Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Konferans


Webmaster

Empfohlene Beiträge

K O N F E R A N S

 

 

 

-Teþrin-i sâni 1950'de.

 

-Ankara Üniversitesi'nde-

 

Profesör ve meb'uslarýmýz ve Pakistanlý misafirlerimiz ve muhtelif fakülte talebelerinin huzurunda, Fakülte Mescidinde gece yarýsýna kadar devam eden bir mecliste verilen ve büyük bir alâka ve ehemmiyetle dinlenmiþ olan bir konferanstýr.

 

 

 

sh: » (S:796)

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى اَلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

 

Îman ve Ýslâmiyet âb-ý hayatýna susamýþ kýymetli kardeþlerim!

 

Evvelâ: Ýtiraf edeyim ki, bu konferansýn verildiði kürsüde bulunmuþ olmak îtibariyle sizlerden farkým yoktur. Sizin bir kardeþinizim. Hem bu konferans, benim çok muhtaç olduðum gâyet nâfî' bir dersimdir. Muhatâb, kendimdir. Dersimi müzakere nev'inden, siz mübarek kardeþlerime okuyacaðým. Kusurlar bendendir. Kemâl ve güzellikler, istifade ettiðim Risale-i Nur eserlerine aittir. Bir mâni baþýmýza gelmezse, haftada bir defa olarak devam edeceðimiz dinî konferanslardan, bugün birincisi îmânâ dairdir. Çünki Bediüzzaman Said Nursî'nin Birinci Millet Meclisinde Beyân ettiði gibi, "Kâinatta en yüksek hakikat îmandýr, îmandan sonra namazdýr." Bunun için biz de konferansýmýzýn Kur'an, Îman, Peygamberimiz Resûl-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) Efendimiz hakkýnda olmasýný münasib gördük. Ýkincisi de inþâallah namaz ve ibâdete ait olacaktýr.

 

Bu mevzularý bize ders verecek bir eser aradýk. Nihayet bu hayatî ve ebedî ihtiyacýmýzý, asrýmýzýn fehmine uygun ve ikna edici bir tarzda ders veren ve yarým asra yakýndýr, büyük bir îtimad ve emniyete mazhar olmakla en muteber dinî bir eser olan "Risale-i Nur"u intihab ettik. Þimdi, ilk konferansýmýzýn niçin îman mevzuunda olduðunu îzah ile, bu eser ve müellifi hakkýnda gâyet kýsa olarak mâlûmat vereceðiz. Þöyle ki:

 

 

 

sh: » (S: 797)

 

Bu asýrda din ve Ýslâmiyet düþmanlarý, evvelâ îmanýn esâslarýný zayýflatmak ve yýkmak plânýný, proðramlarýnýn birinci maddesine koymuþlardýr. Hususan bu yirmibeþ sene içinde, tarihte görülmemiþ bir halde münâfýkane ve çeþit çeþit maskeler altýnda îmanýn erkânýna yapýlan su'-i kasdlar pek dehþetli olmuþtur, çok yýkýcý þekiller tatbik edilmiþtir.

 

Halbuki: Îmânýn rükünlerinden birisinde hâsýl olacak bir þübhe veya inkâr, dînin teferruatýnda yapýlan lâkaydlýktan pek çok defa daha felâketli ve zararlýdýr. Bunun içindir ki; þimdi en mühim iþ, taklidî îmaný tahkikî îmânâ çevirerek îmaný kuvvetlendirmektir, îmaný takviye etmektir, îmaný kurtarmaktýr. Herþeyden ziyade îmanýn esâsâtýyla meþgul olmak kat'î bir zaruret ve mübrem bir ihtiyaç, hattâ mecburiyet haline gelmiþtir. Bu, Türkiye'de böyle olduðu gibi; umum Ýslâm dünyasýnda da böyledir.

 

Evet, temelleri yýpratýlmýþ bir binanýn odalarýný tâmir ve tezyîne çalýþmak, o binanýn yýkýlmamasý için ne derece bir faide temin edebilir? Köklerinin çürütülmesine çabalanan bir aðacýn kurumamasý için, dal ve yapraklarýný ilâçlayarak tedbir almaya çalýþmak, o aðacýn hayatýna bir faide verebilir mi?..

 

Ýnsan, saray gibi bir binadýr; temelleri, erkân-ý îmâniyedir. Ýnsan, bir þeceredir; kökü esâsât-ý îmâniyedir. Îmanýn rükünlerinden en mühimmi, Ýman-ý Billâh'týr; Allah'a îmândýr. Sonra Nübüvvet ve Haþir'dir. Bunun için, bir insanýn en baþta elde etmeye çalýþtýðý ilim; îman ilmidir. Ýlimlerin esâsý, ilimlerin þâhý ve pâdiþahý; îman ilmidir.

 

Îman, yalnýz icmâlî bir tasdikten ibaret deðildir. Îmanýn çok mertebeleri vardýr. Taklidî bir îman, hususan bu zamandaki dalâlet, sapkýnlýk fýrtýnalarý karþýsýnda çabuk söner. Tahkikî îman ise sarsýlmaz, sönmez bir kuvvettir. Tahkikî îmâný elde eden bir kimsenin, îmân ve Ýslâmiyeti dehþetli dinsizlik kasýrgalarýna da mâruz kalsa, o kasýrgalar bu îmân kuvveti karþýsýnda tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkikî îmaný kazanan bir kimseyi, en dinsiz feylesoflar dahi, bir vesvese veya þübheye düþürtemez.

 

Ýþte bu hakikatlara binaen, biz de tahkikî îmaný ders vererek, îmaný kuvvetlendirip insaný ebedî saadet ve selâmete götürecek Kur'an ve îmân hakikatlarýný câmi' bir eseri, sebat ve devam ve dikkatle okumayý kat'iyetle lâzým ve elzem gördük. Aksi takdirde, bu zamanda dünyevî ve uhrevî dehþetli musibetler içine düþmek,

 

 

 

sh: » (S: 798)

 

þübhe götürmez bir hakikat halindedir. Bunun için yegâne kurtuluþ çaremiz, Kur'an-ý Hakîm'in îmanî âyetlerini ve bu asra bakan âyet-i kerîmelerini tefsir eden yüksek bir Kur'an tefsirine sarýlmaktýr.

 

Þimdi, "Böyle bir eser, bu asýrda var mýdýr?" diye bir sualin içinizde hâsýl olduðu; nuranî bir heyecaný ifade eden simalarýnýzdan anlaþýlmaktadýr.

 

Evet, bu çeþit ihtiyacýmýzý tam karþýlayacak olan bir eseri bulmak için çok dikkat ve îtina ile aradýk. Nihayet, hem Türk gençliðine, hem umum Müslümanlara ve beþeriyete Kur'ânî bir rehber ve bir mürþid-i ekmel olacak bir eserin Bediüzzaman Said Nursî'nin Risale-i Nur eserleri olduðu kanaatýna vardýk. Bizimle beraber, bu hakikata Risale-i Nur'la îmanýný kurtaran yüzbinlerle kimseler de þahiddir.

 

Evet, yirminci asýrda küllî ve umumî bir rehberlik vazifesini görecek Kur'anî bir eserin müellifinin, þu hususiyetleri haiz olmasýný esâs ittihaz ettik. Bu hâsiyetlerin de tamamýyla Risale-i Nur'da ve müellifi Bediüzzaman Said Nursî'de mevcûd olduðunu gördük. Þöyle ki:

 

Birincisi: Müellifin, yalnýz Kur'an-ý Hakîm'i kendine üstad edinmiþ olmasý...

 

Ýkincisi: Kur'an-ý Hakîm, hakikî ilimleri havi bir kitab-ý mukaddestir. Ve bütün asýrlarda, insanlarýn umum tabakalarýna hitab eden, ezelî bir hutbedir. Bunun için, Kur'aný tefsir ederken, hakikatýn safi olarak ifade edilmesi ve böylece hakikî bir tefsir olmasý için, müfessirin kendi hususî meslek ve meþrebinin tesiri altýnda kalmamýþ ve hevesi karýþmamýþ olmasý lâzýmdýr. Ve hem de Kur'anýn mânâlarýný keþf ile tezahür eden Kur'an hakikatlarýnýn tesbiti için elzemdir ki: O müfessir zat, herbir fende mütehassýs geniþ bir fikre, ince bir nazara ve tam bir ihlâsa mâlik bir allâme ve hem gâyet âli bir deha ve nüfuzlu, derin bir içtihad ve bir kuvve-i kudsiyeye sahib olsun...

 

Üçüncüsü: Kur'an tefsirinin tam bir ihlâsla te'lif edilmiþ olmasý ki: Müellifin, Cenâb-ý Hakk'ýn rýzasýndan baþka, hiçbir maddî, mânevî menfaatý gaye edinmemesi ve bu ulvî hâletin müellifin hayatýndaki vukuatlarda müþahede edilmiþ olmasý...

 

sh: » (S: 799)

 

Dördüncüsü: Kur'anýn en büyük mu'cizelerinden birisi de, gençlik ve tazeliðini muhafaza etmesidir. Ve o asýrda inzal edilmiþ gibi, her asrýn ihtiyacýný karþýlayan bir vechesi olmasýdýr.

 

Ýþte, bu asýrda meydana getirilen bir tefsirde; Kur'an-ý Hakîm'in asrýmýza bakan vechesinin keþf edilip, avâmdan en havassa kadar her tabakanýn istifade edebileceði bir üslûbla îzah ve isbat edilmiþ olmasý...

 

Beþincisi: Müfessirin, Kur'an ve îman hakikatlarýný, cerh edilmez delil ve hüccetlerle isbat ederek tedrîs etmesi. Yâni, pozitivizm (isbatiyecilik)i bir esâs ittihaz etmiþ olmasý...

 

Altýncýsý: Ders verdiði Kur'anî hakikatlarýn; hem aklý, hem kalbi, hem ruhu ve vicdaný tenvîr ve tatmin ve nefsi müsahhar etmesi ve þeytaný dahi ilzam edecek derecede kuvvetli ve gâyet belið, nâfiz ve müessir olmasý...

 

Yedincisi: Hakîkatlarýn derkine de mâni olan benlik, gurur, ucub ve enaniyet gibi kötü hasletlerden kurtarýp, tevazu ve mahviyet gibi yüksek ve güzel ahlâklara sahib kýlmasý...

 

Sekizincisi: Kur'an-ý Kerîm'i tefsir eden bir allâmenin Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn sünnetine ittiba' etmiþ olmasý ve ehl-i sünnet ve Cemâat mezhebi üzere ilmiyle âmil olmasý ve âzamî bir zühd ve takvâ ve âzamî ihlâs ve dine hizmetinde âzamî sebat, âzamî sýdk ve sadâkat ve fedâkârlýða, âzamî iktisad ve kanaata mâlik olmasý þarttýr.

 

Hülâsa olarak; müfessirîn, Kur'anî risaleleriyle, Risâlet-i Ahmediyenin; (A.S.M) âzamî takvâ ve âzamî ubûdiyeti ve kuvve-i kudsiyesiyle de velâyet-i Ahmediyenin lemâatýna mazhar olmuþ hâdim-i Kur'an bir zât olmasý...

 

Dokuzuncusu: Müfessirin, Kur'anî ve Þer'î mes'eleleri Beyân ederken, þu veya bu tazyik ve iþkenceyi nazara almayan, herhangi bir tesir altýnda kalarak fetva vermeyen ve ölümü istihkar edip, dünyaya meydan okuyacak bir îman kuvvetiyle hakikatý pervasýzca söyleyen Ýslâmî þecaat ve cesarete mâlik olan bir müfessir olmasý gerektir.

 

Hem îdam plânlarýnýn tatbik edildiði ve bir tek dinî risale neþrettirilmediði dehþetli bir devirde, bilhassa imhâ edilmesi ve sön

 

sh: » (S: 800)

 

dürülmesi hedef tutulan Kur'anî, Þer'î esâsâtý te'lif ve neþretmiþ olduðu meydanda olmakla bir mürþid-i kâmil ve Ýslâm'ýn, bu asýrda hakikî bir rehber-i ekmeli ve Kur'anýn muteber bir müfessir-i âzamý olmuþ olmasý lâzýmdýr.

 

Ýþte bu zamanda, yukarýda mezkûr dokuz þart ve hususiyetlerin, müellif Said Nursî'de ve eserleri olan Nur Risalelerinde aynýyla mevcûd olduðu, hakikî ve mütebahhir ülemâ-i Ýslâmýn icmâ' ve tevatür ve ittifakýyla sâbit olmuþtur. Ve hem intibaha gelmekte olan bu millet-i Ýslâmiyece, Avrupa ve Amerikaca mâlûm ve Mûsaddaktýr. Ýþte arkadaþlar! Biz, böyle bir tefsir-i Kur'an arýyor ve böyle bir müfessir istiyorduk.

 

Kýymetli kardeþlerim! Böyle dehþetli bir asýrda, insanýn en büyük mes'elesi: Îmâný kurtarmak veya kaybetmek dâvâsýdýr. Umumî harbler, beþere intibah vermiþ, dünya hayatýnýn fâniliðini ihtar etmiþtir. Ve bâkî bir âlemde, ebedî bir saadet içinde yaþamak hissini uyandýrmýþtýr. Elbette böyle muazzam bir dâvayý, þaþýrtýcý ve aldatýcý bir zamanda kazanabilmek için, bir dâva vekili bulmakta (Haþiye), çok dikkatli olmamýz lâzýmdýr. Bunun için, tedkikatýmýzý biraz daha geniþleteceðiz. Þöyle ki:

 

Asrýmýzdan evvelki Ýslâmiyet'in Ýlm-i Kelâm dâhîleri ve dinimizin hârika imamlarý ve Kur'an-ý Hakîm'in dâhî müfessirlerinin vücuda getirdikleri eserler, kýymet takdiri mümkün olmayacak derecede kýymettardýr. O zatlar, Ýslâmiyet'in birer güneþidirler. Fakat bu zaman, o büyük zatlarýn yaþadýðý zaman gibi deðildir.

 

Eski zamanda, dalâlet, cehâletten geliyordu. Bunun yok edilmesi kolaydýr. Bu zamanda dalalet, -Kur'an ve Ýslâmiyet'e ve imânâ taarruz- fen ve felsefe ve ilimden geliyor. Bunun izalesi müþkildir. Eski zamanda ikinci kýsým, binden bir bulunuyordu; bulunanlardan, ancak binden biri, irþad ile yola gelebilirdi. Çünki: öyleler hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar.

 

Hem, bundan evvelki asýrlarda, müsbet ilimlerin, yirminci asýrdaki kadar terakki etmemiþ olduðu mâlûmunuzdur. Þu halde, bu asýrda dünyaya yayýlmýþ olan dinsizlik ve maddiyyunluðu kök

 

______________________________

 

(Haþiye): Bu zamanda, böyle bir dâva vekilinin, Risale-i Nur olduðuna Risale-i Nur'la îmânlarýný kurtaran milyonlarca kimseler þahiddir.

 

sh: » (S: 801)

 

ünden yýkabilmek, hak ve hakiîat yolunu gösterip, beþeri sýrat-ý müstakîme kavuþturmak, îmaný kurtarabilmek için, ancak ve ancak Kur'an-ý Hakîm'in bu asra bakan vechesini keþf edip, umumun müstefid olabileceði bir þekilde tefsir edilmesi, elbette bu asýrda kabil olacaktýr.

 

Ýþte Bediüzzaman Said Nursî; Kur'an-ý Kerîm'deki bu asrýn muhtaç olduðu hakikatlarý keþfedip, Nur Risalelerinde, herkesin kabiliyeti nisbetinde istifade edebileceði bir tarzda tefsir ve îzah etmek muvaffakýyetine mazhar olmuþtur. Bunun içindir ki: Risale-i Nur, emsali görülmemiþ bir þâheserdir kanaatýna varýlmýþtýr.

 

Ve yine Risale-i Nur'daki bu imtiyazdan dolayýdýr ki, bu mübarek Ýslâm milletinden milyonlarca bahtiyar kimseler, tercihan ve ziyade bir ihtiyaç duyarak, büyük bir iþtiyak ve sevgiyle senelerce devam eden tazyikatlar içerisinde Risale-i Nur'u okumuþlardýr.

 

Hem Risale-i Nur ihtiyaç zamanýnda te'lif edildiðinden; Türkiye ve Ýslâm Dünyasý geniþliðinde geliþmiþ ve dünyayý alâkadar eden bir imtiyaza mazhar olduðunu gözlere göstermiþtir...

 

Kýymetli kardeþlerim! Said Nursî kýrk sene evvel Ýstanbul'da iken, "Kim ne isterse sorsun" diye, hârikulâde bir ilânat yapmýþtýr. Bunun üzerine o zamanýn meþhur âlim ve allâmeleri, Bediüzzaman'ýn hücresine kafile kafile gidip, her nevi ilimlere ve muhtelif mevzulara dair sorduklarý en müþkil, en muðlak sualleri, Bediüzzaman duraklamadan, doðru olarak cevablandýrmýþtýr.

 

Böyle hadd ü hududu tâyin edilmeyen, yâni "þu veya bu ilimde veya mevzuda, kim ne isterse sorsun" diye bir kayýt konulmadan ilânat yapmak ve neticede daima muvaffak olmak; beþer tarihinde görülmemiþ ve böyle ihâtalý ve yüksek bir ilme sahib böyle bir Ýslâm dâhîsi, þimdiye kadar zuhur etmemiþtir. (Asr-ý Saadet müstesna.)

 

Hattâ o zamanlarda, Mýsýr Câmi-ül Ezher Üniversitesi reislerinden meþhur Þeyh Bahid Efendi, Ýstanbul'a bir seyahat için geldiðinde, Kürdistan'ýn sarp, yalçýn kayalarý arasýndan gelerek, Ýstanbul'da bulunan Bediüzzaman Said Nursî'yi ilzam edemeyen Ýslâm ülemâsý, Þeyh Bahîd'den bu genç hocanýn (Bediüzzaman'ýn) ilzam edilmesini isterler. Þeyh Bahid de, bu teklifi kabûl ederek bir münâzara zemini arar. Ve bir namaz vakti, Ayasofya Camii'nden

 

sh: » (S: 802)

 

çýkýlýp "çayhâne"ye oturulduðunda, bunu fýrsat telâkki eden Þeyh Bahîd Efendi, Bediüzzaman Said Nursî'ye hitaben: مَا تَقُولُ فِى حَقِّ اْلاَوْرُوبَا وَ الْعُثْمَانِيَّةِ Yâni: "Avrupa ve Osmanlý Devleti hakkýnda ne diyorsunuz? Fikriniz nedir?" Þeyh Bahîd Efendi hazretlerinin bu sualden maksadý; Bediüzzaman Said Nursî'nin, þek olmayan bir bahr-i umman gibi ilmini ve ateþpâre-i zekâsýný tecrübe etmek deðildi. Zaman-ý istikbâle ait þiddet-i ihâtasýný ve idare-i âlemdeki siyasetini anlamak fikrinde idi.

 

Buna karþý, Bediüzzaman'ýn verdiði cevab þu oldu:

 

اِنَّ اْلاَوْرُوبَا حَامِلَةٌ بِاْلاِسْلاَمِيَّةِ فَسَتَلِدُ يَومًا مَا وَ اِنَّ الْعُثْمَانِيَّةَ حَامِلَةٌ بِاْلاَوْرُبَائِيَّةِ فَسََتَلِدُ اَيْضًا يَوْمًا مَا

 

Yâni: Avrupa bir Ýslâm Devletine, Osmanlý Devleti de bir Avrupa Devletine hâmiledir. Bir gün gelip doðuracaklardýr.

 

Bu cevaba karþý, Þeyh Bahîd Hazretleri: "Bu gençle münâzara edilmez, ben de ayný kanaatta idim. Fakat bu kadar veciz ve belîgâne bir tarzda ifade etmek, ancak Bediüzzaman'a hastýr." demiþtir. Nitekim Bediüzzaman'ýn dediði gibi, ihbaratýn iki kutbu da tahakkuk etmiþ. Bir iki sene sonra Meþrutiyet devrinde, þeâir-i Ýslâmiyeye muhalif çok âdât-ý ecnebiyeyi ahzetmek ve gittikçe Türkiye'de yerleþtirmekle; ve þimdi Avrupa'da Kur'an'a ve Ýslâmiyet'e karþý gösterilen hüsn-ü alâka ve bilhassa bahtiyar Alman Milletinde fevç fevç Ýslâmiyeti kabûl etmek gibi hâdiseler; o ihbarý tamamýyla tasdik etmiþlerdir.

 

Ýþte büyük ülemâ-i Ýslâm ve meþâyih-i kiram çok tecrübe ve imtihanlarla þöyle bir kanaata varmýþlardýr ki: Bediüzzaman ne söylerse hakikattýr. Bediüzzaman'ýn eserleri, sünuhât-ý kalbîye olup, cumhur-u ülemânýn tasdik ve takdîrine mazhardýr.

 

Ehl-i ilim, ehl-i tasavvuf ve ehl-i mekteb ve fen, Bediüzzaman'ýn eserlerinden sadece istifaza ve istifade ederler. Evet, üç aylýk bir tahsili bulunan ve kýrk seneden beri Kur'an-ý Kerîm'den baþka bir kitabla iþtigal etmeyen, yüzotuzu Türkçe, onbeþi Arabça olan eserlerini te'lif ederken hiçbir kitaba müracaat etmediði, henüz hayat

 

sh: » (S: 803)

 

ta olan kâtibleri tarafýndan þehâdet edilen.. esâsen kütübhanesi de bulunmayan, yarým ümmî bir zat, öyle misilsiz bir ilânatla, ulûm-u cedide de dâhil mütenevvi ilimlerde, yüksek âlimler ve büyük mürþidlerle, genç yaþýnda yaptýðý münazaralarýn hepsinde muvaffak olduðu meydanda bulunan, ittifaklý olan mes'eleleri tasdik ve ihtilaflý olanlarý tashih eden, kendisi için "Bediüzzaman'ýn cevab veremeyeceði bir sual yoktur" diye allâmeler tarafýndan tasdik edilen; ve Avrupa'nýn bir kýsým idrâksiz ve garazkâr feylesoflarýnýn, müteþâbih âyet-i kerîme ve hadîs-i þeriflere yaptýðý taarruzlarýný, o âyet ve hadîslerin birer mu'cize olduðunu eserleriyle isbat ederek itirazlarýný kökünden yýkan ve böylece evhama düþürülen bâzý ehl-i ilmi de kurtarýp, Ýslâmiyet'e olan hücumlarý akîm býrakan Said Nursî gibi bir müellifin, elbette dâhi bir müfessir-i Kur'an ve onun ilminin vehbî ve vasî olduðuna, eserleri olan Nur Risalelerinin bir hayat boyunca okumaya lâyýk hârika bir þâheser olduðuna þübhe edilemez.

 

Müteyakkýz kardeþlerim! Hem bizim, hem Ýslâm dünyasýnýn ebedî hayatýnýn necatýný, kurtulmasýný temin edecek ve bizi tenvir ve irþad ederek dalâletten muhafaza edecek bir eser intihab etmekte, bu kadar dikkatli olmamýz çok lüzumludur. Çünki bu zamanda, türlü türlü aldatmalarla, perde arkasýnda Ýslâm gençliðini yoldan çýkarmaya çalýþýyorlar.

 

Bir eser okunacaðý veya bir söz dinleneceði zaman, evvelâ مَنْ قَالَ وَ لِمَنْ قَالَ وَ لِمَا قَالَ وَ فِيمَا قَالَ yâni: Kim söylemiþ? Kime söylemiþ? Ne için söylemiþ? Ne makamda söylemiþ? olan bir kaide-i esâsiyyeyi, nazar-ý itibara almalý. Evet kelâmýn tabakatýnýn ulviyeti, güzelliði ve kuvvetinin menbaý, þu dört þeydir: Mütekellim, muhatâb, maksad ve makam. Yoksa, her ele geçen kitab okunmamalý, her söylenen söze kulak vermemelidir. Meselâ: Bir kumandanýn, bir orduya verdiði arþ emriyle; bir neferin, arþ sözü arasýnda ne kadar fark vardýr? Birincisi koca bir orduyu harekete getirir. Ayný kelâm olan ikincisi, belki bir neferi bile yürütemez.

 

Ýþte, bu dört esâstan dolayý ve hem Said Nursî'ye karþý kalblerinde büyük bir sevgi taþýyan yüz binlerle kimseler, sevgiyle üstadlarýnýn en küçük haline dahi, büyük bir ehemmiyet vererek onlarý öðrenip ittiba' etmek, uymak arzusunu taþýdýklarýndan; bura

 

sh: » (S: 804)

 

daki bir kýsým kardeþlerimiz, üstadýmýzýn hayatý, eserleri, meslek ve meþrebi hakkýnda mâlûmat verilmesini ýsrar ile istediler.

 

Fakat, Bediüzzaman gibi bir zâtýn hayatý ve eserleri ve seciyelerini tam ifâde edemeyeceðiz. Bu hakîkat, basiretli ehl-i ilim olan ediblerce de itiraf edilmiþ olduðundan bu hizmet, bizim haddimizden çok uzaktýr. Hem Bediüzzaman hakkýnda mâlûmat almak isteyen kardeþlerimize, bunun ancak ve ancak Risale-i Nur Külliyatýný dikkat ve devamla okumak Sûretiyle mümkün olduðunu arz ederiz.

 

Aziz kardeþlerim! Bu mübarek vatan ve milletin ve âlem-i Ýslâmýn ebedî saadetini ve kurtuluþunu ve dolayýsýyla yeryüzünde umumî sulh ve selâmeti temin edecek bir inâyet ve kudrete mâlik olan Risale-i Nur'un þahs-ý mâneviyesinde þöyle gâyet saðlam kuvvetler toplanmýþ ve imtizac etmiþtir:

 

1 - Yüksek bir kuvvet ve bütün Kemâlâtýn üstadý olan, hakikat-ý Ýslâmiye...

 

2 - Þehâmet-i îmâniye. Yâni tezellül etmemek, bîçârelere tahakküm ve tekebbür etmemek...

 

3 - Müslümanlýðýn insana verdiði izzet ve þeref, terakki ve teâlinin en mühim âmili olan izzet-i Ýslâmiye...

 

Arkadaþlar! Þu mealde bir hadîs-i þerif var ki: "Hakikî âlimler, zâlim hükümdarlara karþý hak ve hakikatý pervasýzca söyleyen âlimlerdir." Ýþte biz, ancak böyle ve müttaki bir allâmenin söz ve eserlerine îtimad edebiliriz.

 

Asrýmýzda ise, hayatýndaki vâkýalar ve eserleriyle bu hadîs-i þerife mâsadak olan Risale-i Nur meydandadýr. Müellif Bediüzzaman dinî mücahedesi ve Kur'ana hizmetinde ve ubûdiyetinde, Resûl-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm)ýn sünnet-i seniyesine tam ittiba' etmiþ bir mücahiddir. Resûl-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) Efendimiz, dünyanýn en muazzam siyasî hâdisesi olan Bedir Muharebesinde; sahabe-i kirâma, nöbet nöbet Cemâatla namaz kýldýrmýþtýr. Yâni vâcib olmayan, husûsan muharebe zamanýnda terk edilebilen "Cemâatla namaz kýlmak" gibi bir hayrý, dünyanýn en büyük siyasî vak'asýna tercih etmiþtir, üstün tutmuþtur. Ufak bir sevabý, harb cephesinin o dehþetleri içinde dahi terk etmemiþtir.

 

 

 

sh: » (S: 805)

 

Bediüzzaman, gönüllü alay kumandaný olarak katýldýðý Rus Harbinde, harb cephesinde, avcý hattýnda, Kur'anýn bir kýsmýnýn tefsiri olan meþhur Arabî Ýþarat-ül Ý'caz Tefsirini te'lif etmiþ. Ve bu eser-i azîm, Âlem-i Ýslâm'da en büyük âlimlerin takdir ve tahsinine mazhar olmuþ ve tam anlamaktan âciz kaldýklarýný ve öyle bir tefsir görmediklerini itiraf etmiþlerdir ki, Kur'an-ý Kerîm'in en ince nükte ve en derin mes'elelerini ve misilsiz i’câz ve hârikulâde yüksek belâgat ve fesâhatýný izhâr ve isbat etmiþtir. Hattâ bir harfin nüktesini izhar ederken, avcý ateþ hattýnda, düþman toplarý zihnini ondan çevirememiþ, harbin daðdaða ve dehþetleri mâni olamamýþtýr.

 

Ezân-ý Muhammedî'nin (A.S.M.) yasak edildiði ve bid'alarýn cebren umuma yaptýrýldýðý zulümatlý ve dehþetli bir devirde, Nur Talebeleri, o uydurma ezaný okumamýþlar ve böyle bid'alara karþý, kendilerini kahramanca muhafaza ederek, bid'alara girmemiþlerdir.

 

Ýman ve Ýslâmiyet'in ortadan kaldýrýlmaya çalýþýldýðý ve bir âlimin gizliden gizliye dahi bir tek dinî eser neþredemediði fecaat devrinde, Bediüzzaman nefyedildiði yerlerde, zalim müstebidlerin tarassudat ve tazyikatý içinde, gizliden gizliye yüzotuz aded îmânî eser te'lif ve neþretmiþtir. Bununla beraber, geceleri pek az bir uykudan sonra, esaret altýnda inleyen Ýslâm Milletleri'nin necat ve salâhý için dualar etmiþ, dergâh-ý Ýlâhiyyeye iltica ederek yalvarmýþtýr.

 

Evet Hazret-i Üstad, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin Sünnet-i Seniyyesine tam iktidâ etmiþtir.

 

Bediüzzaman'ýn bu hali de, bütün Ýslâm mücahidlerine ve umum Müslümanlara bir örnektir. Yâni, cihad ile ubûdiyet ve takvâyý beraber yapýyor; birini yapýp, diðerini ihmal etmiyor. Cebbar ve zâlim din düþmanlarýnýn plânýyla hapishanelere sevk edilip, tecrid-i mutlakta ve gâyet soðuk bir odada býrakýlmasý ve þiddetli soðuklarýn ve hastalýklarýn ýzdýrablarý ve titremeleri ve ihtiyarlýðýn tâkatsýzlýklarý içinde bulunmasý dahi, te'lifâta noksanlýk vermemiþtir.

 

Sýddýk-ý Ekber (Radýyallahü Anhü) demiþtir ki: "Cehennem'de vücûdum o kadar büyüsün ki, ehl-i îmânâ yer kalmasýn." Bediüzzaman, bu gâyet ulvî seciyenin bir lem'acýðýna mazhar olmak için, "Birkaç adamýn îmânýný kurtarmak için Cehennem'e girmeye hâzýrým" diye fedâkârlýðýn þâhikasýna yükselmiþ ve böyle olduðu, Kur'

 

sh: » (S: 806)

 

an ve Ýslâmiyet'in fedâî ve muhlis bir hâdimi olduðu, seksen senelik hayatýnýn þehâdetiyle sâbit olmuþtur.

 

Kur'an ve îmân hizmeti için Bediüzzaman'ýn haysiyetini, þerefini, ruhunu, nefsini, hayatýný fedâ ettiði; mâruz kaldýðý o kadar þedid zulüm ve iþkencelere ve giriftar edildiði çok musibet ve belâlara karþý gösterdiði son derece sabýr, tahammül ve îtidâl, birer þâhid-i sâdýk hükmündedirler.

 

Bediüzzaman Kur'an, îmân, Ýslâmiyet hizmeti için, dünyevî rahatlýklarýný fedâ etmiþ, dünyevî þahsî servetler edinmemiþ, zühd ve takvâ ve riyâzet, iktisad ve kanaatla ömür geçirerek, dünya ile alâkasýný kesmiþtir.

 

Bu cümleden olarak, Müslümanlarýn refah ve saadeti için, bütün ömür dakikalarýný sýrf îmân hizmetine vakf ve hasretmek ve ihlâsa tam muvaffak olmak için, kendini dünyadan tecrid ederek mücerred kalmýþtýr. Evet, Bediüzzaman îman ve Ýslâmiyet hizmeti için, her þeyden bu derece fedâkârlýk yapan, fakat bütün bunlarla beraber; ubûdiyet, zühd ve takvâda da bir istisna teþkil eden tarihî bir Ýslâm fedâîsi ve Kur'an-ý Hakîm'in muhlis bir hâdimi payesine yükselmiþtir.

 

Bediüzzaman'ýn, Risale-i Nur dâvasýnda öyle bir itminâný, öyle bir sýdk ve sadakatý, öyle bir sebat ve metâneti, öyle bir ihlâsý vardýr ki: Din düþmanlarýnýn o kadar þiddetli zulüm ve istibdadlarý, o kadar hücum ve tazyîkatlarý ve bunlarla beraber maddî yokluklar içinde bulunmasý, dâvasýndan vazgeçirememiþ ve küçük bir tereddüd dahi îka' edememiþtir.

 

Said Nursî, Eski Said tâbir ettiði gençliðinde felsefede çok ileri gitmiþtir. Garbýn Sokrat'ý, Eflâtun'u, Aristo'su gibi hakikatlý feylesoflarý ve þarkýn Ýbn-i Sina, Ýbn-i Rüþd, Farabî gibi dâhî hüKemâlarýndan felsefe ve hikmette Kur'an-ý Hakîm'in feyziyle çok ileri geçmiþ ve Kur'andan baþka halâskâr ve hakikî rehber olmadýðýný dâva etmiþ ve Risâle-i Nur eserlerinde isbat etmiþtir. Bu hakikatlarda þübhesi olan olursa, Üstad âhirete teþrif etmeden bizzat þübhesini izâle edebilir.

 

Said Nursî, Kur'an ve îmânâ hizmet mesleðini ihtiyar edip, hiçbir maddî ve mânevî menfaat, salâhat ve velilik gibi mânevî makamlarý maksad ve gaye etmeden, sýrf Cenâb-ý Hakk'ýn rýzasý için

 

sh: » (S: 807)

 

hizmet yapmýþtýr. Basiretli ehl-i ilim tarafýndan bütün Müslümanlarca "Zuhuru beklenen siyasî ve dinî bir halâskârdýr" gibi þahsýna verilen yüksek mertebeyi, Bediüzzaman hiddetle reddetmiþ, kendisinin ancak Kur'anýn bir hizmetkârý ve Risale-i Nur Talebelerinin bir ders arkadaþý olduðuna inanmýþ ve Beyân etmiþtir.

 

Millî Müdafaa Vekaletinde yirmibeþ sene hizmet görmüþ muhterem âlim bir zâtýn, þimdi aramýzda bulunan bir kýsým arkadaþlarýmýzla, evvelki gün ziyaretine gittiðimiz vakit, Bediüzzaman Hazretleri hakkýnda demiþti ki: "Bediüzzaman'ýn nasýl bir zat olduðunu anlayabilmek için, Risale-i Nur Külliyâtýný dikkatle, sebatla okumak kâfidir. Size bir misâl olarak, yalnýz dünyevî iktidârý bakýmýndan derim ki: Bediüzzaman, Risale-i Nur'un þahs-ý mâneviyesiyle yalnýz bir devleti deðil, dünya yüzündeki milletlerin idâresi ona verilse, onlarý selâmet ve saadet içinde idare edecek bir iktidar ve inâyete mâliktir." Evet, Bediüzzaman nâdire-i hilkattir. Fakat yirmibeþ senedir hem kendini, hem talebelerini siyasetten men'etmiþtir; dünyevî iþlerle meþgul deðildir.

 

Bediüzzaman'ýn Risale-i Nur'u te'lif ettiði zamanlarda ve hizmet-i Kur'aniye'de istihdam edildiði anlarda; zekâsý, fetâneti, aklý, mantýký, zihni, hayâli, hâfýzasý, teemmülü, feraseti, seziþ ve kavrayýþý, sür'at-i intikali ve ruhî, kalbî, vicdanî hasseleri, duygularý ve mânevî letâifinin emsalsiz bir tarzda olmasý, istihdam edildiðine âþikâr bir delildir ki; kendi ihtiyârýyla, keyfiyle deðil, inâyet-i Ýlâhiyye ile Kur'ana hizmetkârlýk etmiþ bir derecede olduðu, basiretli ehl-i ilim ve ehl-i kalbce Mûsaddak ve müstahsendir.

 

Mýsýr'da fâzýl ülemâdan, merhum Abdülaziz Çâviþ, Bediüzzaman'ýn Fatîn-ül asr olduðu ve müdhiþ bir fart-ý zekâya mâlik bulunduðu mevzuunda, Mýsýr matbuatýnda makale neþretmiþtir.

 

Büyük ve salâbetli bir âlim olan Þeyh-ül-islâm merhum Mustafa Sabri Efendi, Mýsýr'da Risale-i Nur'a sahib çýkmýþ ve Câmi-ül Ezher Üniversitesinde en yüksek bir mevkiye koymuþtur.

 

Risale-i Nur, Ýslâmiyet'in gâyet keskin ve elmas bir kýlýncýdýr. Bu hakikatlara bir delil ise, Bediüzzaman'ýn zâlim hükümdarlara ve kumandanlara, ölümü istihkar ederek, hakikatý pervasýzca teblið etmesi ve dünyayý saran dinsizlik kuvvetine mukabil, hakaik-i Kur'aniyye ve îmâniyeyi, kendini fedâ ederek, istibdadýn en koyu dev

 

sh: » (S: 808)

 

rinde neþretmesi ve bu kudsî hakikata, cansiperane hizmet etmesidir.

 

Bir müdde-i umumî, iddiânamesinde: "Bediüzzaman, ihtiyarladýkça artan enerjisiyle dinî faaliyete devam etmektedir." Denizli mahkemesi, ehl-i vukuf raporunda: "Evet, Said Nursî'de bir enerji vardýr, fakat bu enerjisini, tarîkat veya bir cem'iyet kurmakta sarfetmemiþ, Kur'an hakikatlarýný Beyân ve dine hizmete sarfettiði kanaatýna varýlmýþtýr." denilmektedir.

 

Din aleyhindeki eski hükûmetlerin vekillerinden birisi (antidemokratik kanunlarýn Millet Meclisinde müzakeresi esnasýnda): "Bediüzzaman Said-i Nursî'nin dinî faaliyetine, yirmibeþ seneden beri mâni olamýyoruz." demiþtir.

 

Biz de deriz ki: Evet, Said Nursî Hazretleri; emsâli görülmemiþ dinamik ve enerjik bir zattýr. Bediüzzaman'ýn hârika bir insan olduðunu, din düþmanlarý olan muarýzlarý dahi kalben tasdik ve takdir etmektedirler.

 

Said Nursî, bâzan bir talebesine Risale-i Nur'dan okuyuvermek ni'metini lûtfettiði zaman der ki: "Bu benim dersimdir. Ben kendim için okuyorum. Bu risaleyi, þimdiye kadar belki yüz def'a okumuþum. Fakat, þimdi yeni görüyorum gibi tekrar okumaða ihtiyaç ve iþtiyâkým var."

 

Hem yine der ki: "Ben baþkalarý için kitab yazmamýþým. Kendim için yazmýþým. Kur'andan bulduðum bu devâlarýmý arzu edenler okuyabilir." Evet, Bediüzzaman îtikad ediyor ve diyor ki: "Ben derse, terbiyeye ve nefsimi ýslaha muhtacým." Bediüzzaman gibi bir zat böyle derse, bizim bu eserlere ne kadar muhtaç olduðumuz artýk kýyas edilsin.

 

Bediüzzaman Said Nursî bütün hayatýnda, þan ve þöhretten, hürmetten kaçmýþ ve insanlardan istiðna etmiþtir. Arabî bir eserinde, þöhret hakkýnda diyor ki: "Þöhret, ayn-ý riyâdýr ve kalbi öldüren zehirli bir baldýr. Ýnsaný, insanlara abd ve köle yapar. Yâni, nam ve þöhret isteyen adam; halklara kendini beðendirmek, sevdirmek için, insanlara riyâ kârlýk, dalkavukluk yapar. Tasannu'kâr tavýrlar takýnýr. O belâ ve musibete düþersen اِنَّا لِلَّهِ وَاِنَّآا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ de."

 

sh: » (S: 809)

 

Üstad, þöhretten fiilen ve hâlen bu kadar kaçmasýna raðmen, her ne hikmetse, insanlar âdeta bir sevk-i Ýlahî varmýþ gibi, istimdadkârane ona koþmuþlardýr ve ona akýn etmektedirler. Ve onun mahz-ý hak olan bu kudsî seciyesi, Risale-i Nur gibi cihanþümûl bir esere hâdim olmuþtur...

 

Bediüzzaman, küçük yaþýndan beri, halklarýn mukabilsiz hediyelerinden istiðnâ etmiþtir. Hediye kabûl etmemeyi meslek edinmiþtir. Zindandan zindana, memleketten memlekete sürgün edildiði zamanlarda, ihtiyarlýðýn tahmil ettiði zaruretler içinde dahi, bu seksen senelik istiðna düsturunu bozmamýþtýr. En has bir talebesi, bir lokma birþey hediye etse, mukabilini verir; vermese dokunur.

 

Neden hediye kabûl etmediðinin sebeblerinden birisi olarak der ki: "Bu zaman, eski zaman gibi deðildir. Eski zamanda îmaný kurtaran on el varsa, þimdi bire inmiþ. Îmansýzlýða sevk eden sebebler eskiden on ise, þimdi yüze çýkmýþ. Ýþte, böyle bir zamanda îmânâ hizmet için, dünyaya el atmadým, dünyayý terk ettim. Hizmet-i îmâniyemi hiçbir þeye âlet etmeyeceðim" der. Hazret-i Üstad, kendi þahsý için birisi zahmet çekse, bir hizmetini görse; mukabilinde bir ücret, bir teberrük verir. Aksi halde, ruhuna aðýr gelir, hoþuna gitmez.

 

Bediüzzaman Said Nursî; Kur'an, Îman ve Din'e yaptýðý hizmetinde, senelerden beri mütemâdî bir tarassud ve tecessüs, tâkibat ve tedkikat altýnda bulundurulmuþtur. Yalnýz ve yalnýz rýzâ-yý Ýlâhî için, yalnýz ve yalnýz hakikat için Ýslâmiyet'e hizmet ettiði ve hizmet-i Kur'aniyyesini hiçbir þeye âlet etmediði müteaddid mahkemelerde de sâbit olmuþtur.

 

Eðer bu mezkûr hakikatlara ve eserlerindeki hak ve hakikatý gören hak-perestlerin, Bediüzzaman ve eserlerinde gördükleri ve neþrettikleri âlî meziyet ve yüksek hakikata mugayir en küçük bir þey olsa idi, en büyük ilâvelerle, þaþaalarla ve yaygaralarla, bu yirmibeþ sene içinde, din düþmanlarý tarafýndan dünyaya ilân edilecek idi.

 

Nitekim bütün bütün iftira ve ittihamlarla, cebbar, müstebid din düþmanlarýnýn tahrikatýyla mahkemelere sevkedildiði zaman, gazetelerin birinci sahifelerinde, bire yüz ilâvelerle teþhir ettirilmesi; tahkikat ve muhakeme neticesinde hiç bir suç olmadýðý ta

 

sh: » (S: 810)

 

hakkuk ederek, beraet ettiði vakit sükût edilmesi; bu hakikatýn âþikâr çok delillerinden bir tanesidir.

 

Bediüzzaman, din kardeþlerine ziyade þefkatlidir. Onlarýn elemleriyle elem çektiði, Ýslâm dünyasýnda hürriyet ve istiklâli için can veren, fedâî Ýslâm mücâhidlerinin acýlarýyla muzdarib olduðu, Kur'an ve Ýslâmiyet'e yapýlan darbeler ânýnda çok ýzdýrablar çektiði, böyle acý acýlarýn tesirâtýyla, zâten pek az yediði bir parça çorbasýný da yiyemediði çok defa görülmüþ ve görülmektedir.

 

Ekser günleri hastalýklar ve sýkýntýlarla geçmektedir. Bir Nur talebesinin yazdýðý gibi, "Ey Millet-i Ýslâm'ýn ebedî refah ve saadeti için, dünyada rahatlýk görmeyen müþfik üstadým! Senin devam eden hastalýklarýn cismanî deðildir. Dinimize icra edilen istibdad ve zulüm sona ermedikçe, âlem-i Ýslâm kurtulmadýkça senin ýzdýrabýn dinmeyecektir." Evet biz de bu kanaatteyiz.

 

Fakat o elîm acýlar, Bediüzzaman'ý asla ye'se düþürmemiþ, bilâkis öyle küllî ve umumî bir dinî cihada ve dua ve ubûdiyete sevk etmiþtir ki: "Kurtuluþun çâre-i yegânesi, Kur'ana sarýlmaktýr." demiþ ve sarýlmýþ. Kur'anda bulduðu deva ve dermanlarý kaleme alarak, bu zamanda bir halâskâr-ý Ýslâm ve nev-i beþerin saadetine medâr olan Risale-i Nur eserlerini meydana getirmiþtir.

 

Hunhar din düþmanlarýnýn, dünyevî satvet ve þevketleri, Bediüzzaman'ý kat'iyen atâlete düþürtememiþtir. "Vazifem Kur'ana hizmettir. Galib etmek, maðlûb etmek Cenâb-ý Hakk'a âittir." diye îmân ederek, bir an bile faaliyetten geri kalmamýþtýr. Evet Hazret-i Üstad, öyle bir himmet-i azîmeye mâliktir ki; ona icra edilen müdhiþ mezâlim, bu himmetin mukabilinde tesirsiz kalmaða mahkûm olmuþtur.

 

Bediüzzaman, arz ve semâvattaki mevcûdâtý, hayret ve istihsanla temâþa eder. Kýrlarda ve daðlarda hususan bahar mevsiminde çok gezinti yapar. O seyrangâhlarda zihnen meþguliyet ve dakik bir tefekkür ve daimî bir huzur hâlindedir. Aðaç ve nebâtat ve çiçekleri مَا شَآءَ اللَّهُ بَارَكَ اللَّهُ فَتَبَارَكَ اللَّهُ اَحْسَنُ الْخَالِقِينَ "Ne güzel yaratýlmýþlar" diyerek, ibret nazarýyla onlarý seyreder; kâinat kitabýný okur. Her â'za ve hâsseleri gibi, gözünü de daima Cenâb-ý Hak hesabýna ve izni dairesinde çalýþtýrýr. Gözü, þu kitab-ý kebir-i kâina

 

sh: » (S: 811)

 

týn bir mütalâacýsý ve þu âlemdeki mu'cizât-ý san'at-ý Rabbâniyenin bir seyircisidir. Ve þu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin bir mübârek arýsý derecesindedir.

 

Üstad, hususî hayatýnda mütevâzi, vazife baþýnda vakurdur. Tevâzu ve mahviyette nümûne-i misâl olacak bir mertebededir. Bu mevzuda der ki: "Bir nefer nöbette iken, baþ kumandan da gelse, silâhýný býrakmayacak. Ben Kur'anýn bir hizmetkârý ve bir neferiyim. Vazife baþýnda iken karþýma kim çýkarsa çýksýn, hak budur derim, baþýmý eðmem."

 

Hülâsa olarak arz ederiz ki: Bediüzzaman, ihlâs-ý tâmmeye mâlik, hârikulâde, hakikî bir müfessir-i Kur'andýr. Hem ihlas-ý etemme vâsýl olmuþ, kahraman ve yektâ bir hâdim-i Kur'andýr. Risale-i Nur'un müellifi olmak itibariyle; hem bir mütekellim-i âzamdýr, hem ilimde gâyet derecede mütebahhir ve râsih, muhakkik ve müdakkik bir allâmedir, hem ilm-i Mantýkýn yüksek, nazîrsiz bir üstadýdýr.

 

Ta'lîkat namýndaki te'lifâtý, Mantýkta bir þâheserdir. Hem mümtaz ve hak-perest ve hakikatbîn bir dâhîdir, hem Kur'anla barýþýk müstakim felsefenin hakikat-perver bir feylesofudur, hem nazîrsiz bir sosyolog (içtimaiyatçý) ve bir psikolog (ruhiyatçý) ve bir pedâgog (terbiyeci)dur, hem daima hakikat terennüm etmiþ ve eden, yüksek ve emsalsiz ve dâhî bir müellif ve edîbdir.

 

Said Nursî, senelerden beri þiddetli bir istibdad ve takyîdat altýnda bulundurulup tanýttýrýlmadýðý ve hem de kendisi, þahsî Kemâlâtýný setrettiði, gizlediði için; mezkûr sýfatlarýn herbirisine muttalî olamayan bulunabilir. Hem bunlar ve hem Risale-i Nur'un hususiyetleri hakkýndaki Beyânâtýmýz, hakikatperver ve fazîletperver bu zamanda bir kýsým ülemâ-i hakikînin ve ehlullahýn ittifak ve icmâ' kuvvetindeki hükümleridir. Hem de bizim kat'î kanaatlarýmýzdýr.

 

Bediüzzaman'ýn, öyle bir ilim ve sýfatlara mâlik olduðuna en mu'teber ve en birinci ve en hakikî delilimiz, Bediüzzaman Said Nursî'dir. Kimin þübhesi varsa, Risale-i Nur'u okusun. Evet biz zikrettiðimiz ve edeceðimiz bu hakaik-i uzmayý, bütün Ýslâm dünyasýna ve umum beþeriyyet âlemine ifþa ve ilân ediyoruz. Evet bin seneden beri âlem-i Ýslâmiyet ve insâniyet, Risale-i Nur gibi bir esere intizar ediyordu.

 

sh: » (S: 812)

 

Bediüzzaman Said Nursî, çok ilimlerde müstesna birer eser yazabilirdi. Fakat o "Zaman, îmaný kurtarmak zamanýdýr" demiþ ve bütün himmet ve mesâîsini ve hayatýný, ulûm-u îmâniyenin te'lif ve neþrine hasretmiþtir.

 

Evet, Hazret-i Üstad ulûm-u îmâniyeyi neþretmekle, âlem-i Ýslâm ve âlem-i insâniyeti hayattar ve ziyâdar eylemiþtir. Cenâb-ý Hak, o büyük üstaddan ebediyen râzý olsun, uzun ömürler versin. Âmîn, âmîn, âmîn...

 

Risale-i Nur, Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyân'ýn bu asýrda bir mu'cize-i mâneviyesi olan yüksek ve parlak bir tefsiridir. Evet Risale-i Nur kalblerin fatihi ve mahbubu, ruhlarýn sultaný, akýllarýn muallimi, nefislerin mürebbi ve müzekkîsidir. Risale-i Nur'un bir husâsiyeti de, Mektûbât'ýn birinci cildinin yüzyirmidokuzuncu sahifesindeki þu bahistir: "Bâzý Sözlerde, ülemâ-i ilm-i Kelâm'ýn mesleðiyle, Kur'andan alýnan minhac-ý hakikînin farklarý hakkýnda þöyle bir temsil söylemiþiz ki, meselâ: Bir su getirmek için bazýlarý küngân (su borusu) ile uzak yerden, daðlar altýnda kazar, su getirir. Bir kýsmý da her yerde kuyu kazar, su çýkarýr. Birinci kýsým çok zahmetlidir. Týkanýr, kesilir. Fakat her yerde kuyular kazýp su çýkarmaya ehil olanlar; zahmetsiz, herbir yerde suyu bulduklarý gibi... Aynen öyle de: Ulemâ-i ilm-i Kelâm, esbâbý, nihayet-i âlemde teselsül ve devrin muhaliyeti ile kesip, sonra Vâcib-ül Vücud'un vücudunu onunla isbat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma Kur'an-ý Hakîm'in minhâc-ý hakikîsi ise; her yerde suyu buluyor, çýkarýyor. Her bir âyeti, birer Asâ-yý Mûsâ gibi, nereye vursa âb-ý hayat fýþkýrtýyor. وَ فِى كُلِّ شَيْءٍ لَهُ آيَةٌ تَدُلُّ عَلَى اَنَّهُ وَاحِدٌ düsturunu herþey'e okutturuyor.

 

Hem îman yalnýz ilim ile deðil.. îmanda çok letâifin hisseleri var. Nasýlki bir yemek mideye girse; o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir Sûrette inkýsam edip tevzi olunuyor. Ýlim ile gelen mesâil-i îmâniye dahi, akýl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sýr, nefis ve hâkezâ.. letâif, kendine göre birer hisse alýr, mass eder. Eðer onlarýn hissesi olmazsa, noksandýr." Ýþte Risale-i Nur her yerde suyu buluyor, çýkartýyor. Evvelce gidilen uzun yolu kýsaltýyor ve müstakim ve selâmetli yapýyor.

 

sh: » (S: 813)

 

Eski Hükemâ, ahkâm-ý þer'iyeden ve akaid-i îmâniyeden bazýlarý için: "Bu nakildir, îman ederiz, akýl buna yetiþmez." demiþler. Halbuki bu asýrda akýl hükmediyor. Bediüzzaman Said Nursî ise; "Bütün ahkâm-ý þer'iye ve hakaik-i îmâniyye aklîdir. Aklî olduðunu isbata hâzýrým." demiþ ve Risale-i Nur'da isbat etmiþtir.

 

Risale-i Nur'da müstesna bir edebiyat ve belâgat ve îcaz, nazîrsiz, câzib ve orijinal bir üslûb vardýr. Evet, Bediüzzaman zâtýna mahsus bir üslûba mâliktir. Onun üslûbu, baþka üslûblarla müvazene ve mukayese edilemez. Eserlerin bâzý yerlerinde, edebiyat kaidesine veya baþka üslûblara nazaran pek münâsib düþmemiþ gibi zannedilen bir noktaya rastlanýrsa, orada gâyet ince bir nükte, bir îma veya ince bir mânâ veya hikmet vardýr. Ve o Beyân tarzý, oraya tam muvafýktýr. Fakat o ince inceliði, âlimler de birden pek anlamadýklarýný îtiraf etmiþlerdir. Bunun için, Bediüzzaman'ýn eserlerindeki hususiyet ve incelikleri, Risale-i Nur'la fazla iþtigal etmemiþ olanlar, birden intikal edemezler.

 

Büyük þâirimiz, edebiyatýmýzýn medâr-ý iftiharý merhum Mehmed Âkif, bir üdebâ meclisinde, "Viktor Hügo'lar, Þekspirler, Dekartlar; edebiyatta ve felsefede, Bediüzzaman'ýn bir talebesi olabilirler." demiþtir.

 

Edib ve þâirler, zevâl ve firaktan aðlamýþlar, ölümden vaveylâ etmiþlerdir. Güz mevsimini hüzünle tasvir etmiþlerdir. Hattâ dünyaca meþhur Arab edibleri "Eðer firak olmasa idi, ölüm ruhlarýmýzý almak için yol bulup gelemezdi" mânâsýnda لَوْلاَ مُفَارَقَةُ اْلاَحْبَابِ مَا وَجَدَتْ لَهَا الْمَنَايَا اِلَى اَرْوَاحِنَا سُبُلاً demiþlerdir.

 

Bediüzzaman ise, "Kâinattaki zevâl, firak ve adem zâhirîdir. Hakikatta firak yok, visal var. Zevâl ve adem yok, teceddüd var. Ve kâinatta her þey, bir nevi bekaya mazhardýr. Ölüm, bu âlem-i fâniden âlem-i bâkiye gitmektir. Ölüm, ehl-i hidâyet ve ehl-i Kur'an için, öteki âleme gitmiþ eski dost ve ahbablarýna kavuþmaða vesiledir. Hem hakikî vatanlarýna girmeye vâsýtadýr. Hem zindan-ý dünyadan, bostan-ý cinâna bir dâvettir. Hem Rahman-ý Rahîm'in fazlýndan, kendi hizmetine mukabil ahz-ý ücret etmeye bir nöbettir. Hem vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem ubûdiyet

 

sh: » (S: 814)

 

ve imtihanýn tâlim ve tâlimatýndan bir paydostur. Azrâil Aleyhisselâm bugün gelse, hoþ geldin, safâ geldin diye gülerek karþýlayacaðým." diyor.

 

Bediüzzaman, beþeri Risale-i Nur'la sefâhet ve dalâletten kurtarýrken, korku ve dehþet vermek tarzýný tâkib etmiyor. Gayr-ý meþru bir lezzetin içinde, yüz elemi gösterip, hissi maðlûb ediyor. Kalb ve ruhu hissiyata maðlûb olmaktan muhafaza ediyor. Risale-i Nur'da müvazenelerle küfür ve dalâlette, bir zakkum-u Cehennem tohumu olduðunu ve dünyada dahi Cehennem azablarý çektirdiðini ve îman ve Ýslâmiyet ve ibâdette, bir Cennet çekirdeði ve leziz lezzetler ve zevkler ve Cennet meyveleri bulunduðunu, dünyada dahi bir nevi mükâfata nâil eylediðini isbat ediyor.

 

Risale-i Nur nifak ve þikaký, tefrikayý, fitne ve fesadý kaldýrýp; kardeþliði, uhuvvet-i diniyeyi, tesanüd ve teavünü yerleþtirir. Risale-i Nur mesleðinin bir esâsý da budur. Risale-i Nur gurur ve kibir ve hodfüruþluk ve zillet gibi ahlâk-ý seyyieden kurtararak, tevâzu' ve mahviyet ve izzet ve vakar gibi güzel ahlâklara sahib kýlar.

 

Risale-i Nur, insan olan bir insana, acz ve fakrýný derk ettirir. Bediüzzaman der ki: "Ýnsan, acz ve fakrýný anlamakla, tam Müslüman ve abd olur."

 

Bu dinsizleri maðlub etmek için, yeni tahsili de yapalým diyenler veya yapanlar, Nur risalelerini devam ve sebatla mütâlaa ederek, bu hedeflerine vâsýl olurlar ve çâre-i yegâne de budur. Hem böylelikle, mekteb mâlûmatlarý da maârif-i Ýlahiyeye inkýlâb eder.

 

Ey, bin seneden beri Ýslâmiyetin bayraktarlýðýný yapan bir milletin torunlarý olan cengâver ruhlu kardeþlerim! Bu zamanýn ve gelecek asýrlarýn Müslümanlarý ve bizler, Kur'an-ý Azîmüþþân'ýn tefsiri olan öyle bir rehbere muhtacýz ki; tahkikî îman dersleriyle, îman mertebelerinde terakki ve teâli ettirsin. Hem korkak deðil, bilakis Risale-i Nur talebeleri gibi cesur ve kahraman ve fa'al ve amel-i sâlih sahibi, mütedeyyin, müttaki ve bununla beraber, þahsî rahatlýk ve menfaatlarýný îman ve Ýslâmiyet'in kurtuluþu uðrunda fedâ eden, fedâî ve mücahid Müslümanlar yetiþtirsin, neme lâzýmcýlýktan kurtarsýn. Hem taarruz ve iþkenceler ve ölüm ihtimalleri karþýsýnda, tahkikî îmân kuvvetinden gelen bir cesaretle, Kur'an ve Ýslâmiyet cephesinden asla çekilmeyen, "Ölürsem þehidim, ka

 

sh: » (S: 815)

 

lýrsam Kur'anýn hizmetkârýyým" diyen ve yýlgýnlýk haline düþmeyen sâdýk ve ihlaslý, yalnýz Allah rýzâsý için hizmet eden, Nur talebeleri gibi Ýslâmiyet hâdimleri yetiþtirsin, böyle muazzez Müslümanlar meydana getirsin.

 

Evet bu asra öyle bir Kur'an tefsiri lâzým ve elzemdir ki; Risale-i Nur gibi akýl, fikir ve mantýðý çalýþtýrsýn, ruh ve kalb ve vicdaný tenvir etsin. Müslümanlarý, beþeri uyandýrsýn; intibah versin, gafletten kurtarsýn. Sýrat-ý Müstakim olan Kur'an yolunu göstersin. Sünnet-i Seniyeye ve Ýslâmiyetin þeâirine muhalif olarak yaptýrýlan ve yapýlan þeyleri fark ettirip, sünnet-i Peygamberîye (Aleyhissalâtü Vesselâm) ittibaý ders versin ve ihya etmek cehdini uyandýrsýn.

 

Ýþte Risale-i Nur'un böyle hâsiyetleri hâvi bir Kur'an tefsiri olduðu, otuz seneden beri meydandadýr ve ehl-i hakikatýn tasdikiyle sabittir. Hem amansýz din düþmanlarýnýn plânlarýyla mahkemelere sürüklenen Risale-i Nur talebelerinin müdafaalarý; ve bu talebelerin Ýslâmiyete hizmetleri esnasýnda, gizli Ýslâmiyet düþmaný, insafsýz, cebbar zâlimlerin entrikalarýyla maruz kaldýklarý iþkencelerden yýlmamak, þahýslarýný düþünmeden, yâni þahsî refahlarýný Ýslâmýn refah ve saadeti için fedâ ederek, sýddýkýyetle sebat etmeleri ve eþedd-i zulme mukavemet etmeleri âþikâr bir delil teþkil etmektedir.

 

Evet, hem yirmibeþ seneden beri Risale-i Nur'la îman hizmetine bütün varlýðýný vakfeden ve þimdiye kadar "gaddar din düþmanlarýnýn" çok defalar tecavüz ve taarruzuna ve taharriyâ ta mârûz kaldýðý halde, yirmibeþ senedir inziva içinde, Risale-i Nur'un naþirliðini yapan Nur kahramanlarý aðabeylerimiz, bizlere birer nümûne-i imtisâl olan, îman ve Ýslâmiyet fedâileridir.

 

Ýþte biz Müslümanlar, böyle bir tefsir-i Kur'an arýyor, böyle bir hâdîyi bekliyorduk. O ihlâslý Nur talebeleri ki, "Cenâb-ý Hak, Hafîz'dir. Ben onun inâyeti ve himâyeti altýndayým. Baþýma ne gelse hayýrdýr." diye îman etmekle beraber amel ederler. Îman hizmetini yaparlar. Din düþmanlarýna yakalanmamak ve canlarýndan kýymetli olduðuna inandýklarý Nur Risalelerini onlara kaptýrmamak için de ihtiyat ederler. Þahýslarýna gelecek zararlarý nazar-ý itibara almadan hizmetlerine devam ederler. Hapse, zindana atýlýp, iþkence yapýldýðý zamanda, onlar yine üstadlarý Bediüzzaman ile alâka

 

sh: » (S: 816)

 

dardýrlar. Eðer gizlice bir imkân bulurlarsa, onlar yine Risale-i Nur ile meþguldürler. Hattâ "Belki hapse atýlýrým, Nur Risalelerimi vermezler, çalýþmaktan mahrum kalýrým." diye Bâzý Nurlarý ezberleyen talebeler de olmuþtur.

 

Muhlis bir Nur talebesi, hapishaneden çýkarýldýðý vakit; gûya o kýrbaçlý, falakalý, türlü türlü iþkenceli hapishane, ona bir kuvvet, bir enerji kaynaðý olmuþ sadâkat ve teyakkuzla Nur hizmetinde koþturmak için bir kýrbaç tesiri yapmýþ gibi, üstadýna daha ziyâde yakýnlaþýr ve eskisinden daha fazla Nurlara çalýþýr, neþriyâ t yapar.

 

Afyon hâdisesinde, Bediüzzaman hapiste iken, muallim bir Nur talebesi, savcýlýkta Risale-i Nur ve Üstadý hakkýnda kahramanca cevablar verdiði için, savcý kýzmýþ. "Þimdi seni hapse atarým" diye tehdid etmiþ. O Ýslâm fedâisi muallim de cevaben "Ben hâzýrým, derhal hapse gönderin" demiþtir.

 

Yine Afyon mahkemesinde, bir Nur talebesi hakkýnda tevkif kararý veriliyor, fakat adliye bulamaz. O talebe bundan haberdar olur. Diðer Nur kardeþleri gibi, "Üstadým ve kardeþlerim hapiste iken, nasýl hariçte kalabilirim" diyerek savcýlýða teslim olup, hapse girer.

 

Ayný bu hapishanede, bir Nur talebesini sehven tahliye ederler. O da "Üstadým ve kardeþlerim henüz hapistedirler. Hem istinsahýný tamamlayacaðým yeni te'lif edilen Nur Risaleleri var." diye düþünerek hapishane müdürüne, "Benim kýrk gün sonra tahliye edilmem lâzým. Ceza müddetim daha bitmedi." der. Hesab ederler ki hakikaten böyledir, tekrar hapse koyarlar.

 

Hamiyet-i dîniye meziyetine lâyýk anlayýþlý kardeþlerim!

 

Said Nursî, kendi hakkýnda verilen böyle bir mâlûmatý görürse, diyeceklerdir ki: "Ne için böyle yapýyorlar? Þahsýmýn ehemmiyeti yok. Kýymet, Kur'andan tereþþuh eden ve Kur'an-ý Hakîm'in malý olan Risale-i Nur'dadýr. Ben bir hiçim."

 

Üstadýn þahsýnýn mazhar ve âyine olduðu Kur'anî hakikatlar ve Nur'lar itibariyle ve neþrettiði îmân ve Ýslâmiyet dersleriyle, ihlâs-ý tâmme ile, umumî ve küllî bir tarzda Kur'ana ve dine hizmet etmesiyle, onun hakkýndaki takdir ve tahsinler, mânâ-yý harfî ile þahsýna aid kalmýyor. Kur'an ve Ýslâmiyet'e râci'dir. Allah nam ve

 

sh: » (S: 817)

 

hesabýnadýr. Din düþmanlarý tarafýndan, ona yapýlan düþmanlýk ve taarruzlar da, Bediüzzaman'ýn hâdimliðini yaptýðý Kur'an ve Ýslâmiyet'in ortadan kaldýrýlmasý maksad-ý mahsusuna mâtuftur.

 

Zira hakaik-i Kur'aniye ve îmâniyyeyi câmi', o cihanþümûl Risale-i Nur eserleri ona ihsan edilmiþtir.

 

Ýþte bu bedihî hakikatý bilen, maskeli, gizli ve münâfýk îman ve Ýslâmiyet muarýzlarý ve düþmanlarý, yarým asra yakýndýr, Bediüzzaman'ýn çürütemedikleri þahsýný, yalan ve yaygaralarla hâlâ çürütmeye çabalýyorlar. Maksadlarý: Risale-i Nur, raðbet ve revaç görüp intiþar etmesin, îmân ve Ýslâmiyet inkiþaf etmesin. Halbuki, Said Nursî'ye iliþtikçe Risale-i Nur parlýyor. Neþriyâ t dairesi geniþliyor. Birer nümune olan yirmibeþ sene içindeki hâdiseler meydandadýr.

 

Ýslâmiyet düþmanlarý, bir taraftan tamamýyla yalan propagandalarýna ve taarruzlarýna devam ederken, diðer taraftan da Nur talebelerinin üstadlarý ve Risale-i Nur hakkýnda istidadlarý nisbetinde, istifade ve istifâzelerinden doðan minnet ve þükranlarýný ifade eden takdirkâr yazý ve sözlerden mürekkeb bir nevi müdafaalarýný perdeler arkasýndan men'etmeye çalýþýyorlar. Bunun için, sâfdil gördükleri dostlarýn dostlarýna veya dostlara samimî görünerek "Ýfrata gidiyorsunuz" gibi, bir takým þeyler söylettiriyorlar. Ýþte böyle sinsi, böyle dessas, böyle entrikalý çeþitli iftiralarla bizi korkutmaya, yýldýrmaya ve susturmaya çalýþýyorlar.

 

Evet, acaba hiç akýl kârý mýdýr ki: Din düþmanlarý, iftira ve yalanlardan ibaret yaygaralarýný yapsýnlar da, bizler hakikatý izhar tarzýyla müdâfaa etmekte susalým? Acaba hiç mümkün müdür ki: Ýslâmiyet düþmanlýðýyla, Üstad Bediüzzaman hakkýnda zâlimâne ve cebbarâne haksýzlýklarý irtikâb eden o insafsýz propagandacýlar, yalanlarýný savururken, biz, Üstad ve Risale-i Nur'un hakkaniyetini ilân ederek, o acib yalanlarýný akîm býrakmaya çalýþmayalým? Acaba eblehlik ve sâfderunluk olmaz mý ki: Kur'an ve îmanýn hunhar ve müstebid zâlim düþmanlarý; Kur'an ve Ýslâmiyet'i ve dini Risale-i Nur'la küfr-ü mutlaka karþý müdafaa ve muhafaza hizmetini yapan Bediüzzaman aleyhtarlýðýnda, mütemâdiyen uydurmalarla seslerini yükseltsinler de, biz hak ve hakikatý Beyân ve ilân etmekte sükût edelim, susalým veya "Biraz susun" gibi birþeyle, paravanalar, perdeler arkasýnda icra-i faaliyet ya-

 

sh: » (S: 818)

 

pan o gizli dinsizlere bir nevi yardým etmiþ veya desteklemiþ olalým? Aslâ ve kellâ, kat'â ve aslâ susmayacaðýz ve hem susturamýyacaklardýr. Durmayacaðýz ve hem durduramýyacaklardýr. Bu can bu kafesten çýkýncaya kadar, bu ruh bu cesedden ayrýlýncaya kadar, bu nefes, bu bedenden gidinceye kadar; Risale-i Nur'u okuyacaðýz, neþredeceðiz. Risale-i Nur'un mahz-ý hakikat ve ayn-ý hak olduðunu ve Bediüzzaman Said Nursî'nin, yapýlan ithamlardan tamamýyla münezzeh ve müberra olduðunu, iftiracý ve tertibci, hunhar din düþmanlarýna mukabil, izhar ve ilân edeceðiz.

 

Kýymetli kardeþlerim! Ýslâm tarihinde, altun sahifelerde mevkileri bulunan, büyük ve nazîrsiz zâtlar meydana gelmiþtir. O misilsiz zâtlarýn tefsirleri ve eserleri, hiçbir Avrupalý feylesofun eseriyle kabil-i kýyas olmayacak derecede emsâlsizdir. O büyük Ýslâm müellifleri ve Ýslâm dâhîleri, herhangi bir hükûmetin, senelerce aðýr bir esâret ve koyu bir istibdâdý tahtýnda olmaksýzýn, Kur'an ve Ýslâmiyet'e hakkýyla ve hâlis bir sûrette hizmet etmiþlerdi. Tarihte eþine rastlanmayan bir istibdâd-ý mutlak ve eþedd-i zulüm altýnda ve dehþetli bir esaret içinde býrakýlan ve kendini ve eserlerini imhâ etmeye çalýþan din düþmanlarýna mukabil, bir þahs-ý mânevî olan Bediüzzaman Said Nursî, Resûl-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) Efendimizin sünnetine tam ittiba' ederek yaptýðý dinî cihad-ý ekberinde, beþer târihinde misli görülmemiþ bir tarzda muvaffak ve muzaffer olmuþtur...

 

Bediüzzaman gibi, yüzotuz parça îmanî eserlerini þiddetli bir istibdad, tazyikat ve takyidat altýnda, gizliden gizliye te'lif edebilmek, hem kuvvetli bir takvâ ve ûbûdiyyete sahib olmak ve hem bunlarla beraber, harb cephesinde de fedâi olarak gönüllü askerleriyle muharebe etmiþ olmak ve harb cephesinde, avcý hattýnda dahi, fýrsat buldukça Kur'anýn en ince nüktelerini ve hârika i'câzýný Beyân eden bir Kur'an tefsiri te'lif etmiþ olmak ve ayný zamanda nefs mücâdelesinde de galib olup, nefsini de dine hizmetkâr yapmak ve hürriyeti gasbedilerek, ücra bir köye sürgün edilip, tecrid-i mutlak ve tarassudlar ve her türlü azablar içinde ablukaya alýnýp, Engizisyon zulümlerini çok geride býrakan hâkim bir kuvvetin tazyikatý altýnda, cani canavarlarýn pek vahþî iþkenceleri içinde, (Sýrran tenevverat) sýrrýyla perde altýnda Risale-i Nur eserleri gibi eserler neþretmek ve böylece cihânýn maddî mânevî "Fâtih"i olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ýn sünnet-i seniyesinin

 

sh: » (S: 819)

 

bir hizmetkârý olarak, bugün milyonlara bâlið olan bir câmiayý, inâyet-i Ýlâhî ile, Kur'an-ý Hakîm'in cadde-i kübrâsýnda selâmetle ilerletmek ve mü'minlerin ve beþeriyetin sâdece dünyalarýný deðil, ebedî saadetlerini temine Risale-i Nur gibi bir eserle vesile olmak; bu mezkûr hususiyetlerin mânevî þahsýnda toplanmasý, Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursî gibi, tarihte hangi bir zâta daha nasib olmuþtur acaba?

 

Evet kardeþlerim! Risale-i Nur, öyle bir ziya-i hakikat, öyle bir bürhân-ý hak ve bir sirâc-ý hakikat neþrediyor ve iki cihânýn saadetini temin edecek, Kur'an ve îman hakikatlarýný ders veriyor ve öyle bir lûtf-u Ýlahîdir ki: Yirmibeþ seneden beri, çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, kadýn-erkek, muallimi, feylesofu, talebesi, âlimi, mutasavvýfý gibi, herbir tabaka-i insâniye, bu Nur'un âþýký, bu Nur'un pervanesi, bu Nur'un sinesine atýlmýþlar, bu Nur'dan meded istemiþler. Milyonlarca bahtiyar kimselerden müteþekkil muazzam bir kütle, bu nurla nurlanýp, bu nurla kurtulmuþlardýr.

 

Evet kardeþlerim! Mahzen-i mu'cizât ve mu'cize-i kübrâ olan Kur'an-ý Azîm-üþ-þan'ýn hakikî bir tefsiri olan Risale-i Nur, o kadar merakâver, o kadar câzibedâr, o kadar dehþetli ve muazzam hakikatlarý ders veriyor ve mesâili isbat ediyor ki; îmân ve Ýslâmiyet'in kýt'alar geniþliðinde inkiþaf ve fütâhâtýna medâr oluyor ve olacaktýr.

 

Evet Risale-i Nur, kalblere o derece bir aþk ve muhabbet, ruhlara o kadar bir vecd ve heyecan vermiþ, akýl ve mantýklarý öyle bir tarzda ikna etmiþ ve öyle bir itminan-ý kalb hâsýl etmiþtir ki, milyonlarca Nur talebelerine, kendini defalarca okutmuþ, yazdýrmýþ ve bir ömür boyunca mütalâa ettirmiþ ve senelerden beri âdeta kendi kendini neþretmiþtir.

 

Aziz kardeþlerim! Ecnebi parmaðýyla idâre edilen zýndýka komiteleri, Ýslâmiyeti imha için, Ýslâm memleketlerinde, bilhassa Türkiye'de, öyle desîselerle entrikalar çevirmiþler, hâince dolaplar döndürmüþler, hunharâne ve vahþiyâne zulümler irtikâb ve þeytanî ve menfur plânlar tatbik etmiþler ve iðfalâtta bulunmuþlar; iblisâne, sinsî metodlar tâkib etmiþler ve kardeþi kardeþe çarpýþtýrmýþlar ve öyle aldatýcý yalan ve propagandalar ve yaygaralar yapmýþlar, fit-

 

sh: » (S: 820)

 

ne ve fesad ve tefrika tohumlarý saçmýþlardýr ki; bunlar Ýslâm'ýn bünyesinde derin rahneler açmýþ ve büyük tahribatlar yapmýþtýr.

 

Fakat o musîbetler, Cenâb-ý Hakk'ýn imdâdý ile, tahrik ve istihdam olunan Bediüzzaman Said Nursî gibi, ihlâs-ý tâmmý kazanmýþ olan bir zât vâsýtasýyla, rahmet-i Ýlâhî ile mededres ve þifâresan ve cihanpesend ve cihanþümûl bir mâhiyeti hâiz Risale-i Nur eserlerinin meydana gelmesine sebeb olmuþtur. Ve ayný zamanda, Müslümanlarý uyandýrmýþ; onlarý halâs, kurtuluþ çârelerini aramaya sevk etmiþtir. Ebedî âhiret hayatlarýný kurtarmak için, hakikî îmân derslerini almak ve Allah'a ilticâ ve emirlerine itâat etmek ihtiyâcýný þiddetle hissettirmiþ ve bu husustaki gaflet ve kusuratý; o musibetlerin ihtar ettiðini, idrâk ettirmiþtir. Zâten insanlarýn, mü'minlerin baþýna gelen bela ve musibetlerin hikmeti budur.

 

Evet o ecnebilerin, canavarlar gibi yaptýklarý muamele ve zulümler, Ýslâm dünyasýnda, hürriyet ve istiklâl ve ittihâd-ý Ýslâm cereyanýný da hýzlandýrmýþtýr. Nihayet, müstakil Ýslâm devletlerinin teþkilini intac etmiþtir. Ýnþâallahü Teâlâ, Cemâhir-i Müttefika-i Ýslâmiye de meydana gelecek ve Ýslâmiyet, dünyaya hâkim ve hükümran olacaktýr. Rahmet-i Ýlâhîden kuvvetle ümîd ve niyaz ediyoruz.

 

Ýþte Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursî, öyle bir mücâhid-i Ýslâmdýr ki; ve te'lifâtý Risale-i Nur, öyle uyandýrýcý ve öyle halâskâr ve öyle fevkalâde ve cihangir bir eserdir ki: Din aleyhindeki bütün o komitelerin bellerini kýrmýþ, mezkûr muzýr ve habis faaliyetlerini akamete dûçar ve dinsizlik esâslarýnýn temel taþlarýný, paramparça etmiþ ve köküyle kesmiþtir ve Ýslâmî ve îmânî fütûhâtý, perde altýnda, kalbden kalbe inkiþaf ettirmiþ ve Kur'an-ý Azîmüþþan'ýn hâkimiyet-i mutlakasýna zemin ihzâr etmiþtir.

 

Evet Risale-i Nur, o tahribatý Kur'anýn elmas hakîkatleriyle ve Kur'an-ý Kerîm'deki en kýsa ve en müstakim bir tarîkle tâmir ve o yaralarý, Kur'an-ý Hakîm'in eczahane-i kübrâsýndaki edviyelerle tedâvi ediyor ve edecektir.

 

Hem, mâsum müslümanlarýn kanlarýný sömüren ve servetleri tahaccür etmiþ millet kaný olan, parazit, tufeylî ve aç gözlü canavar ve barbar emperyalistleri, müstemlekecileri ve onlarýn içimizdeki, sâdece þahsî menfaat zebûnu, zâlim, hunhar, harîs ve müstebid uþaklarýný, hak ile yeksân edip izmihlâl ve inhidâm-ý mutlakla mað-

 

sh: » (S: 821)

 

lûb eden ve edecek yegâne çarenin Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyân'ýn bu asýrda bir mu'cize-i mânevîsi olan Risale-i Nur eserleri olduðunda, basiretli Ýslâm mücahidleri ve âlimleri, icraat ve müþâhedâtâ müstenid, yakînî bir kanâât-ý kat'iye ile müttefiktirler.

 

Evet tarih-i beþer, Risale-i Nur gibi bir eser göstermiyor. Demek anlaþýlýyor ki: Risale-i Nur, Kur'anýn emsâlsiz bir tefsiridir.

 

Evet Bediüzzaman Said Nursî'ye, yalnýz âlem-i Ýslâm deðil, Hristiyan dünyasý da medyun ve minnettardýr ki; dinsizliðe karþý umumî cihadýnda mazhar olduðu muvaffakýyet ve galibiyetten dolayý Roma'daki Papa dahi, kendisine resmen tebrik ve teþekkürname yazmýþtýr.

 

Þimdi Risale-i Nur Külliyâtýndan, îman, Kur'an ve Hazret-i Peygamber (Aleyhissalâtü Vesselâm) Efendimiz hakkýnda olan eserlerden bâzý kýsýmlarý aynen okuyacaðým. Siz bu eserleri elde edip tamamýný okursunuz. Okurken, belki îzah edilmesini isteyen kardeþlerimiz olacaktýr. Fakat bu hususta arzedeyim ki, üstadýmýz Bediüzzaman, bir Nur talebesine Risale-i Nur'dan bâzan okuyuvermek lütfunu bahþederken izah etmiyor, diyor ki: "Risale-i Nur, îmânî mes'eleleri lûzumu derecesinde îzah etmiþ. Risale-i Nur'un hocasý, Risale-i Nur'dur. Risale-i Nur, baþkalarýndan ders almaða ihtiyaç býrakmýyor. Herkes istidadý nisbetinde kendi kendine istifâde eder. Aklýnýz herbir mes'eleyi tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdanýnýz hissesini alýr. Ne kadar istifâde etseniz, büyük bir kazançtýr."

 

Okunan Türkçe veya Arabça bir risâlenin îzahý, baþka bir risalede varsa, onu getirip okuyor. Risale-i Nur'daki gâyet ince nükteleri derkeden basiretli âlimler de der ki: Bir âlimin yüksek bir ilmi olabilir fakat Risale-i Nur'u Cemâata okurken tafsilâta giriþip eski mâlûmatlarýyla açýklarsa, bu izahatý, Risale-i Nur'un Beyân ettiði, asrýmýzýn fehmine uygun ve ihtiyâcýna tam cevab veren hakikatlarýn anlaþýlmasýnda ve tesirâtýnda ve Risale-i Nur'un mâhiyetinin derkine bir perde olabilir. Bunun için, bâzý lügatlarýn mânâlarýný söyleyerek aynen okumak daha müessir ve daha efdaldir.

 

Ýstanbul Üniversitesindeki kardeþlerimiz de böyle okuyorlar. Biz de hülâsaten deriz ki: Risale-i Nur, gâyet fasîh ve vecîzdir. Sözün kýymeti; îcazýndadýr, kýsalýðýndadýr. Bir mes'ele-i imâniye ve Kur'aniye umuma ders verilirken, mücmel olarak tedrisinde, daha fazla istifaza ve istifâde vardýr.

 

sh: » (S: 822)

 

Ey Üstâdýmýz Efendimiz! Umum kadirþinas insanlar Risale-i Nur'u ve sizi ebediyen tebcil ve tekrim edeceklerdir. Tahkikî îmân dersleriyle îmânýmýzý kurtaran cihanbaha ve cihandeðer bir kýymette olan Risale-i Nur'u bütün ruh-u cânýmýzla, bütün mevcûdiyetimizle seviyor ve tekrim ediyoruz. Bu aþk ve bu muhabbet, bu tâzim ve bu hürmet, nesilden nesile, asýrdan asýra, devirden devire intikal edecektir.

 

Evet, Risale-i Nur'daki hakaik-i Kur'aniye öyle bir kuvvettir ki: Bu kudret karþýsýnda, küfr-ü mutlakýn ve dinsizliðin temelleri târumâr olacak; inhidam çukurlarýna yuvarlanarak geberecektir. Bâki kalanlar, îmân ve Kur'an nuruyla felâh ve necat bulacaklardýr.

 

Evet daðlarý, taþlarý, pamuk gibi daðýtacak, demir ve granitleri yað gibi eritecek derecede olan bu kuvvet-i Kur'aniye dünyayý nur ve saadete gark edecek. Bu Nur-u Kur'an, îmânlarýn kurtuluþunda, dünyaya hâkim ve hükümran olacaktýr...

 

وَ اَخِرُ دَعْوَيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

 

* * *

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...