Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

9. Þua


EMRE

Empfohlene Beiträge

Dokuzuncu Þua

 

 

 

(Onuncu Söz'ün Mühim Bir Zeyli ve Lâhikasýnýn Birinci Parçasý)

 

بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ فَسُبْحَانَ اللّهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ

 

تُصْبِحُونَ *وَلَهُ اْلحَمْدُ فِى السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَعَشِيًّا وَحِينَ تُظْهِرُونَ

 

يُخْرِجُ اْلحَىَّ مِنَ اْلمَيِّتِ وَيُخْرِجُ اْلمَيِّتَ مِنَ اْلحَىِّ وَيُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَ

 

كَذلِكَ تُخْرَجُونَ*

 

وَمِنْ آيَاتِهِ اَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ اِذَا اَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ

 

وَ مِنْ آيَاتِهِ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا لِتَسْكُنُوا اِلَيْهَا وَ جَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَ رَحْمَةً اِنَّ فِى ذلِكَ َلآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ*

 

* وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفُ اَلْسِنَتِكُمْ وَ اَلْوَانِكُمْ اِنَّ فِى ذلِكَ َلآيَاتٍ لِلْعَالِمِينَ

 

وَ مِنْ آيَاتِهِ مَنَامُكُمْ بِالَّيْلِ وَ النَّهَارِ وَابْتِغَاؤُكُمْ مِنْ فَضْلِهِ اِنَّ فِى ذلِكَ َلآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ*

 

وَ مِنْ آيَاتِهِ يُرِيكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَ طَمَعًا وَ يُنَزِّلُ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَيُحْيِى بِهِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ فِى ذلِكَ َلآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

 

وَمِنْ آيَاتِهِ اَنْ تَقُومَ السّمَاءُ وَاْلاَرْضُ بِاَمْرِهِ ثُمَّ اِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةً مِنَ اْلاَرْضِ اِذَا اَنْتُمْ تَخْرُجُونَ {

 

وَ لَهُ مَنْ فِى السَّموَاتِ وَ اْلاَرْضِ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ {

 

وَ هُوَ الَّذِى يَبْدَؤُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَ هُوَ اَهْوَنُ عَلَيْهِ وَلَهُ اْلمَثَلُ اْلاَعْلَى فِى السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {

 

 

 

sh: » (Þ: 178)

 

Ýmanýn bir kutbunu gösteren bu semavî âyât-ý kübranýn ve haþri isbat eden þu kudsî berahin-i uzmânýn bir nükte-i ekberi ve bir hüccet-i azamý; bu "Dokuzuncu Þua"da beyan edilecek. Latif bir inayet-i Rabbaniyedir ki: Bundan otuz sene evvel Eski Said, yazdýðý tefsir mukaddemesi "Muhakemat" namýndaki eserin âhirinde; "Ýkinci Maksad: Kur'an'da haþre iþaret eden iki âyet tefsir ve beyan edilecek. نَخُو بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ deyip durmuþ. Daha yazamamýþ. Hâlýk-ý Rahîm'ime delail ve emarat-ý haþriye adedince þükür ve hamd olsun ki, otuz sene sonra tevfik ihsan eyledi. Evet bundan dokuz-on sene evvel o iki âyetten birinci âyet olan فَانْظُرْ اِلَى آثَارِ رَحْمَةِ اللّهِ كَيْفَ يُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذلِكَ َلمُحْيِى اْلمَوْتَى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ferman-ý Ýlahînin iki parlak ve çok kuvvetli hüccetleri ve tefsirleri bulunan Onuncu Söz ile Yirmidokuzuncu Söz'ü in'am etti, münkirleri susturdu. Hem îman-ý haþrînin hücum edilmez o iki metin kal'asýndan, dokuz ve on sene sonra ikinci âyet olan baþta mezkûr âyât-ý ekberin tefsirini bu risale ile ikram etti. Ýþte bu Dokuzuncu Þua, mezkûr âyâtýyla iþaret edilen dokuz âlî makam ve bir ehemmiyetli mukaddemeden ibarettir.

 

* * *

 

 

 

sh: » (Þ: 179)

 

Mukaddeme

 

(Haþir akidesinin, pek çok ruhî faidelerinden ve hayatî neticelerinden birtek netice-i câmiayý ihtisar ile beyan ve hayat-ý insaniyeye hususan hayat-ý içtimaiyesine ne derece lüzumlu ve zarurî olduðunu izhar ve bu îman-ý haþrî akidesinin pek çok hüccetlerinden bir tek hüccet-i külliyeyi icmal ile göstermek ve o akide-i haþriye ne derece bedihî ve þübhesiz bulunduðunu ifade etmekten ibaret olarak "Ýki Nokta"dýr.)

 

Birinci Nokta: Âhiret akidesi, hayat-ý içtimaiye ve þahsiye-i insaniyenin üss-ül esasý ve saadetinin ve kemalâtýnýn esasatý olduðuna yüzer delillerinden bir mikyas olarak yalnýz dört tanesine iþaret edeceðiz.

 

Birincisi: Nev-i beþerin hemen yarýsýný teþkil eden çocuklar, yalnýz Cennet fikriyle, onlara dehþetli ve aðlatýcý görünen ölümlere ve vefatlara karþý dayanabilirler ve gayet zaîf ve nazik vücudlarýnda bir kuvve-i maneviye bulabilirler ve her þeyden çabuk aðlayan gayet mukavemetsiz mizac-ý ruhlarýnda, o Cennet ile bir ümid bulup mesrurane yaþayabilirler. Meselâ Cennet fikriyle der: "Benim küçük kardeþim veya arkadaþým öldü, Cennet'in bir kuþu oldu. Cennet'te gezer, bizden daha güzel yaþar." Yoksa her vakit etrafýnda kendi gibi çocuklarýn ve büyüklerin ölümleri, o zaîf bîçarelerin endiþeli nazarlarýna çarpmasý; mukavemetlerini ve kuvve-i maneviyelerini zîr ü zeber ederek gözleriyle beraber ruh, kalb, akýl gibi bütün letaifini dahi öyle aðlattýracak, ya mahvolup veya divane bir bedbaht hayvan olacaktý.

 

Ýkinci delil: Nev-i insanýn nýsfý olan ihtiyarlar, yalnýz hayat-ý uhreviye ile yakýnlarýnda bulunan kabre karþý tahammül edebilirler. Ve çok alâkadar olduklarý hayatlarýnýn yakýnda sönmesine ve güzel dünyalarýnýn kapanmasýna mukabil bir teselli bu

 

sh: » (Þ: 180)

 

labilirler ve çocuk hükmüne geçen seri-üt teessür ruhlarýnda ve mizaçlarýnda, mevt ve zevalden çýkan elîm ve dehþetli me'yusiyete karþý, ancak hayat-ý bâkiye ümidiyle mukabele edebilirler. Yoksa o þefkate lâyýk muhteremler ve sükûnete ve istirahat-ý kalbiyeye çok muhtaç o endiþeli babalar ve analar, öyle bir vaveylâ-i ruhî ve bir daðdaða-i kalbî hissedeceklerdi ki; bu dünya onlara zulmetli bir zindan ve hayat dahi kasavetli bir azab olurdu.

 

Üçüncü delil: Ýnsanlarýn hayat-ý içtimaiyesinin en kuvvetli medarý olan gençler, delikanlýlar, þiddet-i galeyanda olan hissiyatlarýný ve ifratkâr bulunan nefis ve hevalarýný tecavüzattan ve zulümlerden ve tahribattan durduran ve hayat-ý içtimaiyenin hüsn-ü cereyanýný temin eden; yalnýz Cehennem fikridir. Yoksa Cehennem endiþesi olmazsa, "El-hükmü lil-galib" kaidesiyle o sarhoþ delikanlýlar, hevesatlarý peþinde bîçare zaîflere, âcizlere, dünyayý Cehennem'e çevireceklerdi ve yüksek insaniyeti gayet süflî bir hayvaniyete döndüreceklerdi.

 

Dördüncü delil: Nev-i beþerin hayat-ý dünyeviyesinde en cem'iyetli merkez ve en esaslý zenberek ve dünyevî saadet için bir Cennet, bir melce, bir tahassüngâh ise; aile hayatýdýr. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasýdýr. Ve o hane ve aile hayatýnýn hayatý ve saadeti ise; samimî ve ciddî ve vefadarane hürmet ve hakikî ve þefkatli ve fedakârane merhamet ile olabilir. Ve bu hakikî hürmet ve samimî merhamet ise; ebedî bir arkadaþlýk ve daimî bir refakat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hududsuz bir hayatta birbiriyle pederane, ferzendane, kardeþane, arkadaþane münasebetlerin bulunmak fikriyle ve akidesiyle olabilir. Meselâ der: "Bu haremim, ebedî bir âlemde, ebedî bir hayatta, daimî bir refika-i hayatýmdýr. Þimdilik ihtiyar ve çirkin olmuþ ise de zararý yok. Çünki ebedî bir güzelliði var, gelecek. Ve böyle daimî arkadaþlýðýn hatýrý için herbir fedakârlýðý ve merhameti yaparým." diyerek o ihtiyare karýsýna, güzel bir huri gibi muhabbetle, þefkatle, merhametle mukabele edebilir. Yoksa kýsacýk bir-iki saat surî bir refakatten sonra ebedî bir firak ve müfarakate uðrayan arkadaþlýk; elbette gayet surî ve muvakkat ve esassýz, hayvan gibi bir rikkat-i cinsiye manasýnda ve bir mecazî merhamet ve sun'î bir hürmet verebilir ve hayvanatta olduðu gibi; baþka menfaatler ve sair galib hisler, o hürmet ve merhameti maðlub edip o dünya cennetini, cehenneme çevirir.

 

Ýþte îman-ý haþrînin yüzer neticesinden birisi; hayat-ý içtimaiye-i insaniyeye taalluk eder. Ve bu tek neticenin de yüzer cihetinden ve faydalarýndan mezkûr dört delile sairleri kýyas edilse

 

sh: » (Þ: 181)

 

anlaþýlýr ki: Hakikat-ý haþriyenin tahakkuku ve vukuu; insaniyetin ulvî hakikatý ve küllî hâceti derecesinde kat'îdir. Belki insanýn midesindeki ihtiyacýn vücudu, taamlarýn vücuduna delalet ve þehadetinden daha zâhirdir ve daha ziyade tahakkukunu bildirir. Ve eðer bu hakikat-ý haþriyenin neticeleri insaniyetten çýksa; o çok ehemmiyetli ve yüksek ve hayatdar olan insaniyet mahiyeti, murdar ve mikrop yuvasý bir lâþe hükmüne sukut edeceðini isbat eder. Beþerin idare ve ahlâk ve içtimaiyatý ile çok alâkadar olan içtimaiyyun ve siyasiyyun ve ahlâkiyyunun kulaklarý çýnlasýn! Gelsinler, bu boþluðu ne ile doldurabilirler ve bu derin yaralarý ne ile tedavi edebilirler?

 

Ýkinci Nokta: Hakikat-ý haþriyenin hadsiz bürhanlarýndan sair erkân-ý îmaniyeden gelen þehadetlerin hülâsasýndan çýkan bir bürhaný, gayet muhtasar bir surette beyan eder. Þöyle ki:

 

Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn risaletine delalet eden bütün mu'cizeleri ve bütün delail-i nübüvveti ve hakkaniyetinin bütün bürhanlarý, birden hakikat-ý haþriyenin tahakkukuna þehadet ederek isbat ederler. Çünki bu zâtýn bütün hayatýnda bütün davalarý, vahdaniyetten sonra haþirde temerküz ediyor. Hem umum peygamberleri tasdik eden ve ettiren bütün mu'cizeleri ve hüccetleri, ayný hakikate þehadet eder.

 

Hem وَ بِرُسُلِهِ kelimesinden gelen þehadeti bedahet derecesine çýkaran وَ كُتُبِهِ þehadeti de ayný hakikate þehadet eder. Þöyle ki: Baþta Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn hakkaniyetini isbat eden bütün mu'cizeleri, hüccetleri ve hakikatlarý, birden hakikat-ý haþriyenin tahakkukuna ve vukuuna þehadet edip isbat ederler. Çünki Kur'anýn hemen üçten birisi haþirdir ve ekser kýsa sûrelerinin baþlarýnda gayet kuvvetli âyât-ý haþriyedir. Sarîhan ve iþareten binler âyâtýyla ayný hakikatý haber verir, isbat eder, gösterir. Meselâ:

 

 

 

sh: » (Þ: 182)

 

اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ*يَا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ*

 

اِذَا السَّمَاءُ انْفَطَرَتْ اِذَا زُلْزِلَتِ اْلاَرْضُ زِلْزَالَهَا*

 

اِذَا السَّمَاءُ انْشَقَّتْ*عَمَّ يَتَسَاءَ لُونَ*هَلْ اَتَيكَ حَدِيثُ الْغَاشِيَةُ *

 

gibi, otuz-kýrk sûrelerin baþlarýnda bütün kat'iyetle hakikat-ý haþriyeyi kâinatýn en ehemmiyetli ve vâcib bir hakikatý olduðunu göstermekle beraber, sair âyetlerinde dahi o hakikatýn çeþit çeþit delillerini beyan edip ikna' eder. Acaba birtek âyetin birtek iþareti, gözümüz önünde ulûm-u Ýslâmiyede müteaddid ilmî ve kevnî hakikatlarý meyve veren bir kitabýn binler böyle þehadetleri ve davalarý ile, Güneþ gibi zuhur eden îman-ý haþrî; hakikatsýz olmasý güneþin inkârý belki kâinatýn ademi gibi hiçbir cihet-i imkâný var mý ve yüz derece muhal ve bâtýl olmaz mý? Acaba bir sultanýn birtek iþareti yalan olmamak için bazan bir ordu hareket edip çarpýþtýðý halde, o pek ciddî ve izzetli sultanýn binler sözleri ve va'dleri ve tehdidlerini yalan çýkarmak hiçbir cihette kabil midir ve hakikatsýz olmak mümkün müdür? Acaba onüç asýrda fâsýlasýz olarak hadsiz ruhlara, akýllara, kalblere, nefislere hak ve hakikat dairesinde hükmeden, terbiye eden, idare eden bu manevî Sultan-ý Zîþan'ýn birtek iþareti böyle bir hakikatý isbat etmeye kâfi iken, binler tasrihat ile bu hakikat-ý haþriyeyi gösterip isbat ettikten sonra, o hakikatý tanýmayan bir echel ahmak için Cehennem âzabý lâzým gelmez mi ve ayn-ý adalet olmaz mý? Hem birer zamana ve birer devre hükmeden bütün semavî suhuflar ve mukaddes kitablar dahi, bütün istikbale ve umum zamanlara hükümran olan Kur'anýn tafsilatla, izahatla tekrar ile beyan ve isbat ettiði hakikat-ý haþriyeyi, asýrlarýna ve zamanlarýna göre o hakikatý kat'î kabul ile beraber, tafsilatsýz ve perdeli ve muhtasar bir surette beyan, fakat kuvvetli bir tarzda iddia ve isbatlarý; Kur'anýn davasýný binler imza ile tasdik ederler.

 

Bu bahsin münasebetiyle Risâle-i Münacat'ýn âhirinde, "îman-ün bilyevm-il âhir" rüknüne sair rükünlerin hususan "rusül" ve "kütüb"ün þehadeti, münacat suretinde zikredilen pek

 

 

 

sh: » (Þ: 183)

 

kuvvetli ve hülâsalý ve bütün evhamlarý izale eden bir hüccet-i haþriye aynen buraya giriyor. Þöyle ki: Münacat'ta demiþ:

 

Ey Rabb-i Rahîm'im! Resûl-i Ekrem'inin talimiyle ve Kur'an-ý Hakîm'in dersiyle anladým ki: Baþta Kur'an ve Resûl-i Ekrem'in olarak bütün mukaddes kitablar ve peygamberler, bu dünyada ve her tarafta nümuneleri görülen celalli ve cemalli isimlerinin tecellileri daha parlak bir surette ebed-ül âbâdda devam edeceðine ve bu fâni âlemde rahîmane cilveleri, nümuneleri müþahede edilen ihsanatýnýn daha þaþaalý bir tarzda dâr-ý saadette istimrarýna ve bekasýna ve bu kýsa hayat-ý dünyeviyede onlarý zevk ile gören ve muhabbet ile refakat eden müþtaklarýn, ebedde dahi refakatlarýna ve beraber bulunmalarýna icma' ve ittifak ile þehadet ve delalet ve iþaret ederler. Hem yüzer mu'cizat-ý bâhirelerine ve âyât-ý katýalarýna istinaden, baþta Resûl-i Ekrem ve Kur'an-ý Hakîm'in olarak bütün nuranî ruhlarýn sahibleri olan peygamberler ve bütün münevver kalblerin kutublarý olan veliler ve bütün keskin ve nurlu akýllarýn mâdenleri olan sýddýkînler, bütün suhuf-u semaviyede ve kütüb-ü mukaddesede senin çok tekrar ile ettiðin binler va'dlerine ve tehdidlerine istinaden, hem senin kudret ve rahmet ve inayet ve hikmet ve celal ve cemal gibi âhireti iktiza eden kudsî sýfatlarýna ve þe'nlerine ve senin izzet-i celaline ve saltanat-ý rububiyetine itimaden, hem âhiretin izlerini ve tereþþuhatýný bildiren hadsiz keþfiyatlarýna ve müþahedelerine ve ilmelyakîn ve aynelyakîn derecesinde bulunan itikadlarýna ve îmanlarýna binaen saadet-i ebediyeyi insanlara müjdeliyorlar. Ehl-i dalalet için Cehennem ve ehl-i hidayet için Cennet bulunduðunu haber verip ilân ediyorlar, kuvvetli îman edip þehadet ediyorlar.

 

Ey Kadîr-i Hakîm! Ey Rahman-ý Rahîm! Ey Sadýk-ul Va'd-il Kerim! Ey izzet ve azamet ve celal sahibi Kahhar-ý Zülcelal!.. Bu kadar sadýk dostlarýný ve bu kadar va'dlerini ve bu kadar sýfât ve þuunatýný yalancý çýkarmak, tekzib etmek ve saltanat-ý rububiyetinin kat'î mukteziyatýný tekzib edip yapmamak ve senin sevdiðin ve onlar dahi seni tasdik ve itaat etmekle kendilerini sana sevdiren hadsiz makbul ibadýnýn âhirete bakan hadsiz dualarýný ve davalarýný reddetmek, dinlememek ve küfür ve isyan ile ve seni va'dinde tekzib etmekle, senin azamet ve kibriyana dokunan ve izzet-i celaline dokunduran ve uluhiyetinin haysiyetine iliþen ve þefkat-i rububiyetini müteessir eden ehl-i dalaleti ve ehl-i küfrü haþrin inkârýnda, onlarý tasdik etmekten yüzbinler derece mukaddessin ve hadsiz derece münezzeh ve âlîsin. Böyle nihayetsiz bir zulümden ve nihayetsiz bir çirkinlikten, senin o nihayetsiz adaletini

 

sh: » (Þ: 184)

 

ve nihayetsiz cemalini ve hadsiz rahmetini, hadsiz derece takdis ediyoruz. Ve bütün kuvvetimizle îman ederiz ki: O yüzbinler sadýk elçilerin ve o hadsiz doðru dellâl-ý saltanatýn olan enbiya, asfiya ve evliyalar‏ýýýýn , hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn suretinde senin uhrevî rahmet hazinelerine, âlem-i bekadaki ihsanatýnýn definelerine ve dâr-ý saadette tamamýyla zuhur eden güzel isimlerinin hârika güzel cilvelerine þehadetleri hak ve hakikattýr ve iþaretleri doðru ve mutabýktýr ve beþaretleri sâdýk ve vâki'dir. Ve onlar bütün hakikatlarýn mercii ve güneþi ve hâmisi olan "Hak" isminin en büyük bir þuaý; bu hakikat-ý ekber-i haþriye olduðunu îman ederek, senin emrin ile senin ibadýna hak dairesinde ders veriyorlar ve ayn-ý hakikat olarak talim ediyorlar. Ya Rab! Bunlarýn ders ve talimlerinin hakký ve hürmeti için, bize ve Risâle-i Nur talebelerine îman-ý ekmel ve hüsn-ü hâtime ver ve bizleri onlarýn þefaatlerine mazhar eyle, âmîn!..

 

Hem nasýlki Kur'anýn belki bütün semavî kitablarýn hakkaniyetini isbat eden umum deliller ve hüccetler ve Habibullah'ýn belki bütün enbiyanýn nübüvvetlerini isbat eden umum mu'cizeler ve bürhanlar, dolayýsýyla en büyük müddealarý olan âhiretin tahakkukuna delalet ederler. Aynen öyle de, Vâcib-ül Vücud'un vücuduna ve vahdetine þehadet eden ekser deliller ve hüccetler, dolayýsýyla rububiyetin ve uluhiyetin en büyük medarý ve mazharý olan dâr-ý saadetin ve âlem-i bekanýn vücuduna, açýlmasýna þehadet ederler. Çünki gelecek makamatta beyan ve isbat edileceði gibi, Zât-ý Vâcib-ül Vücud'un hem mevcudiyeti, hem umum sýfatlarý, hem ekser isimleri, hem rububiyet, uluhiyet, rahmet, inayet, hikmet, adalet gibi vasýflarý, þe'nleri lüzum derecesinde âhireti iktiza ve vücub derecesinde bâki bir âlemi istilzam ve zaruret derecesinde mükâfat ve mücazat için haþri ve neþri isterler.

 

Evet madem ezelî ve ebedî bir Allah var; elbette saltanat-ý uluhiyetinin sermedî bir medarý olan âhiret vardýr. Ve madem bu kâinatta ve zîhayatta gayet haþmetli ve hikmetli ve þefkatli bir rububiyet-i mutlaka var ve görünüyor. Elbette o rububiyetin haþmetini sukuttan ve hikmetini abesiyetten ve þefkatini gadirden kurtaran, ebedî bir dâr-ý saadet bulunacak ve girilecek.

 

Hem madem göz ile görünen bu hadsiz in'amlar, ihsanlar, lütuflar, keremler, inayetler, rahmetler; perde-i gayb arkasýnda bir Zât-ý Rahman-ý Rahîm'in bulunduðunu sönmemiþ akýllara, ölmemiþ kalblere gösterir. Elbette in'amý istihzadan ve ihsaný aldatmaktan ve inayeti adavetten ve rahmeti azabdan ve lütuf ve keremi ihanetten halâs eden ve ihsaný ihsan eden ve nimeti nimet eden, bir âlem-i bâkide bir hayat-ý bâkiye var ve olacaktýr.

 

 

 

sh: » (Þ: 185)

 

Hem madem bahar faslýnda zeminin dar sahifesinde hatasýz yüzbin kitabý birbiri içinde yazan bir kalem-i kudret gözümüz önünde yorulmadan iþliyor. Ve o kalem sahibi yüzbin defa ahd ve va'detmiþ ki: "Bu dar yerde ve karýþýk ve birbiri içinde yazýlan bahar kitabýndan daha kolay olarak geniþ bir yerde güzel ve lâyemut bir kitabý yazacaðým ve size okutturacaðým" diye, bütün fermanlarda o kitabdan bahsediyor. Elbette ve herhalde o kitabýn aslý yazýlmýþ ve haþir ve neþir ile haþiyeleri de yazýlacak ve umumun defter-i a'malleri onda kaydedilecek. Hem madem bu Arz, kesret-i mahlukat cihetiyle ve mütemadiyen deðiþen yüzbinler çeþit çeþit enva'-ý zevil-hayat ve zevil-ervahýn meskeni, menþei, fabrikasý, meþheri, mahþeri olmasý haysiyetiyle bu kâinatýn kalbi, merkezi, hülâsasý, neticesi, sebeb-i hilkatý olarak gayet büyük öyle bir ehemmiyeti var ki; küçüklüðüyle beraber koca semavata karþý denk tutulmuþ. Semavî fermanlarda daima رَبُّ السَّموَاتِ وَ اْلاَرْضِ deniliyor. Ve madem bu mahiyetteki Arz'ýn her tarafýna hükmeden ve ekser mahlukatýna tasarruf eden ve ekser zîhayat mevcudatýný teshir edip kendi etrafýna toplattýran ve ekser masnuatýný kendi hevesatýnýn hendesesiyle ve ihtiyacatýnýn düsturlarýyla öyle güzelce tanzim ve teþhir ve tezyin ve çok antika nevilerini liste gibi birer yerlerde öyle toplayýp süslettirir ki, deðil yalnýz ins ve cin nazarlarýný, belki semavat ehlinin ve kâinatýn nazar-ý dikkatlerini ve takdirlerini ve kâinat sahibinin nazar-ý istihsanýný celbetmekle gayet büyük bir ehemmiyet ve kýymet alan ve bu haysiyetle bu kâinatýn hikmet-i hilkatý ve büyük neticesi ve kýymetli meyvesi ve Arz'ýn halifesi olduðunu fenleriyle, san'atlarýyla gösteren.. ve dünya cihetinde Sani-i Âlem'in mu'cizeli san'atlarýný gayet güzelce teþhir ve tanzim ettiði için, isyan ve küfrüyle beraber dünyada býrakýlan ve azabý te'hir edilen ve bu hizmeti için imhal edilip muvaffakýyet gören nev-i benî-Âdem var. Ve madem bu mahiyetteki nev-i benî-Âdem, mizaç ve hilkat itibariyle gayet zaîf ve âciz ve gayet acz ve fakrýyla beraber hadsiz ihtiyacatý ve teellümatý olduðu halde, bütün bütün kuvvetinin ve ihtiyarýnýn fevkinde olarak koca Küre-i Arz'ý, o nev-i insana lüzumu bulunan her nevi madenlere mahzen ve her nevi taamlara anbar ve nev-i insanýn hoþuna gidecek her çeþit mallara bir dükkân suretine getiren, gayet kuvvetli ve hikmetli ve þefkatli bir mutasarrýf var ki, böyle nev-i insana bakýyor, besliyor, istediðini veriyor.

 

Ve madem bu hakikatteki bir Rab; hem insaný sever, hem kendini

 

sh: » (Þ: 186)

 

insana sevdirir; hem bâkidir, hem bâki âlemleri var, hem adaletle her iþi görür ve hikmetle herþeyi yapýyor. Hem bu kýsa hayat-ý dünyeviyede ve bu kýsacýk ömr-ü beþerde ve bu muvakkat ve fâni zeminde o Hâkim-i Ezelî'nin haþmet-i saltanatý ve sermediyet-i hâkimiyeti yerleþemiyor. Ve nev-i insanda vuku bulan ve kâinatýn intizamýna ve adalet ve müvazenelerine ve hüsn-ü cemaline münafî ve muhalif çok büyük zulümleri ve isyanlarý ve velinimetine ve onu þefkatle besleyene karþý ihanetleri, inkârlarý, küfürleri bu dünyada cezasýz kalýp, gaddar zalim, rahat ile hayatýný ve bîçare mazlum meþakkatler içinde ömürlerini geçirirler. Ve umum kâinatta eserleri görünen þu adalet-i mutlakanýn mahiyeti ise; dirilmemek suretiyle o gaddar zalimlerin ve me'yus mazlumlarýn vefat içindeki müsavatlarýna bütün bütün zýddýr, kaldýrmaz, müsaade etmez!

 

Ve madem nasýlki kâinatýn sahibi, kâinattan zemini ve zeminden nev-i insaný intihab edip gayet büyük bir makam, bir ehemmiyet vermiþ. Öyle de, nev-i insandan dahi makasýd-ý rububiyetine tevafuk eden ve kendilerini îman ve teslim ile ona sevdiren hakikî insanlar olan enbiya ve evliya ve asfiyayý intihab edip kendine dost ve muhatab ederek, onlarý mu'cizeler ve tevfikler ile ikram ve düþmanlarýný semavî tokatlar ile tâzîb ediyor. Ve bu kýymetli ve sevimli dostlarýndan dahi, onlarýn imamý ve mefhari olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ý intihab ederek, ehemmiyetli Küre-i Arz'ýn yarýsýný ve ehemmiyetli nev-i insanýn beþten birisini uzun asýrlarda onun nuruyla tenvir ediyor. Âdeta bu kâinat onun için yaratýlmýþ gibi; bütün gayeleri onun ile ve onun dini ile ve Kur'aný ile tezahür ediyor. Ve o pek çok kýymetdar ve milyonlar sene yaþayacak kadar hadsiz hizmetlerinin ücretlerini hadsiz bir zamanda almaya müstehak ve lâyýk iken, gayet meþakkatler ve mücahedeler içinde altmýþüç sene gibi kýsacýk bir ömür verilmiþ. Acaba hiçbir cihetle hiçbir imkâný, hiçbir ihtimali, hiçbir kabiliyeti var mý ki; o zât, bütün emsali ve dostlarýyla beraber dirilmesin ve þimdi de ruhen diri ve hayy olmasýn? Ýdam-ý ebedî ile mahvolsunlar? Hâþâ, yüzbin defa hâþâ ve kellâ!.. Evet bütün kâinat ve hakikat-ý âlem O'ýnuný dirilmesini dava eder ve hayatýný Sahib-i Kâinat'tan taleb ediyor.

 

Ve madem Yedinci Þua olan "Âyet-ül Kübra"da herbiri bir dað kuvvetinde otuzüç aded icma-ý azîm isbat etmiþler ki: Bu kâinat bir elden çýkmýþ ve birtek zâtýn mülküdür ve kemalât-ý Ýlahiyenin medarý olan vahdetini ve ehadiyetini bedahetle göstermiþler ve vahdet ve ehadiyet ile bütün kâinat, o Zât-ý Vâhid'in emirber neferleri ve müsahhar memurlarý hükmüne geçiyor ve

 

sh: » (Þ: 187)

 

âhiretin gelmesiyle, kemalâtý sukuttan ve adalet-i mutlakasý müstehziyane gadr-ý mutlaktan ve hikmet-i âmmesi sefahetkârane abesiyetten ve rahmet-i vasiasý lâhiyane tâzibden ve izzet-i kudreti zelilane acizden kurtulurlar, takaddüs ederler. Elbette ve elbette ve herhalde îman-ý billahýn yüzer nüktesinden bu altý mademlerdeki hakikatlarýn muktezasýyla; kýyamet kopacak, haþir ve neþir olacak, dâr-ý mücazat ve mükâfat açýlacak. Tâ ki Arz'ýn mezkûr ehemmiyeti ve merkeziyeti ve insanýn ehemmiyeti ve kýymeti tahakkuk edebilsin ve Arz ve insanýn Hâlýký ve Rabbi olan Mutasarrýf-ý Hakîm'in mezkûr adaleti, hikmeti, rahmeti, saltanatý takarrur edebilsin ve o Bâki Rabb'in mezkûr hakikî dostlarý ve müþtaklarý idam-ý ebedîden kurtulsun ve o dostlarýn en büyüðü ve en kýymetdarý, bütün kâinatý memnun ve minnetdar eden kudsî hizmetlerinin mükâfatýný görsün ve Sultan-ý Sermedî'nin kemalâtý naks ve kusurdan ve kudreti acizden ve hikmeti sefahetten ve adaleti zulümden tenezzüh ve takaddüs ve teberri etsin.

 

Elhasýl: Madem Allah var, elbette âhiret vardýr.

 

Hem nasýlki mezkûr üç erkân-ý îmaniye onlarý isbat eden bütün delilleriyle haþre þehadet ve delalet ederler. Öyle de وَ بِمَلئِكَتِهِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَ شَرِّهِ مِنَ اللّهِ تَعَالَى olan iki rükn-ü îmanî dahi, haþri istilzam edip kuvvetli bir surette âlem-i bekaya þehadet ve delalet ederler. Þöyle ki: Melaikenin vücudunu ve vazife-i ubudiyetlerini isbat eden bütün deliller ve hadsiz müþahedeler, mükâlemeler, dolayýsýyla âlem-i ervahýn ve âlem-i gaybýn ve âlem-i bekanýn ve âlem-i âhiretin ve ileride cin ve ins ile þenlendirilecek olan dâr-ý saadetin ve Cennet ve Cehennem'in vücudlarýna delalet ederler. Çünki melekler bu âlemleri izn-i Ýlahî ile görebilirler ve girerler ve Hazret-i Cebrail gibi, insanlar ile görüþen umum melaike-i mukarrebîn mezkûr âlemlerin vücudlarýný ve onlar, onlarda gezdiklerini müttefikan haber veriyorlar. Görmediðimiz Amerika kýt'asýnýn vücudunu, ondan gelenlerin ihbarýyla bedihî bildiðimiz gibi; yüz tevatür kuvvetinde bulunan melaike ihbaratýyla âlem-i bekanýn ve dâr-ý âhiretin ve Cennet ve Cehennem'in vücudlarýna o kat'iyette îman etmek gerektir ve öyle de îman ederiz.

 

Hem Yirmialtýncý Söz olan Risâle-i Kader'de "Ýman-ý Bilkader" rüknünü isbat eden bütün deliller; dolayýsýyla haþre ve neþr-i suhufa ve mizan-ý ekberdeki müvazene-i a'male delalet ederler. Çünki herþeyin mukadderatýný gözümüz önünde nizam ve mizan levhalarýnda kaydetmek ve her zîhayatýn sergüzeþt-i hayatiyelerini

 

sh: » (Þ: 188)

 

kuvve-i hâfýzalarýnda ve çekirdeklerinde ve sair elvah-ý misaliyede yazmak ve her zîruhun hususan insanlarýn defter-i a'mallerini elvah-ý mahfuzada tesbit etmek ve geçirmek; elbette öyle muhit bir kader ve hakîmane bir takdir ve müdakkikane bir kayýd ve hafîzane bir kitabet; ancak mahkeme-i kübrada umumî bir muhakeme neticesinde daimî bir mükâfat ve mücazat için olabilir. Yoksa o ihatalý ve inceden ince olan kayýd ve muhafaza; bütün bütün manasýz, faidesiz kalýr, hikmete ve hakikate münafî olur. Hem haþir gelmezse; kader kalemiyle yazýlan bu kitab-ý kâinatýn bütün muhakkak manalarý bozulur ki, hiçbir cihet-i imkâný olamaz ve o ihtimal, bu kâinatýn vücudunu inkâr gibi bir muhal, belki bir hezeyan olur.

 

Elhasýl: Ýmanýn beþ rüknü bütün delilleriyle, haþir ve neþrin vukuuna ve vücuduna ve dâr-ý âhiretin vücuduna ve açýlmasýna delalet edip isterler ve þehadet edip taleb ederler. Ýþte hakikat-ý haþriyenin azametine tam muvafýk böyle azametli ve sarsýlmaz direkleri ve bürhanlarý bulunduðu içindir ki: Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn hemen hemen üçten birisi haþir ve âhireti teþkil ediyor ve onu bütün hakaikýna temel taþý ve üss-ül esas yapýyor ve herþeyi onun üstüne bina ediyor.

 

(Mukaddeme nihayet buldu.)

 

* * *

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...