Webmaster Geschrieben 1. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 1. Dezember 2008 Bu Hutbe-i Þâmiye eseri, Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin otuz beþ yaþýnda iken, Þam'da, Þam ulemasýnýn ýsrarý üzerine Câmi-i Emevî'de irad ettiði bir hutbedir. Çok büyük bir ehemmiyeti haiz olmasý hasebiyle, o zaman Þam'da bir hafta içinde iki defa tab edilmiþtir. Bilâhare müellif Bediüzzaman Said Nursî tarafýndan tercümesi neþredilmiþtir. Arabî Hutbe-i Þâmiye'nin Mukaddemesidir بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Aziz, sýddýk kardeþlerim, Kýrk sene evvel Þam'daki Cami-i Emevîde, Þam ulemasýnýn ýsrarýyla, içinde yüz ehl-i ilim bulunan on bin adama yakýn bir azîm cemaate verilen bu Arabî ders risalesindeki hakikatleri, bir hiss-i kablelvuku ile Eski Said hissetmiþ, kemâl-i kat'iyetle müjdeler vermiþ ve pek yakýn bir zamanda o hakikatler görünecek zannetmiþ. Halbuki iki harb-i umumî ve yirmi beþ sene bir istibdâd-ý mutlak, o hiss-i kablelvukuun kýrk-elli sene tehirine sebep olmuþ; ve þimdi o zamandaki verdiði haberlerin aynen tezahürleri âlem-i Ýslâmiyette baþlamýþ. Demek, bu pek ehemmiyetli ders, zamaný geçmiþ eski bir hutbe deðil, belki doðrudan doðruya, 1327'ye (1909) bedel 1371'de ve Cami-i Emevî yerine âlem-i Ýslâm camiinde, üç yüz yetmiþ milyon bir cemaate hakikatli ve taze bir ders-i içtimaî ve Ýslâmîdir diye, tercümesini neþretmek zamanýdýr tahmin ederim. Said Nursî Arabî Hutbe-i Þâmiye eserinin tercümesi بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ Bütün zîhayatlar hayatlarýnýn lisan-ý halleriyle Hâlýklarýna takdim ettikleri mânevî hediyelerini ve lisan-ý halle hamd ve þükürlerini, o zât-ý Vacibü'l-Vücuda biz de takdim ediyoruz ki, demiþ: لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّهِ Yani, rahmet-i Ýlâhiyeden ümidinizi kesmeyiniz. Hem hadsiz salât ve selâm ol Peygamberimiz Muhammed Mustafa Aleyhissalâtü Vesselâm üzerine olsun ki, demiþ: جِئْتُ ِلاُتَمِّمَ مَكَارِمَ اْلاَخْلاَقِYani, "Benim insanlara Cenab-ý Hak tarafýndan bi'setim ve gelmemin ehemmiyetli bir hikmeti, ahlâk-ý haseneyi ve güzel hasletleri tekmil etmek ve beþeri ahlâksýzlýktan kurtarmaktýr." Hamd ve salâttan sonra: Ey bu Cami-i Emevîde bu dersi dinleyen Arap kardeþlerim! Ben haddimin fevkinde, bu minbere ve bu makama irþadýnýz için çýkmadým. Çünkü size ders vermek haddimin fevkindedir. Belki içinizde yüze yakýn ulema bulunan cemaate karþý benim misalim, medreseye giden bir çocuðun misalidir ki, o sabî çocuk sabahleyin medreseye gidip, okuyup, akþamda babasýna gelip, okuduðu dersini babasýna arz eder. Tâ doðru ders almýþ mý, almamýþ mý? Babasýnýn irþadýný veya tasvibini bekler. Evet, bizler size nispeten çocuk hükmündeyiz ve talebeleriniziz. Sizler bizim ve Ýslâm milletlerinin üstadlarýsýnýz. Ýþte, ben de aldýðým dersimin bir kýsmýný, sizler gibi üstadlarýmýza þöyle beyan ediyorum: Ben bu zaman ve zeminde, beþerin hayat-ý içtimaiye medresesinde ders aldým ve bildim ki: Ecnebîler, Avrupalýlar terakkide istikbale uçmalarýyla beraber; bizi maddî cihette kurun-u vustâda durduran ve tevkif eden, altý tane hastalýktýr. O hastalýklar da bunlardýr: Birincisi: Ye'sin, ümitsizliðin içimizde hayat bulup dirilmesi. Ýkincisi: Sýdkýn hayat-ý içtimaiye-i siyasiyede ölmesi. Üçüncüsü: Adâvete muhabbet. Dördüncüsü: Ehl-i imaný birbirine baðlayan nuranî rabýtalarý bilmemek. Beþincisi: Çeþit çeþit sarî hastalýklar gibi intiþar eden istibdat. Altýncýsý: Menfaat-i þahsiyesine himmeti hasretmek. Bu altý dehþetli hastalýðýn ilâcýný da, bir týp fakültesi hükmünde, hayat-ý içtimaiyemize, eczahane-i Kur'âniye'den ders aldýðým "altý kelime" ile beyan ediyorum. Mualecenin esaslarý onlarý biliyorum. BÝRÝNCÝ KELÝME: "El-emel." Yani, rahmet-i Ýlâhiyeye kuvvetli ümit beslemek. Evet, ben kendi hesabýma aldýðým dersime binaen, ey Ýslâm cemaati, müjde veriyorum ki: Þimdiki âlem-i Ýslâmýn saadet-i dünyeviyesi, bâhusus Osmanlýlarýn saadeti ve bilhassa Ýslâmýn terakkisi onlarýn intibahýyla olan Arabýn saadetinin fecr-i sadýkýnýn emâreleri inkiþafa baþlýyor. Ve saadet güneþinin de çýkmasý yakýnlaþmýþ. Ye'sin burnunun raðmýna olarakHAÞÝYE 1 ben dünyaya iþittirecek derecede kanaat-i kat'iyemle derim: Ýstikbal, yalnýz ve yalnýz Ýslâmiyetin olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur'âniye ve imaniye olacak. Öyleyse, þimdiki kader-i Ýlâhî ve kýsmetimize razý olmalýyýz ki, bize parlak bir istikbal, ecnebîlere müþevveþ bir mâzi düþmüþ. Bu dâvâma çok burhanlardan ders almýþým. Þimdi o burhanlardan mukaddematlý bir buçuk burhaný zikredeceðim. O burhanýn mukaddematýna baþlýyoruz: Ýþte, Ýslâmiyetin hakaiki hem mânen, hem maddeten terakki etmeye kabil ve mükemmel bir istidadý var. Birinci cihet olan mânen terakki ise: Biliniz, hakikî vukuatý kaydeden tarih, hakikate en doðru þahittir. Ýþte, tarih bize gösteriyor. Hattâ, Rus'u maðlûp eden Japon Baþkumandanýnýn Ýslâmiyetin hakkaniyetine þehadeti de þudur ki: Hakikat-i Ýslâmiyetin kuvveti nispetinde, Müslümanlar o kuvvete göre hareket etmeleri derecesinde ehl-i Ýslâm temeddün edip terakki ettiðini tarih gösteriyor. Ve ehl-i Ýslâmýn hakikat-i Ýslâmiyede zaafiyeti derecesinde tevahhuþ ettiklerini, vahþete ve tedennîye düþtüklerini ve hercümerc içinde belâlara, maðlûbiyetlere düþtüklerini tarih gösteriyor. Sair dinler ise bilâkistir. Yani, salâbet ve taassuplarýnýn zaafiyeti nispetinde temeddün ve terakki ettikleri gibi, dinlerine salâbet ve taassuplarýnýn kuvveti derecesinde de tedennî ve ihtilâllere maruz kaldýklarýný tarih gösteriyor. Þimdiye kadar zaman böyle geçmiþ. Hem Asr-ý Saadetten þimdiye kadar hiçbir tarih bize göstermiyor ki, bir Müslümanýn muhakeme-i akliye ile ve delil-i yakinî ile ve Ýslâmiyete tercih etmekle, eski ve yeni ayrý bir dine girdiðini tarih göstermiyor. Avâmýn delilsiz, taklidî bir surette baþka dine girmesinin bu meselede ehemmiyeti yok. Dinsiz olmak da baþka meseledir. Halbuki, bütün dinlerin etbâlarý ise-hatta en ziyade dinine taassup gösteren Ýngilizlerin ve eski Ruslarýn-muhakeme-i akliye ile Ýslâmiyete dahil olduklarýný ve günden güne, bazý zaman takým takým, kat'î burhan ile Ýslâmiyete girdiklerini tarihler bize bildiriyorlar.HAÞÝYE 2 Eðer biz ahlâk-ý Ýslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtýný ef'âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle Ýslâmiyete girecekler; belki küre-i arzýn bazý kýt'alarý ve devletleri de Ýslâmiyete dehâlet edecekler. Hem nev-i beþer, hususan medeniyet fenlerinin ikazatýyla uyanmýþ, intibaha gelmiþ, insaniyetin mahiyetini anlamýþ. Elbette ve elbette dinsiz, baþýboþ yaþamazlar. Ve olamazlar. En dinsizi de dine iltica etmeye mecburdur. Çünkü, acz-i beþerî ile beraber hadsiz musibetler ve onu inciten hâricî ve dahilî düþmanlara karþý istinat noktasý; ve fakrýyla beraber hadsiz ihtiyâcâta müptelâ ve ebede kadar uzanmýþ arzularýna medet ve yardým edecek istimdad noktasý, yalnýz ve yalnýz Sâni-i Âlemi tanýmak ve iman etmek ve âhirete inanmak ve tasdik etmekten baþka, uyanmýþ beþerin çaresi yok... Kalbin sadefinde din-i hakkýn cevheri bulunmazsa, beþerin baþýnda maddî, mânevî kýymetler kopacak ve hayvanatýn en bedbahtý, en periþaný olacak. Hâsýl-ý kelâm: Beþer bu asýrda harplerin ve fenlerin ve dehþetli hadiselerin ikazatýyla uyanmýþ ve insaniyetin cevherini ve câmi istidadýný hissetmiþ. Ve insan, acip cemiyetli istidadýyla yalnýz bu kýsacýk, daðdaðalý dünya hayatý için yaratýlmamýþ. Belki ebede meb'ustur ki, ebede uzanan arzular mahiyetinde var. Ve bu dar, fâni dünya, insanýn nihayetsiz emel ve arzularýna kâfi gelmediðini herkes bir derece hissetmeye baþlamýþ. Hattâ insaniyetin bir kuvâsý ve hâdimi olan kuvve-i hayaliyeye denilse, "Sana dünya saltanatý ile beraber bir milyon sene ömür olacak; fakat sonunda hiç dirilmeyecek bir surette bir idam senin baþýna gelecek." Elbette hakikî insaniyetini kaybetmeyen ve intibaha gelmiþ o insanýn hayali, sevinç ve beþarete bedel, derinden derine teessüf ve eyvahlarla saadet-i ebediyenin bulunmamasýna aðlayacak. Ýþte bu nükte içindir ki, herkesin kalbinde derinden derine bir din-i hakký aramak meyli çýkmýþ. Herþeyden evvel, ölüm idamýna karþý din-i haktaki bir hakikati arýyor ki kendini kurtarsýn. Þimdiki hal-i âlem bu hakikate þehadet eder. Kýrk beþ sene sonra, tamamýyla beþerin bu ihtiyac-ý þedîdini, dinsizliðin zuhuruyla küre-i arzýn kýt'alarý ve devletleri birer insan gibi hissetmeye baþlamýþlar. Hem âyat-ý Kur'âniye baþlarýnda ve âhirlerinde beþeri aklýna havale eder, "Aklýna bak" der. "Fikrine, kalbine müracaat et, meþveret et, onunla görüþ ki bu hakikati bilesin" diyor. Meselâ, bakýnýz, o âyetlerin baþýnda ve âhirlerinde diyor ki: "Neden bakmýyorsunuz? Ýbret almýyorsunuz? Bakýnýz ki, hakikati bilesiniz." "Biliniz" ve "Bil" hakikatine dikkat et. "Acaba neden beþer bilemiyorlar, cehl-i mürekkebe düþüyorlar? Neden taakkul etmiyorlar, divaneliðe düþerler? Neden bakmýyorlar, hakký görmeye kör olmuþlar? Neden insan sergüzeþt-i hayatýnda, hâdisat-ý âlemden tahattur ve tefekkür etmiyor ki, istikamet yolunu bulsun? Neden tefekkür ve tedebbür ve aklen muhakeme etmiyorlar, dalâlete düþüyorlar? Ey insanlar, ibret alýnýz! Geçmiþ kurunlardan ibret alýp gelecek mânevî belâlardan kurtulmaya çalýþýnýz" mânâsýnda gelen âyetlerin bu cümlelerine kýyasen, çok âyetlerde, beþeri, aklýna, fikriyle meþverete havale ediyor. Ey bu Câmi-i Emevîdeki kardeþlerim gibi âlem-i Ýslâmýn cami-i kebirinde olan kardeþlerim! Siz de ibret alýnýz. Bu kýrk beþ senedeki bu dehþetli hadisattan ibret alýnýz. Tam aklýnýzý baþýnýza alýnýz, ey mütefekkir ve akýl sahibi ve kendini münevver telâkki edenler! Hâsýl-ý kelâm: Biz Kur'ân þakirtleri olan Müslümanlar, burhana tâbi oluyoruz, akýl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Baþka dinlerin bazý efradlarý gibi ruhbanlarý taklit için burhaný býrakmýyoruz. onun için akýl ve ilim ve fen hükmettiði istikbalde, elbette burhan-ý aklîye istinat eden ve bütün hükümlerini akla tespit ettiren Kur'ân hükmedecek. Hem de Ýslâmiyet güneþinin tutulmasýna, inkiþafýna ve beþeri tenvir etmesine mümanaat eden perdeler açýlmaya baþlamýþlar. O mümanaat edenler çekilmeye baþlýyorlar. Kýrk beþ sene evvel o fecrin emâreleri göründü. Yetmiþ birde fecr-i sâdýký baþladý veya baþlayacak. Eðer bu fecr-i kâzip de olsa, otuz-kýrk sene sonra fecr-i sâdýk çýkacak. Evet, hakaik-i Ýslâmiyetin mazi kýt'asýný tamamen istilâsýna sekiz dehþetli mânialar mümanaat ettiler. Birinci, ikinci, üçüncü mâniler: Ecnebîlerin cehli ve o zamanda vahþetleri ve dinlerine taassuplarýdýr. Bu üç mâni, mârifet ve medeniyetin mehasini ile kýrýldý, daðýlmaya baþlýyor. Dördüncü ve beþinci mâniler: Papazlarýn ve ruhanî reislerin riyasetleri ve tahakkümleri ve ecnebîlerin körü körüne onlarý taklit etmeleridir. Bu iki mâni dahi fikr-i hürriyet ve meyl-i taharrî-i hakikat nev-i beþerde baþlamasýyla, zeval bulmaya baþlýyor. Altýncý, yedinci mâniler: Bizdeki istibdat ve þeriatýn muhalefetinden gelen sû-i ahlâkýmýz mümanaat ediyordular. Bir þahýstaki münferid istibdat kuvveti þimdi zeval bulmasý, cemaat ve komitenin dehþetli istibdadlarýnýn otuz-kýrk sene sonra zeval bulmasýna iþaret etmekle ve hamiyet-i Ýslâmiyenin þiddetli feveraný ile sû-i ahlâkýn çirkin neticeleri görülmesiyle bu iki mâni de zeval buluyor ve bulmaya baþlamýþ. Ýnþaallah tam zeval bulacak. Sekizinci mâni: Fünun-u cedidenin bazý müspet mesâili, hakaik-i Ýslâmiyenin zahirî mânâlarýna muhalif ve muarýz tevehhüm edilmesiyle, zaman-ý mazideki istilâsýna bir derece set çekmiþ. Meselâ, küre-i arza emr-i Ýlâhî ile nezarete memur "Sevr" ve "Hût" namlarýnda iki ruhanî melâikeyi dehþetli cismânî bir öküz, bir balýk tevehhüm edip, ehl-i fen ve felsefe hakikati bilmediklerinden, Ýslâmiyete muarýz çýkmýþlar. Bu misal gibi yüz misal var ki, hakikati bilindikten sonra, en muannid filozof da teslim olmaya mecbur oluyor. Hattâ Risale-i Nur, Mucizat-ý Kur'âniye risalesinde, fennin iliþtiði bütün âyetlerin herbirisinin altýnda Kur'ân'ýn bir lem'a-i i'câzýný gösterip, ehl-i fennin medar-ý tenkit zannettikleri Kur'ân-ý Kerîmin cümle ve kelimelerinde fennin eli yetiþmediði yüksek hakikatleri izhar edip en muannid filozofu da teslime mecbur ediyor. Meydandadýr, isteyen bakabilir. Ve baksýn, bu mâni, kýrk beþ sene evvel söylenen o sözden sonra nasýl kýrýldýðýný görsün. Evet, bazý muhakkýkîn-i Ýslâmiyenin bu yolda telifatlarý var. Bu sekizinci dehþetli mânianýn zîr ü zeber olacaðýna emareler görünüyor. Evet, þimdi olmasa da, otuz-kýrk sene sonra fen ve hakiki mârifet ve medeniyetin mehasini, bu üç kuvveti tam teçhiz edip, cihazatýný verip, o sekiz mânileri maðlûp edip daðýtmak için taharrî-i hakikat meyelânýný ve insafý ve muhabbet-i insaniyeti, o sekiz düþman taifesinin sekiz cephesine göndermiþ. Þimdi onlarý kaçýrmaya baþlamýþ. Ýnþaallah, yarým asýr sonra onlarý darma daðýn edecek. Evet, meþhurdur ki: "En kat'î fazilet odur ki, düþmanlarý dahi o faziletin tasdikine þehadet etsin." Ýþte yüzer misallerinden iki misal: Birincisi: on dokuzuncu asrýn ve Amerika kýt'asýnýn en meþhur filozofu Mister Carlyle, en yüksek sadasýyla, çekinmeyerek, filozoflara ve Hýristiyan âlimlerine neþriyatýyla baðýrarak böyle diyor, eserlerinde þöyle yazmýþ: "Ýslâmiyet gayet parlak bir ateþ gibi doðdu. Sair dinleri kuru aðacýn dallarý gibi yuttu. Hem bu yutmak Ýslâmiyetin hakký imiþ. Çünkü sair dinler-fakat Kur'ân'ýn tasdikine mazhar olmayan kýsmý-hiç hükmündedir." Hem Mister Carlyle yine diyor: "En evvel kulak verilecek sözlerin en lâyýký Muhammed'in aleyhissalâtü vesselâm sözüdür. Çünkü, hakikî söz, onun sözleridir." Hem yine diyor ki: "Eðer hakikat-i Ýslâmiyette þüphe etsen, bedihiyat ve zaruriyat-ý kat'iyede iþtibah edersin. Çünkü, en bedihî ve zarurî bir hakikat ise Ýslâmiyettir." Ýþte bu meþhur filozof, Ýslâmiyet hakkýnda bu þehadetini, eserinde müteferrik yerde yazmýþ. Ýkinci misal: Avrupa'nýn asr-ý âhirde en meþhur bir filozofu Prens Bismark diyor ki: "Ben bütün kütüb-ü semaviyeyi tetkik ettim. Tahrif olmalarýna binaen, beþerin saadeti için aradýðým hakikî hikmeti bulamadým. Fakat Muhammed'in (aleyhissalâtü vesselâm) Kur'ân'ýný umum kütüplerin fevkinde gördüm. Her kelimesinde bir hikmet buldum. Bunun gbi beþerin saadetine hizmet edecek bir eser yoktur. Böyle bir eser, beþerin sözü olamaz. Bunu Muhammed'in (aleyhissalâtü vesselâm) sözüdür diyenler, ilmin zaruriyatýný inkâr etmiþ olurlar. Yani, Kur'ân Allah kelâmý olduðu bedihidir." Ýþte Amerika ve Avrupa'nýn zekâ tarlalarý Mister Carlyle ve Bismarck gibi böyle dâhi muhakkikleri mahsulât vermesine istinaden, ben de bütün kanaatimle derim ki: Avrupa ve Amerika Ýslâmiyetle hamiledir; günün birinde bir Ýslâmî devlet doðuracak. Nasýl ki Osmanlýlar Avrupa ile hamile olup bir Avrupa devleti doðurdu. Ey Cami-i Emevîdeki kardeþlerim ve yarým asýr sonraki âlem-i Ýslâm camiindeki ihvanlarým! Acaba baþtan buraya kadar olan mukaddemeler netice vermiyor mu ki, istikbalin kýt'alarýnda hakikî ve mânevî hâkim olacak ve beþeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnýz Ýslâmiyettir ve Ýslâmiyete inkýlâp etmiþ ve hurafattan ve tahrifattan sýyrýlacak Ýsevîlerin hakikî dinidir ki Kur'ân'a tâbi olur, ittifak eder. Ýkinci cihet: Yani, maddeten Ýslâmiyetin terakkisinin kuvvetli sebepleri gösteriyor ki, maddeten dahi Ýslâmiyet istikbale hükmedecek. Birinci cihet, mâneviyat cihetinde terakkiyatý ispat ettiði gibi; bu ikinci cihet dahi maddî terakkiyatýný ve istikbaldeki hâkimiyetini kuvvetli gösteriyor. Çünkü âlem-i Ýslâmýn þahs-ý mânevîsinin kalbinde, gayet kuvvetli ve kýrýlmaz "beþ kuvvet" içtima ve imtizaç edip yerleþmiþ.HAÞÝYE 3 Birincisi: Bütün kemâlâtýn üstadý ve üç yüz yetmiþ milyon nefisleri birtek nefis hükmüne getirebilen ve hakikî bir medeniyetle ve müspet ve doðru fenlerle teçhiz edilmiþ olan ve hiçbir kuvvet onu kýramayacak bir mahiyette bulunan hakikat-i Ýslâmiyettir. Ýkinci kuvvet: Medeniyet ve san'atýn hakikî üstadý ve vesilelerin ve mebâdilerin tekemmülüyle cihazlanmýþ olan þedid bir ihtiyaç ve belimizi kýran tam bir fakr, öyle bir kuvvettir ki, susmaz ve kýrýlmaz. Üçüncü kuvvet: Yüksek þeylere müsabaka suretinde beþere yüksek maksatlarý ders veren ve o yolda çalýþtýran ve istibdâdâtý parça parça eden ve ulvî hisleri heyecana getiren ve gýpta ve hased ve kýskançlýk ve rekabetle ve tam uyanmakla ve müsabaka þevkiyle ve teceddüd meyliyle ve temeddün meyelânýyla teçhiz edilen üçüncü kuvvet, yalnýz hürriyet-i þer'iyedir. Yani, insaniyete lâyýk en yüksek kemalâta olan meyil ve arzu ile cihazlanmýþ olmak. Dördüncü kuvvet: Þefkatle cihazlanmýþ þehamet-i imaniyedir. Yani tezellül etmemek, haksýzlara, zâlimlere zillet göstermemek, mazlumlarý da zelil etmemek. Yani, hürriyet-i þer'iyenin esaslarý olan müstebitlere dalkavukluk etmemek ve biçarelere tahakküm ve tekebbür etmemektir. Beþinci kuvvet: Ýzzet-i Ýslâmiyedir ki, i'lâ-yý kelimetullahý ilân ediyor. Ve bu zamanda i'lâ-yý kelimetullah, maddeten terakkiye mütevakkýf; medeniyet-i hakikiyeye girmekle i'lâ-yý kelimetullah edilebilir. Ýzzet-i Ýslâmiyenin iman ile kat'î verdiði emri, elbette âlem-i Ýslâmýn þahs-ý mânevîsi, o kat'î emri istikbalde tam yerine getireceðine þüphe edilmez. Evet, nasýl ki eski zamanda Ýslâmiyetin terakkisi, düþmanýn taassubunu parçalamak ve inadýný kýrmak ve tecavüzatýný def etmek, silâhla, kýlýçla olmuþ. Ýstikbalde silâh, kýlýç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin mânevî kýlýçlarý düþmanlarý maðlûp edip daðýtacak. Biliniz ki: Bizim muradýmýz, medeniyetin mehasini ve beþere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahlarý, seyyiatlarý deðil ki, ahmaklar o seyyiatlarý, o sefahetleri mehasin zannedip, taklit edip malýmýzý harap ettiler. Ve dini rüþvet verip dünyayý da kazanamadýlar. Medeniyetin günahlarý iyiliklerine galebe edip seyyiatý hasenatýna racih gelmekle, beþer iki harb-i umumî ile iki dehþetli tokat yiyip o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaþtýrdý. Ýnþaallah, istikbaldeki Ýslâmiyetin kuvvetiyle medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek. Evet, Avrupa'nýn medeniyeti fazilet ve hüda üstüne tesis edilmediðinden, belki heves ve hevâ, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiðinden, þimdiye kadar medeniyetin seyyiatý hasenatýna galebe edip ihtilâlci komitelerle kurtlaþmýþ bir aðaç hükmüne girdiði cihetle, Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar, bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecektir. Acaba istikbale karþý ehl-i iman ve Ýslâm için böyle maddî ve mânevî terakkiyata vesile ve kuvvetli, sarsýlmaz esbab varken ve demiryolu gibi istikbal saadetine yol açýldýðý halde, nasýl meyus olup ye'se düþüyorsunuz ve âlem-i Ýslâmýn kuvve-i mâneviyesini de kýrýyorsunuz? Ve yeis ve ümitsizlikle zannediyorsunuz ki, "Dünya herkese ve ecnebilere terakki dünyasýdýr. Fakat, yalnýz biçare ehl-i Ýslâm için tedennî dünyasý oldu" diye pek yanlýþ bir hatâya düþüyorsunuz. Mâdem meylülistikmal (tekâmül meyli) kâinatta fýtrat-ý beþeriyede fýtraten derc edilmiþ. Elbette, beþerin zulüm ve hatasýyla baþýna çabuk bir kýyamet kopmazsa, istikbalde hak ve hakikat, âlem-i Ýslâmda nev-i beþerin eski hatîatýna kefaret olacak bir saadet-i dünyeviyeyi de gösterecek inþaallah. Evet, bakýnýz, zaman hatt-ý müstakim üzerine hareket etmiyor ki, mebde ve müntehâsý birbirinden uzaklaþsýn. Belki küre-i arzýn hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazan terakki içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazan tedennî içinde kýþ ve fýrtýna mevsimini gösterir. Her kýþtan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduðu gibi, nev-i beþerin dahi bir sabahý, bir baharý olacak inþaallah. Hakikat-i Ýslâmiyenin güneþiyle, sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi rahmet-i Ýlâhiyeden bekleyebilirsiniz. Dersin baþýnda, bir buçuk burhaný dâvâmýza þahit göstereceðiz demiþtik. Þimdi bir burhan mücmelen bitti. O dâvânýn yarý burhaný da þudur ki: Fenlerin casus gibi tetkikatýyla ve hadsiz tecrübelerle sabit olmuþ ki, kâinatýn nizamýnda galib-i mutlak ve maksud-u bizzat ve Sâni-i Zülcelâlin hakikî maksatlarý, hayýr ve hüsün ve güzellik ve mükemmeliyettir. Çünkü kâinata ait fenlerden herbir fen, küllî kaideleriyle bahsettiði nev ve taifede öyle bir intizam ve mükemmeliyet gösteriyor ki, ondan daha mükemmel, akýl bulamýyor. Meselâ, týbba ait teþrih-i beden-i insanî fenni ve kozmoðrafyaya tabi manzume-i þemsiye fenni, nebatât ve hayvanâta ait fenler gibi bütün fenlerin herbirisi, küllî kaideleriyle o bahsettiði kýsýmda Sâni-i Zülcelâlin o nevideki nizamýnda mucizat-ý kudretini ve hikmetini ve اَحْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ hakikatýný gösteriyor. Hem istikra-i tâmme ve tecrübe-i umumî gösteriyor, netice veriyor ki: Þer, kubh, çirkinlik, bâtýl, fenalýk, hilkat-i kâinatta cüz'îdir. Maksut deðil, tebeîdir ve dolayýsýyladýr. Yani, meselâ çirkinlik, çirkinlik için kâinata girmemiþ; belki güzelliðin bir hakikati çok hakikatlere inkýlâp etmek için, çirkinlik bir vâhid-i kýyasî olarak hilkate girmiþ. Þer, hattâ þeytan dahi, beþerin hadsiz terakkiyatýna müsabaka ile vesile olmak için beþere musallat edilmiþ. Bunlar gibi, cüz'î þerler, çirkinlikler, küllî güzelliklere, hayýrlara vesle olmak için kâinatta halk edilmiþ. Ýþte, kâinatta hakikî maksat ve netice-i hilkat, istikra-i tâmme ile ispat ediyor ki, hayýr ve hüsün ve tekemmül esastýr ve hakikî maksut onlardýr. Elbette beþer, bu kadar zulmî küfriyatlarýyla zemin yüzünü mülevves ve periþan ettikleri halde, cezasýný görmeden ve kâinattaki maksud-u hakikîye mazhar olmadan dünyayý býrakýp ademe kaçamayacak, belki Cehennem hapsine girecek. Hem istikrâ-i tâmme ile ve fenlerin tahkikatýyla sabit olmuþ ki, mahlûkat içinde en mükerrem, en ehemmiyetli beþerdir. Çünkü beþer, hilkat-i kâinattaki zahirî esbab ve neticelerinin mabeynindeki basamaklarý ve teselsül eden illetlerin ve sebeplerin münasebetlerini aklýyla keþfedip san'at-ý Ýlâhiyeyi ve muntazam hikmeti icadat-ý Rabbaniyenin taklidini san'atçýðýyla yapmak ve ef'âl-i Ýlâhiyeyi anlamak için ve san'at-ý Ýlâhiyeyi bilmek ve cüz'î ilmiyle ve san'atlarýyla anlamak için bir mizan, bir mikyas kendi cüz'î ihtiyarýyla iþlediði maddelerle, Halýk-ý Zülcelâlin küllî, muhît ef'âl ve sýfatlarýný bilerek kâinatýn en eþref, en ekrem mahlûku beþer olduðunu ispat ediyor. Hem Ýslâmiyetin kâinata ve beþere ait hakikatlerinin þehadetiyle mükerrem beþer içinde en eþref ve en âlâsý, ehl-i hak ve hakikat olan ehl-i Ýslâmiyet, hem istikrâ-i tâmme ile, tarihlerin þehadetiyle, en mükerrem beþer içindeki en müþerref olan ehl-i hakkýn içinde dahi bin mucizatý ve çok yüksek ahlâkýnýn ve Ýslâmiyet ve Kur'ân hakikatlerinin þehadetiyle en efdal, en yüksek olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdýr. Madem bu yarý burhanýn üç hakikati böyle haber veriyor. Acaba hiç mümkün müdür ki, nev-i beþer, þekavetiyle bu kadar fenlerin þehadetini cerh edip, bu istikrâ-i tâmmeyi kýrýp, meþiet-i Ýlâhiyeye ve kâinatý içine alan hikmet-i ezeliyeye karþý temerrüd edip, þimdiye kadar ekseriyetle yaptýðý gibi, o zâlimane vahþetinde ve mütemerridâne küfründe ve dehþetli tahribatýnda devam edebilsin? Ve Ýslâmiyet aleyhinde bu halin devam etmesi hiç mümkün müdür? Ben bütün kuvvetimle, hadsiz lisaným olsa, o hadsiz lisanlarla kasem ederim ki, âlemi bu nizam-ý ekmel ile, bu kâinatý zerreden seyyarata kadar, sinek kanadýndan semavat kandillerine kadar nihayet bir hikmet-i intizam ile halkeden Hakîm-i Zülcelâle ve Sâni-i Zülcemâle o hadsiz lisanlarla kasem ediyoruz ki, beþer hiçbir cihetle bütün enva-i kâinata muhalif olarak ve küçük kardeþleri olan sair tâifelere zýt olarak kâinattaki nizama, küllî þerleriyle muhalefet edip nev-i beþerde þerrin hayra galebesine binler senede sebep olan o zakkumlarý yiyip hazmetmesi mümkün deðil. Bunun imkâný ancak ve ancak bu farz-ý muhal ile olabilir ki, beþer bu âleme emanet-i kübrâ mertebesinde ve halife-i rû-yi zemin makamýnda sair envâ-ý kâinata büyük ve mükerrem bir kardeþ olduðu halde en edna, en berbat, en periþan, en muzýr ve ehemmiyetsiz, hýrsýzcasýna ve dolayýsýyla bu kâinat içine girmiþ, karýþtýrmýþ. Bu farz-ý muhal, hiçbir cihetle kabul olunamaz. Bu hakikat için, elbette bu yarým burhanýmýz netice veriyor ki, âhirette cennet ve cehennemin zarurî vücutlarý gibi hayýr ve hak din istikbalde mutlak galebe edecektir. Tâ ki, nev-i beþerde dahi sair neviler gibi hayýr ve fazilet galib-i mutlak olacak. Tâ beþer de sair kâinattaki kardeþlerine müsâvi olabilsin ve sýrr-ý hikmet-i ezeliye nev-i beþerde dahi "takarrur etti" denilebilsin. Elhasýl: Madem mezkûr kat'i hakikatlarla bu kâinatta en müntehap netice ve Halýkýn nazarýnda en ehemmiyetli mahlûk beþerdir. Elbette ve elbette ve hayat-ý bakiyede cennet ve cehennemi, bilbedahe, beþerdeki þimdiye kadar zâlimane vaziyetler cehennemin vücudunu; ve fýtratýndaki küllî istidâdat-ý kemaliyesi ve kâinatý alâkadar eden hakaik-i imaniyesi, cenneti bedahetle istilzam ettiði gibi, her halde iki harb-i umumî ile ettiði ve kâinatý aðlattýran cinayetleri ve yuttuðu zakkum þerleri hazmetmediði için kustuðu ve zeminin bütün yüzünü pislendirdiði vaziyetiyle, beþeriyeti en berbat bir dereceye düþürüp bin senelik terakkiyatýný zir ü zeber etmek cinayetini beþer hazmetmeyecek. Her halde çabuk baþýnda bir kýyamet kopmazsa, hakaik-i Ýslâmiye beþeri esfel-i safilîn derece-i sukutundan kurtarmaya ve ru-yi zemini temizlemeye ve sulh-u umumiyi temin etmeye vesile olmasýný Rahman-ý Rahîmin rahmetinden niyaz ediyoruz ve ümid ediyoruz ve bekliyoruz. ÝKÝNCÝ KELÝME: Ki, müddet-i hayatýmda tecrübelerimle fikrimde tevellüd eden þudur: Yeis en dehþetli bir hastalýktýr ki, âlem-i Ýslâmýn kalbine girmiþ. Ýþte o yeistir ki bizi öldürmüþ gibi, garpta bir-iki milyonluk küçük bir devlet, þarkta yirmi milyon Müslümanlarý kendine hizmetkâr ve vatanlarýný müstemleke hükmüne getirmiþ. Hem o yeistir ki, yüksek ahlâkýmýzý öldürmüþ, menfaat-i umumiyeyi býrakýp menfaat-ý þahsiyeye nazarýmýzý hasrettirmiþ. Hem o yeistir ki, kuvve-i mâneviyemizi kýrmýþ. Az bir kuvvetle, imandan gelen kuvve-i mâneviye ile þarktan garba kadar istilâ ettiði halde, o kuvve-i mâneviye-i harika meyusiyetle kýrýldýðý için, zâlim ecnebîler dört yüz seneden beri üç yüz milyon Müslümaný kendilerine esir etmiþ. Hattâ bu yeisle, baþkasýnýn lâkaytlýðýný ve füturunu kendi tembelliðine özür zannedip neme lâzým der, "Herkes benim gibi berbattýr" diye þehamet-i imaniyeyi terk edip hizmet-i Ýslâmiyeyi yapmýyor. Madem bu derece bu hastalýk bize bu zulmü etmiþ, bizi öldürüyor. Biz de o kàtilimizden kýsasýmýzý alýp öldüreceðiz. لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللَّهِ kýlýcýyla o yeisin baþýný parçalayacaðýz. مَا لاَ يُدْرَكُ كُلُّهُ لاَ يُتْرَكُ كُلُّهُ hadisinin hakikatiyle belini kýracaðýz inþaallah. Yeis, ümmetlerin, milletlerin "seretan" denilen en dehþetli bir hastalýðýdýr. Ve kemalâta mâni ve اَنَا عِنْدَ حُسْنِ ظَنِّ عَبْدِي بِي hakikatine muhaliftir; korkak, aþaðý ve âcizlerin þe'nidir, bahaneleridir. Þehamet-i Ýslâmiyenin þe'ni deðildir. Hususan Arap gibi nev-i beþerde medar-ý iftihar yüksek seciyelerle mümtâz bir kavmin þe'ni olamaz. Âlem-i Ýslâm milletleri Arabýn metanetinden ders almýþlar. Ýnþaallah, yine Araplar ye'si býrakýp, Ýslâmiyetin kahraman ordusu olan Türklerle hakikî bir tesânüd ve ittifak ile el ele verip Kur'ân'ýn bayraðýný dünyanýn her tarafýnda ilân edeceklerdir. ÜÇÜNCÜ KELÝME: Ki, bütün hayatýmdaki tahkikatýmla ve hayat-ý içtimaiyenin çalkamasýyla, hülâsa ve zübdesi bana kat'î bildirmiþ ki: Sýdk, Ýslâmiyet'in üssü'l-esasýdýr ve ulvî seciyelerinin rabýtasýdýr ve hissiyat-ý ulviyesinin mizacýdýr. Öyleyse, hayat-ý içtimaiyemizin esasý olan sýdký, doðruluðu içimizde ihya edip onunla mânevî hastalýklarýmýzý tedâvi etmeliyiz. Evet sýdk ve doðruluk Ýslâmiyetin hayat-ý içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakârlýk, fiilî bir nevi yalancýlýktýr. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancýlýktýr. Nifak ve münafýklýk, muzýr bir yalancýlýktýr. Yalancýlýk ise, Sâni-i Zülcelâlin kudretine iftira etmektir. Küfür, bütün envâýyla kizbdir, yalancýlýktýr. Ýman sýdktýr, doðruluktur. Bu sýrra binaen, kizb ve sýdkýn ortasýnda hadsiz bir mesafe var; Þark ve Garp kadar birbirinden uzak olmak lâzým geliyor. Nar ve nur gibi birbirine girmemek lâzým. Halbuki, gaddar siyaset ve zâlim propaganda birbirine karýþtýrmýþ, beþerin kemâlâtýný da karýþtýrmýþ. (Haþiye: HAÞÝYE Ey kardeþlerim! Kýrk beþ sene evvel Eski Said'in bu dersinden anlaþýlýyor ki, o Said siyasetle, içtimaiyat-ý Ýslâmiye ile ziyade alâkadardýr. Fakat sakýn zannetmeyiniz ki, o, dini siyasete âlet veya vesile yapmak mesleðinde gitmiþ. Hâþâ, belki o bütün kuvvetiyle siyaseti dine âlet ediyormuþ. Ve derdi ki: "Dinin bir hakikatini bin siyasete tercih ederim." Evet, o zamanda kýrk-elli sene evvel hissetmiþ ki, bazý münafýk zýndýklarýn siyaseti dinsizliðe âlet etmeye teþebbüs niyetlerine ve fikirlerine mukabil, o da bütün kuvvetiyle siyaseti Ýslâmiyetin hakaikine bir hizmetkâr, bir âlet yapmaya çalýþmýþ. Fakat o zamandan yirmi sene sonra gördü ki: O gizli münafýk zýndýklarýn garplýlaþmak bahanesiyle siyaseti dinsizliðe âlet yapmalarýna mukabil, bir kýsým dindar ehl-i siyaset, dini siyaset-i Ýslâmiyeye âlet etmeye çalýþmýþlardý. Ýslâmiyet güneþi yerdeki ýþýklara âlet ve tabi olamaz. Ve âlet yapmak, Ýslâmiyetin kýymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir. Hattâ, Eski Said o çeþit siyaset tarafgirliðinden gördü ki: Bir sâlih âlim, kendi fikr-i siyasisine muvafýk bir münâfýký hararetle senâ etti ve siyasetine muhalif bir salih hocayý tenkit ve tefsik etti. Eski Said ona dedi: "Bir þeytan senin fikrine yardým etse rahmet okutacaksýn. Senin fikr-i siyasiyene muhalif bir melek olsa lânet edeceksin." Bunun için, Eski Said اَعُوذُ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَ السِّيَاسَةِ dedi. Ve otuz beþ seneden beri siyaseti terk etti. * Said Nursî (*Siyaseti Yeni Said bütün bütün terk ettiði için bakmadýðýndan, Eski Said'in siyasete temas eden Hutbe-i Þamiye dersinin (onun yerine) tercümesi yazýldý.) HAÞÝYENÝN HAÞÝYESÝ Hem Üstadýmýzýn yirmi yedi senelik hayatý ve yüz otuz parça kitabý ve mektuplarý, üç mahkeme (Þimdi yüz mahkeme.) ve hükûmet memurlarý tarafýndan tam tetkik edildiði ve aleyhinde çalýþan zâlim mürted ve münafýklara karþý mecbur da olduðu halde, hattâ idamý için gizli emir verildiði halde, dini siyasete âlet ettiðine dair en ufak bir emâre bulamamalarý, dini siyasete âlet etmediðini kat'î ispat ediyor. Ve hayatýný yakýndan tanýyan biz Nur þakirtleri ise, bu fevkalâde hale karþý hayranlýk duymakta ve Risale-i Nur dairesindeki hakikî ihlâsa bir delil saymaktayýz. Nur þakirtleri Bu sýdk ve kizb, küfür ve iman kadar birbirinden uzak. Asr-ý Saadette sýdk vasýtasýyla Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmýn âlâ-yý illiyyîne çýkmasý ve o sýdk anahtarýyla hakaik-i imaniye ve hakaik-i kâinat hazinesi açýlmasý sýrrýyla, içtimaiyat-ý beþeriye çarþýsýnda sýdk en revaçlý bir mal ve satýn alýnacak en kýymetli bir metâ hükmüne geçmiþ. Ve kizb vasýtasýyla Müseylime-i Kezzabýn emsâli, esfel-i sâfiline sukut etmiþ. Ve kizb o zamanda küfriyat ve hurafatýn anahtarý olduðunu o inkýlâb-ý azîm gösterdiðinden, kâinat çarþýsýnda en fena, en pis bir mal olup, o malý satýn almak deðil, herkes nefret etmesi hükmüne geçen kizb ve yalana, elbette o inkýlâb-ý azîmin saff-ý evveli olan ve fýtratlarýnda en revaçlý ve medâr-ý iftihar þeyleri almak ve en kýymetli ve revaçlý mallara müþteri olmak fýtratýnda bulunan Sahabeler, elbette, þüphesiz bilerek ellerini yalana uzatmazlar. Kizb ile kendilerini mülevves etmezler. Müseylime-i Kezzaba kendilerini benzetemezler. Belki, bütün kuvvetleriyle ve meyl-i fýtrîleriyle en revaçlý mal ve en kýymettar metâ ve hakikatlerin anahtarý, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmýn âlâ-yý illiyyîne çýkmasýnýn basamaðý olan sýdk ve doðruluða müþteri olup, mümkün olduðu kadar sýdktan ayrýlmamaya çalýþtýklarýndan, ilm-i hadisçe ve ulema-i þeriat içinde bir kaide-i mukarrere olan, "Sahabeler daima doðru söylerler. onlardaki rivayet, tezkiyeye muhtaç deðil. Peygamberden (aleyhissalâtü vesselâm) rivayet ettikleri hadisler, bütün sahihtir" diye, ehl-i þeriat ve ehl-i hadisin ittifakýna kat'î hüccet, bu mezkûr hakikattir. Ýþte, Asr-ý Saadetteki inkýlâb-ý azîm, sýdk ile kizb, iman ile küfür kadar birbirinden uzak iken, zaman geçtikçe, gele gele birbirine yakýnlaþtý. Ve siyaset propagandasý bazan yalana ziyade revaç verdi. Fenalýk ve yalancýlýk bir derece meydan aldý. Ýþte bu hakikat içindir ki, Sahabelere kimse yetiþemez. Yirmi Yedinci Sözün zeyli olan Sahabeler hakkýndaki risaleye havale edip kýsa kesiyoruz. Ey bu Cami-i Emevideki kardeþlerim! Ve kýrk-elli sene sonra âlem-i Ýslâm mescid-i kebirindeki dört yüz milyon ehl-i iman olan ihvanýmýz! Necat yalnýz sýdkla, doðrulukla olur. Urvetü'l-vuska sýdktýr. Yani, en muhkem ve onunla baðlanacak zincir, doðruluktur. Amma maslahat için kizb ise, zaman onu neshetmiþ. Maslahat ve zaruret için bazý âlim "muvakkat" fetvâsý vermiþler. Bu zamanda o fetvâ verilmez. Çünkü, o kadar su-i istimal edilmiþ ki, yüz zararý içinde bir menfaati olabilir. onun için hüküm maslahata bina edilmez. Meselâ seferde namazý kasretmenin sebebi, meþakkattir. Fakat illet olamaz. Çünkü muayyen bir haddi yok; su-i istimale düþebilir. Belki illet, yalnýz sefer olabilir. Aynen öyle de, maslahat dahi yalan söylemeye illet olamaz. Çünkü muayyen bir haddi yok; su-i istimale müsait bir bataklýktýr. Hükm-ü fetvâ ona bina edilmez. Öyleyse, اِمَّا الصِّدْقُ وَاِمَّا السُّكُوتُ Yani, yol ikidir, üç deðildir. Ya doðru, ya yalan, ya sükût deðildir. Ýþte þimdi beþerin ortadaki dehþetli yalancýlýðýyla ve tezviratlarýyla emniyet-i umumiyenin ve rû-yi zemin âsâyiþlerinin zîr ü zeber olmasý, kizble ve maslahatýn su-i istimâliyle olmasýndan, elbette o üçüncü yolu kapatmaya beþer mecbur ediyor ve kat'î emir veriyor. Yoksa, bu yarým asýrda gördükleri umumî harpler ve dehþetli inkýlâplar ve sukutlar ve tahribatlar, baþlarýna bir kýyameti koparacak. Evet, her söylediðin doðru olmalý; fakat her doðruyu söylemek doðru deðil. Bazan zarar verse sükût etmek... Yoksa yalana hiç fetva yok. Her söylediðin hak olmalý; fakat her hakký söylemeye senin hakkýn yok. Çünkü hâlis olmazsa su-i tesir eder, hak, haksýzlýkta sarf olur. DÖRDÜNCÜ KELÝME: Bütün hayatýmda, hayat-ý içtimaiye-i beþeriyeden kat'î bildiðim ve tahkikatlarýn bana verdiði netice þudur ki: Muhabbete en lâyýk þey muhabbettir; ve husumete en lâyýk sýfat husumettir. Yani, hayat-ý içtimaiye-i beþeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sýfatý, en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyýktýr. Ve hayat-ý içtimaiye-i beþeriyeyi zîr ü zeber eden düþmanlýk ve adâvet, herþeyden ziyade nefrete ve adâvete ve ondan çekilmeye müstahak ve çirkin ve muzýr bir sýfattýr. Bu hakikat Risale-i Nur'un Yirmi Ýkinci Mektubunda izahýyla beyan edildiðinden burada kýsa bir iþaret ediyoruz. Þöyle ki: Husumet ve adâvetin vakti bitti. Ýki harb-i umumî adâvetin ne kadar fena ve tahrip edici ve dehþetli zulüm olduðunu gösterdi. Ýçinde hiçbir fayda olmadýðý tezahür etti. Öyleyse, düþmanlarýmýzýn seyyiatý-tecavüz olmamak þartýyla-adâvetinizi celb etmesin. Cehennem ve azab-ý Ýlâhî kâfidir onlara. Bazan insanýn gururu ve nefisperestliði, þuursuz olarak, ehl-i imana karþý haksýz olarak adâvet eder; kendini haklý zanneder. Halbuki, bu husumet ve adâvetle, ehl-i imâna karþý muhabbete vesile olan iman, Ýslâmiyet ve cinsiyet gibi kuvvetli esbabý istihfaf etmektir, kýymetlerini tenzil etmektir. Adâvetin ehemmiyetsiz esbablarýný, muhabbetin dað gibi sebeplerine tercih etmek gibi bir divâneliktir. Madem muhabbet adâvete zýttýr; ziya ve zulmet gibi hakikî içtima edemezler. Hangisinin esbabý galip ise, o hakikatiyle kalbde bulunacak; onun zýddý hakikatýyla olmayacak. Meselâ, muhabbet hakikatiyle bulunsa, o vakit adâvet þefkate, acýmaya inkýlâp eder. Ehl-i imana karþý vaziyet budur. Yahut adâvet hakikatiyle kalbde bulunsa, o vakit muhabbet, mümaþat ve karýþmamak, zahiren dost olmak suretine döner. Bu ise tecavüz etmeyen ehl-i dalâlete karþý olabilir. Evet, muhabbetin sebepleri, iman, Ýslâmiyet, cinsiyet ve insaniyet gibi nuranî, kuvvetli zincirler ve mânevî kalelerdir. Adâvetin sebepleri, ehl-i imana karþý küçük taþlar gibi bir kýsým hususî sebeplerdir. Öyleyse, bir Müslümana hakikî adâvet eden, o dað gibi muhabbet esbablarýný istihfaf etmek hükmünde büyük bir hatâdýr. Elhasýl: Muhabbet, uhuvvet, sevmek, Ýslâmiyetin mizacýdýr, rabýtasýdýr. Ehl-i adâvet, mizacý bozulmuþ bir çocuða benziyor ki, aðlamak ister; birþey arýyor ki onunla aðlasýn. Sinek kanadý kadar ehemmiyetsiz birþey, aðlamasýna bahane olur. Hem insafsýz, bedbîn bir adama benzer ki, su-i zan mümkün oldukça hüsn-ü zan etmez. Bir seyyie ile on haseneyi örter. Bu ise, seciye-i Ýslâmiye olan insaf ve hüsn-ü zan bunu reddeder. BEÞÝNCÝ KELÝME: Meþveret-i þer'iyeden aldýðým ders budur: Þu zamanda bir adamýn bir günahý, bir kalmýyor. Bazan büyür, sirayet eder, yüz olur. Birtek hasene bazan bir kalmýyor. Belki bazan binler dereceye terakki ediyor. Bunun sýrr-ý hikmeti þudur: Hürriyet-i þer'iye ile meþveret-i meþrua, hakikî milliyetimizin hâkimiyetini gösterdi. Hakikî milliyetimizin esasý, ruhu ise Ýslâmiyettir. Ve Hilâfet-i Osmaniye ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlýðý itibarýyla, o Ýslâmiyet milliyetinin sadefi ve kalesi hükmünde Arap ve Türk hakikî iki kardeþ, o kale-i kudsiyenin nöbettarlarýdýrlar. Ýþte, bu kudsî milliyetin rabýtasýyla, umum ehl-i Ýslâm birtek aþiret hükmüne geçiyor. Aþiretin efradý gibi, Ýslâm taifeleri de birbirine uhuvvet-i Ýslâmiye ile mürtebit ve alâkadar olur. Birbirine mânen-lüzum olsa maddeten-yardým eder. Güya bütün Ýslâm taifeleri bir silsile-i nuraniye ile birbirine baðlýdýr. Nasýl ki bir aþiretin bir ferdi bir cinayet iþlese, o aþiretin bütün efradý, o aþiretin düþmaný olan baþka aþiretin nazarýnda müttehem olur. Güya herbir fert o cinayeti iþlemiþ gibi, o düþman aþiret onlara düþman olur. O tek cinayet, binler cinayet hükmüne geçer. Eðer o aþiretin bir ferdi, o aþiretin mahiyetine temas eden medar-ý iftihar bir iyilik yapsa, o aþiretin bütün efradý onunla iftihar eder. Güya herbir adam, aþirette o iyiliði yapmýþ gibi iftihar eder. Ýþte bu mezkûr hakikat içindir ki, bu zamanda, hususan kýrk-elli sene sonra, seyyie, fenalýk iþleyenin üstünde kalmaz. Belki milyonlar nüfus-u Ýslâmiyenin hukuklarýna tecavüz olur. Kýrk-elli sene sonra çok misalleri görülecek. Ey bu sözlerimi dinleyen bu Cami-i Emevîdeki kardeþler ve kýrk-elli sene sonra âlem-i Ýslâm camiindeki ihvân-ý Müslimîn! "Biz zarar vermiyoruz, fakat menfaat vermeye iktidarýmýz yok. onun için mazuruz" diye böyle özür beyan etmeyiniz. Bu özrünüz kabul deðil. Tembelliðiniz ve neme lâzým deyip çalýþmamanýz ve ittihad-ý Ýslâm ile, milliyet-i hakikiye-i Ýslâmiye ile gayrete gelmediðiniz, sizler için gayet büyük bir zarar ve bir haksýzlýktýr. Ýþte, seyyie böyle binlere çýktýðý gibi, bu zamanda hasene-yani Ýslâmiyetin kudsiyetine temas eden iyilik-yalnýz iþleyene münhasýr kalmaz. Belki o hasene, milyonlar ehl-i imana mânen fayda verebilir. Hayat-ý mâneviye ve maddîyesinin rabýtasýna kuvvet verebilir. onun için, neme lâzým deyip kendini tembellik döþeðine atmak zamaný deðil! Ey bu camideki kardeþlerim ve kýrk-elli sene sonraki âlem-i Ýslâm mescid-i kebirindeki ihvanlarým! Zannetmeyiniz ki, ben bu ders makamýna size nasihat etmek için çýktým. Belki buraya çýktým, sizden olan hakkýmýzý dâvâ ediyoruz. Yani, küçük taifelerin menfaati ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük ve muazzam taife olan Arap ve Türk gibi hâkim üstadlarla baðlýdýr. Sizin tembelliðiniz ve füturunuzla, biz biçare küçük kardeþleriniz olan Ýslâm taifeleri zarar görüyoruz. Hususan, ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiþ veya gelecek olan Araplar, en evvel bu sözlerle sizinle konuþuyorum. Çünkü, bizim ve bütün Ýslâm taifelerinin üstadlarýmýz ve imamlarýmýz ve Ýslâmiyetin mücahidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk milleti o kudsî vazifenize tam yardým ettiler. Onun için tembellikle günahýnýz büyüktür. Ve iyiliðiniz ve haseneniz de gayet büyük ve ulvîdir. Hususan kýrk-elli sene sonra, Arap taifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeye, esarette kalan hâkimiyet-i Ýslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i arzýn nýsfýnda, belki ekserisinde tesisine muvaffak olmanýzý rahmet-i Ýlâhiyeden kuvvetle bekliyoruz. Bir kýyamet çabuk kopmazsa, inþaallah nesl-i âti görecek. Sakýn kardeþlerim, tevehhüm, tahayyül etmeyiniz ki, ben su sözlerimle siyasetle iþtigal için himmetinizi tahrik ediyorum. Hâþâ! Hakikat-i Ýslâmiye bütün siyâsâtýn fevkindedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir. Hiçbir siyasetin haddi deðil ki, Ýslâmiyeti kendine âlet etsin. Ben kusurlu fehmimle þu zamanda, heyet-i içtimaiye-i Ýslâmiyeyi, çok çark ve dolaplarý bulunan bir fabrika suretinde tasavvur ediyorum. O fabrikanýn bir çarký geri kalsa, yahut bir arkadaþý olan baþka bir çarka tecavüz etse, makinenin mihanikiyeti bozulur. onun için, ittihad-ý Ýslâmýn tam zamaný gelmeye baþlýyor. Birbirinizin þahsî kusurlarýna bakmamak gerektir. Bunu da teessüf ve teellümle size beyan ediyorum ki: Ecnebîlerin bir kýsmý, nasýl kýymettar malýmýzý ve vatanlarýmýzý bizden aldýlar, onun bedeline çürük bir fiyat verdiler. Aynen öyle de, yüksek ahlâkýmýzý ve yüksek ahlâkýmýzdan çýkan ve hayat-ý içtimaiyeye temas eden seciyelerimizin bir kýsmýný da bizden aldýlar, terakkilerine medar ettiler. Ve onun fiyatý olarak bize verdikleri, sefihane ahlâk-ý seyyieleridir, sefihane seciyeleridir. Meselâ, bizden aldýklarý seciye-i milliye ile, bir adam onlarda der: "Eðer ben ölsem milletim sað olsun. Çünkü milletimin içinde bir hayat-ý bakiyem var." Ýþte, bu kelimeyi bizden almýþlar ve terakkiyatlarýnda en metin esas da budur. Bizden hýrsýzlamýþlar. Bu kelime ise, din-i haktan ve iman hakikatlerinden çýkar. O bizim, ehl-i imanýn malýdýr. Halbuki, ecnebîlerden içimize giren pis ve fena seciye itibarýyla bir hodgâm adam bizde diyor: "Ben susuzluktan ölsem, yaðmur hiçbir daha dünyaya gelmesin. Eðer ben görmezsem bir saadeti, dünya istediði gibi bozulsun." Ýþte bu ahmakane kelime dinszlikten çýkýyor, âhireti bilmemekten geliyor. Hariçten içimize girmiþ, zehirliyor. Hem o ecnebîlerin bizden aldýklarý fikr-i milliyetle, bir ferdi, bir millet gibi kýymet alýyor. Çünkü, bir adamýn kýymeti himmeti nispetindedir. Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek baþýyla küçük bir millettir. Bazýlarýmýzdaki dikkatsizlikten ve ecnebîlerin zararlý seciyelerini almamýzdan, kuvvetli ve kudsî Ýslâmî milliyetimizle beraber, herkes "Nefsî, nefsî" demekle ve milletin menfaatini düþünmemekle, menfaat-i þahsiyesini düþünmekle, bin adam, bir adam hükmüne sukut eder. مَنْ كَانَ هِمَّتُهُ نَفْسُهُ فَلَيْسَ مِنَ اْلاِنْسَانِ ِلاَنَّهُ مَدَنِىٌّ بِالطَّبْعِ Yani, kimin himmeti yalnýz nefsi ise, o insan deðil. Çünkü, insanýn fýtratý medenîdir. Ebnâ-yý cinsini mülâhazaya mecburdur. Hayat-ý içtimaiye ile hayat-ý þahsiyesi devam edebilir. Meselâ, bir ekmeði yese, kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri mânen öptüðünü ve giydiði libasla kaç fabrikayla alâkadar olduðunu kýyas ediniz. Hayvan gibi bir postla yaþayamadýðýndan, ebnâ-yý cinsiyle fýtraten alâkadar olduðundan ve onlara mânevî bir fiyat vermeye mecbur bulunduðundan, fýtratýyla medeniyetperverdir. Menfaat-i þahsiyesine hasr-ý nazar eden, insanlýktan çýkar, mâsum olmayan câni bir hayvan olur. Birþey elinden gelmese, hakikî özrü olsa, o müstesna... ALTINCI KELÝME: Müslümanlarýn hayat-ý içtimaiye-i Ýslâmiyedeki saadetlerinin anahtarý, meþveret-i þer'iyedir. اَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ âyet-i kerimesi, þûrâyý esas olarak emrediyor. Evet, nasýl ki, nev-i beþerdeki telâhuk-u efkâr ünvaný altýnda asýrlar ve zamanlarýn tarih vasýtasýyla birbiriyle meþvereti, bütün beþeriyetin terakkiyatý ve fünunun esasý olduðu gibi, en büyük kýt'a olan Asya'nýn en geri kalmasýnýn bir sebebi, o þûrâ-yý hakikiyeyi yapmamasýdýr. Asya kýt'asýnýn ve istikbalinin keþþafý ve miftahý þûrâdýr. Yani, nasýl fertler birbiriyle meþveret eder; taifeler, kýt'alar dahi o þûrâyý yapmalarý lâzýmdýr ki, üç yüz, belki dört yüz milyon Ýslâmýn ayaklarýna konulmuþ çeþit çeþit istibdatlarýn kayýtlarýný, zincirlerini açacak, daðýtacak, meþveret-i þer'iye ile þehamet ve þefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i þer'iyedir ki, o hürriyet-i þer'iye, âdâb-ý þer'iye ile süslenip garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatý atmaktýr. Ýmandan gelen hürriyet-i þer'iye iki esasý emreder: اَنْ لاَ يُذَلِّلَ وَ لاَ يَتَذَلَّلَ مَنْ كَانَ عَبْدًا لِلّهِ لاَ يَكُونُ عَبْدًا لِلْعِبَادِ وَ لاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّهِ نَعَمْ اَلْحُرِّيَّةُ الشَّرْعِيَّةُ عَطِيَّةُ الرَّحْمنِ Yani, * Ýman bunu iktiza ediyor ki, tahakküm ve istibdat ile baþkasýný tezlil etmemek ve zillete düþürmemek, ve zâlimlere tezellül etmemek... * Allah'a hakikî abd olan, baþkalara abd olamaz. * Birbirinizi, Allah'tan baþka kendinize Rab yapmayýnýz. Yani, Allah'ý tanýmayan, herþeye, herkese nispetine göre bir rububiyet tevehhüm eder, baþýna musallat eder. * Evet, hürriyet-i þer'iye Cenab-ý Hakkýn Rahman, Rahîm tecellîsiyle bir ihsanýdýr ve imanýn bir hassasýdýr. فَلْيَحْيَا الصِّدْقُ وَلاَ عَاشَ االْيَاْسُ فَلْتَدُومِ االْمُحَبَّةُ وَلْتَقْوَى الشُّورَى وَاالْمَلاَمُ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ االْهَوَى وَالسَّلاَمُ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَى Yaþasýn sýdk! Ölsün yeis! Muhabbet devam etsin! Þûrâ kuvvet bulsun! Bütün levm ve itâb ve nefret, hevâ hevese tâbi olanlara olsun. Selâm ve selâmet, hüdâya tâbi olanlar üstüne olsun. Âmin. Eðer denilse: Neden þûrâya bu kadar ehemmiyet veriyorsun? Ve beþerin, hususan Asya'nýn, hususan Ýslâmiyetin hayatý ve terakkisi nasýl o þûrâ ile olabilir? Elcevap: Nurun Yirmi Birinci Lem'a-i Ýhlâsýnda izah edildiði gibi, haklý þûrâ ihlâs ve tesanüdü netice verdiðinden, üç elif, yüz on bir olduðu gibi, ihlâs ve tesanüd-ü hakiki ile, üç adam, yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamýn hakikî ihlâs ve tesanüd ve meþveretin sýrrýyla, bin adam kadar iþ gördüklerini, çok vukuat-ý tarihiye bize haber veriyor. Madem beþerin ihtiyacatý hadsiz ve düþmanlarý nihayetsiz, ve kuvveti ve sermayesi pek cüz'î; hususan dinsizlikle canavarlaþmýþ, tahribatçý, muzýr insanlarýn çoðalmasýyla, elbette ve elbette, o hadsiz düþmanlara ve o nihayetsiz hâcetlere karþý, imandan gelen nokta-i istinad ve o nokta-i istimdad ile beraber hayat-ý þahsiye-i insaniyesi dayandýðý gibi, hayat-ý içtimaiyesi de yine imanýn hakaikinden gelen þûrâ-yý þer'î ile yaþayabilir, o düþmanlarý durdurur, o hâcetlerin teminine yol açar. Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 21. Dezember 2008 Autor Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 Arabi Hutbe Þamiyþe'nin Zeþyli'ÝninÝ KÝisa Bir Tercümesi Hutbe-i Þamiye'nin Arabî Zeylinde, gayet latif bir temsil ile imandan gelen manevî ve kýrýlmaz bir kahramanlýk gösteriyor. Bu mes'elemiz münasebetiyle bir hülâsasýný beyan ediyoruz: Hürriyetin baþýnda Sultan Reþad'ýn Rumeliye seyahati münasebetiyle Vilayat-ý Þarkýye namýna ben de refakat ettim. Þimendiferimizde iki mektebli mütefennin arkadaþla bir mübahase oldu. Benden sual ettiler ki: "Hamiyet-i diniye mi, yoksa hamiyet-i milliye mi daha kuvvetli, daha lâzým?" O zaman dedim: Biz müslümanlar indimizde ve yanýmýzda din ve milliyet bizzât müttehiddir. Ýtibarî, zâhirî, ârýzî bir ayrýlýk var. Belki din, milliyetin hayatý ve ruhudur. Ýkisine birbirinden ayrý ve farklý bakýldýðý zaman; hamiyet-i diniye, avam ve havassa þamil oluyor. Hamiyet-i milliye, yüzden bi sh: » (H: 65) risine -yani menafi-i þahsiyesini millete feda edene- has kalýr. Öyle ise, hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalý. Hamiyet-i milliye ona hâdim ve kuvvet ve kal'asý olmalý. Hususan biz þarklýlar, garblýlar gibi deðiliz. Ýçimizde kalblere hâkim, hiss-i dinîdir. Kader-i Ezelî ekser Enbiyayý þarkta göndermesi iþaret ediyor ki; yalnýz hiss-i dinî þarký uyandýrýr, terakkiye sevkeder. Asr-ý Saadet ve Tâbiîn, bunun bir bürhan-ý kat'îsidir. Ey bu hamiyet-i diniye ve milliyeden hangisine daha ziyade ehemmiyet vermek lâzým geldiðini soran, bu þimendifer denilen medrese-i seyyarede ders arkadaþlarým! Ve þimdi zamanýn þimendiferinde istikbal tarafýna bizimle beraber giden bütün mektebliler! Size de derim ki: "Hamiyet-i diniye ve Ýslâmiyet milliyeti, Türk ve Arab içinde tamamýyla mezcolmuþ ve kabil-i tefrik olamaz bir hale gelmiþ. Hamiyet-i Ýslâmiye, en kuvvetli ve metin ve arþtan gelmiþ bir zincir-i nuranîdir. Kýrýlmaz ve kopmaz bir urvetü'l-vüskadýr. Tahrib edilmez, maðlub olmaz bir kudsî kal'a sh: » (H: 66) dýr" dediðim vakit o iki münevver mekteb muallimleri bana dediler: "Delilin nedir? Bu büyük dâvaya büyük bir hüccet ve gayet kuvvetli bir delil lâzým? Delil nedir?" Birden þimendiferimiz tünelden çýktý. Biz de baþýmýzý çýkardýk, pencereden baktýk. Altý yaþýna girmemiþ bir çocuðu þimendiferin tam geçeceði yolun yanýnda durmuþ gördük. O iki muallim arkadaþlarýma dedim: Ýþte bu çocuk lisan-ý haliyle sualimize tam cevap veriyor. Benim bedelime o masum çocuk, bu seyyar medresemizde üstadýmýz olsun. Ýþte lisan-ý hali bu gelecek hakikatý der: Bakýnýz bu dabbetülarz, dehþetli hücum ve gürültüsü ve baðýrmasýyla ve tünel deliðinden çýkýp hücum ettiði dakikada, geçeceði yolda bir metre yakýnlýkta o çocuk duruyor. O dabbetülarz tehdidiyle ve hücumunun tahakkümü ile baðýrarak tehdid ediyor. "Bana rast gelenlerin vay haline" dediði halde o masum yolunda duruyor. Mükemmel bir hürriyet ve hârika bir cesaret ve kahramanlýkla beþ para onun tehdidine ehemmiyet vermiyor. Bu dabbetülarzýn hü sh: » (H: 67) cumunu istihfaf ediyor ve kahramancýklýðýyla diyor: "Ey þimendifer! Sen ra'd ve gök gürültüsü gibi baðýrmanla beni korkutamazsýn." Sebat ve metanetinin lisan-ý haliyle güya der: "Ey þimendifer! Sen bir nizamýn esirisin. Senin gem'in, senin dizginin, seni gezdirenin elindedir. Senin bana tecavüz etmen haddin deðil. Beni istibdadýn altýna alamazsýn. Haydi yolunda git, kumandanýnýn izniyle yolundan geç." Ýþte ey bu þimendiferdeki arkadaþlarým ve elli sene sonra fenlere çalýþan kardeþlerim! Bu masum çocuðun yerinde Rüstem-i Ýranî ve Herkül-ü Yunanî o acib kahramanlýklarýyla beraber tayy-ý zaman ederek, o çocuk yerinde burada bulunduklarýný farzediniz. Onlarýn zamanýnda þimendifer olmadýðý için, elbette þimendiferin bir intizam ile hareket ettiðine bir itikadlarý olmayacak. Birden bu tünel deliðinden, baþýnda ateþ, nefesi gök gürültüsü gibi, gözlerinde elektrik berkleri olduðu halde birden çýkan þimendiferin dehþetli tehdid hücumuyla Rüstem ve Herkül tarafýna koþmasýna karþý, o iki kahraman ne sh: » (H: 68) kadar korkacaklar, ne kadar kaçacaklar!.. O hârika cesaretleriyle bin metreden fazla kaçacaklar. Bakýnýz nasýl bu dabbetülarzýn tehdidine karþý hürriyetleri, cesaretleri mahvolur. Kaçmaktan baþka çare bulamýyorlar. Çünki onlar, onun kumandanýna ve intizamýna itikad etmedikleri için mutî bir merkeb zannetmiyorlar. Belki gayet müdhiþ, parçalayýcý, vagon cesametinde yirmi arslaný arkasýna takmýþ bir nevi arslan tevehhüm ederler. Ey kardeþlerim ve ey elli sene sonra bu sözleri iþiten arkadaþlarým! Ýþte altý yaþýna girmeyen bu çocuða o iki kahramandan ziyade cesaret ve hürriyet veren ve çok mertebe onlarýn fevkinde bir emniyet ve korkmamak haletini veren, o masumun kalbinde hakikatýn bir çekirdeði olan þimendiferin intizamýna ve dizgini bir kumandanýn elinde bulunduðuna ve cereyaný bir intizam altýnda ve birisi onu kendi hesabýyla gezdirmesine olan itikadý ve itminaný ve imanýdýr. Ve o iki kahramaný gayet korkutan ve vicdanlarýný vehme esir eden, onlarýn onun- kumandanýný bilmemek ve intizamýna inanmamak olan- cahilâne itikadsýzlýklarýdýr. sh: » (H: 69) Bu temsilde, o masum çocuðun imanýndan gelen kahramanlýk gibi, bin senede Ýslâm taifelerinin birkaç aþiretinin (Türk ve Türkleþmiþ milletin) kalbinde yerleþen iman ve itikad cihetiyle, rûy-i zeminde yüz mislinden ziyade devletlere, milletlere karþý imanýndan gelen bir kahramanlýkla, Ýslâmiyet ve kemalât-ý maneviyenin bayraðýný Asya ve Afrika'da ve yarý Avrupa'da gezdiren ve "Ölsem þehidim, öldürsem gaziyim" deyip ölümü gülerek karþýlamakla beraber, dünyadaki müteselsil düþman hâdisatlara karþý da, hattâ mikroptan kuyruklu yýldýzlara kadar beþerin küllî istidadýna karþý düþmanlýk vaziyetini alan o dehþetli þimendiferlerin tehdidlerine karþý, imanýn kahramanlýðýyla mukabele edip korkmayan; kaza ve kader-i Ýlahiyeye karþý imanýn teslimiyetiyle korkmak, dehþet almak yerinde, hikmet ve ibret ve bir nevi saadet-i dünyeviyeyi kazanan baþta Türk ve Arab taifeleri ve bütün Müslüman kabileleri, o masum çocuk gibi fevkalâde bir manevî kahramanlýk gösterdikleri gösteriyor ki, istikbalin hâkim-i mutlaký, âhirette olduðu gibi dünyada da Ýslâmiyet milliyetidir. sh: » (H: 70) O iki temsilde, o iki acib kahramanýn pek acib korku ve telaþlarýna ve elemlerine sebeb, onlarýn adem-i itikadlarý ve cehaletleri ve dalâletleri olduðu gibi.. Risale-i Nur'un yüzer hüccetlerle isbat ettiði bir hakikatý ki, bu risalenin mukaddemesinde bir-iki misali söylenmiþ. Mes'ele þudur ki: Küfür ve dalâlet, bütün kâinatý ehl-i dalâlete binler müthiþ düþmanlar taifeleri ve silsileleri gösteriyor. Kör kuvvet, serseri tesadüf, saðýr tabiat elleriyle, manzume-i þemsiyeden tut, tâ kalbdeki verem mikroplarýna kadar binler taife düþmanlar bîçare beþere hücum ettiklerini ve insanýn câmi' mahiyeti ve küllî istidadatý ve hadsiz ihtiyacatý ve nihayetsiz arzularýna karþý mütemadiyen korku, elem, dehþet ve telaþ vermesiyle küfür ve dalâlet bir Cehennem zakkumu olduðunu ve bu dünyada da sahibini bir Cehennem içine koyduðunu.. din ve imandan hariç binler fen ve terakkiyat-ý beþeriye o Rüstem ve Herkül'ün kahramanlýklarý gibi beþ para fayda vermediðini.. yalnýz iptal-i his nev'inden muvakkaten o elîm korkularý hissetmemek için sefahet ve sarhoþlukla þýrýnga ediyor. sh: » (H: 71) Ýþte iman ve küfrün müvazenesi âhirette Cennet ve Cehennem gibi meyveleri ve neticeleri verdiði gibi; dünyada da iman bir manevî Cenneti temin ve ölümü bir terhis tezkeresine çevirmesini.. ve küfür dünyada dahi bir manevî Cehennem ve hakikî saadet-i beþeriyeyi mahvetmesi ve ölümü bir îdam-ý ebedî mahiyetine getirmesini, kat'î ve his ve þuhuda istinad eden Risale-i Nur'un yüzer hüccetlerine havale edip kýsa kesiyoruz. Bu temsilin hakikatýný görmek isterseniz baþýnýzý kaldýrýnýz, bu kâinata bakýnýz. Ne kadar þimendifer misillü balon, otomobil, tayyare, berriye ve bahriye gemiler.. karada, denizde, havada Kudret-i Ezeliyenin nizam ve hikmetle halkettiði yýldýzlarýn kürelerine ve kâinat ecramýna ve hâdisatýn silsilelerine ve müteselsil vakýatlarýna bakýnýz. Hem âlem-i þehadette ve cismanî kâinatta bunlarýn vücudu gibi, âlem-i ruhanî ve maneviyatta Kudret-i Ezeliyenin daha acib müteselsil nazîreleri var olduðunu aklý bulunan tasdik eder, gözü bulunan çoðunu görebilir. sh: » (H: 72) Ýþte kâinat içinde maddî ve manevî bütün bu silsileler, imansýz ehl-i dalalete hücum ediyor, tehdid ediyor, korku veriyor, kuvve-i maneviyesini zîr ü zeber ediyor. Ehl-i imana deðil tehdid ve korkutmak belki sevinç ve saadet, ünsiyet ve ümid ve kuvvet veriyor. Çünki ehl-i iman, iman ile görüyor ki, o hadsiz silsileleri, maddî ve manevî þimendiferleri, seyyar kâinatlarý mükemmel intizam ve hikmet dairesinde birer vazifeye sevkeden bir Sâni'-i Hakîm onlarý çalýþtýrýyor. Zerre miktar vazifelerinde þaþýrmýyorlar, birbirine tecavüz edemiyorlar. Ve kâinattaki kemalât-ý san'ata ve tecelliyat-ý cemaliyeye mazhar olduklarýný görüp kuvve-i maneviyeyi tamamýyla eline verip, saadet-i ebediyenin bir nümunesini iman gösteriyor. Ýþte ehl-i dalâletin imansýzlýktan gelen dehþetli elemlerine ve korkularýna karþý hiçbir þey, hiçbir fen, hiçbir terakkiyat-ý beþeriye buna karþý bir teselli veremez, kuvve-i maneviyeyi temin edemez. Cesareti zîr ü zeber olur. Fakat muvakkat gaflet perde çeker, aldatýr. Ehl-i iman, iman cihetiyle deðil korkmak sh: » (H: 73) ve kuvve-i maneviyesi kýrýlmak, belki o temsildeki masum çocuk gibi fevkalâde bir kuvvet-i maneviye ve bir metanetle ve imandaki hakikatla onlara bakýyor. Bir Sâni'-i Hakîm'in hikmet dairesinde tedbir ve idaresini müþahede eder, evham ve korkulardan kurtulur. "Sâni'-i Hakîm'in emri ve izni olmadan bu seyyar kâinatlar hareket edemezler, iliþemezler." deyip anlar. Kemal-i emniyetle hayat-ý dünyeviyesinde de derecesine göre saadete mazhar olur. Kimin kalbinde imandan ve din-i haktan gelen bu hakikat çekirdeði -vicdanýnda- bulunmazsa ve nokta-i istinadý olmazsa, bilbedahe temsildeki Rüstem ve Herkül'ün cesaretleri ve kahramanlýklarý kýrýldýðý gibi, onun cesareti ve kuvve-i maneviyesi müzmahil olur ve vicdaný tefessüh eder. Ve kâinatýn hâdisatýna esir olur. Herþeye karþý korkak bir dilenci hükmüne düþer. Ýmanýn bu sýrr-ý hakikatýný ve dalâletin de bu dehþetli þekavet-i dünyeviyesini Risale-i Nur yüzer kat'î hüccetlerle isbat ettiðine binaen, bu pek uzun hakikatý kýsa kesiyoruz. Acaba en ziyade kuvve-i maneviyeye ve teselliye ve metanete ihtiyacýný hissetmiþ bu sh: » (H: 74) asýrdaki beþer, bu zamanda o kuvve-i maneviyeyi ve teselliyi ve saadeti temin eden ve Ýslâmiyet ve imandaki nokta-i istinad olan hakaik-i imaniyeyi býrakýp, garblýlaþmak ünvaný ile Ýslâmiyet milliyetinden istifade yerine, bütün bütün kuvve-i maneviyeyi kýrýp ve teselliyi mahveden ve metanetini kýran dalâlet ve sefahete ve yalancý politika ve siyasete dayanmak ne kadar maslahat-ý beþeriyeden ve menfaat-ý insaniyeden uzak bir hareket olduðunu; pek yakýn bir zamanda intibaha gelmiþ, baþta Ýslâm olarak, beþer hissedecek, dünyanýn ömrü kalmýþsa Kur'an'ýn hakaikýna yapýþacak. * * * Ýþte sâbýk temsil gibi eski zamanda, Hürriyetin baþýnda bazý dindar meb'uslar, Eski Said'e dediler: Sen her cihette siyaseti dine, þeriata âlet ediyorsun ve dine hizmetkâr yapýyorsun ve yalnýz þeriat hesabýna hürriyeti kabul ediyorsun. Ve meþrutiyeti de meþruiyet suretinde beðeniyorsun. Demek hürriyet ve meþrutiyet, þeriatsýz olamaz. Bunun için seni de "þeriat isteriz" diyenlerin içine 31 Mart'ta dâhil ettiler. sh: » (H: 75) Eski Said onlara demiþ ki: Evet millet-i Ýslâmiyenin sebeb-i saadeti, yalnýz ve yalnýz hakaik-i Ýslâmiye ile olabilir. Ve hayat-ý içtimaiyesi ve saadet-i dünyeviyesi þeriat-ý Ýslâmiye ile olabilir. Yoksa adalet mahvolur. Emniyet zîr ü zeber olur. Ahlâksýzlýk, pis hasletler galebe eder. Ýþ yalancýlarýn, dalkavuklarýn elinde kalýr. Size bu hakikatý isbat edecek binler hüccetten bir küçük nümune olarak bu hikâyeyi nazar-ý dikkatinize gösteriyorum: Bir zaman bir adam, bir sahrada, bedeviler içinde ehl-i hakikat bir zâtýn evine misafir olur. Bakýyor ki, onlar mallarýnýn muhafazasýna ehemmiyet vermiyorlar. Hattâ ev sahibi, evinin köþesinde paralarý oralarda açýkta býrakmýþ. Misafir, hane sahibine dedi:- "Hýrsýzlýktan korkmuyor musunuz, böyle malýnýzý köþeye atmýþsýnýz?" Hane sahibi dedi:- "Bizde hýrsýzlýk olmaz." Misafir dedi: "Biz paralarýmýzý kasalarýmýza koyduðumuz ve kilitlediðimiz halde çok defalar hýrsýzlýk oluyor." sh: » (H: 76) Hane sahibi demiþ: " -Biz emr-i Ýlahî namýna ve adalet-i þer'iye hesabýna hýrsýzýn elini kesiyoruz." Misafir dedi: "Öyle ise çoðunuzun bir eli olmamak lâzým gelir." Hane sahibi dedi: "Ben elli yaþýna girdim, bütün ömrümde bir tek el kesildiðini gördüm." Misafir taaccüb etti, dedi ki: "Memleketimizde her gün elli adamý hýrsýzlýk ettikleri için hapse sokuyoruz. Sizin buradaki adaletinizin yüzde biri kadar tesiri olmuyor." Hane sahibi dedi: "Siz büyük bir hakikatten ve acib ve kuvvetli bir sýrdan gaflet etmiþsiniz, terketmiþsiniz. Onun için adaletin hakikatýný kaybediyorsunuz. Maslahat-ý beþeriye yerine adalet perdesi altýnda garazlar, zalimane ve tarafgirane cereyanlar müdahale eder, hükümlerin tesirini kýrar. O hakikatýn sýrrý budur: Bizde bir hýrsýz elini baþkasýnýn malýna uzattýðý dakikada hadd-i þer'înin icrasýný tahattur eder. Arþ-ý Ýlahîden nâzil olan emir hatýrýna gelir. Ýmanýn hassasý ile, kalbin kulaðý ile, kelâm-ý ezelîden gelen ve "hýrsýz sh: » (H: 77) elinin idamýna" hükmeden اَلسَّارِقُ وَ السَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا اَيْدِيَهُمَا Ayetini hissedip iþitir gibi iman ve itikadý heyecana ve hissiyat-ý ulviyesi harekete gelir. Ruhun etrafýndan, vicdanýn derin yerlerinden, o sirkat meyelanýna hücum gibi bir halet-i ruhiye hasýl olur. Nefis ve hevesten gelen meyelan parçalanýr, çekilir. Git gide o meyelan bütün bütün kesilir. Çünki yalnýz vehim ve fikir deðil, belki manevî kuvveleri -akýl, kalb ve vicdan- birden o hisse, o hevese hücum eder. Hadd-i þer'îyi tahattur ile ulvî zecr ve vicdanî bir yasakçý o hissin karþýsýna çýkar, susturur. Evet iman kalbde, kafada daimî bir manevî yasakçý býraktýðýndan fena meyelanlar histen, nefisten çýktýkça "yasaktýr" der, tardeder kaçýrýr. Evet insanýn fiilleri kalbin, hissin temayülatýndan çýkar. O temayülat, ruhun ihtisasatýndan ve ihtiyacatýndan gelir. Ruh ise, iman nuru ile harekete gelir. Hayýr ise yapar, þer ise kendini çekmeðe çalýþýr. Daha sh: » (H: 78) kör hisler onu yanlýþ yola sevkedip maðlub etmez. Elhâsýl: Had ve ceza, emr-i Ýlahî ve adâlet-i Rabbaniye namýna icra edildiði vakit hem ruh, hem akýl, hem vicdan, hem insaniyetin mahiyetindeki latifeleri müteessir ve alâkadar olurlar. Ýþte bu mana içindir ki, elli senede bir ceza, sizin hergün müteaddid hapsinizden ziyade bize faide veriyor. Sizin adâlet namý altýndaki cezalarýnýz, yalnýz vehminizi müteessir eder. Çünki biriniz hýrsýzlýða niyet ettiði vakit millet, vatan maslahatý ve menfaatý hesabýna cezaya çarpýlmak vehmi gelir. Yahut insanlar eðer bilseler ona fena nazarla bakarlar. Eðer aleyhinde tebeyyün etse, hükûmet de onu hapsetmek ihtimali hatýrýna geliyor. O vakit yalnýz kuvve-i vâhimesi cüz'î bir teessür hisseder. Halbuki nefis ve hissinden çýkan -hususan ihtiyacý da varsa- kuvvetli bir meyelân galebe eder. Daha o fenalýktan vazgeçmek için o cezanýz fayda vermiyor. Hem de emr-i Ýlahî ile olmadýðýndan o cezalar da adalet deðil. Abdestsiz, kýblesiz namaz kýlmak gibi battal olur, bozulur. Demek hakikî adâlet ve tesirli ceza odur ki: Allah'ýn emri na sh: » (H: 79) mýyla olsun. Yoksa te'siri yüzden bire iner. Ýþte bu cüz'î sirkat mes'elesine sair küllî ve þümullü ahkâm-ý Ýlâhiye kýyas edilsin. Tâ anlaþýlsýn ki: Saadet-i beþeriye dünyada adâlet ile olabilir. Adâlet ise doðrudan doðruya Kur'anýn gösterdiði yol ile olabilir... (Hikâyenin hülâsasý bitti.) * * * Eðer beþer çabuk aklýný baþýna alýp adâlet-i Ýlâhiye namýna ve hakaik-i Ýslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve manevî kýyametler baþlarýna kopacak, anarþilere, ye'cüc ve me'cüclere teslim-i silâh edecekler diye kalbe ihtar edildi. Ýþte bu hikâyeyi o zamandaki bazý dindar meb'uslara Eski Said söylemiþ. Ve iki defa tab'edilen Arabî Hutbe-i Þamiye'nin Zeylinde kýrkbeþ sene evvel yazýlmýþ. (Haþiye) ________________________________ (Haþiye): Hutbe-i Þamiye namýnda matbu Arabî risaleyi, Arabî bilmediðimiz için üstadýmýzdan rica ettik ki: Bize bir-iki gün ders ver. Birkaç gün zarfýnda söylediði dersin takririni kaleme aldýk. Üstadýmýz ders verdiði vakit, bazý cümlelerini zihnimizde tam yerleþtirmek için tekrar ederdi. Âhirdeki temsil ve hikâye sh: » (H: 80) Þimdi bu hikâye ile evvelki temsil, o zamandan ziyade tam bu zamanýn dersi olmasýndan bera-yý malûmat hakikî dindar meb'uslarýn nazarýna medar-ý ibret için gösteriyoruz. Said Nursî ____________________________________ yi izahlý bulduðumuzdan en evvel onlarý üniversitelilerin ve dindar meb'uslarýn nazarlarýna göstermemizin sebebi: Üstadýmýz derse baþladýðý vakit "Eski zamanda þimendiferde mektebli o iki muallim yerine sizleri ve bana þeriat hakkýnda sual soran kýrkbeþ elli sene evvelki meb'uslar yerine, þimdiki hakikî dindar meb'uslarý kabul ve tasavvur ediyorum ve öylece konuþuyorum" dediði için, biz de ehl-i maarif ve dindar meb'uslara, bera-yý malumat bu dersimizi gösteriyoruz. Sonra isterlerse Hutbe-i Þamiye'den bütün dersimizi göstereceðiz. Münasib görülse neþir de edeceðiz. Âlem-i Ýslâmdaki siyaset-i Ýslâmiyeye dair üstadýmýzdan bir ders almak isterdik. Halbuki otuzbeþ seneden beri siyaseti terk ettiðinden Eski Said'in siyaset-i Ýslâmiyeye temas eden bu Hutbe-i Þamiye tercümesi Eski Said hesabýna bir derstir. Tahirî, Zübeyr, Bayram, Ceylân, Sungur, Abdullah, Ziya, Sadýk, Sâlih, Hüsnü, Hamza sh: » (H: 81) HUTBE-Ý ÞAMÝYE'NÝN ZEYLÝNÝN ZEYLÝ (Kýrk iki (*) sene evvel dinî ceridelerde neþredilen Said'in makalesidir.) Yaþasýn Þeriat-ý Garra 29 Þubat 324 Dinî ceride: 73 Mart 1909 Ey meb'usan! Uzunluðu ile beraber gayet mûciz bir tek cümle söyleyeceðim. Dikkat ediniz, zira itnabýnda îcaz var. Þöyle ki: Meþrutiyet ve kanun-u esasî denilen adâlet ve meþveret ve kanunda cem'-i kuvvet, bu ünvan ile beraber asýl mâlik-i hakikî ve sahib-i ünvan-ý muhteþem (1) ve müessir ve adâlet-i mahzayý mutazammýn (2) ve nokta-i istinadýmýzý temin eden (3) ve meþrutiyeti bir esas-ý metine istinad ettiren (4) ve evham ve þükûk sahibini varta-i hayretten _________________________ (*) Bu tarih 1951 senesine aittir. sh: » (H: 82) kurtaran (5) ve istikbal ve âhiretimizi tekeffül eden (6) ve menafi-i umumiye olan Hukukullahý izinsiz tasarruftan sizi tahlis eden (7) ve hayat-ý milliyemizi muhafaza eden (8) ve umum ezhaný manyetizmalandýran (9) ve ecanibe karþý metanetimizi ve kemalimizi ve mevcudiyetimizi gösteren (10) ve sizi muahaze-i dünyeviye ve uhreviyeden kurtaran (11) ve maksad ve neticede ittihad-ý umumiyeyi tesis eden (12) ve o ittihadýn ruhu olan efkâr-ý âmmeyi tevlid eden (13) ve çürük mesavi-i medeniyeti hudud-u hürriyet ve medeniyetimize girmekten yasak eden (14) ve bizi Avrupa dilenciliðinden kurtaran (15) ve geri kaldýðýmýz uzun mesafe-i terakkide -sýrr-ý i'caza binaen- bir zaman-ý kasîrede tayyettiren (16) ve Arab ve Turan ve Ýran ve Sâmileri tevhid ederek az zamanla bize bir büyük kýymet veren (17) ve þahs-ý manevî-i hükûmeti Müslüman gösteren (18) ve kanun-u esasînin ruhunu ve Onbirinci Madde'yi muhafaza ile sizi hýns-ý yeminden kurtaran (19) ve Avrupa'nýn eski zann-ý fasidlerini tekzib eden (20) Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm hâtem-i Enbiya ve þeriatýn ebedî olduðunu tasdik ettiren (21) ve sh: » (H: 83) muharrib-i medeniyet olan dinsizliðe karþý sed çeken (22) ve zulmet-i tebayün-ü efkâr ve teþettüt-ü ârâyý safha-i nuranîsi ile ortadan kaldýran (23) ve umum ulema ve vaizleri ittihad ve saadet-i millete ve icraat-ý hükûmeti meþruta-i meþruaya hâdim eden (24) ve adâlet-i mahzasý merhametli olduðundan anasýr-ý gayr-ý müslimeyi daha ziyade te'lif ve rabteden (25) ve en cebîn ve âmi adamý en cesur ve en has adam gibi hiss-i hakikî-i terakki ve fedakârlýk ve hubb-u vatanla mütehassis eden (26) ve hâdim-i medeniyet (*) olan sefahet ve israfat ve havayic-i gayr-ý zaruriyeden bizi halâs eden (27) ve muhafaza-i âhiretle beraber imar-ý dünya etmekle sa'ye neþat veren (28) ve hayat-ý medeniyet olan ahlâk-ý hasene ve hissiyat-ý ulviyenin düsturlarýný öðreten (29) ve herbirinizi ey meb'uslar ellibin kiþinin takazasýný yani haklarýný sizden dava etmelerini hakkýnýzda tebrie eden (30) ve sizi icma-i ümmete küçük bir misâl-i meþru gösteren (31) ve hüsn-ü niyete binaen a'mâlinizi ibadet gibi ettiren (32) ve üçyüz milyon Müslümanýn hayat-ý maneviyesine sû-i kasd ve cinayet (*) Hâdim-i medeniyet: Medeniyeti yýkýcý. sh: » (H: 84) ten sizi tahlis eden (33) ol Þeriat-ý Garra ünvaniyle gösterseniz ve hükümlerinize me'haz edinseniz ve düsturlarýný tatbik etseniz, acaba bu kadar fevaidi ile beraber ne gibi þey kaybedeceksiniz? Vesselâm. Yaþasýn Þeriat-ý Garra!.. Said Nursî sh: » (H: 85) Yaþasýn Þeriat-ý Ahmedî (A.S.M.) 5 Mart 1325 Dinî Ceride No: 77 18 Mart 1909 Þeriat-ý garra, kelâm-ý ezelîden geldiðinden ebede gidecektir. Nefs-i emmarenin istibdad-ý rezilesinden selâmetimiz, Ýslâmiyete istinad iledir. O hablülmetine temessük iledir. Ve haklý hürriyetten hakkýyla istifade etmek, imandan istimdad iledir. Zira Sâni'-i Âlem'e hakkýyla abd ve hizmetkâr olanýn, halka ubudiyete tenezzül etmemesi gerektir. Herkes kendi âleminde bir kumandan olduðundan âlem-i asgarýnda cihad-ý ekber ile mükelleftir. Ve ahlâk-ý Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) ile tahallûk ve Sünnet-i Nebeviyeyi ihya ile muvazzaftýr. Ey evliya-i umûr! Tevfik isterseniz, kavanin-i Adetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ý red alacaksýnýz. Zira maruf umum enbiyanýn memalik-i Ýslâmiye ve Osmaniyeden zuhuru, kader-i Ýlahînin bir iþaret ve remzidir ki; bu memleket insanlarýnýn makine-i tekemmülatýnýn sh: » (H: 86) buharý diyanettir. Ve bu Asya ve Afrika tarlasýnýn ve Rumeli bostanýnýn çiçekleri, ziya-yý Ýslâmiyet ile neþv ü nema bulacaktýr. Dünya için din feda olunmaz. Gebermiþ istibdadý muhafaza için, vaktiyle mesail-i þeriat rüþvet verilirdi. Dinin mes'eleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan baþka ne faydasý görüldü? Milletin kalb hastalýðý za'f-ý diyanettir. Bunu takviye ile sýhhat bulabilir. Bizim cemaatýmýzýn meþrebi: Muhabbete muhabbet ve husumete husumettir. Yani beyn-el Ýslâm muhabbete imdad ve husumet askerini bozmaktýr. Mesleðimiz ise, ahlâk-ý Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) ile tahalluk ve Sünnet-i Peygamberîyi ihya etmektir. Ve rehberimiz þeriat-ý garra ve kýlýncýmýz da berahin-i katýa ve maksadýmýz i'lâ-yý Kelimetullahtýr. Cemaatimize herbir mü'min manen müntesibdir. Sureten intisab ise, Sünnet-i Nebeviyeyi kendi âleminde ihyaya azm-i kat'î iledir. En evvel mürþid-i umumî olan ulema ve meþayih ve talebeyi, þeriat namýna ittihada davet ederiz. Said Nursî sh: » (H: 87) Ýhtar-ý Mahsus Gazeteci denilen huteba-i umumî, iki kýyas-ý fasidle milleti bataklýða düþürtmüþtür. Birincisi: Vilayatý, Ýstanbul'a kýyas ederek... Halbuki elifbayý okumayan çocuklara felsefe dersi verilse sathî olur. Ýkincisi: Ýstanbul'u Avrupa'ya kýyas etmiþler. Halbuki bir erkek, kadýnýn kametinden istihsan ettiði libasý giyinse maskara ve rezil olur. Said Nursî sh: » (H: 88) Hakikat 26 Þubat 1324 Dinî Ceride: 70 Mart 1909 Biz Kalû Belâ'dan Cem'iyet-i Muhammedî'de (Aleyhissalâtü Vesselâm) dâhiliz. Cihet-ül vahdet-i ittihadýmýz tevhiddir. Peyman ve yeminimiz imandýr. Mademki muvahhidiz, müttehidiz. Herbir mü'min i'lâ-yý Kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi, maddeten terakki etmektir. Zira ecnebiler fünun ve sanayi silâhýyla bizi istibdad-ý manevîleri altýnda eziyorlar. Biz de, fen ve san'at silâhýyla i'lâ-yý Kelimetullahýn en müdhiþ düþmaný olan cehil ve fakr ve ihtilaf-ý efkâra cihad edeceðiz. Amma cihad-ý haricîyi þeriat-ý garranýn berahin-i katýasýnýn elmas kýlýnçlarýna havale edeceðiz. Zira medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahþiler gibi icbar ile deðildir. Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur. Cumhuriyet ki, (Haþiye) adalet ve meþveret ve kanunda inhi _______________________________ (Haþiye): O zaman Meþrutiyet, þimdi o kelime yerine Cumhuriyet konulmuþ. sh: » (H: 89) sar-ý kuvvetten ibarettir. Onüç asýr evvel þeriat-ý garra teessüs ettiðinden, ahkâmda Avrupa'ya dilencilik etmek, din-i Ýslâma büyük bir cinayettir ve þimale müteveccihen namaz kýlmak gibidir. Kuvvet kanunda olmalý. Yoksa istibdad tevzi olunmuþ olur. اِنَّ اللّهَ هُوَ الْقَوِىُّ ا لْمَتِينُ hâkim ve âmir-i vicdanî olmalý. O da marifet-i tam ve medeniyet-i âmm veyahut din-i Ýslâm namýyla olmalý. Yoksa istibdad daima hükümferma olacaktýr. Ýttifak Hüdadadýr, heva ve heveste deðil. Ýnsanlar hür oldular amma yine abdullahtýrlar. Herþey hür oldu, þeriat da hürdür, meþrutiyet de. Mesail-i þeriatý rüþvet vermeyeceðiz. Baþkasýnýn kusuru, insanýn kusuruna sened ve özür olamaz. Yeis, mani'-i herkemaldir. "Neme lâzým, baþkasý düþünsün" istibdadýn yadigârýdýr. Bu cümlelerin mabeynini rabtedecek olan mukaddematý, Türkçe bilmediðim için mütaliînin fikirlerine havale ediyorum. Said Nursî sh: » (H: 90) Sada-yý Hakikat 27 Mart 1909 Tarîk-i Muhammedî (Aleyhissalâtü Vesselâm) þübhe ve hileden münezzeh olduðundan þübhe ve hileyi îma eden gizlemekten de müstaðnidir. Hem o derece azîm ve geniþ ve muhit bir hakikat, bahusus bu zaman ehline karþý hiçbir cihetle saklanmaz. Bahr-i Umman nasýl bir destide saklanacak? Tekraren söylüyorum ki: Ýttihad-ý Ýslâm hakikatýnda olan Ýttihad-ý Muhammedî'nin (Aleyhissalâtü Vesselâm) cihet-i vahdeti tevhid-i Ýlahîdir. Peyman ve yemini de imandýr. Encümen ve cem'iyetleri, mesacid ve medaris ve zevayâdýr. Müntesibîni umum mü'minlerdir. Nizamnamesi Sünen-i Ahmediye'dir (Aleyhissalâtü Vesselâm). Kanunu, evamir ve nevahi-i þer'iyedir. Bu ittihad, âdetten deðil, ibadettir. Ýhfa ve havf riyadandýr. Farzda riya yoktur. Bu zamanýn en büyük farz vazifesi, ittihad-ý Ýslâmdýr. Ýttihadýn hedef ve maksadý; o kadar uzun, münþaib ve muhit ve merakiz ve meabid-i Ýslâmiyeyi birbirine rab sh: » (H: 91) tettiren bir silsile-i nuranîyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut olanlarý ikaz ve tarîk-i terakkiye bir hâhiþ ve emr-i vicdanî ile sevketmektir. Bu ittihadýn meþrebi, muhabbettir. Husumeti ise, cehalet ve zaruret ve nifakadýr. Gayr-ý müslimler emin olsunlar ki bu ittihadýmýz, bu üç sýfata hücumdur. Gayr-ý müslime karþý hareketimiz ikna'dýr. Zira onlarý medenî biliriz. Ve Ýslâmiyeti mahbub ve ulvî göstermektir. Zira onlarý munsif zannediyoruz. Lâübaliler iyi bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebiye sevdiremezler. Zira mesleksizliklerini göstermiþ olurlar. Mesleksizlik, anarþilik sevilmez. Ve bu ittihada tahkik ile dâhil olanlar, onlarý taklid edip çýkmazlar. Ýttihad-ý Muhammedî (Aleyhissalâtü Vesselâm) olan ittihad-ý Ýslâmýn efkâr ve meslek ve hakikatýný efkâr-ý umumiyeye arz ederiz. Kimin bir itirazý varsa etsin, cevaba hazýrýz. جُمْلَه شِيرَانِ جِهَانْ بَسْتَهءِ اِينْ سِلْسِلَه اَنْد رُوبَه اَزْ حِيلَه ِه سَانْ بِكُسَلَدْ اِينْ سِلْسِلَه رَا Said Nursî sh: » (H: 92) Neþrettiðim fihriste-i makasýddan terk ettiðim bir fýkradýr. Þöyle ki: Zâhiren hariçten cereyan eden maarif-i cedidenin bir mecrasý da, bir kýsým ehl-i medrese olmalý. Tâ gýll ü gýþtan tasaffi etsin. Zira bulanýklýðýyla baþka mecradan taaffün ile gelmiþ ve atalet bataklýðýndan neþ'et ve istibdad sümûmu ile teneffüs eden, zulüm tazyiki ile ezilen efkâra bu müteaffin su, bazý aksü'lâmel yaptýðýndan, misfat-ý þeriat ile süzdürmek zarurîdir. Bu da ehl-i medresenin dûþ-u himmetine muhavveldir. والسَّلامُ عَلي مَنِ التَّبَعَ الهُدَي Said Nursî sh: » (H: 93) Redd-ül Evham (31 Mart 1909) Ýttihad-ý Muhammedî (Aleyhissalâtü Vesselâm) cemaatine isnad ettikleri dokuz evham-ý fasideyi reddedeceðim. Birinci Vehim: Böyle nâzik bir zamanda din mes'elesini ortaya atmak münasip görülmüyor. Elcevab: Biz dini severiz. Dünyayý da yine din için severiz. لاَخَيْرَ فِى الدُّنْيَا بِلاَ دِينٍ Sâniyen: Madem ki meþrutiyette hâkimiyet millettedir. Mevcudiyet-i milleti göstermek lâzýmdýr. Milletimiz de yalnýz Ýslâmiyet'tir. Zira Arab, Türk, Kürd, Arnavut, Çerkez ve Lâzlarýn en kuvvetli ve hakikatlý revabýt ve milliyetleri, Ýslâmiyet'ten baþka bir þey deðildir. Nasýlki az ihmal ile tavaif-i mülûk temelleri atýlmakta ve onüç asýr evvel ölmüþ olan asabiyet-i cahiliyeyi ihya ile fitne ikaz olunmaktadýr. Ve oldu gördük... sh: » (H: 94) Ýkinci Vehim: Bu ünvan, tahsisiyle, müntesib olmayanlarý vehim ve telaþa düþürüyor? Elcevab: Evvel de söylemiþtim. Ya mütalaa olunmamýþ veya sû-i tefehhüme uðramýþ olduðundan tekrarýna mecbur oldum. Þöyle ki: Ýttihad-ý Ýslâm olan Ýttihad-ý Muhammedî (Aleyhissalâtü Vesselâm) dediðimiz vakit, umum mü'minlerin mabeyninde bilkuvve veya bilfiil sabit olan ittihad muraddýr. Yoksa Ýstanbul ve Anadolu'daki cemaat murad deðildir. Amma bir katre su da, sudur. Bu ünvandan tahsis çýkmaz. Tarif-i hakikîsi þöyledir: Esas temeli, þarktan garba cenubdan þimale mümted ve merkezi Haremeyn-i Þerifeyn ve cihet-i vahdeti tevhid-i Ýlahî.. peyman ve yemini iman.. nizamnamesi, Sünnet-i Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm).. kanunnamesi, evamir ve nevahi-i þer'iyye.. kulûb ve encümenleri, umum medaris, mesacid ve zevaya.. o cemaatin ilelebed ve muhalled naþir-i efkârý, umum kütüb-ü Ýslâmiye ve her vakit naþir-i efkârý baþta Kur'an sh: » (H: 95) ve tefsirleri (ve bu zamanda bir tefsiri, Risale-i Nur) ve i'lâ-yý Kelimetullahý hedef ve maksad eden umum dinî ve müstakim ceraiddir. Müntesibîni, umum mü'minlerdir. Reisi de Fahr-i Âlem'dir (Aleyhissalâtü Vesselâm). Þimdi istediðimiz nokta, mü'minlerin teveccühleri ve teyakkuzlarýdýr. Teveccüh-ü umumînin tesiri inkâr edilmez. Ýttihadýn hedefi ve maksadý i'lâ-yý Kelimetullah ve mesleði de kendi nefsiyle cihad-ý ekber ve baþkalarýný irþaddýr. Bu mübarek heyetin yüzde doksan dokuz himmeti siyaset deðildir. Siyasetin gayrý olan hüsn-ü ahlâk ve istikamet ve saire gibi makasýd-ý meþruaya masruftur. Zira bu vazifeye müteveccih olan cem'iyetler pek az, kýymet ve ehemmiyeti ise pek çoktur. Ancak yüzde biri, siyasiyyunu irþad tarîkiyle siyasete taalluk edecektir. Kýlýnçlarý, berahin-i kat'iyedir. Meþrebleri de muhabbet olduðu gibi, beynel'mü'minîn uhuvvet çekirdeðinde mündemiç olan muhabbete þecere-i tuba gibi neþv ü nema vermektir. Beþinci Vehim: Ecnebilerin bundan tevahhuþ etmek ihtimali var? sh: » (H: 96) Elcevab: Bu ihtimale ihtimal verenler mütevahhiþtir. Zira merkez-i taassublarýnda Ýslâmiyet'in ulviyetine dair konferanslarla (Haþiye) takdis etmeleri bu ihtimali reddeder. Hem de düþmanlarýmýz onlar deðil; asýl bizi bu kadar düþürüp i'lâ-yý Kelimetullah'a mani olan ve cehalet neticesi olan muhalefet-i þeriattýr. Ve zaruret ve onun semeresi olan sû-i ahlâk ve harekettir ve ihtilaf ve onun mahsulü olan aðraz ve nifaktýr ki, ittihadýmýz bu üç insafsýz düþmana hücumdur. Amma ecnebilerin vahþi olduklarý kurûn-u vustâda; Ýslâmiyet, vahþete karþý husumet ve taassuba mecbur olduðu halde, adalet ve itidalini muhafaza etmiþ. Hiçbir vakit engizisyon gibi etmemiþ. Ve zaman-ý medeniyette ecnebiler medenî ve kuvvetli olduklarýndan, zararlý olan husumet ve taassub zâil olmuþtur. Zira din nokta-i nazarýndan medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile deðildir. Ve Ýslâmiyeti, mahbub ve ulvî olduðunu evamirine imtisalen ef'al ve ahlâk ile göstermek iledir. Ýcbar ve husumet, vahþilerin vahþetine karþýdýr. _______________________ (Haþiye): Bismark ve Mister Karlayl gibilerin malum beyanatlarýna iþaret eder. sh: » (H: 97) Altýncý Vehim: Bazýlarý, "Sünnet-i Nebeviyeyi hedef-i maksad eden ittihad-ý Ýslâm, hürriyeti tahdid eder ve levazým-ý medeniyeye münafîdir" diyorlar. Elcevab: Asýl mü'min, hakkýyla hürdür. Sâni'-i Âlem'e abd ve hizmetkâr olan, halka tezellüle tenezzül etmemek gerektir. Demek ne kadar imana kuvvet verilse, hürriyet de o kadar kuvvet bulur. Amma hürriyet-i mutlak ise, vahþet-i mutlakadýr, belki hayvanlýktýr. Tahdid-i hürriyet dahi insaniyet nokta-i nazarýndan zarurîdir. Sâlisen: Bazý sefih ve lâübaliler hür yaþamak istemediklerinden, nefs-i emmarenin esaret-i rezilesi altýna girmek istiyorlar. Elhasýl: Þeriat dairesinden hariç olan hürriyet, ya istibdad veya esaret-i nefis veya canavarcasýna hayvanlýk veya vahþettir. Böyle lâübaliler ve zýndýklar iyi bilsinler ki, dinsizlik ve sefahetle sahib-i vicdan hiçbir ecnebiye kendilerini sevdiremezler ve benzetemezler. Zira mesleksiz ve sefih sevilmez. Ve bir kadýna yakýþýr -istihsan ettiði- libasý erkek giyse maskara olur. sh: » (H: 98) Yedinci Vehim: Ýttihad-ý Ýslâm cemaati, sair cem'iyet-i diniye ile þakku'l-asâdýr. Rekabet ve münaferatý intac eder. Elcevab: Evvelâ umûr-u uhreviyede hased ve müzahamet ve münakaþa olmadýðýndan bu cem'iyetlerden hangisi münakaþaya, rekabete kalkýþsa ibadette riya ve nifak etmiþ gibidir. Sâniyen: Muhabbet-i din saikasýyla teþekkül eden cemaatlerin iki þart ile umumunu tebrik ve onlarla ittihad ederiz. Birinci þart: Hürriyet-i þer'iyyeyi ve asayiþi muhafaza etmektir. Ýkinci þart: Muhabbet üzerinde hareket etmek, baþka cemiyete leke sürmekle kendisine kýymet vermeðe çalýþmamak. Birinde hata bulunsa, müfti-i ümmet cemiyet-i ulemaya havale etmektir. Sâlisen: Ý'lâ-yý Kelimetullahý hedef-i maksad eden cemaat, hiçbir garaza vasýta olamaz. Ýsterse de muvaffak olamaz. Zira nifaktýr. Hakkýn hatýrý âlîdir, hiçbir þeye feda olunmaz. Nasýl Süreyya yýldýzlarý süpürge olur veya üzüm salkýmý gibi yenilir? Þems-i sh: » (H: 99) hakikata "püf, üf" eden, divaneliðini ilân eder. Ey dinî cerideler! Maksadýmýz: Dinî cemaatlar maksadda ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meþreblerde ittihad mümkün olmadýðý gibi, caiz de deðildir. Zira taklid yolunu açar ve "Neme lâzým, baþkasý düþünsün" sözünü de söylettirir. Sekizinci Vehim: Ehl-i ittihad-ý Ýslâm olan buradaki cemaata, manen gibi sureten de intisab edenlerin ekserisi avam, bir kýsmý da meçhul-ülhal olduðundan, fitne ve ihtilafý îma ediyor. Elcevab: Belki, aðraza adem-i müsaadesine binaendir. Hem de madem maksadý, ittihad ve i'lâ-yý Kelimetullahtýr. Teþebbüsat ve harekâtý da ibadettir. Ýbadet câmiinde þah ve geda birdir. Müsavat hakikî düsturdur. Ýmtiyaz yoktur. Zira en ekrem, en müttakidir. Ve en müttaki, en mütevazidir. Binaenaleyh manen asýl hakikat-ý ittihada intisab ile beraber sureten onun nümunesi olan bu uhrevî ve sýrf dinî cemaate intisab ile teþerrüf edecek, yoksa þeref vermeyecektir. Bir katre, bahr-ý ummaný tezyid edemez. Hem de bir günah-ý kebire ile imandan çýk sh: » (H: 100) madýðý gibi, þems garbdan tulû' etmediðinden tevbenin kapýsý da açýktýr. Bir desti müteneccis su, bir denizi tencis etmediði gibi, kendi de temizlendiðinden þimdi bu nümune-i ittihada intisab eden adama þartýmýz olan Sünnet-i Nebeviyeyi (Aleyhissalâtü Vesselâm) ihya ve evamirine imtisal ve nevahiden içtinab ve asayiþe iliþmemek -elinden gelse- azm-i kat'î ile dâhil olan bazý meçhul-ül hal olanlar bu hakikat-ý âliyeyi lekedar etmez. Zira kendi lekedar olsa da, imaný mukaddestir. Rabýta da imandýr. Bu ünvan-ý mukaddese böyle bahane ile leke sürmek Ýslâmiyet'in kýymet ve ulviyetini bilmemekle beraber, kendini ahmak-un nâs ilân etmektir. Nümune-i ittihad olan cemaatimize -sair cem'iyat-ý dünyeviyeye kýyasen- leke sürmeyi, ta'riz etmeyi cemi' kuvvetimizle reddederiz. Ýstifsar tarîkiyle bir itirazlarý olursa cevaba hazýrýz. Ýþte meydan... Benim dâhil olduðum cemaat burada tafsil ettiðim ittihad-ý Ýslâmdýr. Yoksa mu'terizlerin bâtýl tevehhüm ettikleri cemiyet-i mütehayyile deðildir. Bu dinî heyet efradý, þarkta olsa, garbda olsa, cenubda olsa, þimalde olsa beraberiz. sh: » (H: 101) Sual: Sen imzaný bazan Bediüzzaman yazýyorsun. Lakap medhi îmâ eder? Cevab: Medih için deðildir. Kusurlarýmý, sened-i özrümü, mazeretimi bu ünvan ile ibraz ediyorum. Zira bedi', garib demektir. Benim ahlâkým suretim gibi, üslûb-u beyaným elbisem gibi garibdir, muhaliftir. Görenekle revaçta olan muhakemat ve esalîbi, benim üslûb ve muhakematýmla mikyas ve mihenk itibar yapmamayý bu ünvanýn lisan-ý haliyle rica ediyorum. Hem de muradým bedi', acib demektir. اِلَىَّ لَعَمْرِى قَصْدُ كُلِّ عَجِيبَةٍ { كَاَنِّى عَجِيبٌ فِى عُيُونِ الْعَجَائِبِ mâsadak oldum. Bir misali budur: Bir senedir Ýstanbul'a geldim, yüz senenin inkýlâbatýný gördüm. وَالسَّلاَمُ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَى Cemi' mü'minlerin lisanýyla insanlarýn adedi kadar deriz: Yaþasýn Þeriat-ý Ahmedî!.. (Aleyhissalâtü Vesselâm). Bediüzzaman Said Nursî sh: » (H: 102) Biraderim Baþmuharrir Beye! Edibler edebli olmalýdýrlar. Hem de edeb-i Ýslâmiye ile müteeddib olmalýdýrlar. Matbuat nizamnamesini vicdanlarýndaki hiss-i diyanet tanzim etsin. Zira bu inkýlab-ý þer'iye gösterdi ki, vicdanlarda hükümferma, nur'en-nur olan hamiyet-i Ýslâmiyedir. Hem de anlaþýldý ki, ittihad-ý Ýslâm umum askere ve umum ehl-i imana þamildir. Hariç kimse yoktur. Said Nursî sh: » (H: 103) HUTBE-Ý ÞAMÝYE'NÝN BÝRÝNCÝ ZEYLÝNÝN ZEYLÝNDEN SON PARÇADIR (31 Mart hâdisesinde isyan eden sekiz taburu itaata getiren ve musibeti yüzden bire indiren iki derstir ki, dinî ceridelerde 1325'de neþredilmiþtir. Milâdî: 1909) Kahraman Askerlerimize Ey þanlý asâkir-i muvahhidîn! Ve ey bu millet-i mazlumeyi ve mukaddes Ýslâmiyeti iki defa büyük vartadan tahlis eden muhteþem kahramanlar!.. Cemal ve kemaliniz, intizam ve inzibattýr. Bunu da hakkýyla en müþevveþ bir zamanda gösterdiniz. Ve hayatýnýz ve kuvvetiniz itaattýr. Bu meziyet-i mukaddeseyi en ufak âmirinize karþý bile irae ediniz. Otuz milyon Osmanlý ve üçyüz milyon Ýslâm'ýn namusu artýk sizin itaatýnýza baðlýdýr. Sancak ve tevhid-i Ýlahî sizin yed-i þecaatýnýz sh: » (H: 104) dadýr. Sizin o mübarek elinizin kuvveti de itaattýr. Sizin zabitleriniz, müþfik pederlerinizdir. Kur'an ve Hadîs ve hikmet ve tecrübe ile sabittir ki: Haklý âmire itaat farzdýr. Malûmunuzdur ki, otuzüç milyon nüfus yüz sene zarfýnda böyle iki inkýlabý yapamadý. Sizin o itaattan neþ'et eden hakikî kuvvetiniz, umum millet-i Ýslâmiyeyi medyun-u þükran etti. Bu þerefi hakkýyla te'yid etmek, zabitlerinize itaatladýr. Ýslâmiyet'in namusu da o itaattadýr. Biliyorum ki, müþfik pederleriniz olan zabitlerinizi mes'ul etmemek için iþe karýþtýrmadýnýz. Þimdi ise iþ bitti. Zabitlerinizin âðuþ-u þefkatlerine atýlýnýz. Þeriat-ý garra böyle emrediyor. Zira zâbitler ululemirdirler. Vatan ve millet menfaatinde, hususan nizam-ý askerîde ululemre itaat farzdýr. Þeriat-ý Muhammedînin (Aleyhissalâtü Vesselâm) muhafazasý da itaat iledir. Said Nursî sh: » (H: 105) Asâkire Hitab (Dinî Ceride Numara: 110 30 Nisan 1909) Ey asâkir-i muvahhidîn! Fahr-i Âlem'in (Aleyhissalâtü Vesselâm) fermanýný size teblið ediyorum ki, þeriat dairesinde ululemre itaat farzdýr. Ululemriniz ve üstadlarýnýz zabitlerinizdir. Askerlik ocaðý cesîm ve muntazam bir fabrikaya benzer. Çarklarýn biri intizam ve itaatta serkeþlik etmekle, bütün fabrika hercümerc olur. Sizin o muntazam ve kuvvetli fabrika-i askeriyeniz, otuz milyon Osmanlý ve üçyüz milyon nüfus-u Ýslâmiyenin nokta-i istinadý ve maden-i istimdadýdýr. Sizin iki müdhiþ istibdadý kansýz ve defaten öldürmeniz hârikulâde olduðundan ve þeriat-ý garranýn iki mu'cize-i garrasýný izhar ettiðinizden, zaîfü'l-akide olanlara hamiyet-i Ýslâmiyenin kuvvetini ve þeriatýn sh: » (H: 106) kudsiyetini iki bürhan ile izhar eylediniz. Bu iki inkýlabýn pahasýna binler þehid verse idik, ucuz sayacaktýk. Lâkin itaatýnýzdan binde bir cüz'ü feda olunsa, bize pek çok pahalý düþer. Zira itaatýnýzýn tenakusu, ukde-i hayatiye veya hararet-i gariziyenin tenakusu gibi mevti intac eder. Tarih-i âlem serapa þehadet ediyor ki, asker neferatýnýn siyasete müdahaleleri, devletçe ve milletçe müdhiþ zararlarý intac etmiþtir. Elbette hamiyet-i Ýslâmiyeniz, böyle sizi uhdenizde olan hayat-ý Ýslâmiyeye zarar verecek noktalardan men'edecektir. Siyaseti düþünenler, sizin kuvve-i müfekkireniz hükmünde olan zabitleriniz ve ululemirlerinizdir. Bazan zarar zannettiðiniz þey, siyaseten büyük zararý def' ettiði için ayn-ý maslahat olduðundan, zabitleriniz tecrübeleri hasebiyle görüyor ve size emir veriyor. Sizde de tereddüd caiz deðildir. Ef'al-i hususiye-i nâmeþrua, san'attaki meharet ve hazakate münafî deðildir ve san'atý menfur etmez. Nasýlki bir tabib-i hâzýk ve bir mühendis-i mâhirin nâmeþru harekâtý için, onlarýn týb ve hendeselerinden mani-i istifade olamaz. Ke sh: » (H: 107) zalik fenn-i harbde tecrübeli ve o san'atta mâhir ve hamiyet-i Ýslâmiye ile münevver-ül fikir zabitlerinizin bazýlarýnýn cüz'î nâmeþru harekâtý için, itaatýnýza halel vermeyiniz. Zira fenn-i harb, mühim bir san'attýr. Hem de sizin kýyamýnýz; þeriat-ý garra, -yed-i beyza-i Musa gibi- sair sebeb-i tefrika ve teþettüt-ü efkâr olan cem'iyetleri bel' etti. Sâhirleri de secdeye mecbur eyledi. Harekâtýnýz bu inkýlabda ilâç gibi idi ki, fazla olsa zehire münkalib olur. Ve hayat-ý Ýslâmiyeyi fena bir hastalýða hedef eder. Hem de himmetinizle bizdeki istibdad þimdilik mahvoldu. Lâkin terakkiler için Avrupa'nýn istibdad-ý manevîsi altýndayýz. Nihayet derecede ihtiyat ve i'tidal lâzýmdýr. Yaþasýn þeriat-ý garra!.. Yaþasýn askerler!.. Said Nursî sh: » (H: 108) Cem'iyetlere Ýhtar-ý Mühim Þimdi cem'iyetimiz bir hükûmet-i meþruta-i meþruadýr. Hükûmet içinde hükûmetin zararý görüldü. Seviye-i irfan bir olmadýðýndan fýrkalarda husumet, taassub ve taraftarlýk intac eder. Tabiî o kuvveti istimal ile siyasete karýþacak ve umumî idarede herkesçe lezzetli olan tahakkümatý yapacak sahib-i aðraza müsaid bir zemin olur. Binaenaleyh bizdeki fýrkalarýn þimdiki hal ile devamý gayet muzýrdýr. Lâkin bir þirkette veya münevver-ül fikir ve bîtaraf mabeyninde tenkidat-ý siyasetten veya ehl-i ilim mabeyninde nasihat ve irþaddan menfaat olabilir. Þimdi hükûmet-i meþruamýz asýl büyük cemiyettir. Bediüzzaman Said Nursî sh: » (H: 109) Hakikat Çekirdekleri [Otuzbeþ sene evvel tab'edilen "Hakikat Çekirdekleri" namýndaki risaleden vecizelerdir.] بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ 1- Marîz bir asrýn, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi; ittiba'-ý Kur'andýr. 2- Azametli bahtsýz bir kýt'anýn, þanlý tali'siz bir devletin, deðerli sahibsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ý Ýslâmdýr. 3- Arzý ve bütün nücum ve þümusu tesbih taneleri gibi kaldýracak ve çevirecek kuvvetli bir ele mâlik olmayan kimse, kâinatta dava-yý halk ve iddia-yý icad edemez. Zira herþey, herþeyle baðlýdýr. sh: » (H: 110) 4- Haþirde bütün zev-il-ervahýn ihyasý; mevt-âlûd bir nevm ile kýþta uyuþmuþ bir sineðin baharda ihya ve inþasýndan kudrete daha aðýr olamaz. Zira kudret-i ezeliye zâtiyedir; tegayyür edemez, acz tahallül edemez, avaik tedahül edemez. Onda meratib olamaz, herþey ona nisbeten birdir. 5- Sivrisineðin gözünü halkeden, Güneþ'i dahi O halketmiþtir. 6- Pirenin midesini tanzim eden, Manzume-i Þemsiyeyi de O tanzim etmiþtir. 7- Kâinatýn te'lifinde öyle bir i'caz var ki; bütün esbab-ý tabiiye farz-ý muhal olarak muktedir birer fâil-i muhtar olsalar, yine kemal-i acz ile o i'caza karþý secde ederek سُبْحَانَكَ لاَ قُدْرَةَ لَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ diyeceklerdir. 8- Esbaba tesir-i hakikî verilmemiþ, vahdet ve celâl öyle ister. Lâkin mülk cihetinde esbab dest-i kudrete perde olmuþtur, izzet ve azamet öyle ister. Tâ nazar-ý zâhirde, dest-i kudret mülk cihetindeki umûr-u hasise ile mübaþir görülmesin. sh: » (H: 111) 9- Mahall-i taalluk-u kudret olan herþeydeki melekûtiyet ciheti þeffaftýr, nezihtir. 10- Âlem-i þehadet, avalim-ül guyub üstünde tenteneli bir perdedir. 11- Bir noktayý tam yerinde icad etmek için, bütün kâinatý icad edecek bir kudret-i gayr-ý mütenahî lâzýmdýr. Zira þu kitab-ý kebir-i kâinatýn herbir harfinin, bahusus zîhayat herbir harfinin, herbir cümlesine müteveccih birer yüzü, nâzýr birer gözü vardýr. 12- Meþhurdur ki: Hilâl-i îde bakarlardý. Kimse birþey görmedi. Ýhtiyar bir zât yemin ederek "Hilâli gördüm." dedi. Halbuki gördüðü hilâl deðil, kirpiðinin tekavvüs etmiþ beyaz bir kýlý idi. O kýl nerede? Kamer nerede? Harekât-ý zerrat nerede? Fâil-i teþkil-i enva' nerede? 13- Tabiat, misalî bir matbaadýr, tâbi' deðil; nakýþtýr, nakkaþ deðil; kabildir, fâil deðil; mistardýr, masdar deðil; nizamdýr, nâzým deðil; kanundur, kudret deðil; þeriat-ý iradiyedir, hakikat-ý hariciye deðil. 14- Fýtrat-ý zîþuur olan vicdandaki incizab ve cezbe, bir hakikat-ý cazibedarýn cezbesiyledir. sh: » (H: 112) 15- Fýtrat yalan söylemez. Bir çekirdekteki meyelan-ý nümuvv der: "Ben sünbülleneceðim, meyve vereceðim." Doðru söyler. Yumurtada bir meyelan-ý hayat var. Der: "Piliç olacaðým." Biiznillah olur. Doðru söyler. Bir avuç su, meyelan-ý incimad ile der: "Fazla yer tutacaðým." Metin demir onu yalan çýkaramaz; sözünün doðruluðu demiri parçalar. Þu meyelanlar, iradeden gelen evamir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir. 16- Karýncayý emirsiz, arýyý ya'subsuz býrakmayan Kudret-i Ezeliye; elbette beþeri nebisiz býrakmaz. Âlem-i þehadetteki insanlara inþikak-ý Kamer, bir mu'cize-i Ahmediye (A.S.M.) olduðu gibi, mi'râc dahi âlem-i melekûttaki melâike ve ruhaniyata karþý bir mu'cize-i kübra-yý Ahmediyedir ki; nübüvvetinin velayeti bu kerâmet-i bâhire ile isbat edilmiþtir ve o parlak zât, berk ve Kamer gibi melekûtta þu'le-feþan olmuþtur. 17- Kelime-i þehadetin iki kelâmý birbirine þahiddir. Birincisi ikincisine bürhan-ý limmîdir; ikincisi birincisine bürhan-ý innîdir. 18- Hayat, kesrette bir çeþit tecelli-i vahdettir. sh: » (H: 113) Onun için ittihada sevkeder. Hayat, bir þeyi herþeye mâlik eder. 19- Ruh, bir kanun-u zîvücud-u haricîdir, bir namus-u zîþuurdur. Sabit ve daim fýtrî kanunlar gibi, ruh dahi âlem-i emirden, sýfat-ý iradeden gelmiþ, kudret ona vücud-u hissî giydirmiþtir. Bir seyyale-i latifeyi o cevhere sadef etmiþtir. Mevcud ruh, makul kanunun kardeþidir. Ýkisi hem daimî, hem âlem-i emirden gelmiþlerdir. Þayet nevilerdeki kanunlara kudret-i ezeliye bir vücud-u haricî giydirseydi, ruh olurdu. Eðer ruh, vücudu çýkarsa, þuuru baþýndan indirse, yine lâyemut bir kanun olurdu. 20- Ziya ile mevcudat görünür, hayat ile mevcudatýn varlýðý bilinir. Herbirisi birer keþþaftýr. 21- Nasraniyet, ya intifa veya ýstýfa edip Ýslâmiyet'e karþý terk-i silâh edecektir. Nasraniyet birkaç defa yýrtýldý, protestanlýða geldi. Protestanlýk da yýrtýldý, tevhide yaklaþtý. Tekrar yýrtýlmaða hazýrlanýyor. Ya intifa bulup sönecek veya hakikî Nasraniyetin esasýný câmi' olan hakaik-i Ýslâmiyeyi karþýsýnda görecek, teslim olacaktýr. sh: » (H: 114) Ýþte bu sýrr-ý azîme, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm iþaret etmiþtir ki: "Hazret-i Îsâ nâzil olup gelecek, ümmetimden olacak, þeriatýmla amel edecektir." 22- Cumhur-u avamý, bürhandan ziyade, me'hazdaki kudsiyet imtisale sevkeder. 23- Þeriatýn yüzde doksaný -zaruriyat ve müsellemat-ý diniye- birer elmas sütundur. Mesail-i içtihadiye-i hilafiye, yüzde ondur. Doksan elmas sütun, on altunun himayesine verilmez. Kitaplar ve içtihadlar Kur'ana dürbin olmalý, âyine olmalý; gölge ve vekil olmamalý! 24- Her müstaid; nefsi için içtihad edebilir, teþri' edemez. 25- Bir fikre davet, cumhur-u ulemanýn kabulüne vâbestedir. Yoksa davet bid'attýr, reddedilir. 26- Ýnsan fýtraten mükerrem olduðundan, hakký arýyor. Bazan bâtýl eline gelir; hak zannederek koynunda saklar. Hakikatý kazarken, ihtiyarsýz dalalet baþýna düþer; hakikat zannederek kafasýna giydiriyor. 27- Birbirinden eþeff ve eltaf, kudretin sh: » (H: 115) çok âyineleri vardýr; sudan havaya, havadan esîre, esîrden âlem-i misale, âlem-i misalden âlem-i ervaha, hattâ zamana, fikre tenevvü' ediyor. Hava âyinesinde bir kelime milyonlar kelimat olur. Kalem-i kudret, þu sýrr-ý tenasülü pek acib istinsah ediyor. Ýn'ikas, ya hüviyeti veya hüviyetle mahiyeti tutar. Kesifin timsalleri birer meyyit-i müteharriktir. Bir ruh-u nuranînin kendi âyinelerinde olan timsalleri, birer hayy-ý murtabýttýr; ayný olmasa da, gayrý da deðildir. 28- Þems hareket-i mihveriyesiyle silkinse, meyveleri düþmez; silkinmezse, yemiþleri olan seyyarat düþüp daðýlacaktýr. 29- Nur-u fikir, ziya-yý kalb ile ýþýklanýp mezcolmazsa, zulmettir, zulüm fýþkýrýr. Gözün muzlim nehar-ý ebyazý, muzii (Haþiye) leyle-i süveyda ile mezcolmazsa basarsýz olduðu gibi, fikret-i beyzada süveyda-i kalb bulunmazsa, basiretsizdir. 30- Ýlimde iz'an-ý kalb olmazsa, cehildir. Ýltizam baþka, itikad baþkadýr. __________________ (Haþiye): Meali: Gözün gündüze benzeyen beyazý, geceye benzeyen siyahlýðýyla beraber olmazsa; göz, göz olmaz. sh: » (H: 116) 31- Bâtýl þeyleri iyice tasvir, safi zihinleri idlâldir. 32- Âlim-i mürþid, koyun olmalý; kuþ olmamalý. Koyun, kuzusuna süt; kuþ, yavrusuna kay verir. 33- Bir þey'in vücudu, bütün eczasýnýn vücuduna vâbestedir. Ademi ise, bir cüz'ünün ademiyle olduðundan; zaîf adam, iktidarýný göstermek için tahrib tarafdarý oluyor, müsbet yerine menfîce hareket ediyor. 34- Desatir-i hikmet, nevamis-i hükûmetle; kavanin-i hak, revabýt-ý kuvvetle imtizac etmezse cumhur-u avamda müsmir olamaz. 35- Zulüm, baþýna adalet külâhýný geçirmiþ; hýyanet, hamiyet libasýný giymiþ; cihada baðy ismi takýlmýþ, esarete hürriyet namý verilmiþ. Ezdad, suretlerini mübadele etmiþler. 36- Menfaat üzerine dönen siyaset, canavardýr. 37- Aç canavara karþý tahabbüb; merhametini deðil, iþtihasýný açar. Hem de diþ ve týrnaðýnýn kirasýný da ister. 38- Zaman gösterdi ki: Cennet ucuz deðil, sh: » (H: 117) Cehennem dahi lüzumsuz deðil. 39- Dünyaca havas tanýnan insanlardaki meziyet, sebeb-i tevazu' ve mahviyet iken; tahakküm ve tekebbüre sebeb olmuþtur. Fukaranýn aczi, avamýn fakrý sebeb-i merhamet ve ihsan iken; esaret ve mahkûmiyetlerine müncer olmuþtur. 40- Bir þeyde mehasin ve þeref hasýl oldukça, havassa peþkeþ ederler; seyyiat olsa, avama taksim ederler. 41- Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan veya tenasi edilse; ezhan enelere dönüp etrafýnda gezerler. 42- Bütün ihtilâlât ve fesadýn asýl madeni ve bütün ahlâk-ý rezilenin muharrik ve menba'ý tek iki kelimedir: Birinci Kelime: "Ben tok olsam, baþkasý açlýktan ölse bana ne!" Ýkinci Kelime: "Ýstirahatim için zahmet çek; sen çalýþ, ben yiyeyim." Birinci kelimenin ýrkýný kesecek tek bir devasý var ki, o da vücub-u zekattýr. Ýkinci kelimenin devasý, hurmet-i ribadýr. sh: » (H: 118) Adalet-i Kur'aniye âlem kapýsýnda durup, ribaya "Yasaktýr, girmeye hakkýn yoktur" der. Beþer bu emri dinlemedi, büyük bir sille yedi. Daha müdhiþini yemeden, dinlemeli!.. 43- Devletler, milletler muharebesi; tabakat-ý beþer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beþer esir olmak istemediði gibi, ecîr olmak da istemez. 44- Tarîk-ý gayr-ý meþru ile bir maksadý takib eden, galiben maksudunun zýddýyla ceza görür, Avrupa muhabbeti gibi gayr-ý meþru muhabbetin akibetinin mükâfatý, mahbubun gaddarane adavetidir. 45- Maziye, mesaibe kader nazarýyla ve müstakbele, measîye teklif noktasýnda bakmak lâzýmdýr. Cebr ve Ýtizal, burada barýþýrlar. 46- Çaresi bulunan þeyde acze, çaresi bulunmayan þeyde ceza'a iltica etmemek gerektir. 47- Hayatýn yarasý iltiyam bulur. Ýzzet-i Ýslâmiyenin ve namusun ve izzet-i milliyenin yaralarý pek derindir. 48- Öyle zaman olur ki; bir kelime bir sh: » (H: 119) orduyu batýrýr, bir gülle otuz milyonun mahvýna sebeb olur. (Haþiye) Öyle þerait tahtýnda olur ki;küçük bir hareket, insaný a'lâ-yý illiyyîne çýkarýr ve öyle hal olur ki; küçük bir fiil, insaný esfel-i safilîne indirir. 49- Bir tane sýdk, bir harman yalanlarý yakar. Bir tane hakikat, bir harman hayalata müreccahtýr. لاَ يَلْزَمُ مِنْ لُزُومِ صِدْقِ كُلِّ قَوْلٍ قَوْلُ كُلِّ صِدْقٍ Her sözün doðru olmalý; fakat her doðruyu söylemek, doðru deðil. 50- Güzel gören, güzel düþünür. Güzel düþünen, hayatýndan lezzet alýr. 51- Ýnsanlarý canlandýran emeldir; öldüren ye'stir. 52- Eskiden beri i'la-yý kelimetullah ve beka-yý istiklaliyet-i Ýslâm için farz-ý kifaye-i cihadý deruhde ile kendini, yek-vücud olan âlem-i Ýslâm'a fedaya vazifedar ve hilafete bayrakdar görmüþ olan bu devlet-i Ýslâmiyenin __________________ (Haþiye): Sýrp bir neferin Avusturya Veliahdine attýðý bir tek gülle; eski harb-i umumîyi patlattýrdý, otuz milyon nüfusun mahvýna sebeb oldu. sh: » (H: 120) felâketi; âlem-i Ýslâmýn saadet ve hürriyet-i müstakbelesiyle telafi edilecektir. Zira þu musibet, maye-i hayatýmýz olan uhuvvet-i Ýslâmiyenin inkiþafýný hârikulâde tacil etti. 53- Hýristiyanlýðýn malý olmayan mehasin-i medeniyeti ona mal etmek ve Ýslâmiyetin düþmaný olan tedenniyi ona dost göstermek, feleðin ters dönmesine delildir. 54- Paslanmýþ bîhemta bir elmas, daima mücella cama müreccahtýr. 55- Herþeyi maddede arayanlarýn akýllarý gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür. 56- Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düþse, hakikata inkýlab eder; hurafata kapý açar. 57- Ýhsan-ý Ýlâhîden fazla ihsan, ihsan deðildir. Her þeyi, olduðu gibi tavsif etmek gerektir. 58- Þöhret, insanýn malý olmayaný dahi insana maleder. 59- Hadîs, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattýr. sh: » (H: 121) 60- Ýhya-yý din, ihya-yý millettir. Hayat-ý din, nur-u hayattýr. 61- Nev'-i beþere rahmet olan Kur'an; ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder. Medeniyet-i hazýra, beþ menfî esas üzerine teessüs etmiþtir: 1- Nokta-i istinadý, kuvvettir. O ise, þe'ni tecavüzdür. 2- Hedef-i kasdý menfaattýr. O ise, þe'ni tezahümdür. 3- Hayatta düsturu, cidaldir. O ise, þe'ni, tenazu'dur. 4- Kitleler mabeynindeki rabýtasý, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise, þe'ni müdhiþ tesadümdür. 5- Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teþci' ve arzularýný tatmindir. O heva ise, insanýn mesh-i manevîsine sebebdir. Þeriat-ý Ahmediyenin (A.S.M.) tazammun ettiði ve emrettiði medeniyet ise: Nokta-i istinadý, kuvvete bedel haktýr ki; þe'ni, adalet ve tevazündür. Hedefi de, menfaat yerine sh: » (H: 122) fazilettir ki; þe'ni, muhabbet ve tecazübdür. Cihet-ül vahdet de, unsuriyet ve milliyet yerine, rabýta-i dinî ve vatanî ve sýnýfîdir ki; þe'ni samimî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karþý, yalnýz tedafü'dür. Hayatta, düstur-u cidal yerine düstur-u teavündür ki; þe'ni, ittihad ve tesanüddür. Heva yerine hüdadýr ki; þe'ni, insaniyeten terakki ve ruhen tekâmüldür. Mevcudiyetimizin hâmisi olan Ýslâmiyetten elini gevþetme, dört el ile sarýl; yoksa mahvolursun. 62- Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasýndan terettüb eder. Musibet; cinayetin neticesi, mükâfatýn mukaddemesidir. 63- Þehid kendini hayy bilir. Feda ettiði hayatý, sekeratý tatmadýðýndan, gayr-ý münkatý' ve bâki görüyor. Yalnýz daha nezih olarak buluyor. 64- Adalet-i mahza-i Kur'aniye; bir masumun hayatýný ve kanýný, hattâ umum beþer için de olsa, heder etmez. Ýkisi nazar-ý kudrette bir olduðu gibi, nazar-ý adalette de birdir. Hodgâmlýk ile, öyle insan olur ki; ihtirasýna mani herþey'i, hattâ elinden gelirse sh: » (H: 123) dünyayý harab ve nev'-i beþeri mahvetmek ister. 65- Havf ve za'f, te'sirat-ý hariciyeyi teþci' eder. 66- Muhakkak maslahat, mevhum mazarrata feda edilmez. 67- Þimdilik Ýstanbul siyaseti, Ýspanyol hastalýðý gibi bir hastalýktýr. 68- Deli adama "iyisin, iyisin" denilse iyileþmesi, iyi adama "fenasýn, fenasýn" denilse fenalaþmasý nâdir deðildir. 69- Düþmanýn düþmaný, düþman kaldýkça dosttur; düþmanýn dostu, dost kaldýkça düþmandýr. 70- Ýnadýn iþi: Þeytan birisine yardým etse; "Melektir" der, rahmet okur; muhalifinde melek görse, "libasýný deðiþtirmiþ þeytandýr." der, lanet eder. 71- Bir derdin dermaný, baþka bir derde zehir olabilir. Bir derman, haddinden geçse, dert getirir. 72- اَلْجَمْعِيَّةُ الَّتِى فِيهَا التَّسَانُدُ آلَةٌ خُلِقَتْ لِتَحْرِيكِ السَّكَنَاتِ وَالْجَمَاعَةُ الَّتِى فِيهَا التَّحَاسُدُ آلَةٌ خُلِقَتْ لِتَسْكِينِ الْحَرَكَاتِ sh: » (H: 124) 73- Cemaatte vâhid-i sahih olmazsa; cem' ve zamm, kesir darbý gibi küçültür. (Haþiye) (Haþiye): Hesabda malûmdur ki; darb ve cem', ziyadeleþtirir. Dört kerre dört, onaltý olur. Fakat kesirlerde darb ve cem', bilakis küçültür. Sülüsü sülüs ile darbetmek, tüsü' olur; yani, dokuzda bir olur. Aynen onun gibi, insanlarda sýhhat ve istikamet ile vahdet olmazsa; ziyadeleþmekle küçülür, bozuk olur, kýymetsiz olur. 74- Adem-i kabul, kabul-ü ademle iltibas olunur. Adem-i kabul; adem-i delil-i sübut, onun delilidir. Kabul-ü adem, delil-i adem ister. Biri þek, biri inkârdýr. 75- Îmanî mes'elelerde þübhe, bir delili, hattâ yüz delili atsa da; medlûle îras-ý zarar edemez. Çünki binler delil var. 76- Sevad-ý azama ittiba edilmeli. Ekseriyete ve sevad-ý azama dayandýðý zaman, lâkayd Emevîlik, en nihayet Ehl-i Sünnet cemaatine girdi. Adetçe ekalliyette kalan salabetli Alevîlik, en nihayet az bir kýsmý Râfýzîliðe dayandý. 77- Hakta ittifak, ehakta ihtilaf olduðundan; bazan hak, ehaktan ehaktýr; hasen, ahsenden ahsendir. Herkes kendi mesleðine sh: » (H: 125) "Hüve hak" demeli, "Hüvelhak" dememeli. Veyahut "Hüve hasen" demeli, "Hüvelhasen" dememeli. 78- Cennet olmazsa, Cehennem tazib etmez. 79- Zaman ihtiyarlandýkça, Kur'an gençleþiyor; rumuzu tavazzuh ediyor. Nur, nâr göründüðü gibi; bazan þiddet-i belâgat dahi, mübalaða görünür. 80- Hararetteki meratib, bürûdetin tahallülü iledir; hüsündeki derecat, kubhun tedahülü iledir. Kudret-i Ezeliye zâtiyedir, lâzýmedir, zaruriyedir; acz tahallül edemez, meratib olamaz, herþey ona nisbeten müsavidir. 81- Þemsin feyz-i tecellisi olan timsali, denizin sathýnda ve denizin katresinde ayný hüviyeti gösteriyor. 82- Hayat, cilve-i tevhiddendir, müntehasý da vahdet kesbediyor. 83- Ýnsanlarda veli, Cum'ada dakika-i icabe, Ramazanda Leyle-i Kadir, Esmâ-i Hüsnâda Ýsm-i Azam, ömürde ecel meçhul kaldýkça; sair efrad dahi kýymetdar kalýr, sh: » (H: 126) ehemmiyet verilir. Yirmi sene mübhem bir ömür, nihayeti muayyen bin sene ömre müreccahtýr. 84- Dünyada masiyetin akibeti, ikab-ý uhrevîye delildir. 85- Rýzk, hayat kadar kudret nazarýnda ehemmiyetlidir. Kudret çýkarýyor, kader giydiriyor, inayet besliyor. Hayat; muhassal-ý mazbuttur, görünür. Rýzk; gayr-ý muhassal, tedricî münteþirdir, düþündürür. Açlýktan ölmek yoktur. Zira bedende þahm ve saire suretinde iddihar olunan gýda bitmeden evvel ölüyor. Demek, terk-i âdetten neþ'et eden maraz öldürür; rýzýksýzlýk deðil. 86- Âkilü'l-lâhm vahþilerin helâl rýzýklarý, hayvanatýn hadsiz cenazeleridir; hem rûy-i zemini temizliyorlar, hem rýzýklarýný buluyorlar. 87- Bir lokma kýrk paraya, diðer bir lokma on kuruþa. Aðýza girmeden ve boðazdan geçtikten sonra birdirler. Yalnýz, birkaç saniye aðýzda bir fark var. Müfettiþ ve kapýcý olan kuvve-i zaikayý taltif ve memnun etmek için birden ona gitmek, israfýn en sefihidir. sh: » (H: 127) 88- Lezaiz çaðýrdýkça, sanki yedim demeli. Sanki yedimi düstur yapan; "Sanki yedim" namýndaki bir mescidi yiyebilirdi, yemedi. 89- Eskiden ekser Ýslâm aç deðildi, tereffühe ihtiyar vardý. Þimdi açtýr, telezzüze ihtiyar yoktur. 90- Muvakkat lezzetten ziyade, muvakkat eleme tebessüm etmeli; hoþ geldin demeli. Geçmiþ lezaiz, ah vah dedirtir. "Ah!" müstetir bir elemin tercümanýdýr. Geçmiþ âlâm, "Oh!" dedirtir. O "Oh" muzmer bir lezzet ve nimetin muhbiridir. 91- Nisyan dahi bir nimettir. Yalnýz her günün âlâmýný çektirir, müterakimi unutturur. 92- Derece-i hararet gibi, her musibette bir derece-i nimet vardýr. Daha büyüðünü düþünüp, küçükteki derece-i nimeti görüp, Allah'a þükretmeli. Yoksa isti'zam ile üflense, þiþer; merak edilse, ikileþir; kalbdeki misali, hayali, hakikata inkýlab eder.. o da kalbi döver. 93- Her adam için, heyet-i içtimaiyede sh: » (H: 128) görmek ve görünmek için mertebe denilen bir penceresi vardýr. O pencere kamet-i kýymetinden yüksek ise, tekebbür ile tetavül edecek; eðer kamet-i kýymetinden aþaðý ise, tevazu' ile tekavvüs edecek ve eðilecek.. tâ o seviyede görsün ve görünsün. Ýnsanda büyüklüðün mikyasý; küçüklüktür, yani tevazu'dur. Küçüklüðün mizaný; büyüklüktür, yani tekebbürdür. 94- Zaîfin kavîye karþý izzet-i nefsi, kavîde tekebbür olur; kavînin zaîfe karþý tevazu'u, zaîfte tezellül olur. Bir ulülemrin makamýndaki ciddiyeti, vakardýr; mahviyeti, zillettir. Hanesindeki ciddiyeti, kibirdir; mahviyeti tevazu'dur. Ferd mütekellim-i vahde olsa, müsamahasý ve fedakârlýðý amel-i sâlihtir; mütekellim-i maalgayr olsa, hýyanettir, amel-i talihtir. Bir þahýs, kendi namýna hazm-ý nefs eder, tefahur edemez; millet namýna tefahur eder, hazm-ý nefs edemez. 95- Tertib-i mukaddematta "tefviz" tenbelliktir, terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sa'yine ve kýsmetine rýza; kanaattýr, meyl-i sa'yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa, dûn-himmetliktir. sh: » (H: 129) 96- Evamir-i þer'iyeye karþý itaat ve isyan olduðu gibi, evamir-i tekviniyeye karþý da itaat ve isyan vardýr. Birincisinde mükâfat ve mücazatýn ekseri âhirette; ikincisinde, aðlebi dünyada olur. Meselâ: Sabrýn mükâfatý zaferdir, ataletin mücazatý sefalettir, sa'yin sevabý servettir, sebatýn mükâfatý galebedir. Müsavatsýz adalet, adalet deðildir. 97- Temasül tezadýn sebebidir, tenasüb tesanüdün esasýdýr, sýgar-ý nefs tekebbürün menba'ýdýr, za'f gururun madenidir, acz muhalefetin menþeidir, merak ilmin hocasýdýr. 98- Kudret-i Fâtýra ihtiyaç ile, hususan açlýk ihtiyacýyla; baþta insan bütün hayvanatý gemlendirip, nizama sokmuþ. Hem âlemi herc ü mercden halas edip, hem ihtiyacý medeniyete üstad ederek, terakkiyatý temin etmiþtir. 99- Sýkýntý, sefahetin muallimidir. Ye's, dalalet-i fikrin; zulmet-i kalb, ruh sýkýntýsýnýn menba'ýdýr. 100- اِذَا تَاَنَّثَ الرِّجَالُ بِالتَّهَوُّسِ تَرَجَّلَ النِّسَاءِ بِالتَّوَقُّحِ sh: » (H: 130) Bir meclis-i ihvana güzel bir karý girdikçe; riya, rekabet, hased damarý intibah eder. Demek inkiþaf-ý nisvandan, medenî beþerde ahlâk-ý seyyie inkiþaf eder. 101- Beþerin þimdiki seyyiat-âlûd hýrçýn ruhunda, mütebessim küçük cenazeler olan suretlerin rolü ehemmiyetlidir. 102- Memnu' heykel; ya bir zulm-ü mütehaccir, ya bir heves-i mütecessim veya bir riya-yý mütecessiddir. 103- Ýslâmiyetin müsellematýný tamamen imtisal ettiði cihetle bihakkýn daire-i dâhiline girmiþ zâtta; meyl-üt tevsi' meyl-üt tekemmüldür. Lâkaydlýk ile haricde sayýlan zâtta meyl-üt tevsi', meyl-üt tahribdir. Fýrtýna ve zelzele zamanýnda; deðil içtihad kapýsýný açmak, belki pencerelerini de kapatmak maslahattýr. Lâübaliler ruhsatlarla okþanýlmaz; azimetlerle, þiddetle ikaz edilir. 104- Bîçare hakikatlar, kýymetsiz ellerde kýymetsiz olur. 105- Küremiz hayvana benziyor, âsâr-ý hayat gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse, bir nevi hayvan olmayacak mýdýr? sh: » (H: 131) Veya bir mikrop küremiz kadar büyüse, ona benzemeyecek midir? Hayatý varsa, ruhu da vardýr. Âlem, insan kadar küçülse, yýldýzlarý zerrat ve cevahir-i ferdiye hükmüne geçse; o da bir hayvan-ý zîþuur olmayacak mýdýr? Allah'ýn böyle çok hayvanlarý var. 106- Þeriat ikidir: Birincisi: Âlem-i asgar olan insanýn ef'al ve ahvalini tanzim eden ve sýfat-ý kelâmdan gelen bildiðimiz þeriattýr. Ýkincisi: Ýnsan-ý ekber olan âlemin harekât ve sekenatýný tanzim eden, sýfat-ý iradeden gelen þeriat-ý kübra-yý fýtriyedir ki; bazan yanlýþ olarak tabiat tesmiye edilir. Melâike bir ümmet-i azîmedir ki, sýfat-ý iradeden gelen ve þeriat-ý fýtriye denilen evamir-i tekviniyesinin hamelesi ve mümessili ve mütemessilleridirler. 107- اِذَا وَازَنْتَ بَيْنَ حَوَاسِّ حُوَيْنَةٍ خُرْدَبِينِيَّةٍ وَحَوَاسِّ اْلاِنْسَانِ تَرَى سِرّ ًا عَجِيبًا اِنَّ اْلاِنْسَانَ كَصُورَةِ يس كُتِبَ فِيهَا سُورَةِ يس 108- Maddiyyunluk mânevî tâundur ki, beþere þu müdhiþ sýtmayý tutturdu, gazab-ý sh: » (H: 132) Ýlahîye çarptýrdý. Telkin ve tenkid kabiliyeti tevessü' ettikçe, o taun da tevessü' eder. 109- En bedbaht, en muzdarib, en sýkýntýlý; iþsiz adamdýr. Zira atalet ademin biraderzadesidir; sa'y, vücudun hayatý ve hayatýn yakazasýdýr. 110- Ribanýn kap ve kapýlarý olan bankalarýn nef'i; beþerin fenasý olan gâvurlara ve onlarýn en zalimlerine ve bunlarýn en sefihlerinedir. Âlem-i Ýslâma zarar-ý mutlaktýr; mutlak beþerin refahý nazara alýnmaz. Zira gâvur harbî ve mütecaviz ise, hürmetsiz ve ismetsizdir. 111- Cum'ada hutbe; zaruriyat ve müsellematý tezkirdir, nazariyatý talim deðildir. Ýbare-i Arabiye daha ulvî ihtar eder. Hadîs ile âyet müvazene edilse, görünür ki; beþerin en belîði dahi, âyetin belâgatýna yetiþemez, ona benzemez. Said Nursî sh: » (H: 133) Hutbe-i Þamiye'nin Ýkinci Zeyli'nin Ýkinci Kýsmý Sure-i Ýhlas'ýn Bir Remzi بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ االْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى مُحَمَّدٍ سَيِّدِ الْمُرْسَلِينَ قُلْ هُوَ ýtlak ile tayini; tevhid-i þuhuda iþarettir. اَىْ: لاَ مَشْهُودَ بِنَظَرِ الْحَقِيقَةِ اِلاَّ هُوَ اَللّهُ اَحَدٌ Tevhid-i Uuluhiyete tasrihtir. اَىْ: لاَ مَعْبُودَ اِلاَّ هُوَ اَللّهُ الصَّمَدُ Tevhid-i Rububiyete remizdir. sh: » (H: 134) اَىْ: لاَ خَالِقَ وَلاَ رَبَّ اِلاَّ هُوَ Ve Tevhid-i Ceberuta telvihtir. اَىْ: لاَ قَيُّومَ وَلاَ غَنِىَّ عَلَى اْلاِطْلاَقِ اِلاَّ هُوَ لَمْ يَلِدْ Tevhid-i Celale telmihtir. Þirkin enva'ýný reddeder. Yani tegayyür veya tecezzi veya tenasül eden, Ýlah olamaz. Ukûl-ü aþere veya melâike veya Ýsâ veya Üzeyr'in velediyetini dava eden þirkleri reddeder. وَلَمْ يُولَدْ ف Ýsbat-ý ezeliyet ile tevhiddir. Esbabperest, nücumperest, sanemperest, tabiatperestin þirkini reddeder. Yani hâdis veya bir asýldan münfasýl veya bir maddeden mütevellid olan Ýlah olamaz. وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ Câmi bir tevhiddir. Yani: Zâtýnda, sýfatýnda, ef'alinde nazîri, þeriki, þebihi yoktur. لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ وَ هُوَ السّمِيعُ الْبَصِيرُ sh: » (H: 135) Þu sûre, bütün enva'-ý þirki reddeder. Ve yedi meratib-i tevhidi tazammun eden altý cümlesi mütenaticedir. Herbiri ötekinin hem neticesi, hem bürhanýdýr. Muvahhid-i ekber ve tevhidin bürhan-ý muazzamý olan kâinat, deðil yalnýz erkân ve azasý belki bütün hüceyratý, belki bütün zerratý birer lisan-ý zâkir-i tevhid olarak bu büyük bürhanýn sada-yý bülendine iþtirak ederek hep birden لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ diye mevlevîvari zikrediyorlar. Tevhidin bürhan-ý nâtýký olan Kur'an'ýn sinesine kulaðýný yapýþtýrýrsan iþiteceksin ki, kalbinde derinden derine gayet ulvî, nihayet derecede ciddî, gayet samimî, nihayet derecede mûnis ve mukni' ve bürhan ile mücehhez bir sadâ-yý semavî iþiteceksin ki: اَللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ zikrini tekrar ediyor. Evet þu bürhan-ý münevverin altý ciheti de þeffaftýr. Üstünde sikke-i i'caz, içinde nur-u hidayet, altýnda mantýk ve delil, sa sh: » (H: 136) ðýnda aklý istintak; solunda vicdaný istiþhad; önünde hayýr, hedefinde saadet-i dareyn, nokta-i istinadý vahy-i mahz'dýr, Vehmin ne haddi var, girebilsin! * * * Vicdanýn anâsýr-ý erbaasý ve ruhun dört havassý olan "Ýrade, Zihin, His, Latife-i Rabbaniye" herbirinin bir gayâtü'l-gayâtý var: Ýradenin ibadetullahtýr. Zihnin marifetullahtýr. Hissin muhabbetullahtýr. Latifenin müþahedetullahtýr. Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Þeriat þunlarý hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayâtü'l-gayâta sevkeder. * * * Eðer icaddaki vasýta hakikî olsaydý ve hakikî tesir verilseydi; hem bir þuur-u küllî verilmek lâzým idi, hem de bizzarure eserde ittikan-ý kemal-i san'at muhtelif olacaktý. Halbuki en âdiden en âlîye, en küçükten en büyüðe ittikan; derece-i kemalde, mahiyetin kameti nisbetindedir. Demek Müessir-i Hakikî'den bazý karîb, bazý baîd, kýsmen vasýtasýz, kýsmen vasýta ile, kýsmen ve sh: » (H: 137) sait ile deðildir. Ýnsanýn ihtiyarî eserindeki adem-i kemal; cebri nefy, ihtiyarý isbat eder. Cây-ý dikkattir ki: Cüz'î bir ihtiyarýn tavassutu ile eser-i akýl bir insan þehri, intizamca semere-i vahy bir arý kovanýndaki cemaate yetiþmez. Ve arýlarýn meþher-i san'atý bir petek hüceyrat þehri; bir nar ve (cilnar) gülnardan intizamca geridir. Demek kâinattaki cazibe-i umumiye hangi kalemden akmýþsa, cüz'-i lâyetecezzadaki küçücük cazibeler o kalemin noktalarýdýr. Ýslâmiyet der: لاَ خَالِقَ اِلاَّ هُوَ Hem vesait ve esbabý, müessir-i hakikî olarak kabul etmez. Vasýtaya mana-yý harfî nazarýyla bakar. Akide-i tevhid ve vazife-i teslim ve tefviz öyle ister. Tahrif sebebiyle þimdiki Hýristiyanlýk esbab ve vesaiti müessir bilir, mana-yý ismî nazarýyla bakar. Akide-i velediyet ve fikr-i ruhbaniyet öyle ister, öyle sevk eder. Onlar azizlerine mana-yý ismiyle birer menba-ý feyz ve -güneþin ziyasýndan bir fikre göre istihale etmiþ lâmbanýn nuru gibi- birer maden-i nur nazarýyla bakýyorlar. Biz ise evliyaya mana-yý harfiyle, yani âyi sh: » (H: 138) ne güneþin ziyasýný neþrettiði gibi birer ma'kes-i tecelli nazarýyla bakýyoruz. (Haþiye) Bu sýrdandýr ki bizde sülûk tevazudan baþlar, mahviyetten geçer, Fenafillah makamýný görür. Gayr-ý mütenahî makamatta sülûke baþlar. Ene ve nefs-i emmare kibriyle, gururuyla söner. Hakikî Hýristiyanlýk deðil, belki tahrif ve felsefe ile sarsýlmýþ Hýristiyanda, ene levazýmatýyla kuvvetleþir. Enesi kuvvetli, müteþahhýs, rütbeli, makam sahibi bir adam Hýristiyan olsa mütesallib olur. Fakat Müslüman olsa lâkayd olur. * * * Kuvveden fiile geçmek olan faaliyetteki þedid ve mütenevvi lezzet, tegayyür-ü âlemin mayesi ve kanun-u tekâmülün nüvesidir. Zindandan bostana çýkmak, daneden sünbüle geçmek ayn-ý lezzettir. Faaliyet istihaleyi tazammun etse, lezzet tezayüd ederek taþar. Vazifedeki külfeti taþýttýran o tattýr. Zîþuura nisbeten gayetteki kemal, ne kadar cazibedarsa, "Lâmüdrike"ye nisbeten _____________________ (Haþiye): Nakþibendî rabýtasý bu sýrra bina edilmiþtir. sh: » (H: 139) nefs-i faaliyet öyle de cazibedardýr, sa'ye sevkeder. Bu sýrdandýr ki: Rahat zahmettir, zahmet rahattýr. Hýrs ile aculiyet, sebeb-i haybettir. Zira müretteb basamaklar gibi fýtrattaki tertibe, teselsüle tatbik-i hareket etmediðinden harîs muvaffak olamaz. Olsa da tertib-i ca'lîsi bir basamak kadar seyr-i fýtrîden kýsa olduðundan yeise düþüp gaflet bastýktan sonra kapý açýlýr. Allah kalbin bâtýnýný iman ve marifet ve muhabbeti için yaratmýþtýr. Kalbin zâhirini, sair þeylere müheyya etmiþtir. Cinayetkâr hýrs kalbi deler, sanemleri içine idhal eder. Allah darýlýr, maksudunun aksiyle mücazat eder. * * * Hýrs cihetiyle siyaset efkârýný, Ýslâmiyet akaidinin yerlerine kadar îsal eden herifler þan ve þeref deðil, belki þeyn ve þenaata mazhar oldular. Nefsanî aþklardaki felâketler, haybetler bu sýrdandýr. O çeþit âþýklarýn bütün divanlarý birer feryad-ý mâtemdir. Gece kalben nevmi merak edersin, bâkiyesini de kaçýrýp uyanýk kalýrsýn. sh: » (H: 140) Ýki dilenci: Biri musýrr-ý muhteris, biri müstaðni-i muhteriz... Ýkincisine vermeyi daha ziyade arzu etmekliðin, þu geniþ kanunun bir nümunesidir. * * * En müthiþ maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinad eden tenkiddir. Tenkidi eðer insaf iþletirse, hakikatý rendeçler. Eðer gurur istihdam etse tahrip eder, parçalar. O müdhiþin en müdhiþidir ki, akaid-i imaniyeye ve mesail-i diniyeye girse. Zira iman hem tasdik, hem iz'an, hem iltizam, hem teslim, hem manevî imtisaldir. Þu tenkid; imtisali, iltizamý, iz'aný kýrar. Tasdikte de bîtaraf kalýr. Þu zaman-ý tereddüd ve evhamda, iz'an ve iltizamý tenmiye ve takviye eden nuranî sýcak kalblerden çýkan müsbet efkârý ve müþevvik beyanatý, hüsn-ü zan ile temaþa etmek gerektir. "Bîtarafane muhakeme" dedikleri þey, muvakkat bir dinsizliktir. Yeniden mühtedi ve müþteri olan yapar. وَالَّذِى عَلَّمَ الْقُرْآنَ الْمُعْجِزَ اِنَّ نَظَرَ الْبَشِيرِ النَّذِيرِ وَبَصِيرَتَهُ sh: » (H: 141) النَّقَّادَةَ اَدَقُّ وَاَجَلَّ وَاَجْلَى وَاَنْفَذُ مِنْ اَنْ يَلْتَبِسَ اَوْ تَشْتَبِهَ عَلَيْهِ الْحَقِيقَةُ بِالْخَيَالِ وَاِنَّ مَسْلَكَهُ الْحَقَّ اَغْنَى وَاَنْزَهُ وَاَرْفَعُ مِنْ اَنْ يُدَلِّسَ اَوْ يُغَالِطَ عَلَى النَّاسِ Zira hakikat-bîn göz aldanmaz; hakperest kalb aldatmaz. * * * Gýybetin derece-i þenaatý: Kur'an der: اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ الَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا Altý kelime ile, altý derece þiddetle gýybeti takbih ediyor. Yani, hemze ile der: Aklýna bak, böyle þeye cevaz verir mi? Müstakim aklýn yoksa kalbine bak! Böyle þeye muhabbet eder mi? Selim kalbin yoksa vicdanýna bak, böyle diþinle kendi etini parçalamak gibi hayat-ý içtimaiyeyi bozmaya rýza gösterir mi? Vicdan-ý içtimaiyen olmazsa insaniyetine bak, böyle canavarvari iftirasa iþtiha gösterir mi? Manen insaniyetin olmazsa, rikkat-i cinsiye ve karabet-i rah sh: » (H: 142) miyene bak! Böyle kendi belini kýracak harekete meyleder mi? Rikkat-ý cinsiyen olmazsa hiç saðlam tabiatýn yok mu ki, ölüyü diþlerinle parçalýyorsun. Demek akýl, kalb, vicdan, insaniyet, rikkat-i cinsiye, tabiat, þeriat nazarýnda gýybet merduddur, matruddur. * * * اِنَّ اْلاِنْسَانَ الَّذِى لاَ يُدْرِكُ سِرَّ التَّعَاوُنِ لَهُوَ اَجْمَدُ مِنَ الْحَجَرِ اِذْ مِنَ الْحَجَرِ مَا يَتَقَوَّسُ لِمُعَاوَنَةِ اَخِيهِ اِذِ الْحَجَرُ مَعَ حَجَرِيَّتِهِ اِذَا خَرَجَ مِنْ يَدِ الْمُعَقِّدِ الْبَانِى فِى السَّقْفِ الْمُحَدَّبِ يَمِيلُ وَ يَخْضَعُ رَاْسَهُ لِيُمَاسَّ رَاْسَ اَخِيهِ لِيَتَمَاسَكَا عَنِ السُّقُوطِ Yani; kubbelerde taþlar baþbaþa vururlar, tâ düþmesinler. Cüz'-i lâyetecezza zerresinden insana, insandan þems-i þümusa müteselsil mahrutî silsilenin vasatýndaki cevher-i ferîdi, insan-ý mükerremdir. * * * Ýnsanýn meþhur havassýndan baþka havassý vardýr. Zaika gibi bir hiss-i saika, hem sh: » (H: 143) bir hiss-i þaika vardýr. Hem insanda gayr-ý meþ'ur hisler çoktur. * * * Bazan arzu fikir suretini giyer. Þahs-ý muhteris arzu-yu nefsaniyesini fikir zanneder. * * * Garibdir ki, bazý adam pis bir çamura düþer, kendini aldatmak için misk ü anber diye yüzüne gözüne bulaþtýrýr. * * * Þehid velidir. Cihad farz-ý kifaye iken farz-ý ayn olmuþtur. Belki muzaaf bir farz-ý ayn hükmüne geçmiþtir. Hac ve zekat gibi, cihadda da niyetin tasarrufu azdýr. Hattâ adem-i niyet dahi asýl nokta-i nazarýndan niyet hükmündedir. Demek zýdd-ý niyet, yakînen tebeyyün etmezse, cihad þehadet-i hakikiyeyi intac eder. Zira vücub tezauf etse, taayyün eder. Ýhtiyarý tazammun eden niyetin te'siri azalýr. Þu günahkâr millette, birdenbire onbinler evliya inkiþaf ve tezahür etse, az bir mükâfat deðildir. * * * sh: » (H: 144) Bizde biri fâsýk olsa galiben ahlâksýz ve vicdansýz olur. Zira arzu-yu masiyet, vicdandaki imanýn sadasýný susturmakla inkiþaf edebilir. Demek vicdanýný ve maneviyatýný sarsmadan, istihfaf etmeden tam ihtiyar ile þerri iþlemez. Onun için Ýslâmiyet; fâsýký hain bilir, þehadetini reddeder. Mürtedi zehir bilir, idam eder. Hýristiyan bir zimmîyi ve kâfir muahidi ibka eder. Hanefî Mezhebi zimmînin þehadetini kabul eder. Ýcra-yý adâlet, din namýna olmalý, tâ akýl ve kalb ve ruh müteessir olsunlar, imtisal etsinler. Yoksa yalnýz vehim müteessir olur. Yalnýz hükûmetin cezasýndan korkar -eðer tahakkuk etse-. Nâsýn itabýndan çekinir -eðer tebeyyün etse-. * * * Bir câni yüzünden, çok masumlarý ihtiva eden bir gemi batýrýlmaz. Bir câni sýfat yüzünden, çok evsaf-ý masumeyi muhtevi bir mü'mine adavet edilmez. Lasiyyema: Sebeb-i muhabbet olan iman ve tevhid, Cebel-i Uhud gibidir. Sebeb-i adavet olan þeyler, çakýl taþlarý gibidir. Çakýl taþlarýný Cebel-i Uhud'dan daha aðýr te sh: » (H: 145) lakki etmek ne kadar akýlsýzlýksa; mü'minin mü'mine adaveti, o kadar kalbsizliktir. Mü'minlerde adavet, yalnýz acýmak manasýnda olabilir. Elhasýl: Ýman muhabbeti, Ýslâmiyet uhuvveti istilzam eder. اَلْكَلاَمُ كَاالْمَالِ لاَ يَجُوزُ فِيهِ اْلاِسْرَافُ Said Nursî * * * بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Aziz, Sýddýk Kardeþlerim! Evvelâ: Hem geçmiþ, hem gelecek, hem maddî, hem manevî bayramlarýnýzý ve mübarek gecelerinizi bütün ruh u canýmla tebrik ve ettiðiniz ibadet ve dualarýn makbuliyetini rahmet-i Ýlahiyeden bütün ruh u canýmýzla niyaz edip, isteyip, o mübarek dualara âmîn deriz. sh: » (H: 146) Sâniyen: Hem çok defa manevî, hem çok cihetlerden ehemmiyetli iki suallerine mahrem cevab vermeye mecbur oldum. Birinci Sualleri: Ne için eskide hürriyetin baþýnda siyasetle hararetle meþgul oluyordun? Bu kýrk seneye yakýndýr ki, bütün bütün terk ettin? Elcevab: Siyaset-i beþeriyenin en esaslý bir kanun-u esasîsi olan: "Selâmet-i millet için ferdler feda edilir. Cemaatin selâmeti için eþhas kurban edilir. Vatan için herþey feda edilir." diye; bütün nev'-i beþerdeki þimdiye kadar dehþetli cinayetler bu kanunun sû'-i istimalinden neþ'et ettiðini kat'iyen bildim. Bu kanun-u esasî-yi beþeriye, bir hadd-i muayyenesi olmadýðý için çok sû'-i istimale yol açýlmýþ. Ýki harb-i umumî, bu gaddar kanun-u esasînin sû'-i istimalinden çýkýp bin sene beþerin terakkiyatýný zîr ü zeber ettiði gibi, on cani yüzünden doksan masumun mahvýna fetva verdi. Bir menfaat-i umumî perdesi altýnda þahsî garazlar, bir cani yüzünden bir kasabayý harab etti. Risale-i Nur bu hakikatý bazý mecmua ve müdafaatýnda isbat ettiði için onlara havale ediyorum. sh: » (H: 147) Ýþte beþeriyet siyasetlerinin bu gaddar kanun-u esasîsine karþý Arþ-ý Azam'dan gelen Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'daki bu gelen kanun-u esasîyi buldum. O kanunu da þu âyet ifade ediyor: * مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى اْلاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا *وَ لاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى Yani bu iki âyet, bu esasý ders veriyor ki: "Bir adamýn cinayetiyle baþkalar mes'ul olmaz. Hem bir masum, rýzasý olmadan, bütün insana da feda edilmez. Kendi ihtiyarýyla, kendi rýzasýyla kendini feda etse, o fedakârlýk bir þehadettir ki, o baþka mes'eledir." diye hakikî adalet-i beþeriyeyi tesis ediyor. Bunun tafsilâtýný da Risale-i Nur'a havale ediyorum. Ýkinci Sual: Sen eskiden þarktaki bedevi aþairde seyahat ettiðin vakit, onlarý medeniyet ve terakkiyata çok teþvik ediyordun. Neden, kýrk seneye yakýndýr, medeniyet-i hazýradan "mimsiz" diyerek hayat-ý içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun? Elcevab: Medeniyet-i hazýra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket sh: » (H: 148) ettiði için seyyiatý hasenatýna; hatalarý, zararlarý, faidelerine racih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-ý umumiye ve saadet-i hayat-ý dünyeviye bozuldu. Ýktisad, kanaat yerine israf ve sefahet ve sa'y ve hizmet yerine tenbellik ve istirahat meyli galebe çaldýðýndan, bîçare beþeri hem gayet fakir, hem gayet tenbel eyledi. Semavî Kur'anýn kanun-u esasîsi لَيْسَ ِلْلاِنْسَانِ اِلاَّ مَا سَعَى{ كُلُوا وَ اشْرَبُوا وَ لاَ تُسْرِفُوا ferman-ý esasîsiyle: "Beþerin saadet-i hayatiyesi, iktisad ve sa'ye gayrette olduðunu ve onunla beþerin havas, avam tabakasý birbiriyle barýþabilir." diye Risale-i Nur bu esasý izahýna binaen kýsa bir-iki nükte söyleyeceðim: Birincisi: Bedevilikte beþer üç-dört þeye muhtaç oluyordu. O üç-dört hacatýný tedarik etmeyen on adedde ancak ikisi idi. Þimdiki garb medeniyet-i zalime-i hazýrasý sû'-i istimalat ve israfat ve hevesatý tehyic ve havaic-i gayr-ý zaruriyeyi, zarurî hacatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle þimdiki o medenî insanýn tam muhtaç sh: » (H: 149) olduðu dört hacatý yerine, yirmi þeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hacatý tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir. Onsekizi muhtaç hükmünde kalýr. Demek bu medeniyet-i hazýra insaný çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beþeri zulme, baþka haram kazanmaya sevk etmiþ. Bîçare avam ve havas tabakasýný daima mübarezeye teþvik etmiþ. Kur'an'ýn kanun-u esasîsi olan "vücub-u zekat, hurmet-i riba" vasýtasýyla avamýn havassa karþý itaatini ve havassýn avama karþý þefkatini temin eden o kudsî kanunu býrakýp burjuvalarý zulme, fukaralarý isyana sevk etmeye mecbur etmiþ. Ýstirahat-ý beþeriyeyi zîr ü zeber etti! Ýkinci Nükte: Bu medeniyet-i hazýranýn hârikalarý, beþere birer nimet-i Rabbaniye olmasýndan, hakikî bir þükür ve menfaat-ý beþerde istimali iktiza ettiði halde, þimdi görüyoruz ki: Ehemmiyetli bir kýsým insaný tenbelliðe ve sefahete sevk ve sa'yi ve çalýþmayý býrakýp istirahat içinde hevesatý dinlemek meylini verdiði için sa'yin þevkini kýrýyor. Ve kanaatsizlik ve iktisadsýzlýk sh: » (H: 150) yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevkediyor. Meselâ: Risale-i Nur'daki "Nur Anahtarý"nýn dediði gibi: "Radyo büyük bir nimet iken, maslahat-ý beþeriyeye sarf edilmek ile bir manevî þükür iktiza ettiði halde, beþte dördü hevesata, lüzumsuz malayani þeylere sarf edildiðinden; tenbelliðe, radyo dinlemekle heveslenmeye sevk edip, sa'yin þevkini kýrýyor. Vazife-i hakikiyesini býrakýyor. Hattâ çok menfaatli olan bir kýsým hârika vesait, sa'y ve amel ve hakikî maslahat-ý ihtiyac-ý beþeriyeye istimali lâzým gelirken, ben kendim gördüm; ondan bir-ikisi zarurî ihtiyacata sarfedilmeye mukabil, ondan sekizi keyf, hevesat, tenezzüh, tenbelliðe mecbur ediyor. Bu iki cüz'î misale binler misaller var. Elhasýl: Medeniyet-i garbiye-i hazýra, semavî dinleri tam dinlemediði için, beþeri hem fakir edip ihtiyacatý ziyadeleþtirmiþ. Ýktisad ve kanaat esasýný bozup, israf ve hýrs ve tama'ý ziyadeleþtirmeye, zulüm ve harama yol açmýþ. Hem beþeri vesait-i sefahete teþvik etmekle o bîçare muhtaç beþeri tam tenbelliðe atmýþ. Sa'y ve amelin þevkini kýrýyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü sh: » (H: 151) faidesiz zayi' ediyor. Hem o muhtaç ve tenbelleþmiþ beþeri hasta etmiþ. Sû'-i istimal ve israfat ile yüz nevi hastalýðýn sirayetine, intiþarýna vesile olmuþ. Hem üç þiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatýra getiren kesretli hastalýklar ve dinsizlik cereyanlarýnýn o medeniyetin içlerine yayýlmasýyla; intibaha gelip uyanmýþ beþerin gözü önünde ölümü idam-ý ebedî suretinde gösterip, her vakit beþeri tehdid ediyor. Bir nevi cehennem azabý veriyor. Ýþte bu dehþetli musibet-i beþeriyeye karþý Kur'an-ý Hakîm'in dörtyüz milyon talebesinin intibahýyla ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üçyüz sene evvel gösterdiði gibi, yine bu dörtyüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarýyla beþerin bu üç dehþetli yarasýný tedavi etmesini; ve eðer yakýnda kýyamet kopmazsa, beþerin hem saadet-i hayat-ý dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ý uhreviyesini kazandýracaðýný ve ölümü, idam-ý ebedîden çýkarýp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini ve ondan çýkan medeniyetin mehasini, seyyiatýna tam galebe edeceðini ve þimdiye kadar olduðu gibi; dinin bir kýsmýný, medeniyetin bir kýsmýný sh: » (H: 152) kazanmak için rüþvet vermek deðil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardýmcý edeceðini Kur'an-ý Mu'ciz-ül Beyan'ýn iþarat ve rumuzundan anlaþýldýðý gibi rahmet-i Ýlahiyeden þimdiki uyanmýþ beþer bekliyor, yalvarýyor, arýyor! اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Said Nursî * * * sh: » (H: 153) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Çok aziz, çok mübarek, çok müþfik, çok sevgili Üstadýmýz Hazretleri! Risale-i Nur'u himmet ve dualarýnýzla, dikkat ve tefekkürle okudukça, bu muazzam eser külliyatýnýn týlsým-ý kâinatýn muammasýný keþf ve halleden bir keþþaf olduðunu, hâl ve istikbalin bir mürþid-i ekberi ve bir rehber-i azamý olduðunu yine dua ve himmetinizle idrak ediyoruz. Evet Üstadýmýz Hazretleri! Risale-i Nur'u okuyan her idrak sahibi anlýyor ki, Risale-i Nur gerek bu asrýn, gerekse önümüzdeki asrýn beþeriyetini fikir karanlýklarýndan kurtarýp tenvir ve irþad edecektir. Risale-i Nur, yalnýz bu vatan ve millet için deðil, Âlem-i Ýslâm ve bütün beþeriyetin ihtiyacýna cevab verecek bir külliyat olarak te'lif edilmiþtir. Bugün, tarihte hiç görülmemiþ bir fecaat ve felâket içerisinde çýr sh: » (H: 154) pýnan beþeriyet için halaskâr olarak Risale-i Nur'a sarýlmaktan ve ne bahasýna olursa olsun, Risale-i Nur'un nuranî ve parlak eczalarýný elde edip dikkat ve tefekkürle okumaktan baþka bir kurtuluþ çaresi yoktur. Risale-i Nur'u okuyan herkes bu hakikatý idrak etmiþ ve etmektedir. Eðer biz muktedir olsak; bu hakikatý, kâinata nâzýr bir mahalle çýkýp, bütün kâinata ilân edeceðiz. Fakat mademki buna muvaffak olamýyoruz ve mademki Risale-i Nur'un cihanþümul kýymetini bu derece üstadýmýzýn himmetiyle idrak etmiþiz; þu halde o nur ve feyiz hazinesi, irfan ve kemalât menbaý olan Risale-i Nur'u, bir dakikamýzý bile boþ geçirmeden, mütemadî ve devamlý bir þekilde her gün ve her saat okuyacaðýz ve bu uðurda geceli gündüzlü çalýþacaðýz inþâallah. Fakat her an bütün iþlerimizde olduðu gibi, bunda da büyük üstadýmýzýn dua ve himmetiyle muvaffak olabileceðiz. Hem þu hakikat zâhir ve bâhirdir ki: Bir kimse allâme dahi olsa, Risale-i Nur'un ve müellifinin talebesidir; Risale-i Nur'u okumak zaruret ve ihtiyacýndadýr. Eðer gaflet ederse, kendisini aldatan enaniyetine boyun sh: » (H: 155) eðip, Risale-i Nur Külliyatýný okumazsa büyük bir mahrumiyete düçar olur. Fakat biz idrak ettiðimiz bu muazzam hakikat karþýsýnda beþeriyetin halaskârý ve milyarlarca insanlarýn fevkinde olan bir memur-u Rabbanîye nasýl minnettar ve medyun olduðumuzu tarif edemiyoruz. Yine dua ve himmetinizle idrak etmiþiz ki; Kur'an-ý Kerim'in bir mu'cize-i maneviyesi olan hârika Risale-i Nur Külliyatý'nýn bir satýrýndan ettiðimiz istifadenin bir miktar-ý mukabilini dahi ödemeye gücümüz yetiþmez. Bunun için ancak Cenab-ý Hakk'a þöyle yalvarmaða karar verdik: "Ya Rab bizi ebedî haps-i münferidden kurtarýp bâki ve sermedî bir âlemin saadetine nâil edecek bir hakaik hazinesinin anahtarýný Risale-i Nur gibi nazîrsiz bir eseriyle bahþeden Sevgili ve Müþfik Üstadýmýzý, zalimlerin ve düþmanlarýn sû'-i kasdlarýndan muhafaza eyle, Kur'an ve iman hizmetinde daima muvaffak eyle. Ona sýhhat ve âfiyetler, uzun ömürler ihsan eyle" diye dua ediyoruz. Evet Üstadýmýz Hazretleri! Risale-i Nur'u sh: » (H: 156) dikkat ve tefekkürle okumak nimet-i uzmasýna nâil olan biz bir kýsým üniversite gençliði, bir hüsn-ü zan veya bir tahmin ile deðil, tahkikî ve tedkikî bir surette sarsýlmaz ve sarsýlmayacak olan ilmelyakîn bir kuvvet-i imaniye ile inanýyoruz ki: Zemin yüzünün bu asra kadar görmediði bir vahþet ve dehþetin sebebi olan dinsizlik ve ilhadý, Bediüzzaman ortadan kaldýrmaya inayet-i Hak ile muvaffak olacaktýr. Bizim bu kanaatýmýz, safdilane veya tahminle deðildir; ilmî ve delile müstenid bir tahkik iledir. Bunun için, muârýz olan dahi bu hakikatý kalben tasdik edecektir. Dua ve þefkat buyurun, Kur'an ve iman hizmetinde fedai olalým. Risale-i Nur'u bir dakikamýzý bile kaybetmeden okuyalým, yazalým, ihlas-ý tâmme muvaffak olalým. Üniversite Nur Talebeleri namýna Abdülmuhsin sh: » (H: 157) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Çok Mübarek Üstadýmýz Hazretleri! Evvelâ: Geçenlerde alýnan Nur eczalarýnýn hepsi daðýldý; Nur'un müþtaklarý sürûr içinde kaldýlar. Nur'dan kýsmeti olanlar birer birer çýkýp ona koþuyorlar. Nur arayan sineler (Men talebe ve cedde vecede) hakikatýnca buluyorlar. Bu sefer Ziya kardeþimizin getirdiði otuzdört aded Sözler kapýþýldý. Asâ-yý Musa'lar Ankara'ya ve Anadolu'nun muhtelif yerlerine daðýlýyor... Risale-i Nur'un perde arkasýndaki parlaklýðýný görmeyenler dahi ona tarafdardýrlar. Risale-i Nur'un Medresetüzzehra'sý Anadolu çapýnda ve Âlem-i Ýslâm ölçüsünde geniþleyeceðini; Risale-i Nur'un hakikatýnýn yüksekliðinden ve dikkat ve tefekkürle okuyan mü'minlerin ve ehl-i ilmin arasýnda vücuda gelen sarsýlmaz uhuvvet ve kardeþlikten an sh: » (H: 158) lýyoruz. Medresetüzzehra'nýn bu muazzam faaliyetleri, zemin yüzünde bahar mevsiminde olan Ýlahî ve muazzam neþir gibi sessiz, gürültüsüz, þaþaasýz, gösteriþsiz ve mütevazi ve fakat muazzam bir þekilde cereyan etmektedir. Fýtraten acûl olan insanoðlu âlemde hâkim olan kanun-u Ýlahîyi düþünmeyerek, her mes'elenin istediði vakitte hallolunmasýný istiyor; küçük dairelerdeki vazifelerini atlayýp, büyük dairelere sapýyor. Tohumlarý atýlmýþ ve sünbül vaktine gelmiþ olan Risale-i Nur'un yetiþtirdiði hakikî imanlý zâtlar, inþâallah yakýn zamanda Âlem-i Ýslâm'a birer nümune-i imtisal olup nur-u hidayeti göstereceklerdir. Ankara Üniversitesi Nur Talebeleri namýna Abdullah Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge