Selim Geschrieben 12. Oktober 2009 Teilen Geschrieben 12. Oktober 2009 Baþbakan Erdoðan, partisinin 3. Büyük Olaðan Kongresi’nde yaptýðý konuþmada “Bitlisli Said-i Nursi’siz bir Türkiye’nin maneviyatý eksik kalýr” dedi. Said Nursi’nin hayatý ve Abdülhamid’e önerileri, Kürt açýlýmýný konuþtuðumuz bugün için de çok anlamlý. Kürtlerin Ateþle Ýmtihaný kitabýnýn yazarý Yalsýzuçanlar, Said Nursi’nin Kürt sorununa yaklaþýmýný yazdý. SADIK YALSIZUÇANLAR Yazar Ýlkin ‘Kürt açýlýmý’ dendi, tepkiler üzerine, ‘demokratik açýlým’a dönüldü. AK Parti hükümetinin, Baþbakan’ýn ifadesiyle, ‘bir devlet politikasý’ olarak yürütmeye çalýþtýðý çabalar, Partinin 3. Büyük Olaðan Kongresi’ndeki konuþmasýyla, içerik açýsýndan ‘zenginleþti.’ Baþbakan’ýn konuþmasýnda ‘açýlým’ýn boyutlarýný ve doðrultusunu en çok ima eden bölüm þu idi: “Bu ülkenin tarihinden Ahmet Yesevi’yi, Hacý Bektaþ Veli’yi, Pir Sultan’ý, Hacý Bayram Veli’yi çýkartmaya kalkarsanýz onlarý görmezden gelirseniz bu ülke öksüz, yetim köksüz ve dayanaksýz kalýr. Yunus Emre’siz bir Türkiye dilsiz, Mevlana’sýz bir Türkiye ruhsuz kalýr. Sabahat Akkiraz’a kulak vermeyen dinlemeyen Türkiye türküsüz kalýr. Tatyos Efendi’yi yok sayan Türkiye’nin besteleri yarým kalýr. Cem Karaca bu ülkenin hasretini çektiði kadar, bu ülke Cem Karaca’nýn hasretini çekti. ‘Hoþçakalýn Ýki Gözüm’ diyen Ahmet Kaya’ya vefa göstermeyen Türkiye’nin þarkýlarý eksik kalýr. Nasýl Mehmet Akif’siz bir Türkiye tahayyül edilmezse, Nazým Hikmet’siz bir Türkiye eksik sayýlýr. Seversiniz sevmezsiniz, beðenirsiniz beðenmezsiniz, görüþlerini kabul edersiniz etmezsiniz... Ama Ahmed-i Xani’siz, Bitlisli Said-i Nursi’siz bir Türkiye’nin maneviyatý noksan kalýr.” Cümle varlýðýn ‘bir’liði... Beklenen oldu, Baþbakan’ýn konuþmasýnýn en çok ‘tepki’ alan/öne çýkan bölümü burasý idi, özellikle de Said Nursi’den söz eden cümlesi. Türkiye, sahici soru(n)larýný sormadan/konuþmadan bünyesindeki habis urlardan kurtulamaz. Türkiye’nin demokratikleþmesinin belki de ilk koþulu budur. Özgürleþebilmek için, samimi biçimde hatalarýmýzý konuþabilmeliyiz. ‘Politika yaparak’ politik sorunlarý belirlemek ve çözüm önermek, daha doðrusu çözümlerin iþlevsel olmasýný saðlamak imkânsýzdýr. ‘Politik olmak’, gündelik sözlüðümüzde, yalan söylemek, kurnazlýk yapmak anlamýna geliyor artýk. Baþbakan’ýn, bu ‘vizyon’unda ne ölçüde içtenlikli olduðunu ‘test etmek’ ne ödevimiz ne de haddimiz. Lakin önümüzdeki süreçte, Hükümetin (devletin?), bu doðrultuda neler yapacaðýna bakmak her vatandaþýn hakký. Bekle ve gör! Neden Baþbakan’ýn konuþmasýnda en çok ‘tepki’, Said Nursi’yi andýðý cümlede belirdi? Bu, esasen yanýtý içinde olan bir soru. Ýlk elden þöyle denilebilir: Said Nursi, bu topraklarda en fazla ‘tepki’ görmüþ kiþiliktir. Peki, neden? Bu sorunun içine biraz bakmak gerekir. Yine ilk elden þu söylenmelidir: Said Nursi, bu topraklarda en fazla gadre uðramýþ cihanþümul deðerlerdendir. Gadre uðramýþ, zulmedilmiþ, baský görmüþ, bastýrýlmýþ, anlaþýlamamýþ, anlaþýlmak istenmemiþ... Nursi’nin öðretisini aslýnda tek cümlede toparlamak mümkündür: “Cümle varlýðýn birliði ve kardeþliði...” Bu ilke, O’nun keþfi de deðildir. Baþbakan’ýn andýðý isimler arasýnda pek çoðu, böylesi bir bilgelik zemininden konuþmuþlardýr. ‘Milli birlik ve beraberlik’ Yunus Emre’nin, ünlenmiþ dizeleriyle söylersek, “Yetmiþiki millete bir nazarla bakmayan / Þer’ile (Þeriata göre) evliya ise de hakikatte asidir.” Bu öðreti, Yalçýn Koç’un deyiþiyle, ‘cümle varlýðýn birliði ve kardeþliði’ anlamýna gelir. Bu, cem denilen, birlik, birleme, bir/leþme düzeyinden bir okumadýr. Bir’leþmeden, bir olma, tektipleþme, homojenleþme, hele hele ‘milli birlik ve beraberlik’ anlamý çýkarýlmamalýdýr. ‘Milli birlik ve beraberliðin’, yani milliyete, etnisiteye dayalý bir birliðin imkânsýzlýðýnýn en güzel örneði Türkiye’dir. Baþbakan’ýn birinci imasý bunadýr. Bu topraklardaki medeniyet tecrübesinin kökeninde, zemininde bu kozmik ilke vardýr. Türkçe, Kürtçe, Arapça, Farsça, Ermenice, Süryanice vs. hangi dilden konuþursa konuþsun, bu ilkenin içinden konuþan herkes ayný zemindedir. Ve kendisini son kertede, ‘bu topraklar’a ait hisseder. Ýkinci ima þudur: Ýnsanlýðýn büyük hikâyesi içinde medeniyetlerin, milletlerin, kavimlerin ve bireylerin hikâyeleri vardýr. Ýnsan teki olarak her ferdin ayrý bir hikâyesi vardýr. Fertlerin, milletlerin ve medeniyetlerin hikâyesi, insanlýðýn meta hikâyesini oluþturur. Bu topraklarda, Kürtlerin, Türklerin, Araplarýn, Farslarýn, Ermenilerin, Süryanilerin, Rumlarýn vs. hikâyelerinin tümü, ‘biz’im meta hikâyemizdedir. Baþbakan’ýn konuþmasýnda geçen isimlerden Ahmed-i Xani ile örneðin Said Nursi’nin özel bir yakýnlýðý söz konusudur. Ýkisi de Kürt olmakla birlikte biri Kürtçe diðeri Türkçe, Arapça ve Kürtçe yazmýþtýr. Bediüzzaman’ýn Risaleler’inin çoðu Türkçedir. Gençlik yýllarýnda ve sonradan ilk Meclis’in açýlýþýna katýlýp tekrar memleketine dönme, daðlara çekilme kararý aldýðýnda bu ünlü Kürt bilgesi Ahmed-i Xani’nin Doðu Beyazýt’taki türbesine giderek halvete çekilmiþtir. Kaynaklarda, bu çekilmeyle ilgili olarak, yöre halký arasýnda, Bediüzzaman’ýn, ‘Ahmed-i Xani Hazretlerinin feyzine mazhar olduðu’na iliþkin bir kanaatinden de söz edilir. Yetmiþiki millete bir nazarla bak Baþbakan’ýn verdiði isimler, siyasal eðilimleri, kavgalarý, inançlarý farklý da olsa, ayný büyük hikâyenin birer parçasýdýrlar. Yunusvari bir nazarla bakýldýðýnda, özü itibariyle hepsi birdir. Yetmiþiki millete bir nazarla bakmayan ise bizatihi ‘hakikat’e isyankârdýr. Ýþte, konuþmanýn en çok tepki alan ismi Said Nursi de, bu topraklardaki bu kozmik öðretinin, bu bilgelik geleneðinin son büyük adlarýndan biridir. Dersim katliamýnýn yaþandýðý günlerde yaptýðý þu uyarý son derece dikkat çekicidir: “Kim bir cana kýymamýþ veya yeryüzünde fesat çýkarmamýþ birisini öldürürse, bütün insanlarý öldürmüþ gibidir, ayetinin iþari manasýyla, bir masumun hakký, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ý Hakk’ýn merhamet nazarýnda hak haktýr, küçüðüne büyüðüne bakýlmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rýzasý bulunmadan, hayatý ve hakký feda edilmez. Hamiyet namýna, rýzasýyla olsa, o baþka meseledir. Ýzafi adalet ise, küllün selâmeti için cüz’ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkýný nazara almaz. Ehvenüþþer diye bir nevi izafi adalet yapmaya çalýþýr. Fakat mutlak adaletin tatbiki kabil ise, izafi adalete gidilmez. Gidilse zulümdür.” (Nursi, Mektubat, 15. Mektup) Said Nursi’yi en çok tartýþmalý, dolayýsýyla en çok tepkili kýlan bu cihanþümul niteliðinin yaný sýra, en çok ‘mazlum’ oluþudur. Necip Fazýl’ýn ifadesiyle, O’na yapýlan, otuz küsur yýla yayýlmýþ sistematik bir Çin iþkencesidir. Þeyh Said kalkýþmasý sürecinde, 1925 yýlýndan itibaren ölene deðin muktedirler peþini býrakmamýþlardýr. Yaþamý, sürgünde, tutukevlerinde, tecritte veya göz hapsinde geçmiþtir. O güzelim Risalelerin çoðunu ‘taþ medrese’lerde, kendi ifadesiyle ‘Yusuf medrese’lerinde yazmýþtýr. Said Nursi’nin, açýlýmýn Kürt boyutu açýsýndan ayrý bir önemi vardýr. Ýlk dönem eserlerinde Said-i Kürdi adýný kullanan Bediüzzaman’ýn ana dili Kürtçedir. Bitlis’in Hizan ilçesinin Nurs köyündendir. Kürt bilgelerden kýsa süreli ama yoðun dersler almýþtýr. Kürtlerin karþý karþýya olduðu ‘cehalet, fakirlik ve ihtilaf’ sorunlarýný erken teþhis ederek, Sultan Abdulhamid’e, bugün hala iþlevselliðini koruyan bir ‘Darü’l-Fünun’ önerisi götürmüþtür. Abdülhamid’e mektup Merkezi Van’da, þubeleri, Diyarbakýr, Mardin, Siirt vs. gibi illerde olacak, hatta kimi Arap-Fars ülkelerinde de ileride þubeleri açýlacak bir akademya... Bu düþü, bugün hala kekeme bir dille konuþan yüksek öðretim yöneticileri tarafýndan kavranamamýþtýr. Bu akademyada Kürtçe, Arapça, Farsça ve Türkçe öðretim yapýlacaktýr. Fen bilimleriyle dini/sosyal bilimler birlikte okutulacaktýr. Abdulhamid’e sadece bunu önermemiþ, Yýldýz’ý da Darü’l-Fünun yapmasýný, ‘baský’larýný azaltmasýný, meþruti bir yönetime geçmesini öðütlemiþtir: “Ömrünün zekâtýný Ömer bin Abdülaziz gibi sarf et. Ta ki, biatýn manasý gerçekleþsin. Meþrutiyeti kansýz kabul ettiðin gibi, Yýldýz’ý da kalplerin sevgilisi eyle. Zebaniler gibi hafiyeler yerine rahmet melekleri olan âlimlerle doldur; Yýldýz’ý Dârül-Fünûn yap...” (Akgündüz, Bilinmeyen Osmanlý, 171) Buna iliþkin Badýllý’nýn Mufassal Tarihçe’sinde ayrýntýlý bilgi ve belgeler yer almaktadýr. Sultan’ýn kimi bürokratlarýyla birkaç kez görüþmüþ, sonuç alamamýþtýr. Aksine kendisine yüklü miktarda ‘rüþvet’ önerilmiþ, elinin tersiyle itmiþ ve soluðu týmarhanede almýþtýr. Bu çabasýný kendisi bizatihi þöyle ifade eder: “...Türkistan ve Kürdistan’daki milletleri, menfi ýrkçýlýk ifsat etmesin, hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî olan Ýslâmiyet milliyeti ile ‘müminler kardeþtir’ esasýnýn tam inkiþafýna mazhar olsun ve felsefe fenleri ile dini ilimler birbiriyle barýþsýn ve Avrupa medeniyeti, Ýslâmiyet’in hakikatleriyle tam musalâha etsin ve Anadolu’daki mektep ve medrese ehli birbirine yardýmcý olarak ittifak etsin diye, Doðu vilayetlerinin merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem Ýran, hem Kafkas, hem Türkistan’ýn ortasýnda, Medresetü’z-Zehra adýnda, Câmiü’l-Ezher üslûbunda bir darülfünun, hem mektep, hem medrese olarak bir üniversite için, tam elli beþ senedir Risale-i Nur’un hakikatlerine çalýþtýðým gibi ona da çalýþmýþým. En evvel bunun kýymetini Sultan Reþad takdir edip yalnýz binasýný yapmak için 20 bin altýn lira verdiði gibi, sonra ben eski Harb-i Umumî’deki esaretimden döndüðüm vakit, Ankara’da mevcut 200 meb’ustan 163 meb’usun imzasý ile 150 bin lira, o zaman paranýn kýymetli vaktinde, ayný o üniversite için vermeyi kabul ve imza ettiler. Mustafa Kemal de içinde idi. Demek, þimdiki para ile beþ milyon liraya yakýn bir tahsisat vermekle, tâ o zamanda böyle kýymetdar bir üniversitenin tesisine her þeyden ziyade ehemmiyet verdiler. Hattâ dinde çok lâkayt ve garplýlaþma taraftarý bir kýsým meb’uslar dahi onu imza ettiler...” (Nursi, Emirdað Lâhikasý/2 , 139., 55. Mektup) Milliyetçiliðe karþýydý Said Nursi’nin, özellikle ulus-devlet’in etnik ve seküler boyutlarýna iliþkin eleþtirileri de, ‘demokrasi’ veya ‘Kürt açýlýmý’ perspektifi açýsýndan kayda deðerdir. Kemalist milliyetçiliðin etno-seküler karakterine yönelik eleþtirilerinde Bediüzzaman, olasý olumsuz sonuçlarý erken görebilmiþ, bu politikalarýn yol açacaðý toplumsal hastalýklara iþaret etmiþtir. Kýrklý yýllarda yazdýðý ‘Milliyetçilik Risalesi’nde ve kendisine karþý yürütülen çürütücü propagandada sürekli vurgulanan “Said Nursi Kürtçüdür, siz Türkler nasýl onun yolundan gidiyor, eserlerini okuyorsunuz?” biçimindeki karalamalara karþý, milliyetçilik/kavmiyetçilik sorununa dair çözümlemeler yapmýþtýr. Bediüzzaman, yaþadýðý dönemde (sonrasýnda da) söylemini gayr-ý meþru addeden siyasal seçkinlere karþý da son derece adil bir tutum içindedir. Etnik ve seküler temelli milliyetçiliðin devlet politikasý olarak uygulandýðý o dönemde yaptýðý þu uyarý ilginçtir: “...milyonlarla ferdi bulunan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanýný unutmayan ve Türklerin hakikî bir vatandaþý ve eskiden beri cihad arkadaþý olan Kürtlerin milliyetini kaldýrýp onlarýn dilini onlara unutturduktan sonra, belki, bizim gibi ayrý unsurdan sayýlanlara teklifiniz, bir nevi vahþettir...” (Nursi, Mektubat, Yirmidokuzuncu Mektub, Altýncý Kýsým, Altýncý Kýsmýn Zeyli) Nursi’nin Kürt açýlýmý Kürt sorununu bir demokrasi ve insan haklarý meselesi olarak görmeyenlerin, dini, sorunun ‘çözüm’ünde bir araç olarak kullanma eðilimlerine karþý da bir uyarýdýr bu. Gerçek demokrasilerde, Osmanlý deneyiminde olduðu gibi, etnisitelerin, dillerinin ve dini inançlarýnýn korunmasý ve özgürce yaþanabilmesi esastýr. Din, ‘etnisiteye dayalý bir birliði’ öngörmez, hele hele onun meþrulaþtýrýlmasýnda kullanýlamaz. Bediüzzaman’ýn soruna iliþkin risale, mektup ve savunmalarýndaki vurgularý, esas itibariyle, ‘özgürlükçü, katýlýmcý ve çoðulcu bir demokrasi’ çerçevesini ima eder. Ýman-özgürlük özdeþliðini sýkça vurgular. ‘Birinin hatasýyla baþkasý sorumlu tutulmaz’ ilkesinde ýsrarcýdýr. Toplumun selameti için bireyin hukukunun çiðnenebileceðine iliþkin tutumu þiddetle eleþtirir. Baþbakan’ýn, yankýlarý ne olursa olsun, içtenliði ve uygulanabilirliði zamana havale edilmesi gereken bu tarihi konuþmasý, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal tarihi açýsýndan son derece kritiktir. Etnik ve seküler milliyetçiliðe dayalý politikalarýn yol açtýðý kronikleþmiþ sorunlarýn çözümü anlamýnda bir eþikten geçtiðimiz söylenebilir. Umulur ki, ‘bu topraklar’ýn meta hikâyesinin bütün sesleri ve renkleri kendini özgürce ifade imkâný bulsun. Said Nursi’nin kestirimiyle bitirmek isterim: “Bizler acele ettik kýþta geldik, sizler cennet-asa bir baharda geleceksiniz...” yucanlar@yahoo.com Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.