Adem Geschrieben 5. Mai 2008 Teilen Geschrieben 5. Mai 2008 HAYREDDÝN KARAMAN ÝLE SÖYLEÞÝ Saffet KÖSE, Mehmet HARMANCI, Halil UYSAL, (Makalat Dergisi 1999-Kasým Sayýsý) S. Köse: Ýlk olarak sizden öðrenmeyi arzu ettiðimiz þey, ilimle temasýnýz nasýl oldu, ne gibi sýkýntýlar yaþadýnýz, ilme baþladýðýnýz dönemlerde ne tür avantajlarýnýz vardý, ne tür dezavantajlarýnýz vardý, bugüne göre soruyorum, özellikle ilahiyat disiplinleri ve fýkýh açýsýndan, bilhassa bu konularda bizi aydýnlatýrsanýz seviniriz. Ben bugünden geriye doðru baktýðýmda -bu bakýþ kolay deðil- insan bugünden geriye bakmak istediðinde, kendini bugünden ve bugüne kadar geçirdiði maceradan tecrid ederek o güne götürmesi kolay deðil, zor. Zannediyor ki ben tamamen çýplak olarak o güne bakýyorum. Öyle deðil. Arada bugünden oraya doðru birçok unsurda bir nevi anakronizm vardýr, yani birçok unsur da seninle birlikte oraya gidiyor. Böyle bir tehlike var. Bugünden oraya bakarken böyle bir tehlikenin varlýðýný da düþünmek lazým. Ama ben inþaallah epey bir düþündüðüm için bu konu üzerinde, yanýlmadýðýmý sanarak, beni ilimle, bilgiyle temasa sevk eden, bugünkülerin çok kullandýðý tabirle 'motive eden' en önemli motivasyon unsuru neydi diye düþünüyorum ve bunun benim mizacýmdaki bilme meraký olduðu kanaatine varýyorum, Bilme meraký! Bu oldukça küçük yaþýmdan itibaren vardý bende. Hattâ çocukça bildiðim þeyleri bile bilmeyenlere anlatmaktan büyük zevk alýyordum. Bunu iyi hatýrlýyorum. Meselâ, ben bir þey öðrendiðimde... Nasýl öðrendiðimde? Bizim ailemizde biraz daha yarý molla insanlar vardý. Tam ailemizin içinde bir dedem vardý. Onun eþi dostu, akrabasý, zaman zaman toplanýrlar; ben de o sohbethanenin bir kenarýnda onlarý dinlerim. Ve bana göre hepsi yeni ve ilgi çekici olan þeyler öðrenirdim. Çoðunu idrak etmem de mümkün deðil. Çünkü metafizik konular, dini konular filan... Ama onlarý bir teyp gibi zaptetmeye çalýþýrým. Ertesi gün mahalle arkadaþlarýmý toplarým, bir þekilde onlarýn ilgisini çekerim, çünkü mahalle arkadaþlarýyla çelik çomak oynanýr; oturup da böyle þeyler anlatýp da onlara dinletmek kolay deðildir. Onun da bir yolunu bulup onlara anlatmaya bayýlýrdým. Onlarýn böyle hayretle bakýþlarý benim hoþuma giderdi. Yani, demek ki imtiyazlý duruma geçmiþ oluyordum; bu da var. Bir kere benim tabiatýmda bilmeye merak vardý; meçhulden, bilmemekten rahatsýz olmak vardý. Bir de bir þey öðrenip anlatmak ve öðretmekten zevk aldým. Bunu erken zamanda almýþ oldum. Bu iki þey beni ilim yoluna sevk etti. Çoðu insaný bilgiye, maiþet kaygýsý itiyor. Bu önemli bir noktadýr. Bir þeyi niçin öðreniyor insanlar? Önce maiþeti mi ön plana alýyor yani? Hattâ Türkiye'de adam olmak da, bir baltaya sap olmak da bu manaya geliyor biraz. Türkiye'de "adam olmak" denildiði zaman; öðrenmek, bilgili olmak, ahlâk sahibi olmak, erdemli olmaktan öte, bir iþi olmak, bir zanaati olmak, bir marifeti olmak, bir kazancý olmak anlaþýlýyor. O halde, demek ki, maiþet ön planda. Maiþet ön planda olunca o maiþeti en iyi saðlayan bilgi hangisi ise o da ön plana geçiyor. O halde burada bir nevi marksist bir görüþün uygulamasý var. Ben de ilme yönelmenin alt yapýsýný, ilim adamýnýn konumu oluþturmadý. O macera ayrý bir maceradýr. Ama benim orada da belki þöyle bir þansým oldu: -onu da buraya ekleyeyim- bu çocukluktaki mizacýmý ve merakýmý izah ettim. Okumaya baþladýðýmda mektebe gittim. Mektep benim meçhullerime cevap veren bir yer olarak gözükmedi. Onun için doktor olmaya karar verdim ortaokula gittiðimde. Çünkü hem ilkokul, hem ortaokul benim meçhullerime cevap veren bir bilim yuvasý deðildi. O mektepler biraz önce söylediðim anlamda adam olmaya yönelik, ona ayarlanmýþ yerlerdi. Belki de bu ön planda olduðu için tatmin olmadým. Orta mektepte bir yýl okuduktan sonra mektebi terk ettim. Ondan sonra birtakým meslek öðrenme tecrübelerim oldu. Onlar da baþarýsýz oldu. Ondan sonra ana babama haber vermeden terk ettim ülkeyi. Yani buna 'firar ettim' derler. Ondan sonra Ankara'ya gittim. Ankara'da üç ay iþportacýlýk yaptým. Tesadüfler beni oraya sevk etti ve o zaman ticaret öðrendim. Bu üç ay Ankara'da Anafartalar-Ulus arasýnda önümde tezgâhýmla iþportacýlýk yaptým. Eðer o yolda yürüseydim muhtemelen namlý bir tacir olabilirdim. Çok zevkli bir þey, iyi para kazanýyor insan. Fazla öyle stresi yok; kafanýzý yormuyorsunuz, alýyorsunuz ve satýyorsunuz. Yeter ki satýlacak malýn, nerede satýlacaðýný bilin. Ben onlarý o zaman öðrendim. Bunun da benim ilmî hayatýmda önemli bir yeri oldu. Neden? Hiç maiþet kaygýsý çekmedim. Sonralarý ben ticaret yapmadým fakat yapabilirim inancý ve ümidi hep benim yanýmda durdu. Deminki býraktýðým yerden devam edeyim: O tecrübeler olmadý, sonunda benim meçhullerimi giderecek anlamda okumaya karar verdiðimde önce bir Kur'an Kursuna gittim. Meselâ, meçhulüm Kur'an okumaktý, onu öðrendim. Fakat dediler ki, bunun daha güzeli Kur'an Kursunda olur. Gittim oraya, onun güzelini de öðrendim. Bu sefer beni baþka bir þey celbetmeye baþladý. Çünkü beni okutan hoca, ara sýra beni dinlerken bir ayete de mana veriyordu, onu da biliyordu, âlimdi. Kur'an Kursu hocasý Süleyman Hoca'nýn ve Ahmet Lütfi Kazancý'nýn kayýnpederi idi. O bazý ayetleri tercüme ediyordu. Bu sefer o beni sarmaya baþladý. Yani dýþýný yalýyoruz; bu Pinti Hamit'in kavanozun dýþýný yalamasýna benziyor. Peynir içinde! Onun tadý yok. Anladým ki ben, biz hep cam yalýyoruz. O zaman hocama dedim ki: "Sizin gibi okuduðumu anlamak istiyorum." Onun tavrý çok önemli. "Kolay olmaz" manasýnda "Ööö!" dedi. Benim mizacýmý bilmediði için, beni tahrik etmek için -böyle demek gerekiyor- o zat onu bilmiyor, o beni caydýrmak için bunu söyledi. Halbuki bana bundan iyi bir doping olamazdý. Bu meydan okuma anlamýna geliyor. Yine benim mizacým devrede: Bu neden zormuþ? Senelerce Arabiyyat okumak lazým, dedi. Ondan sonra benim hiç adýný bilmediðim þeyleri yani sarf, nahiv, mantýk vb. demiþ olmalý. Benim bilmediðim bir þeyler saydý; bunlarý okumak lazým, bunlar zor, seneler sürer, sen askere gideceksin. Dedim ki, baþlayalým, sen gerisine bakma. "Ben okutamam, yasak! Burda ben Kur'an Kursu hocasýyým, Arapça olmaz." dedi. Olsun, evinde okut. Evde de olmaz, beni gözetlerler, görürler. Bir baþkasýný söyleyeyim; o okutuyor, sen git orda oku, ama bir daha düþün. Okuyup da dilenci mi olacaksýn? Hep bu maiþetle öðrenme zevki! Konjoktürel olarak haklýydý. Çünkü etrafýndaki âlimler, medrese mezunlarý, medresede müderrislik yapmýþ insanlar iskat, zekât, sadaka-i fýtýrla geçiniyorlardý. Onlarý bildiði için o anlamda söyledi. Bir kýsmý da Ramazanlarda cerre giderdi gelirdi, bir yýl onunla geçinirdi. Ýlim sahiplerinin boyunlarý büküktü. Ýnsanlarýn ellerine baktýklarý için emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker de yapamazlardý. Ýþte bunu gördüðünden dolayý, "Okuyup da dilenci mi olacaksýn? Ben sana bir manifaturacý tavsiye edeyim; git orda bir tezgâhtarlýk öðren, indir kaldýr, mal al sat. Gelince de ayný iþe devam eder, sonra da kendin manifaturacý olursun, tüccar olursun, itibarlý bir insan olursun" dedi. Bakýn yine orada ön plana geçen þey, maiþet! Halbuki benim önceliðim bu olmadýðýndan bu beni etkilemedi. Ben dedim ki, maiþet hiç önemli deðil. Hocam, ben dilenci olmadan geçinirim. Fakat ben bilmek istiyorum. Bilmek ayrý bir þey. Ben bunu istiyorum. Sonra o bana birilerini tavsiye etti. Gittim ben, okumaya baþladým. Benim ilimle temasýmýn psikolojik, belki de sosyal psikolojik arka planý bu. M. Harmancý: Tahsil hayatýnýzda kimlerden ders aldýnýz? Hocalarýnýz kimlerdi yani? Nasýl insanlardý? Üzerinizdeki etkileri ne oldu? Onlarý bize tanýtýr mýsýnýz? Benim ilk Kur'an hocam Zahide isimli anneannemdi. Bence en önemli hocam bu. Çünkü Kur'an okumaya karar verdiðimde þöyle bir olay oldu. Bilme merakým vs. var ama araya delikanlýlýk girdi, firar ettim filan. O zaman artýk metafizik meçhuller beni meþgul etmiyordu. Döndüm geldim, kendime göre bir dünyevi hayat kurmak istiyorum ama önümde engeller var. Bu engelleri nasýl aþacaðým? O konuda plan program yaptým. Yaþýmý büyüteceðim, babama haber vermeden erken askere gideceðim geleceðim ya da gelmeyeceðim, askerde kalacaðým, vs. Bir hayat kuracaðým. Öyle bir þey planlamýþtým. Bir kýþ günüydü, avarelik var. Arkadaþlarla çýkýp yaramazlýk yapýyoruz. Gece gündüz kar yaðýyor o gün. Tabiat müsaade etmiyor dýþarý çýkmaya. Evde soba yanýyor, ben pencereden dýþarýyý seyrediyorum yalnýzca. Biz 'ebe' diyoruz anneanneye. Ebemle ben varým. Ebem þu cihetten önemli, benim hocam da onun memleketinden; Ahýskalý. Ahýska'yý bilirsiniz. 93 harbinde onlar göçmüþler daha önce Ahýska'dan. Durumu müsait olduðu için Ýstanbul'a gelip Ýstanbul medreselerinde okuyup icazet alýp dönmüþ Rüþtü Efendi diye bir zatýn kýzý, yedi çocuðundan birisi, en büyüðü bu Zahide. Benim annemin annesi. Sonra orayý Ruslar istila edince ya da harp konulunca ve biz yenilince, 93'te biliyorsunuz bir çok yerden muhacerat var, ordan da muhaceret yaþanmýþ. Bunlar dünyanýn ortasý diye Çorum'a gelmiþler. Çorum'da bu Rüþtü Efendi güzel bir arazi almýþ. Çorum'da olmayan meyvalar yetiþtirmiþ bahçesinde birkaç sene içerisinde. Çocuklarýnýn orada ahlâksýz olacaðýna kanaat getirmiþ. Vilayette, þehirde, o günün þehrinde, hani þimdi zamane bozuldu falan diyorlar ya, bunun üzerine Çorum'a 20 km. mesafede bir arazi satýn almýþ, orda bir çiftlik kurmuþ ve Hz. Peygamberin hadisinde bildirdiði gibi koyunlarýný almýþ daða çekilmiþ. Yani bu isabetli olmuþ, isabetsiz olmuþ, o ayrý. Bunu yapmýþ adam. Orda bir kâhya bulmuþ, ona rençberlik yaptýrmýþ. Kendisi balcýlýk yapmýþ. Çocuklarýný da sadece ahlâksýz olmaktan kurtarmýþ. Yani burada hayrýn selbî olanýný, yani þerrin defini elde etmiþ ama hayrýn celbini, maslahatýn celbini pek düþünememiþ, ön plana alamamýþ. Çocuklarýnýn hiçbirini okutmamýþtý. Çünkü okuma yazma bilmeyen çocuklarý vardý. Ben onlarýn yedisini de tanýdým. Kendisini görmedim. Benim ebem bir kadýn mollaydý. Yani Kur'an bilir, eski o Mýzraklý Ýlmihal, Ahmediye, Muhammediye filan gibi kitaplarý okur, böyle bir insan. Oturmuþ o gün Kur'an-ý Kerim okuyor. O Kur'an-ý Kerim'i her zaman okuyor. Beni de küçüklüðümde evde yaramazlýk etmesin diye kadýnlara göndermiþlerdir. Orda da 29 harfi öðrenmiþim. Ben bunu her zaman dinliyorum. O gün iþte, zamaný gelmiþ diyelim, böyle bir doðrusu metafizik motiv de var, onu da söylemek gerekiyor herhalde. Ben dýþarýyý seyrederken ebem de arkamda, benim arkamda fýsýltý halinde Kur'an okurken, o Kur'an'a ben çarpýldým o gün. Olay bu! Kibrit bu oldu. Tarif edilemez bir zevk aldým ondan ve ben mutlaka bunu okumayý öðrenmeliyim, dedim. Ondan evvel beni bunun için kurslara göndermiþler. Kurs dediðim, affedersiniz yanlýþ söyledim, mahallelerde kadýnlar vardý, haným hocalar. Ablalarýmla beraber beni de göndermiþler ama ben yaramazlýktan baþka bir þey yapmamýþým oralarda. Ebeme dedim ki: "Ben bu Kur'an-ý Kerim'i okumak istiyorum." O da þöyle gözlüðünün üstünden baktý. Tabiî, benim böyle bir teklif yapmam mümkün olmadýðý için önce yani öyle baktý. Yani 'benimle alay mý ediyorsun?' anlamýnda baktý. Ciddi olduðumu görünce de aðladý. Bir anda gözünde iki damla yaþ belirdi. Ciddi olduðumu anladý. Çünkü, olur, dedi. "Hemen bir elifba bulalým" dedi "Ýnþaallah baþlayalým." "Yok" dedim "elifba deðil, bu mushaftan þimdi öðrenmeye baþlayacaðým." Önce olmaz diyecek oldu; baktý, ýsrar ederse ben vazgeçerim. Elifba yok, elifbayý orda görmüþüm, hoþuma gitmemiþ vaktiyle, çocuklukta. O da akýllý bir kadýn olduðu için Kur'an-ý Kerim'in sonunu açtý. (Uzun bir süre o mushafý sakladým ben, Fakat çok fazla yýpranmýþ oldu, sonra defnettim o mushafý. Dýþý keten kaplý, kýrmýzýya yakýn sarýdan kýrmýzýya yakýn sayfalý bir matbu Kur'an idi.) Nâs sûresini açtý, onu da ezbere biliyorum zaten. Ama dedi ki bana, þimdi þurdan baþlayalým, madem öyle istiyorsun. Harfleri biliyorsun, iþte bak þu Kaf týr. Bir de orda heceleme yoluyla okuturlardý, onu da yapmadý. Bana dedi ki: (kýsaca söylüyorum) Bu Kaf týr, bunun üstündekine ötre derler, bu bunu "ku" okutur. Þu da Lâm'dýr, buna da cezim derler; bunu buna vurduðunda "kul" diye okunur. Zaten "kul"ü biliyorum; burda ötre ile cezmin fonksiyonunu öðrenmiþ oldum. Birinci satýrý bana böyle anlattý. Dedim tamam, bundan fazlasýný taþýyamam ben. Bunu kendi kendime bir öðreneyim, tekrarlayayým. Bir hafta ebemle evde çalýþtýk ve Kur'an okudum. O günden itibaren dýþarý çýkmadým. Yani her gece biz sinemaya gidiyoruz, kahveye gidiyoruz, kâðýt oynuyoruz, tavla oynuyoruz; öbür cinsin küçüklerini, bizim yaþýtlarýmýzý tanýmaya çalýþýyoruz mahallelerden, nerede kim var 15 yaþlarýnda falan. Akþam da parolamýz ýslýktýr. Bir ýslýk duydunuz mu zincirler tutmaz! O günün akþamýnda ýslýklar bana menfur geldi. Islýklara cevap vermedim. Ertesi günün gündüzünde de dýþarý çýkmadým. Ýþte bu, yani o, bir süratli dönüþ oldu. Benim ilk hocam Zahide ebem oldu. Onunla biraz uðraþtýktan sonra, "Kur'an Kursun'a git artýk" dedi "benim bundan sonra tecvidim pek güzel deðildir, tecvidi orda okuman lazým." Orda Hafýz Kemal Efendi vardý, ondan biraz tecvid öðrendim, Kur'an-ý Kerim'i düzgün okumayý öðrendim. Bir iki bir yer ezberledim. Yaþým ileri olduðu için hýfza karar vermedim. Zaten hafýz olmayý istemiyordum, öyle bir þeyim yoktu. Ýþte orda Arapça okumaya karar verdim. Daha doðrusu Kur'an'ýn anlamýný öðrenmeye, okumaya karar verdim ve o da yine Ahýska'dan bu sefer 937de kendisini orda idam edecekleri için bunu önceden istihbar edip bir arkadaþý ile birlikte kaçýp Türkiye'ye sýðýnan Server Efendi adýnda bakkallýk yapan bir hoca efendiyle tanýþtým. Beni ona gönderdi. Geldim, o hoca efendi bakkal yaþlý. Bir oðlu var. Okuyanlar dilenci oluyorlar diye oðlunu -çok ilginçtir, bozulmasýn diye mektebe göndermemiþ- dilenci olmasýn diye de okutmamýþ, terziye vermiþ. Adý Mustafa, oðlu var, kýzlarý var, talebeleri var. Talebelerinin içinde oðlu yok! Bunu tekrarlýyorum: Kim var? 65 yaþýnda biri var. Aklýný takmýþ, insan yaþlanýnca da okuyabilir, merak etmiþ öðrenmiþ; falan þu yaþýnda okumuþ, filan bu yaþýnda. Geliyor gidiyor, 5 senede daha sarfý sökememiþ. Böyle bir insan ama hocayý meþgul ediyor. Ondan sonra anlayan bir müezzin vardý; o anlýyor. Bir de verem hastalýðýna yakalanmýþ Alacalý biri vardý. O da ölmeden önce biraz okuyayým da molla olarak öleyim diye hoca efendiyi iþgal ediyor. Etti üç. Bir de bir caminin imamý vardý, o dört kiþi. Böyle anlattýðým gibi geliyorlar, ondan okuyorlarmýþ, tekrarlýyorlarmýþ. Bir de ben gittiðimde izhar okuyorlarmýþ. Ben hocanýn elini öptüm. Ben de okumak istiyorum, dedim. Hoca da gene "ööö..." demedi ama "iyi de biz izhar okuyoruz. Ya sen bekleyeceksin, bunlar tekrar ederken baþtan baþlayacaksýn ya da anlayamazsýn." dedi. Þimdi benim çok hevesli olduðumu ve beklemek istemediðimi görünce 'Yahya Efendi'ye -yine bakkallýk yapan- Molla Yahya'ya git, o sana Sarf okutsun, Sarfý bilir" dedi. "Sarf okutsun, ondan sonra biz de bunu bitiriz, Avamil'den baþlayacaðýz tekrar, sen de Sarfý orda okursun, gelir Avamil'den baþlarsýn." Ýþte bu tarzda bununla anlaþtýk. Molla Yahya Efendi'ye gittim. Molla Yahya Efendi gerçekten ikmal edememiþ bir zat fakat ilme âþýk ve iyi bir pedagog. Bende aþk hâsýl olmuþ, beni yönlendirmede onun da çok rolü oldu, bana cesaret verdi. Benim bu konuda kabiliyetli olduðumu, hattâ biraz abartýlý olarak söyledi. Çünkü onun okuduðu bir süre var, diyelim ki þu kadar sene uðraþmýþ o da o Sarfla. Biz onu üç ayda kayýtsýz bir Sarf Nahiv kitabýndan okuduk beraber. Þu da ilgilendirmiyor sizi ama kültür tarihimizi ilgilendiriyor: "Bana bir Emsile bul da gel" dedi. Üç gün Çorum'da Emsile aradýk, Çorum'u baþtan sona taradýk. Bir Emsile kitabý! Ben de onu yeni harflerle yazdým "em si le" diye. Ne kadar zor geliyordu, nasýl aklýmda tutacaðým bu 'emsile' kelimesini diye. Çünkü hiç duymamýþým Emsile'yi. Neyse, onu arýyoruz arýyoruz. Çoðu insan babasýnýn kitabýný yakmýþ, çoðu da gömmüþ korkusundan. Yani evde aranýr, bunlar bulunur, baþýmýza iþ çýkarýr diye korkuyor insanlar. Ýþte, vardý ama yavrum filan, diyorlar, bir iki bir þey çýkarýyorlar, hiç alâkasý yok onunla. Yine de adam, Allah razý olsun, kendisi mi hoca efendi mi onu unuttum ben, Server Efendi mi kendisi mi bana kayýtsýz bir Sarf Cümlesi buldular da (kayýtsýz malum, harekesi olmayan, izahatý olmayan demek) onu buldular, onunla baþladýk. Üç gün bir vilayette Sarf kitabý bulamamýþtýk. Zahide Haným, Kemal Efendi, Yahya Efendi, sonra Server Efendi... Server Efendi'den Izhar'ý bitirdim. Kâfiye'nin ortalarýna geldiðimde Ýmam-Hatip Mektepleri açýldý. Askerliðim de yaklaþmýþtý. Çok sardý beni bu iþ fakat askerlik kesecekti. Askerlik iki seneydi o zaman. Belki de ondan sonra ya hevesim kaçar ya da hayat beni deðiþtirir. Ýstemiyordum araya bir þey girsin. Ýmam-Hatipler açýlmadan Mýsýr'a kaçmaya karar verdim. Uzatmýyorum bunlarý. Engeller çýktý. Beni götürecek adam, Suriye'de Konyalý öðrenciler var, dedi. Ellili yýllarýn baþlarýnda oluyor bu iþ ya da kýrklý yýllarýn sonunda, ellili yýllarýn baþlarýnda oluyor þu söylediðim. Daha Ýmam-Hatip açýlmamýþtý. Ýþte o zaman Konyalýlardan kim vardýysa Suriye'de, onlarla ben görüþeyim de onlar seni Mýsýr'a gönderebilirlere ben seni oraya götüreyim, Suriye'ye. O zat, Davut isimli bir zat bana bunu söz verdi. Kaçakçýydý kendisi, sýnýrda vuruldu. Ýyi ki beni götürmemiþ o zaman. Orda tabiî bu iþ akim kaldý ama yine ben Mýsýr projesi üzerinde dururken Ýmam-Hatipler açýldý. O arada çok uzun maceralar var, onlarý geçiyorum. Nasip Konya'ymýþ, Konya'ya geldik. Konya'da birinci sene girdim. Mehmed Doðru vardýr, sizin hemþehriniz, yani Konyalýlarýn hemþerisi Mehmet Doðru'nun bulunduðu bir 'F' sýnýfý vardý. Ben ilk sene gittim, 951'de açýlmýþ, bir iki ay geç gittim. Çünkü evrakým natamamdý, yaþ meselem vardý falan filan... Fakat düþün iþte, bir efelik yapmýþ, Ankara'da ticaret yapmýþ, sonra Orta Mektebe girmiþ çýkmýþ bir adamým iþte. Boyum poþum da fena deðil, saçým sakalým da güzel, kýlýðým kýyafetim de iyice. Bu tarzda gittim Konya'ya. Müdür dedi ki: "Evrakýný býrak, hemen sýnýfa gir. Bir ayýn kaldý, bir ayýn bile tam deðil. Bütün ödevlerini, imtihanlarýný tamamlayacaksýn, sana müsamaha edeceðim." dedi. Ali Rýza isimli bir eski avukat, yaþlý bir zattý. Bir de onun kâtibi vardý, mütekait astsubay. O beni aldý sýnýfa götürdü. Ben sýnýfa girince sýnýf rap diye ayaða kalktý. Beni müfettiþ sanmýþlar. Oranýn ulemasýndan, Konya ulemasýndan Abdullah Ulubay Hoca Efendi vardý, Konya Müftüsü diye tanýnýrdý. O da akaidden imtihan ediyormuþ çocuklarý. Sobanýn baþýna oturmuþ, o da paltosunu düðmeleyerek þöyle kalktý. Þimdi ben ne yapayým? Kâtip beni içeriye koyun katar gibi kattý gitti de ben kapýnýn içinde kaldým. Millet de kalktý, hoca da kalktý. Sonunda böyle lafla anlatmaktansa dedim, süratli bir þekilde kendi kendime, hocanýn elini öpeyim, hocanýn elini öperken de ben talebe olarak geldim diyeyim, dedim. Ben zaten elini öpmeye -çok zekiydi hoca. Hoca bilir ki cumhuriyetin müfettiþleri, yaþý kaç olursa olsun, hocanýn elini öpmez- ben elini öpmeye eðilir eðilmez, býyýk altýndan çok hafif güldü, onu ancak ben yakaladým ve hemen oturdu. Bana da, otur bakayým þuraya, dedi. Verin þuna bir kâðýt, dedi. Daha ben akaid kelimesini yaz deseniz eski harflerle yazamam. O çünkü Izhar'da geçmemiþ! Bir de kâðýt verdiler. Akaid okutmuþ hoca, imtihan ediyor. Bana da soruyu yazdýrdý, Ben de kafamla cevap verdim ve beþ numara aldým on üzerinden. En kýymetli notumdur bu benim Abdullah Ulubay Hoca Efendi'den okumadan aldýðým beþ numara. Ýtikadým saðlammýþ. Zaten malum, akide biraz akýldýr, kelâmdýr, biraz da mantýktýr. Herhalde onunla bir þeyler yazmýþ olmalýyým. Bir de o dede sohbetlerinden kulakta kalan þeyler de varmýþtýr. O sene bir ay falan, ben imtihanlarý tamamladým ama gene evrakta problem çýktý ve beni okul kabul etmedi. Bir ay sonra uzaklaþtýrdýlar, çok sevdikleri halde, beðendikleri halde. Ne diyorum, mevzuat bakýmýndan beni okuldan attýlar. Ben de hoca efendiyi tanýmýþtým, Hacý Veyiszade Mustafa Efendi'yi. Onu tanýyýþýmý da çok kýsa anlatayým: Konya'ya geldiðimin ikinci günüydü. Güven Oteli vardý. Kapý Camiinin yanýndan giden bir yol vardý. Kapý Camii saðýnýzda kalýr, bir yol Tevfýkiye caddesi, çok geniþ olmayan bir caddeydi, orda Yalçýn Oteli diye bir otel vardý. O otele yerleþmiþtim. Ýþte mektebe kaydoldum, yer arýyordum falan; bir de gideyim, bir namaz kýlayým dedim. Aziziye Camiine gitmiþim, orda da hoca efendi namaz kýldýrýyor. Lâkin bana göre "Allahe Ekber" diyor. Yâ dedim, saçlý sakallý bir zat, yaþýný baþýný almýþ, Konya gibi bir yer, böyle bir cami, þehrin ortasýnda... Daha "Allahu Ekber" demesini bilmiyor "Allah" mübteda "Ekber" de haber, yani bu merfu, bu nasýl "Allahe" oluyor? Saðdan baktým olmuyor, soldan baktým olmuyor; bu yanlýþ, ben bunu bir düzelteyim, dedim, karar verdim. Ondan sonra namaz bitti. Merdivenlerden ineceði yere kadar takip ettim onu. Orda yanýnda insanlar azaldý, mahcup etmeyeyim istiyorum. Yanýna sokuldum "Selamün aleyküm hocam" Dedim ki: "Siz 'Allahe Ekber' diyorsunuz" ve hem de ukalâca arkasýndan, "Allah" mübteda "Ekber" de haberdir, dedim. Bu merfu olur "Allahu Ekber" denir, siz niye "Allahe Ekber" diyorsunuz? "Öyle mi dedim babam?" dedi. "Öyle dediniz" dedim. "Sen nerelisin?" dedi. Falan yerliyim, adýn ne, filan... "Maþallah maþallah" dedi, þöyle kafamý sývazladý. Hiç oraya varmadý artýk ondan sonra. Dediydin demediydin falan diye. Maþallah dedi. Niye geldin buraya? Okumaya. Ýyi iyi, dedi. Aman dedi, oku çalýþ falan dedi. O gün hocayla maceramýz bu kadar. O gitti. O gidince ordakiler dediler ki (orda bir takým adamlar da bizi dinlediler) "Sen bunun kim olduðunu biliyor musun?" Yoo, dedim. Buranýn imamý herhalde. Ýþte buna dediler "Hacý Veyiszade Mustafa Efendi derler." Bu âlimdir, dediler, bu büyük âlim bir zattýr! Yaa, öyle mi, dedim. Yine de içimden diyorum ki, âlim ama yine de "Allahu Ekber" demeyi bilmiyor! Ýþte hoca efendiyi ilk tanýyýþým böyle oldu. Sonra beni mektepten çýkarýnca, tabiî biz böyle "ööö"ye karþý þeyiz ya o bize muharrik geliyor. Ben bu mektebe girerim dedim; tavan, baca ve dahi tekmil delikleri kullanýr, buraya girerim. Ne olursam olayým girerim. Hani var ya Mevlânâ'da; "Bâza" diyor zaten. "Bâza" dediler geldik Konya'ya. Biz burdan gelin olmayýz, gireceðim buraya. Yalnýz bu sene olmayacak, bu iþ anlaþýldý, dedim. Ýkinci yýl için hazýrlýk yapýyorum, her türlü hazýrlýk yapýyorum. Bu meyanda da Kâfiye derslerimi devam ettirmek üzere hoca aramaya baþladým. Yolum o "Allahe Ekber" diyene çýktý. Yani adresler onu gösteriyor kime soruyorsam. Bir de onun Cemil Efendi diye bir talebesi vardý. Alaaddin Sarayý'nýn orda bir cami var, þöyle Alaaddin Tepesi'nin arkasýnda, o caminin adýný unuttum -ya da vardý diyeyim- yani Alaaddin Tepesi Sarayý var ya, ordan o Dedeler Bahçesi vardý, oraya yöneldiðinizde hemen saðda bir cami var. O caminin imamý Cemil Efendi diye bir zat vardý, o hoca efendinin talebelerindendi. Kâfýye'yi ondan bitirmemi tavsiye etti hoca efendi. Ben tekrar derse baþladým. Cemil Efendi'yle Kâfýye'yi okuduk ama bu arada iþte hoca efendi evde Tecrid okutuyordu. Kendi evinde onun Tecrid derslerine devam ediyorduk. Mevlânâ'ya yakýn bir yerde bir evi vardý hocanýn. Mektepteki hocalar dýþýnda Akþehirli Ahmet Efendi'yi tavsiye etiler. Akþehirli Ahmet Efendi'den mantýk okumak istedim sýra oraya geldiðinde. Ama o mantýk okutmadý, baþka bir þey okuttu. Bir iki ay onun derslerine devam ettik kulaklarý çýnlasýn Ali Osman Koçkuzu ile birlikte. Kapý Camii'nde vaaz ederken hoca Mülteka'yý takip ediyordu. Orda onun derslerini izledik biz, hattâ kitabýmýzý alýr giderdik. O da onu okuyarak vaaz ediyordu. Sonra Farisi'ye merak sardým. Muhsin Koner diye bir zat vardý, belediye baþkaný. Farsça bilirdi. Mezhebinin Özü diye bir kitabý vardýr. O iyi bilir dediler Farsça'yý. Ben de gittim onun evini buldum. Bana Farsça okut, dedim. O da -onun tabiriyle söylüyorum- "Kürt Arif" vardýr dedi -onun tarifiyle söylüyorum, bana göre deðil- Arif Etik, hocadýr, abidir, daha doðrusu bizim için hocadýr; onu tavsiye etti bana. Bir de Bekir Haki Efendi diye bir zat vardý. O da Buhara'dan gelmiþti, o da Farsça'yý çok güzel bilirdi. Bekir Efendi'den ben Farsça okumadým fakat onun sohbetinde bulundum. Arif Hoca'ya gittim. Ondan da Farsça okutmasýný istedim. O zaman hoca psikolojik olarak rahatsýzdý. Sinirlendi Farsça okumak istiyorum dediðim zaman. Anlamsýz ama böyle iþte. Tuhaf bir hali vardý. Ýplikçi Camii o zaman müzeydi. Ona çok yakýn bir kitapçý dükkâný vardý. Ben biraz üzerine gidince iþin; bir ay sonra gel, dedi. Tam otuzuncu gün damladým buraya. Selâmün aleyküm hocam, bana söz verdiydiniz dedim. O zaman hiçbir laf söylemeden raftan bir Zeban-ý Farisi diye bir kitap çekti. Farsça öðretmek için yazýlmýþ Osmanlýca bir kitap. Hemen derse baþladým. Arif Hoca bana Farsça okutmaya baþlayýnca, oðlunun söylediðine göre, kendisi de Mesnevi okumaya baþlamýþ. Çünkü Mesnevi'den Seçmeler diye bir kitap vardý, onu da okuturdu bana Zeban-ý Farisi yanýnda. Hoca o münasebetle Mesnevi okumaya baþlamýþ geceleri kalkýp sabah namazýndan önce. O zaman namaz falan da kýlmýyordu, rahatsýzlýðý öyleydi. Mesnevi okumaya baþlamýþ o seherlerde Mesnevi okuyarak iyileþti hoca, tekrar saðlýðýna kavuþtu. Hattâ ondan sonra Ýmam-Hatip mektebine hoca oldu, Ýslâm Enstitüsüne hoca oldu. Ayrýldýktan sonra da onunla dostluðumuz devam etti. Belli bir süre sonra da ben bu Farsçayý kendi kendime artýk devam ettirdim. Konya'da bir de tabiî mektebin içinde sýradan hoca olmayýp farklý hoca olduðu için kendisinden farklý anlamda istifade ettiðim hocalar vardý. Bunlarýn da baþýnda Tahir Elliiki diye bir zat gelir. Konyalýlar "Ellliikinin Tahir Efendi" derlerdi herhalde o zata. O darülfünun ilahiyat mezunu bir hoca efendiydi. Dükkâný vardý, ticaretle meþgul olurdu. Bu mekteb de açýlýnca buraya hoca olmuþtu. Ondan da çok istifade ettik. Sýra dersi dýþýnda, mektep dersi dýþýnda benim bu Konya'daki hocalarým þu anda hatýrlayabildiklerim kadarýyla bunlardýr. Ondan sonra Ýstanbul'a geldik. Ýstanbul'da da bizim o zaman mektebimizde de, yani Yüksek Ýslam'da da mesela Celal Hoca gibi, meþhur Ýzmirli'nin talebesi gibi deðerli hocalar vardý. Doðrusu onlardan da istifade ettik. Bunun dýþýnda, yani mektep dýþýnda Yusuf Cemil Efendi diye ya da Hafýz Yusuf Bey diye bir zat vardý. Bu merhum Akifin dostlarýndan. Burda da o zata devam ettik bir kaç arkadaþýmla. Bekir Bey, gene þimdi Fars dalýnda Prof. Mehmet Nazif Þahinoðlu diye bir arkadaþýmýz vardý o, ben, bir kýsa müddet Esad Coþan Hoca o zaman tabiî, hoca deðildi, öðrenciydi, Necati Lugal diye bir zat vardý, onun talebesiydi; onun tavsiyesiyle o da biraz hocaya devam etti, o hoca efendiden istifade ettik. Mektepte birçok hoca efendi geldi geçti, onlarýn hepsini derleyip toparlamak zor. Saffet Köse: Fýkýh mirasýmýz ve fýkýh usûlü ile ilgili iki sorum var. Birincisi, fýkýh mirasýmýzýn günümüz hukuk dünyasýnýn istifadesine sunulabilmesi için çalýþmalarýmýzda nasýl bir yöntem izlemeliyiz? Sözgelimi günümüz hukuk dünyasýna ancak 20.yy. baþlarýnda girebilmiþ olan önemli birtakým teoriler var. Sadece bir vakýanýn tespiti olarak söylüyorum; bunlar bir teori oluþturabilecek zenginlikte fýkhi mirasýmýz içerisinde yer alýyor. Bunu bizzat modern hukukçular itiraf ediyorlar. Bu alanda fýkýhla meþgul olanlar nasýl bir yol izleyerek çalýþmalar yapmalýlar? Fýkýh usûlü ile ilgili sorum da þu: Elimizde fýkýh usûlü gibi gerçekten orijinal bir disiplin var. Günlük hayatla fýkhýn baðlantýsýný kurmak da bu usulü özümsemekten geçiyor. Ancak usûl-i fýkýh kitaplarýna baktýðýnýzda hep ayný örneklerin tekrarlandýðýný görüyoruz. Niçin fýkýh usûlü kitaplarýndaki örnekleri güncelleþtirmiyoruz? Tabii klasik örneklerin yanýnda Ýslâm'ýn temel esaslarýný deðerlendirirken þekil ile öz arasýndaki dengeyi nasýl kuracaðýz? Sözgelimi tarihte bir tarafta bâtýniler, diðer tarafta zahirîler var. Günümüzde de bunlarýn uzantýlarýnýn olduðunu biliyoruz. Bunu nasýl aþarýz? Fýkýh usulünde, daha ziyade eskilerin (taklitçi fukahânýn) yazdýklarýnda örneklerin deðiþmemesinin sebebi özümseme eksikliði ve hata etme korkusudur. Yeni yazýlanlarda kýsmen de olsa örnekler zenginleþtirilmiþtir. Naslarý deðerlendirirken (yorumlarken ve bunlardan hüküm çýkarýrken) þekil ile öz arasýndaki dengeyi nasýl kuracaðýmýz sorusunun cevabý büyük ölçüde klasik fýkýh usulü eserlerinde vardýr; bunun için kýyas, illet-hikmet, istýslah, istihsan, örf gibi konulan incelemek gerekir. Günümüzde þekil-öz dengesi ile ilgili problem tartýþýlýrken çaðdaþ hayattan gelen baskýlar, kurulmasý matlup olan dengeyi olumsuz etkilemektedir. Saðlýklý yol, kendimizi baþkalarýna beðendirme uðruna deðiþtirmek ve bozmak deðil, kendimiz olmak, kendimiz kalmak, deðiþmek isteyen baþkalarýna alternatif sunmak, Allah'ýn murat ettiði hayat tarzýný keþfetmek ve yaþamak için gerekeni yapmaktýr. Meseleye bu perspektiften bakýldýðýnda asla deðiþmeyecek þekillerin ve kesin olarak zayi edilmemesi gereken özlerin daha iyi, daha saðlýklý yakalanabileceðini ve saðlýklý dengenin kurulabileceðim umuyorum, Mehmet Harmancý: Ýslâm hukuku bünyesinde "usul-i fýkh (hukuk felsefesi)nin yeri ve önemi nedir, sizce? Bugün Ýslâm hukuk telif ve tercemesinde Ýslâm hukuk felsefesine yeterince aðýrlýk verilmekte midir? Ýslâm hukukunun yarýnlarý ve yarýnlarda Ýslâm hukukunun misyonu açýsýndan bu durumu deðerlendirir misiniz? Usulü'l-fýkh ilim dalýný tek baþýna hukuk felsefesi de, hukuk metodolojisi de ifade edemez, Fýkýh usulü ilmi kýsmen bunlarý içeren ama aþan, Ýslâm'a mahsus, müslüman âlimler tarafýndan telif edilmiþ bir ilimdir. Günümüzde Ýslâm hukuku alanýnda yapýlan çalýþmalarý, taklit (eskilerin tekrarý) ve tahkik (araþtýrma, inceleme, ictihad) mahsulü çalýþmalar diye iki gruba ayýrmak gerekir. Taklit mahiyetindeki çalýþmalarda asýl fýkhý üreten müctehid, usulünü de kullanmýþ, ona gerektiði kadar aðýrlýk vermiþtir. Tahkik mahsulü yeni çalýþmalar da kendi içinde iki gruptur. Bunlardan birinde eski usul ile yeni ictihadlar yapýlmýþtýr. Eski usul de bir müctehidin ve mezhebin usulü olarak deðil, bütün klasik usul olarak ele alýnmýþ ve kullanýlmýþtýr. Ýkinci grup çalýþmalarda usul de yenilenmiþ; deliller, bunlardan bilgi ve hüküm elde etmek için uygulanacak yöntem üzerinde önemli deðiþiklikler ve yenilikler yapýlmýþtýr. Ýslâm modernistlerinin yaptýklarý bu ikinci grup çalýþmalarýn sýhhat ve meþruiyetleri henüz tartýþma aþamasýndadýr. Fýkhýn geleceðini bu iki usulün meþruiyet çerçevesinde izdivacý belirleyecektir. Mehmet Harmancý: Günümüz Türkiyesinde "ulema" diye adlandýrabileceðimiz bir sýnýf var mýdýr? Bu tabirin karþýlýðý olarak "aydýn" ya da "akademisyenden söz edilebilir mi? "Ulema" sýnýfýnýn toplum içindeki fonksiyonu nedir? Bugün o fonksiyonu üstlendiði söylenebilir mi? Ulemâ âlimin cem'i olup yukarýda tanýmladýðýmýz ilim adamý demektir. Aydýn kavramýnýn kökeni yabancýdýr. Akademisyenin bizdeki geçmiþi (selefi) bir ölçüde yüksek medrese hocasýdýr. Medrese veya üniversite tahsilinden yetiþmiþ bir kimsenin ulemâdan biri (âlim) olabilmesi için bir yandan meslektaþlarý tarafýndan, diðer yandan da geniþ halk kitlesince kabullenilmiþ, bazen sivil toplumun, bazen de buna ek olarak resmî makamlarýn itimadýna mazhar olmuþ, sözü dinlenir, görüþleri ve tavsiyeleri kaale alýnýr bir kimse olmasý gerekir. Günümüzde üniversite tahsili ile yetiþip klasik âlimin yerini tutan kimseler vardýr. Mehmet Harmancý: Hukuk vakýa meydana geldiðinde ona yönelik çözümler/yorumlar üretir. Oysa günümüzde karþýmýza problem olarak çýkan meseleler zaten Ýslâm hukukuna aykýrý teorik / pratik yapýlanmadan doðmaktadýr. Bu yanlýþ zeminin doðurduðu sorunlara doðru cevaplar vermek ne kadar mümkündür? Kimi zaman geçici çözüm olarak sunulan birtakým hususlar sorun sahibini rahatlattýðý için onu rehavete de itebilmektedir. Böylece aslen gayr-ý meþru bir durum psikolojik de olsa meþru imiþ gibi aklanabilmektedir? Bu süreci aleyhimize çevirmekten nasýl kurtulabiliriz? Geçmiþte de âlimler fýkýh alanýnda iki çeþit çalýþma yaptýlar, bilgi ve hüküm ürettiler. Birincisi teorik olarak kaynaklardan yola çýkan, normal ve ideal þartlarda olmasý gereken fýkýh. Ýkincisi konjonktürü gözeten, iyi ve kâmil olana geçiþi saðlayan, âcil sýkýntýyý gidermeyi amaçlayan fýkýh. Her iki çeþit çalýþma sürdürülür ve belli zamanlarda, mekânlarda, fert ve gruplarda da olsa kâmil olan yaþanýrsa "geçici ile devamlý, ideal ile reel, zaruret ile azimet" yer deðiþtirmez, aslýn bozulmasý ve kaybolmasý tehlikesi bahis mevzuu olmaz. Halil Uysal: Ýslâm hukuk tarihi çeþitli dönemlere ayrýlmaktadýr. Siz bir Ýslâm hukuk tarihçisi olarak cumhuriyet dönemi Türkiye'sini hukuk tarihi açýsýndan hangi baðlamda deðerlendiriyorsunuz? Ýslâm hukuku bütün müslümanlarýn hukuku olduðu için onun uygulanma ve iþlenme tarihini de Ýslâm ülkelerinin bütünü çerçevesinde ele almak gerekir. Meseleye yalnýzca Türkiye açýsýndan bakacak olursak cumhuriyet döneminde Ýslâm hukukunun uygulanmasýný resmî olan ve olmayan þeklinde iki alanda deðerlendirmemiz daha doðru olur. Resmî alandaki uygulama, cumhuriyet kanunlarýndan önceki sabit haklar ve hak doðuran tasarruflarýn tasfiyesi çerçevesinde kalmýþtýr. Resmî olmayan uygulamadan maksadýmýz halkýn, dine baðlýlýðý sebebiyle bilenlerden sorup öðrenerek dünya iþlerini de dinine uygun kýlma çabasýdýr. Müslüman halkýmýzýn büyük çoðunluðu, miras ve aile hukuku ile yiyecek içecek þeyler baþta olmak üzere (bu konularda dine uyma çabasý daha yoðundur) hemen her konuda bilenlerden fetva sormuþlar ve iþlerini buna göre yürütmeye çalýþmýþlardýr. Þu halde resmî olmayan uygulama göz önüne alýnýrsa cumhuriyet Türkiye'sinde de Ýslâm hukuku daima yürürlükte kalmýþtýr denilebilir. Ýlmî çalýþmalara ve araþtýrmalara bakýldýðýnda yine bu dönemde hem 950 öncesinde hem de daha ziyade bundan sonra dünyanýn ilgisini çekecek eserlerin ortaya konduðunu, bu manada Ýslâm hukukuna ilginin kesintiye uðramadýðýný görüyoruz. Halil Uysal: Ülkemizde birtakým kuruluþlar tarafýndan birtakým kongre ve sempozyumlar organize edilmektedir. Bu kongre ve sempozyumlara uluslararasý ya da ulusal bazda farklý kesimlerden katýlýmlar olmaktadýr. Örneðin Konya'da düzenlenen Ýslâm Ticaret Hukuku Kongresine uluslararasý katýlým olmuþtu. Aile Hukuku Sempozyumunda bir anlamda biz bizeydik. Abant'taki toplantýlarda ise bizdeki "siz" ve "biz" ler vardý... Siz bu kongre ve sempozyumlarý nasýl deðerlendiriyorsunuz? Ülkemizde yapýlan ulusal veya uluslararasý kongre ve sempozyumlarýn Ýslâm hukuku ile ilgili olanlarýnýn bir kýsmý yalnýzca ilmîdir, bir kýsmý ise uygulamaya yöneliktir. Konya'da yapýlan Ýslâm Ticaret Hukuku Kongresi bu ikincisine örnektir. Burada ekonomik hayatýnda gönüllü olarak Ýslâmî kurallara uymak isteyenler, baþka sistemlerle iç içe yaþadýklarý dünyada karþýlaþtýklarý problemleri gündeme getirip çözüm istemiþlerdir. Abant benzeri toplantýlar ise daha farklý amaçlara yönelik olup katýlýmcýlar da buna göre belirlenmiþtir. Burada bir araya gelenlerin sorusu, "Ýslâm hukukunu bugün hayatýmýza nasýl uygulayabiliriz, belli problemlerin çözümleri nelerdir?" deðildir. Burada soru, farklý inanç, hayat tarzý ve dünya görüþüne sahip bulunan kesimlerin bir arada, huzur içinde, hak ve özgürlüklerini elde ederek yaþamalarýný mümkün kýlacak düzen ve düzenlemelerle ilgilidir. Bana göre bütün bu ilmî toplantýlar yararlý olmakta, taraflarýn kendilerini tartýp test etmelerini, biribirlerini ve problemleri daha iyi anlamalarýný, çözümleri daha ayaðý yere basýlý olarak aramalarýný saðlamaktadýr. Saffet Köse: Din bizim bayatýmýzýn hangi alanýna, ne ölçüde müdahildir? Yani dinin alaný neresidir? Dinin bizim hayatýmýza müdahalesinin alanýný belirlemek istediðimizde "hayat alanlarýnýn birbiri ile ilgisini" göz önüne almamýz gerekir. Ýnsan hayatý bir bütündür; bölünme sunidir, anlamak ve anlatmak içindir, yaþarken bölünme yoktur, her alan iç içedir. Dinin özü insan-Allah iliþkisi olduðuna göre bu iliþkinin bir alanda kesilmesi, yok olmasý mümkün deðildir; kesilirse o alanda dinsiz olur, halbuki dindarlýk kesinti kabul etmez, Dînî ilimlerde mubah, serbest, sükût geçilmiþ diye ifade edilen alanlar dinin (kul-Allah iliþikisinin) yok olduðu alanlar deðildir, buralarda kulca yaþamanýn belli kural ve þekillere baðlanmadýðý, kesintisiz kulluk þuuru içinde insanýn davranýþ serbestliði içinde bulunduðu anlaþýlýr, Bu þerbetlik de mutlak olmayýp dinin amaçlarý ve genel kurallarý ile sýnýrlanmýþtýr. Helâl olmak þartýyla mü'min istediðini, istediði zaman yer ve içer, Ancak týka basa yiyemez, baþkalarý muhtaç iken lükse kaçamaz, ruh-beden, biyolojik ihtiyaç-ahlâk dengesini gözden ýrak tutamaz. Bilim ve teknoloji yoluyla tabiat üzerinde tasarruf ederken yeryüzünde yaþayan ve yaþama hakký olan insanlar ile gelecek nesillerin zararýna olabilecek eylemlerden uzak durur. Mehmet Harmancý: Ýslâm hukuku âtýl mýdýr? Çaða cevap veremez mi? Bu tür suçlamalar hususunda neler söylemek istersiniz? Ýslâm hukuku ömrünü tamamlamýþ, tarihe intikal etmiþ, hayat alanýndan çekilmiþ deðildir. Ýslâm ve müslümanlar var oldukça böyle bir þeyin olmasý da mümkün deðildir. Bugün müslümanlarýn, geniþ manada fýkýh alanýnda yaþadýklarý sýkýntýlarýn iki önemli arýzî (yapýsal olmayan) sebebi vardýr: 1. Oluþturulmasý ve kullanýlmasý gereken bir usûl ile genelde insanlýðýn, özelde müslümanlarýn muhtaç olduklarý fýkýh hükümlerinin (çözümlerin) yeterince üretilmemesi. Bunun da sebepleri arasýnda fýkýhçýnýn donaným eksikliði, komþu bilgi dallarýndaki yetersizliði, bunu gidermek için yapýlabilecek heyet (farklý ilim dallarýnda uzmanlaþmýþ ilim adamlarýnýn ortak) çalýþmalarýnýn azlýðý, teþviklerin yokluðu vardýr. 2. Müslümanlarýn iþlerini gören, dünya ve ahiret menfaatlerini dengeli olarak saðlayan, baþka sistemlerle rekabet edebilecek, insanlýk için de bir zenginlik, çeþni ve seçenek olabilecek fýkýh kural ve kurumlarýnýn uygulanmasýna izin verilmemesi, çeþitli bahaneler ve yollarla bunun engellenmesi. Türkiye'de ve ona benzeyen ülkelerde faizsiz ekonomi karþýsýnda takýnýlan tavýr burada örnek olarak hatýrlanabilir. Saffet Köse: Batýlý oryantalistlerle bazý Türk hukukçularý Ýslâm hukukunun çaðdaþ ihtiyaçtan karþýlayamayacaðýný, çünkü Ýslâm hukukunun vahye dayalý olduðunu, bu kurallarýn deðiþmez (statik) olduðunu, hayatýn ise sürekli geliþen ve deðiþen bir yapýya sahip olduðunu, deðiþmez kurallarla deðiþen hayatýn ihtiyaçlarýna cevap verilemeyeceðini söylüyorlar. Siz ne diyorsunuz? Ýnsanda binlerce yýldan bu yana ayný kalan yapýlar da vardýr, deðiþen taraflar da vardýr. Deðiþmenin yaratýlýþ amacý yönünde geliþme olarak deðerlendirilecek olanlarý vardýr, sapma ve bozulma mahiyetinde olanlarý vardýr. Vahiy ve ictihad yan yana bulunduðu ve iþletildiði zaman kalmasý gereken kalýr, deðiþmesi gereken deðiþir. Vahyin rehberliði terk edildiði zaman, kýsmen de olsa sapma kaçýnýlmazdýr; çünkü insan kendine yeterli deðildir. Saffet Köse: Bir mezhebi iltizam etmiþ bir müslümanýn diðer mezhep görüþlerinden istifadesi konusunda görüþleriniz nelerdir? Bir mezhebe þuurlu ve bilgili olarak baðlanmýþ, dînî hayatýný bu mezhebin içtihadlanna göre yaþamaya karar vermiþ bir mümin bile ihtiyaç duyduðunda, mezhebinin hükmünü uygulamada güçlük çektiði veya zarar gördüðünde bir baþka mezhebin o konudaki içtihadý ile amel edebilir. Bu caiz deðildir diyen ciddi bir âlim yoktur. Mehmet Harmancý: Ýslâm hukuku alanýnda veya baþka alanlarda bugünden sonra yapmayý planladýðýnýz þeyler nelerdir? Yapýlmasý gerekir diye düþünüp gelecek nesillere, yetiþmekte olan genç hukukçulara tevdi edeceðiniz hususlar var mýdýr? Düne dönüp baktýðýnzda yapmasaydým dediðiniz, hayýflandýðýnýz durumlar oldu mu? Ýslâm hukuku alanýnda bundan sonra bizzat yapacaðým þeyler -Allahu a'lem-þunlar olacaktýr. Daha önce yazdýklarýmý her baskýda yeniden gözden geçirerek tashih ve ikmal etmek. Yetiþebildiðim kadarýyla yeni meselelerin çözümüne katkýda bulunmak; bu maksatla tek baþýma veya grup olarak çalýþmalar yapmak. Ýlmî toplantýlara daha az teblið ile, daha çok da müzakereci olarak katýlmak. Bu alanda yetiþen gençlere rehberlik etmek. Bundan sonra Ýslâm Hukuku alanýnda çalýþanlarýn þunlarý yapmalarýný isterdim: Bu alanda yapýlan çalýþmalar ile bunlarý yapanlar ve uygulama notlarý/ vesikalarý hakkýnda eksiksiz bilgi toplamak, bunlarý tasnif etmek, deðerlendirmek ve yapýlanlardan yola çýkarak iyi bir Fýkýh Tarihi yazmak. Eski ve yeni usûl çalýþmalarýný bir arada deðerlendirdikten sonra günümüz için geçerli ve kullanýþlý bir fýkýh usûlü oluþturmak. Mezhepler ve hukuklar arasý mukayeseli fýkýh kitaplarý yazmak. Tarihe müdahale eden ve insaný dönüþtüren Ýslâm dininin bu özelliðini yansýtan bir fýkýh (ilmihal ve hukuk, iktisat, sosyoloji, siyaset bilimi ve ahlâk) kitabý (külliyâtý) vücuda getirebilmek için heyet çalýþmalarý yapmak. Kulluk iliþkilerimde her an "þu inþaallah iyi olmuþtur, þunu yapmasaydým iyi olurdu" diyorum; bu benim hayat tarzým olduðu gibi bütün müminlerin de böyle olduklarýný düþünüyorum. Ýlim ve vazife hayatýmda piþmanlýk duyduðum bir aþama yok. Bir de Ýngilizce bilsem iyi olurdu deyip duruyorum. Saffet Köse: Tasavvuf-toplum iliþkisi konumundaki düþüncenizi alabilir miyiz? Tasavvuf toplumda nasýl bir iþlev görüyor? Tasavvufa olan ihtiyacý eðitime olan ihtiyaç içinde aramak gerekir. Bilmekle yapmak, anlamakla yaþamak ayný deðildir. Hz. Peygamber'in (s.a.v) mescidi, o hayatta iken hem öðretimi, hem de eðitimi saðlýyordu. Mescid ve medrese bazý zaman ve mekânlarda bu çifte fonksiyonu yerine getirdi, ama her yerde ve her zaman bunu yapamadý. Bilenlerin yalnýzca öðretmekle yetinmesi, halkýn dînî hayatý ve ahlâký ile ilgilenmemesi bu boþluðu dolduracak bilen/ yapanlara ihtiyaç doðurur. Sahtekârlar ve istismarcýlar bir yana, gerçek sûfîler dini bilen, herkes için geçerli bulunan kurallara baðlý, samîmi bir dindarlýk yoluyla erdemler kazanmýþ, olgunlaþmýþ, baþkalarýný müsbet mânâda etkileme güç ve kabiliyeti elde etmiþ kâmil insanlardýr. Allah rýzasýna uygun bir hayat tarzý için böyle insanlara ve bunlarýn eðitimine ihtiyaç vardýr. Mehmet Harmancý: Ýlimle meþgul olan gençlere nasýl bir çalýþma yöntemi önerirsiniz? Baþarýlý olmanýn ve ortaya önemli eserler koyabilmenin sýrrý nedir? Ýlim adamý olmak isteyenlerin Allah vergisi kabiliyetleri yanýnda fedakârlýk, destek ve disipline ihtiyaçlarý vardýr. Destek hem ilim adamlarýndan, hem de servet sahibi insanlar ile devletten ve sivil toplum örgütlerinden gelmelidir. Fedakârlýk ilim yolcusuna düþüyor. Öðrenmek, düþünmek, üretmek zor iþtir; nefsin birçok arzusuna karþý çýkmayý, pek çok maddi kazancý, menfaat fýrsatýný kaçýrmayý gerektirebilir. Disiplin uygun yöntem ile devamlý ve sistemli çalýþmaktýr. Bu üç ihtiyaç/önþart karþýlandýðýnda ilim adamý olmak, ortaya önemli eserler koymak, aðacýn meyva vermesi kadar tabiî hâle gelir. Mehmet Harmancý: Genç ilim talipleri için, "ilim adamý" kimdir, nasýl olmalýdýr diye sorsak neler söylersiniz? Ýlim adamý belli bir ilim dalýnda gerekli bulunan dilleri, usûlü (yöntem, metodoloji) ve temel bilgileri edinmiþ, bunlarla çalýþarak ilme katkýda bulunan insandýr. Ýlim adamý çalýþkan, alçakgönüllü, tartýþma ve öðrenmeye açýk, ilimde cömert (bildirme ve öðretmeyi esirgemeyen), ilmi ile dünyalýk kazanmayý deðil, hizmeti önceleyen, güzel ahlâk sahibi bir kimse olmalýdýr. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.