Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

 

 

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

 

(Hanýmlarýn Rehberinde iki-üç defa zikredilen عَلَيْكُمْ بِدِينِ الْعَجَائِزِ hadîs-i þerifinin sýrrýmünasebetiyle "Ýhtiyarlar Risalesi"nden "Yedi Rica" ona zeyledildi.)

 

BÝRÝNCÝ RÝCA: Ey sinni-i kemale gelen muhterem ihtiyar kardeþler ve ihtiyâre hemþireler! Ben de sizin gibi ihtiyarým. ihtiyarlýk zamanýnda arasýra bulduðum ricalarýve o ricalardaki teselli nuruna sizi de teþrik etmek arzusuyla baþýmdan geçen bâzýhâlâtýyazacaðým. Gördüðüm ziya ve rastgeldiðim rica kapýlarý, elbette benim nâkis ve müþevveþ istidadýma göre görülmüþ; açýlmýþ.Ýnþaallah sizlerin sâfi ve hâlis istidatlarýnýz; gördüðüm ziyayýparlattýracak, bulduðum ricayýdaha ziyade kuvvetleþtirecek.

 

Ýþte gelecek o ricalarýn ve ziyalarýn menbaý, mâdeni, çeþmesi; îmandýr.

 

Sh: (Ha-29)

 

ÝKÝNCÝ RÝCA: ihtiyarlýða irdiðim zaman, bir gün güz mevsiminde, ikindi vaktinde, yüksek bir daðda dünyaya baktým. Birden gayet rikkatli ve hazin ve bir cihette karanlýklýbir hâlet bana geldi. Gördüm ki: Ben ihtiyarlandým, gündüz de ihtiyarlanmýþ, sene de ihtiyarlanmýþ, dünya da ihtiyarlanmý. Bu ihtiyarlýklar içinde dünyadan firak ve sevdiklerimden iftirak zamanýyakýnlaþtýðýndan, ihtiyarlýk beni ziyade sarstý. Birden Rahmet-i Ýlâhiyye öyle bir surette inkiþâf etti ki; o rikkatli hüzün ve firakýkuvvetli bir rica ve parlak bir teselli nuruna çevirdi.

 

Evet, ey benim gibi ihtiyarlar! Kur'an-ýHakimde yüz yerde Errahmânirrahîm sýfatlariyle kendini bizlere takdim eden ve daima zemînin yüzündemerhamet isteyen zihayatlarýn imdadýna rahmetini gönderen ve gaybdan her sene baharýhadsiz nîmet ve hediyeleriyle doldurup rýzka muhtaç bizlere yetiþtiren ve zaaf ü acz derecesi nisbetinde rahmetinin cilvesini ziyada gösteren bir Hâlik-ýRahimimizin rahmeti, bu ihtiyarlýðýmýzda en büyük bir rica ve en kuvvetli bir ziyadýr. Bu rahmeti bulmak, iman ile o Rahmâna intisab

 

 

 

 

 

Sh: (Ha-30)

 

etmek ve ferâizi kýlmakla O'na itaat etmektir.

 

 

 

ÜÇÜNCÜ RÝCA: Bir zaman gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlýk sabahiyle uyandýðým vakit, kendime baktým: vücudum kabir tarafýna bir iniþten koþar gibi gidiyor. Niyâzi-i Mýsrî'nin:

 

"Günde bir taþýbina-yýömrünün düþtüðü yere;

 

Can yatar gafil, binasýoldu vîran bîhaber." dediði gibi, ruhumun hânesi olan cismimin de her gün bir taþýdüþmekle yýpranýyor; ve dünya ile beni kuvvetli baðlýyan ümidlerim, emellerim kopmaða baþladýlar. Hadsiz dostlarýmdan ve sevdiklerimden müfarakat zamanýnýn yakýnlaþtýðýnýhissettim. O mânevî ve çok derin ve devasýz görünen yaranýn merhemini aradým, bulamadým. Yine Niyâzi-i Mýsrî gibi dedim ki:

 

"Dil bekasý, Hak fenâsýistedi mülk-i temin;

 

Bir devasýz derde düþtüm, ah ki Lokman bihader!" (Hâþiye)

 

------

 

(Hâþiye) Yâni: benim kalbim bütün kuvvetiyle beka istediði halde: hikmet-i Ýlâhiyye, cesedimin harabiyetini iktiza ediyor. Hekim-i Lokman da çaresini bulamadýðýdermansýz bir derde düþtüm.

 

Sh: (Ha-31)

 

O vakit birden merhamet-i ilâhiyyenin lisaný, misâli, timsâli, dellâlý, mümessili olan Peygamber-i Zîþan Aleyhissalâtü Vesselâmýn nuru ve þefaati ve beþere getirdiði hediye-i hidâyeti, o dermansýz, hadsiz zannettiðim yaraya güzel bir merhem ve tiryak oldu. Karanlýklýye'simi, nurlu bir ricaya çevirdi.

 

 

 

Evet, ey benim gibi ihtiyarlýðýnýhisseden muhterem ihtiyar ve ihtiyareler! Biz gidiyoruz. Aldanmakta fâide yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar; sevkiyat var. Fakat gafletten ve kýsmen de ehl-i dalâletten gelen zulümat evhamlariyle bize firaklýve karanlýklýgörünen berzah memleketi, ahbablarýn mecmaýdýr. Baþta þefiimiz olan Habibullah Aleyhissalâtü Vesselâm ile bütün dostlarýmýza kavuþmak âlemidir.

 

 

 

Evet bin üçyüz elli senede, her sene üçyüz elli milyon insanlarýn sultanýve onlarýn ruhlarýnýn mürebbisi ve akýllarýnýn muallimi ve kalblerinin mahbubu ve her günde, اَسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ sýrrýnca, bütün o ümmetinin iþlediði hasenatýn bir misli sahife-i hasenatýna ilâve edilen ve þu kâinattaki makasýd-ýâliye-i Ýlâhiyyenin medarýve mevcuda

 

Sh: (Ha-32)

 

týn kýymetlerinin teâlisinin sebebi olan o Zât-ýahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm dünyaya geldiði dakikada "Ümmetî ümmetî" rivayet-i sahiha ile ve keþf-i sâdýkla dedi ogibi, mahþerde herkes "nefsî nefsî dediði zaman, yine "Ümmetî ümmetî" diyerek en kudsî ve en yüksek bir fedakârlýk ile, yine þefaatiyle ümmetinin imdadýna koþan bir zâtýn gittiði âleme gidiyoruz. Ve o güneþin etrafýnda hadsiz asfiya ve evliya yýldýzlarýyla ýþýklanan öyle bir âleme gidiyoruz.

 

 

 

Ýþte o zâtýn þefaatýaltýna girip ve nûrundan istifade etmenin ve zulümat-ýberzahiyeden kurtulmanýn çaresi, Sünne-i Seniyeye ittiba'dýr.

 

DضRDÜNCÜ RÝCA: Bir zaman ihtiyarlýða ayak bastýðýmdan, gafleti idâme ettiren sýhhat-ýbedenim de bozulmuþtu.Ýhtiyarlýkla hastalýk, müttefikan bana hücum etti. Baþýma vura vura uykumu kaçýrdýlar. Çoluk çocuk, mal gibi beni dünya ile baðlýyacak alâkalar da yoktu. Gençlik sersemliðiyle zâyi ettiðim sermaye-i ömrümün meyvelerini; bütün günahlar, hatîatlar gördüm. Niyazi-i Mýsrî gibi feryad eyliyerek dedim.

 

 

 

Sh: (Ha-33)

 

"Bir ticaret yapmadým; nakd-i ömür oldu hebâ,

 

Yola geldim; lâkin göçmüþ cümle kervan bihaber.....

 

Aðlayýp nâlân edip düþtüm yola tenha gari;

 

Dide giryan, sîne püryan, akýl hayran bîhaber."

 

O vakit gurbette idim. Me'yûsane bir hüzün ve nedametkârane bir teessüf ve istimdatkârane bir hasret hissettim. Birden Kur'an-ýMu'ciz-ül-Beyan imdada yetiþti. Bana o kadar kuvvetli bir rica kapýsýnýaçtýve öyle hakikî bir teselli ziyasýnýverdi ki, o vaziyetimin yüz derece fevkindeki ye'si dahi izale eder ve o karanlýklarýdaðýtabilirdi.

 

 

 

Evet, ey benim gibi dünya ile alâkalarýkesilmeye baþlýyan ve dünya ile baðlanan ipleri kopmaya yüz tutan muhterem ihtiyar ve ihtiyareler! Bu dünyayýen mükemmel ve muntazam bir þehir,. bir saray hükmünde halkeden bir Sâni_ Zülcelâl, mümkün müdür ki: O þehirde, o sarayda en ehemmiyetli misafirleriyle ve dostlariyle konuþmasýn; görüþmesin. Madem bilerek bu sarayýyapmýþ ve irade ve ihtiyar ile tanzim ve tezyin etmiþ; elbette nasýlki "Yapan bilir." öyle de: "Bilen konu

 

 

 

Sh: (Ha-34)

 

þur." Madem bu sarayý, bu þehri bize güzel bir misafirhane ve ticaretgâh yapmýþ; elbette bize karþýmünâsebetanýve bizden arzularýnýgösterecek bir defteri, bir kitabýbulunacaktýr.

 

 

 

Ýþte o kudsî defterin en mükemmeli; kýrk vecihle mu'cize ve her dakikada hiç olmazsa yüz milyonun dillerinde gezen nurserpen ve her bir harfinde asgari olarak on sevap ve on hasene ve bazen on bin ve bazen Leyle-i Kadir sýrriyle bir harfine otuz bin hasene ve meyve-i cnnet ve nûr-u berzah veren Kur'akn-ýMu'ciz-ül-Beyandýr. Bu makamda ona rekabet edecek kâinatta hiçbir kitab yoktur. ve hiçbir kimse gösteremez. Madem bu elimizdeki Kur'an, Semavat ve Arzýn Hâlik-ýZülcelâlinin Rubûbiyet-i mutlakasýnoktasýndan ve azamet-i Ulûhiyyeti cihetinden ve ihatâ-ýrahmeti cânibinden gelen kelâmýdýr, fermanýdýr, bir mâden-i rahmetidir. Ona yapýþ... Her derde bir deva, her zulmete bir ziya, her ye'se bir rica içinde vardýr.

 

Ýþte bu ebedî hazinenin anahtarýimandýr ve teslimdir, ve onu dinleyip kabul etmek ve okumaktýr.

 

BEÞÝNCÝ RÝCA: Bir zaman ihtiyarlýðýmýn

 

 

 

Sh: (Ha-35)

 

mebdeinde, bir inziva arzusuyla, istanbul'un Boðaz mtarafýndaki Yûþa Tepesinde, yalnýzlýkla ruhum bir istirahat aradý. Bir gün o yüksek tepede, daire-i ufka, etrafa baktým. Gayet hazîn ve rikkatli bir levha-i zeval ve firaký, ihtiyarlýðýn ihtariyle gördüm. Þecere-i ömrümün kýrk beþinci senesi olan kýrk beþinci dalýndaki yüksek makamýndan tâ hayatýmýn aþaðýtabakalarýna nazar gezdirdim. Gördüm ki: O aþaðýda, herbir dalýnda, herbir senenin zarfýnda sevdiklerimden ve alâkadarlarýmdan ve tanýþtýklarýmdan hadsiz cenazeler var. Ve o firak ve iftiraktan gelen gayet rikkatli bir mânevi teessürat içinde Fuzûlî-i Baðdâdî gibi, müfarakat eden dostlarýdüþünerek enin edip:

 

Vaslýnýyâdeyledikçe aðlarým,

 

Tâ nefes var ise kuru cismimde feryad eylerim."

 

diyerek bir teselli, bir nur, bir rica kapýsýnýaradým. Birden, âhirete îman nuru imdada yetiþti. Hiç sönmez bir nur, hiç kýrýlmaz bir rica verdi.

 

Evet, ey benim gibi ihtiyar kardeþler ve ihtiyare hemþireler! Madem âhiret var; ve madem bâkidir ve madem dünyadan daha güzel

 

 

 

Sh: (Ha-36)

 

dir; ve madem bizi yaratan zat hem hem Hakîm, hem Rahîmdir... ihtiyarlýktan þekva ve teessüf etmemeliyiz. Bil'akis ihtiyarlýk, îman ile ibadet içinde sinn-i kemale gelip, vazife-i hayattan terhis ve âlem-i rahmete istirahat için gitmeye bir alâmet olduðu cihetle ondan memnun olmalýyýz.

 

Evet, nass-ýhadîs ile; nev'-e beþerin en mümtaz þahsiyetleri olan yüzyirmi dört bin enbiyanýn icma' ve tevâtür ile; kýsmen þuhûda ve kýsmen hakkalyakîne istinaden, mütteefikan âhiretin vücudundan ve insanlarýn oraya sevkedileceðinden ve bu kâinatýn Hâlikýnýn kat'î va'dettiði âhireti getireceðinden haber verdikleri gibi; onlarýn verdikleri haberi keþf ve þuhûd ile ilmelyakîn suretinde tasdik eden yüzyirmi dört milyon evliyanýn o âhiretin vücuduna þehadetleriyle ve bu kâinatýn Sâni-i Hakîminin bütün esmasýbu dünyada gösterdikleri cilveleriyle, bir âlem-i bekayýbilbedahe iktiza ettiklerinden, yine âhiretin vücuduna delâletiyle; ve her sene baharda rûy-i zeminde ayakta duran had ve hesaba gelmez ölmüþ aðaçlarýn cenazelerini Emr-i "Kün feyekûn" ile ihya edip "Ba'sü Badel Mevt"e mazhar eden ve haþir ve neþrin yüzbinler nümunesi olarak nebatat tâifelerinden ve hayvanat milletlerinden üçyüz bin nevileri haþir

 

 

 

Sh: (Ha-37)

 

ve neþreden hadsiz bir kudret-i ezeliye ve hesapsýz ve israfsýz bir hikmet-i ebediye ve rýzka muhtaç bütün zîruhlarýkemali þefkatle gayet hârika bir tarzda iaþe ettiren; ve her baharda az bir zamanda had ve hesaba gelmez enva-ýzînet ve mehâsini gösteren bir rahmet-i bâkiye ve bir inâyet-i dâimenin bilbedahe âhiretin vücudunu istilzam ile; ve þu kainatýn en mükemmel meyvesi ve Hâlik-ýkâinatýn en sevdiði masnûu ve kâinatýn mevcudatiyle en ziyade alâkadar olan insandaki þedit, sarsýlmaz daimi olan aþk-ýbeka ve þevk-i ebediyet ve a'mâl-i sermediyet bilbedahe iþaret ve delâmetiyle, bu âlem-i fâniden sonra bir âlem-i bâki ve bir Dâr-ýÂhiret ve bir Dâr-ýSaadet bulunduðunu o derece kât'i bir surette isbat ederler ki, dünyanýn vücudu kadar, bilbedahe âhiretin vücudunu kabul etmeyi istilzam ederler. (Haþiye)

 

----------

 

(HAÞÝYE): Evet, sübûti bir emri ihbar etmenin kolaylýðýve inkâr ve nefyetmenin gayet müþkil olduðu, bu temsilden görünür. Þöyle ki: Biri dese: "Meyveleri süt konserveleri olan gayet hârika bir bahçe, Küre-i Arz üzerinde vardýr." Diðeri dese: "Yoktur." Ýsbat eden, yalnýz onun yerini veyahut bazýmeyvelerini göstermekle kolayca dâvasýnýisbat eder.

 

Ýnkâr eden adam, nefyini isbat etmek için, bütün Küre-i Arzýgörmek göstermekle dâvasýnýisbat edebilir. Aynen öyle de: Cenneti ihbar edenler, yüzbinler tereþþuhatýný, meyvelerini, âsârýnýgösterdiklerinden kat'-ýnazar... iki þâhid-i sâdýkýn sübûtuna þehadetleri kâfi gelirken; onu inkâr eden hadsiz bir kâinatý, hadsiz ebedi zamanýtemaþa etmek ve görmek ve eledikten sonra inkârýnýisbat edebilir. ademini gösterebilir.

 

Ýþte ey ihtiyar kardeþler!.. ^Ýman-ýâhiretin ne kadar kuvvetli olduðunu anlayýnýz.

 

Sh: (Ha-38)

 

Madem Kur'an-ýHakîmin bize verdiði en mühim bir ders, "Ýman-ýBil' Âhiret"tir V o imanda bu derece kuvvetlidir. Ve o îmanda öyle bir rica ve bir teselli var ki; yüz bin ihtiyarlýk bir tek þahsa gelse, bu îmandan gelen teselli mukabil gelebilir.

 

Biz ihtiyarlar "Elhamdülillâhi Alâ Kemâl-il-îman" deyip, ihtiyarlýðýmýza sevinmeliyiz.

 

ALTINCI RÝCA: Bir zaman elîm bir esaretimde, insanlardan tevahhuþ edip Barla Yaylasýnda Çam Daðýnýn tepesinde yalnýz kaldým. Yalnýzlýkta bir nur arýyordum. Bir gece, o yüksek tepenin baþýndaki yüksek bir çam aðacýnýn üstündeki üstü açýk odacýkta idim. Üç-dört gurbeti birbiri içinde ihtiyarlýk bana ihtar etti. AltýncýMektupta izah

 

 

 

Sh: (Ha-39)

 

edildiði gibi; o gece ýssýz, sessiz, yalnýz aðaçlarýn hýþýrtýlarýndan ve hemhemelerinden gelen hazîn bir sada, bir ses; rikkatime, ihtiyarlýðýma, gurbetime ziyade dokundu. Ýhtiyarlýk bana ihtar etti ki: Gündüz nasýl þu siyah bir kabre tebeddül etti, dünya siyah kefenini giydi; öyle de, senin ömrünün gündüzü ve geceye ve dünya gündüzü de berzah gecesine ve hayatýn yazýdahi ölümün kýþ gecesine inkýlâb edeceðini kalbimin kulaðýna söyledi. Nefsim bilmecburiye dedi:

 

 

 

Evet, ben vatanýmdan garib olduðum gibi. bu elli sene zarfýndaki ömrümde zeval bulan sevdiklerimden ayrýdüþtüðümden ve arkalarýnda onlara aðlýyarak kaldýðýmdan, bu vatan gurbetinden daha ziyade hazîn ve elîm bir gurbettir. Ve bu gece ve daðýn garibane vaziyetindeki hazîn gurbetten daha ziyade hazîn ve elîm bir gurbete yakýnlaþýyorum ki, bütün dünyadan birdin müfarakat zamanýyakýnlaþtýðýnýihtiyarlýk bana haber veriyor. Bu gurbet gurbet içinde ve bu hüzün hüzün içindeki vaziyetten bir rica, bir nur aradým. Birden خmân-ýBillâh imdâda yetiþti. ضyle bir ünsiyet verdi ki, bulunduðum muzaaf vahþet bin defa tezâuf etse idi, yine o teselli kâfi gelirdi.

 

Sh: (Ha-40)

 

Evet, ey ihtiyar ve ihtiyareler! Madem Rahîm bir Hâlikýmýz var; bizim için gurbet olamaz. Madem o var; bizim için herþey var. Madem o var, melâikeleri de var. ضyle ise bu dünya boþ deðil; hâli daðlar, boþ sahralar Cenab-ýHakkýn ibâdýyla doludur. Zîþuur ibadýndan baþka, Onun nuriyle, Onun hesabiyle taþýda, aðacýda birer mûnis arkadaþ hükmüne geçer. Lisan-ýhâl ile bizim ile konuþabilirler ve eðlendirirler.

 

Evet bu kâinatýn mevcudatýadedince ve bu büyük kitab-ýâlemin harfleri sayýsýnca vücuduna þehadet eden; ve zîruhlarýn medar-ýþefkat ve rahmet ve inayet olabilen cihazatýve mat'ûmatýve nimetleri adedince rahmetini gösteren deliller, þahidler; bize Rahîm, Kerîm, Enis, Vedûd olan Hâlikýmýzýn, Sâni-imizin, Hamimizin dergâhýnýgösteriyorlar. O dergâhta en makbul bir þefaatçý, acz ve zaaftýr. Ve acz ve zaafýn tam zamanýda, ihtiyarlýktýr. Böyle bir dergâha makbûl bir þefaatçýolan ihtiyarlýktan küsmek deðil, sevmek lâzýmdýr.

 

 

 

YEDÝNCÝ RÝCA: Bir zaman ihtiyarlýðýn baþlangýcýnda, Eski Saidin gülmeleri yeni Saidin aðlamalarýna inkýlâb ettiði hengâmda,

 

 

 

Sh: (Ha-41)

 

Ankara'daki ehl-i dünya, beni Eski Said zannedip oraya istediler; gittim. Güz mevsiminin âhirlerinde Ankara'nýn benden çok ziyade ihtiyarlanmýþ, yýpranmýþ, eskimiþ kal'asýnýn baþýna çýktým. O kal'a tehaccür etmiþ hâdisat-ýtarihiye suretinde bana göründü. Senenin ihtiyarlýk mevsimiyle benim ihtiyarlýðým, kal'anýn ihtiyarlýðý, beþerin ihtiyarlýðý, þanlýOsmanlýDevletinin ihtiyarlýðýve Hilâfet Saltanatýnýn vefatýve dünyanýn ihtiyarlýðý; bana gayet hazîn ve rikkatli ve firkatli bir hâlet içinde, o yüksek kal'ada geçmiþ zamanýn derelerine ve gelecek zamanýn daðlarýna baktýrdý; ve baktým. Birbiri içinde beni ihata eden dört-beþ ihtiyarlýk karanlýklarýiçinde, Ankara'da en kara bir hâlet-i ruhiye hissettiðimden (Hâþiye) bir nur, bir teselli, bir rica aradým.

 

 

 

Saða, yâni mazi olan geçmiþ zamana bakýp teselli ararken, bana mazi; pederimin ve ecdadýmýn ve nev'imin bir mezar-ýekberi suretinde göründü, teselli yerine vahþet verdi.

 

Sol tarafým olan istikbale derman arar

 

________

 

(Hâþiye) : O zaman bu hâlet-i ruhiye; Fârisî bir münâcât suretinde kalbe geldi, yazdým. Ankara'da Husab Risalesinde tab'edilmiþtir.

 

Sh: (Ha-42)

 

ken baktým. Gördüm ki: Benim ve emsalimin ve nesl-i âtinin büyük ve karanlýk bir kabri suretinde göründü, ünsiyet yerine dehþet verdi.

 

 

 

Sað ile soldan tevahhuþ edip hazýr günüme baktým. O gafletli ve tarihvâri nazarýma o hazýr gün, yarým ölmekte ve hareket-i mezbuhanedeki ýzdýrap çeken cismimin cenazesini taþýyan bir tabut suretinde göründü.

 

Sonra bu cihetten dahi me'yus olunca. baþýmýkaldýrýp ömrümün aðacýnýn baþýna baktým. Gördüm ki; o aðacýn tek bir meyvesi var, o da benim cenazemdir, o aðaç üstünde duruyor, bana bakýyor. O cihetten dahi tevahhuþ edip baþýmýaþaðýya eðdim, o ömür aðacýnýn aþaðýsýna, köküne baktým. Gördüm ki: O aþaðýda olan toprak, kemiklerimin topraðýyla mebde-i hilkatimin topraðýbirbirine karýþmýþ bir surette ayaklar altýnda çiðneniyor gördüm. O da derman deðil, belki derdime dert kattý.

 

Sonra mecburiyetle arkama baktým. Gördüm ki; esassýz, fâni olan dünya, hiçlik derecelerinde ve yokluk zulümatýnda yuvaklanýp gidiyor. Derdime merhem ararken, zehir ilâve etti. O cihette dahi hayýr göremediðimden

 

 

 

Sh: (Ha-43)

 

ön tarafýma baktým; ileriye nazarýmýgönderdim. Gördüm ki; kabir kapýsýtam yolumun üstünde açýk görünüp, aðzýnýaçmýþ bana bakýyor. Onun arkasýnda ebed tarafýna giden cadde ve o caddede giden kafileler uzaktan uþaða nazara çarpýyor..

 

Ve, bu altýcihetten gelen dehþetlere, karþýbana nokta-i istinad ve silâh-ýmüdafaa olacak, cüz'i bir cüz-ü ihtiyarî'den baþka birþey elimde yok. O hadsiz a'dâ ve hesabsýz muzýr þeylere karþýtek bir silâh-ýinsanî olan o cüz-ü ihtiyarî; hem nâkýs, hem kýsa, hem âciz, hem îcadsýz olduðundan kesbden baþka bir þey elinden gelmez. Ne geçmiþ zamana geçebilir, tâ ondan bana gelen hüzünleri sustursun; ve ne de istikbale hulûl edebilir, tâ ondan gelen korkularýmen'etsin. Geçmiþ ve geleceklere ait emellerime ve elemlerime faidesi olmadýðýn gördüm. Bu altýcihetten gelen dehþet ve vahþet ve karanlýk ve me'yusiyet içinde çýrpýndýðým hengâmda, birden Kur'an-ýMu'cizül-Beyanýn semasýnda parlayan îman nurlarýimdada yetiþti. O altýciheti o kadar tenvir edip ýþýklandýrdýki; gördüðüm o vahþetler, o karanlýklar yüz derece tezâuf etse idi, yine o nur onlara karþýkâfi ve vâfi idi. Bütün o dehþetleri birer birer te

 

 

 

Sh: (Ha-44)

 

selliye ve o vahþetleri birer birer ünsiyete çevirdi Þöyle ki:

 

 

 

خman, o vahþetli geçmiþ zamanýn mezar-ýekber suretini yýrtýp, ünsiyetli bir meclis-i münevver ve bir mecma-i ahbab olduðunu biaynel-yakîn, bihakkalyakîn gösterdi.

 

Hem îman, bir kabr-i ekber suretinde nazar-ýgaflete görünen gelecek zamaný, sevimli saadet saraylarýnda bir ziyafet-i rahmaniye meclisi suretinde biilmelyakîn gösterdi.

 

Hem îman nazar-ýgaflete bir tabut vaziyetinde görünen hazýr zamanýve o hazýr gönün tabutiyet þeklini kýrýp, o hazýr gün uhrevî bir ticaretgâh dükkânýve þa'þaalýbir misafirhane-i Rahmâni suretinde bilmüþahede gösterdi.

 

Hem îman nazar-ýgafletle ömür aðacýnýn baþýnda cenaze þeklinde görünen tek meyvesî cenaze olmadýðýný, belki ebedî bir hayata mazhar ve ebedî bir saadete namzed olan ruhumun, eskimiþ yuvasýndan, yýldýzlarda gezmek için çýktýðýnýbilmelyakîn gösterdi.

 

Hem îman; kemiklerimle, mebde-i hilkatimin topraðý, ayak altýnda ehemmiyetsiz, mahvolmuþ kemikler olmadýðýný... belki o top

 

 

 

Sh: (Ha-45)

 

rak, rahmet kapýsýve cennet salonunun bir perdesi olduðunu sýrr-ýîman ile gösterdi.

 

Hem îman; nazar-ýgafletle, arkamda, hiçlikte, yokluk karanlýðýnda yuvarlanan dünyanýn vaziyetini sýrr-ýKur'an ile gösterdi ki: O zâhirî zulûmatta yuvarlanan dünya ise; vazifesi bitmiþ, mânasýnýifade etmiþ, neticelerini kendine bedel vücutta býrakmýþ bir kýsým mektubat-ýSamedaniye ve sahâif-i nukuþ-u Sübhaniye olduðunu gösterdi. Dünyanýn mahiyeti ne olduðunu biilmelyakîn bildirdi.

 

Hem îman, ileride gözünü açýp bana bakan kabri ve kabrin arkasýnda ebede giden caddeyi, nur-u Kur'an ile gösterdi ki: O kabir, kuyu kapýsýdeðil, belki âlem-i nurun kapýsýdýr. Ve o yol ise; hiçliðe ve ademistana deðil, belki vücuda, nuristana ve saadet-i ebediyeye giden yol olduðunu tam kanaat verecek bir derecede gösterdiðinden, dertlerime hem derman, hem merhem oldu.

 

Hem îman; o elinde pek cüz'i bir kesb bulunan cüz'î bir cüz'ü ihtiyarî yerine, o hadsiz düþman ve zulmetlere karþý, gayr-i mütenâhi bir kudrete istinad etmek ve hadsiz bir rahmete intisab etmek için o cüz-ü ihtiyarî

 

 

 

Sh:(Ha-46)

 

nin eline bir vesika veriyor, belki de îman, o cüz-ü ihtiyarînin elinde bir vesika oluyor. Hem o cüz-ü ihtiyarî olan silâh-ýinsanî, gerçi zâtýnda hem kýsa, hem âciz, hem noksandýr. Fakat, nasýlki bir asker, cüz'î kuvvetini devlet hesabýna istimal ettiði vakit, binler derece kuvvetinden fazla iþler görür; öyle de sýrr-ýîmanla o cüz'î cüz-ü ihtiyarî, Cenâb-ýHak nâmýna onun yolunda istimal edilse. beþyüz sene geniþliðinde bir cenneti dahi kazanabilir.

 

Hem îman, geçmiþ ve gelecek zamana nüfuz edemiyen o cüz'-ü ihtiyarînin dizginini cismin elinden alýp, kalbe ve ruha teslim eder. Ruh ve kalbin daire-i hayatýise, cisim gibi hazýr zamana münhasýr olmadýðýndan, pek çok seneler mâzîden, pek çok seneler istikbalden daire-i hayatýna dahil olduðundan; o cüz-ü ihtiyarî, cüz'iyyetten çýkýp külliyyet kesbeder. Zaman-ýmâzinin en derin derelerine, kuvvet-i îman ile girebildiði ve hüzünlerin zulmetlerin def edebildiði gibi, nur-u îman ile istikbalin en uzak daðlarýna kadar çýkar, korkularýizale eder.

 

Ýþte ey benim gibi ihtiyarlýk zahmetini çeken ihtiyar ve hemþîre ihtiyareler! Madem

 

 

 

Sh: (Ha-47)

 

Elhamdülillâh biz ehl-i îmanýz; ve madem îmanda bu kadar nurlu, lezzetli, sevimli, þirin defineler var; ve madem ihtiyarlýðýmýz bizi bu definenin içine daha ziyade sevkediyor. Elbette îmanlýihtiyarlýktan þekva deðil, belki binler teþekkür etmeliyiz.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Gast
Dieses Thema wurde nun für weitere Antworten gesperrt.
×
×
  • Neu erstellen...