Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

ÜÇÜNCÜ MES'ELE

 

 

 

 

 

Gençlik Rehberi'nde izahý bulunan ibretli bir hâdisenin hülâsasý þudur:

 

 

 

Bir zaman, Eskiþehir hapishanesinin penceresinde, bir cumhuriyet bayramýnda oturmuþtum. Karþýsýndaki lise mektebinin büyük kýzlarý, onun avlusunda gülerek raks ediyorlardý. Birden mânevi bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki: O elli- altmýþ kýzlardan ve talebelerden kýrk-ellisi kabirde toprak oluyorlar, azab çekiyorlar. Ve on tanesi; yetmiþ-seksen yaþýnda, çirkinleþmiþ, gençliðinde iffetini muhafaza etmediðinden, sevmek beklediði nazarlardan nefret görüyorlar. Kat'i müþahede ettim. Onlarýn o acýnacak hallerine aðladým. Hapishanedeki bir kýsým arkadaþlar aðladýðýmý iþittiler, geldiler , sordular. Ben dedim: Þimdi beni kendi hâlime býrakýnýz, gidiniz.

 

 

 

Evet gördüðüm hakikatdýr; hayâl deðil. Nasýlki bu yaz ve güzün âhiri kýþtýr. Öyle de: Gençlik yazý ve ihtiyarlýk güzünün arkasý kabir ve berzah kýþýdýr. Geçmiþ zamanýn elli sene evvelki hâdisatý sinema ile hâl-i hâzýrda gösterildiði gibi, gelecek zamanýn elli sene sonraki istikbal hâdisatýný gösteren bir sinema bulunsa, ehl-i dalâlet ve sefâhetin elli-altmýþ sene sonraki vaziyetleri onlara gösterilse idi, þimdiki güldüklerine ve gayr-i meþrû keyiflerine nefretler ve teellümlerle aðlayacaklardý.

 

 

 

Ben o Eskiþehir hapishanesindeki müþahede ile meþgul iken sefâhet ve dalâleti terviç eden bir þahs-ý mânevi, insî bir þeytan gibi karþýma dikildi. Ve dedi:

 

 

 

"Biz hayatýn herbir çeþit lezzetini ve keyiflerini tatmak ve tattýrmak istiyoruz; bize karýþma." Ben de cevaben dedim:

 

 

 

"Mâdem lezzet ve zevk için ölümü hâtýra getirmeyip dalâlet ve sefâhete atýlýyorsun, kat'iyyen bil ki, senin dalâletin hükmüyle bütün geçmiþ zaman-ý mâzi ölmüþ ve mâdumdur. Ve içinde cenâzeleri çürümüþ bir vahþetli mezaristandýr. Ýnsaniyet alâkadarlýðýyle ve dalâlet yoluyla senin baþýna ve varsa ve ölmemiþ ise kalbine, o hadsiz firaklardan ve o nihayetsiz dostlarýnýn ebedi ölümlerinden gelen elemler, senin þimdiki sarhoþça, pek kýsa bir zamandaki cüz'i lezzetini imha ettiði gibi gelecek istikbal zamaný dahi, îtikadsýzlýðýn cihetiyle yine mâdum ve karanlýklý ve ölü ve dehþetli bir vahþetgâhdýr. Ve oradan gelen ve baþýný vücuda çýkaran ve zaman-ý

 

 

 

(Sh:Asâ.17)

 

 

 

hâzýra uðrayan biçarelerin baþlarý ecel cellâdýnýn satýrýyla kesilip hiçliðe atýldýðýndan mütemadiyen akýl alâkadarlýðýyla senin îmansýz baþýna hadsiz elim endiþeler yaðdýrýyor. Senin sefihâne cüz'i lezzetini zir-ü zeber eder.Eðer dalâleti ve sefâheti býrakýp îman-ý tahkiki ve istikamet dâiresine girsen îman nuruyla göreceksin ki: O geçmiþ zaman-ý mâzi mâdum ve her þey'i çürüten bir mezaristan deðil; belki mevcud ve istikbâle inkýlâb eden nuranî bir âlem ve bâki ruhlarýn istikbaldeki saadet saraylarýna girmelerine bir intizar salonu görünmesi haysiyetiyle, deðil elem, belki îmanýn kuvvetine göre, Cennetin bir nevi' mânevî lezzetini dünyada dahi tattýrdýðý gibi; gelecek istikbâl zamaný, deðil vahþetgâh ve karanlýk,belki îman gözüyle görünür ki; saadet-i ebediye saraylarýnda hadsiz rahmeti ve keremi bulunan ve her bahar ve yazý birer sofra yapan ve ni'metlerle dolduran bir Rahman-ý Rahîm-i Zülcelâl-i Vel'ikrâm'ýn ziyafetleri kurulmuþ ve ihsanlarýnýn sergileri açýlmýþ, oraya sevkiyat var." diye îman sinemasýyla müþahede ettiðinden, derecesine göre bâki âlemin bir nevi' lezzetini hissedebilir.

 

 

 

Demek hakiki ve elemsiz lezzet, yalnýz îmanda ve îman ile olabilir.

 

 

 

Îmanýn bu dünyada dahi verdiði binler faide ve neticelerinden yalnýz bir tek faide ve lezzetini, -bu mezkûr bahsimiz münasebetiyle, Gençlik Rehberi'nde bir hâþiye olarak yazýlan- bir temsil ile beyan edeceðiz. Þöyle ki:

 

 

 

Mesela: Senin gayet sevdiðin bir tek evlâdýn sekeratta ölmek üzere iken ve me'yûsane elim, ebedi firakýný düþünürken, birden Hazret-i Hýzýr ve Hakîm-i Lokman gibi bir doktor geldi, tiryak gibi bir mâcun içirdi; o sevimli ve güzel evlâdýn gözünü açtý. Ölümden kurtuldu. Ne kadar sevinç ve ferah veriyor anlarsýn.

 

 

 

Ýþte o çocuk gibi sevdiðin ve ciddi alâkadar olduðun milyonlar sence mahbub insanlar, o mazi mezaristanýnda -senin nazarýnda- çürüyüp mahvolmak üzere iken, birden hakikat-ý îman, Hakîm-i Lokman gibi o büyük idamhâne tevehhüm edilen mezaristana kalb penceresinden bir ýþýk verdi. Onunla baþtan baþa bütün ölüler dirildiler. Ve biz ölmemiþiz ve ölmeyeceðiz; yine sizinle görüþeceðiz. Lisan-ý hâl ile dediklerinden; aldýðýn hadsiz sevinçler ve ferahlarý îman bu dünyada dahi vermesiyle isbat eder ki: Îman hakikatý öyle bir çekirdektir ki, eðer tecessüm etse, bir Cennet-i hususiye ondan çýkar; o çekirdeðin þecere-i tûbâsý olur." Dedim. O muannid döndü dedi:

 

 

 

-"Hiç olmazsa hayvan gibi hayatýmýzý keyf ve lezzetle geçirmek için, sefâhet ve eðlencelerle bu ince þeyleri düþünmeyerek yaþayacaðýz." Cevaben dedim:

 

 

 

-"Hayvan gibi olamazsýn. Çünki, hayvanýn mazi ve müstakbeli yok. Ne geçmiþten elemler ve teessüfler alýr ve ne de gelecekten endiþeler

 

 

 

(Sh:Asâ.18)

 

 

 

ve korkular gelir. Lezzetini tam alýr. Rahatla yaþar, yatar. Hâlikýna þükreder. Hatta kesilmek için yatýrýlan bir hayvan, bir þey hissetmez. Yalnýz býçak kestiði vakit hissetmek ister. Fakat, o his dahi gider. O elemden de kurtulur. Demek en büyük bir rahmet, bir þefkat-i Ýlâhiyye, gaybý bildirmemektedir. Ve baþa gelen þeyleri setretmektedir. Hususan mâsum hayvanlar hakkýnda daha mükemmeldir.

 

 

 

Fakat ey insan! Senin, mazi ve müstakbelin, akýl cihetiyle bir derece gaybilikten çýkmasýyla, setr-i gayptan hayvana gelen istirahatten tamamen mahrumsun. Geçmiþten çýkan teessüfler, elim firaklar ve gelecekten gelen korkular ve endiþeler, senin cüz'i lezzetini hiçe indirir. Lezzet cihetinde yüz derece hayvandan aþaðý düþürür. Mâdem hakikat budur: Ya aklýný çýkar at, hayvan ol kurtul! Veya aklýný îmanla baþýna al, Kur'an'ý dinle.. yüz derece hayvandan ziyade bu fâni dünyada dahi sâfi lezzetleri kazan!..." diyerek onu ilzam ettim.

 

 

 

Yine o mütemerrid þahýs döndü dedi:

 

 

 

-"Hiç olmazsa ecnebi dinsizleri gibi yaþarýz." Cevaben dedim:

 

 

 

-"Ecnebi dinsizleri gibi de olamazsýn. Çünki onlar bir peygamberi inkâr etse, diðerlerine inanabilirler. Peygamberleri bilmese de Allah'a inanabilir. Onu da bilmezse kemâlâta medar bâzý seciyeleri bulunabilir. Fakat bir Müslüman, en âhir ve en büyük ve dini ve dâveti umumî olan âhir zaman Peygamberi Aleyhissalâtü Vesselâmý inkâr etse ve zincirinden çýksa, daha hiçbir peygamberi hattâ Allah'ý kabul etmez. Çünki bütün peygamberleri ve Allah'ý ve kemâlâtý O'nunla bilmiþ. Onlar, O'nsuz kalbinde kalmaz. Bunun için dir ki, eskiden beri her dinden Ýslâmiyete giriyorlar. Ve hiç bir Müslüman, hakiki Yahudî veya Mecûsi veya Nasranî olmaz. Belki dinsiz olur. Seciyeleri bozulur; vatana, millete muzýr bir hâlete girer." Ýsbat ettim. O muannid ve mütemerrid þahsýn daha tutunacak bir yeri kalmadý. Kayboldu. Cehenneme gitti.

 

 

 

Ýþte bu ey Medrese-i Yûsufiye'de benim ders arkadaþlarým! Mâdem hakikat budur. Ve bu hakikatý Risale-i Nur o derece kat'i ve güneþ gibi isbat etmiþ ki; yirmi senedir mütemerridlerin inadlarýný kýrýp îmana getiriyor. Biz dahi hem dünyamýza, hem istikbalimize; hem âhiretimize, hem vatanýmýza, hem milletimize tam menfaatli ve kolay ve selâmetli olan îman ve istikamet yolunu tâkip edip; boþ vaktimizi sýkýntýlý hülyalar yerinde, Kur'an'dan bildiðimiz sûreleri okumak ve mânalarýný bildiren arkadaþlardan öðrenmek ve kazaya kalmýþ farz namazlarýmýzý kaza etmek ve birbirinin güzel huylarýndan istifade edip, bu hapishaneyi güzel seciyeli fidanlar yetiþtiren bir mübarek bahçeye çevirmek gibi âmâl-i sâliha ile, hapishane müdür ve alâkadarlarý, câni ve katillerin baþlarýnda zebâni gibi azab memurlarý deðil; belki Medrese-i Yûsufiye'de, Cennete adam yetiþtirmek ve onlarýn terbiyesine nezaret etmek vazifesiyle memur birer müstakim üstad ve birer þefkatli rehber olmalarýna çalýþmalýyýz.

 

* * *

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...