Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

23. Mektup


EMRE

Empfohlene Beiträge

Yirmiüçüncü Mektub

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

 

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ عُمْرِكَ وَذَرَّاتِ وُجُودِكَ

 

Aziz, Gayretli, Ciddî, Hakikatlý, Hâlis, Dirayetli Kardeþim!

 

Bizim gibi hakikat ve âhiret kardeþlerin, ihtilaf-ý zaman ve mekân sohbetlerine ve ünsiyetlerine bir mani' teþkil etmez. Biri þarkta, biri garbda, biri mazide, biri müstakbelde, biri dünyada, biri âhirette olsa da beraber sayýlabilirler ve sohbet edebilirler. Hususan birtek maksad için bir tek vazifede bulunanlar, birbirinin ayný hükmündedirler. Sizi her sabah yanýmda tasavvur edip, kazancýmýn bir kýsmýný, bir sülüsünü (Allah kabul etsin) size veriyorum. Duada, Abdülmecid ve Abdurrahman ile berabersiniz. Ýnþâallah her vakit hissenizi alýrsýnýz. Sizin dünyaca bazý müþkilâtýnýz, senin hesabýna beni bir parça müteessir etti. Fakat mâdem dünya bâki deðil ve musibetlerinde bir nevi hayýr vardýr; senin bedeline "Yahu bu da geçer" kalbime geldi. لاَ عَيْشَ اِلاَّ عَيْشُ اْلاَخِرَةِ düþündüm, اِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ okudum, اِنَّا لِلّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ dedim. Senin yerine teselli buldum. Cenab-ý Hak bir abdini severse, dünyayý ona küstürür, çirkin gösterir. Ýnþâallah sen de o sevgililerin sýnýfýndansýn. "Sözler"in neþrine manilerin çoðalmasý sizi müteessir etmesin. Ýnþâallah neþrettiðin miktar bir rahmete mazhar olduðu zaman, pek bereketli bir surette o nurlu çekirdekler, kesretli çiçekler açacaklar.

 

sh: » (M: 298)

 

Bazý sualler soruyorsunuz. Aziz kardeþim, yazýlan galib Sözler ve Mektublar; ihtiyarsýz, def'î ve ânî bir surette kalbe geliyordu, güzel oluyordu. Eðer ihtiyar ile Eski Said gibi kuvve-i ilmiye ile düþünüp cevab versem; sönük düþer, noksan olur. Bir miktardýr ki; tulûat-ý kalbiye tevakkuf etmiþ, hâfýza kamçýsý kýrýlmýþ, fakat cevapsýz kalmamak için gayet muhtasar birer cevap yazacaðýz:

 

Birinci Sualiniz: Mü'minin mü'mine en iyi duasý nasýl olmalýdýr?

 

Elcevap: Esbab-ý kabul dairesinde olmalý. Çünki bazý þerait dâhilinde dua makbul olur. Þerait-i kabulün içtimaý nisbetinde makbuliyeti ziyadeleþir. Ezcümle: Dua edileceði vakit, istiðfar ile manevî temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan salavat-ý þerifeyi þefaatçý gibi zikretmeli ve âhirde yine salavat getirmeli. Çünki iki makbul duanýn ortasýnda bir dua makbul olur. Hem بِظَهْرِ الْغَيْبِ yani "gýyaben ona dua etmek"; hem hadîste ve Kur'anda gelen me'sur dualarla dua etmek. Meselâ:

 

اَللّهُمَّ اِنِّى اَسْئَلُكَ الْعَفْوَ وَ الْعَافِيَةَ لِى وَ لَهُ فِى الدِّينِ وَ الدُّنْيَا وَ اْلآخِرَةِ

 

رَبَّنَا آتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى اْلآخِرَةِ حَسَنَةً وَ قِنَا عَذَابَ النَّارِ

 

gibi câmi' dualarla dua etmek; hem hulûs ve huþu' ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazýn sonunda, bilhassa sabah namazýndan sonra; hem mevaki-i mübarekede, hususan mescidlerde; hem Cum'ada, hususan saat-ý icabede; hem Þuhur-u Selâsede, hususan leyali-i meþhurede; hem Ramazanda, hususan Leyle-i Kadirde dua etmek kabule karin olmasý rahmet-i Ýlâhiyeden kaviyyen me'muldür. O makbul duanýn ya aynen dünyada eseri görünür veyahut dua olunanýn âhiretine ve hayat-ý ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek ayný maksad yerine gelmezse, dua kabul olmadý denilmez; belki daha iyi bir surette kabul edilmiþ denilir.

 

Ýkinci Sualiniz: Sahabe-i Kiram Hazeratýna Radýyallahü Anh denildiðine binaen, baþkalara da bu manada söylemek muvafýk mýdýr?

 

Elcevap: Evet denilir. Çünki Resul-i Ekrem'in þiarý olan Aleyhissalâtü Vesselâm kelâmý gibi Radýyallahü Anh terkibi,

 

sh: » (M: 299)

 

Sahabeye mahsus bir þiar deðil, belki Sahabe gibi veraset-i nübüvvet denilen velayet-i kübrada bulunan ve makam-ý rýzaya yetiþen Eimme-i Erbaa, Þah-ý Geylanî, Ýmam-ý Rabbanî, Ýmam-ý Gazalî gibi zâtlara denilmeli. Fakat örf-ü ülemada Sahabeye, Radýyallahü Anh; Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîne, Rahimehullah; onlardan sonrakilere, Gaferehullah; ve Evliyaya, Kuddise Sýrruhu denilir.

 

Üçüncü Sualiniz: Baþta müçtehidîn-i izam imamlarý mý efdal, yoksa hak tarîkatlarýn þahlarý, aktablarý mý efdaldir?

 

Elcevap: Umum müçtehidîn deðil; belki Ebu Hanife, Mâlik, Þafiî, Ahmed Ýbn-i Hanbel; þahlarýn, aktablarýn fevkýndedirler. Fakat hususî faziletlerde Þah-ý Geylanî gibi bazý hârika kutublar, bir cihette daha parlak makama sahibdirler. Fakat küllî fazilet imamlarýndýr. Hem tarîkat þahlarýnýn bir kýsmý, müçtehidlerdendir; onun için umum müçtehidîn, aktabdan daha efdaldir denilmez. Fakat Eimme-i Erbaa, Sahabeden ve Mehdi'den sonra en efdallerdir denilir.

 

Dördüncü Sualiniz: اِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ de hikmet ve gaye nedir?

 

Elcevap: Cenâb-ý Hak, Hakîm ismi muktezasý olarak, vücud-u eþyada bir merdivenin basamaklarý gibi bir tertib vaz'etmiþ. Sabýrsýz adam teenni ile hareket etmediði için, basamaklarý ya atlar düþer veya noksan býrakýr; maksud damýna çýkamaz. Onun için hýrs mahrumiyete sebebdir. Sabýr ise müþkilâtýn anahtarýdýr ki,

 

اَلْحَرِيصُ خَائِبٌ خَاسِرٌ * وَالصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ

 

durub-u emsal hükmüne geçmiþtir. Demek Cenâb-ý Hakk'ýn inayet ve tevfiki, sabýrlý adamlarla beraberdir. Çünki sabýr üçtür:

 

Biri: Masiyetten kendini çekip sabretmektir. Þu sabýr takvadýr,

 

اِنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ sýrrýna mazhar eder.

 

Ýkincisi: Musibetlere karþý sabýrdýr ki, tevekkül ve teslimdir.

 

اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ *اِنَّ اللّهَ يُحِبُّ اْلمُتَوَكِّلِينَ *þerefine mazhar ediyor. Ve sabýrsýzlýk ise Allah'tan þikayeti tazammun eder. Ve ef'alini tenkid ve rahmetini ittiham ve hikmetini beðenmemek çýkar. Evet musibetin darbesine karþý þekva suretiyle elbette âciz ve zaîf

 

sh: » (M: 300)

 

insan aðlar; fakat þekva ona olmalý, ondan olmamalý. Hazret-i Yâkub Aleyhisselâm'ýn

 

اِنَّمَا اَشْكُو بَثّىِ وَحُزْنِى اِلَى اللّهِ demesi gibi olmalý. Yani: Musibeti Allah'a þekva etmeli, yoksa Allah'ý insanlara þekva eder gibi, "Eyvah! Of!" deyip, "Ben ne ettim ki, bu baþýma geldi" diyerek, âciz insanlarýn rikkatini tahrik etmek zarardýr, manasýzdýr.

 

Üçüncü Sabýr: Ýbadet üzerine sabýrdýr ki, þu sabýr onu makam-ý mahbubiyete kadar çýkarýyor. En büyük makam olan ubudiyet-i kâmile canibine sevkediyor.

 

Beþinci Sualiniz: Sinn-i mükellefiyet onbeþ sene kabul ediliyor. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, nübüvvetten evvel nasýl ibadet ederdi?

 

Elcevap: Hazret-i Ýbrahim Aleyhisselâm'ýn, Arabistanda çok perdeler altýnda cereyan eden bâkiye-i dini ile; fakat farziyet ve mecburiyet suretiyle deðil, belki ihtiyarýyla ve mendubiyet suretiyle ibadet ederdi. Þu hakikat uzundur, þimdilik kýsa kalsýn.

 

Altýncý Sualiniz: Sinn-i kemal itibar olunan kýrk yaþýnda nübüvvetin gelmesi ve ömr-ü saadetlerinin altmýþüç olmasýndaki hikmet nedir?

 

Elcevap: Hikmetleri çoktur. Birisi þudur ki: Nübüvvet, gayet aðýr ve büyük bir mükellefiyettir. Melekât-ý akliye ve istidadat-ý kalbiyenin inkiþafý ve tekemmülü ile o aðýr mükellefiyet tahammül edilir. O tekemmülün zamaný ise kýrk yaþýdýr. Hem hevesat-ý nefsaniyenin heyecanlý zamaný ve hararet-i gariziyenin galeyanlý hengâmý ve ihtirasat-ý dünyeviyenin feveranlý vakti olan gençlik ve þebabiyet ise, sýrf Ýlâhî ve uhrevî ve kudsî olan vezaif-i nübüvvete muvafýk düþmüyor. Kýrktan evvel ne kadar ciddî ve hâlis bir adam olsa da, þöhretperestlerin hatýrlarýna belki dünyanýn þan ü þerefi için çalýþýr vehmi gelir. Onlarýn ittihamýndan çabuk kurtulamaz. Fakat kýrktan sonra, mâdem kabir tarafýna nüzul baþlýyor ve dünyadan ziyade âhiret ona görünüyor. Harekât ve a'mal-i uhreviyesinde çabuk o ittihamdan kurtulur ve muvaffak olur. Ýnsanlar da sû'-i zandan kurtulur, halâs olur.

 

Amma ömr-ü saadetinin altmýþüç olmasý ise, çok hikmetlerinden birisi þudur ki: Þer'an ehl-i îman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ý gayet derecede sevmek ve hürmet etmek ve hiç

 

sh: » (M: 301)

 

bir þey'inden nefret etmemek ve her halini güzel görmekle mükellef olduðundan; altmýþtan sonraki meþakkatli ve musibetli olan ihtiyarlýk zamanýnda, Habib-i Ekremini býrakmýyor; belki imam olduðu ümmetin ömr-ü galibi olan altmýþüçte mele-i a'lâya gönderiyor, yanýna alýyor; her cihette imam olduðunu gösteriyor.

 

Yedinci Sualiniz:

 

خَيْرُ شَبَابِكُمْ مَنْ تَشَبَّهَ بِكُهُولِكُمْ وَشَرُّ كُهُولِكُم مَنْ تَشَبَّهَ بِشَبَابِكُمْ hadîs midir; bundan murad nedir?

 

Elcevap: Hadîs olarak iþitmiþim. Murad da þudur ki: "En hayýrlý genç odur ki; ihtiyar gibi ölümü düþünüp âhiretine çalýþarak, gençlik hevesatýna esir olmayýp gaflette boðulmayandýr. Ve ihtiyarlarýnýzýn en kötüsü odur ki; gaflette ve hevesatta gençlere benzemek ister; çocukçasýna hevesat-ý nefsaniyeye tâbi olur."

 

Senin levhanda gördüðün ikinci parçanýn sahih sureti þudur ki; ben baþýmýn üstünde onu bir levha-i hikmet olarak ta'lik etmiþim. Her sabah ve akþam ona bakarým, dersimi alýrým:

 

Dost istersen Allah yeter. Evet o dost ise, herþey dosttur.

 

Yârân istersen Kur'an yeter. Evet ondaki enbiya ve melâike ile hayalen görüþür ve vukuatlarýný seyredip ünsiyet eder.

 

Mal istersen kanaat yeter. Evet kanaat eden, iktisad eder; iktisad eden, bereket bulur.

 

Düþman istersen nefis yeter. Evet kendini beðenen, belayý bulur zahmete düþer; kendini beðenmeyen, safayý bulur, rahmete gider.

 

Nasihat istersen ölüm yeter. Evet ölümü düþünen, hubb-u dünyadan kurtulur ve âhiretine ciddî çalýþýr.

 

Yedinci mes'elenize bir sekizinciyi ben ilâve ediyorum. Þöyle ki:

 

Bir iki gün evvel bir hâfýz, Sure-i Yûsuf'tan bir aþr, tâ

 

تَوَفَّنِى مُسْلِمًا َوَاْلحِقْنِى بِالصَّاِلحِينَ e kadar okudu. Birden ânî bir surette bir nükte kalbe geldi: Kur'ana ve îmana ait herþey kýymetlidir, zâhiren ne kadar küçük olursa olsun kýymetçe büyüktür. Evet saadet-i ebediyeye yardým eden küçük deðildir. Öyle ise, "þu küçük bir nüktedir, þu izaha ve ehemmiyete

 

sh: » (M: 302)

 

deðmez" denilmez. Elbette þu çeþit mesailde en birinci talebe ve muhatab olan ve nüket-i Kur'aniyeyi takdir eden Ýbrahim Hulûsî, o nükteyi iþitmek ister. Öyle ise dinle:

 

En güzel bir kýssanýn güzel bir nüktesidir. Ahsen-ül kasas olan Kýssa-i Yusuf Aleyhisselâm hâtimesini haber veren تَوَفَّنِى مُسْلِمًا َوَاْلحِقْنِى بِالصَّاِلحِينَ âyetinin, ulvî ve latif ve müjdeli ve i'cazkârane bir nüktesi þudur ki: Sair ferahlý ve saadetli kýssalarýn âhirindeki zeval ve firak haberlerinin acýlarý ve elemi, kýssadan alýnan hayalî lezzeti acýlaþtýrýyor, kýrýyor. Bahusus kemal-i ferah ve saadet içinde bulunduðunu ihbar ettiði hengâmda, mevtini ve firakýný haber vermek daha elîmdir; dinleyenlere "Eyvah!" dedirtir. Halbuki þu âyet, Kýssa-i Yûsuf'un (A.S.) en parlak kýsmý ki; Aziz-i Mýsýr olmasý, peder ve validesiyle görüþmesi, kardeþleriyle seviþip tanýþmasý olan, dünyada en büyük saadetli ve ferahlý bir hengâmda, Hazret-i Yûsuf'un mevtini þöyle bir surette haber veriyor ve diyor ki: Þu ferahlý ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yûsuf kendisi Cenâb-ý Hak'tan vefatýný istedi ve vefat etti; o saadete mazhar oldu. Demek o dünyevî lezzetli saadetten daha cazibedar bir saadet ve ferahlý bir vaziyet kabrin arkasýnda vardýr ki; Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm gibi hakikat-bîn bir zât, o gayet lezzetli dünyevî vaziyet içinde gayet acý olan mevti istedi, tâ öteki saadete mazhar olsun.

 

Ýþte Kur'an-ý Hakîm'in þu belâgatýna bak ki, Kýssa-i Yûsuf'un hâtimesini ne suretle haber verdi. O haberde dinleyenlere elem ve teessüf deðil, belki bir müjde ve bir sürur ilâve ediyor. Hem irþad ediyor ki: Kabrin arkasý için çalýþýnýz, hakikî saadet ve lezzet ondadýr. Hem Hazret-i Yûsuf'un âlî sýddîkýyetini gösteriyor ve diyor: Dünyanýn en parlak ve en sürurlu haleti dahi ona gaflet vermiyor, onu meftun etmiyor, yine âhireti istiyor.

 

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

 

Said Nursî

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...