Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

21. Söz


Webmaster

Empfohlene Beiträge

Yirmibirinci Söz

 

 

 

[Ýki Makamdýr]

 

Birinci Makam

 

 

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

اِنَّ الصَّلاَةَ كَانَتْ عَلَى اْلمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا

 

Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: «Namaz iyidir. Fakat hergün hergün beþer defa kýlmak çoktur. Bitmediðinden usanç veriyor.»

 

O zâtýn o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim. Ýþittim ki, ayný sözleri söylüyor ve ona baktým gördüm ki; tenbellik kulaðýyla þeytandan ayný dersi alýyor. O vakit anladým: O zât o sözü, bütün nüfus-u emmârenin namýna söylemiþ gibidir veya söylettirilmiþtir. O zaman ben dahi dedim: «Mâdem nefsim emmâredir. Nefsini ýslah etmeyen, baþkasýný ýslah edemez. Öyle ise, nefsimden baþlarým.»

 

Dedim: Ey nefis! Cehl-i mürekkeb içinde, tenbellik döþeðinde, gaflet uykusunda söylediðin þu söze mukabil «beþ ikaz»ý benden iþit.

 

Birinci ikaz: Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir! Hiç kat'î senedin var mý ki, gelecek seneye belki yarýna kadar

 

sh: » (S: 280)

 

kalacaksýn? Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyf için, ebedî dünyada kalacak gibi nazlanýyorsun. Eðer anlasa idin ki, ömrün azdýr hem faidesiz gidiyor. Elbette onun yirmidörtten birisini, hakikî bir hayat-ý ebediyenin saadetine medâr olacak bir güzel ve hoþ ve rahat ve rahmet bir hizmete sarfetmek; usanmak þöyle dursun, belki ciddî bir iþtiyak ve hoþ bir zevki tahrike sebeb olur.

 

ÝKÝNCÝ ÝKAZ: Ey þikem-perver nefsim! Acaba hergün hergün ekmek yersin, su içersin, havayý teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu? Mâdem vermiyor; çünki ihtiyaç tekerrür ettiðinden, usanç deðil belki telezzüz ediyorsun. Öyle ise: hâne-i cismimde senin arkadaþlarýn olan kalbimin gýdasý, ruhumun âb-ý hayâtý ve lâtife-i Rabbâniyemin havâ-yý nesimini cezb ve celbeden namaz dahi, seni usandýrmamak gerektir. Evet nihayetsiz teessürat ve elemlere maruz ve mübtelâ ve nihayetsiz telezzüzata ve emellere meftun ve pürsevda bir kalbin kut ve kuvveti; herþeye kadir bir Rahîm-i Kerîm'in kapýsýný niyaz ile çalmakla elde edilebilir. Evet þu fâni dünyada Kemâl-i sür'atle vaveylâ-yý firaký koparan giden ekser mevcûdâtla alâkadar bir ruhun âb-ý hayâtý ise; herþeye bedel bir Mâbûd-u Bâki'nin, bir Mahbûb-u Sermedî'nin çeþme-i rahmetine namaz ile teveccüh etmekle içilebilir. Evet fýtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halkolunan ve ezelî ve ebedî bir Zâtýn âyinesi olan ve nihayetsiz derecede nazik ve letafetli bulunan zîþuur bir sýrr-ý insanî, zînur bir lâtife-i Rabbâniye; þu kasavetli, ezici ve sýkýntýlý, geçici ve zulümatlý ve boðucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek çok muhtaçtýr ve ancak namazýn penceresiyle nefes alabilir.

 

ÜÇÜNCÜ ÝKAZ: Ey sabýrsýz nefsim! Acaba geçmiþ günlerdeki ibâdet külfetini ve namazýn meþakkatini ve musibet zahmetini, bugün düþünüp muzdarib olmak, hem gelecek günlerdeki ibâdet vazifesini ve namaz hizmetini ve musibet elemini, bugün tasavvur edip sabýrsýzlýk göstermek hiç kâr-ý akýl mýdýr? Þu sabýrsýzlýkta misâlin þöyle bir sersem kumandana benzer ki: Düþmanýn sað cenah kuvveti onun saðýndaki kuvvetine iltihak etmiþ ve ona taze bir kuvvet olduðu halde; o tutar mühim bir kuvvetini sað cenâha gönderir, merkezi zayýflaþtýrýr. Hem sol cenahta düþmanýn askeri yok iken ve daha gelmeden, büyük bir kuvvet gönderir, «Ateþ et!» emrini verir. Merkezi bütün bütün kuvvetten düþürtür. Düþman iþi anlar, merkeze hücum eder; tar ü mar eder. Evet buna benzersin. Çünki:

 

sh: » (S: 281)

 

Geçmiþ günlerin zahmeti, bugün rahmete kalbolmuþ; elemi gitmiþ, lezzeti kalmýþ. Külfeti, kerâmete iltihak ve meþakkati, sevaba inkýlab etmiþ. Öyle ise ondan usanç almak deðil, belki yeni bir þevk, taze bir zevk ve devama ciddî bir gayret almak lâzýmgelir. Gelecek günler ise mâdem gelmemiþler. Þimdiden düþünüp usanmak ve fütur getirmek; aynen o günlerde açlýðý ve susuzluðu ile bugün düþünüp baðýrýp çaðýrmak gibi bir divâneliktir. Mâdem hakikat böyledir. Âkýl isen, ibâdet cihetinde yalnýz bugünü düþün ve onun bir saatini, ücreti pek büyük, külfeti pek az, hoþ ve güzel ve ulvî bir hizmete sarfediyorum, de. O vakit senin acý bir füturun, tatlý bir gayrete inkýlâb eder.

 

Ýþte ey sabýrsýz nefsim! Sen üç sabýr ile mükellefsin. Birisi: Tâat üstünde sabýrdýr. Birisi: Mâsiyetten sabýrdýr. Diðeri: Musibete karþý sabýrdýr. Aklýn varsa, þu üçüncü ikazdaki temsilde görünen hakikatý rehber tut. Merdâne «Ya Sabur » de, üç sabrý omuzuna al. Cenâb-ý Hakk'ýn sana verdiði sabýr kuvvetini eðer yanlýþ yolda daðýtmazsan, her meþakkate ve her musîbete kâfi gelebilir ve o kuvvetle dayan.

 

DÖRDÜNCÜ ÝKAZ: Ey sersem nefsim! Acaba þu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir, ücreti az mýdýr ki, sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akþama kadar seni çalýþtýrýr ve fütursuz çalýþýrsýn. Acaba bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kalbine kût ve gýnâ ve elbette bir menzilin olan kabrinde gýdâ ve ziya ve herhalde mahkemen olan Mahþer'de sened ve berat ve ister istemez üstünden geçilecek Sýrat Köprüsü'nde nur ve burak olacak bir namaz, neticesiz midir veyahut ücreti az mýdýr? Bir adam sana yüz liralýk bir hediye va'detse, yüz gün seni çalýþtýrýr. Hulf-ul va'd edebilir o adama îtimad edersin, fütursuz iþlersin. Acaba hulf-ul va'd hakkýnda muhal olan bir zât, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana va'd etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarým yamalak hizmetinle Onu va'dinde ittiham ve hediyesini istihfaf etsen, pek þiddetli bir tedibe ve dehþetli bir tazibe müstehak olacaðýný düþünmüyor musun? Dünyada hapsin korkusundan en aðýr iþlerde fütursuz hizmet ettiðin halde; Cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfý, en hafif ve lâtif bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?

 

sh: » (S: 282)

 

BEÞÝNCÝ ÝKAZ: Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibâdetteki füturun ve namazdaki kusurun meþâgil-i dünyeviyenin kesretinden midir veyahut derd-i maiþetin meþgalesiyle vakit bulamadýðýndan mýdýr? Acaba sýrf dünya için mi yaratýlmýþsýn ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun! Sen istidad cihetiyle bütün hayvanatýn fevkinde olduðunu ve hayat-ý dünyeviyenin levâzýmatýný tedârikte iktidar cihetiyle, bir serçe kuþuna yetiþemediðini biliyorsun. Bundan neden anlamýyorsun ki, vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak deðil; belki hakikî bir insan gibi, hakikî bir hayat-ý dâime için sa'y etmektir. Bununla beraber meþâgil-i dünyeviye dediðin, çoðu sana ait olmayan ve fuzûli bir Sûrette karýþtýðýn ve karýþtýrdýðýn malâyâni meþgalelerdir. En elzemini býrakýp, güya binler sene ömrün var gibi en lüzumsuz mâlûmat ile vakit geçiriyorsun. Meselâ: Zühal'in etrafýndaki halkalarýn keyfiyeti nasýldýr ve Amerika tavuklarý ne kadardýr? gibi kýymetsiz þeylerle kýymettar vaktini geçiriyorsun. Güya kozmoðrafya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemâl alýyorsun.

 

Eðer desen: «Beni namazdan ve ibâdetten alýkoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz þeyler deðil, belki derd-i maiþetin zarurî iþleridir.» Öyle ise ben de sana derim ki: Eðer yüz kuruþ bir gündelik ile çalýþsan; sonra biri gelse, dese ki: «Gel on dakika kadar þurayý kaz, yüz lira kýymetinde bir pýrlanta ve bir zümrüt bulacaksýn.» Sen ona: «Yok, gelmem. Çünki on kuruþ gündeliðimden kesilecek, nafakam azalacak » desen; ne kadar divanece bir bahane olduðunu elbette bilirsin. Aynen onun gibi; sen þu baðýnda, nafakan için iþliyorsun. Eðer farz namazý terketsen, bütün sa'yin semeresi, yalnýz dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasýr kalýr. Eðer sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatýna, kalbin teneffüsüne medâr olan namaza sarfetsen; o vakit, bereketli nafaka-i dünyeviyye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ý âhiretine ehemmiyetli bir menba olan, iki mâden-i mânevî bulursun:

 

Birinci Mâden: Bütün baðýndaki (Haþiye) yetiþtirdiðin -çiçekli olsun, meyveli olsun- her nebâtýn, her aðacýn tesbihatýndan, güzel bir niyyet ile, bir hisse alýyorsun.

 

Ýkinci maden: Hem bu baðdan çýkan mahsulattan kim yese

 

___________________________

 

(Haþiye): Bu makam, bir baðda bir zâta bir derstir ki, bu tarz ile Beyân edilmiþ

 

sh: » (S: 283)

 

-hayvan olsun, insan olsun; inek olsun, sinek olsun; müþteri olsun, hýrsýz olsun- sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat o þart ile ki: Sen, Rezzak-ý Hakikî nâmýna ve izni dairesinde tasarruf etsen ve Onun malýný, Onun mahlûkatýna veren bir tevziat memuru nazarýyla kendine baksan...

 

Ýþte bak, namazý terk eden ne kadar büyük bir hâsâret eder, ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder ve sa'ye pek büyük bir þevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i mânevî temin eden o iki neticeden ve o iki mâdenden mahrum kalýr, iflâs eder. Hattâ ihtiyarlandýkça bahçecilikten usanýr, fütur gelir. «Neme lâzým» der. «Ben zâten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti ne için çekeceðim?» diyecek, kendini tenbelliðe atacak. Fakat evvelki adam der: «Daha ziyade ibâdetle beraber sa'y-i helâle çalýþacaðým. Tâ, kabrime daha ziyade ýþýk göndereceðim âhiretime daha ziyade zahîre tedârik edeceðim.»

 

Elhasýl: Ey nefis! Bil ki dünkü gün senin elinden çýktý. Yarýn ise senin elinde sened yok ki, ona mâliksin. Öyle ise hakikî ömrünü, bulunduðun gün bil. Lâakal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teþkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccâdeye at. Hem bil ki: Her yeni gün, sana hem herkese, bir yeni âlemin kapýsýdýr. Eðer namaz kýlmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlý ve periþan bir halde gider, senin aleyhinde Alem-i Misâlde þehadet eder. Zira herkesin, her günde, þu âlemden bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyyeti, o adamýn kalbine ve ameline tâbidir. Nasýlki âyinende görünen muhteþem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür. Kýrmýzý ise, kýrmýzý görünür. Hem onun keyfiyyetine bakar. O âyine þiþesi düzgün ise, sarayý güzel gösterir. Düzgün deðil ise, çirkin gösterir. En nâzik þeyleri kaba gösterdiði misillü; sen kalbinle, aklýnla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin þeklini deðiþtirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde þehadet ettirebilirsin. Eðer namazý kýlsan, o namazýn ile o âlemin Sâni'-i Zülcelâl'ine müteveccih olsan; birden, sana bakan âlemin tenevvür eder. Âdeta namazýn bir elektrik lâmbasý ve namaza niyyetin, onun düðmesine dokunmasý gibi, o âlemin zulümatýný daðýtýr ve o herc ü merc-i dünyyeviyedeki karmakarýþýk periþaniyyet içindeki tebeddülât ve harekât, hikmetli bir intizâm ve mânidar bir kitabet-i kudret olduðunu gösterir. اَللَّهُ نُورُ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ âyet-i pür

 

sh: » (S: 284)

 

-envârýndan bir nûrû, senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in'ikâsýyla ýþýklandýrýr. Senin lehinde nuraniyyetle þehâdet ettirir.

 

Sakýn deme: «Benim namazým nerede, þu hakikat-ý namaz nerede...» Zira bir hurma çekirdeði, bir hurma aðacý gibi, kendi aðacýný tavsif eder. Fark yalnýz icmâl ve tafsil ile olduðu gibi; senin ve benim gibi bir âminin -velev hissetmezse- namazý, büyük bir velînin namazý gibi þu nurdan bir hissesi var, þu hakikattan bir sýrrý vardýr -velev þuurun taallâk etmezse-. Fakat derecâta göre inkiþaf ve tenevvürü ayrý ayrýdýr. Nasýl bir hurma çekirdeðinden, tâ mükemmel bir hurma aðacýna kadar ne kadar merâtib bulunur. Öyle de: Namazýn derecâtýnda da daha fazla merâtib bulunabilir. Fakat bütün o merâtibde, o hakikat-ý nûrâniyyenin esâsý bulunur.

 

اَللَّهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى مَنْ قَالَ اَلصَّلَوةُ عِمَادُ الدِّينِ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

 

* * *

 

 

 

sh: » (S: 285)

 

Yirmibirinci Söz'ün Ýkinci Makamý

 

[Kalbin beþ yarasýna beþ merhemi tâzammun eder.]

 

 

 

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

قُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ

 

Ey maraz-ý vesvese ile mübtelâ! Biliyor musun vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe þiþer. Ehemmiyet vermezsen söner. Ona büyük nazarýyla baksan büyür. Küçük görsen, küçülür. Korksan aðýrlaþýr, hasta eder. Havf etmezsen hafif olur, mahfî kalýr. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleþir. Mahiyetini bilsen, onu tanýsan gider. Öyle ise, þu musibetli vesvesenin aksâm-ý kesîresinden kesîr-ül vuku olan yalnýz beþ vechini Beyân edeceðim. Belki sana ve bana þifa olur. Zira þu vesvese öyle bir þeydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tardeder. Tanýmazsan gelir, tanýsan gider.

 

BÝRÝNCÝ VECÝH - Birinci Yara: Þeytan evvelâ þübheyi kalbe atar. Eðer kalb kabûl etmezse, þübheden þetme döner. Hayale karþý þetme benzer Bâzý pis hâtýralarý ve münâfî-i edeb çirkin halleri tasvir eder. Kalbe «Eyvâh» dedirtir. Ye'se düþürtür. Vesveseli adam zanneder ki kalbi, Rabbine karþý sû'-i edebde bulunuyor. Müdhiþ bir halecan ve heyecan hisseder. Bundan kurtulmak için huzurdan kaçar, gaflete dalmak ister. Bu yaranýn merhemi budur:

 

sh: » (S: 286)

 

Bak ey bîçare vesveseli adam! Telâþ etme. Çünki senin hatýrýna gelen þetm deðil, belki tahayyüldür. Tahayyül-ü küfür, küfür olmadýðý gibi; tahayyül-ü þetm dahi, þetm deðildir. Zira mantýkça tahayyül, hüküm deðildir. Þetm ise, hükümdür. Hem bununla beraber o çirkin sözler, senin kalbinin sözleri deðil. Çünki senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakýn olan lümme-i þeytanîden geliyor. Vesvesenin zararý, tevehhüm-ü zarardýr. Yâni onu zararlý tevehhüm etmekle, kalben mutazarrýr olmaktýr. Çünki hükümsüz bir tahayyülü hakikat tevehhüm eder. Hem þeytanýn iþini kendi kalbine mal eder. Onun sözünü, ondan zanneder. Zarar anlar, zarara düþer. Zâten þeytanýn da istediði odur.

 

ÝKÝNCÝ VECÝH: Budur ki: Mânâlar kalbden çýktýklarý vakit, Sûretlerden çýplak olarak hayale girerler; oradan Sûretleri giyerler. Hâyâl ise, her vakit bir sebeb tahtýnda bir nevi Sûretleri nesceder. Ehemmiyet verdiði þeyin Sûretlerini yol üstünde býrakýr. Hangi mânâ geçse ya ona giydirir, ya takar, ya bulaþtýrýr, ya perde eder. Eðer mânâlar münezzeh ve temiz iseler, Sûretler mülevves ve rezil ise giymek yoktur, fakat temas var. Vesveseli adam, temasý telebbüsle iltibas eder. «Eyvâh!» der. « Kalbim ne kadar bozulmuþ. Bu sefillik, bu hýsset-i nefs, beni matrud eder. » Þeytan onun þu damarýndan çok istifade eder. Þu yaranýn merhemi þudur:

 

Dinle ey bîçâre! Nasýlki, senin namazýn edeb-i nezihânesinin vesilesi olan zâhirî taharete, batnýnýn bâtýnýndaki necaset ona tesir etmez ve bozmaz. Öyle de: Maânî-i mukaddesenin, Sûret-i mülevveseye mücâvereti zarar etmez. Meselâ sen âyât-ý Ýlâhiyeyi tefekkür ediyorsun. Birden bir maraz, ya bir iþtiha, ya bevl gibi bir emr-i müheyyic þiddetle senin hissine dokunuyor. Elbette senin hayalin, devâ-i illet ve kazâ-i hacetin levâzýmatýný görecek, bakacak, onlara münasib süflî Sûretleri nescedecek ve gelen mânâlar ortalarýndan geçecekler. Geçeceklere ne beis vardýr, ne televvüs var ve ne zarar var ve ne hatâr var. Yalnýz hatâr ise hasr-ý nazardýr, zann-ý zarardýr.

 

ÜÇÜNCÜ VECÝH:Budur ki: Eþya mabeynlerinde, Bâzý münasebât-ý hafiyye bulunur. Hattâ hiç ümid etmediðin þeyler içinde münasebet ipleri bulunur. Ya bizzât bulunur veya senin hayâlin, meþgul olduðu san'ata göre o ipleri yapmýþ, onlarý birbiriyle baðlamýþ. Þu sýrr-ý münasebettendir ki, bâzan bir mukaddes þeyi görmek, bir mülevves þeyi hatýra getirir. Fenn-i Beyân'da Beyân olunduðu

 

sh: » (S: 287)

 

gibi, «Hariçte uzaklýk sebebi olan zýddiyet ise, hayalde sebeb-i kurbiyettir.» Yâni: Ýki zýddýn Sûretlerinin cem'ine vasýta, bir münasebet-i hayaliyyedir. Bu münasebetle gelen tahattura, tedâi-yi efkâr tâbir edilir. Meselâ: Sen namazda, münâcatta, Kâ'be karþýsýnda, huzur-u Ýlâhîde iken, âyâtý tefekkürde olduðun bir halde; þu tedâi-yi efkâr, seni tutup en uzak malâyâniyyat-ý rezileye sevkeder. Senin baþýn, böyle bir tedâi-yi efkâra mübtelâ ise, sakýn telâþ etme. Belki intibaha geldiðin anda, dön. «Aman ne kusur ettim» deyip tedkikle meþgul olup durma. Tâ o zaîf münasebet, senin dikkatinle kuvvet peyda etmesin. Zira teessür gösterdikçe, ehemmiyet verdikçe, senin o zaîf tahatturun melekeye döner. Bir maraz-ý hayalî olur. Korkma, maraz-ý kalbî deðil. Þu nevi tahattur ise, galiben ihtiyarsýzdýr. Hususan hassas asabilerde daha galibdir. Þeytan, þu nevi vesvesenin mâdenini çok iþlettirir. Þu yaranýn merhemi þudur ki:

 

Tedâi-yi efkâr, galiben ihtiyarsýzdýr. Onda mes'uliyet yoktur. Hem tedâîde, mücâveret var; temas ve ihtilât yoktur. Onun için, efkârýn keyfiyetleri, birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez. Nasýlki þeytan ile melek-i ilham, kalb taraflarýnda mücâveretleri var ve füccar ve ebrarýn karabetleri ve bir meskende durmalarý, zarar vermez. Öyle de, tedâi-yi efkâr sâikasýyla istemediðin pis hayalât, gelip nezih efkârýn içine girse; zarar vermez. Meðer kasden olsa veya zarar zannýyla onunla ziyade meþgul olsa. Hem bâzan kalb yoruluyor. Fikir, kendini eðlendirmek için rastgele bir þeyle meþgul olur. Þeytan fýrsat bulur, pis þeyleri önüne serpiyor, sürüyor.

 

DÖRDÜNCÜ VECÝH: Amelin en iyi Sûretini taharriden neþ'et eden bir vesvesedir ki, takvâ zannýyla teþeddüd ettikçe hal ona þiddetlenir. Hattâ bir dereceye varýr ki, o adam amelin daha evlâsýný ararken, harama düþer. Bâzan bir sünnetin aramasý, bir vâcibi terkettiriyor. «Acaba amelim sahih oldu mu?» der, iade eder. Bu hal devam eder. Gâyet ye'se düþer. Þeytan þu halinden istifade eder, onu yaralar. Þu yaranýn iki merhemi var:

 

Birinci merhem: Bu gibi vesvese ehl-i Îtizale lâyýktýr. Çünki onlar derler: «Medâr-ý teklif olan ef'al ve eþya, kendi zâtýnda, âhiret itibariyle ya hüsnü var; sonra o hüsne binaen emredilmiþ veya kubhu var; sonra ona binaen nehyedilmiþ. Demek eþyada, âhiret ve hakikat nokta-i nazarýnda olan hüsün ve kubh zâtîdir; emir ve nehy-i Ýlâhî ona tabidir.» Bu mezhebe göre, insan her iþlediði amelde þöyle bir vesvese gelir: «Acaba amelim nefs-ül emirdeki güzel

 

sh: » (S: 288)

 

Sûrette yapýlmýþ mýdýr?» Amma mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemâat derler ki: «Cenâb-ý Hak bir þeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur. Demek emir ile güzellik, nehy ile çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubh mükellefin ýttýlaýna bakar ve ona göre takarrür eder. Þu hüsün ve kubh ise, sûrî ve dünyaya bakan yüzünde deðil, belki âhirete bakan yüzdedir. Meselâ, sen namaz kýldýn veya abdest aldýn. Halbuki namazýný ve abdestini fesada verecek bir sebeb, nefs-ül emirde varmýþ. Lâkin sen ona hiç muttali olmadýn. Senin namazýn ve abdestin hem sahihtir, hem hasendir. Mu'tezile der: «Hakikatte kabih ve fâsîddir. Lâkin senden kabûl edilir. Çünki cehlin var, bilmedin ve özrün var. Öyle ise Ehl-i Sünnet mezhebine göre, zâhir-i þeriate muvafýk olarak iþlediðin ameline: » «Acaba sahih olmuþ mu?» deyip vesvese etme. Fakat, «Kabûl olmuþ mu?» de. Gururlanma, ucbe girme.

 

Ýkinci merhem: Dinde harec yoktur. لاَ حَرَجَ فِى الدِّينِ Mâdem dört mezheb haktýr. Mâdem istiðfara müncer olan derk-i kusur ise, gurura müncer olan hüsn-ü amelin rü'yetine -böyle vesveseli adama- müreccahtýr. Yâni böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düþmektense, amelini kusurlu görse, istiðfar etse, daha evlâdýr. Mâdem böyledir, sen vesveseyi at. Þeytana de ki: Þu hal, bir harecdir. Hakikat-ý hale muttali olmak güçtür. Dindeki yüsre münafîdir. يُسْرٌ اَلدِّينُ لاَ حَرَجَ فِى الدِّينِ esâsýna muhaliftir. Elbette böyle amelim bir mezheb-i hakka muvafýk gelir. O bana kâfidir. Hem lâakal ben aczimi itiraf ederek ibâdeti lâyýk-ý veçhile edâ edemediðimden istiðfar ve tazarru' ile merhamet-i Ýlahiyyeye dehâlet edip, kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabûl olunmak için mütezellilane bir niyaza vesiledir.

 

BEÞÝNCÝ VECÝH: Mesâil-i îmâniyede þübhe Sûretinde gelen vesvesedir. Bîçare vesveseli adam, bâzan tahayyülü, taakkul ile iltibas eder. Yâni: Hayale gelen bir þübheyi, akla girmiþ bir þübhe tevehhüm edip, îtikadýna halel gelmiþ zanneder. Hem bâzan tevehhüm ettiði bir þübheyi, îmânâ zarar veren bir þek zanneder. Hem bâzan tasavvur ettiði bir þübheyi, tasdik-ý aklîye girmiþ bir þübhe zanneder. Hem bâzan bir emr-i küfrîde tefekkürü, küfür zanneder. Yâni dalaletin esbabýný anlamak Sûretinde kuvve-i müfekkirenin

 

sh: » (S: 289)

 

cevelânýný ve tedkikatýný ve bîtarâfâne muhakemesini, hilâf-ý îmân zanneder. Ýþte telkinat-ý þeytaniyenin eseri olan þu zanlardan ürkerek, «Eyvah! Kalbim bozulmuþ, îtikadýma halel gelmiþ » der. O haller, galiben ihtiyarsýz olduðundan, cüz'-i ihtiyârîsiyle ýslah edemediðinden ye'se düþer. Bu yaranýn merhemi þudur ki:

 

Tahayyül-ü küfür, küfür olmadýðý gibi; tevehhüm-ü küfür dahi, küfür deðildir. Tasavvur-u dalâlet dalâlet olmadýðý gibi; tefekkür-ü dalâlet dahi, dâlalet deðildir. Çünki hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem tefekkür; tasdik-ý aklîden ve iz'ân-ý kalbîden ayrýdýrlar, baþkadýrlar. Onlar bir derece serbesttirler. Cüz'-i ihtiyariyeyi pek dinlemiyorlar. Teklif-i dinî altýna çok giremiyorlar. Tasdik ve iz'an, öyle deðiller. Bir mizana tabidirler. Hem tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür, nasýlki tasdik ve iz'an deðiller. Öyle de þübhe ve tereddüd sayýlmazlar. Fakat eðer lüzumsuz tekrar ede ede müstakar bir hale gelse, o vakit hakikî bir nevi þübhe, ondan tevellüd edebilir. Hem bîtarâfâne muhakeme namýyla veya insaf namýna deyip, þýkk-ý muhalifi iltizâm ede ede, tâ öyle bir hale gelir ki, ihtiyarsýz taraf-ý muhalifi iltizâm eder. Ona vâcib olan hakkýn iltizâmý kýrýlýr. O da tehlikeye düþer. Hasmýn veya þeytanýn bir vekil-i fuzulîsi olacak bir hâlet, zihninde takarrür eder.

 

Þu nevi vesvesenin en mühimi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ý zâtî ile imkân-ý zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yâni: Bir þeyi zâtýnda mümkün görse, o þeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meþkûk tevehhüm eder. Halbuki Ýlm-i Kelâm'ýn kaidelerindendir ki: Ýmkân-ý zâtî ise, yakîn-i ilmiye münafî deðil ve zaruret-i zihniyeye zýddiyeti yoktur. Meselâ: Þu dakikada Karadeniz'in yere batmasý, zâtýnda mümkündür ve o imkân-ý zâtî ile muhtemeldir. Halbuki yakînen, o denizin yerinde olduðunu hükmediyoruz, þübhesiz biliyoruz ve o ihtimal-i imkânî ve o imkân-ý zâtî, bize þek vermez, bir þübhe getirmez, yakînimizi bozmaz. Meselâ: Þu güneþ zâtýnda mümkündür ki, bugün gurub etmesin veya yarýn tulû' etmesin. Halbuki bu imkân yakînimize zarar vermez, þübhe getirmez. Ýþte bunun gibi, meselâ hakaik-i îmâniyeden olan hayat-ý dünyeviyenin gurubuna ve hayat-ý uhreviyenin tulûuna, imkân-ý zâtî cihetinde gelen vehimler, yakîn-i îmânîye zarar vermez. Hem لاَ عِبْرَةَ ِلْلاِحْتِمَالِ الْغَيْرِ النَّاشِئِ عَنْ دَلِيلٍ yâni: "Bir delilden

 

sh: » (S: 290)

 

neþ'et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur" olan kaide-i meþhûre; hem usûl-üd din, hem usûl-ül fýkhýn kaide-i mukarreresindendir.

 

Eðer desen: Bu derece mü'minlere muzýr ve müz'ic olan vesvese, ne hikmete binaen bize belâ olmuþ?"

 

Elcevab: Ýfrata varmamak, hem galebe çalmamak þartýyla, asl-ý vesvese teyakkuza sebebdir, taharriye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaydlýðý atar, tehâvünü def'eder. Onun için Hakîm-i Mutlak, þu dâr-ý imtihanda, þu meydân-ý müsabakada bize bir kamçý-yý teþvik olarak, vesveseyi þeytanýn eline vermiþ. Beþerin baþýna vuruyor. Þayet ziyade incitse, Hakîm-i Rahîm'e þekva etmeli, اَعُوزُ بِاللَّهِ مِنَ الشَيْطَانِ الرَّجِيمِdemeli.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...