mükâfatý kazanmak için bir þevk verdi ki, ben bu risalenin baþýnda dediðim gibi, kendimi medrese-i Yûsufiye unvanýna lâyýk bir güzel ve hayýrlý medresede biliyorum. Ara sýra gelen hastalýklar ve ihtiyarlýktan neþ'et eden titizlikler olmasa idi, mükemmel ve rahat-ý kalb ile derslerime daha ziyâde çalýþacaktým. Her ne ise... Bu, makam münasebetiyle saded hârici girdi, kusura bakýlmasýn.

 

 

 

Hem, her insanýn küçük bir dünyasý, belki küçük bir Cenneti dahi kendi hânesidir. Eðer îman-ý âhiret o hânenin saadetinde hükmetmezse, o âile efradý, her biri þefkat ve muhabbet ve alâkadarlýðý derecesinde elîm endiþeler ve azablar çeker. O Cenneti, Cehennem'e döner. Veyahut muvakkat eðlenceler ve sefâhetlerle aklýný tenvim edip uyutur. Devekuþu gibi avcýyý görür kaçamýyor, uçamýyor. Baþýný kuma sokar, tâ görünmesin. Baþýný gaflete sokar, tâ ölüm ve zeval ve firak onu görmesin. Divânece, muvakkat, ibtal-i his nev'inden bir çâre bulur.

 

 

 

Çünki, meselâ valide, ruhunu fedâ ettiði evladýný daima tehlikelere mâruz gördükçe titrer. Ve pederini ve kardeþini eksik olmayan belâlardan kurtaramayan evlâtlar, dâim bir keder, bir korkaklýk hisseder. Buna kýyâsen bu daðdaðalý kararsýz hayat-ý dünyeviyede o mes'ud zannedilen âile hayatý

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.41)

 

çok cihetlerle saadetini kaybeder; ve kýsacýk bir hayattaki münâsebet ve karâbet dahi, hakikî sadâkati ve samimi ihlâsý ve garazsýz bir hizmeti ve muhabbeti vermez. Ahlâk o nisbette küçülür, belki sukut eder.

 

 

 

Eðer âhirete îmân o hâneye girse, birden ýþýklandýracak, ortalarýndaki münâsebet ve þefkat ve karâbet ve muhabbet, kýsacýk bir zaman ölçüsüyle deðil, belki dâr-ý âhirette saadet-i ebediyede dahi o münâsebetlerin devamý ölçüsüyle samimi hürmet eder, sever, þefkat eder, sadâkat eder, kusurlarýna bakmaz gibi ahlâk yükseklenir. Hakikî insaniyet saadeti o hânede baþlar inkiþafa..bu mâna dahi hüccetlere Risale-i Nur'da beyanýna binâen kýsa kesildi.

 

 

 

Hem herbir þehir kendi ahâlisine geniþ bir hânedir. Eðer îman-ý âhiret o büyük aile efradýnda hükmetmezse, güzel ahlâkýn esaslarý olan ihlâs, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlýk, rýza-yý Ýlâhi, sevab-ý uhrevî yerine garaz, menfaat, sahtekârlýk, hodgâmlýk, tasannu', riyâ, rüþvet, aldatmak gibi haller meydan alýr. Zâhiri âsâyiþ ve insaniyet altýnda anarþistlik ve vahþet mânalarý hükmeder; o hayat-ý þehrîye zehirlenir. Çocuklar haylazlýða, gençler sarhoþluða, kavîler zulme, ihtiyarlar aðlamaða baþlarlar.

 

 

 

Buna kýyâsen, memleket dahi bir hânedir. Ve vatan dahi bir millî âilenin hânesidir. Eðer îman-ý âhiret bu geniþ hânelerde hükmetse, birden samimî hürmet ve ciddî merhamet ve rüþvetsiz muhabbet ve muavenet ve hilesiz hizmet ve muaþeret ve riyâsýz ihsan ve fazilet ve enâniyetsiz büyüklük ve meziyet o hayatta inkiþafa baþlarlar.

 

 

 

Çocuklara der: Cennet var haylazlýðý býrak" Kur'an dersiyle temkin verir.

 

Gençlere der: "Cehennem var, sarhoþluðu býrak", aklý baþlarýna getirir.

 

Zâlime der: "Þiddetli azab var, tokat yiyeceksin" adâlete baþýný eðdirir.

 

Ýhtiyarlara der: "Senin elinden çýkmýþ bütün saadetlerinden çok yüksek ve daimi bir uhrevî saadet , ve taze, bâki bir gençlik seni bekliyorlar. Onlarý kazanmaða çalýþ." aðlamasýný gülmeye çevirir.

 

 

 

Bunlara kýyâsen cüz'i ve küllî herbir taifede hüsn-ü te'sirini gösterir, ýþýklandýrýr. Nev'i beþerin hayat-ý içtimaiyesiyle alâkadar olan içtimaiyyun ve ahlâkiyyunlarýn kulaklarý çýnlasýn.

 

 

 

Ýþte îman-ý âhiretin binler fâidelerinden iþaret ettiðimiz beþ-altý nümunelerine sairleri kýyas edilse kat'i anlaþýlýr ki; iki cihanýn ve iki hayatýn medar-ý saadeti yalnýz îmandýr.

 

 

 

Risale-i Nur'da Yirmisekizinci Söz'de ve baþka risalelerinde, haþrin cismaniyeti cihetinde gelen zaif þüphelere kuvvetli cevaplarýna iktifaen burada yalnýz bir kýsa iþâretle deriz ki:

 

 

 

Esmâ-i Ýlâhiyyenin en cem'iyetli âyinesi cismâniyettedir. Ve hilkat-ý kâinattaki makasýd-ý Ýlâhiyyenin en zengini ve faal merkezi cismaniyette-

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.42)

 

 

 

dir. Ve Ýhsanat-ý Rabbâniyyenin en çok çeþitleri ve rengârenkleri cismâniyettedir. Ve beþerin ihtiyacât dilleriyle Hâlikýna karþý dualarýnýn ve teþekküratýnýn en kesretli tohumlarý yine cismâniyettedir. Mâneviyat ve ruhâniyyat âlemlerinin en mütenevvi çekirdekleri yine cismâniyettedir.

 

 

 

Bunlara kýyasen, yüzer küllî hakikatler cismâniyette temerküz ettiðinden, Hâlýk-ý Hakîm, zemin yüzünde cismâniyeti çoðaltmak ve mezkûr hakikatlere mazhar eylemek için öyle sür'atli ve dehþetli bir faaliyetle kafile kafile arkasýna mevcudata vücut giydirir. O meþhere gönderir. Sonra onlarý terhis eder, baþkalarýný gönderir. Mütemadiyen kâinat fabrikasýný iþlettirir. Cismanî mahsulâtý dokuyup, zemini, âhirete ve Cennete bir fidanlýk bahçesi hükmüne getirir. Hattâ insanýn cismanî midesini memnun etmek için o midenin hâl diliyle bekasýna dair duasýný kemâl-i ehemmiyetle dinleyip kabul ederek fiilen cevap vermek için, hadsiz ve hesapsýz ve yüzbinler tarzlarda ve binler çeþit çeþit lezzetlerde gayet san'atlý taamlarý ve gayet kýymetli ni'metleri cismaniyete ihzar etmek, bedâhetle ve þeksiz gösterir ki: Dâr-ý âhirette Cennet'in en çok ve en mütenevvi lezzetleri cismanîdir. Ve saadet-i ebediyenin en ehemmiyetli ve herkesin istediði ve ünsiyet ettiði ni'metleri cismanîdir.

 

 

 

Acaba hiçbir cihet-i ihtimali ve imkâný varmý ki; bu âdi midenin hâl diliyle beka duasýný kabul edip nihâyetsiz mu'cizatlý maddi taamlar ile onu minnettar ederek, her vakit tesadüfsüz, kasdî olarak fiilen cevap veren bir Kadîr-i Rahîm, bir Alîm-i Kerîm, kâinatýn en ehemmiyetli neticesi ve arzýn halifesi ve o Hâlik'ýn güzidesi ve perestiþkârý olan nev-i insanýn insaniyet mide-i kübrasý ile küllî ve yüksek ve daima arzu ettiði ve ünsiyet ettiði ve fýtraten istediði cismanî lezzetleri, dâr-ý bekada verilmesine dair hadsiz umumî dualarý kabul olmasýn. Ve haþr-i cismanî ile fiilen cevap verilmesin; onu ebedî minnettar etmesin. Âdeta sineðin sesini iþitsin, gök gürültüsünü iþitmesin. Ve âdi bir neferin kemâl-i ehemmiyetle teçhizatýna baksýn; orduya hiç bakmasýn, ehemmiyet vermesin. Bu, yüz derece muhâl ve bâtýldýr. Evet وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ اْلاَنْفُسُ وَتَلَزُّ اْلاَعْيُنُ âyetinin sarâhat-ý kat'iyesiyle, insan, en ziyade ünsiyet ettiði ve dünyada nümunesini tatmýþ olduðu cismanî lezzetleri Cennet'e lâyýk bir tarzda görecek, tadacak. Ve lisan, göz ve kulak gibi âzalarýn ettikleri hâlis þükürler ve hususî ibadetlerin mükâfatlarý, o uzuvlara mahsus cismanî lezzetler ile verilecektir. Kur'an-ý Mu'cizü'l-Beyan o derece cismanî lezzetleri sarih bir surette beyan eder ki, baþka te'viller ile mâna-yý zâhiriyi kabul etmemek imkân haricindedir.

 

 

 

Ýþte îman-ý âhiretin meyveleri ve neticeleri gösteriyorlar ki; nasýl ki âzâyý insaniden midenin hakikatý ve ihtiyacatý, taamlarýn vücuduna kat'i delâlet eder; öyle de insanýn hakikatý ve kemâlâtý ve fýtrî ihtiyacatý ve ebedî

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.43)

 

 

 

arzularý ve iman-ý âhiretin mezkûr netice ve faidelerini isteyen hakikatlarý ve istidatlarý, daha kat'i olarak âhirete ve cennete ve cismanî bâki lezzetlere delâlet ve tahakkuklarýna þehadet ettiði gibi, bu kâinatýn hakikat-ý kemâlatý ve mânidar tekvinî âyâtý ve insaniyetin mezkûr hakikatler ile alâkadar bütün hakikatlarý, dâr-ý âhiretin vücuduna ve tahakkukuna ve haþrin gelmesine ve Cennet ve Cehennem'in açýlmasýna delâlet ve þehadet ettiklerini, Risale-i Nur eczalarý ve bilhassa Onuncu ve Yirmisekizinci (iki makamý), Yirmidokuzuncu Sözler ve Dokuzuncu Þua ve Münâcat Risaleleri hüccetlerle, parlak ve þüphe býrakmaz bir tarzda isbat etmiþler. Onlara havale ederek bu uzun kýssayý kýsa kesiyoruz.

 

 

 

Cehenneme dâir beyanat-ý Kur'aniye o kadar vâzýh ve zâhirdir ki, baþka îzahata ihtiyaç býrakmamýþ. Yalnýz bir iki zaif þüpheyi izâle edecek iki üç nükteyi, tafsilini Risale-i Nur'a havale edip gayet kýsa bir hülâsasýný beyan edeceðiz.

 

 

 

B i r i n c i N ü k t e: Cehennem fikri, geçmiþ îman meyvelerinin lezzetlerini korkusuyla kaçýrmýyor. Çünki, hadsiz, rahmet-i Rabbaniyye, o korkan adama der: "Bana gel, tevbe kapýsýyla gir." Tâ Cehennem'in vücudu deðil korkutmak, belki sana Cennet'in lezzetlerini tam bildirsin ve senin ve hukuklarýna tecavüz edilen hadsiz mahlûkatýn intikamlarýný alsýn; sizi keyiflendirsin. Eðer sen dalâlette boðulup çýkamýyorsan, yine Cehennem'in vücudu bin derece îdam-ý ebedîden hayýrlýdýr. Ve kâfirlere de bir nevi' merhamettir. Çünki insan, hattâ yavrulu hayvanat dahi, akrabasýnýn ve evlâdýnýn ve ahbabýnýn lezzetleriyle ve saadetleriyle lezzetlenir. Bir cihette mes'ud olur. Þu halde, sen ey mülhid, dalâletin itibariyle ya idam-ý ebedi ile ademe düþeceksin veya Cehennem'e gireceksin. Þerr-i mahz olan adem ise, senin bütün sevdiklerin ve saadetleriyle memnun ve bir derece mes'ud olduðun umum akraba ve asl ve neslin seninle beraber idam olmasýndan, binler derece Cehennem'den ziyâde senin ruhunu ve kalbini ve mâhiyet-i insaniyeni yandýrýr. Çünki, Cehennem olmazsa Cennet de olmaz. Her þey senin küfrün ile ademe düþer. Eðer sen Cehennem'e girsen, vücud dâiresinde kalsan, senin sevdiklerin ve akrabalarýn ya Cennet'te mes'ud veya vücud dâirelerinde bir cihette merhametlere mazhar olurlar. Demek, her halde Cehennem'in vücuduna taraftar olmak sana lâzýmdýr. Cehennem aleyhinde bulunmak ademe taraftar olmaktýr ki; hadsiz dostlarýnýn saadetlerinin hiç olmasýna taraftarlýktýr. Evet Cehennem ise , hayr-ý mahz olan dâire-i vücudun Hâkim-i Zülcelâl'inin hakîmâne ve âdilâne bir hapishâne vazifesini gören dehþetli ve celâlli bir mevcud ülkesidir. Hapishâne vazifesini de görmekle beraber, baþka pek çok vazifeleri var. Ve pek çok hikmetleri ve âlem-i bekaya âit hizmetleri var. Ve zebâni gibi pek çok zîhayatýn celâldarâne meskenleridir.

 

 

 

 

 

 

 

Ý k i n c i N ü k t e : Cehennem'in vücudu ve þiddetli azabý, hadsiz rah-

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.44)

 

 

 

mete ve hakiki adâlete ve israfsýz mizanlý hikmete zýddiyeti yoktur. Belki rahmet ve adalet ve hikmet, onun vücudunu isterler. Çünkü, nasýl bin mâsumlarýn hukukunu çiðneyen bir zâlimi cezalandýrmak ve yüz mazlum hayvanlarý parçalayan bir canavarý öldürmek, adâlet içinde mazlumlara bin rahmettir. Ve o zalimi affetmek ve canavarý serbest býrakmak, bir tek yolsuz merhamete mukabil yüzer biçarelere yüzer merhametsizliktir. Aynen öyle de; Cehennem hapsine girenlerden olan kâfir-i mutlak, küfrüyle hem esma-i Ýlâhiyyenin hukukuna inkâr ile tecavüz; hem o esmaya þehadet eden mevcudatýn þehadetlerini tekzib ile hukuklarýna tecavüz; ve mahlûkatýn o esmâya karþý tesbihkârâne yüksek vazifelerini inkâr etmekle hukuklarýna tecavüz; ve kâinatýn gaye-i hilkati ve bir sebeb-i vücudu ve bekasý olan tezahür-ü rubûbiyyet-i Ýlâhiyyeye karþý ubûdiyetlerle mukabelelerini ve âyinedarlýklarýný tekzib ile hukukuna bir nevi' tecavüz ettiði haysiyetiyle öyle azim bir cinayet, bir zulümdür ki affa kabiliyeti kalmaz.

 

 

 

اِنَّ اللَّهَ لاَ يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِهِ âyetinin tehdidine müstehak olur. Onu Cehennem'e atmamak bir yersiz merhamete mukabil, hukuklarýna taarruz edilen hadsiz dâvacýlara hadsiz merhametsizlikler olur.

 

 

 

Ýþte o dâvacýlar, Cehennem'in vücudunu istedikleri gibi izzet-i celâl ve azamet-i kemâl dahi kat'i isterler. Evet nasýl bir serseri âsi ve raiyete tecavüz eden bir adam, oranýn izzetli hâkimine dese: "Beni hapse atamazsýn ve yapamazsýn" diye izzetine dokunsa, elbette o þehirde hapis olmasa da o edepsiz için bir hapis yapacak, onu içine atacak. Aynen öyle de; kâfir-i mutlak, küfrüyle izzet-i celâline þiddetle dokunuyor. Ve azamet-i kudretine inkâr ile dokunduruyor. Ve kemâl-i rubûbiyyetine tecavüzü ile iliþiyor. Elbette Cehennem'in pek çok vazifeler için pek çok esbab-ý mûcibesi ve vücudunun hikmetleri olmasa da, öyle kâfirler için bir Cehennem'i halketmek ve onlarý içine atmak, o izzet ve celâlin þe'nidir.

 

 

 

Hem mâhiyet-i küfür dahi Cehennem'i bildirir. Evet, nasýlki îmanýn mahiyeti eðer tecessüm etse, lezzetleriyle bir cennet-i hususiye þekline girebilir. Ve Cennet'ten bu noktadan gizli haber verir. Aynen öyle de; Risale-i Nur'da delilleriyle isbat ve baþtaki mes'elelerde dahi iþaret edilmiþ ki; küfrün ve bilhassa küfr-ü mutlakýn ve nifâkýn ve irtidâtýn öyle karanlýklý ve dehþetli elemleri ve mânevi azaplarý var; eðer tecessüm etse, o mürted adama bir hususî Cehennem olur. Ve büyük Cehennemden bu cihette gizli haber verir. Ve bu fidanlýk dünya mezraasýndaki hakikatcikler âhirette sünbüller vermesi noktasýndan, bu zehirli çekirdek, o zakkum aðacýna iþaret eder. "Ben onun bir mâyesiyim" der. "Ve beni kalbinde taþýyan bedbaht için o zakkum aðacýnýn bir hususî nümunesi, benim meyvem olur."

 

 

 

Mâdem küfür hadsiz hukuka bir tecavüzdür...Elbette hadsiz bir cina-

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.45)

 

 

 

yettir. Öyle ise, hadsiz bir azaba müstehâk eder. Mâdem bir dakika katl, onbeþ sene cezada (sekiz milyona yakýn dakikada) hapis cezasýný çekmesini adâlet-i beþeriye kabul edip maslahata ve hukuk-u âmmeye muvafýk görür; elbette bir küfür bin katl kadar olmasý cihetiyle, bir dakika küfr-ü mutlak, sekiz milyara yakýn dakikalarda azap çekmesi, o kanun-u adâlete muvafýk geliyor. Bir sene ömrünü o küfürde geçiren, iki trilyon sekizyüzseksen milyara yakýn dakikada azaba müstehak ve خَآلِدِينَ فِيهَآ اَبَداً sýrrýna mazhar olur. Her ne ise...

 

 

 

Kur'an-ý Hakîm'in, Cennet ve Cehennem hakkýndaki mu'cizâne izahatý ve Kur'an'ýn tefsiri ve ondan gelen Risale-i Nur'un Cennet ve Cehennemin vücutlarýna dair hüccetleri, daha baþka beyana ihtiyaç býrakmamýþlar.

 

 

 

وَيَتَفَكَّرُونَ فِى خَلْقِ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ رَبَّنَا مَاخَلَقْتَ هَذَا بَاطِلاً

 

سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ * رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ اِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا * اِنَّهَا سَآئَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا

 

 

 

 

 

gibi pekçok âyetlerin ve baþta Resûl-i Ekrem (A.S.M) ve umum peygamberler ve ehl-i hakikatýn, her vakit dualarýnda, en ziyâde اَجِرْنَا مِنَ النَّارِ * نَجِّنَا مِنَ النَّارِ * خَلِّصْنَا مِنَ النَّارِ ve vahy-i meþhude binâen onlarca kat'iyet kesbeden "Cehennem'den bizi hýfzeyle." demeleri gösteriyor ki: Nev-i beþerin en büyük mes'elesi Cehennem'den kurtulmaktýr. Ve kâinatýn pekçok ehemmiyetli ve muazzam ve dehþetli bir hakikatý Cehennemdir ki; bir kýsým o ehl-i þuhud ve keþf ve tahkik onu müþahede eder. Ve bir kýsmý tereþþuhâtýný ve gölgelerini görür, dehþetinden feryad ederler. "Bizi ondan kurtar." derler.

 

 

 

Evet, bu kâinatta hayýr-þer, lezzet-elem, ziya-zulmet, hararet-bürudet, güzellik-çirkinlik, hidâyet-dalâlet birbirine karþý gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir. Çünki, þer olmazsa, hayýr bilinmez. Elem olmazsa, lezzet anlaþýlmaz. Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz. Soðukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder. Çirkinlik ile, hüsnün tek bir hakikatý, bin hakikat ve binler çeþit hüsn mertebeleri vücud bulur. Cehennemsiz Cennet'in pekçok lezzetleri gizli kalýr. Bunlara kýyasen herþey, bir cihette zýddýyla bilinebilir. Ve bir tek hakikatý, sünbül verip çok hakikatlar olur.

 

 

 

Mâdem bu karýþýk mevcudat dâr-ý fâniden dâr-ý bekaya akýp gidiyor;

 

 

 

(Sh:Asâ.46)

 

 

 

elbette nasýlki, hayýr, lezzet, ýþýk, güzellik, îman gibi þeyler Cennet'e akar. Öyle de þer, elem, karanlýk, çirkinlik, küfür gibi zararlý maddeler Cehennem'e yaðar, ve bu mütemadiyen çalkanan kâinatýn selleri o iki havza girer, durur. Kerâmetli Yirmidokuzuncu Söz'ün âhirindeki remizli nüktelerine havale ederek kýsa kesiyoruz.

 

 

 

Ey bu Medrese-i Yûsufiyede benim ders arkadaþlarým! Bu dehþetli haps-i ebedîden kurtulmanýn kolayý, çâresi, bu dünyevî hapsimizden istifade ederek elimiz mecburiyetle yetiþmeyen çok günahlardan kurtulduðumuzla beraber, eski günahlardan tevbe edip farzlarýmýzý eda ederek herbir saat bu hapisteki ömrümüzü bir gün ibâdet hükmüne getirmekle o ebedî hapisten necâtýmýz ve o nurânî Cennet'e girmemiz için en iyi bir fýrsattýr. Bu fýrsatý kaçýrýrsak, dünyamýz aðladýðý gibi âhiretimiz dahi aðlayacak خَسِرَ الدُّنْيَا وَاْلاَخِرَةَ tokadýný yiyeceðiz.

 

 

 

$

 

 

 

BU MAKAM YAZILDIÐI ZAMAN KURBAN BAYRAMI GELDÝ.

 

 

 

اَللَّهُ اَكْبَرُ اَللَّهُ اَكْبَرُ اَللَّهُ اَكْبَرُ ler ile nev-i beþerin beþten birisine, üçyüz milyon insanlara birden Allahü Ekber dedirmesi, koca Küre-i Arz, büyüklüðü nisbetinde o اَللَّهُ اَكْبَرُ kelime-i kudsiyesini semâvattaki seyyarat arkadaþlarýna iþittiriyor gibi, yirmi binden ziyâde hacýlarýn Arafat'da ve îd'de birden اَللَّهُ اَكْبَرُ demeleri, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü vesselâm'ýn binüçyüz sene evvel Âl ve Sahabeleriyle söylediði ve emrettiði Allahüekber kelâmýnýn bir nev-i aks-i sadâsý olarak Rubûbiyyet-i Ýlâhiyyenin رَبُّ اْلاَرْضِ وَرَبُّ الْعَالَمِينَ azamet-i unvaniyle küllî tecellisine karþý geniþ ve küllî bir ubûdiyetle bir mukabeledir, diye tahayyül ve his ve kanaat ettim.

 

 

 

Sonra,acaba bu kelam-ý kudsînin bizim mes'elemizle dahi münasebeti var mý diye tahattur ettim. Birden hatýra geldi ki, baþta bu kelâm olarak sâir bâkiyat-ý sâlihat unvanýný taþýyan سُبْحَانَ اللَّهِ * وَالْحَمْدُ لِلَّهِ * وَلآ اِلَهِ اِلاَّ اللَّهُ gibi þeairden çok kelâmlar, cüz'i ve küllî mes'elemizi ihtar ve tahakkukuna iþaret ederler.

 

 

 

(Sh:Asâ.47)

 

Meselâ: اَللَّهُ اَكْبَرُ in bir vech-i mânasý: Cenâb-ý Hakk'ýn kudreti ve ilmi her þey'in fevkinde büyüktür; hiçbir þey dâire-i ilminden çýkamaz. Tasarruf-u kudretinden kaçamaz ve kurtulamaz. Ve korktuðumuz en büyük þeylerden daha büyüktür. Demek haþri getirmekten ve bizi ademden kurtarmaktan ve saadet-i ebediyeyi vermekten daha büyüktür. Her acib ve tavr-ý aklýn hâricindeki herþeyden daha büyüktür ki,

 

مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّكَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ âyetinin sarâhat-ý kat'iyesiyle nev-i beþerin haþri ve neþri, bir tek nefsin îcadý kadar o kudrete kolay gelir. Bu mâna itibariyledir ki, darb-ý mesel hükmünde büyük musibetlere ve büyük maksatlara karþý, herkes "Allah büyüktür, Allah büyüktür." der... kendine teselli ve kuvvet ve nokta-i istinad yapar.

 

 

 

Evet, nasýl ki, Dokuzuncu Söz'de, bu kelime iki arkadaþýyla bütün ibâdâtýn fihristesi olan namazýn çekirdekleri ve hülâsalarý; ve içinde ve tesbihatýnda tekrar ile namazýn mânasýný takviye için سُبْحَانَ اللَّهِ * *اَلْحَمْدُ لِلَّهِ اَللَّهُ اَكْبَرُ üç muazzam hakikatlara ve insanýn kâinatta gördüðü medar-ý hayret, medar-ý þükran ve medar-ý azamet ve kibriya, acib ve güzel ve büyük pekçok fevkalâde þeylerden aldýðý hayret ve lezzet ve heybetten neþ'et eden suallerine pek kuvvetli cevap verdiði gibi, Onaltýncý Söz'ün âhirinde izah edilen þu: Nasýl bir nefer, bayramda bir müþir ile beraber huzur-u pâdiþaha girer. Sair vakitte, zabitinin makamý ile onu tanýr. Aynen öyle de, her adam, Hac'da bir derece velîler gibi Cenâb-ý Hakk'ý رَبُّ اْلاَرْضِ وَرَبُّ الْعَالَمِينَ ünvaný ile tanýmaða baþlar. Ve o kibriya mertebeleri kalbine açýldýkça, ruhunu istilâ eden mükerrer ve hararetli hayret suallerine yine اَللَّهُ اَكْبَرُ tekrarýyla umumuna cevap verdiði misillû; Onüçüncü Lem'anýn âhirinde izahý bulunan ki, þeytanlarýn en ehemmiyetli desiselerini köküyle kesip cevab-ý kat'i veren yine اَللَّهُ اَكْبَرُ olduðu gibi; bizim âhiret hakkýndaki sualimize de kýsa fakat kuvvetli cevap verdiði misillû اَلْحَمْدُ لِلَّهِ cümlesi dahi haþri ihtar edip, ister.

 

 

 

(Sh:Asâ.48)

 

 

 

Bize der: "Mânâm âhiretsiz olmaz; çünki: Ezelden ebede kadar, her kimden ve her kime karþý bütün hamd ve þükür O'na mahsustur ifâde ettiðimden, bütün ni'metlerin baþý ve ni'metleri hakiki ni'met yapan ve bütün ziþuuru ademin hadsýz musibetlerinden kurtaran, yalnýz saadet-i ebediye olabilir. Ve benim o küllî mânâma mukabele eder."

 

 

 

Evet, her mü'min namazlardan sonra, her gün hiç olmazsa yüzelliden ziyade اَلْحَمْدُ لِلَّهِ اَلْحَمْدُ لِلَّهِ þer'an demesi ve mânasý da: Ezelden ebede kadar bir hadsiz geniþ hamd ve þükrü ifade etmesi, ancak ve ancak saadet-i ebediyenin ve Cennet'in peþin bir fiatý ve muaccel bir bahasýdýr. Ve dünyanýn kýsa ve fâni elemlerle âlûde olan ni'metlerine münhasýr olmaz. Ve mahsus deðil. Ve onlara da, ebedi ni'metlere vesile olmalarý cihetiyle bakar, þükreder.

 

سُبْحَانَ اللَّهِ kelime-i kudsiyesi ise: Cenâb-ý Hakk'ý þerikten, kusurdan, noksaniyetten, zulümden, aczden, merhametsizlikten, ihtiyaçtan ve aldatmaktan ve kemâl ve cemâl ve celâline muhalif olan bütün kusurattan takdis ve tenzih etmek mânasýyle, saadet-i ebediyeyi ve celâl ve cemâl ve kemâl-i saltanatýnýn haþmetine medar olan Dâr-ý âhireti ve ondaki Cennet'i ihtar edip delâlet ve iþaret eder. Yoksa, sâbýkan isbat edildiði gibi saadet-i ebediyye olmazsa, hem saltanatý, hem kemâli, hem celâl hem

 

cemâl, hem rahmeti, kusur ve noksan lekeleriyle lekedar olurlar. Ýþte bu üç kudsî kelimeler gibi,

 

بِسْمِ اللَّهِ وَ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ ve sâir kelimat-ý mübareke, herbiri erkân-ý îmâniyenin birer çekirdeði ve bu zamanda keþfedilen et hülâsasý ve þeker hülâsasý gibi hem erkân-ý îmâniyenin, hem Kur'an hakikatlerinin hülâsalarý ve bu üçü namazýn çekirdekleri olduklarý gibi, Kur'an'ýn dahi çekirdekleri ve parlak bir kýsým sûrelerin baþlarýnda pýrlanta gibi görünmeleri ve çok sünühatý tesbihatta baþlayan Risale-i Nur'un dahi hakikî mâdenleri ve esaslarý hakikatlerinin çekirdekleridirler. Ve velâyet-i Ahmediye ve ubûdiyet-i Muhammediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) cihetinde, öyle bir dâire-i zikirde, namazdan sonraki tesbihatta bir tarikat-ý Muhammediyenin (A.S.M) virdidirler ki her namaz vaktinde yüz milyondan ziyade mü'minler beraber, o halka-i kübra-yý zikirde ellerinde tesbihler سُبْحَانَ اللَّهِ otuzüç, اَلْحَمْدُ لِلَّهِ otuzüç, اَللَّهُ كْبَرُ otuzüç defa da tekrar ederler.

 

 

 

Ýþte böyle gayet muhteþem bir halka-i zikirde, sâbýkan beyan ettiðimiz gibi hem Kur'an'ýn, hem imânýn, hem namazýn hülâsalarý ve çekirdekleri olan

 

 

 

(Sh:Asâ.49)

 

 

 

o üç kelime-i mübarekeyi namazdan sonra otuzüçer defa okumak ne kadar kýymettar ve sevablý olduðunu elbette anladýnýz.

 

 

 

Bu risalenin baþýnda Birinci Mes'elesi, namaza dair güzel bir ders olduðu gibi, hiç düþünmediðim halde, âdeta ihtiyarsýz olarak, onun âhiri de namaz tesbihatýna dair ehemmiyetli bir ders oldu.

 

اَلْحَمْدُ لِلَّهِ عَلىاِ نْعَامِهِ

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

 

* * *

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...