Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

YEDÝNCÝ MES'ELE

 

 

 

 

 

[Denizli hapsinde bir Cuma gününün meyvesidir.]

 

 

 

 

 

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ

 

وَمَآ اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ . مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ . فَانْظُرْ اِلى اَثارِ رَحْمَةِ اللّهِ كَيْفَ يُحْىِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذالِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَديرٌ

 

 

 

Bir zaman Kastamonu'da "Hâlýkýmýzý bize tanýttýr." diyen lise talebelerine sâbýk Altýncý Mes'elede mektep fünununun dilleriyle verdiðim dersi, Denizli Hapishanesinde benimle temas edebilen mahpuslar okudular. Tam bir kanaat-ý îmâniye aldýklarýndan âhirete bir iþtiyak hissedip, "Bize âhiretimizi de tam bildir; tâ ki: Nefsimiz ve zamanýn þeytanlarý bizi yoldan çýkarmasýn, daha böyle hapislere sokmasýn." dediler. Ve Denizli hapsindeki Risale-i Nur Þâkirdlerinin ve sâbýkan Altýncý Mes'eleyi okuyanlarýn arzularý ile, âhiret rüknünün dahi bir hülâsasýnýn beyaný lâzým geldi. Ben de Risale-i Nur'dan bir kýsacýk hülâsa ile derim:

 

 

 

Nasýlki Altýncý Mes'elede biz Hâlikýmýzý Arzdan, semavattan sorduk; onlar fenlerin dilleri ile güneþ gibi Hâlikýmýzý bize tanýttýrdýlar. Aynen biz de âhiretimizi baþta O bildiðimiz Rabbimizden, sonra Peygamberimizden, sonra Kur'anýmýzdan, sonra sair Peygamberler ve mukaddes kitaplardan, sonra melâikelerden, sonra kâinattan soracaðýz.

 

 

 

Ýþte, birinci mertebede âhireti Allah'tan soruyoruz. O da bütün gönderdiði elçileriyle ve fermanlariyle ve bütün isimleriyle ve sýfatlariyle:"Evet âhiret vardýr ve sizi oraya sevk ediyorum." ferman ediyor. Onuncu Söz, oniki parlak ve kat'i hakikatlar ile bir kýsým isimlerin âhirete dair cevaplarýný isbat ve izah eylemiþ. Burada, o izaha iktifâen gayet kýsa bir iþaret ederiz.

 

 

 

Evet, madem hiçbir saltanat yoktur ki, o saltanata itaat edenlere mükâfatý ve isyan edenlere mücâzatý bulunmasýn. Elbette Rububiyyet-i Mutlaka mertebesinde bir Saltanat-ý Sermediyyenin, o saltanata îmân ile intisab ve tâat ile fermanlarýna teslim olanlara mükâfatý ve o izzetli saltanatý, küfür ve isyanla inkâr edenlere de mücâzâtý, o Rahmet ve Cemale, o Ýzzet ve Celâle lâyýk bir tarzda olacak diye Rabbü'l-Âlemin ve Sultanü'd-Deyyan isimleri cevap veriyorlar.

 

 

 

Hem mâdem güneþ gibi, gündüz gibi, zemin yüzünde bir umumi rahmet ve ihâtalý bir þefkat ve kerem gözümüzle görüyoruz. Meselâ: O rahmet, her baharda umum aðaçlarý ve meyveli nebatlarý; Cennet hûrileri gibi giydirip, süslendirip, ellerine her çeþit meyveleri verip bizlere uzatýp "Haydi alýnýz, yeyiniz." dediði gibi; bir zehirli sineðin eliyle bizlere þifalý, tatlý balý yedirdiði ve elsiz bir böceðin eliyle en yumuþak ipeði bizlere giydirdiði gibi, bir avuç kadar küçücük çekirdeklerde, tohumcuklarda binler batman taamlarý bizim için saklayan ve ihtiyat zahiresi olarak o küçücük depolarda yerleþtiren bir rahmet, bir þefkat; elbette hiç þüphe olamaz ki, bu derece nâzeninâne beslediði bu sevimli ve minnettarlarý ve perestiþkârlarý olan mü'min insanlarý îdam etmez. Belki; onlarý daha parlak rahmetlere mazhar etmek için hayat-ý dünyeviye vazifesinden terhis eder diye Rahim ve Kerîm isimleri sualimize cevap veriyorlar; "El-Cennetü Hakkun" diyorlar.

 

 

 

Hem mâdem biz gözümüzle görüyoruz ki: Umum mahlûklarda ve zemin yüzünde öyle bir hikmet eli iþliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle iþler dönüyor ki; akl-ý beþer onun fevkinde düþünemiyor. Meselâ: Ýnsanýn bin cihâzâtýna takýlan hikmetlerinden yalnýz bir küçük çekirdek kadar kuvve-i hâfýzasýnda bütün tarihçe-i hayatýný ve ona temas eden hadsiz hâdisatý o kuvvecikde yazýp, onu bir kütüphâne hükmüne getirip ve insanýn haþirde muhakemesi için neþir olacak olan defter-i âmâlinin bir küçük senedi olarak her vakit hatýrlatmak sýrrý ile her insanýn eline vererek dimaðýnýn cebine koyan bir ezelî hikmet; ve bütün masnuatta gayet hassas mizanlar ile âzâlarýný yerleþtiren, mikroptan gergedana, sinekten simurga kuþuna, bir çiçekli nebattan milyarlar, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeðine kadar, israfsýz ölçülerle bir tenâsüp, bir muvazene, bir intizam ve bir cemâl içinde masnuatý bir hüsn-ü san'at yapan ve her zîyahatýn hukuk-u hayatýný kemâl-i mizanla veren; iyiliklere güzel neticeler ve fenalýklara fena neticeler verdiren ve Âdem (A.S) zamanýndan beri tâðî ve zâlim kavimlere vurduðu tokatlarla kendini pek kuvvetli ihsas ettiren bir adâlet-i Sermediye, elbette ve hiç þüphe getirmez ki: Güneþ gündüzsüz olmadýðý gibi, o hikmet-i Ezelîye, o adâlet-i Sermediye, âhiretsiz olmazlar ve ölümde en zalimlerin ve en mazlumlarýn bir tarzda gitmelerindeki âkibetsiz bir dehþetli

 

 

 

(Sh:Asâ.28)

 

 

 

haksýzlýða, adâletsizliðe ve hikmetsizliðe hiçbir veçhile müsaade etmezler diye Hakîm ve Hakem ve Adl ve Âdil isimleri bizim sualimize kat'i cevap veriyorlar.

 

 

 

Hem mâdem bütün zîyahat mahlûklarýn, elleri yetiþmediði ve iktidarlarý dairesinde olmayan bütün hâcatlarýný, bütün fýtrî matlablarýný bir nevi dua bulunan istidad-ý fýtrî ve ihtiyac-ý zarurî dilleriyle istedikleri vakitte, gayet Rahîm ve iþitici ve þefkatli bir dest-i gaybî tarafýndan verildiðinden ve ihtiyarî olan daavât-ý insâniyenin husûsan havaslarýn ve nebilerin dualarýnýn on adetten altý yedisi hilaf-ý âdet makbul olmasýndan kat'i anlaþýlýyor ki: Her dertlinin âhýný, her muhtacýn duasýný iþiten ve dinleyen bir Semî-i ve Mucib perde arkasýnda var, bakar ki; en küçük bir zîyahatýn en küçük bir ihtiyacýný görür ve en gizli bir âhýný iþitir, þefkat eder, fiilen cevap verir, memnun eder.

 

 

 

Elbette ve her halde hiçbir þüphe ihtimâli kalmaz ki: Mahlûklarýn en ehemmiyetlisi olan nev'i insanýn en ehemmiyetli ve umumî ve umum kâinatý ve umum esmâ ve sýfât-ý Ýlâhiyyeyi alâkadar eden beka-i uhreviyeye ait dualarýný içine alan ve nev'i insanýn güneþleri ve yýldýzlarý ve kumandanlarý olan bütün peygamberleri arkasýna alýp onlara, duasýna "âmin, âmin" dedirten ve ümmetinden her gün her ferd-i mütedeyyin hiç olmazsa kaç defa ona salâvat getirmekle onun duasýna âmin âmin diyen ve belki bütün mahlûkat o duasýna iþtirâk ederek "Evet yâ Rabbenâ!..Ýstediðini ver; biz de onun istediðini istiyoruz."diyorlar. Bütün bu reddedilmez þerâit altýnda beka-i uhrevi ve saadeti ebediyye için Muhammed (A.S.M) haþrin esbab-ý mucibesinden yalnýz tek duasý, Cennet'in vücuduna ve baharýn icadý kadar kudretine kolay olan âhiretin icadýna kâfi bir sebeptir, diye Mucîb ve Semi' ve Rahîm isimleri bizim sualimize cevap veriyorlar.

 

 

 

Hem mâdem gündüz, bedahetle güneþi gösterdiði gibi; zemin yüzünde, mevsimlerin tebeddülünde küllî ölmek ve dirilmekte perde arkasýnda bir mutasarrýf, gayet intizamla koca Küre-i Arzý bir bahçe, belki bir aðaç kolaylýðýnda, ve intizamýnda ve azametli baharý bir çiçek suhuletinde ve mizanlý zînetinde, ve zemin sahifesinde üçyüzbin haþr ve neþrin nümune ve misallerini gösteren üçyüz bin kitap hükmündeki nebatat ve hayvanat taifelerini (onda) yazar beraber ve birbiri içinde þaþýrmýyarak, karýþýk iken karýþtýrmayarak, birbirine benzemekle beraber iltibassýz, sehivsiz, hatâsýz, mükemmel, muntazam, mânidar yazan bir Kalem-i Kudret; bu azameti içinde hadsiz bir rahmet, nihayetsiz bir hikmet ile iþlediði gibi; koca kâinatý bir hânesi misillü insana musahhar ve müzeyyen ve tefriþ etmek ve o insaný halife-i zemin ederek; ve dað ve gök ve yer tahammülünden çekindikleri emânet-i kübrayý ona vermesi ve sair zîhayatlara bir derece zâbitlik mertebesi ile mükerrem etmesi ve Hitâbât-ý Sübhâniyyesine ve sohbetine müþerref eylemesi ile fevkalâde bir makam verdiði ve bütün sema-

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.29)

 

 

 

vî fermanlarda ona saadet-i ebediyyeyi ve beka-i uhreviyye kat'î vaad ve ahdettiði halde, elbette ve hiçbir þüphe olmaz ki: Bahar kadar kudretine kolay gelen dâr-ý saadeti o mükerrem ve müþerref insanlar için açacak ve yapacak ve haþir ve kýyameti getirecek diye Muhyî ve Mümît ve Hayy ve Kayyûm ve Kadîr ve Alîm isimleri, Hâlikýmýzdan sormamýza cevap veriyorlar.

 

 

 

Evet, her baharda bütün aðaçlarý ve otlarýn köklerini aynen ihya ve nebatî ve hayvanî üçyüzbin nevi' haþrin ve neþrin nümunelerini icad eden bir kudret, Muhammed ve Mûsa Aleyhimessalâtü Vesselâmlarýn her birinin ümmetinin geçirdiði bin senelik zaman, karþý karþýya hayalen getirilip bakýlsa, haþrin ve neþrin bin misâlini ve bin delilini ikibin baharda (*) gösterdiði görülecek. Ve böyle bir kudretten haþr-i cismânîyi uzak görmek, bin derece körlük ve akýlsýzlýktýr.

 

 

 

Hem mâdem nev'i beþerin en meþhurlarý olan yüzyirmidört bin peygamberler ittifak ile saadet-i ebediyyeyi ve beka-yý uhrevîyi Cenâb-ý Hakk'ýn binler vaad ve ahidlerine istinaden ilân edip mu'cizeleri ile doðru olduklarýný ispat ettikleri gibi, hadsiz ehl-i velâyet keþf ile ve zevk ile ayni hakikata imza basýyorlar: Elbette o hakikat güneþ gibi zâhir olur. Þüphe eden divâne olur.

 

 

 

Evet bir fende ve bir san'atta mütehassýs bir iki zâtýn o fen ve o san'ata ait hükümleri ve fikirleri; onda ihtisasý olmayan bin adamýn, -hattâ baþka fenlerde âlim ve ehl-i ihtisas da olsalar- muhalif fikirlerini hükümden iskat ettikleri gibi; bir mes'elede, meselâ: Ramazan hilâlini yevm-i þekte ispat etmek, ve "Süt konservelerine benzeyen ceviz-i hindi bahçesi rûy-i zeminde var." diye dâva etmekte iki ispat edici, bin inkâr edici ve nefyedicilere galebe edip dâvayý kazanýyorlar. Çünki: Ýspat eden yalnýz bir ceviz-i hindîyi veyahut yerini gösterse, kolayca dâvayý kazanýr. Onu nefiy ve inkâr eden, bütün rûy-i zemini aramak, taramakla hiçbir yerde bulunmadýðýný göstermekle dâvâsýný ispat edebildiði gibi; Cenneti ve dâr-ý saadeti ihbar ve ispat eden, yalnýz bir izini, sinemada gibi keþfen bir gölgesini, bir tereþþuhunu göstermekle dâvayý kazandýðý halde; onu nefy ve inkâr eden, bütün kâinatý ve ezelden ebede kadar zamanlarý görmek ve göstermekle ancak inkârýný ve nefyini ispat ile davayý kazanabilir. Ve bu ehemmiyetli sýrdandýr ki, hususi bir yere bakmayan ve îmanî hakikatlar gibi umum kâinata bakan nefiyler, inkârlar -zatýnda mûhal olmamak þartý ile- ispat edilmez diye ehl-i tahkik ittifak edip bir düstur-u esâsî kabul etmiþler.

 

 

 

Ýþte bu kat'i hakikata binaen; binler feylesoflarýn muhalif fikirleri böyle îmanî mes'elelerde bir tek muhbir-i sâdýka karþý hiçbir þüphe hatta vesvese vermemek lâzým iken, yüzyirmidört bin ispat edici ehl-i ihtisas ve muh-

 

 

 

_____________

 

 

 

(*) Sâbýk her bir bahar, kýyamet kopmuþ, ölmüþ ve karþýsýndaki bahar onun haþri hükmündedir.

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.30)

 

 

 

bir-i sâdýkýn ve hadsiz ve nihayetsiz müsbit ve mütehassýs ehl-i hakikat ve ashab-ý tahkikýn ittifak ettikleri erkân-ý îmaniyyede; aklý gözüne inmiþ, kalbsiz, mâneviyattan uzaklaþmýþ, körleþmiþ, bir kaç feylesofun inkârlarý ile þüpheye düþmenin ne kadar ahmaklýk ve divânelik olduðunu kýyas ediniz.

 

 

 

Hem mâdem, gözümüzle gündüz gibi, hem nefsimizde, hem etrafýmýzda bir rahmet-i âmme ve bir hikmet-i þâmile ve bir inâyet-i dâime müþâhede ediyoruz. Ve dehþetli bir saltanat-ý Rubûbiyyet ve dikkatli bir adâlet-i âliyye ve izzetli icraat-ý Celâliyyenin âsârýný ve cilvelerini görüyoruz. Hattâ bir aðacýn meyveleri ve çiçekleri sayýsýnca o aðaca hikmetler takan bir hikmet, ve her bir insanýn cihâzâtý ve hissiyyâtý ve kuvveleri adedince ihsanlarý, in'amlarý ona baðlamýþ bir Rahmet, ve Kavm-i Nûh ve Hûd ve Salih Aleyhimüsselâm ve Kavm-î Âd ve Semûd ve Fir'avun gibi âsî milletlere tokat vuran, ve en küçük bir zîyahatýn hakkýný muhafaza eden izzetli ve inâyetli bir Adâlet; ve

 

وَمِنْ اَيَآتِهِ اَنْ تَقُومَ السَّمَآءُ وَاْلاَرْضُ بِاَمْرِهِ ثُمَّ اِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةً مِنَ اْلاَرْضِ اِذَآ اَنْتُمْ تَخْرُجُونَ

 

âyeti, azametli bir icaz ile der.

 

 

 

Nasýlki; iki kýþlada yatan ve duran muti askerler bir kumandanýn çaðýrmasýyle silâh baþýna ve vazife baþýna boru sesiyle gelmeleri gibi; aynen öyle de, bu iki kýþlanýn misâlinde ve emre itaatýnda koca semavat ve Küre-i Arz, Sultan-ý Ezelînin askerlerine iki muti kýþla gibi ne vakit Hazret-i Ýsrâfil Aleyhisselâm'ýn borusu ile o kýþlalarda ölüm ile yatanlar çaðrýlsa, derhal cesed libaslarýný giyip dýþarý fýrlamalarýný isbat edip gösteren her baharda arz kýþlasý içindekiler, melek-i ra'dýn borusuyla ayný vaziyeti göstermesiyle nihâyetsiz azameti anlaþýlan bir Saltanat-ý Rubûbiyet; elbette ve elbette ve her halde ve hiç þüphe getirmez ki, (Onuncu Sözde isbatýna binâen) o rahmet ve hikmet ve inâyet ve adâlet ve Saltanat-ý Sermediyyenin gayet kat'i istedikleri dâr-ý âhiret ve dâire-i haþir ve neþrin açýlmamasýyle o nihâyetsiz Cemâl-i Rahmet, nihâyetsiz bir çirkin merhametsizliðe inkýlâb etmesi, ve o hadsiz kemâl-i hikmet, hadsiz kusurlu abesiyete ve faydasýz israfata dönmesi; ve o gayet þirin inâyet, gayet acý ihânetlere deðiþmesi, ve o gayet mizanlý ve hakkaniyetli adâlet, gayet þiddetli zulümlere kalb olmasý, ve o gayet derecede haþmetli ve kuvvetli Saltanat-ý sermediye sukut etmesi, ve haþrin gelmemesiyle bütün haþmeti kaybolmasý ve Kemâlât-ý Rubûbiyyeti acz ve kusur ile lekedar olmasý; hiçbir cihet-i imkâný yok, hiçbir akýl ihtimal vermez, yüz muhal içinde birden bulunur, dâire-i imkân haricinde bâtýl ve mümteni'dir.

 

 

 

(Sh:Asâ.31)

 

Çünki nâzenin ve nâzdar beslediði ve akýl ve kalb gibi cihâzatla saadet-i ebediyeye ve âhirette beka-i dâimîye iþtiyak hissini verdiði halde onu ebedi idam etmek, ne kadar gadirli bir merhametsizlik, ve onun yalnýz dimaðýna yüzer hikmetler ve faydalar taktýðý halde onu dirilmemek üzere bütün cihâzâtýný ve binler faideleri bulunan istidâdâtýný âkibetsiz bir ölümle faidesiz, neticesiz, hikmetsiz, bütün bütün israf etmek ne derece hilâf-ý hikmet ve binler vaid ve ahidlerini yerine getirmemek ile -hâþâ- aczini ve cehlini göstermek; ne kadar o haþmet-i Saltanata ve o kemâl-i Rubûbiyyete zýttýr. her zîþuur anlar. Bunlara kýyasen inâyet ve adâleti tatbik eyle...

 

 

 

Ýþte Hâlýkýmýzdan sorduðumuz âhirete dâir sualimize Rahman, Hakîm, ve Âdil ve Kerîm ve Hâkim isimleri mezkûr hakikatle cevap veriyorlar; þeksiz þüphesiz, güneþ gibi âhireti isbat ediyorlar.

 

 

 

Hem mâdem biz gözümüzle görüyoruz: Öyle ihâtalý ve azametli bir hafîziyyet hükmeder ki, zîyahat her þey'in ve her hâdisenin çok sûretlerini ve gördüðü fýtrî vazifesinin defterini ve esmâ-i Ýlâhiyeye karþý lisân-ý hal ile tesbihatýna dair sahife-i a'mâlini misâli levhalarda ve çekirdeklerinde ve tohumcuklarýnda ve levh-i mahfuzun nümunecikleri olan kuva-yý hâfýzalarýnda ve bilhassa insanýn dimaðýndaki pek büyük ve pek küçük kütüphanesi olan kuvve-i hâfýzasýnda ve sair maddî ve manevî in'ikâs âyinelerinde kaydeder, yazdýrýr; zabtederek muhafaza altýna alýr. Sonra mevsimi geldikçe bütün o mânevi yazýlarý maddi bir tarzda da gözümüze gösterip milyonlarla misaller ve deliller ve nümuneler kuvvetiyle وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ âyetindeki en acib bir hakikat-ý haþriyeyi, kudretin bir çiçeði olan her bahar, kendi çiçek-i ekberinde milyarlar dil ile kâinata ilân eder. Ve baþta nev'i insan olarak bütün zîyahatlar ve bütün eþya, fenâya düþmek ve ademe sukut etmek ve hiçlikte mahv olmak ve baþta nev'i beþer olarak zîyahatlar idam edilmek için yaradýlmamýþlar. Belki bekaya terakki ile ve devama tasaffi ile ve sermedî vazifeye istidadiyle girmek için halk olunduklarýný gayet kuvvetli isbat eder.

 

 

 

Evet, her baharda müþahede ediyoruz ki: Güz mevsimi kýyametinde vefat eden hadsiz nebatat, bahar haþrinde herbir aðaç, herbir kök, herbir çekirdek, herbir tohum وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ âyetini okuyup bir mânasýný, bir ferdini kendi diliyle, geçmiþ senelerde gördüðü vazifenin misâlleriyle tefsir ederek o azametli hafîziyyete þehadet eder.

 

 

 

هُوَ اْلاَوَّلُ وَاْلاَخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ âyetindeki dört muazzam hakikatleri her yerde gösterip hafîziyyeti âzami derecede, ve haþri bahar kolay-

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.32)

 

 

 

lýðýnda ve kat'iyetinde bizlere ders verir. Evet, bu dört ismin cilveleri en cüz'îden en külliye kadar cereyan ederler. Meselâ: Nasýlki, bu aðacýn menþei olan bir çekirdek اَلاَوَّلُ ismine mazhariyetle o aðacýn gayet mükemmel proðramýný ve icadýnýn noksansýz, cihâzâtýný ve teþekkülünün bütün þerâitini câmi bir kutucuktur ki: Hafîziyyetin azametini isbat eder.

 

 

 

وَاْلاَخِرُ ismine mazhar olan meyvesi ise, çekirdekleriyle o aðacýn iþlediði bütün fýtrî vazifelerinin fihristesini ve amellerinin listesini ve hayat-ý saniyesinin düsturlarýný ihtiva eden bir sandukçadýr ki, âzami derecede Hafîziyyete þehadet eder.

 

وَالظَّاهِرُ ismine mazhar olan o aðacýn sûret-i cismaniyesi ise, öyle tenasüplü ve san'atlý ve süslü bir hulle, bir libas ve ayrý ayrý nakýþlar ve zînetler ve yaldýzlý niþanlar ile tezyin edilmiþ, güya yetmiþ renkli bir hurî elbisesidir ki, Hafîziyyet içinde azamet-i Kudret ve Kemâl-i Hikmet ve Cemâl-i Rahmeti gözlere gösterir.

 

وَالْبَاطِنُ ismine âyine olan o aðacýn içindeki makinesi ise; öyle muntazam ve mükemmel ve mu'cizatlý bir fabrika, bir tezgâh, bir kimyahane ve hiçbir dalý ve meyveyi ve yapraðý gýdasýz býrakmayan mizanlý bir kazan-ý erzaktýr ki: Hafîziyyet içinde Kemâl-i Kudret ve Adâlet ve Cemâl-i Rahmet ve Hikmeti güneþ gibi isbat eder.

 

 

 

Aynen öyle de: Küre-i Arz, senevî mevsimler cihetinde bir aðaçtýr. Ýsm-i Evvel cilvesiyle güz mevsiminde Hafîziyyete emânet edilen bütün tohumlar ve çekirdekler, bahar çarþafýný giyen zemin yüzünün milyarlar dal, budak, meyve, çiçek açan aðacýnýn teþkilâtýna dâir Ýlâhî emirlerin mecmuacýklarý ve kaderden gelen düsturlarýn listeleri ve geçen yazýn iþlediði vazifelerin küçücük sahife-i amelleri ve defter-i hidemâtýdýr ki, bilbedâhe bir Hafîz-i Zülcelâl-i Vel'ikrâm'ýn hadsiz kudret, adâlet, hikmet, rahmet ile iþ gördüðünü gösteriyor.

 

 

 

Ve senevî zemin aðacýnýn âhiri ise, ikinci güzde o aðacýn gördüðü bütün vazifelerini, ve esmâ-i Ýlâhiyyeye karþý ettiði bütün fýtrî tesbihatlarýný ve gelecek bahar haþrinde neþir olabilen bütün sahâif-i a'mallerini, zerrecik ve küçücük kutucuklarýn içine koyup Hafîz-i Zülcelâl'in dest-i hikmetine teslim eder, هُوَ اْلاَخِرُ ismini hadsiz dillerle kâinat yüzünde okur.

 

 

 

(Sh:Asâ.33)

 

 

 

Ve bu aðacýn zâhiri ise, haþrin üçyüz bin misâllerini ve emârelerini gösteren üçyüz bin küllî ve çeþit çeþit çiçekler açýp hadsiz Rahmâniyet ve Rezzakýyyet ve Rahîmiyyet ve Kerîmiyyet sofralarýný sererek zîyahatlara ziyâfetler vermekle هُوَ الظَّاهِرُismini meyveleri, çiçekleri, taamlarý sayýsýnca lisanlariyle zikredip medh ü senâ eder, gündüz gibi وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ hakikatýný gösterir.

 

 

 

Bu haþmetli aðacýn bâtýný ise, hadsiz ve hesaba gelmez muntazam makineleri ve mîzanlý fabrikalarý kemâl-i dikkat ve intizamla iþlettiren öyle bir kazan ve tezgâhtýr ki, bir dirhemden bin batman taamlarý piþirir, açlara yetiþtirir. Ve öyle bir mîzan ve dikkatle iþler ki, zerre kadar tesadüfün karýþmasýna bir yer býrakmýyor.

 

 

 

هُوَ الْبَاطِنُ ismini zeminin iç yüzüyle yüzbin dil ile tesbih eden bazý melâike gibi yüzbin tarzlarda ilân edip isbat eder.

 

 

 

Hem arz; senevî hayatý haysiyyetiyle bir aðaç olduðu ve o dört isim içinde Hafîziyyeti, ve onunla haþir kapýsýna bir anahtar yaptýðý gibi, aynen öyle de, dehrî ve dünya hayatý cihetiyle yine meyveleri âhiret pazarýna gönderilen bir muntazam aðaçtýr. Ve o dört isme öyle bir mazhar, bir âyine, ve âhirete giden bir yol açar ki; geniþliðini ihâtaya ve tâbire aklýmýz kâfi gelmiyor. Yalnýz bu kadar deriz: Nasýlki bir saatýn saniyeleri ve dakikalarý ve saatleri; ve günleri sayan haftalýk saatin milleri birbirine benzer; birbirini isbat eder. Saniyelerin hareketini gören, sair çarklarýn hareketlerini tasdik etmeðe mecbur olur. Aynen öyle de; semavat ve Arzýn Hâlýk-ý Zülcelâlinin bir saat-ý ekberi olan bu dünyanýn saniyelerini sayan günler ve dakikalarýný hesap eden seneler, ve saatlerini gösteren asýrlar ve günlerini bildiren devirler birbirine benzer, birbirini isbat eder. Ve bu gecenin sabahý ve bu kýþýn baharý kat'iyetinde fânî dünyanýn karanlýklý kýþýnýn bâkî bir baharý ve sermedî bir sabahý geleceðini hadsiz emârelerle haber verir diye, Hafîz ismi ile هُوَ اْلاَوَّلُ وَاْلاَخِرُ وَالظَّاهِرُ واْلبَاطِنُ isimleri, biz Hâlikýmýzdan sorduðumuz haþir mes'elesine mezkur hakikatle cevap veriyorlar.

 

 

 

Hem madem gözümüzle görüyoruz ve aklýmýzla anlýyoruz ki: Ýnsan, þu kâinat aðacýnýn en son ve en cem'iyetli meyvesi; ve hakikat-ý Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi; ve kâinat Kur'aný-

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.34)

 

 

 

nýn âyet-i kübrasý; ve ism-i A'zamý taþýyan âyete'l-kürsîsî; ve kâinat sarayýnýn en mükerrem misafiri; ve o saraydaki sair sekenelerde tasarrufa me'zun en faal me'muru; ve kâinat þehrinin zemin mahallesinin bahçesinde ve tarlasýnda vâridat ve sarfiyatýna ve zer' ve ekilmesine nezârete me'mur ve yüzer fenler ve binler san'atlarla techiz edilmiþ en gürültülü ve mes'uliyetli nâzýrý; ve kâniat ülkesinin arz memleketinde Pâdiþâh-ý Ezel ve Ebedin gayet dikkat altýnda bir müfettiþi; bir nevi' halife-i arzý; ve cüz'i ve küllî harekâtý kaydedilen bir mutasarrýfý; ve semâ ve arz ve cibalin kaldýrmasýndan çekindikleri emanet-i kübrayý omuzuna alan ve önüne iki acib yol açýlan, bir yolda zîyahatýn en bedbahtý ve diðerinde en bahtiyarý, çok geniþ bir ubûdiyetle mükellef bir abd-i küllî; ve kâinat sultanýnýn ism-i A'zamýna mazhar ve bütün esmasýna en câmi' bir âyinesi; ve hitâbât-ý sübhâniyyesine ve konuþmalarýna en anlayýþlý bir muhatab-ý hâssý ;ve kâinatýn zîhayatlarý içinde en ziyade ihtiyaçlýsý; ve hadsiz fakriyle ve aczi ile beraber ,hadsiz maksatlarý ve arzularý ve nihâyetsiz düþmanlarý ve onu inciten zararlý þeyleri bulunan bir bîçare zîhayatý; ve istidatça en zengini ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi; ve lezzetleri dehþetli elemlerle âlûde ve bekaya en ziyade müþtak ve muhtaç, ve en çok lâyýk ve müstehâk; ve devamý ve saadet-i ebediyeyi hadsiz dualarla istiyen ve yalvaran ve bütün dünya lezzetleri ona verilse onun bekaya karþý arzusunu tatmin etmeyen; ve ona ihsanlar eden Zâtý perestiþ derecesinde seven; ve sevdiren ve sevilen çok hârika bir mu'cize-i Kudret-i Samedaniyye ve bir acûbe-i hilkat; ve kâinatý içine alan ve ebede gitmek için yaratýldýðýna, bütün cihâzât-ý insâniyyesi þehadet eden; böyle yirmi küllî hakikatler ile Cenâb-ý Hakk'ýn Hak ismine baðlanan; ve en küçük zîyahatýn en cüz'i ihtiyacýný gören ve niyazýný iþiten ve fiilen cevap veren Hafîz-i Zülcelâl'in, Hafîz ismiyle mütemadiyen amelleri kaydedilen, ve kâinatý alâkadar edecek ef'alleri o ismin kâtîbîn-i kiramlarýyle yazýlan ve her þeyden ziyade o ismin nazar-ý dikkatine mazhar bulunan bu insanlar, elbette ve elbette ve herhalde ve hiçbir þüphe getirmez ki; bu yirmi hakikatýn hükmiyle, insanlar için bir haþir ve neþir olacak.

 

 

 

Ve Hak ismiyle evvelki hizmetlerinin mükâfatýný, ve kusuratýnýn mücâzâtýný çekecek. Ve Hafîz ismiyle cüz'î-küllî kayd altýna alýnan hem amelinden muhasebe ve sorguya çekilecek. Ve dâr-ý bekada saadet-i ebediye ziyafetgâhýnýn, ve þekâvet-i dâime hapishânesinin kapýlarý açýlacak. Ve bu âlemde çok taifelere kumandanlýk yapan ve karýþan ve bazen karýþtýran bir zabit, topraða girip her amelinden sual olunmamak ve uyandýrýlmamak üzere yatýp saklanmayacaktýr.

 

 

 

Yoksa, sineðin sesini iþitip hakk-ý hayatýný vermekle fiilen cevap verdiði halde, gök gürültüsü kuvvetinde bekaya ait hadsiz hukuk-u insaniyenin, mezkûr yirmi hakikatlar lisanlarý ile edilen, ve arþý ve ferþi çýn-

 

 

 

 

 

(Sh:Asâ.35)

 

 

 

latan dualarýný iþitmemek ve o hadsiz hukuku zâyi etmek ve sinek kanadýnýn intizamý þehadetiyle, sinek kanadý kadar israf etmeyen bir hikmet, bütün o hakikatlarýn baðlandýklarý insanî istidâdatý ve ebede uzanan emelleri ve arzularý ve o istidat ve arzularý besleyen kâinatýn pek çok rabýtalarýný ve hakikatlarýný bütün bütün israf etmek; öyle bir haksýzlýktýr ve imkân haricinde ve zâlimane bir çirkinliktir ki: Hak ve Hâfiz ve Hakîm ve Cemîl ve Rahîm isimlerine þehadet eden bütün mevcudat onu reddeder. Yüz derece muhal ve bin vecihle mümteni'dir derler.

 

 

 

Ýþte biz Hâlikýmýzdan haþre dair sorduðumuz suale Hak, Hafîz, Hakîm, Cemîl, Rahîm isimleri cevap verip derler: "Biz hak ve hakikat olduðumuz gibi ve hem bize þehadet eden mevcudatýn tahakkuku misillû, haþir haktýr ve muhakkaktýr."

 

 

 

Hem mâdem.. daha yazacaktým, fakat güneþ gibi mâlum olmasýndan kýsa kestim.

 

 

 

Ýþte geçmiþ misâllerde ve mâdemlerdeki maddelere kýyasen, Cenâb-ý Hakk'ýn yüz, belki bin esmâsýnýn kâinata bakan isimlerinin her birisi, nasýlki mevcudattaki âyine ve cilveleriyle müsemmâsýný bedâhetle isbat eder. Aynen öyle de: Haþri ve dâr-ý âhireti de gösterirler ve kat'iyetle isbat ederler.

 

 

 

Hem nasýl Hâlikýmýzdan sorduðumuz sualimize, O Rabbimiz bütün fermanlariyle ve nâzil ettiði bütün kitaplariyle ve müsemma olduðu ekser isimleriyle bize kudsî ve kat'i cevap veriyor. Aynen öyle de: Melâikeleriyle ve onlarýn diliyle daha baþka bir tarzda dedirir: "Sizin zaman-ý Âdem'den beri hem ruhanîlerle, hem bizimle görüþmenizin yüzer tevatür kuvvetinde hâdiseleri var ve bizim ve ruhânîlerin vücudlarýna ve ubûdiyetlerine delâlet eden hadsiz emâre ve deliller var. Ve biz âhiret salonlarýnda ve bazý dairelerinde gezdiðimizi birbirimize mutabýk olarak sizin kumandanlarýnýz ile görüþtüðümüz zaman söylemiþiz ve daima da söylüyoruz.

 

 

 

Elbette bu gezdiðimiz bâkî ve mükemmel salonlar ve bu salonlarýn arkalarýnda tefriþ ve tezyin edilmiþ olan saraylar ve menziller, hiç þüphemiz yoktur ki, gayet ehemmiyetli misafirleri o yerlerde iskân etmek üzere bekliyorlar. Size kat'i beyan ediyoruz." diye sualimize cevap veriyorlar.

 

 

 

Hem mâdem Hâlikýmýz, bize en büyük muallim ve en mükemmel üstad þaþýrmaz ve þaþýrtmaz en doðru rehber olarak Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ý tâyin etmiþ. Ve en son elçi olarak göndermiþ. Biz dahi, ilmelyakîn mertebesinden aynelyakîn ve hakkalyakîn mertebelerine terakki ve tekemmül etmek üzere her þeyden evvel bu Üstadýmýzdan, Hâlikýmýzdan sorduðumuz suali sormaklýðýmýz lâzým geliyor. Çünki: O Zât, Hâlikýmýz tarafýndan herbiri birer niþane-i tasdik olan bin mu'cizâtýyle, Kur'an'ýn bir mu'cizesi olarak Kur'an'ýn hak ve Kelâmullah olduðunu isbat

 

 

 

(Sh:Asâ.36)

 

 

 

ettiði gibi; Kur'an dahi, kýrk nevi' i'caz ile, O Zâtýn bir mu'cizesi olup, O'nun doðru ve Resûlullah olduðunu isbat ederek ikisi beraber, biri âlem-i þehadet lisaný; - bütün hayatýnda bütün enbiya ve evliyanýn tasdikleri altýnda- diðeri, âlem-i gayb lisaný -bütün semavî fermanlarýn ve kâinat hakikatlarýnýn tasdikleri içinde- binler âyâtýyle iddia ve isbat ettikleri hakikat-ý haþriye, elbette güneþ ve gündüz gibi bir kat'iyettedir.

 

 

 

Evet haþir gibi, en acib ve en dehþetli ve tavr-ý aklýn haricinde bir mes'ele, ancak ve ancak böyle hârika iki üstadýn dersleriyle halledilir, anlaþýlýr.

 

 

 

Eski zaman peygamberleri ümmetlerine Kur'an gibi izahat vermediklerinin sebebi; o devirler beþerin bedeviyet ve tufuliyet devri olmasýdýr. Ýptidai derslerde izah az olur.

 

 

 

E l h â s ý l: Mâdem Cenâb-ý Hakk'ýn ekser isimleri âhireti iktiza edip isterler. Elbette o isimlere delâlet eden bütün hüccetler, bir cihette âhiretin tahakkukuna dahi delâlet ederler. Ve mâdem melâikeler âhiretin ve âlem-i bekanýn dâirelerini gördüklerini haber veriyorlar. Elbette melâike ve ruhlarýn ve ruhâniyâtýn vücud ve ubûdiyetlerine þehadet eden deliller, dolayýsiyle Âhiretin vücuduna dahi delâlet ederler. Ve mâdem Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn bütün hayatýnda vahdâniyyetten sonra en daimi dâvasý ve müddeasý ve esasý âhirettir. Elbette O Zâtýn nübüvvetine ve sýdkýna delâlet eden bütün mu'cizeleri ve hüccetleri, (bir cihette, dolayýsýyle) âhiretin tahakkukuna ve geleceðine þehadet ederler. Ve mâdem Kur'an'ýn dörtten birisi haþir ve âhirettir. Ve bin âyâtýyle onun isbatýna çalýþýr. Ve onu haber verir. Elbette Kur'an'ýn (hakkaniyetine þehadet ve delâlet eden) bütün hüccetleri ve delilleri ve bürhanlarý, dolayýsiyle âhiretin vücuduna ve tahakkukuna ve açýlmasýna dahi delâlet ve þehadet ederler.

 

 

 

Ýþte bak, bu rükn-ü îmani ne kadar kuvvetli ve kat'i olduðunu gör...

 

 

 

 

 

* * *

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...