Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Lemaat


Webmaster

Empfohlene Beiträge

Lemaât

 

 

 

مِنْ بَيْنِ هِلاَلِ الصَّوْمِ وَ هِلاَلِ الْعِيدِ

 

 

 

Çekirdekler Çiçekleri

 

Risale-i Nur þâkirdlerine küçük bir mesnevî ve îmânî bir divandýr.

 

Müellifi:

 

Bediüzzaman

 

SAÝD NURSÎ

 

TENBÝH

 

Bu «Lemeât» nâmýndaki eserin sâir dîvanlar gibi bir tarzda bir-iki mevzû ile gitmediðinin sebebi: Eski eserlerinden «Hakikat Çekirdekleri» nâmýndaki kýsacýk vecîzeleri bir derece îzah etmek için, hem nesir tarzýnda yazýlmýþ, hem de sâir dîvanlar gibi hayâlâta, mizansýz hissiyâta girilmemiþ olmasýdýr. Baþtan aþaðýya mantýk ile hakaik-i Kur'aniyye ve îmâniyye olarak, yanýnda bulunan birâderzadesi gibi bâzý talebelerine bir ders-i ilmîdir, belki bir ders-i îmânî ve Kur'anîdir. Üstadýmýzýn baþtaki ifadesinde dediði gibi, biz de anlamýþýzdýr ki: Nazma ve þiire hiç meyli ve onlarla iþtigali de yoktur. وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ sýrrýnýn bir nümunesini gösteriyor.

 

Bu eser, birçok meþâgil ve Dâr-ül Hikmet'teki vazîfe içinde yirmi gün Ramazanda, günde iki veya ikibuçuk saat çalýþmak su

 

sh: » (S: 736)

 

retiyle manzum gibi yazýlmýþtýr. Bu kadar kýsa zamanda, manzum bir sahife on sahife kadar müþkil olduðu cihetle, birden dikkatsiz, tashihsiz böyle söylenmiþ, tab'edilmiþtir. Bizce Risale-i Nur hesabýna bir hârikadýr. Hiçbir nazýmlý dîvan, bunun gibi tekellüfsüz, nesren okunabilir görülmüyor. Ýnþâallah bu eser bir zaman Risale-i Nur þâkirdlerine bir nevi mesnevî olacak. Hem bu eser, kendisinden on sene sonra çýkan ve yirmiüç senede tamamlanan Risale-i Nur'un mühim eczalarýna bir iþâret-i gaybiye nev'inden müjdeli bir fihrist hükmündedir.

 

Risale-i Nur þâkirdlerinden

 

Sungur, Mehmed Feyzi, Hüsrev

 

***

 

ÝHTAR

 

اَلْمَرْءُ عَدُوّ ٌلِمَا جَهِلَ kaidesiyle, ben dahi nazým ve kafiyeyi bilmediðimden ona kýymet vermezdim. Sâfiyeyi kafiyeye fedâ etmek tarzýnda hakikatýn Sûretini nazmýn keyfine göre taðyir etmek hiç istemezdim. Þu kafiyesiz, nazýmsýz kitabda en âlî hakikatlere, en müþevveþ bir libas giydirdim. Evvelâ: Daha iyisini bilmezdim. Yalnýz mânayý düþünüyordum. Sâniyen: Cesedi libasa göre yontmakla rendeleyen þuarâya tenkidimi göstermek istedim. Sâlisen: Ramazanda kalb ile beraber nefsi dahi hakikatlerle meþgul etmek için, böyle çocukça bir üslûb ihtiyar edildi. Fakat ey kari'! Ben hatâ ettim, itiraf ederim. Sakýn sen hatâ etme! Yýrtýk üslûba bakýp o âlî hakikatlere karþý dikkatsizlik ile hürmetsizlik etme!..

 

ÝFADE-Ý MERAM

 

Ey kari'! Peþinen bunu itiraf ederim ki: San'at-ý hat ve nazýmda istîdadýmdan çok müþtekîyim. Hattâ þimdi ismimi de düzgün yâzamýyorum. Nazým, vezin ise; ömrümde bir fýkra yapamamýþtým. Birdenbire zihnime, nazma musýrrane bir arzu geldi. Sahabelerin gazevatýna dair kürdçe قَوْلِ نَوَالاَسِيسَبَانْ nâmýnda bir destan vardý. Onun ilâhî tarzýndaki tabiî nazmýna ruhum hoþlanýyordu. Ben de kendime mahsus onun tarz-ý nazmýný ihtiyar ettim. Nazma benzer bir nesir yazdým. Fakat vezin için kat'iyen tekellüf yapmadým. Ýsteyen

 

sh: » (S: 737)

 

adam, nazmý hâtýra getirmeden zahmetsiz, nesren okuyabilir. Hem nesren olarak bakmalý.. tâ mâna anlaþýlsýn. Her kýt'ada ittisal-i mâna vardýr. Kafiyede tevakkuf edilmesin. Külâh püskülsüz olur; vezin de kafiyesiz olur; nazým da kaidesiz olur. Zannýmca lâfz ve nazým, san'atça cazibedâr olsa, nazarý kendiyle meþgul eder. Nazarý mânadan çevirmemek için periþan olmasý daha iyidir.

 

Þu eserimde üstadým: Kur'andýr. Kitabým: Hayattýr. Muhatâbým: Yine benim. Sen ise ey kàri! Müstemi'sin. Müstemi'in tenkide hakký yoktur; beðendiðini alýr, beðenmediðine iliþmez. Þu eserim, bu mübarek Ramazanýn feyzi (*) olduðundan, ümid ederim ki: Ýnþâallah din kardeþimin kalbine tesir eder de lisaný bana bir dua-i maðfiret bahþeder veya bir Fâtiha okur.

 

 

 

«EDDAλ

 

(*) Yýkýlmýþ bir mezarým ki, yýðýlmýþtýr içinde

 

Said'den yetmiþ dokuz emvat (**) bâ-âsam âlâma.

 

Sekseninci olmuþtur, mezara bir mezar taþ.

 

Beraber aðlýyor (***) hüsrân-ý Ýslâm'a.

 

Mezar taþýmla pür-emvat enîndar o mezârýmla

 

Revâným sâha-i ukba-yý ferdâma.

 

Yakînim var ki: Ýstikbal semâvatý, zemin-i Asya

 

Bâhem olur teslim, yed-i beyza-yý Ýslâm'a.

 

Zira yemin-i yümn-i îmandýr

 

Verir emn-ü eman ile enâma...

 

 

 

_________________________________

 

(*) Hattâ, tarihi نَجْمُ اَدَبٍ وُلِدَ لِهِلاَلَىْ رَمَضَانَ çýkmýþ. Yâni: «Ramazanýn iki hilâlinden doðmuþ bir edeb yýldýzýdýr.» (Bin üçyüz otuzyedi eder.)

 

(*) Bu kýt'a, Onun imzasýdýr.

 

(**) Her senede iki defa cisim tazelendiði için iki Said ölmüþ demektir. Hem bu sene Said yetmiþdokuz senesindedir. Herbir senede bir Said ölmüþ demektir ki, bu tarihe kadar Said yaþayacak.

 

(***) Yirmi sene sonraki bu þimdiki hâli, hiss-i kablelvuku' ile hissetmiþ.

 

sh: » (S: 738)

 

بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

 

اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ علَى سَىِّدِ الْمُرْسَلىِنَ مُحَمَّدٍ وَ علَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ«Tevhidin Ýki Bürhân-ý Muazzamý»

 

Þu kâinat tamamýyla bir bürhân-ý muazzamdýr. Lisan-ý gayb, þehadetle müsebbihtir, muvahhiddir. Evet tevhid-i Rahman'la, büyük bir sesle zâkirdir ki:

 

LÂ ÝLÂHE ÝLLÂ HÛ...

 

Bütün zerrat hüceyratý, bütün erkân u â'zasý birer lisan-ý zâkirdir; o büyük sesle beraber der ki:

 

LÂ ÝLÂHE ÝLLÂ HÛ...

 

 

 

 

 

O dillerde tenevvü' var, o seslerde merâtib var. Fakat bir noktada toplar, onun zikri, onun savtý ki:

 

LÂ ÝLÂHE ÝLLÂ HÛ...

 

Bu bir insan-ý ekberdir, büyük sesle eder zikri; bütün eczasý, zerratý, küçücük sesleriyle, o bülend sesle beraber der ki:

 

LÂ ÝLÂHE ÝLLÂ HÛ...

 

Þu âlem halka-i zikri içinde okuyor Aþrý, þu Kur'an maþrýk-ý nûru. Bütün zîruh eder fikri ki:

 

LÂ ÝLÂHE ÝLLÂ HÛ...

 

Bu Furkan-ý Celîlüþþân, o tevhide nâtýk bürhân, bütün âyât sâdýk lisan. Þuâât-barika-i îman. Beraber der ki:

 

LÂ ÝLÂHE ÝLLÂ HÛ...

 

Kulaðý ger yapýþtýrsan, þu Furkan'ýn sinesine, derinden tâ derine, sarihan iþitirsin semâvî bir sada der ki:

 

LÂ ÝLÂHE ÝLLÂ HÛ...

 

sh: » (S: 739)

 

O sestir gayeten ulvî, nihayet derece ciddî, hakikî pek samimî, hem nihayet mûnis ve mukni' ve bürhânla mücehhezdir. Mükerrer der ki:

 

LÂ ÝLÂHE ÝLLÂ HÛ...

 

Þu bürhân-ý münevverde, cihat-ý sittesi þeffaf ki, üstünde münakkaþtýr müzehher sikke-i i'câz. Ýçinde parlayan nur-u hidâyet der ki:

 

LÂ ÝLÂHE ÝLLÂ HÛ...

 

Evet, altýnda nescolmuþ mühefhef mantýk ve bürhân, saðýnda aklý istintak; mürefref her taraf, ezhan «Sadakte» der ki:

 

LÂ ÝLÂHE ÝLLÂ HÛ...

 

Yemîn olan þimalinde, eder vicdaný istiþhad. Emâmýnda hüsn-ü hayýrdýr, hedefinde saadettir. Onun miftahýdýr her dem ki:

 

LÂ ÝLÂHE ÝLLÂ HÛ...

 

Emam olan verâsýnda ona mesned semâvîdir ki, vahy-i mahz-ý Rabbânî. Bu þeþ cihet ziyadardýr; bürucunda tecellidar ki:

 

LÂ ÝLÂHE ÝLLÂ HÛ...

 

Evet vesvese-i sârýk, bâvehm-i þübhe-i târýk, ne haddi var ki o mârýk, girebilsin bu bârýk kasra, hem þârýk ki, sur sûreler þâhik, her kelime bir melek-i nâtýk ki:

 

LÂ ÝLÂHE ÝLLÂ HÛ...

 

O Kur'an-ý Azîmüþþân nasýl bir bahr-ý tevhiddir. Birtek katre, misâl için birtek Sûre-i Ýhlâs.. fakat kýsa birtek remzi, nihayetsiz rumuzundan. Bütün envâ-ý þirki reddeder, hem de yedi envâ-ý tevhidi eder isbat; üçü menfî, üçü müsbet þu altý cümlede birden...

 

Birinci cümle: قُلْ هُوَ karinesiz iþarettir. Demek ýtlakla tâyindir. O tayinde taayyün var. Ey

 

LÂ HÜVE ÝLLÂ HÛ...

 

Þu tevhid-i þuhûda bir iþarettir. Hakikat-bîn nazar tevhide müstaðrak olursa der ki:

 

LÂ MEÞHÛDE ÝLLÂ HÛ...

 

Ýkinci cümle: اَللّهُ اَحَدٌ dir ki, tevhid-i Ulûhiyyete tasrihtir. Hakikat, hak lisaný der ki:

 

LÂ MÂBÛDE ÝLLÂ HÛ...

 

sh: » (S: 740)

 

Üçüncü cümle: اَللّهُ الصَّمَدُ dir. Ýki cevher-i tevhide sadeftir. Birinci dürrü: Tevhid-i Rububiyyet. Evet nizâm-ý kevn lisaný der ki:

 

LÂ HÂLÝKA ÝLLÂ HÛ...

 

 

 

Ýkinci dürrü: Tevhid-i Kayyûmiyyet. Evet seraser kâinatta, vücud ve hem bekada, müessire ihtiyaç lisaný der ki:

 

LÂ KAYYÛME ÝLLÂ HÛ...

 

Dördüncü: لَمْ يَلِدْ dir. Bir tevhid-i celâlî müstetirdir; envâ-ý þirki reddeder, küfrü keser bîiþtibah.

 

Yâni tegayyür, ya tenasül, ya tecezzi eden elbet; ne Hâlýk'týr, ne Kayyûm'dur, ne Ýlah...

 

Veled fikri, tevellüd küfrünü لَمْ reddeder, birden keser atar. Þu þirktendir ki, olmuþtur beþer ekserisi gümrah...

 

Ki Ýsa (A.S.) ya Üzeyr'in, ya melâik, ya ukûlün tevellüd þirki meydan alýyor nev-i beþerde gâh bâ-gâh...

 

Beþincisi: وَلَمْ يُولَدْ Bir tevhid-i sermedî iþareti þöyledir: Vâcib, kadîm, ezelî olmazsa, olmaz Ýlâh...

 

Yâni: Ya müddeten hâdis ise, ya maddeden tevellüd, ya bir asýldan münfasýl olsa, elbette olmaz þu kâinata penah...

 

Esbab-perestî, nücum-perestlik, sanem-perestî, tabiat-perestlik þirkin birer nev'idir; dalalette birer çâh...

 

Altýncý: وَلَمْ يَكُنْ Bir Tevhid-i câmi'dir. Ne zâtýnda nazîri, ne ef'âlinde þerîki, ne sýfâtýnda þebîhi لَمْ lâfzýna nazargâh...

 

Þu altý cümle mânen birbirine netice, hem birbirinin bürhâný, müselseldir berâhin, mürettebdir netâic þu surede karargâh...

 

sh: » (S: 741)

 

Demek þu Sûre-i Ýhlâs'ta, kendi mikdar-ý kametinde müselsel, hem müretteb otuz sûre münderiç; bu bunlara sehergâh...

 

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللّهُ

 

* * *

 

SEBEB SIRF ZAHÝRÝDÝR

 

Ýzzet-i âzamet ister ki; esbab-ý tabiî, perdedâr-ý dest-i kudret ola aklýn nazarýnda.

 

 

 

Tevhid ve celâl ister ki: Esbab-ý tabiî, dâmenkeþ-i tesir-i hakikî ola (*) kudret eserinde.

 

* * *

 

Vücud, Alem-i cismânîde Münhasýr Deðil

 

Vücudun hasra gelmez muhtelif envâ'ýný, münhasýr olmaz, sýkýþmaz þu þehadet âleminde.

 

Âlem-i cismânî bir tenteneli perde gibi, þu'le-feþân gaybî avalim üzerinde.

 

* * *

 

Kalem-i Kudrette Ýttihad, Tevhidi Ýlân Eder

 

Eser-i itkan-ý san'at, fýtratýn her köþesinde bilbedâhe reddeder esbâbýnýn îcadýný.

 

Nakþ-ý kilkî ayn-ý kudret; hilkatýn her noktasýnda bizzarure reddeder vesaitin vücudunu.

 

* * *

 

Bir þey, Her þey'siz Olmaz

 

Kâinatta serbeser sýrr-ý tesanüd müstetir, hem münteþir. Hem cevanibde tecavüb, hem teâvün gösterir.

 

Ki yalnýz bir kudret-i âlem-þümûldür yaptýrýr, zerreyi her nisbetiyle halkedip yerleþtirir.

 

______________________________________

 

(*) Hakikî tesirden elini çeksin, icada karýþmasýn, demektir.

 

sh: » (S: 742)

 

Kitab-ý âlemin her satýrýyla her harfi hay.. ihtiyaç sevkediyor, tanýþtýrýr.

 

Her nereden gelirse gelsin nida-i hacete lebbeyk-zendir, sýrr-ý tevhid nâmýna etrafý görüþtürür.

 

Zîhayat her harfi, herbir cümleye müteveccih birer yüzü, hem de nâzýr birer gözü baktýrýr.

 

* * *

 

Güneþin Hareketi Câzibe Ýçindir, Câzibe Ýstikrâr-ý Manzumesi Ýçindir

 

Güneþ bir meyvedârdýr; silkinir; tâ düþmesin müncezib seyyar olan yemiþleri.

 

 

 

Ger sükûtuyla sükûnet eylese, cezbe kaçar, aðlar fezâda muntâzam meczublarý.

 

* * *

 

Küçük Þeyler Büyük Þeylerle Merbuttur

 

Sivrisinek gözünü halkeyleyendir mutlaka, Güneþi hem kehkeþi halkeylemiþ.

 

Pirenin mîdesini tanzim edendir mutlaka, manzume-i þemsiyeyi nazmeylemiþ.

 

Gözde rü'yet, mîdede hem ihtiyacý dercedendir mutlaka, semâ gözüne ziya sürmesi çekmiþ, zemin yüzüne gýda sofrasý sermiþ.

 

* * *

 

Kâinatýn Nazmýnda Büyük Bir Ý'caz Var

 

Kâinatýn gör ki te'lifinde bir i'câz var. Ger bütün esbab-ý tabiiye bilfarz-ýl muhal

 

Ola herbiri muktedir bir fâil-i muhtar. O i'câza karþý nihayet acz ile bil-imtisâl

 

Ederek secde ki سُبْحَانَكَ لاَ قُدْرَةَ فِينَا رَبَّنَا اَنْتَ الْقَدِيرُ اْلاَزَلِىُّ ذُوالْجَلاَلِ

 

* * *

 

sh: » (S: 743)

 

Kudrete Nisbet Her Þey Müsavidir

 

مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ اِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ

 

Bir kudret-i zâtiyedir, hem ezelî; acz tahallül edemez.

 

Onda merâtib olmayýp, mevani' tedâhül edemez. Ýsterse küll, isterse cüz' nisbet tefâvüt eylemez.

 

Çünki her þey baðlýdýr her þey ile. Her þeyi yapamayan bir þeyi de yapamaz.

 

* * *

 

 

 

 

 

Kâinatý Elinde Tutamayan, Zerreyi Halkedemez

 

Tesbih gibi nazmeyleyip kaldýracak; arzýmýzý, þümûsu, nücumu, hasra gelmez

 

Þu fezânýn baþýna hem sinesine takacak öyle kuvvetli ele bir kimse mâlik olmasa

 

Dünyada hiçbir þeyde dâva-yý halk edip, iddia-yý îcad edemez.

 

* * *

 

Ýhya-yý Nev', Ýhya-yý Ferd Gibidir

 

Mevt-âlûd bir nevm ile kýþta uyuþmuþ bir sinek, nasýl onun ihyasý kudrete aðýr gelmez.

 

Þu dünyanýn mevti de, ihyasý da öyledir. Bütün zîruh ihyasý onda fazla nazlanmaz.

 

* * *

 

Tabiat, Bir San'at-ý Ýlâhiyyedir

 

Deðil tâbi' tabiat, belki matba'. Deðil nakkaþ, o belki bir nakýþtýr.

 

Deðil fâil, o kabildir. Deðil masdar, o mistardýr.

 

Deðil nâzým, o nizâmdýr.

 

Deðil kudret, o kanundur. Ýradî bir þeriattýr, deðil hâric-i hakikatdar,

 

* * *

 

sh: » (S: 744)

 

Vicdan, Cezbesi Ýle Allah'ý Tanýr

 

Vicdanda mündemiçtir, bir incizab ve cezbe. Bir câzibin cezbiyle dâim olur incizab.

 

Cezbe düþer zîþuur, ger Zülcemâl görünse. Etse tecelli daim pürþa'þaa bîhicab.

 

Bir Vâcib-ül Vücud'a, Sahib-i Celâl ve Cemâl; þu fýtrat-ý zîþuur kat'î þehadet-meab.

 

Bir þahidi o cezbe, hem diðeri incizab.

 

* * *

 

Fýtratýn Þehadeti Sadýkadýr

 

Fýtratta yalan yoktur; ne dediyse doðrudur. Çekirdeðin lisaný,

 

 

 

Meyl-i nümuv der: «Ben, sünbüllenip meyvedâr...» Doðru çýkar Beyâný:

 

Yumurtanýn içinde, derin derin söyler hayatýn meyelâný..

 

Ki: «Ben piliç olurum, izn-i Ýlahî ola.» Sadýk olur lisaný.

 

Bir avuç su, bir demir gülle içinde eðer niyet etse incimad. Bürudetin zamaný

 

Ýçindeki inbisat meyli der: «Geniþlen, bana lâzým fazla yer.» Bir emr-i bîemanî..

 

Metin demir çalýþýr, onu yalan çýkarmaz. Belki onda doðruluk, hem de sýdk-ý cenanî

 

O demiri parçalar. Þu meyelânlar bütün birer emr-i tekvînî, birer hükm-ü Yezdânî.

 

Birer fýtrî þeriat, birer cilve-i irade. Ýrâde-i Ýlâhî, idare-i ekvânî

 

Emirleri þunlardýr: Birer birer meyelân, birer birer imtisâl, evâmir-i Rabbânî.

 

Vicdandaki tecelli aynen böyle cilvedir; ki incizab ve cezbe iki Mûsaffâ câný.

 

Ýki mücellâ camdýr, akseder içinde Cemâl-i Lâyezâlî, hem de nur-u îmânî.

 

* * *

 

sh: » (S: 745)

 

Nübüvvet Beþerde Zaruriyyedir

 

Karýncayý emîrsiz, arýlarý ya'subsuz býrakmayan kudret-i ezeliyye; elbette

 

Beþeri de býrakmaz þeriatsýz, nebîsiz. Sýrr-ý nizâm-ý âlem, böyle ister elbette.

 

* * *

 

Meleklerde Mi'rac, Ýnsanlarda Þakk-ý Kamer Gibidir

 

Bir mi'racî kerametle melekler, gördüler elhak! Ki müsellem bir nübüvvette muazzam bir velâyet var.

 

O parlak Zât, burâka binmiþ de berk olmuþ. Kamervârî serâser, âlem-i nuru da görmüþtür.

 

Þu þehadet âleminde münteþir insanlara hissî büyük bir mu'cize nasýlki اِنْشَقّ الْقَمَرُ dir.

 

Bu mi'racdýr, âlem-i ervahdaki sâkinlere en büyük bir mu'cize ki,

 

 

 

سُبْحَانَ الَّذِى اَسْرَى dýr.

 

* * *

 

Kelime-i Þehadetin Bürhân'ý Ýçindedir

 

Kelime-i þehadet.. vardýr iki kelâmý. Birbirine þahiddir, hem delil ve bürhândýr.

 

Birincisi, sâniye bir bürhân-ý limmîdir. Ýkincisi, evvele bir bürhân-ý innîdir.

 

* * *

 

Hayat Bir Çeþit Tecelli-i Vahdettir

 

Hayat bir nur-u vahdettir. Þu kesrette eder tevhid tecelli. Evet, bir cilve-i vahdet eder kesretleri tevhid ve yekta.

 

Hayat bir þeyi herþeye eder mâlik. Hayatsýz þey.. ona nisbet ademdir cümle eþya.

 

* * *

 

sh: » (S: 746)

 

Ruh, Vücud-u Hâricî Giydirilmiþ Bir Kanundur

 

Ruh bir nuranî kanundur, vücud-u haricî giymiþ bir namustur; þuuru baþýna takmýþ.

 

Bu mevcûd ruh, þu mâkul kanuna olmuþ iki kardeþ, iki yoldaþ.

 

Sabit ve hem dâim fýtrî kanunlar gibi, ruh dahi hem âlem-i emir, hem irade vasfýndan gelir.

 

Kudret vücud-u hissî giydirir, þuuru baþýna takar, bir seyyâle-i lâtifeyi o cevhere sadef eder.

 

Eðer enva'daki kanunlara kudret-i Hâlýk vücud-u haricî giydirirse, herbiri bir ruh olur.

 

Ger vücudu ruh çýkarsa, baþýndan þuuru indirirse, yine lâyemut kanun olur.

 

* * *

 

Hayatsýz Vücud, Adem Gibidir

 

Ziya ile hayatýn herbiri, mevcûdâtýn birer keþþafýdýr. Bak: Nur-u hayat olmazsa,

 

 

 

Vücud, adem-âlûddur; belki adem gibidir. Evet garib, yetimdir; hayatsýz ger Kamer'se...

 

* * *

 

Hayat Sebebiyle Karýnca Küreden Büyük Olur

 

Ger mîzan-ül vücudla karýncayý tartarsan, ondan çýkan kâinat Küremize sýkýþmaz.

 

Bence küre hayevandýr, baþkalarýn zannýnca meyyit olan Küreyi ger getirip koyarsan

 

Karýncanýn karþýsýna, o zîþuur baþýnýn nýsfý bile olamaz.

 

* * *

 

Nasrâniyet Ýslâmiyete Teslim Olacak

 

Nasraniyet, ya intifa ya ýstýfa bulacak. Ýslâm'a karþý teslim olup terk-i silâh edecek.

 

Mükerreren yýrtýldý, purutluða tâ geldi, purutlukta görmedi ona salâh verecek.

 

sh: » (S: 747)

 

Perde yine yýrtýldý, mutlak dalâle düþtü. Bir kýsmý lâkin, Bâzý yakýnlaþtý Tevhide; onda felâh görecek.

 

Hâzýrlanýr þimdiden (*) yýrtýlmaya baþlýyor. Sönmezse safvet bulup Ýslâma mal olacak.

 

Bu bir sýrr-ý azîmdir, ona remz u iþaret; Fahr-i Rusül demiþtir: «Ýsa, Þer'im ile amel edip ümmetimden olacak.»

 

* * *

 

Tebaî Nazar, Muhali Mümkin Görür

 

Meþhurdur ki: Îdin hilâline bakardý Cemâat-ý kesîre. Kimse bir þey görmedi.

 

Zevâlî bir ihtiyar yemin etti ki: «Gördüm.» Halbuki gördüðü, kirpiðinin tekavvüs etmiþ beyaz bir kýlý idi.

 

O kýl oldu onun hilâli. O mukavves kýl nerede! Hilâl olmuþ Kamer nerede! Ger anladýn þu remzi:

 

Zerrattaki harekât; kirpik-i aklýn olmuþ, birer kýl-ý zulmettar.. kör etmiþ maddî gözü.

 

 

 

Teþkil-i cümle enva' fâilini göremez, düþer baþýna dalâl.

 

O hareket nerede! Nazzam-ý kevn nerede! Onu ona vehmetmek, muhal ender muhal!..

 

* * *

 

Kur'an Âyine Ýster, Vekil Ýstemez

 

Ümmetteki cumhuru, hem avâmýn umumu; bürhândan ziyade me'hazdaki kudsiyet þevk-i itaat verir, sevkeder imtisâle.

 

Þeriat yüzde doksaný; müsellemât-ý þer'î, zaruriyâ t-ý dinî birer elmas sütundur.

 

Ýçtihadî, hilafî, fer'î olan mesâil; yüzde ancak on olur. Doksan elmas sütunu, on altýnýn sahibi

 

Kesesine koyamaz, ona tâbi kýlamaz. Elmaslarýn mâdeni: Kur'an ve hem Hadîstir. Onun malý.. oradan, her zaman istemeli.

 

Kitablar, içtihadlar Kur'anýn âyinesi, yahut dürbin olmalý. Gölge, vekil istemez o Þems-i Mu'cizbeyân.

 

_________________________________

 

(*) Bu dehþetli Harb-i Umumî neticesindeki vaziyete iþaret eder. Belki, Ýkinci Harb-i Umumîden tam haber verir.

 

* * *

 

sh: » (S: 748)

 

Mübtýl, Bâtýlý Hak Nazarýyla Alýr

 

Ýnsandaki fýtratý mükerrem olduðundan, kasden hakký arýyor. Bâzan gelir eline, bâtýlý hak zanneder; koynunda saklýyor...

 

Hakikatý kazarken ihtiyarý olmadan dalâl düþer baþýna; hakikattýr zanneder, kafasýna geçirir.

 

* * *

 

Kudretin Âyineleri Çoktur

 

Kudret-i Zülcelâl'in pekçoktur mir'atleri. Herbiri ötekinden daha eþeff ve eltaf pencereler açýyor bir âlem-i misâle.

 

Sudan havaya kadar, havadan tâ esîre, esîrden tâ misâle, misâlden tâ ervaha, ervahtan tâ zamana, zamandan tâ hayale,

 

Hayâlden fikre kadar muhtelif âyineler, daima temsil eder þuûnat-ý seyyâle. Kulaðýnla nazar et âyine-i havaya: Kelime-i vâhide, olur milyon kelimât!

 

Acib istinsah eder o kudretin kalemi.. þu sýrr-ý tenâsülât...

 

* * *

 

Temessülün Aksamý Muhtelifedir

 

Âyinede temessül, münkasým dört sûrete: Ya yalnýz hüviyet; ya beraber hâsiyet; ya hüviyet hem þû'le-i mahiyet; ya mahiyet, hüviyet.

 

Eðer misâl istersen, iþte insan ve hem þems, melek ve hem kelime. Kesifin timsalleri, âyinede oluyor birer müteharrik meyyit.

 

Bir ruh-u nuranînin, kendi mir'atlarýnda timsalleri oluyor birer hayy-ý murtabýt; ayný olmazsa eðer, gayrý dahi olmayýp

 

Birer nur-u münbasit. Ger þems hayvan olaydý; olur harareti hayatý, ziya onun þuuru.. þu havassa mâliktir âyinede timsali.

 

Ýþte budur þu esrarýn miftahý: Cebrail hem Sidre'de, hem Sûret-i Dýhye'de meclis-i Nebevî'de,

 

Hem kim bilir kaç yerde!.. Azrail'in bir anda Allah bilir kaç yerde, ruhlarý kabzediyor. Peygamber'in bir anda,

 

Hem keþf-i evliyada, hem sâdýk rü'yalarda ümmetine görünür, hem Haþirde umum ile þefaatle görüþür.

 

Velilerin ebdâlý, çok yerlerde bir anda zuhur eder, görünür.

 

* * *

 

sh: » (S: 749)

 

Müstaid, Müçtehid Olabilir; Müþerri' Olamaz

 

Ýçtihadýn þartýný haiz olan her müstaid, ediyor nefsi için, nass olmýyanda içtihad; Ona lâzým, gayre ilzam edemez.

 

Ümmeti dâvetle teþri' edemez. Fehmi, þeriattan olur; lâkin þeriat olamaz. Müçtehid olabilir; fakat müþerri' olamaz.

 

Ýcma' ile cumhurdur, sikke-i þer'i görür. Bir fikre dâvet etmek; zann-ý kabûl-ü cumhur, þart-ý evvel oluyor.

 

Yoksa, dâvet bid'attýr; reddedilir. Aðzýna týkýlýr; onda daha çýkamaz...

 

* * *

 

Nur-u Akýl, Kalbden Gelir

 

Zulmetli münevverler bu sözü bilmeliler: Ziya-yý kalbsiz olmaz nur-u fikir münevver.

 

O nur ile bu ziya meczolmazsa zulmettir; zulüm ve cehli fýþkýrýr. Nurun libasýný giymiþ bir zulmet-i müzevver.

 

Gözünde bir nehar var; lâkin ebyaz ve muzlim. Ýçinde bir sevad var, ki bir leyl-i münevver.

 

 

 

O içinde bulunmazsa, o þahm-pare göz olmaz; sende birþey göremez. Basiretsiz basar da para etmez.

 

Ger fikret-i beyzâda süveyda-i kalb olmazsa, halita-i dimaðî ilim ve basiret olmaz. Kalbsiz akýl olamaz.

 

* * *

 

Dimaðda Merâtib-i Ýlim Muhtelifedir, Mültebise

 

Dimaðda merâtib var birbiriyle mültebis, ahkâmlarý muhtelif. Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir,

 

Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra iz'an oluyor, sonra gelir iltizâm, sonra îtikad gelir.

 

Ýtikadýn baþkadýr, iltizâmýn baþkadýr. Herbirinden çýkar bir hâlet; Salâbet îtikaddan,

 

Taassub iltizâmdan, imtisâl iz'andan, tasdikten iltizâm, taakkulde bîtaraf, bîbehre tasavvurda,

 

sh: » (S: 750)

 

Tahayyülde safsata hasýl olur, mezcine eðer olmaz muktedir. Bâtýl þeyleri güzel tasvir etmek, her demde. Sâfi olan zihinleri cerhdir, hem idlâli...

 

* * *

 

Hazmolmayan Ýlim, Telkin Edilmemeli

 

Hakikî mürþid-i âlim; koyun olur, kuþ olmaz. Hasbî verir ilmini.

 

Koyun verir kuzusuna hazmolmuþ Mûsaffâ sütünü.

 

Kuþ veriyor ferhine lûab-âlûd kayyýný.

 

* * *

 

Tahrib Esheldir; Zaîf, Tahribci Olur.

 

Vücud-u cümle ecza, þart-ý vücud-u külldür. Adem ise, oluyor bir cüzün ademiyle; tahrib eshel oluyor.

 

Bundandýr ki: Âciz adam, sebeb-i zuhur-u iktidar-ý müsbete hiç yanaþmaz. Menfice müteharrik, dâim tahribkâr olur.

 

* * *

 

Kuvvet Hakka Hizmetkâr Olmalý.

 

Hikmetteki desâtir, hükümette nevâmis, hakta olan kavânîn, kuvvetteki

 

 

 

kavâid birbiriyle olmazsa müstenid ve müstemid:

 

Cumhur-u Nasda olmaz, ne müsmir ve müessir. Þeriatte þeâir; kalýr mühmel, muattal. Umur-u nâsda olmaz, müstenid ve mu'temid.

 

* * *

 

Bâzan Zýd, Zýddýný Tâzammun Eder

 

Zaman olur zýd, zýddýný saklarmýþ. Lisan-ý siyasette lâfz, mânanýn zýddýdýr. Adâlet külahýný (*)

 

 

 

Zulüm baþýna geçirmiþ. Hamiyet libasýný, hýyanet ucuz giymiþ.

 

Cihad ve hem gazâya, bâðî ismi takýlmýþ. Esaret-i hayvânî, istibdâd-ý þeytanî; hürriyet nam verilmiþ. Zýdlarda emsâl olmuþ, sûretlerde tebâdül, isimlerde tekabül, makamlarda becâyiþ-i mekânî.

 

_____________________

 

(*) Bu zamaný tam görmüþ gibi bahseder.

 

* * *

 

sh: » (S: 751)

 

Menfaatý Esâs Tutan Siyaset Canavardýr

 

Menfaat üzere çarhý kurulmuþ olan siyaset-i hâzýra; müfteristir, canavar.

 

Aç olan canavara karþý tahabbüb etsen merhametini deðil, iþtihasýný açar.

 

Sonra döner, geliyor; týrnaðýnýn, hem diþinin kirasýný senden ister.

 

* * *

 

Kuva-yý Ýnsâniyye Tahdid Edilmediðinden Cinâyeti Büyük Olur

 

Hayvanýn hilâfýna, insandaki kuvveler, fýtrî tahdid olmamýþ. Onda çýkan hayr ü þer, lâyetenâhî gider.

 

Onda olan hodgâmlýk, bundan çýkan hodbinlik, gurur, inad birleþse; öyle günah oluyor (*) ki beþer þimdiye kadar Ona isim bulmamýþ. Cehennem'in lüzumuna delil olduðu gibi, cezasý da yalnýz Cehennem olabilir.

 

Hem meselâ: Bir adam, tek yalancý sözünü doðru göstermek için, Ýslâm'ýn felâketini kalben arzu eder.

 

 

 

Þu zaman da gösterdi: Cehennem lüzumsuz olmaz, Cennet ucuz deðildir.

 

* * *

 

Bâzan Hayýr, Þerre Vasýta Olur

 

Havastaki meziyet filhakika sebebdir tevazu', mahviyete; olmuþ maatteessüf sebeb tahakküme,

 

Tekebbüre hem illet. Fakirlerdeki aczi; âmîlerdeki fakrý filhakika sebebdir ihsan ve merhamete.

 

Lâkin maatteessüf müncer olmuþtur þimdi, zillet ve esarete. Bir þeyde hasýl olan mehâsin ve þerefse;

 

Havas ve rüesâya o þey peþkeþ edilir. O þeyden neþ'et eden seyyiat ve þer ise; efrad ve hem avâma

 

Taksim, tevzi' edilir. .

 

Aþiret-i galibde hasýl olan þerefse: «Hasan Aða, âferin!» Hasýl olan þer ise,

 

Efrada olur nefrin. Beþerde þerr-i hazîn!..

 

_______________________________

 

(*) Bunda da bir iþaret-i gaybiye var

 

* * *

 

sh: » (S: 752)

 

Gaye-i Hayâl Olmazsa, Enâniyet Kuvvetleþir

 

Bir gaye-i hayâl olmazsa, yahut nisyan basarsa, ya tenâsi edilse; elbette zihinler enelere dönerler,

 

Etrafýnda gezerler. Ene kuvvetleþiyor, bâzan sinirleniyor.

 

Delinmez, tâ «nahnü» olsun. Enesini sevenler, baþkalarý sevmezler.

 

* * *

 

Hayat-ý Ýhtilâl; Mevt-i Zekat, Hayat-ý Ribâdan Çýkmýþ

 

Bilcümle ihtilâlât, bütün herc ü fesadat; hem asýl, hem mâdeni.. rezâil ve seyyiat, bütün fâsid hasletler,

 

Muharrik ve menbaý iki kelimedir tek.. yahut iki kelâmdýr. Birincisi þudur ki: «Ben tok olsam, baþkalar Acýndan ölse neme lâzým!..» Ýkincisi: «Rahatým için zahmet çek; sen çalýþ, ben yiyeyim. Benden yemek, senden emekler!»

 

Birinci kelimede olan semm-i katili, hem kökünü kesecek, þâfi deva olacak tek bir devasý vardýr.

 

O da zekât-ý þer'î ki, bir rükn-ü Ýslâmdýr. Ýkinci kelimede, zakkum-þecer münderic. Onun ýrkýný kesecek, ribanýn hurmetidir.

 

Beþer salâh isterse, hayatýný severse; zekâtý vaz' etmeli, ribayý kaldýrmalý.

 

* * *

 

Beþer Hayatýný Ýsterse, Envâ-ý Ribayý Öldürmeli

 

Tabaka-i havastan tabaka-i avâma sýla-i rahm kopmuþtur. Aþaðýdan fýrlýyor

 

Sada-yý ihtilâlî, vaveylâ-yý intikamî, kin ü hased enîni... Yukarýdan iniyor

 

Zulüm ve tahkir ateþi, tekebbürün sýkleti, tahakküm sâýkasý... Aþaðýdan çýkmalý

 

Tahabbüb ve itâat, hürmet ve hem imtisâl. Fakat merhamet ve ihsan yukarýdan inmeli,

 

Hem þefkat ve terbiye... Beþer bunu isterse sarýlmalý zekâta, ribayý tardetmeli.

 

 

 

sh: » (S: 753)

 

Kur'anýn adâlet i bâb-ý âlemde durup ribaya der: «Yasaktýr! Hakkýn yoktur, dönmeli!»

 

Dinlemedi bu emri, beþer yedi bir sille. (*) Müdhiþini yemeden bu emri dinlemeli.

 

.

 

* * *

 

Beþer Esirliði Parçaladýðý Gibi, Ecîrliði de Parçalayacaktýr

 

Bir rü'yada demiþtim: Devletler, milletlerin hafif muharebesi; tabakat-ý beþerin þedid olan harbine terk-i mevki ediyor.

 

Zira beþer, edvarda esirlik istemedi, kanýyla parçaladý. Þimdi ecîr olmuþtur; onun yükünü çeker, onu da parçalýyor.

 

Beþerin baþý ihtiyar; edvâr-ý hamsesi var. Vahþet ve bedeviyet, memlûkiyet, esaret, þimdi dahi ecîrdir, baþlamýþtýr geçiyor.

 

* * *

 

Gayr-ý Meþru Tarîk, Zýdd-ý Maksuda Gider

 

اَلْقَاتِلُ لاَ يَرِثُ bir düstur-u azîmdir: "Gayr-ý meþru tarîk ile bir maksada giden zât, galiben maksudunun zýddýyla görür mücâzat.»

 

Avrupa muhabbeti, gayr-ý meþru muhabbet, hem taklid ve hem ülfet.

 

Âkibeti mükâfat: Mahbubun gaddârane adâveti, cinâyât...

 

Fâsýk-ý mahrum bulmaz, ne lezzet ve ne necat.

 

* * *

 

Cebr ve Ýtizalde Birer Dâne-i Hakikat Bulunur

 

Ey tâlib-i hakikat! Mâziye, hem musibet; müstakbel ve masiyet ayrý görür þeriat. Mâziye, mesâibe nâzar olur kadere.

 

_________________________________________

 

(*) Kuvvetli bir iþaret-i gaybiyedir. Evet beþer dinlemedi, ikinci harb-i umumî ile bu dehþetli silleyi de yedi

 

sh: » (S: 754)

 

Söz olur Cebriye. Müstakbel ve maâsî nazar olur teklife, söz olur Ýtizâle. Ýtizâl ile Cebr

 

Þurada barýþýrlar. Þu bâtýl mezheblerde birer dâne-i hakikat mevcûd münderiçtir; mahsus mahalli vardýr; bâtýl olan ta'mimdir.

 

* * *

 

Acz ve Cez' Bîçarelerin Kârýdýr

 

Ger istersen hayatý, çaresi bulunan þeyde acze yapýþma.

 

Ger istersen rahatý, çareleri bulunmayan þeyde ceza'a sarýlma.

 

* * *

 

Bâzan Küçük Bir Þey, Büyük Bir Ýþ Yapar

 

Öyle þerait oluyor, tahtýnda az bir hareke sahibini çýkarýyor tâ âlâ-yý illiyyîn...

 

Öyle hâlât oluyor ki; küçük bir hareket, kâsibini indiriyor tâ esfel-i sâfilîn...

 

* * *

 

Bâzýlara Bir An, Bir Senedir

 

Fýtratlarýn bir kýsmý birdenbire parlýyor. Bir kýsmý tedricîdir, þey'en þey'en kalkýyor. Tabiat-ý insanî ikisine de benziyor.

 

Þeraite bakýyor; ona göre deðiþir. Bâzan tedricî gider. Bâzan dahi oluyor barut gibi zulmânî, birdenbire fýþkýrýyor.

 

Nûrânî bir nar olur. Bâzý olur bir nazar, fahmi elmas ediyor. Bâzý olur bir temas, taþý iksir ediyor. Bir nazar-ý peygamber,

 

Birdenbire kalbeder; bir bedevî-i câhil, bir ârif-i münevver. Eðer mizan istersen: Ýslâm'dan evvel Ömer, Ýslâm'dan sonra Ömer...

 

Birbiriyle kýyasý: Bir çekirdek, bir þecer... Def'aten verdi semer, o nazar-ý Ahmedî, o himmet-i Peygamber...

 

Ceziret-ül Arab'da, fahmolmuþ fýtratlarý kalbetti elmaslara... Birdenbire serâser...

 

Barut gibi ahlâký parlattýrdý, oldular birer nur-u münevver.

 

* * *

 

sh: » (S: 755)

 

Yalan, Bir Lâfz-ý Kâfirdir

 

Bir dâne sýdk, yakar milyonla yalaný. Bir dâne-i hakikat, yýkar kasr-ý hayâli. Sýdk büyük esâstýr, bir cevher-i ziyalý.

 

Yeri verir sükûta, eðer çýksa zararlý... Yalana yer hiç yoktur, çendan olsa faydalý. Her sözün doðru olsun, her hükmün hak olmalý.

 

Lâkin hakkýn olamaz, her doðruyu söz etmek. Bunu iyi bilmeli. «'Huz mâ safâ da' mâ keder» kendine düstur etmeli.

 

Güzel gör, hem güzel bak. Tâ güzel düþünmeli. Güzel bil, hem güzel düþün. Tâ leziz hayatý bulmalý.

 

Hayat içinde hayattýr, hüsn-ü zanda emeli. Sû-i zanla yeistir: Saâdet muharribi, hem de hayatýn katili.

 

* * *

 

Bir Meclis-i Misâlîde

 

Þeriatla medeniyet-i hâzýra, dehâ-i fennî ile hüdâ-yý þer'î müvazeneleri

 

Birinci Harbin Mütareke baþýnda, bir Cuma gecesinde bir rü'yâ-yý sâdýkada, misâlî âleminde, bir meclis-i azîmde, benden suâl ettiler:

 

«Maðlûbiyet sonunda Ýslâm'ýn âleminde ne hal peyda olacak» Asr-ý hâzýr meb'usu sýfatýyla söyledim; onlar da dinlediler:

 

Eski zamandan beri istiklâl-i Ýslâm'ýn bekasý, hem Kelimetullah'ýn i'lâsý için, farz-ý kifaye-i cihadý; o lâzime-i diyanet

 

Deruhde ile, kendini yekvücud-u vahdânî, Ýslâm'ýn âlemine fedâya vazifedâr, hilâfete bayrakdar görmüþ olan bu devlet,

 

 

 

Þu millet-i Ýslâm'ýn felâket-i mâzisi, getirecek de elbet Ýslâm'ýn âlemine saadet ve hürriyet. Olur geçen musibet,

 

Ýstikbalde telafi. Üçü veren, üçyüzü kazandýran, etmiyor elbette hiç hasâret. Hâlini istikbâle tebdil eder, zîhimmet...

 

Zira ki þu musibet; hayatýmýz mâyesi olan þefkat, uhuvvet, tesânüd-ü Ýslâmî hârikulâde etti, inkiþaf-ý uhuvvet

 

Tesri-i ihtizazý. Tahrib-i medeniyet, deniyet-i hâzýra sûreti deðiþecek, sistemi bozulacak; zuhur edecek o vakit,

 

sh: » (S: 756)

 

Ýslâmî medeniyet. Müslümanlar bil'ihtiyar elbet evvel girecek. Müvazene istersen: Þer'in medeniyeti, þimdiki medeniyet

 

Esâslara dikkat et, âsârlara nazar et. Þimdiki medeniyet esâsâtý menfîdir. Menfî olan beþ esâs ona temel, hem kýymet.

 

Onlarla çarh kurulur. Ýþte nokta-i istinad: Hakka bedel kuvvettir.

 

Kuvvet ise, þe'nidir tecâvüz ve taâruz; bundan çýkar hýyânet.

 

Hedef-i kasdý, fazilet bedeline hasis bir menfaattýr. Menfaatýn þe'nidir tezahüm ve tehasum; bundan çýkar cinâyet.

 

Hayattaki kanunu, teâvün bedeline bir düstur-u cidâldir. Cidâlin þe'ni budur: Tenâzü' ve tedâfü'; bundan çýkar sefâlet..

 

Akvamlarýn beyninde râbýta-i esâsý: Âherin zararýna müntebih unsuriyyet. Baþkalarý yutmakla beslenir, alýr kuvvet.

 

Milliyet-i menfîye, unsuriyyet, milliyet; þe'ni olur daima böyle müdhiþ tesadüm, böyle feci' telâtum, bundan çýkar helâket.

 

Beþincisi þudur ki: Câzibedar hizmeti: Heva, hevesi teþci', teshil; hevesâtý, arzularý da tatmin; bundan çýkar sefâhet.

 

O heva, hem heves, þe'ni budur daima: Ýnsaný memsuh eder, sîreti deðiþtirir. Mânevî meshediyor, deðiþir insâniyet.

 

Þu medenîlerden çoðunun, eðer içini dýþýna çevirirsen, görürsün: Baþta maymunla tilki, yýlanla ayý, hýnzýr. Sîreti olur Sûret.

 

Gelir hayâli karþýna, postlarýyla tüyleri. Ýþte þununla görünür meydandaki âsârý. Zemindeki mevâzin mizanýdýr þeriat...

 

Þeriattaki rahmet, semâ-i Kur'andandýr. Medeniyet-i Kur'an esâslarý müsbettir. Beþ müsbet esâs üzere döner çarh-ý saadet.

 

Nokta-i istinadý; kuvvete bedel haktýr. Hakkýn dâim þe'nidir adâlet ve tevazün. Bundan çýkar selâmet, zâil olur þekavet.

 

Hedefinde menfaat yerine fazilettir. Faziletin þe'nidir muhabbet ve tecazüb. Bundan çýkar saâdet, zâil olur adâvet.

 

Hayattaki düsturu, cidal kýtâl yerine, düstur-u teâvündür. O düsturun þe'nidir ittihad ve tesanüd; hayatlanýr cemâat.

 

Sûret-i hizmetinde, hevâ heves yerine hüdâ-yý hidâyettir. O hüdânýn þe'nidir: Ýnsana lâyýk tarzda terakki ve refahet.

 

Ruha lâzým Sûrette tenevvür ve tekâmül. Kitlelerin içinde cihet-ül vahdeti de tardeder unsuriyet, hem de menfî milliyet.

 

sh: » (S: 757)

 

Hem onlarýn yerine rabýta-i dinîdir, nisbet-i vatanîdir, alâka-i sýnýfîdir, uhuvvet-i îmânî. Þu rabýtanýn þe'nidir; samimî bir uhuvvet,

 

Umumî bir selâmet. Haric etse tecavüz, o da eder tedâfü'. Ýþte þimdi anladýn; sýrrý nedir ki küsmüþ, almadý medeniyet.

 

Þimdiye kadar Ýslâmlar ihtiyarýyla girmemiþ, þu medeniyet-i hâzýra.

 

Onlara yaramamýþ; hem de onlara vurmuþ müdhiþ kayd-ý esâret.

 

Belki nev'-i beþere tiryak iken zehir olmuþ. Yüzde seksenini atmýþ meþakkat ve þekavet. Yüzde onu çýkarmýþ müzahraf bir saâdet!

 

Diðer onu býrakmýþ beyne beyne bîrahat! Zâlim ekallin olmuþ gelen rýbh-i ticaret. Lâkin saadet odur: Külle ola saâdet.

 

Lâakal ekseriyete olsa medâr-ý necat. Nev'-i beþere rahmet nâzil olan þu Kur'an, ancak kabûl ediyor bir tarz-ý medeniyet;

 

Umuma, ya eksere verirse bir saâdet. Þimdiki tarz-ý hâzýr, heves serbest olmuþtur, heva da hür olmuþtur, hayvanî bir hürriyet.

 

Heves tahakküm eder. Heva da müstebiddir, gayr-ý zarurî hâcatý hevâic-i zarurî hükmüne geçirmiþtir. Ýzâle etti rahat...

 

Bedâvette bir adam dört þeye muhtaç iken, medeniyet yüz þeye muhtaç, fakir etmiþtir. Sa'y-i helâl, masrafa etmemiþtir kifâyet.

 

Onda hile, harama beþeri sevketmiþtir. Ahlâkýn esâsýný þu noktadan bozmuþtur. Cemâate hem nev'e vermiþtir servet, haþmet.

 

Ferdi, þahsý ahlâksýz, hem fakir eylemiþtir. Bunun þahidi çoktur.

 

Kurûn-u ûlâdaki mecmu-u vahþet ve cinâyet, hem gadr ve hem hýyânet

 

Þu medeniyet-i habîse tek bir defada kustu. Midesi (*) daha bulanýr.

 

Âlem-i Ýslâm'daki istinkâf-ý mânidar hem de bir cây-ý dikkat.

 

Kabûlde muzdaribdir, soðuk da davranmýþtýr. Evet Þeriat-ý Garra'da olan nur-u Ýlâhî, hassa-i mümtazýdýr: Ýstiðnâ, istiklâliyet.

 

______________________________

 

(*) Demek daha dehþetli kusacak. Evet iki harb-i umumî ile öyle kustu ki: Hava, deniz, kara yüzlerini bulandýrdý, kanla lekeledi...

 

sh: » (S: 758)

 

O hâssadýr býrakmaz ki o nur-u hidâyet, þu medeniyet ruhu olan Roma dehasý ona tahakküm etsin. Onda olan hidâyet,

 

Bundaki felsefe ile mezcolmaz, hem aþýlanmaz, hem de tâbi' olamaz. Ýslâmiyet ruhunda þefkat izzet-i îman, beslediði þeriat Kur'an-ý Mu'ciz-Beyân tutmuþ yed-i beyzâda hakaik-i þeriat.

 

O yemin-i beyzâda birer Asâ-yý Mûsâ'dýr. Sehhar medeniyet, istikbalde edecek ona secde-i hayret...

 

Þimdi buna dikkat et: Eski Roma, Yunan'ýn iki dehâsý vardý; bir asýldan tev'emdi, biri hayal-âlûddu, biri madde-perestti.

 

Su içinde yað gibi imtizac olamadý. Mürur-u zaman istedi, medeniyet çabaladý. Hristiyanlýk da çalýþtý, temzicine muvaffak hiçbiri de olmadý.

 

Herbiri istiklâlini filcümle hýfzeyledi. Hattâ el'an âdeta o iki ruh, þimdi de cesedleri deðiþmiþ, Alman Fransýz oldu.

 

Güya bir nevi tenasüh baþlarýndan geçmiþti. Ey birader-i misâlî! Zaman böyle gösterdi. O ikiz iki deha, öküz gibi reddetti

 

Temzicin esbabýný. Þimdi de barýþmadý. Mâdem onlar tev'emdi, kardeþ ve arkadaþtý, terakkide yoldaþtý; birbiriyle döðüþtü.

 

Hiç de barýþmadýlar. Nasýl olur ki aslý, hem madeni, matlaý baþka çeþit olmuþtu. Kur'anda olan nûru, þeriat hidâyeti...

 

***

 

Þu Medeniyetin Ruhu Olan Roma Dehasý, Birbiriyle Barýþýr Hem Mezc-i Ýttihadý

 

O dehâ ile bu hüdâ menþe'leri ayrýdýr: Hüdâ semâdan indi, dehâ zeminden çýktý. Hüdâ kalbde iþliyor, dimaðý da iþletir.

 

Dehâ dimaðda iþler, kalbi de karýþtýrýr. Hüdâ ruhu eder tenvir, taneleri sünbüllettirir. Karanlýklý tabiat onunla ýþýklanýr.

 

Ýstîdad-ý kemâli birdenbire yol alýr, nefs-i cismanî yapar hizmetkâr-ý emirber. Melek-sîma ediyor insan-ý himmetperver.

 

Dehâ ise: Evvelâ nefs u cisme bakýyor, tabiata giriyor, nefsi tarla ediyor. Ýstidad-ý nefsânî neþvünema buluyor.

 

Ruhu eder hizmetkâr, taneleri kuruyor. Þeytanýn sîmasýný beþerde gösteriyor.

 

Hüdâ, hayateyne saâdet veriyor. Dâreyne ziyâ neþrediyor. Ýnsaný yükseltiyor.

 

Deccal-misâl (*) dehâ-i a'ver, bir dar ile bir hayatý anlar; madde-perest olur ve dünya-perver. Ýnsaný yapar birer canavar.

 

_____________________________

 

(*) Bunda da bir ince iþaret var.

 

sh: » (S: 759)

 

Evet deha, saðýr tabiata tapar. Kör kuvvete fermanber. Fakat hüdâ, þuurlu san'atý tanýr, hikmetli kudrete bakar. Dehâ, zemine küfran perdesi çeker. Hüdâ, þükran nûrunu serper.

 

Bu sýrdandýr: Dehâ, a'mâ-i asamm; hüdâ, semî-i basîr. Dehânýn nazarýnda, zemindeki nimetler sahibsiz ganîmettir.

 

Minnetsiz gasb ve sirkat, tabiattan koparmak canavarca his verir. Hüdânýn nazarýnda; zeminin sinesinde kâinatýn yüzünde

 

Serpilmiþ olan niam, rahmetin semeratý. Her nimetin altýnda bir yed-i muhsin görür, þükran ile öptürür.

 

Bunu da inkâr etmem: Medeniyette vardýr mehâsin-i kesîre.. lâkin onlar deðildir ne Nasraniyyet malý, ne Avrupa îcadý,

 

Ne þu asrýn san'atý.. Belki umum malýdýr: Telâhuk-u efkârdan, semâvî þerayi'den, hem hâcât-ý fýtrîden, hususî þer'-i Ahmedî,

 

Ýslâmî inkýlâbdan neþ'et eden bir maldýr. Kimse temellük etmez.

 

Misâlîler meclisi, o meclisin reisi tekrar sordu; hem dedi: «Musibet olur her dem hýyanet neticesi, mükâfatýn sebebi. Ey þu asrýn adamý! Kader bir sille vurdu, kazaya da çarptýrdý

 

Hangi ef'âlinizle kazaya, hem kadere þöyle fetva verdiniz ki, kazâ-i Ýlâhî musibetle hükmetti, sizleri hýrpaladý?

 

Hatâ-yý ekseriyet olur sebeb daima musibet-i âmmeye.» Dedim: Beþerin dalâlet-i fikrîsi, Nemrudane inadý,

 

Firavunane gururu þiþti þiþti zeminde, yetiþti semâvata. Hem de dokundu hassas sýrr-ý hilkate. Semâvattan indirdi

 

Tûfan, tâun misâli, þu harbin zelzelesi; gâvura yapýþtýrdý semâvî bir silleyi. Demek ki þu musibet, bütün beþer musibetiydi,

 

Nev'en umuma þâmil. Bir müþterek sebebi; maddiyyunluktan gelen dâlalet-i fikrîydi, hürriyet-i hayvanî, hevanýn istibdadý...

 

Hissemizin sebebi; erkân-ý Ýslâmîde ihmal ve terkimizdi. Zira Hâlýk Teâlâ yirmidört saatten bir saati istedi,

 

Beþ vakit namaz için yalnýz o saati, bizden yine bizim için emretti, hem istedi. Tenbellikle terkettik, gafletle ihmal oldu.

 

Þöyle de ceza gördük: Beþ senede, yirmidört saatte daima tâlim ve meþakkatle tahrik ve koþturmakla bir nevi namaz kýldýrdý.

 

sh: » (S: 760)

 

Hem senede yalnýz bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acýdýk, keffareten beþ sene cebren oruç tutturdu.

 

Kendi verdiði malýndan, kýrkýndan ya onundan birini zekât istedi.

 

Buhl ile hem zulmettik, haramý karýþtýrdýk, ihtiyarla vermedikti.

 

O da bizden aldýrdý müterâkim zekâtý, haramdan da kurtardý. Amel, cins-i cezadýr. Ceza, cins-i ameldir. Sâlih amel ikiydi:

 

Biri müsbet ve ihtiyârî, biri menfî ýzdýrarî. Bütün âlâm, mesâib, a'mâl-i sâlihadýr; lâkin menfîdir, ýzdýrarî. Hadîs teselli verdi.

 

Bu millet-i günahkâr kanýyla abdest aldý. Fiilî bir tövbe etti. Mükâfat-ý âcili, þu milletin humsu dört milyonu çýkardý

 

Derece-i velâyet, mertebe-i þehadet ile gazilik verdi, günahý sildi. Bu meclis-i âlî-i misâlî, bu sözü tahsin etti.

 

Ben de birden uyandým, belki yakaza ile yeni yattým. Bence yakaza rü'yadýr,

 

Rü'ya bir nevi yakazadýr. Orada asrýn vekili, burada Said-i Nursî...

 

* * *

 

 

 

Cehil, Mecazý Eline Alsa Hakikat Yapar

 

Ýlmin elinden eðer cehlin eline düþse mecaz, eder inkýlâb hakikata, hem açar hurafata kapýlar.

 

Küçüklüðümde gördüm ki hasf olmuþtu Kamer. Sordum ben vâlidemden. Dedi: «Yýlan yutmuþtur.» Dedim: «Neden görünür?»

 

Dedi: «Orada yýlanlar böyle nim-þeffaf olur.» Ýþte böyle bir mecaz hakikat zannedilmiþ: Medâr-ý Þems ve Kamer

 

Tekatu' noktalarý olan re's ve zenebde Arz'ýn hayluletiyle bir Emr-i Ýlahiyle münhasif olur Kamer.

 

Ýki kavs-i mevhume tinnineyn yâdedilmiþ, hayâlî bir teþbih ile isim, müsemma olmuþ. Tinnin ise yýlandýr.

 

* * *

 

Mübalaða Zemm-i Zýmnîdir

 

Hangi þeyi vasfetsen olduðu gibi vasfet. Medhin mübalâðasý bence zemm-i zýmnîdir.

 

Ýhsan-ý Ýlahîden fazla ihsan, ihsan deðildir...

 

* * *

 

sh: » (S: 761)

 

Þöhret Zalimedir

 

Þöhret bir müstebiddir, sahibine mal eder baþkasýnýn malýný.

 

Meþhur Hoca Nasreddin letâifi içinde, zekâtý -yâni, onda biri onundur- asýl malý...

 

Rüstem-i Sistanî onun hayal-i þaný garet etti bir asýr mefâhir-i Ýraný. Gasb ve garetle þiþti o namdar hayali..

 

Hurafata karýþtý, attý nev'-i insaný..

 

* * *

 

Din Ýle Hayat Kabil-i Tefrik Olduðunu Zannedenler Felâkete Sebebdirler

 

Þu jön-türkün hatâsý; bilmedi o bizdeki din hayatýn esâsý. Millet ve Ýslâmiyet ayrý ayrý zannetti.

 

Medeniyet müstemir, müstevli vehmeyledi. Saadet-i hayatý içinde görüyordu. Þimdi zaman gösterdi,

 

Medeniyet sistemi (*) bozuktu, hem muzýrdý; tecrübe-i kat'iye bize bunu gösterdi.

 

 

 

Din hayatýn hayatý, hem nuru, hem esâsý. Ýhyâ-yý din ile olur þu milletin ihyasý. Ýslâm bunu anladý...

 

Baþka dinin aksine, dinimize temessük derecesi nisbeten milletin terakkisi. Ýhmali nisbetinde idi milletin tedennisi. Tarihî bir hakikat, ondan olmuþ tenâsi...

 

* * *

 

Mevt, Tevehhüm Edildiði Gibi Dehþetli Deðil

 

Dalâlet vehmidir; mevti dehþetlendirir. Mevt, tebdil-i câmedir, ya tahvil-i mekândýr. Sicinden bostana çýkar.

 

Kim hayatý isterse þehadet istemeli. Þehidin hayatýna Kur'an iþaret eder. Sekeratý tatmamýþ herbir þehid, kendini

 

Hayy biliyor, görüyor. Lâkin yeni hayatý daha nezih buluyor.

 

Zanneder ki ölmemiþ. Meyyitlere nisbeti, dikkat et þuna benzer:

 

Ýki adam, rü'yâda lezâiz enva'ýna câmi' güzel bahçede ikisi geziyorlar. Biri rü'yâ olduðunu bilir; lezzet almýyor.

 

________________________________

 

(*) Tam bir iþaret-i gaybiyedir. Sekeratta olan dinsiz zalim medeniyete bakýyor.

 

sh: » (S: 762)

 

Onu müferrah etmez, belki teessüf eder. Öbürüsü; biliyor ki âlem-i yakazadýr; hakikî lezzet alýr, ona hakikî olur.

 

Rü'yâ misâlin zýlli, misâl ise berzahýn zýlli olmuþtur. Ondan onlarýn düsturlarý birbirine benziyor.

 

* * *

 

Siyaset, Efkârýn Aleminde Bir Þeytandýr; Ýstiâze Edilmeli!

 

Siyaset-i medenî, ekserin rahatýna fedâ eder ekalli. Belki ekall-i zâlim, kendine kurban eder ekserîn-i avâmý.

 

Adâlet-i Kur'anî; tek mâsumun hayatý, kaný heder göremez, onu fedâ edemez deðil ekseriyete, hattâ nev'in umumu...

 

Âyet-i مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ iki sýrr-ý azîmi vaz'ediyor nazara. Biri: Mahz-ý adâlet. Bu düstur-u azîmi

 

Ki ferd ile Cemâat, þahýs ile nev'-i beþer, kudret nasýl bir görür; adâlet-i Ýlâhî, ikisine bir bakar. Bir sünnet-i dâimî.

 

Þahs-ý vâhid, hakkýný kendi fedâ ediyor. Lâkin fedâ edilmez, hattâ umum insana. Onun ibtal-i hakký, hem iraka-i demi,

 

Hem zevâl-i ismeti: Ýbtâl-i hakk-ý nev'in hem ismet-i beþerin mislidir, hem nazîri. Ýkinci sýrrý budur: Hodgâmî bir adamý

 

Hýrs ve heves yolunda bir mâsumu öldürse, eðer elinden gelse, hevesine mâni ise harab eder dünyayý, imha eder benî-âdemi.

 

* * *

 

Zaaf, Hasmý Teþci Eder. Allah Abdini Tecrübe Eder. Abd Allahýný Tecrübe Edemez.

 

Ey hâif ve hem zaîf! Havf ve za'fýn beyhude, hem senin aleyhinde; tesirat-ý hâricî teþci' eder, celbeder.

 

Ey vesveseli vehham! Muhakkak bir maslahat, mazarrat-ý mevhume için fedâ edilmez. Sana lâzým hareket, netice Allah'ýndýr.

 

Ýþine karýþýlmaz. Allah çeker abdini meydan-ý imtihana. «Böyle yaparsan eðer, böyle yaparým ben» der.

 

sh: » (S: 763)

 

Abd ise hiç yapamaz Allah'ýný tecrübe. «Rabbim muvaffak etsin, ben de bunu iþlerim» dese, tecavüz eder.

 

Ýsa'ya demiþ Þeytan: «Mâdem herþeyi O yapar; kader birdir, deðiþmez. Daðdan kendini at. O da sana ne yapar?»

 

Ýsâ dedi: «Ey mel'un! Abd edemez Rabbini tecrübe ve imtihan!.»

 

* * *

 

Beðendiðin Þeyde Ýfrat Etme

 

Bir derdin dermaný, baþka derde derd olur. Panzehiri zehir olur. Derman hadden geçerse derd getirir, öldürür.

 

* * *

 

Ýnadýn Gözü, Meleði Þeytan Görür

 

Ýnadýn iþi budur: Þeytan yardým ederse birisine «melek» der, rahmeti de okutur.

 

Muhalif tarafýnda eðer meleði görse; libasýný deðiþmiþ, onu þeytan zanneder, adâvet lânet eder.

 

* * *

 

Hakký Bulduktan Sonra Ehak Ýçin Ýhtilâfý Çýkarma

 

Ey talib-i hakikat, mâdem hakta ittifak, ehakta ihtilâftýr. Bâzan hak, ehaktan ehaktýr. Hem de olur hasen, ahsenden ahsen.

 

* * *

 

 

 

Ýslâmiyet, Selm ve Müsâlemettir; Dâhilde Niza ve Husumet Ýstemez

 

Ey Âlem-i Ýslâmî! Hayatýn ittihadda. Ger ittihad istersen düsturun bu olmalý:

 

«HÜVEL HAKKU» yerine «HÜVE HAKKUN» olmalý. «HÜVEL HASEN» yerine «HÜVEL AHSEN» olmalý...

 

Her müslim kendi meslek, mezhebine demeli: «Ýþte bu haktýr; baþkasýna iliþmem. Baþkalarý güzelse, benim en güzelidir.»

 

Dememeli: «Budur hak, baþkalarý battaldýr. Yalnýz benimkidir güzeli; baþkalarý yanlýþtýr, hem çirkindir.»

 

sh: » (S: 764)

 

Zihniyet-i inhisar, hubb-u nefisten geliyor, sonra maraz oluyor, niza ondan çýkýyor. Derd ile dermanlar

 

Taaddüdü hak olur, hak da taaddüd eder. Hâcât ve aðdiyenin tenevvüü hak olur, hak da tenevvü eder.

 

Ýstîdad, terbiyeler, tekessürü hak olur, hak da tekessür eder. Bir madde-i vâhide, hem zehir ve hem panzehir.

 

Ýki mizaca göre mesâil-i fer'îde hakikat sâbit deðil, izafî ve mürekkeb, mükellefîn mizaclar

 

Ona bir hisse verip, ona göre ederek tahakkuk ve terekküb, her mezhebin sahibi mühmel mutlak hükmeder.

 

Mezhebinin hududu tayinini býrakýr temayül-ü mizaca; taassub-u mezhebî tâmime sebeb olur.

 

Tâmimin iltizâmý sebeb olur nizaa. Ýslâmiyet'ten evvel tabakat-ý beþerde derin uçurumlar,

 

Hem tebâüd-ü acîbi istedi bir vakitte taaddüd-ü enbiya, tenevvü-ü þerâyi', müteaddid mezhebler.

 

Beþerde bir inkýlab Ýslâmiyet yaptýrdý, beþer tekarüb etti, Þer' etti ittihad, vâhid oldu Peygamber.

 

Seviye bir olmadý; mezheb taaddüd etti. Terbiye-i vâhide kâfi geldiði zaman, ittihad eder mezhebler...

 

* * *

 

Ýcad ve Cem'-i Ezdadda Büyük Bir Hikmet Var. Kudret Elinde Þems ve Zerre Birdir

 

Ey birader-i kalbhüþyar! Ezdâdýn cem'indendir tecellî-i iktidar; lezzet içinde elem, hayrýn içinde þerri,

 

Hüsnün içinde kubhu, nef'in içinde dârrý, ni'met içinde nýkmet, nûrun içinde nârý bilir misin ki sýrrý?

 

Hakaik-i nisbiye, sübut takarrür etsin, birþeyde çok þey olsun, bulsun vücud, görünsün. Sür'at-i hareketle bir nokta bir hat olur.

 

Çevirmenin sür'ati yapar bir lem'a-i nur, daire-i nuranî. Hakaik-i nisbiye vazifesi, dünyada taneler sünbül olur.

 

Kâinatýn çamuru, revâbýt-ý nizâmý, alâik-ý nakþýný odur teþkil ediyor. Âhirette bu nisbî emirler orada hakaik olur.

 

Hararette merâtib, ona olmuþtur sebeb tahallül-ü bürudet.

 

Hüsündeki derecat kubhun tedâhülüdür. Sebeb, illet oluyor.

 

sh: » (S: 765)

 

Ziya zulmete borçlu, lezzet eleme medyun; sýhhat, marazsýz olmaz. Cennet olmazsa belki Cehennem tâzib etmez. Zemherîrsiz olmuyor... Ger zemherir olmazsa, o da ihrak edemez.

 

O Hallâk-ý Lemyezel, halk-ý ezdad içinde hikmetini gösterdi. Haþmeti etti zuhur...

 

O Kadîr-i Lâyezal, cem'-i ezdad içinde iktidarý gösterdi. âzamet etti zuhur. Mâdem o kudret-i Ýlahî lâzýme-i zâtî olur

 

O Zât-ý Ezelî'ye, hem zarure-i nâþie; onda zýddý olamaz, acz tahallül edemez, onda merâtib olamaz, herþeye nisbeti bir, hiç bir þey aðýr olmuyor.

 

O kudretin ziyasýna Güneþ miþkât olmuþtur. Bu miþkâtýn nuruna deniz yüzü âyine, þebnemlerin gözleri birer mir'at olmuþtur.

 

Denizin geniþ yüzü, gösterdiði güneþi çin-i cebînindeki katreler de gösterir, þebnemin küçük gözü yýldýz gibi parlýyor.

 

Ayný hüviyet tutar; þebnem, deniz bir olur güneþin nazarýnda, kudreti tanzir eder; þebnemin gözbebeði küçücük bir güneþtir.

 

Þu muhteþem güneþ de küçücük bir þebnemdir; gözbebeði bir nurdur ki þems-i kudretten gelir, o kudrete kamer olur.

 

Semâvat bir denizdir; bir nefes-i Rahman'la çin-i cebînlerinde mevcelenip, katarat ki nücum ve hem þümustur.

 

Kudret tecelli etti, o katarata serpti nurânî lemaâtý. Herbir güneþ bir katre, herbir yýldýz bir þebnem, herbir lem'a timsaldir.

 

O feyz-i tecellînin küçücük bir aksidir o katre-misâl güneþ. Eder mücellâ camýný o lümey'a zücâce dürri-misâl parlýyor

 

O þebnem-misâl yýldýz lâtif gözü içinde, bir yer yapar lem'aya, lem'a olur bir sirac, gözü olur zücâce, misbahý nurlanýyor.

 

* * *

 

Meziyetin Varsa Hafa Türâbýnda Kalsýn; Tâ Neþvünema Bulsun

 

Ey zîhassa-i meþhure! Taayyünle zulmetme, ger perde-i hafânýn altýnda sen kalýrsan, ihvanýna verirsin ihsan ve bereketi.

 

 

 

Herbir ihvanýn altýnda sen çýkmasý, hem de o sen olmasý imkân ve ihtimali, herbirine celbeder bir nazar-ý hürmeti.

 

 

 

sh: » (S: 766)

 

Eðer taayyün edip perde altýndan çýksan, mükerrem iken altýnda; üstünde zâlim olursun. Güneþ iken orada; burada gölge edersin.

 

Ýhvanýný düþürttürüp hem nazar-ý hürmetten. Demek taayyün ve teþahhus, zâlim birer emirdir, sahih doðru böyle ise, hem de böyle görürsün.

 

Nerede kaldý yalancý tasannu' ve riyâ ile kesb-i teþahhus-u þöhret? Ýþte bir sýrr-ý azîm ki hikmet-i Ýlâhî, hem o nizâm-ý ahsen

 

Bir ferd-i fevkalâde, kendi nev'i içinde setr ile perde çeker, bununla kýymet verdirir, hem de eder müstahsen.

 

Ýþte sana misâli: Ýnsan içinde veli, ömür içinde ecel, olmuþ meçhul ve mühmel. Cum'ada müstetirdir bir saat, kabûl olur duâ edersen.

 

Ramazanda münteþir bir leyle-i zû-kadir, esmâ-ül hüsnâda muzmer iksîr-i ism-i âzam. Bu misâllerin haþmeti, hem de o sýrr-ý hasen

 

Ýbhamda izhar eder, ihfâda isbat eder. Meselâ: Ecelin ibhamýnda bir müvazene vardýr; her dakikada tutar ne vaziyet alýrsan.

 

Kefeteyn-i havf u reca, hizmet-i ukbâ, dünya; tevehhüm-ü bekaî, lezzet-i ömrü verir. Yirmi sene mübhem bir ömür olsa ahsen

 

Nihayeti muayyen bin senelik bir ömre. Zira nýsfý geçerse, her saati geldikçe güya adým atarak dar aðacýna gidersin.

 

Þey'en þey'en üzülmek.. vehm de teselli vermez, sen de rahat etmezsin...

 

* * *

 

Allah'ýn Rahmet ve Gadabýndan Fazla Tahassüs Hatâdýr

 

Allah'ýn rahmetinden fazla rahmet edilmez. Allah'ýn gadabýndan fazla gadab edilmez.

 

Öyle ise iþi býrak o Âdil-i Rahîm'e. Fazla þefkat elemdir, fazla gadab zemîme...

 

 

 

* * *

 

sh: » (S: 767)

 

Ýsraf Sefahetin, Sefahet Sefaletin Kapýsýdýr

 

Ey müsrifli kardeþim! Tegaddi noktasýnda bir iken iki lokma; bir lokma bir kuruþa, bir lokma on kuruþa.

 

 

 

Hem aðýza girmeden, hem boðazdan geçtikten, müsavi bir olurlar. Yalnýz aðýzda, o da kaç saniyede bîhûþe verir nûþe.

 

Zevkî bir fark bulunur, daim onu aldatýr o kuvve-i zâika, bedene, hem mideye kapýcý, müfettiþe.

 

Onun tesiri menfî, müsbet deðil! Vazife yalnýz kapýcýyý taltif ve memnun etmek? Nûþ verirsin o bîhûþe

 

Aslî vazifesinde onu müþevveþ etmek, tek bir kuruþ yerine onbir kuruþu vermek, olur þeytânî piþe.

 

Ýsrâfýn en sefîhi, tebzirin en sakîmi, bir tarzdýr bir çeþidi; heves etme bu iþe...

 

* * *

 

Zâika Telgrafçýdýr, Telziz Ýle Baþtan Çýkarma

 

(*) Rubûbiyyet-i Ýlâh hikmet ve inâyeti, aðýzla hem burunla iki merkezi teþkil eylemiþtir, içinde hudud karakolu, hem

 

Muhbirleri de koymuþ. Þu âlem-i sagîrde damarlarý telefon, a'sablarý telgraf hükmüne vaz'eylemiþ. Þâmme telefonu, hem

 

Telgrafa zâika inâyet memur etmiþ. O Rezzâk-ý Hakikî, erzak üstüne koymuþ rahmetten bir târife; taam ve levn ve hem

 

Rayiha. Ýþte þu havass-ý selâse, o Rezzak cânibinden birer ilânnamesi, birer dâvetnamesi, bir izinnamesi, hem

 

Bir dellâldýr ki muhtaç ve müþteriler hep onlarla celb olur. Mürtezik hayvanlara zevk ve rü'yet ve þemm, birer âlet vermiþ. Hem

 

Taamlarý muhtelif zînetlerle süsletmiþ; havaî gönülleri avutup, lâkaydlarý tehyic ile cezbetmiþ. Vaktâ, taam girse hem

 

Aðýza, birdenbire zâika her tarafa bir telgraf çekiyor bedenin aktarýna. Þâmme telefon veriyor, gelen taam nev'i, hem

 

Çeþitleri de söyler. Hâcetleri muhtelif, ayrý ayrý mürtezik, ona göre davranýr, ona da hâzýrlanýr ya cevab-ý red gelir. Hem

 

______________________________

 

(*) Ýktisad Risalesi'nin çekirdeðidir. Belki on sahife olan Ýktisad Risalesini kabl-el-vücud on satýrda okumuþ.

 

 

 

sh: » (S: 768)

 

Kapý dýþarý atar, yüzüne de tükürür. Ýnayet tarafýndan mâdem buna memurdur; zevkle baþtan çýkarma. Hem

 

Telziz ile aldatma. Sonra o da unutur doðru iþtiha nedir, bir iþtiha-yý kâzib gelir; baþýna çatar. Hâtasý, maraz ile hem

 

Ýlletlerle cezalar gelir. Hakikî lezzet hakikî iþtihadan çýkar, doðru iþtiha sadýk bir ihtiyaçtan. Bu lezzet-i kâfide, þah hem

 

 

 

Gedâ beraber. Hem bahemdir bir dinar ve bir dirhem o lezzet berhem-zened eleme olur merhem.

 

* * *

 

Niyet Gibi, Tarz-ý Nazar Dahi Adeti Ýbâdete Çevirir

 

Þu noktaya dikkat et; nasýl olur niyetle mübah âdât, ibâdât... Öyle tarz-ý nazarla fünun-u ekvan, olur maarif-i Ýlâhî...

 

Tedkik dahi tefekkür, yâni ger harfî nazarla, hem san'at noktasýnda «ne güzeldir» yerine «ne güzel yapmýþ Sâni', nasýl yapmýþ o mâhi»

 

Nokta-i nazarýnda kâinata bir baksan, nakþ-ý Nakkaþ-ý Ezel, nizâm ve hikmetiyle lem'a-i kasd ve itkan, tenvir eder þübehi.

 

Döner ulûm-u kâinat, maârif-i Ýlâhî. Eðer mâna-yý ismiyle, tabiat noktasýnda, «zâtýnda nasýl olmuþ» eðer etsen nigâhý,

 

Bakarsan kâinata, dâire-i fünunun daire-i cehl olur. Bîçare hakikatlar, kýymetsiz eller kýymetsiz eder. Çoktur bunun güvahý...

 

* * *

 

Böyle Zamanda Tereffühte Ýzn-i Þer'î Bizi Muhtar Býrakmaz

 

Lezâiz çaðýrdýkça «Sanki yedim» demeli. Sanki yedim düstur eden, bir mescidi yemedi. (*)

 

Eskide ekser Ýslâm filcümle aç deðildi. Tena'uma ihtiyar bir derece var idi.

 

Þimdi ise, ekseri açlýða düþtü kaldý. Telezzüze ihtiyar, izn-i Þer'î kalmadý.

 

Sevâd-ý âzam, hem ekseriyet-i mâsumun maiþeti basittir. Tegaddi besatetiyle onlara tâbi olmak

 

________________________________

 

(*) Ýstanbul'da Sanki Yedim namýnda bir mescid var. «Sanki Yedim» diyen adam, hevesinden kurtardýðý paralarla bina etmiþ.

 

sh: » (S: 769)

 

Bin kerre müreccahtýr, ekalliyet-i müsrife, ya bir kýsým sefihe tegaddide tereffüh noktasýnda benzemek...

 

* * *

 

Zaman Olur ki, Adem-i Nimet Nimettir

 

Hâfýza bir nimettir. Fakat ahlâksýz bir adamda musibet zamanýnda nisyan ona râcihtir.

 

Nisyan da bir nimettir. Yalnýz her günün âlâmýný çektirir, müterâkim olmuþ âlâmý unutturur.

 

* * *

 

Her Musibette, Bir Cihet-i Nimet Var

 

Ey musibetzede! Musibetin içinde bir nimet münderiçtir. Dikkat et de onu gör. Nasýl her þeyde vardýr

 

Bir derece-i hararet, her musibette vardýr bir derece-i nimet. Daha büyüðü düþün. Küçükteki nimetin

 

Dereceyi görerek Allah'a çok þükür et. Yoksa isti'zamla ürkersen, «of of»la üflersen, o da aksine þiþer.

 

Þiþer de dehþetlenir. Eðer merak da etsen, bir iken ikileþir. Kalbde olan misâli, döner hakikat olur;

 

Hakikattan ders alýr. Sonra döner, baþlýyor, kalbini tokatlýyor...

 

* * *

 

Büyük Görünme Küçülürsün

 

Ey enesi çifteli, kafasý da kibirli! Þu mizaný bilmeli: Her adam için elbet cem'iyet-i beþerde, içtimaî binada,

 

Görmek görünmek için þu mertebe denilen bir penceresi var.

 

Ger pencere, kamet-i kýymetinden yüksekse, tekebbürle tetâvül edecek, uzanacak. Ger pencere, kamet-i himmetinden alçaksa, tevazu'la tekavvüs edecek, eðilecek.

 

Kâmillerde, büyüklük mikyasýdýr küçüklük. Nâkýslarda, küçüklük mizanýdýr büyüklük...

 

* * *

 

sh: » (S: 770)

 

Hasletlerin Yerleri Deðiþse, Mahiyetleri Deðiþir

 

Bir haslet.. yer ayrý, sîma bir. Kâh dev, kâh melek, kâh sâlih, kâh tâlih; misâli þunlardýr:

 

Zaîfin kavîye karþý izzet-i nefsi sayýlan bir sýfat, ger olursa kavîde, tekebbür ve gururdur.

 

Kavînin bir zaîfe karþý da tevazuu sayýlan bir sýfatý, ger olursa zaîfte, tezellül ve riyâdýr.

 

Bir ulülemr, makamýnda olursa ciddiyeti, vakardýr; mahviyeti, zillettir.

 

Hanesinde bulunsa mahviyeti tevazu', ciddiyeti kibirdir.

 

Mütekellim-i vahde olsa eðer bir zâtta: Müsamaha, hamiyet. Fedâkârlýk; bir haslet, bir amel-i sâlihtir.

 

Mütekellim-i maalgayr olsa eðer o zâtta: Müsamaha, hýyanet. Fedâkârlýk; bir sýfat, bir amel-i tâlihtir.

 

Tertib-i mebâdide tevekkül, tenbelliktir. Terettüb-ü netice noktasýndaki tefviz, tevekkül-ü þer'îdir.

 

Semere-i sa'yine, kýsmetine rýza ise, memduh bir kanaattýr, meyl-i sa'ye kuvvettir.

 

Mevcûd mala iktifa, mergub kanaat deðil; belki dûn-himmetliktir. Misâller daha çoktur.

 

Kur'an mutlak zikreder, sâlihat ve takvâyý. Ýbhamýnda remz eder makamatýn tesiri. Îcâzý bir tafsildir. Sükûtu geniþ sözdür.

 

* * *

 

«El-hakku Ya'lû» Bizzât, Hem Akibet Muraddýr

 

Ey arkadaþ! Bir zaman bir sâil dedi: «Mâdem El-Hakku Ya'lû haktýr. Neden kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir?»

 

Dedim: Dört noktaya bak! Bu müþkil de hallolur. Birinci nokta þudur: Her hakkýn her vesilesi hak olmasý lâzým deðildir.

 

Öyle de, her bâtýlýn her vesilesi bâtýl olmasý, yine lâzým deðildir. Neticesi þu çýkar: Hak olan bir vesile, bâtýl vesileye galibdir.

 

Dolayýsýyla, bir hak bir bâtýla maðlubdur. Muvakkaten, bilvasýta olmuþtur. Yoksa bizzât, hem dâima deðildir.

 

Lâkin âkibet-ül âkýbe, her dem yine hakkýndýr. Kuvvetin bir hakký var, bir sýrr-ý hilkati var. Ýkinci nokta þudur:

 

sh: » (S: 771)

 

Her müslimin her vasfý müslim olmak vâcib iken, haricen her dem vâki, sâbit deðildir.

 

Öyle de: Her kâfirin her vasfý kâfir olmak, küfründen neþ'et etmek yine lâzým deðildir.

 

Her fâsýkýn her vasfý fâsýk olmak, fýskýndan neþ'et etmek, öyle de her dem sâbit deðildir.

 

Demek bir kâfirin müslim olan bir vasfý, müslimdeki lâmeþru' vasfýna galib olur. Bilvasýta, o kâfir dahi ona galibdir.

 

Hem dünyada, hayatýn hakký þâmil ve âmmdýr. O rahmet-i âmmenin bir cilve-i mânîdar, onun bir sýrr-ý hikmeti var; küfür mâni deðildir.

 

Üçüncü nokta þudur: O Zât-ý Zülcelâl'in iki vasf-ý kemâlden iki Þer'î tecelli; vasf-ý iradeden gelen meþîetle takdirdir,

 

O da þer'-i tekvinî... Vasf-ý Kelâm'dan gelen þeriat-ý meþhure. Teþriî evâmire kaþý itâat, isyan

 

Nasýl olur. Öyle de tekvinî evâmire itaat ve isyan olur. Birincisi galiba dâr-ý uhrâda görür,

 

Mücâzâtý, sevabý. Ýkincisi aðleba dâr-ý dünyada çeker, mükâfat ve ikabý. Meselâ: Nasýl sabrýn mükâfatý zaferdir;

 

Atâletin mücâzatý sefalet. Öyle de, sa'yin sevabý olur servet. Sebatta da galebedir mükâfat. Zehirin ikabý bir maraz, panzehirin sevabý bir sýhhattýr.

 

Bâzan iki þeriat evâmiri, bir þeyde beraber müctemî'dir. Her birine bir cihet... Demek tekvinî emre itâat ki bir haktýr.

 

Ýtâat galib olur, o emrin isyanýna ki bir tavr-ý bâtýldýr. Bir bâtýla vesile olmuþ olursa bir hak, vaktâki galib olsa

 

Bir bâtýla ki, olmuþ o da vesile-i hak. Bilvasýta bir hakkýn bir bâtýla maðlubdur. Fakat bizzât deðildir.

 

Demek «El-hakku ya'lû» bizzât demektir. Hem âkibet muraddýr, kayd-ý haysiyyet maksuddur. Dördüncü nokta þudur:

 

Bir hak bilkuvve kalmýþ, yahut kuvvetsiz kalmýþ, ya mahlûttur, hem mahþuþ. Ona da bir inkiþaf, ya bir taze kuvvet vermek lâzým gelmiþtir.

 

Mühezzeb ve müzehheb yapmak için, muvakkat bâtýl ona Mûsallat, tâ ki sebike-i hak ne miktar lüzum vardýr

 

Tâ mahz ve hâlis çýksýn. Mebâdide, dünyada bâtýl etse galebe,

 

sh: » (S: 772)

 

fakat kazanmaz harbi. «Âkibet-ül müttakîn» ona vurur bir darbe!

 

Ýþte bâtýl maðlubdur. «El-hakku ya'lû» sýrrý onu çarpar ikaba; iþte hak da galibdir.

 

* * *

 

Bir Kýsým Desatir-i Ýçtimaâye

 

Ýçtimaî heyette düsturlarý istersen: Müsavatsýz adâlet, önce adâlet deðil. Temâsülse, tezadýn mühim bir sebebidir.

 

Tenâsübse tesanüdün esâsý. Sýgar-ý nefistir tekebbürün menbaý. Za'f-ý kalbdir gururun mâdeni. Olmuþ acz, muhalefet menþei. Meraksa ilme hocadýr.

 

Ýhtiyaçtýr terakkinin üstadý. Sýkýntýdýr muallime-i sefahet. Demek sefahetin menbaý sýkýntý olmuþ. Sýkýntý ise mâdeni: Yeisle sû'-i zandýr,

 

Dalâlet-i fikrîdir, zulümat-ý kalbîdir, israf-ý cesedîdir.

 

* * *

 

 

 

Kadýnlar Yuvalarýndan Çýkýp Beþeri Yoldan Çýkarmýþ; Yuvalarýna Dönmeli

 

اِذَا تَاَنَّثَ الرِّجَالُ السُّفَهَاءُ بِالْهَوَسَاتِ { اِذًا ترَجَّلَ النِّسَاءُ النَّاشِزَاتُ بِالْوَقَاحَاتِ

 

Mimsiz medeniyet, tâife-i nisâyý yuvalardan uçurmuþ, hürmetleri de kýrmýþ, mebzul metâý yapmýþ. Þer'-i Ýslâm onlarý

 

Rahmeten dâvet eder eski yuvalarýna. Hürmetleri orada, rahatlarý evlerde, hayat-ý ailede. Temizlik zînetleri.

 

Haþmetleri, hüsn-ü hulk; lûtf-u cemâli, ismet; hüsn-ü kemâli, þefkat; eðlencesi, evlâdý. Bunca esbab-ý ifsad, demir-sebat kararý

 

Lâzýmdýr tâ dayansýn. Bir meclis-i ihvanda güzel karý girdikçe riyâ ile rekabet, hased ile hodgâmlýk debretir damarlarý!

 

Yatmýþ olan hevesât, birdenbire uyanýr. Tâife-i nisada serbestî inkiþafý, sebeb olmuþ beþerde ahlâk-ý seyyienin birdenbire inkiþafý. Þu medenî beþerin hýrçýnlaþmýþ ruhunda, þu Sûretler

 

_____________________________

 

(*) Tesettür Risalesi'nin esâsýdýr. Yirmi sene sonra müellifinin mahkûmiyetine sebeb gösteren bir mahkeme, kendini ve hâkimlerini ebedî mahkûm ve mahcûb eylemiþ.

 

sh: » (S: 773)

 

denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; hem müdhiþtir te'siri. (*)

 

Memnu' heykel, Sûretler: Ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riyâ , ya müncemid hevestir. Ya týlsýmdýr: Celbeder o habis ervahlarý.

 

* * *

 

Tasarruf-u Kudretin Vüs'ati, Vesâit ve Muinleri Reddeder

 

O Kadîr-i Zülcelâl; tasarruf-u kudreti tevessü-ü tesiri noktasýnda oluyor þemsimiz zerre-misâl

 

Nev-i vâhidde olan tasarruf-u azîmi mesâfesi vâsi'dir. Ýki zerre beyninde câzibeyi ele al;

 

 

 

Git de tâ Þemsüþþümûs ve Kehkeþan beynindeki câzibenin yanýnda koy. Yükü bir kar danesi bir melek, þemsi ele almýþ bir þems-misâl meleðin yanýna getir. Ýðne kadar bir balýðý, balina balýðý da yanyana býrak. O Kadîr-i Ezelî-i Zülcelâl

 

Tecellî-i vâsii, asgardan tâ ekbere itkan-ý mükemmeli birden tasavvura al. Câzibe ve nevamis, vesâil-i pür-seyyal

 

Gibi örfî emirler; tecelli-i kudrete, tasarruf-u hikmete birer isim olmasý.. odur yalnýz meâl.

 

Baþka meâli olmaz, beraber de bir düþün; bileceksin bizzarure ki: Esbab-ý hakikî, vesâit-i zî-misâl,

 

Muinler, hem þerikler birer emr-i bâtýldýr, birer hayal-i muhal, o kudret nazarýnda. Hayat vücuda Kemâl,

 

Makamý büyük, mühimdir; buna binaen derim: Küremiz, âlemimiz neden mutî, müsahhar olmasýn hayvan-misâl.

 

O Sultan-ý Ezel'in bu tarz hayvan tuyûru kesretle münteþirdir þu meydan-ý fezâda, muhteþem ve pür-cemâl.

 

Bostan-ý hilkatinde salmýþ da döndürüyor, onlardaki naðamat, bunlardaki harekât; tesbihattýr o akval,

 

Ýbadettir o ahvâl, Kadîm-i Lemyezel'e, Hakîm-i Lâyezâl'e. Küremiz hayvana pek benziyor, âsâr-ý hayat gösteriyor. Eðer yumurta kadar küçülse bilfarzýlmuhal,

 

_____________________________

 

(*) Nasýl meyyite bir karýya nefsanî nazarla bakmak nefsin dehþetle alçaklýðýný gösterir. Öyle de, rahmete muhtaç bir bîçare meyyitenin güzel tasvirine müþtehiyane bir nazarla bakmak, ruhun hissiyat-ý ulviyyesini söndürür.

 

sh: » (S: 774)

 

Minimini bir hayvan olmasý pek muhtemel: Yuvarlak bir huveyne, küre kadar büyüse, o da böyle olmasý pek karib bir ihtimal.

 

Âlemimiz insan kadar küçülse; yýldýzlarý, zerreler Sûretine dönerse, bir zîþuur hayvana dönmesi câiz olur, akýl da bulur mecâl.

 

Demek âlem erkânlarýyla birer âbid-i müsebbih, birer muti' müsahhar Hâlýk-ý Lemyezel'e, Kadîr-i Lâyezâl'e.

 

Kemmen büyük olmasý, keyfen büyük olmasý her vakit lâzým gelmez; zira daha cezâletlidir saat-ý hardal-misâl,

 

Bir saattan ki timsâli Ayasofya kadardýr. Bir sineðin hilkati hayretfezâdýr filden, o mahlûk-û bîfasal.

 

Ger kalem-i kudretle bir cüz-ü ferd üstüne esîrin cevâhir-i ferdiyle yazýlsa bir Kur'an ki, sýgar-ý sahife nisbeti, bir kibr-i san'at-meal

 

Sahife-i semâda yýldýzlarla yazýlan bir Kur'an-ý Kerîm'e cezâletle müsâvi. Nakkaþ-ý Ezelî'nin san'atý her tarafta pürcemâl ve pürkemâl.

 

Her tarafta böyledir. Derece-i Kemâlde kalemdeki ittihad, tevhidi ilân eder. Bu kelâm-ý pür-meâl; iyi bir dikkate al!

 

* * *

 

 

 

Melâike Bir Ümmettir; Þeriat-ý Fýtriye Ýle Memurdur

 

Þeriat-ý Ýlahî ikidir. Hem iki sýfattan gelmiþ, iki insan muhatâb, hem de mükellef olmuþ. Sýfat-ý irâdeden gelen þer'-i tekvinî.

 

Ýnsan-ý ekber olan âlemin ahvâlini, hem de harekâtýný ki ihtiyârî deðil, tanzim eden þer'dir. O meþiet-i Rabbanî

 

Yanlýþ bir ýstýlahla tabiat da denilir. Sýfat-ý kelâmýndan gelen þeriat ise, âlem-i asgar olan insanýn ef'âlini,

 

Ki ihtiyârî olmuþ, tanzim eden þer'dir. Ýki þer' bir yerde bâzan eder içtima'. Melâike-î Ýlâhî, bir ümmet-i azîme, hem bir cünd-ü Sübhânî

 

Birinci, þer'a olmuþ hamele-i mümtesil, amele-i mümessil. Hem onlardan bir kýsmý ibâd-ý müsebbihtir. Bir kýsmý da müstaðrak, arþýn mukarrebîni.

 

* * *

 

sh: » (S: 775)

 

Madde Rikkat Peyda Ettikçe, Hayat Þiddet Peyda Eder

 

Hayat asýl, esâstýr; madde ona tâbidir, hem de onunla kaimdir.

 

Bir hurdebinî huveyn havass-ý hamsesiyle, insanýn havassýný müvazene edersen, görürsün; insan ondan ne derece büyükse, havassý o derece onunkinden aþaðý. O huveyne iþitir kardeþinin sesini.

 

Hem de görür rýzkýný. Ger insan kadar büyüse, havassý hayret-fezâ; hayatý þu'le-feþan; rü'yeti de berk-âsâ bir nur-u âsumânî.

 

Ýnsan, bir kitle-i mevattan bir zîhayat deðildir. Belki de milyarlarla zîhayat hüceyratýndan mürekkeb ve zîhayat bir hücre-i insanî.

 

اِنَّ اْلاِنْسَانَ كَصُورَةِ (يس) كُتِبَتْ فِيهَا سُورَةُ (يس)

 

فَتَبَارَكَ اللّهُ اَحْسَنُ الْخَالِقِينَ

 

* * *

 

Maddiyyunluk, Bir Tâun-u Mânevîdir

 

Maddiyyunluk bir tâun-u mânevî, beþere de tutturdu þu müdhiþ bir sýtmayý (*). Hem de âni çarptýrdý bir gazab-ý Ýlâhî, telkin hem de taklid.

 

 

 

Tenkide kabiliyet-i tevessüü nisbeten, o tâun da ediyor tevessü' ve intiþar. Telkini fenden almýþ, medeniyetten taklid.

 

Hürriyet, tenkid vermiþ; gururundan dalâlet çýkmýþ.

 

* * *

 

Vücudda Atâlet Yok. Ýþsiz Adam, Vücudda Adem Hesabýna Ýþler

 

En bedbaht sýkýntýlý muzdarib, iþsiz olan adamdýr; zira ki atâlet: Vücud içinde adem, hayat içinde mevttir. Sa'y ise:

 

Vücudun hayatý, hem hayatýn yakazasýdýr elbet!

 

* * *

 

________________________

 

(*) Eski harb-i umumîye iþaret eder.

 

sh: » (S: 776)

 

Riba, Ýslâm'a Zarar-ý Mutlaktýr

 

Riba atâlet verir, þevk-i sa'yi söndürür. Ribanýn kapýlarý hem de onun kaplarý olan bu bankalarýn her dem nef'i ise, beþerin en fena kýsmýnadýr; onlar da gâvurlardýr. Gâvurlardaki nef'i en fena kýsmýnadýr; onlar da zalimler.

 

Her dem zâlimlerdeki nef'i en fena kýsmýnadýr, onlar da sefihlerdir. Âlem-î Ýslâm'a bir zarar-ý mutlaktýr. Mutlak beþer her dem refahý nazar-ý þer'îde yoktur; zira harbî bir gâvur hürmetsiz, ismetsizdir; demi hederdir... Her de............m.

 

* * *

 

(*) Kur'an, Kendi ;Kendini Himaye Edip Hâkimiyetini Ýdame Eder

 

Bir zâtý gördüm ki yeis ile mübtelâ, bedbinlikle hasta idi. Dedi: ülemâ azaldý, kemmiyet keyfiyeti. Korkarýz dinimiz sönecek de bir zaman..

 

Dedim: Nasýl kâinat söndürülmezse, îmân-ý Ýslâmî de sönemez. Öyle de, zeminin yüzünde çakýlmýþ mismarlar hükmünde her an

 

Olan Îslâmî þeâir, dinî minarat, Ýlâhî maâbid, þer'î maâlim itfa olmazsa, Îslâmiyet parlayacak an be-an!..

 

Her bir mâbed bir muallim olmuþ tab'ýyla tabayie ders verir. Her maâlim dahi birer üstad olmuþtur; onun lisan-ý hali eder telkin-i dinî; hatâsýz, hem bînisyan.

 

Herbir þeâir bir hoca-i dânâdýr, ruh-u Îslâmý daim enzâra ders veriyor. Mürur-u a'sâr ile sebeb-i istimrar-ý zaman.

 

Güya tecessüm etmiþ envar-ý Ýslâmiyet, þeairi içinde. Güya tasallüb etmiþ zülâl-i Ýslâmiyet, maâbidi içinde. Birer sütun-u îmân.

 

Güya tecessüd etmiþ ahkâm-ý Ýslâmiyet, maâlimi içinde. Güya tahaccür etmiþ erkân-ý Ýslâmiyet, avalimi içinde. Birer sütun-u elmas. Onunla murtabýttýr zemin ile âsumân.

 

___________________________

 

(*) Otuzbeþ sene evvel yazýlan bu makam, bu sene yazýlmýþ tarzýný gösteriyor. Demek Ramazan bereketiyle yazdýrýlmýþ bir nevi ihbar-ý gaybîdir.

 

sh: » (S: 777)

 

Lâsiyyema: Bu Kur'an-ý hatib-i mu'ciz-Beyân; dâima tekrar eder bir hutbe-i ezelî, aktar-ý Ýslâmîde kalmamýþ hiç de bir köy, hem dahi hiç bir mekân:

 

Nutkunu dinlemesin, tâlimi iþitmesin. اِنّا لَهُ لَحَافِظُونَ sýrrý ile hâfýzlýktýr pek de büyük bir rütbe. Tilâvet ise, ibâdet-i ins ü cân.

 

Onun içinde tâlim, hem müsellemâtý tezkir. Tekerrür-ü zamanla nazariyâ t, kalbolur müsellemâta hem döner bedihiyata. Ýstemez daha Beyân.

 

Zaruriyâ t-ý dinî, nazariyâ ttan çýkýp zaruriyâ t olmuþtur. Tezkir ise kâfidir. Ýhtar ise vâfidir. Þâfidir her dem Kur'an.

 

Ýhtara, hem tezkire, þu intibah-ý Ýslâm, hem içtimaî yakaza her birine veriyor: Umuma ait olan delâil ve hem mizan.

 

Mâdem içtimaî hayat Ýslâmda baþlamýþtýr; her birinin îmâný kendine mahsus olan delile münhasýran deðil; müstenid vicdan.

 

Belki cemâatýn kalbinde gayr-ý mahdud esbaba dahi eder istinad.

 

Hattâ cây-ý dikkattir: Bir mezheb-i zaîfi, mürur ettikçe zaman, ibtali müþkil olur. Nerede kaldý ki Ýslâm, vahy ile fýtrat gibi, iki metin esâsa hem istinad etmiþtir; hem bu kadar a'sarda nâfizane hükümran!..

 

Râsih esâslarýyla, bâhir eserleriyle kürenin yarýsýyla iltiham peyda etmiþ, bir ruh-u fýtrî olmuþ; nasýl küsufa girer.. küsuftan çýkmýþ el'ân!

 

Fakat maatteessüf, bâzý zevzek kefere, safsatalý adamlar þu kasr-ý âlînin metin esâslarýna iliþir buldukça imkân.

 

Onlarý deprettirir. Esâslara iliþilmez, onlarla oynanýlmaz, sussun þimdi dinsizlik! Ýflâs etti o teres. Bestir tecrübe-i küfran ve yalan.

 

Bu âlem-i Ýslâmýn âlem-i küfre karþý en ileri karakolu þu dârülfünun idi. Lâkayd ve gafletlikle hasm-ý tabiat-yýlan

 

Gediði açtý cephenin arkasýnda, dinsizlik hücum etti, millet epey sarsýldý. En ileri karakol, Ýslâmiyet ruhuyla tenevvür etmiþ cinan.

 

En mütesallib olmalý. En müteyakkýz olmalý yahut o dar ol

 

sh: » (S: 778)

 

mamalý, Îslâmý aldatmamalý. Ýmanýn yeri kalbdir; dimað ise oluyor ma'kes-i nur-u îman.

 

Bâzan da mücahiddir, bâzan süpürgecidir, dimaðda vesveseler, hem pek çok ihtimaller kalb içine girmese, sarsýlmaz îman, vicdan.

 

Yoksa bâzýlarýn zannýnca îmân dimaðda olsa; ruh-u îman olan hakkalyakîne, ihtimalât-ý kesîre olur birer hasm-i bîeman.

 

Kalb ile vicdan, mahall-i îman. Hads ile ilham, delîl-i îman.

 

Bir hiss-i sâdis; tarîk-ý îmân... Fikr ile dimað, bekçî-i îman.

 

***

 

Tâlim-i Nazariyâttan Ziyade, Tezkir-i Müsellemâta Ýhtiyaç Var

 

Zaruriyâ t-ý dinî, müsellemât-ý Þer'î; kulûblerde hasýldýr, ihtar ile huzuru, tezkir ile þuuru.

 

Matlub da hâsýl olur. Ýbâre-i Arabî (*) daha ulvî ediyor tezkiri, hem ihtarý.

 

 

 

Onun için Cum'ada hutbe-i Arabiye, zaruriyâ tý ihtar, müsellemâtý tezkir, maalkifaye olur onun tarz-ý tezkiri.

 

Nazariyâtý tâlim onda maksud deðildir; hem Ýslâmýn vahdanî sîmasýnda þu Arabî ibare bir nakþ-ý vahdettir; kabûl etmez teksiri.

 

* * *

 

Hadîs Der Ayete: Sana Yetiþmek Muhal!

 

Hadîs ile âyeti müvazene edersen, bilbedâhe görürsün beþerin en belîði, vahyin de mübelliði, o dahi bâlið olmaz

 

Belâgat-ý âyete. O da ona benzemez. Demek ki: Lisan-ý( Ahmedî)'den gelen herbir kelâm her dem onun olamaz.

 

* * *

 

 

 

Îcaz Ýle Beyân Ý'caz-ý Kur'an

 

Bir zaman rü'yada gördüm ki: Aðrý Daðý altýndayým. Birden o dað patladý, dað gibi taþlarý âleme daðýttý, sarstý cihaný.

 

___________________________

 

(*) On sene sonra gelen bir hâdiseyi hissetmiþ, mukabeleye çalýþmýþ.

 

sh: » (S: 779)

 

Füc'eten bir adam yanýmda peyda oldu. Dedi ki: Îcaz ile Beyân et, icmâl ile îcaz et, bildiðin envâ-i i’câz-ý Kur'aný!

 

Daha rü'yada iken tâbirini düþündüm, dedim, þuradaki infilâk, beþerde bir inkýlâba misâl. Ýnkýlâbda ise elbet hüda-yý Furkanî,

 

Her tarafta yükselip hem de hâkim olacak. Ý'cazýnýn beyâný, zamaný da gelecek! O sâile cevaben dedim: Ý'caz-ý Kur'anî,

 

Yedi menabi-i külliyeden tecelli, hem yedi anâsýrdan terekküb eder. Birinci Menba': Lâfzýn fesâhatýndan selâset-i lisaný;

 

Nazmýn cezâletinden, mâna belâgatýndan, mefhumlarýn bedâatýndan, mazmunlarýn beraatýndan, üslûblarýn garâbetinden birden tevellüd eden bârika-i beyâný.

 

Onlarla oldu mümtezic, mizac-ý i'câzýnda acib bir nakþ-ý Beyân, garib bir san'at-ý lisani. Tekrarý hiç bir zaman usandýrmaz insaný.

 

Ýkinci Unsur ise: Umûr-u kevniyede gaybî olan esâsât, Ýlâhî hakaikten gaybî olan esrardan, gaybî-yi âsûmânî.

 

Mâzide kaybolan gaybî olan umûrdan, müstakbelde müstetir kalmýþ olan ahvâlden birden tâzammun eden bir ilm-ül guyûb hýzaný,

 

Âlem-ül guyub lisaný, þehadet âlemiyle konuþuyor erkâný, rumûz ile Beyâný, hedef nev-i insanî, i’câzýn bir lem'a-i nuranî...

 

Üçüncü Menba' ise: Beþ cihetle hârika bir câmiiyet vardýr. Lâfzýnda, mânasýnda, ahkâmda, hem ilminde, makasýdýn mizâný.

 

Lafzý tâzammun eder pek vasi' ihtimâlât; hem vücuh-u kesîre ki, her biri nazar-ý belâðatta müstahsen, arabiyece sahih, sýrr-ý teþriî lâyýk görüyor âný.

 

Mânasýnda: Meþârib-i evliya, ezvâk-ý ârifîni, mezâhib-i sâlikîn, turuk-u mütekellimîn, menâhic-i hükemâ, o i'caz-ý Beyâný

 

Birden ihâta etmiþ, hem de tâzammun etmiþ. Delâletinde vüs'at, mânasýnda geniþlik. Bu pencere ile baksan, görürsün ne geniþtir meydaný!..

 

Ahkâmdaki istiâb: Þu hârika þeriat ondan olmuþ istinbat, saadet-i dâreynin bütün desâtirini, bütün esbab-ý emni.

 

 

 

sh: » (S: 780)

 

Ýçtimaî hayatýn bütün revâbýtýný, vesâil-i terbiye, hakaik-i ahvâli birden tâzammun etmiþ onun tarz-ý beyâný...

 

Ýlmindeki istiðrak: Hem ulûm-u kevniye, hem ulûm-u Ýlâhî, onda merâtib-i delâlât, rumuz ile iþarat, sûreler surlarýnda cem'etmiþtir cinâný.

 

Makasýd ve gayâtta: Müvâzenet, ýttýrad, fýtrat desatirine mutâbakat, ittihad; tamam müraat etmiþ, hýfzeylemiþ mizaný.

 

Ýþte lâfzýn ihâtasýnda, mânanýn vüs'atýnda, hükmün istiâbýnda, ilmin istiðrakýnda, müvazene-i gayâtta câmiiyet-i pürþâný!..

 

Dördüncü unsur ise: Her asrýn derece-i fehmine, edebî rütbesine, hem her asýrdaki tabakata, derece-i istîdad, rütbe-i kabiliyet nisbetinde ediyor bir ifaza-i nuranî.

 

Her asra, her asýrdaki her tabakaya kapýsý küþade. Güya her demde, her yerde taze nâzil oluyor o Kelâm-ý Rahmânî.

 

Ýhtiyarlandýkça zaman, Kur'an da gençleþiyor. Rumuzu hem tavazzuh eder, tabiat ve esbabýn perdesini de yýrtar o hitâb-ý Yezdânî.

 

Nur-u tevhidi, her dem her âyetten fýþkýrýr. Þehadet perdesini gayb üstünden kaldýrýr. Ulviyet-i hitabý dikkate dâvet eder, o nazar-ý insaný.

 

Ki o lisan-ý gaybdýr; þehadet âlemiyle bizzât odur konuþur. Þu unsurdan bu çýkar hârika tazeliði bir ihâta-i ummânî!

 

Te'nîs-i ezhan için akl-ý beþere karþý Ýlâhî tenezzülât. Tenzil'in üslûbunda tenevvü-ü mûnisliðidir mahbub-u ins ü câný.

 

Beþinci Menba' ise: Nakil ve hikâyatýnda, ihbar-ý sâdýkada esasî noktalardan hâzýr müþahid gibi bir üslûb-u bedi-i pür-maânî

 

Naklederek, beþeri onunla îkaz eder. Menkulâtý þunlardýr: Ýhbar-ý evvelîni, ahvâl-i âhirîni, esrar-ý cehennem ve cinâný.

 

Hakaik-i gaybiye, hem esrar-ý þehadet, serâir-i Ýlâhî, revâbýt-ý kevnîye dair hikâyatýdýr hikâyet-i ayânî

 

Ki ne vâki reddeylemiþ, ne mantýk tekzib etmiþ. Mantýk kabûl etmezse red de bile edemez. Semâvî kitablarýn ki matmah-ý cihanî.

 

Ýttifakî noktalarda Mûsaddýkane nakleder. Ýhtilâfî yerlerinde

 

sh: » (S: 781)

 

mûsahhihane bahseder. Böyle naklî umûrlar bir «Ümmî» den sudûru hârika-i zamanî...

 

Altýncý Unsur ise: Mutâzammýn ve müessis olmuþ Dîn-i Ýslâma. Ýslâmiyet misline ne mâzi muktedirdir, ne müstakbel muktedir; araþtýrsan zaman ile mekâný!..

 

Arzýmýzý senevî, yevmî dairesinde þu hayt-ý semâvîdir; tutmuþ da döndürüyor. Küreye aðýr basmýþ, hem dahi ona binmiþ. Býrakmýyor isyaný.

 

Yedinci Menba' ise: Þu altý menba'dan çýkan envâr-ý sitte, birden eder imtizac. Ondan çýkar bir hüsün, bundan gelir bir hads, vâsýta-i nurânî.

 

Þundan çýkan bir zevktir; zevk-i i'câz bilinir, tâbirine lisanýmýz yetiþmez. Fikir dahi kasýrdýr, görünür de tutulmaz o nücum-u âsumânî.

 

Onüç asýr müddette meyl-üt tahaddî varmýþ Kur'anýn a'dâsýnda, þevk-i taklid uyanmýþ Kur'anýn ahbabýnda. Ýþte i'câzýn bir bürhâný...

 

Þu iki meyl-i þedidle yazýlmýþtýr meydanda, milyonlarla kütüb-ü arabiye, gelmiþtir kütübhane-i vücuda. Onlar ile Tenzil'i düþerse bir mizaný

 

Müvâzene edilse, deðil dânâ-i bî-müdânî, hattâ en âmî adam, göz kulakla diyecek: Bunlar ise insanî, þu ise âsumânî!

 

Hem de hükmedecek: Þu bunlara benzemez, rütbesinde olamaz. Öyle ise ya umumdan aþaðý; bu ise, bilbedâhe mâlûm olmuþ butlaný.

 

Öyle ise, umumun fevkindedir. Mazmunlarý o kadar zamanda, kapý açýk, beþere vakfedilmiþ; kendine dâvet etmiþ ervah ile ezhaný!

 

Beþer onda tasarruf, kendine de maletmiþ. Onun mazmunlarý ile yine Kur'ana karþý çýkmamýþ, hiçbir zaman çýkamaz; geçti zaman-ý imtihaný.

 

Sâir kitablara benzemez, onlara makîs olmaz; zira yirmi sene zarfýnda müneccemen hâcetlere nisbeten nüzulü; müteferrik mütekatý', bir hikmet-i Rabbânî.

 

Esbab-ý nüzulü muhtelif, mütebayin. Bir maddede es'ile mütekerrir, mütefâvit. Hâdisat-ý ahkâmý müteaddid, mütegayir. Muhtelif, mütefârýk nüzulünün ezmaný.

 

 

 

sh: » (S: 782)

 

Hâlât-ý telâkkisi: Mütenevvi', mütehâlif. Aksam-ý muhatâbý: Müteaddid, mütebâid. Gayât-ý irþâdýnda: Mütederric, mütefâvit. Þu esâslara müstenid binâî, hem Beyanî,

 

Cevabî, hem hitâbî. Bununla da beraber selâset ve selâmet, tenâsüb ve tesanüd, Kemâlini göstermiþ; iþte onun þâhidi: Fenn-i Beyân-ý Maânî.

 

Kur'anda bir hassa var; baþka kelâmda yoktur. Bir kelâmý iþitsen, asýl sahib-i kelâmý arkasýnda görürsün, ya içinde bulursun. Üslûb: Âyine-i insanî.

 

Ey sâil-i misâlî! Sen ki îcaz istedin, ben de iþaret ettim. Eðer tafsil istersen, haddimin haricinde!.. Sinek seyretmez âsumâný.

 

Zira o kýrk envâ-ý i'câzýndan yalnýz bir tekini ki, cezâlet-i nazmýdýr;

 

Ýþârât-ül Ý'cazda sýkýþmadý tibyaný.

 

Yüz sahife tefsirim ona kâfi gelmedi. Senin gibi ruhânî ilhamlarý ziyade. Ben istiyorum senden tafsil ile Beyâný!

 

اولاشماز دست أدب غرب هوسبار هواكار دهادار

 

دأب أدب أبد مدت قرآن ضيابار شفاكار هدادار

 

Kâmilîn insanlarýn zevk-i meâlîsini hoþnud eden bir hâlet, çocukça bir hevese, sefihçe bir tabiat sahibine hoþ gelmez,

 

Onlarý eðlendirmez. Bu hikmete binaen, bir zevk-i süflî, sefih, hem nefsî ve þehvanî içinde tam beslenmiþ, zevk-i ruhîyi bilmez.

 

Avrupa'dan tereþþuh etmiþ þu hâzýr edebiyat romanvârî nazarla, Kur'anda olan letâif-i ulviyyet, mezaya-yý haþmeti göremez, hem tadamaz.

 

Kendindeki miheki ona ayar edemez. Edebiyatta vardýr üç meydan-ý cevelân; onlar içinde gezer, haricine çýkamaz:

 

Ya aþkla hüsündür, ya hâmaset ve þehâmet, ya tasvir-i hakikat. Ýþte yabanî edebse hamâset noktasýnda hakperestliði etmez.

 

Belki zâlim nev-i beþerin gaddarlýklarýný alkýþlamakla kuvvetperestlik hissini telkin eder. Hüsün ve aþk noktasýnda, aþk-ý hakikî bilmez.

 

sh: » (S: 783)

 

Þehvet-engiz bir zevki nefislere de zerkeder. Tasvir-i hakikat maddesinde, kâinata san'at-ý Ýlâhî Sûretinde bakmaz,

 

Bir sýbga-i Rahmânî Sûretinde göremez. Belki tabiat noktasýnda tutar, tasvir ediyor, hem ondan da çýkamaz.

 

Onun için telkini aþk-ý tabiat olur. Maddeperestlik hissi, kalbe de yerleþtirir, ondan ucuzca kendini kurtaramaz.

 

Yine ondan gelen, dalâletten neþ'et eden ruhun ýzdýrabatýna o edebsizlenmiþ edeb (müsekkin hem münevvim); hakikî fayda vermez.

 

Tek bir ilâcý bulmuþ, o da romanlarýymýþ. Kitab gibi bir hayy-ý meyyit, sinema gibi bir müteharrik emvat! Meyyit hayat veremez.

 

Hem tiyatro gibi tenasühvâri, mâzi denilen geniþ kabrin hortlaklarý gibi þu üç nevi romanlarýyla hiç de utanmaz.

 

Beþerin aðzýna yalancý bir dil koymuþ, hem insanýn yüzüne fâsýk bir göz takmýþ, dünyaya bir âlûfte fistanýný giydirmiþ, hüsn-ü mücerred tanýmaz.

 

Güneþi gösterirse, sarý saçlý güzel bir aktrisi karie ihtar eder. Zâhiren der: «Sefahet fenadýr, insanlara yakýþmaz.»

 

Netice-i muzýrrayý gösterir. Halbuki sefâhete öyle müþevvikane bir tasviri yapar ki, aðýz suyu akýtýr, akýl hâkim kalamaz.

 

Ýþtihayý kabartýr, hevesi tehyic eder, his daha söz dinlemez. Kur'andaki edebse hevayý karýþtýrmaz.

 

Hakperestlik hissi, hüsn-ü mücerred aþký, cemâlperestlik zevki, hakikatperestlik þevki verir; hem de aldatmaz.

 

Kâinata tabiat cihetinde bakmýyor; belki bir san'at-ý Ýlâhî, bir sýbga-i Rahmânî noktasýnda bahseder, akýllarý þaþýrtmaz.

 

Mârifet-i Sâni'in nurunu telkin eder. Herþeyde âyetini gösterir. Her ikisi rikkatli birer hüzün de veriyor, fakat birbirine benzemez.

 

Avrupazade edebse fakd-ül ahbabdan, sahibsizlikten neþ'et eden gamlý bir hüznü veriyor, ulvî hüznü veremez.

 

Zira saðýr tabiat, hem de bir kör kuvvetten mülhemane aldýðý bir hiss-i hüzn-ü gamdâr. Âlemi bir vahþetzar tanýr, baþka çeþit göstermez.

 

O surette gösterir, hem de mahzunu tutar, sahibsiz de olarak yabanîler içinde koyar, hiçbir ümid býrakmaz.

 

sh: » (S: 784)

 

Kendine verdiði þu hissî heyecanla git gide ilhada kadar gider, ta'tile kadar yol verir, dönmesi müþkil olur, belki daha dönemez.

 

Kur'anýn edebi ise: Öyle bir hüznü verir ki, âþýkane hüzündür, yetimâne deðildir. Firak-ul ahbabdan gelir, fakd-ül ahbabdan gelmez.

 

Kâinatta nazarý, kör tabiat yerine þuurlu, hem rahmetli bir san'at-ý Ýlâhî onun medâr-ý bahsi, tabiattan bahsetmez.

 

Kör kuvvetin yerine inâyetli, hikmetli bir kudret-i Ýlâhî ona medâr-ý Beyân. Onun için kâinat, vahþetzar Sûret giymez.

 

Belki muhatâb-ý mahzunun nazarýnda oluyor bir cem'iyet-i ahbab. Her tarafta tecavüb, her canibde tahabbüb; ona sýkýntý vermez.

 

Her köþede istînas, o cem'iyet içinde mahzunu vaz'ediyor bir hüzn-ü müþtakane, bir hiss-i ulvî verir, gamlý bir hüznü vermez.

 

Ýkisi birer þevki de verir: O yabanî edebin verdiði bir þevk ile nefis düþer heyecana, heves olur münbasit; ruha ferah veremez.

 

Kur'anýn þevki ise: Ruh düþer heyecana, þevk-i meâlî verir. Ýþte bu sýrra binaen, Þeriat-ý Ahmediye (A.S.M) lehviyatý istemez.

 

Bâzý âlât-ý lehvi tahrim edip, bir kýsmý helâl diye izin verip.. Demek hüzn-ü Kur'anî veya þevk-i Tenzilî veren âlet, zarar vermez.

 

Eðer hüzn-ü yetîmî veya þevk-i nefsanî verse, âlet haramdýr. Deðiþir eþhasa göre, herkes birbirine benzemez.

 

* * *

 

Dallar Semeratý Rahmet Namýna Takdim Ediyor

 

Þecere-i hilkatýn dallarý her tarafta semerat-ý niamý zîruhun ellerine zâhiren uzatýyor.

 

Hakikatte bir yed-i rahmet, bir dest-i kudrettir ki, o semeratý, o dallarý içinde sizlere uzatýyor.

 

O yed-i rahmeti, siz de þükr ile öpünüz. O dest-i kudreti de minnetle takdis ediniz...

 

* * *

 

sh: » (S: 785)

 

Fatihanýn Âhirinde Ýþaret Olunan Üç Yolun Beyaný

 

Ey birader-i pür emel! Hayâlini ele al, benimle beraber gel. Ýþte bir zemindeyiz, etrafýna bakarýz; kimse de görmez bizi.

 

Çadýr direkleri hükmünde yüksek daðlar üstünde karanlýklý bir bulut tabakasý atýlmýþ, hem o dahi kaplatmýþ zeminimizin yüzü.

 

Müncemid bir sakf olmuþ, fakat altý yüzü açýkmýþ, o yüz güneþ görürmüþ. Ýþte bulut altýndayýz, sýkýyor zulmet bizi.

 

Sýkýntý da boðuyor; havasýzlýk öldürür. Þimdi bize üç yol var: Bir âlem-i ziyadar, bir kerre seyrettimdi bu zemin-i mecâzî.

 

Evet bir kerre buraya da gelmiþim, üçünde ayrý ayrý gitmiþim. Birinci yolu budur: Ekseri burdan gider; o da devr-i âlemdir, seyahatâ çeker bizi.

 

Ýþte biz de yoldayýz, böyle yayan gideriz. Bak þu sahranýn kum deryalarýna, nasýl hiddet saçýyor, tehdid ediyor bizi!

 

Bak þu deryanýn daðvâri emvâcýna! O da bize kýzýyor. Ýþte Elhamdülillah öteki yüze çýktýk; görürüz güneþ yüzü.

 

Fakat çektiðimiz zahmeti ancak da biz biliriz. Of! tekrar buraya döndük þu zemin-i vahþetzâr, bulut damý zulmettar. Bize lâzým: Revnakdar eder kalbdeki gözü

 

Bir âlem-i ziyadar. Fevkalâde eðer bir cesaretin var; gireriz de beraber, bu yol-u pür-hatârkâr. Ýkinci yolumuzu:

 

Tabiat-ý arzý deleriz, o tarafa geçeriz. Ya fýtrî bir tünelden titreyerek gideriz. Bir vakitte bu yolda seyrettim de geçtim bî-nâz ve pür-niyazî.

 

Fakat o zaman tabiatýn zemini eritecek, yýrtacak bir madde var idi elimde. Üçüncü yolun o delil-i mu'cizi

 

Kur'an onu bana vermiþti. Kardeþim, arkamý da býrakma, hiç de korkma! Bak hâ þurada tünelvâri maðaralar, tahtel'arz akýntýlar beklerler ikimizi.

 

Bizi geçirecekler. Tabiat da þu müdhiþ cümûdiyeleri de seni hiç korkutmasýn. Zira bu abus çehresi altýnda merhametli sahibinin tebessümlü yüzü.

 

sh: » (S: 786)

 

Radyumvari o madde-i Kur'aný ýþýðýyla sezmiþtim. Ýþte, gözüne aydýn! Ziyadar âleme çýktýk, bak þu zemin-i pür-nâzý

 

Bu fezâ-yý lâtif, þirin. Yahu baþýný kaldýr! Bak semâvata ser çekmiþ, bulutlarý da yýrtmýþ, aþaðýda býrakmýþ. Dâvet ediyor bizi.

 

Þu þecere-i tûba, meðer o Kur'an imiþ. Dallarý her tarafa uzanmýþ. Tedelli eden bu dala biz de asýlmalýyýz, oraya alsýn bizi.

 

O þecere-i semâvî; bir timsali zeminde olmuþ þer'-i enveri. Demek zahmet çekmeden o yol ile çýkardýk bu âlem-i ziyaya, sýkmadan zahmet bizi.

 

Mâdem yanlýþ etmiþiz; eski yere döneriz, doðru yolu buluruz. Bak, üçüncü yolumuz; þu daðlar üstünde durmuþ olan þehbâzi

 

Hem de bütün cihana okuyor bir ezaný. Bak müezzin-i âzama, Muhammed-ül Hâþimî (A.S.M.) dâvet eder insaný âlem-i nur-u envere. Ýlzam eder niyaz ile namazý.

 

Bulutlarý da yýrtmýþ, bak bu hüda daðlarýna. Semâvata ser çekmiþ, bak þeriat cibâline. Nasýl müzeyyen etmiþ zeminimizin yüzü gözü.

 

Ýþte çýkmalýyýz buradan himmet tayyaresiyle. Ziya, nesim orada, nur u cemâl orada. Ýþte buradadýr Uhud-u Tevhid, o cebel-i azizi.

 

Ýþte þuradadýr Cûdi-i Ýslâmiyet, o cebel-i selâmet. Ýþte Cebel-ül Kamer olan Kur'an-ý Ezher, zülâl-i Nil akýyor o muhteþem menba'dan. Ýç o âb-ý lezizi!..

 

فَتَبَارَكَ اللّهُ اَحْسَنُ الْخَالِقِينَ

 

وَ آخِرُ دَعْوَينَا اَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

 

Ey arkadaþ! Þimdi hayâli baþtan çýkar, aklý kafaya geçir! Evvelki iki yolun maðdub ve dâllîn yolu; hatârlarý pek çoktur, kýþtýr dâim güz yazý...

 

Yüzde biri kurtulur; Eflâtun, Sokrat gibi. Üçüncü yol; sehildir, hem karib-i müstakimdir. Zaif, kavi müsavi. Herkes o yoldan gider. En rahatý budur ki: Þehid olmak ya gazî.

 

Ýþte neticeye gireriz. Evet dehâ-yý fennî: Evvelki iki yoldur

 

sh: » (S: 787)

 

ona meslek ve mezheb. Fakat hüda-yý Kur'anî: Üçüncü yoldur, onun sýrat-ý müstakîmi îsal eder o bizi.

 

اَللّهُمَّ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ اْلمُسْتَقِيمَ صِرَاطَ الّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَ لاَالضَّالِّينَ آمِينَ

 

* * *

 

Hakikî Bütün Elem Dalalette, Bütün Lezzet Ýmândadýr

 

Hayal Libâsýný Giymiþ Muazzam Bir Hakikat

 

Ey yoldaþ-ý hüþdâr! Sýrât-ý müstakimin o meslek-i nuranî, maðdub ve dâllînin o tarîk-ý zulmanî, tam farklarýný görmek eðer istersen ey aziz,

 

Gel vehmini ele al, hayâl üstüne de bin, þimdi seninle gideriz zulümat-ý ademe. O mezar-ý ekberi, o þehr-i pür-emvâtý bir ziyaret ederiz.

 

Bir Kadîr-i Ezelî, kendi dest-i kudretle bu zulümat kýt'adan bizi tuttu çýkardý, bu vücuda bindirdi, gönderdi þu dünyaya; þu þehr-i bî-lezâiz.

 

Ýþte þimdi biz geldik þu âlem-i vücuda, o sahra-yý hâile. Gözümüz de açýldý, þeþ cihette biz baktýk; evvel istîtafkârane önümüze bakarýz.

 

Lâkin beliyyeler, elemler önümüzde düþmanlar gibi tehacüm eder. Ondan korktuk, çekindik. Saða sola, anâsýr-ý tabâyia bakarýz, ondan meded bekleriz.

 

Lâkin biz görüyoruz ki, onlarýn kalbleri kasiyye, merhametsiz. Diþlerini bilerler, hiddetli de bakarlar; ne naz dinler, ne niyaz!

 

Muztar adamlar gibi me'yusane nazarý yukarýya kaldýrdýk. Hem istimdadkârane ecrâm-ý ulviyeye bakarýz; pek dehþetli tehdidkâr da görürüz.

 

Güya birer gülle bomba olmuþlar, yuvalardan çýkmýþlar, hem etraf-ý fezâda pek sür'atli geçerler, her nasýlsa ki onlar birbirine dokunmaz.

 

sh: » (S: 788)

 

Ger birisi yolunu kazara bir þaþýrtsa, el'iyâzübillâh, þu âlem-i þehâdet ödü de patlayacak. Tesadüfe baðlýdýr; bundan dahi hayýr gelmez.

 

Me'yusâne nazarý o cihetten çevirdik, elîm hayrete düþtük. Baþýmýz da eðildi, sînemizde saklandýk, nefsimize bakarýz. Mütalaa ederiz.

 

Ýþte iþitiyoruz: Zavallý nefsimizden binlerle hâcetlerin sayhalarý geliyor. Binlerle fâkatlerin enînleri çýkýyor. Teselliyi beklerken tevahhuþ ediyoruz.

 

Ondan da hayýr gelmedi. Pek ilticakârane vicdanýmýza girdik; içine bakýyoruz, bir çareyi bekleriz. Eyvah! Yine bulmayýz; biz meded vermeliyiz.

 

Zira onda görünür binlerle emelleri, galeyanlý arzular, heyecanlý hissiyat, kâinata uzanmýþ. Herbirinden titreriz, hiç yardým edemeyiz.

 

O âmâl sýkýþmýþlar vücud-adem içinde; bir tarafý ezele, bir tarafý ebede uzanýp gidiyorlar. Öyle vüs'atlarý var; ger dünyayý yutarsa o vicdan da tok olmaz.

 

Ýþte bu elîm yolda nereye bir baþ vurduk, onda bir belâ bulduk. Zira maðdub ve dâllîn yollarý böyle olur. Tesadüf ve dalâlet, o yolda nazar-endaz.

 

O nazarý biz taktýk, bu hâle böyle düþtük. Þimdi dahi halimiz ki mebde' ve meadi, hem Sâni' ve hem haþri muvakkat unutmuþuz.

 

Cehennem'den beterdir, ondan daha muhriktir, ruhumuzu eziyor. Zira o þeþ cihetten ki onlara baþ vurduk. Öyle hâlet almýþýz.

 

Ki yapýlmýþ o hâlet, hem havf ile dehþetten, hem acz ile ra'þetten, hem kalâk ve vahþetten, hem yütm ve hem yeisten mürekkeb vicdan-sûz.

 

Þimdi her cihete mukabil bir cepheyi alýrýz, def'ine çalýþýrýz. Evvel, kudretimize müracaat ederiz, vâesefâ görürüz.

 

Ki âcize zaîfe. Sâniyen: Nefiste olan hâcâtýn susmasýna teveccüh ediyoruz. Vâesefâ durmayýp baðýrýrlar görürüz.

 

Sâlisen: Ýstimdadkârane, bir halaskârý için baðýrýr, çaðýrýrýz, ne kimse iþitiyor, ne cevabý veriyor. Biz de zannediyoruz:

 

Herbir þey bize düþman, herbir þey bizden garib. Hiçbirþey kal

 

sh: » (S: 789)

 

bimize bir teselli vermiyor; hiç emniyet bahþetmez, hakikî zevki vermez.

 

Râbian: Biz ecrâm-ý ulviyeye baktýkça, onlar nazara verir bir havf ile dehþeti. Hem vicdanýn müz'ici bir tevahhuþ geliyor: Akýl-sûz, evham-sâz!

 

Ýþte ey birader! Bu dalâletin yolu, mahiyeti þöyledir. Küfürdeki zulmeti, bu yolda tamam gördük. Þimdi de gel kardeþim, o ademe döneriz.

 

 

 

Tekrar yine geliriz. Bu kerre tarîkýmýz sýrât-ý müstakimdir, hem îmânýn yoludur. Delil ve imâmýmýz, inâyet ve Kur'andýr, þehbâz-ý edvar-pervaz.

 

Ýþte Sultan-ý Ezel'in rahmet ve inâyeti, vaktâ bizi istedi, kudret bizi çýkardý, lütfen bizi bindirdi kanun-u meþîete: Etvâr üstünde perdaz.

 

Þimdi bizi getirdi, þefkat ile giydirdi þu hil'at-ý vücudu, emanet rütbesini bize tevcih eyledi. Niþaný niyaz ve namaz.

 

Þu edvar ve etvârýn, bu uzun yolumuzda birer menzil-i nazdýr. Yolumuzda teshilât içindir ki, kaderden bir emirname vermiþ, sahifede cephemiz.

 

Her nereye geliriz, herhangi taifeye misafir oluyoruz, pek uhuvvetkârane istikbal görüyoruz. Malýmýzdan veririz, mallarýndan alýrýz.

 

Ticaret muhabbeti, onlar bizi beslerler, hediyelerle süslerler, hem de teþyi' ederler. Gele gele iþte geldik, dünya kapýsýndayýz iþitiyoruz avaz.

 

Bak girdik þu zemine; ayaðýmýzý bastýk þehadet âlemine: Þehr-âyîne-i Rahman, gürültühane-i insan. Hiçbir þey bilmeyiz, delil ve imamýmýz meþîet-i Rahman'dýr. Vekil-i delilimiz, nâzenin gözlerimiz. Gözlerimizi açtýk, dünya içine saldýk. Hatýrýna gelir mi evvelki geliþimiz?

 

Garib, yetim olmuþtuk; düþmanlarýmýz çoktu, bilmezdik hâmimizi. Þimdi nur-u îman ile o düþmanlara karþý bir rükn-ü metînimiz

 

Ýstinâdî noktamýz, hem himayetkârýmýz def'eder düþmanlarý. O îman-ý billâhtýr ki ziyâ-i ruhumuz, hem nur-u hayatýmýz, hem de ruh-u ruhumuz.

 

sh: » (S: 790)

 

Ýþte kalbimiz rahat, düþmanlarý aldýrmaz, belki düþman tanýmaz. Evvelki yolumuzda, vaktâ vicdana girdik; iþittik ondan binlerle feryad u fîzar ve âvâz.

 

Ondan belâya düþtük. Zira âmâl, arzular, istîdad ve hissiyat; dâim ebedî ister. Onun yolunu bilmezdik, bizden yol bilmemezlik, onda fîzar ve niyâz.

 

Fakat elhamdülillâh, þimdi geliþimizde bulduk nokta-i istimdad, ki dâim hayat verir o istîdad, âmâle; tâ ebed-ül-âbâda onlarý eder pervaz.

 

Onlara yol gösterir, o noktadan istîdad hem istimdad ediyor, hem âb-ý hayatý içer, hem kemâline koþuyor; o nokta-i istimdad, o þevk-engiz remz ü nâz.

 

Ýkinci kutb-u îman ki: Tasdik-i haþirdir, saâdet-i ebedî; o sadefin cevheri îmân, bürhâný Kur'an. Vicdan, insanî bir râz.

 

Þimdi baþýný kaldýr, þu kâinata bir bak, onun ile bir konuþ. Evvelki yolumuzda pek müdhiþ görünürdü. Þimdi de mütebessim her tarafa gülüyor, nâzenînane niyaz ve âvâz.

 

Görmez misin: Gözümüz arý-misâl olmuþtur; her tarafa uçuyor. Kâinat bostanýdýr, her tarafta çiçekler, her çiçek de veriyor ona bir âb-ý lezîz.

 

Hem ünsiyet, teselli, tahabbübü veriyor. O da alýr getirir; þehd-i þehadet yapar. Balda bir bal akýtýr, o esrar-engiz þehbaz.

 

Harekât-ý ecrâma, ya nücum, ya þümûsa nazarýmýz kondukça, ellerine verirler Hâlýkýn hikmetini. Hem mâye-i ibreti, hem cilve-i rahmeti alýr ediyor pervaz.

 

Güya þu Güneþ bizlerle konuþuyor: Der: «Ey kardeþlerimiz! Tevahhuþla sýkýlmayýnýz, ehlen sehlen merhaba, hoþ teþrif ettiniz. Menzil sizin; ben bir mumdar-ý þehnaz.

 

Ben de sizin gibiyim; fakat sâfi isyansýz, mutî bir hizmetkârým. O Zât-ý Ehad-i Samed ki mahz-ý rahmetiyle hizmetinize beni müsahhar-ý pürnur etmiþ. Benden hararet, ziyâ; sizden namaz ve niyaz.»

 

Yahu, bakýn Kamer'e! Yýldýzlarla denizler herbiri de kendine mahsus birer lisanla: «Ehlen sehlen merhaba!» derler. «Hoþ geldiniz, bizi tanýmaz mýsýnýz?»

 

Sýrr-ý teâvünle bak, remz-i nizâmla dinle. Herbirisi söylüyor:

 

sh: » (S: 791)

 

«Biz de birer hizmetkâr, rahmet-i Zülcelâl'in birer âyinedârýyýz; hiç de üzülmeyiniz, bizden sýkýlmayýnýz.»

 

Zelzele na'ralarý, hâdisat sayhalarý sizi hiç korkutmasýn, vesvese de vermesin. Zira onlar içinde bir zemzeme-i ezkâr, bir demdeme-i tesbih, velvele-i nâz u niyaz.

 

Sizi bize gönderen o Zât-ý Zülcelâl, ellerinde tutmuþtur bunlarýn dizginlerini. Ýman gözü okuyor yüzlerinde âyet-i rahmet, herbiri birer âvâz.

 

Ey mü'min-i kalbi hüþyâr! Þimdi gözlerimiz bir parça dinlensinler, onlarýn bedeline hassas kulaðýmýzý îmanýn mübarek eline teslim ederiz, dünyaya göndeririz. Dinlesin leziz bir sâz.

 

Evvelki yolumuzda bir matem-i umumî, hem vaveylâ-yý mevtî zannolunan o sesler, þimdi yolumuzda birer nevaz u namaz, birer âvâz u niyâz, birer tesbihe âðâz.

 

Dinle, havadaki demdeme, kuþlardaki civcive, yaðmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, raadlardaki rakraka, taþlardaki týktýka birer mânidar nevâz...

 

Terennümât-ý hava, naarat-ý ra'diye, naðamat-ý emvâc, birer zikr-i âzamet. Yaðmurun hezecâtý, kuþlarýn seceâtý birer tesbih-i rahmet, hakikata bir mecâz.

 

Eþyada olan asvat, birer savt-ý vücuddur: Ben de varým derler. O kâinat-ý sâkit, birden söze baþlýyor: «Bizi câmid zannetme, ey insan-ý boþboðaz!.»

 

Tuyurlarý söylettirir ya bir lezzet-i nimet, ya bir nüzul-ü rahmet. Ayrý ayrý seslerle, küçük âðâzlarýyla rahmeti alkýþlarlar, nimet üstünde iner, þükür ile eder pervâz.

 

Remzen onlar derler: «Ey kâinat kardeþler! Ne güzeldir hâlimiz: Þefkatle perverdeyiz, Hâlimizden memnunuz. Sivri dimdikleriyle fezâya saçýyorlar birer âvâz-ý pür-nâz.

 

Güya bütün kâinat ulvî bir musikîdir, îman nuru iþitir ezkâr ve tesbihleri. Zira hikmet reddeder tesadüf vücudunu, nizâm ise tardeder ittifâk-ý evham-sâz.

 

Ey yoldaþ! Þimdi þu âlem-i misâlîden çýkarýz, hayâlî vehimden ineriz, akýl meydanýnda dururuz, mizana çekeriz, ederiz yollarý ber-endâz.

 

Evvelki elîm yolumuz maðdub ve dâllîn yolu, o yol verir vic

 

sh: » (S: 792)

 

dana, tâ en derin yerine hem bir hiss-i elîmi, hem bir þedid elemi. Þuur onu gösterir. Þuura zýd olmuþuz.

 

Hem kurtulmak için de muztar ve hem muhtacýz; ya o teskin edilsin, ya ihsas da olmasýn; yoksa dayanamayýz, feryad u fîzar dinlenmez.

 

Hüdâ ise þifadýr; heva, ibtal-i histir. Bu da teselli ister, bu da tegafül ister, bu da meþgale ister, bu da eðlence ister. Hevesât-ý sihirbaz.

 

Tâ vicdaný aldatsýn, ruhu tenvim edilsin, tâ elem hissolmasýn. Yoksa o elem-i elîm, vicdaný ihrak eder; fîzara dayanýlmaz, elem-i ye's çekilmez.

 

Demek sýrât-ý müstakimden ne kadar uzak düþse, o derece nisbeten þu hâlet tesir eder, vicdaný baðýrttýrýr. Her lezzetin içinde elemi var, birer iz.

 

Demek heves, heva, eðlence, sefâhetten memzuc olan þaþaa-i medenî, bu dalâletten gelen þu müdhiþ sýkýntýya bir yalancý merhem, uyutucu zehir-bâz.

 

Ey aziz arkadaþým! Ýkinci yolumuzda, o nuranî tarikte bir hâleti hissettik; o hâletle oluyor hayat, mâden-i lezzet. Âlâm, olur lezâiz.

 

Onunla bunu bildik ki mütefâvit derecede, kuvvet-i îman nisbetinde rûha bir hâlet verir. Cesed ruhla mültezdir, ruh vicdanla mütelezziz.

 

Bir saâdet-i âcile, vicdanda münderiçtir; bir firdevs-i mânevî, kalbinde mündemiçtir. Düþünmekse deþmektir; þuur ise, þiar-ý râz.

 

Þimdi ne kadar kalb îkaz edilirse, vicdan tahrik edilse, ruha ihsas verilse; lezzet ziyade olur, hem de döner ateþi nur, þitâsý yaz.

 

Vicdanda firdevslerin kapýlarý açýlýr, dünya olur bir cennet. Ýçinde ruhlarýmýz, eder pervâz u perdâz, olur þehbâz u þehnâz, yelpez namaz u niyaz.

 

Ey aziz yoldaþým! Þimdi Allah'a ýsmarladýk. Gel, beraber bir dua ederiz, sonra da buluþmak üzere ayrýlýrýz...

 

اَللَّهُمَّ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ اْلمُسْتَقِيمَ آمِينَ

 

* * *

 

sh: » (S: 793)

 

Anglikan Kilisesine Cevab

 

Bir zaman bî-aman Ýslâmýn düþmaný, siyasî bir dessas, yüksekte kendini göstermek isteyen vesvas bir papaz, desise niyetiyle hem inkâr Sûretinde,

 

Hem de boðazýmýzý pençesiyle sýktýðý bir zaman-ý elîmde pek þematetkârane bir istifham ile dört þey sordu bizden.

 

Altýyüz kelime istedi. Þemâtetine karþý: Yüzüne "tuh!" demek. Desisesine karþý: Küsmekle sükût etmek, inkârýna karþý da:

 

Tokmak gibi bir cevab-ý müskit vermek lâzýmdý. Onu muhatâb etmem. Bir hak-perest adama böyle cevabýmýz var. O dedi birincide:

 

"Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm) dini nedir?" Dedim: Ýþte Kur'andýr. Erkân-ý sitte-i îman, erkân-ý hamse-i Ýslâm, esâs maksad-ý Kur'an. Der ikincisinde:

 

"Fikir ve hayata ne vermiþ?" Dedim: "Fikre tevhid, hayata istikamet. Buna dair þahidim: فَاسْتَقِمْ كَمَآ اُمِرْتَ قُلْ هُوَ اللَّهُ اَحَدٌ

 

Der üçüncüsünde: "Mezâhim-i hâzýra nasýl tedâvi eder? " Derim: "Hurmet-i ribâ, hem vücub-u zekâtla. Buna dâir þâhidim: يَمْحَقُ اللَّهُ الرِّبَوا da. وَاَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَوا وَاَقِيمُوا الصَّلوَةَ وَاَتُوا الزَكَوةَ

 

Der dördüncüsünde: "Ýhtilâl-i beþere ne nazarla bakýyor?" Derim: Sa'y, asýl esâs

 

sh: » (S: 794)

 

týr. Servet-i insâniye, zâlimlerde toplanmaz, saklanmaz ellerinde.

 

Buna dair þahidim:

 

لَيْسَ ِلْلاِنْسَانِ اِلاَّ مَا سَعَى وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ يُنْفِقُونَهَا فِى سَبِيلِ اللَّهِ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَلِيمٍ

 

* * *

 

Yüz mâþâallah bu cevaba.

 

 

 

 

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...