Webmaster Geschrieben 21. Dezember 2009 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2009 Said Nursi'nin yüz yýllýk uyarýsý Ele avuca sýðmayan bir kiþilik. Dur durak bilmeyen bir enerji. Geniþ bir muhayyile. Keskin ve asrýný aþan bir kavrayýþ. Üst düzey bir farkýndalýk. Daðlarý ve zirveleri seviyor. Klasik medrese eðitimi ile uzlaþamýyor. Kâinatý, kâinatýn içinde öðreniyor. Düþünüyor, sorguluyor, tefekkür ediyor, gözlemliyor. Her türlü acýyý yaþýyor. Hiç þikâyet etmiyor. Anlaþýlmýyor. Tam olarak anlaþýlamayacaðýný biliyor. Çok sevdiði daðlarýnýn zifiri karanlýðýna alýþýk gözleri, karanlýkta yürümesini kolaylaþtýrýyor. Kötü bir þeylerin olacaðýný seziyor. Henüz otuz yaþýnda. 1907'de kendini Ýstanbul'da buluyor. Van, Bitlis ve Diyarbakýr'da Medresetü'z-Zehrâ ismini koyduðu, Türkçe, Arapça ve Kürtçe eðitim verecek bir üniversite kurma çalýþmalarý yapýyor. "Ben Kürdistan daðlarýnda büyümüþ idim. Merkez-i hilafeti (hilafet merkezini) güzel tahayyül (hayal) ediyordum." derken Ýstanbul'a binbir umutla geldiðinin altýný çiziyor. Ancak karþýlaþtýðý þehri "tevahhuþ ve tenafur-u kulûb (kalplerin birbirinden korkmasý ve nefret etmesi) sebebiyle medeni libasý (elbisesi) giymiþ vahþi bir adam"a[1] benzetiyor. Medeni elbisesini giymiþ vahþi adam ona rahat vermiyor. Özgürlükçü ve idealist kiþiliðe sahip insanlarýn baþýna gelen onun da baþýna geliyor. Akýl hastanesine ve hapishaneye konuluyor. Hapishanede Zaptiye Nazýrý Þefik Paþa, "Padiþah sana selâm etmiþ, bin kuruþ da maaþ baðlamýþ. Sonra da maaþýný yirmi-otuz lira yapacak." deyince "Ben maaþ dilencisi deðilim, bin lira da olsa kabul edemem. Kendim için gelmedim, milletim için geldim. Hem de bu, bana vermek istediðiniz rüþvet ve hakk-ý sükûttur (sus payý)" diye yanýtlýyor. Tam ona layýk bir cevap. Baþka türlüsünü yapmaz, yapamaz. Kiþiliði kaldýrmaz. Çünkü o, ölümü ve özgürlüðü hep yanýnda taþýyor. Paþa, hiddet ederek padiþahýn emrini dinlemediði suçlamasýnda bulunuyor. Ýþte bu, ona yapýlmamalý. "Ben hür yaþamýþým. Hürriyet-i mutlakanýn (tam bir hürriyetin) meydaný olan Kürdistan daðlarýnda büyümüþüm. Bana hiddet fayda vermez, nafile yorulmayýnýz"[2] diyor. Paþa, baltayý taþa vuruyor. 1908'de Meþrutiyet'in ilanýna sevinip coþkuya kapýlýyor. Zulümden nefret eden ruhu istibdattan hiç hoþlanmýyor. Meþrutiyetin ilanýnýn üçüncü günü ünlü "Hürriyete Hitap" nutkunu okuyor: "Ey hürriyet-i Þer'i! (Þeriat dairesindeki hürriyet) Öyle müthiþ ve fakat güzel ve müjdeli bir sada (sesleniþ) ile çaðýrýyorsun. Benim gibi bir Kürd'ü tabakat-ý gaflet (gaflet örtüleri) altýnda yatmýþken utandýrýyorsun. Sen olmasaydýn, ben ve umum millet zindan-esarette (esirlik zindanýnda) kalacaktýk. Seni, ömr-ü ebedi (ebedi hayat) ile tebþir ediyorum (müjdeliyorum)."[3] 1909'da, 31 Mart olaylarýna karýþtýðý iddiasýyla askerî mahkemede yargýlanýyor, meydan okuyucu bir savunma yapýyor ve beraat ediyor. Savunmasýný "Divan-ý Harbi Örfi" adý altýnda yayýnlýyor. Mahkeme çýkýþýnda o ünlü sözünü söylüyor: "Yaþasýn zalimler için cehennem." Ona göre zulmün yurdu cehennem. Ýstanbul'u, "gelin libasýný (elbisesi) giymiþ âcuze-i þemtâ (saçý aðarmýþ kocakarý)"sý onu yoruyor. Sevgili Van'ýna dönüyor. Bundan yüz yýl önce. 1910'da. Milletine borçlu hissediyor kendini. Ele avuca sýðmayan enerjisi, coþkusu, imanýndan kaynaklanan ümidi ile Kürt aþiretlerine "Dað ve sahrayý (çölü) medrese ederek meþrutiyet dersi"[4] vermek üzere yollara koyuluyor. Belli baþlý Kürt aþiretlerini dolaþýyor. Çünkü meþrutiyetin aþiretler arasýnda "yanlýþ bir surette" anlaþýldýðýný fark ediyor. Onlarý ikna edebilmek için sorular sormalarýný istiyor. Bu soru ve cevaplarý 1913 yýlýnda "Münâzarat" adýyla Türkçe olarak yayýnlýyor. "siz kýsa yolu uzun yapýyorsunuz" Soruyorlar: "Ýstibdat nedir?" Ýstibdadýn tahakküm ve keyfî muamele olduðunu söylüyor. Kuvvete dayanarak cebr ve zorlama olduðunu, suiistimallere gayet müsait bir zemin ve zulmün temeli olduðunun altýný çiziyor. Yaþamý boyunca nefret ettiði hallerden biri zulüm oldu hep. Ýnsanýn insana yaptýðý zulmün sebebi neyse, ondan da hep nefret etti. Bu yüzden istibdattan hiç hoþlanmadý. Ona göre istibdat, insaniyeti mahveden þeydi. Soruyorlar: "Meþrutiyet nedir?" Cevaplýyor: Meþrutiyet "Onlarýn iþleri aralarýnda þûra iledir" (Þûra; 38) ve "Yapýlacak iþlerde onlarla istiþare et" (Ali Ýmran; 159) ayet-i kerimelerin tecellisidir. Ve meþveret-i þer'iyedir (Þeriat'a göre danýþmadýr). O vücud-u nuraninin (nurlu vücudu olanýn) kuvvete bedel hayatý hakdýr. Kalbi ma'rifettir (Cenab-ý Allah'ý tanýma). Lisan-ý muhabbettir. Akl-ý kanundur, þahýs deðildir. Evet, meþrutiyet hakimiyet-i millettir (milletin hakimiyeti)."[5] Soruyorlar: "...Demek tarif ettiðin meþrutiyet daha bize selam etmemiþ, ta ki biz de "ehlen ve sehlen" (hoþ geldin) desek."[6] Gür sesi, yüzyýl öncesinden Doðu'nun daðlarýnda, ovalarýnda yankýlanýyor. Daha o dönemde Kürtleri uyarýyor. Uyarmaktan öte yüzleþtiriyor, eleþtiriyor. Ýnsan merak ediyor. Neden meþrutiyet Kürtlere kadar gelmemiþtir? Ve hâlâ da neden gelmez? Cevaplýyor: "... Sizin divaneliðinizden korkup gelememiþ. Zulüm, meþrutiyetin hatasý deðil. Belki kafanýzdaki cehaletin zulmetindendir (karanlýðýndan). Siz divanelikle kýsa yolu uzun yapýyorsunuz... Bir millet cehaletle hukukunu bilmezse ehl-i hamiyeti (gayret ehli) dahi müstebit (baskýcý) eder." Cevabý ilginç ayrýntýlar içeriyor. Meþrutiyet Kürtlere gelmemiþ deðildir, gelememiþtir. Cevabý Kürt aþiretlerini tatmin etmiyor. Yine soruyorlar: "Tarif ettiðin meþrutiyetin ne miktarý bize gelmiþ ve niçin bütün gelmiyor?" Cevaplýyor: "Ancak on kýsmýndan bir kýsmý size gelebilmiþ." Neden ancak onda bir oranýnda meþrutiyet o zamanki adýyla Kürdistan'a gelebilmiþtir? Çünkü "biçare meþrutiyet" korkmaktadýr. "Kolaylýkla gelmeye cesaret edemez." Karþýsýna vahþetengiz, cehalet ve düþmanlýk dolu sarp dað ve derin derelerde "vahþet ayýlarý, cehalet ejderhasý, husumet kurtlarý" çýkmaktadýr. Böylelikle meþrutiyetin önündeki üç önemli engelin altýný çizmiþ oluyor: cehalet, fakr ve husumet. "O nazik meþrutiyet Ýstanbul havalisindeki yýlanlardan kurtulsa" bile "cehalet gibi müdhiþ bataklýðý, fakr gibi mütevahhiþ (korku salan) kýraçlarý, husumet gibi gayet keyþer (sarp) daðlarý kat'etmekle beraber eþkýyaya rast gelecektir" diyerek endiþelerini dile getiriyor. Ona göre meþrutiyet "yol üzerinde gasp ve garet (yaðmalanma)" ediliyor. Yol üstündeki "gasp ve yaðmacýlarýn öte tarafýnda da bir kýsým gevezeler"in bazý bahanelerle meþrutiyeti parça parça etmek istediklerini yazýyor. Peki, meþrutiyet Kürtlere nasýl ulaþacak? Kürt aþiretlerinden beklentisi çok nettir Nursi'nin: "Ona bir yol veyahut bir balon yapýnýz." Yüz yýl önce insaný þaþýrtan bir öngörüde daha bulunuyor Nursi: "Eðer siz tembel kalýp da onun yolunu yapmasanýz, tembellik etseniz yüz sene sonra tamamen cemalini göreceksiniz. Zira sizinle Ýstanbul arasýndaki mesafe bin aydan fazladýr. Zira eski zamanýn adamlarýna benzersiniz."[7] biçare talihinize siz de yardým etmelisiniz Þimdilerin ufunetli umutsuzluðu yüz yýl öncesinde de kaplamýþtýr ruhlarý. Aþiret reisleri soruyorlar: "Biz me'yus (umutsuz) olduk. Daha ne vakit bize gelecektir?" Þimdi soluðumuzu tutup dinlemeliyiz bu asrýn adamýný. Dinlemeliyiz ki; umutsuzluðumuzu daðýtsýn ve her zaman yaptýðý gibi karanlýðýn içindeki aydýnlýðý göstersin. Cevaplýyor: Umutsuzluk acizlikten, kendini yetersiz hissetmekten gelir. Umutsuzluk her kemalin engelidir. Hamiyet nedir peki, hamiyet! Milletini düþünmek nedir, kendini adamak bir ideale. Þiddetli manilere, engellere þiddetle metanet etmek, dayanmak, direnmek ve vazgeçmemektir. Çabuk umutsuzluða inkýlap eden hamiyet, hamiyet deðildir ona göre! "Ben" diyor gür sesiyle "sizi tembellikten kurtarmak için kabahatlerinizi gösteriyorum. Ona (meþrutiyete) çabuk gelmek/kavuþmak istiyorsanýz, iþte marifet ve faziletten demir yolunu yapýnýz." Kürtlere sinmiþ umutsuzluk onu sinirlendiriyor. Soruyorlar: "Ýnþallah talihimiz varsa biz de göreceðiz, bize tevekkül kâfi deðil midir?"[8] "Baðdat yankesicileri gibi olmayýnýz" diyor kaþlarýný çatarak. "Biçare talihinize siz de yardým etmelisiniz." Teþebbüs etmeksizin tevekkül sahibi olmayý atalet içinde olmanýn bahanesi olarak kabul ediyor. Esbaba teþebbüsü reddetmek kâinatý tanzim eden Ýlahi Ýradeye inatla karþý koymaktýr, diye açýklýyor. Sanki þimdilerde olan biteni anlatýyor. Dedim ya, o asýrlarý aþan bir idrake sahip. Yine soruyorlar Kürtler, hafif mýzmýzlýk kokan bir ses tonuyla: "Þu hükümet ve Türkler nasýl olsalar biz rahat edemiyoruz, yükselemiyoruz. Baþýmýzý kaldýrýp onlarýn üzerinden âleme temaþa etmek ve ellerimizi onlarla beraber safi suya uzatmak, bizim de bir kavim olduðumuzu göstermek nasýldýr?" Bir kere daha açýklýyor, bin kere daha açýklayabilir. Meþrutiyet milletin hâkimiyetidir. "Hükümet, hadim ve hizmetkârdýr. Öyle ise kendinizden teþekki (þikâyet) ediniz; her kabahati hükümet ve Türklere atmakla çok aldanýrsýnýz." Bir yüzyýl içinde Nursi'nin çizdiði yolda ilerleyip meþrutiyetin yolunu yapabildi mi Kürtler? Kim rahatlýkla bu soruya evet diyebilir? Bu yol öncelikle Kürtlerin iradesiyle yapýlacak. Türk kardeþlerinin yardýmý da þart ama. Ýmece usulüyle yapýlacaksa yapýlacak bu yol artýk. Kürtlerin öncelikle karar vermesi gerekiyor: Gerçekten meþrutiyeti istiyorlar mý? Meþrutiyetin yolunu öncelikle kendilerinin açmasý gerektiðini kabul edecekler mi? Türk kardeþleriyle bu konuda yardýmlaþacaklar mý? Ataleti ve þikâyeti býrakýp can havliyle sahici bir talebi barýndýran, acabalardan, þüphelerden, kaygýlardan ve en önemlisi kendine güvensizlikten arýnmýþ ve tam bir sorumluluðu üstlenerek alýnacak bir karardan söz ediyorum. Þiddete baþvurmamanýn her türlü kefaretini ödeyebilmeye inanan bir varoluþsal sorumluluktan. Said Nursî'nin ve sonrasýnda takipçilerinin bizzat yaptýðý gibi. Onun Kürtler için (hepimiz için) her türlü eza ve cefaya raðmen asla þiddete baþvurmamanýn binbir türlü kefaretini ödeyerek yazdýðý Risalelerden daha güzel model olduðunu da sanmýyorum. Not: Kürt meselesini de ele aldýðý Siyasetin Þerrinden kitabýnýn yazarý sevgili Murat Çiftkaya'ya bu yazýya katkýsýndan dolayý teþekkür ediyorum. Kaynakça: [1] Said Nursi, Ýçtimâi Reçeteler-I, Tenvir Neþriyat, s. 91. [2] Said Nursi, Ýçtimâi Reçeteler-I, Tenvir Neþriyat, s. 74. [3] Said Nursi, Ýçtimâi Reçeteler-I, Tenvir Neþriyat, s. 82. [4] Said Nursi, Ýçtimâi Reçeteler-II, Tenvir Neþriyat, s. 19. [5] Said Nursi, Ýçtimâi Reçeteler-II, Tenvir Neþriyat, s. 24. [6] Said Nursi, Ýçtimâi Reçeteler-II, Tenvir Neþriyat, s. 24. [7] Said Nursi, Ýçtimâi Reçeteler-II, Tenvir Neþriyat, s. 25 [8] Said Nursi, Ýçtimâi Reçeteler-II, Tenvir Neþriyat, s. 26 Mustafa Ulusoy, Zaman, 21.12.2009 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.