Webmaster Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 BARLA LÂHÝKASI MUKADDEME Allah-u Teâlâ ve Tekaddes hazretlerine her an sonsuz hamd ü senâlar eder ve Onun Habîb-i Âliþaný Resûl-i Ekrem Hazret-i Muhammed Mustafa Sallâhu Aleyhi ve Selleme ve O'nun Âl-i Beytine ve Eshâb-ý Kirâmýna nihayetsiz salât ü selâmýmýzýn, dergâh-ý Ýlâhîde kabûlünü, Rahmet-i Rahmândan niyaz ederiz. Bu, Barla Lâhikasýný ve Zeyillerini, O Rahmân-ý Zülcemal, eltâf-ý Sübhânîyesiyle, ikram ve ihsaniyle tab'ýný nasib ve neþrine muvaffak eyledi Risale-i Nur'un doðuþ merkezi olan Barla'dan teati edilen bu mektublarýn bir kýsmý, sorulan ilmî suallere, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin tulûat ve sunûhat-ý kalbiye olarak verdiði cevaplar olup, diðer kýsmý da, o hayat devresinde, Üstad Hazretlerine ve Risale-i Nurlara ruh ve canlarýný feda edecek derecede muhabbet ve samimiyetle baðlanmýþ ihlâs ve sadâkatýn mücessem nümuneleri olan o fedakâr talebelerin, nurlardan aldýklarý feyizleri elde ettikleri istifadeleri beyan etmekle beraber, bu asrýn fikrî, ruhî, kalbî hastalýklarýný tedavi eden, þifabahþ hayatlar ilaçlar olduklarýný en tatlý ruhânî bir heyencanla ifade eden mektublardýr. Bu Barla Lâhikasý Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin bizzat tashihinden geçmiþ, kendi el yazýsý tashihlerini ihtiva eden üç el yazmasý nüsha birleþtirilerek meydana getirilmiþtir. Bu nüshalar ayrý müstensihler tarafýndan ayrý ayrý zamanlarda yazýldýklarý halde, ayný mektuplar ayný sýrayla birbirlerini ta'kib ettikleri görülmüþtür. Biz de ayný mektublarý, ayný sýrayla ta'kib etmekle beraber, muhterem Hulûsi ve merhum Re'fet aðabeylere, Barla hayatý zamanýnda, Üstad Hazretleri tarafýndan gönderilen, ve onlarýn gönderdikleri mektublarý da istiþare ile dercettik. (Sh: B-4) Ayný zamanda Üstad Hazretlerinin tashih ederek, Barla Lâhikasýnýn sonunda ilave ettirdiði, Kastamonu Lâhikasýnda neþredilemiyen bir kaç mektubu da, Üstadýn ilavesine binaen, dâhil ettik. Cenâb-ý Hak ve Tekaddes Hazretleri, bizleri ve cümle kardeþlerimizi, bu mektublardan hakikaten müstefid kýlsýn. Üstad hazretlerinin ve bu mektub sahibleri olan saff-ý evveldeki taleberin ihlâs, sadâkat, fedakârlýk, sevgi, samimiyet, aþk ve þevklerinden bizleri de nasibdâr ederek ve onlarýn izini ta'kib ederek, Kur'âna ve onun bu asýrdaki hakikatlý tefsiri olan Risale-i Nurâ hakikî þâkird ve talebe eylesin, âmin. Bi hurmeti Seyyid'il-Mürselîn. Nâþir (Sh: B-5) بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ وَبِهِ نَسْتَعِينُ اَلْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ $ YÝRMÝYEDÝNCÝ MEKTUB VE ZEYÝLLERÝ Risale-i Nur'un mizanlarýndan Otuzüçüncü Sözün Yirmiyedinci Mektubudur ki: Mektubatün-Nurun birinci muhatabý olan Hulûsi Beyin hususî mektublarýndan Risaletün-Nur hakkýndaki takdiratýný gösteren fýkralardýr. Yirmiyedinci Mektubun ikinci kýsmý olan Zeylî dahi elhak bir Hulûsi-i sâni olan Sabri Efendinin Risaletün-Nur hakkýndaki takdiratýný gösteren hususî mektublarýndaki fýkralardýr. (Sh: B-6) (Sh: B-7) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ MUKADDEME 1 Hulûsi Bey ve Sabri Efendinin mektublarýnda Risale-i Nur hakkýndaki fýkralarýnýn, bir mektub suretinde Risale-i Nur eczalarý içinde idhal edilmesinin beþ sebebi var: Birincisi:Hulûsi ise, âhirdeki Sözler'in ve ekser Mektubat'ýn yazýlmasýna onun gayreti ve ciddiyeti en mühim sebeb olmasý... Ve Sabri'nin dahi On Dokuzuncu Mektub gibi bir sülüs-ü Mektubat'ýn yazýlmasýna sebep, onun samimî ve ciddî iþtiyaký olmasýdýr. Ýkinci Sebep: Bu iki zât bilmiyorlardý ki; bir vakit þu fýkralar neþredilecek. Bilmedikleri için gayet samimî, tasannu'suz, hâlisâne ve derece-i zevklerini ve o hakâika karþý þevklerini ifade etmek için, hususî bir surette yazmýþlar. Onun için o takdiratlarý takriz nev'inden deðil, doðrudan doðruya mübalaðasýz bir surette, gördükleri ve zevkettikleri hakikatý ifade etmeleridir. Üçüncü Sebep:Bu iki zât hakikî talebelerimden ve ciddî arkadaþlarýmdan... Ve hizmet-i Kur'ân'da arkadaþlarým içinde talebelik ve kardeþlik ve arkadaþlýðýn üç hâssasý var ki, bu iki zât üçünde de birinciliði kazanmýþlar. Birinci Hassa: Bana mensub her þeye mallarý gibi tesâhub ediyorlar. Bir Söz yazýlsa, kendileri yazmýþ ve te'lif etmiþ gibi zevk alýyorlar. Allah'a þükrediyorlar. Âdeta cesedleri muhtelif ruhlarý bir hükmünde hakikî manevî vereselerdir. (Sh: B-8) Ýkinci Hassa: Bütün makasýd-ý hayatiye içinde en büyük, en mühim maksadlarý, o nurlu Sözler vasýtasýyla Kur'ân'a hizmet biliyorlar. Dünya hayatýnýn netice-i hakikiyesinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fýtriyelerinin en mühimmi, hakâik-i imaniyeye hizmet olduðunu telakkileridir. Üçüncü Hassa: Ben kendi nefsimde tecrübe ettiðim ve eczahane-i mukaddese-i Kur'aniyeden aldýðým ilâçlarý, onlarda kendi yaralarýný hissedip o ilaçlarý merhem suretinde tecrübe ediyorlar. Ayný hissiyatýmla mütehassis oluyorlar.Ve ehl-i imanýn imanlarýný muhafaza etmek gayreti ,en yüksek derecede taþýmalarý ve ehl-i imanýn kalbine gelen þübehat ve evhamdan hasýl olan yaralarý tedavi etmek iþtiyaký, yüksek bir derece-i þefkatte hissetmeleridir. Dördüncü Sebeb: Hulûsi Bey; benim yegâne manevî evlâdým ve medar-ý tesellim ve hakikî vârisim ve bir deha-yý nuranî sâhibi olacaðý muhtemel olan birâderzâdem Abdurrahman'ýn vefatýndan sonra, Hulusî aynen yerine geçip o merhumdan beklediðim hizmeti, onun gibi îfâya baþlamasýyla ... ve ben onu görmeden epey zaman evvel Sözler'i yazarken, onun ayný vazifesiyle muvazzaf bir þahs-ý manevî bana muhatab olmuþcasýna, ekseriyet-i mutlaka ile temsilâtým onun vazifesine ve mesleðine göre olmuþtur. Demek oluyar ki, bu þahsý, Cenâb-ý Hak bana hizmet-i Kur'ân ve imanda bir talebe, bir muin tayin etmiþ. Ben de bilmiyerek onunla onu görmeden evvel konuþuyormuþum, ders veriyormuþum ... Sabri ise, fýtraten bende mevcud has bir niþan var. Bütün gezdiðim yerde kimsede görmedim. Sabri'de ayný niþan-ý fýtrî var. Bütün talebelerim içinde, karabet-i nesliyeden daha ziyade bir karabet kendinde hissetmiþ ... Ve þu havâlide en az ümid ettiðim ve o da geç uyandýðý halde en ileri gittiði bir iþarettir ki; o da bir Hulûsi-i Sânîdir, müntehabdýr. Cenâb-ý Hak tarafýndan bana talebe ve hizmet-i Kur'ân'da arkadaþ tâyin edilmiþtir. (Sh: B-9) Beþinci Sebeb: Ben kendi þahsýma ait takdirat ve medhi kabul etmem. Çünkü, mânen büyük zarar gördüm, Onun için þahsýma karþý takdirat, fahr ve gurura medar olduðu için þiddetle nefret edip korkuyorum. Fakat Kur'ân-ý Hakîm'in dellâlý ve hizmetkârý olmaklýðým cihetinden ve o vazife-i kudsiye noktasýnda takdirat ve medih bana ait olmayýp, nurlu Sözler'e ve belki doðrudan doðruya hakâik-ý imaniyeye ve esrar-ý Kur'âniyeye ait olduðu için onu müftehirâne deðil, Cenâb-ý Hakk'a karþý müteþekkirâne kabul ediyorum. Ýþte bu iki þahýs, bu hakikatý herkesten ziyade anladýklarý için, onlar bilmiyerek vicdanlarýnýn sevkiyle yazdýklarý takdirat ve medihlerini, Risale-i Nur eczalarý içinde dercedilmeye sebep olmuþtur. Cenâb-ý Hak bunlarýn emsâlini ziyade etsin ve onlarý da muvaffak etsin ve tarîk-i haktan ayýrmasýn, âmîn. اَللّهُمَّ وَ فِّقْنَا وَ اِيَّاهُمَا وَ اَمْثَالَهُمَا مِنْ اِخْوَانِنَا لِخِدْمَةِ الْقُرْآنِ وَ اْلاِيمَانِ كَمَا تُحِبُّ وَ تَرْضَى بِحَقِّ مَنْ اَنْزَلْتَ عَلَيْهِ الْقُرْآنَ عَلَيْهِ اَفْضَلُ الصَّلاَةِ وَ اَتَمُّ التَّسْلِيمَاتِ مَا اخْتَلَفَ الْمَلَوَانُ وَ مَادَارَ الْقَمَرَانُ Said Nursî (Sh: B-10) YÝRMÝ YEDÝNCÝ MEKTUB VE ZEYÝLLERÝ Otuz Üçüncü Söz'ün Yirmi Yedinci Mektubudur ki: Mektubatü'n-Nur'un birinci muhatabý olan Hulûsi Bey'in hususî mektublarýndan Risaletü'n-Nur hakkýndaki takdiratýný gösteren fýkralardýr. Yirmi Yedinci Mektubun ikinci kýsmý olan "Zeyl" i dahi elhak bir Hulûsi-i sâni olan Sabri Efendi'nin Risaletü'n-Nur hakkýndaki takdiratýný gösteren hususî mektublarýndaki fýkralardýr. (*) Bu Barla Lâhikasý Zeyiller ile beraber Yirmi yedinci Mektub'un bir kýsmýný ihtiva eder. Sonradan Kastamonu ve Emirdað Lâhikalarýyle Yirmi Yedinci Mektup tamamlanmýþtýr. بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ الْكَائِنَاتِ اَبَدًا 2 (Hulûsi Bey'in birinci fýkrasýdýr) Eyyühel Üstâdü'l-Muhterem! Kendilerini fakir ve hakir görmekten zevk alan zevât-ý âliye gibi deðil, belki olduðu gibi görünmek isteyen ve talebem, kardeþim, birâderzâdem ünvanlariyle taltif buyurduðunuz bendeniz, hakikatte mânen düþkün bir vaziyette ve cidden duanýza muhtaç bir haldeyim. Serâpâ Nur olan Kur'ân-ý Mu'cizü'l-beyanýn hak ve hakikatini, bu asýr insanlarýnýn bilhassa fýrak-ý dâllenin gözlerine sokacak derecede, bazý Kur'ân lemeâtýnýn zâhir olmasýna murad-ý Ýlâhî taallûk etmiþ ve bu emr-i mühimme felillâhil'hamd muhterem Üstadýmýz vasýta olmuþtur. (Sh: B-11) Ýþte hiç ender hiç olan bu talebenize de yine lütuf ve fazl ve inâyet-i Ýlâhî ile bu âlî me'muriyetini ifâ eden aziz ve muhterem hocasýna ve Hazret-i Kur'ân hesabýna pek cüz'î bir hademelik yaptýrýlmýþtýr. Bundan dolayý ne kadar þükretsem azdýr, fahre zerre kadar hakkým yoktur. Belki þu hademelikte yapmýþ olmaklýðým muhtemel hatîât ve kusurattan dolayý afvýmý niyaz ve istirham ediyorum. Fena þahsiyetimi târif eylemekliðim gerçi mânasýzdýr. Fakat mürâsele ve mülâkatta bu babda pek çok büyük iltifatlarýnýzý gördüðümden mütehassýl hicab sevkiyle ufak bir tasdi'de bulundum. Son iki mektubunuzda sual buyurulan hususa cevab vermekliðim ýsrar ile emir buyuruldu. سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا Fakat bu aðýr suale, acz ve fakrýn en müntehâsýnda bulunan bu kardeþiniz hak ve hakikate muvafýk ve mutabýk bir cevap verebilmek için inâyet ve kerem-i Ýlâhî ve meded-i ruhaniyet-i Peygamberîye iltica eyledi. Þöyle ki: Mübârek Sözler þüphesiz Kitab-ý Mübîn'in nurlu lemeâtýdýr. Ýçinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll halinde kusursuz ve noksansýzdýr. Beþerin her tabakasý kendi fýtrî anlayýþlarý nisbetinde hisse-mend ve faide-mend olurlar. Þimdiye kadar tenkid olunmamasý, her meslek ve mezheb ve meþreb ehline hoþ gelmesi ve mülhidlerin dil uzatamayýp ebkem kalmalarý, kanaatimizin sýhhatine delâlet etmeðe kâfidirler. Vazifenizin bitmediðine dair düþünebildiðim bürhanlar: Evvelâ: Bid'adlarýn çoðaldýðý bir zamanda ulemânýn sükût etmemeleri lâzým geldiðine dair beyan buyurulan hadîsteki emir ve zecr. Sâniyen: Peygamberimizin ittibaýna mükellef olduðunuzdan onlar gibi müddet-i hayatýnýzca vazifeye devam mecburiyeti olduðu. Sâlisen: Madem bu hizmet münhasýran re'yiniz ile deðil, istihdam olunuyorsunuz; nasýl Mübellið-i Kur'ân, Fahr-i Cihan, Habib-i Yezdân Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem Efendimiz Hazretleri bir gün اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ ferman-ý celîlini teblið buyurmakla ayný zamanda vazife-i Risaletinin hitâmýna remzen iþaret eylemiþti. Muhterem Üstadýn da hizmeti kâfi görülürse, bildirilir kanaatýndayým. (Sh: B-12) Râbian: Sözler hakkýnda bugüne kadar sükût edilmesi ve tenkide cür'et edilmemesi, ilâ nihâye bu hâlin devam edeceðine delil olamaz. Hâl-i hayatýnýzda muhtemel hücumlara evvelen ve bizzat zât-ý fâzýlâneleri cevab vereceksiniz. Hâmisen: Dünyayý unutmak isteseniz, baþka hiç bir sebeb olmasa dahi yalnýz bu mübârek Sözler'le rabýta peydâ eden insanlarýn rica edecekleri izahatý vermek isteyecek ve cevabsýz býrakmayacaksýnýz. Sâdisen: Allah için sizi sevenlere ve sizden istizahda bulunanlara yazdýðýnýz pek kýymetli yazýlarla meclis-i ilminizde takrir buyurduðunuz mütenevvi ve Sözler'e bile geçmeyen mesâil kat'iyetle gösteriyorlar ki: Ýhtiyaç da hizmet de bitmemiþtir. Birkaç mâruzât: Nurlu Sözler'i cemaate okumak nasib olduðu zamanlarda, bende bazý hissiyat hâsýl oluyordu; þurada arza müsaadenizi rica edeceðim. Evvelâ: Muhterem Üstadýma mâruzatta bulunmak için kalemi elime aldýðým zaman, ruhumda büyük bir inkiþaf hissediyor ve ihtiyarsýz kalemim o andaki muvakkat duygularýma tercüman olduðunu görüyorum. Sâniyen: Þöyle düþünüyordum; eðer yalnýz adüvv-i ekber olan nefsin hilesinden ve cin ve ins ve þeytanlarýn mekrinden emîn olayým diye herkes baþýný karanlýða çekse ve kendisi köþe-i nisyana çekilse veya çekilmek istese ve âlem-i insan ve âlem-i Ýslâm mühmel kalacak, kimsenin kimseye faidesi olmayacak bir zaman olsa; ben din kardeþlerime bu nurlu hakikatleri iblâð edeyim de Allah-ý Zülcelâl nasýl þe'n-i Ulûhiyetine yaraþýrsa öyle muamele eylesin. Nefsimi düþünmekten kat-ý nazar etmeyi yine o zamanlarda çok faideli görüyordum. Bundaki hikmet nedir? Sâlisen: Esmâ-i Hüsnâdan Rahman ve Rahîm isimleri en âzam mertebede olduklarýndan mý, yoksa baþka sebeb ve hikmetle mi بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ kelimesi içine dahil olmuþlardýr? Bu da þu mektubu yazarken kalbime geldi, ben de soruyorum. (Sh: B-13) Aziz ve muhterem Üstadým, sizin vücudunuza yalnýz bizler deðil, bütün Âlem-i Ýslâm muhtaçtýr. Çünki; mü'minlerin imanýna kuvvet veren, gafilleri uyandýran, dalâlete düþenlere râh-ý hidâyeti gösteren, hükemâ-yý felâsifeyi beht ve hayrette býrakan Kur'ân-ý Mübîn'den nebeân ve lemeân eden o kudsi Sözler'in vücuduna vasýta oldunuz. Hemen Cenâb-ý Erhamürrâhimîn azîz Üstadýmýzý sýhhat ve âfiyetde dâim ve Ümmet-i Muhammed üzere kâim buyursun, âmin bihürmeti Seyyidi'l-Mürselîn. Hulûsi 3 Risale-i Nur mektublarýndan bu mektubunuzun bendeki te'sirlerini hülâsaten arzedeyim: Sýhhat ve âfiyetinizin devamý, þükrümü; bu gibi mesâilin hallini isteyenlerin vücudu, ümidimi; nazarýmda ilim sayýlacak her þeyi sizden öðrendiðim için, bu vesile ile hakikat sahasýndaki mâlûmâtýmý; hasbe'l-beþeriyye fütur hâsýl oluyorsa, þevkimi; hasta bir talebeniz olduðumdan Kur'ân'ýn eczahanesinden verdiðiniz bu ilâçlarýnýzla sýhhatimi; matbaha-i Kur'ân'dan intihab buyurduðunuz bu gýdalarla bütün hasselerimin kuvvetini, hayatýn beþ derecesini de tâlim, mevtin i'tibârî bir keyfiyet olduðunu tefhim, idam-ý ebedînin mutasavver olamayacaðýna kalbimi takvîm buyurduktan sonra, Allah için muhabbetin her halde bu hayat derecelerinde de devam ederek hayât-ý bâkiyede bâkî meyvesini vereceðini iþaret buyurmakla müddet-i hayatýmý nihayetsiz artýrmaða sebeb olmuþtur. Risale-i Nur ile ihdâ buyurduðunuz dualar, zâten her gün sevgili Üstadý düþünmeðe kâfi gelmektedir. Kur'an'ýn nihâyetsiz füyuzâtýndan, tükenmez hazinesinden inayet-i Hak'la edindiðiniz ve tebliðe me'zun olduðunuz mânalarý, cevherleri göstermekle, bildirmekle de bu biçare ve müþtak talebe ve kardeþinize sonuna kadar ders vermek istediðinizi izhar ediyorsunuz ki: Bu suretle de ebeden ve teþekkürle gözümün önünden, hayâlimden ayrýlmamaklýðýnýz te'min edilmiþ oluyor. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Hulûsi (Sh: B-14) 4 Muvasalatýmýn ilk gecesi pederimin misafirlerine tahsis eylediði odaya devam eden zevâta; mütevekkilen alâllah, akþam ile yatsý arasýnda Risale-i Nuru okumaða baþladým. Sevgili Üstadým! Evvelce arzettiðim vechile ben artýk bir þey için yaþadýðýmý zannediyorum. O da, Üstadým olan dellâl-ý Kur'ân'ýn vazife-i me'mure-i mâneviyyesini ifâda kendilerine pek cüz'î bir yardým ve Kur'ân hesabýna cüz'î bir hizmetkârlýktan ibarettir. Orada bulunduðunuz müddetçe Hazret-i Kur'ân'dan hakikat-i iman ve Ýslâm hesabýna vâki olacak istihraç ve tecelliyâttan mahrum býrakýlmamaklýðýmý hâssaten istirham ediyorum. Ýnþâallah müstecâb olan duânýzla Allah-ý Zülcelâl, Risale-i Nur hizmetinde ümid ve arzu ettiðim neticeye vâsýl, merhum ve maðfur Abdurrahman gibi âhir nefesde iman ve tevfik ve saadet-i bâkiyede iki cihan serveri Nebiyy-i Ekremimiz Muhammedeni'l-Mustafa (Sallâllahu teâlâ aleyhi ve sellem) Efendimize ve siz muhterem Üstadýmýn arkasýnda ve yakýnýnda komþuluk vermek suretiyle âmâl-i hakikiyeye nâil buyurur. Risale-i Nur gerçi zâhiren sizin eserinizdir, fakat nasýl ki, Kur'ân-ý Mübîn Allah'ýn kelâmý iken Seyyid-i Kâinat, Eþref-i Mahlûkat Efendimiz nâsa tebliðe vasýta olmuþtur, siz de bu asýrda yine o Fürkan-ý Azîm'in nurlarýndan bu günün karmakarýþýk sarhoþ insanlarýna emr-i Hak'la hitab ediyorsunuz. Öyle ise; O Hakîm-i Rahîm, size bu eseri yaptýrtan o nurlarý ayak altýnda býraktýrmaz. Elbette ve elbette fânilerden belki de hiç ümid edilmediklerden sâhipler, hâfýzlar, ikinci üçüncü hattâ onuncu derecede mübelliðler, nâþirler halk buyurur itikadýndayým. Hulûsi 5 Evet Ýslâmiyet gibi bir âlî tarikatým, acz ve fakrý Allah'a karþý bilmek gibi bir meþrebim, Seyyidi'l-Mürselîn gibi bir rehberim, Kur'ân-ý Azîmüþþân gibi bir mürþidim, bir dakikada mertebe-i velâyete eriþmek gibi ulvî bir netice almak mümkün olan askerlik gibi bir mesleðim var. (Sh: B-15) Üstadým bana ve dinleyen her zevil akla, tarikat zamaný deðil, imaný kurtarmak zamanýdýr, beþ vakit namazýný hakkýyla edâ et, namazýn nihayetindeki tesbihleri yap, ittiba'-ý sünnet et, yedi kebâiri iþleme dersini vermiþtir. Ben gerek bu derse, gerek Risaletü'n-Nur ile verilen derslere, Kur'an'dan istinbat buyurarak gösterdiði hakîkatlere karþý Allah'ýn tevfikiyle can ü dilden belî dedim, tasdik ettim ve bana böylece hakikat dersini veren bu zâta da ömrümde ilk defa olarak Üstad dedim. Hatâ etmedim, isabet ettim. Hulûsi 6 Bu kerre irsal buyurulan Mektubâtü'n-Nur zeyilleri, emsâli gibi hoþ, güzel ve bedi'dir. Eserlerin Nur ism-i azîminin tecellisi olduðuna, ihtiyaca ve hâl-i âleme göre yazdýrýldýðýna bence aslâ þübhe kalmamýþtýr. Bunu küçük bir misâl ile te'yid etmek isterim. Mülhidler çok ileri gidiyorlar. Meselâ: ..... ilâ âhir. Ýþte bu ahmaklarýn hezeyanýna ve her nevi iðfallerine ve zâhiren süslü lâflarýna kanmayarak, iman ve itikadlarýnda sâbit kadem olmalarý için erbab-ý imana ve kuvvet ve zümre-i tuðyana kahr ve þiddetle ders-i ibrat verecek pek münasebetli sözler, mevzubahs âsârda ayân-beyan görülmektedir. Hayfâ ki, bu nurlar þimdilik (Hâþiye) lihikmetin pek mahdut sahada ve ancak mü'minler içinde neþredilebilir. (Haþiye) Bundan otuz beþ sene evvel. وَالصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ * اِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ Hulûsi 7 Otuz Ýkinci Sözün Üçüncü Mevkýfýný da Hakký Efendi kardeþimizle merak ve dikkatle okuduk. Cidden çok âlî mefhumu var. Tavsife bu âcizin kudreti olsa, belki bu ikinci nokta için pek ziyade rahatsýz etmeðe cesâret ederdim. Heyhât ki, diðer hususâtta olduðu gibi, bunda da sýfrü'l-yed bulunuyorum. Yalnýz hulûs ve sâfiyetle ve kýsaca derim: Belki diðer bütün Sözler'in daha fevkýnde parlayan bir necm-i nur'efþândýr. (Sh: B-16) (Doktor'dan Mi'râc'ý nasýl bulduðunu sordum. Doktor Kemal der: "Eserin pek büyük kýymetini takdir etmek için Ýslâm olmaða bile lüzum yok, insan olmak kâfi" cevabýný verdi.) Hulûsi 8 Bizler ki, Elhamdü-lillâhi-teâlâ, ahiret kardeþiniz, Kur'ân hizmetinde âciz hizmetkârýnýz, esrar-ý Kur'aniyenin beyanýnda, eþþükrü-lillâhi-teâlâ, "Ashab-ý Kehf" gibi musahibiniziz. Liyâkat ve kifâyetimizin çok fevkýnde mahzâ bir lütuf ve inâyet-i Samedânî olarak talebeniz bulunuyoruz. Bundaki niam-ý Sübhaniyeye hamd ve þükürden âciz bulunuyoruz. Hulûsi 9 Otuz Ýkinci Sözün Birinci Mevkýfýný, Ramazan hediyesini ikmale muvaffak oldum. Tevfîk-ý Hudâ yoldaþým olursa diðerlerini de emir buyurduðunuz müddette yazarým. Bu kadar kýymetli ve nurlu Sözler'in en hüsünlü hatt ile hattâ altun ile yazýlmasý lâyýk ve muktazi iken, hasbe'l-kader bu biçâre kardeþinizin periþan ve belki ancak okunabilir, hatalý hattý ile yazýlmasý da, hamd ve þükrümü artýrmaða vesile oluyor ve her vasýta ile aldýðým meserret-bahþ selâm ve iltifâtât-ý fâzýlânelerinin ve her biri Risale-i Nur'â bir zeyl ve tefsir ve hâþiye makamýndaki cihan-deðer emirnâme-i ârifânelerinden maddeten dûr bulunacaðýmdan dolayý çok müteessir olacaðým. Fakat mânevî ciheti böyle düþünmüyorum ve nerede bulunursam bulunayým, înâyet-i Bâri ile aldýðým dersi dinletecek bir muhatab bulmaða çalýþacak ve neþr-i hakikat yolunda acz ve fakrýma bakmýyarak, duanýzla elimden gelen her çareye baþvuracaðým için müteselli oluyorum. Yalnýz, dünyevî vazifeler ile uðraþmak ise, fýtraten hoþlandýðým ve hakâikýna meclûb olduðum nurlu Sözler'le iþtigalime kýsmen mâni' oluyor. Ýþte buna müteessifim, fakat elimden bir þey gelmiyor. Her geçen gün dünyanýn fenâ ve fâni yüzünü daha ziyade üryanlýðýy (Sh: B-17) la göstermekte ve bu hayatta bâki ve sermedî hayat için bir þey kazanýlmadan geçen vakitlere teessür hâsýl ettirmektedir. Sureten ayrýldýðýmýza o kadar müteessir deðilim. Bilhassa sevgili Üstadýn son dersi, bu fâni dünyanýn en zevkli halinden pek çok yukarý derecede bir bâki hayat olduðunu kat'iyyetle müjde etmektedir. Hulûsi Gönül isterdi ki, O muazzam Sözler'e sönük yazýlarýmla biraz uzun cevap yazayým. Fakat buna muvaffak olamýyorum. Kabiliyetimin azlýðý, istidadýmýn kýsalýðý, iktidarýmýn noksanlýðýyla beraber uhdeme verilmiþ olan bir kaç maddî vazifelerin taht-ý te'sîrinde dimaðým meþgul ve âdeta meþbu' olduðundan, o mübarek cevherlerinize mukabil âdi boncuk bile ibraz edemiyeceðim. Biliyorsunuz ki, çok ifadelerimde sizi taklid ettiðim birinci sebebi, merbutiyet-i hâlisânemin; ikinci sebebi, kudret-i kalemiyemin kifayetsizliðidir. Fakat mübarek Yirmi Dördüncü Sözde misali geçen fakir gibi, ben de derim: Ey Sevgili Üstadým, eðer gücüm yetiþse, elimden gelse bütün o nurlu Sözler ayarýnda kelimelerden mürekkeb cümlelerle size mâruzatta bulunmak isterim. Fakat biliyorsunuz ki, yok. Niyetime göre muamele buyurunuz. Hulûsi 11 Eser, emsâli gibi nurlu ve hikmetlidir. Ýnþâallah temenni buyurduðunuz vecihle Ümmet-i Muhammed'in içtimaî ve pek mühim bir yarasýna kat'î devâ olur. Doðrudan doðruya nur-u Kur'ân olan mübarek Sözler'in kasd ve iþaret edilmek istenildiðini arzettim ve makam-ý tasdikte þimdiye kadar kendisine bir kaç Söz'ü de okudum ve imkân buldukça da okuyacaðým. Lâyüadd ve lâyuhsâ niam-ý Sübhâniyesine mazhar olduðum Allah-ý Zülcelâl tebareke ve teâla ve tekaddes hazretlerine hamd ve þükürden âciz, isyan ile âlûde iken zât-ý üstadâneleri bizi izn-i Rabbanî ile o mübarek münevver Sözler ile irþad edip zulmetten nura çýkardýnýz. (Sh: B-18) Taharri-i hakikat ile ömür geçirir iken mukadderat bu âsi biçâreyi de beþ sene evvel Þâh-ý Nakþibend hazretlerinden "Muhammedü'l-Küfrevî" hazretlerine doðru açýlan tarîk-ý Nakþibendî'ye idhâl eylemiþti. Sonra muvakkat bir küsuf neticesi olarak yol kaybolmuþ, zulmet ve dikenler içinde kalýnmýþ iken nurlu Sözler'inizle zulmetten nura, girdabdan selâmete, felâketten saadete çýktým. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى ferman buyuruyorsunuz ki: Ýmaný kurtarmak zamanýdýr. عَلَى الرَّاْسِ وَالْعَيْنِ Hulûsi 12 Bu defa bu biçâre talebesine ihsan ettiði hediyeyi, gýyabî muhiblerinden Fethi Bey ismindeki komþumuzla okuyorum. Baþtan baþa mu'cize-i kübra-yý Ahmediyeyi ilân eden On Dokuzuncu Mektub'un tahsisen bendelerine irsali, yeniden hayata avdet etmiþ kadar müessir olmuþ ve mütalâasý rikkat damarlarýmý tahrik ederek hayli ciddî gözyaþý akýtmaða vesile olmuþtur. Hulûsi 13 Ruhu feza-yý kâinatta beyne'l-ecram seyr-i seri' ile seyahat ettirecek tarzda tulû'eden manzume-i hakikat, bilhassa bizler için büyük mazhariyettir. Tarîk-ý Nakþî hakkýndaki fýkraya mukabil "tarîk-ý acz ve fakr ve þefkat ve tefekkür" ün hesabýna tulû eden fýkra da pek çok kýymetli bir cevherdir. Bu Sözler altun ile yazýlsa lâyýk iken nâkýs hattýmla istinsah ettim. O halde kýymeti, âciz bir talebenizin yadigârý olmasýndadýr. Hulûsi 14 Sâniyen: Þu zaman-ý isyan ve tuðyan ve küfranda mahz-ý inâyet ve lütf-ý Hak olan, Ümmet-i Ýslâmiyeyi hakâik-ý imaniyeye sevk ve irþada me'mur edilen Zât-ý hakîmanelerini bütün Ümmet-i Muhammediyeyi olduðu gibi bu âcizi de nurlu Sözler ile tarîk-i Nura irþad buyurduðunuzdan dolayý hürmet ve minnetle daim yâd eder, (Sh: B-19) dünyevî ve uhrevî muradlarýnýzý hâsýl eylemesini Rahîm, Kerîm olan Allah-ý Zülcelâl Hazretlerinden abîdane niyaz ve istirham eylerim, efendim. Hulûsi 15 (Kardeþimin bir fýkrasýdýr) Ellerinizi öper, duanýzý isterim. Dünyadan dargýn, nefsinde âciz olan Abdülmecid'e güzel bir üstad, ulvî bir mürþid olacak yeni eserleriniz geldi. Lâfzî bir üstadý kaybettimse de, mânevî müteaddid mürþidleri buldum diye kendimi tebþir ettim. Hakkikaten irþad edecek nurlu eserlerdir. Allah çok razý olsun ... Abdülmecid 16 Evet müteselli olduðum iki cihet var. Biri: Elimizdeki mübarek Sözler vasýtasiyle daima sohbet-i mânevide bulunduðumuz, diðeri: Muhabbetimizin inâyet-i Bâri ile "hubb-u fillâh" mertebesinde olduðuna imanýmýzdýr. Binâenaleyh size benim bugün ve yarýn en büyük hediyem: Verdiðiniz dersi, nâmýnýza olarak vekâleten alâ kadri'l-imkân mü'minlere teblið eylemek ve Allah'ýn verdiði hakikî muhabbeti ebeden taþýmak ve buna mukabil Erhamürrâhimîn ve Ekremül'ekremîn, Ahsenülhâlikîn, Rabb-i Rahîm ve Kerîm Hazretlerinden, hakikî muhabbetin, Otuz Ýkinci Sözün Üçüncü Mevkýfýnda izah buyurulan neticesine mazhar buyurulmaktýr. Ýman-ý tahkikî yolunda buluþtuðumuz Hakký Efendi ile niyetimiz hakka, sýdka, ihlâsa iþtirâkimiz muhakkaktýr. Hulûsi 17 Bu mektubunuzdaki suâl ile ve en son yazýlmýþ olan Otuz Ýkinci Söz ile münâsebet ve müþâbehet nevinden bu def'aki arîza-i cevabiyem üç vakfeli oldu. Demek oluyor ki, Risale-i Nur mânevî bir güneþ, her bir Söz muhtelif kadirlerden nuranî yýldýzlar ve Otuz Ýkinci Söz üç mevkýfý (Sh: B-20) ile bu yýldýzlarýn hepsinin üstünde parlayan ve enzar-ý dikkati hâh-nâhâh üzerlerine celbeden hâlis nurdan vücuda gelmiþ birinci kadirden pek nurlu, erbab-ý îmana gülümseyen, ahzab-ý dalâlete haþmetle bakan, gözlerini kör eden, erbab-ý gafleti uyandýran pek haþmetli, çok nurlu birinci kadirden bir kevkeb-i nevvârdýr. Ne yapayým talebenizin dili bu kadar dönüyor. Yoksa bu sönük ifade o mübarek Sözler için sarf edilmek lâyýk olmadýðýný biliyorum. Bizden Üçüncü Maksad'ýn te'sirini sual buyuruyorsunuz. Biz Hakký Efendi ile ittifakan deriz ki: Ýçindeki hakikatler cerhedilmez, içinde lüzumsuz bir þey yok, zararlý bir kayýt mutasavver deðil. Dikkatle dinleyenler, Allah tevfik verirse, imanýný kurtarabilirler. Bu hakâikle Avrupa ehl-i dalâletine de meydan okunur, fikrindeyiz. Bu kabil dalâlet ve gaflette olanlar ya mübarezeden maðlûb olurlar, ya ulviyyeti hissedip tegayyüb ederler, yahut Ebu Cehil gibi hakikati kabul etmemekte inad ederler veya dehþetlerinden kulaklarýný kapayýp kaçarlar, fikir ve kanaat ve imanýndayýz. Sözler'i dinleyenlerin bir sükût-u mestî göstermeleri, izhar-ý hayret eylemeleri, kudretleri derecesinde takdiratta bulunmalarý her halde düþündüðümüze kuvvet verir bir keyfiyettir. Ümid ve tahminimizi tasdik ediyor. Hulûsi 18 Niyetim büyük, tevfik Hudâ'dan. Yalnýz oda cemaatýmýza Yirmi Beþinci Söz'e kadar okudum. Ve Ýnþâallah devam edeceðim, Emrinize tebean ve duanýza binâen fütur getirmiyorum. Maddî vazifem oradakinden daha aðýrdýr. Fakat her umûrumda Allah'a istinad ettiðim için ümidsizliðe düþmüyorum. Oradan ayrýldýktan sonraki füyuzattan istifade etmeyi cân ü yürekten arzu ediyorum. Nâtamam kalan Otuz Ýki ve Otuz Üçüncü Sözler'in de itmâmýna muvaffak olmanýzý eltâf-ý Ýlâhiyeden niyaz eylerim. Hulûsi (Sh: B-21) 19 Ben burada inþâallah emanetçi olduðum Sözler'i inâyet-i Hak'la ve duanýz berekâtiyle lâyýklý kulaklara duyurabileceðimi ümid ediyorum. Üstadým müsterih olunuz, bu Nurlar ayak altýnda kalamazlar. Onlarý dellâl-ý Kur'ân'dan enzâr-ý cihana vaz'eden Hâlýk (Celle Celâluhu) bizim gibi kimsenin ümid ve tahayyül etmeyeceði âciz insanlarla bile neþr ve muhafaza ettirir. Bu iþi ben sa'yim ile, kudretim ile kazandým diyen huddâm o gün görecekler ki, o mukaddes hizmet, zâhiren ehliyetsiz görünen, hakikaten çok deðerli diðerlerine devredilmiþ olur kanaatýndayým. Bu sebeble oradaki kardeþlerimizden Risale-i Nur ile çok alâkadar olmalarýný rica etmekteyim. Hulûsi 20 Risaletü'n-Nur, Mektubatü'n-Nur'un mütalâasý, tahrir edilmesi, neþr ve tebliðe alâ-kadri'l-istitâa çalýþýlmasý gibi emr-i hayr-ý azîme havl ve kuvvet-i Samedanî ve inâyet ve lütf-u Rabbânî ile muvaffak olduðum zamanlar ki: Bu evkatta evvelen ve bizzat bu fakir istifade, istifâza, istiâne etmiþ oluyor. Bu itibarla mezkûr saatlarý çok mübarek tanýyor, firakýna acýyor, o yaþayýþýn devamýný, tekrarýný, kesilmemesini ez-can ü dil arzu ediyorum. Fakat ne çare ki: Ýðtinam edebildiðim kýsacýk vakitlerde zihnimi safîleþtirip Nurlarýn karþýsýna, dolayýsiyle Kur'ân'ýn mu'cizeleri mecmuasýna ve aziz, muhterem Üstadýmýn medresesine ve ol Seyyidü'l-Kevneyn Peygamberimiz Efendimiz (ASM) Hazretlerinin ravza-i saadetlerine ve nihayet Rabbü'l-Âlemîn Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin huzur-u lâmekânîsine çýkýyorum. Bu sebeble cidden o Nurlarla iþtigal etmediðim zamanlar, keþfi enfâs-ý ma'dude-i hayattan olmaya idiler diyorum. Hulûsi 21 Geçen hafta mahtelif iki cemaata Yirmi Dördüncü Mektubun Birinci ve Ýkinci Zeyillerini okudum. Dinleyenler hayran ve bu fakir (Sh: B-22) de o parlak i'caz-ý Kur'ân'dan âdeta gaþyoldum. Bu eserinizi Risale-i Nur ve Mektubatü'n-Nur'un en münevverleri safýnda mütalâa ediyorum. Bu gün Cum'a idi. Komþumuz Fethi Bey'e on bir ve on üç numaralý Sözler'i okudum. Dünyevî iþlerden tahlîs-i nefis ile iðtinam edebildiðim vakitlerde, o mübarek nurlu pencerelere koþuyorum. Ruhî ve manevî gýdamý almaða ve bulabildiðim böyle bir muhatabý da hissedar etmeðe çalýþýyorum. Hulûsi 22 Yirmi Altýncý Mektub'u büyük sevinçle aldým. Defaatla, dikkatle, merakla, muhabbetle, lezzetle okudum ve neticede, "duanýz olmazsa ne deðeriniz var" ferman buyuran Zât-ý Zülcelâl'e ubudiyyetle intisabým hasebiyle ve abdiyyetin tazammun ettiði lisanla, kemal-i acz ve fakr ve þevkle; tamamen hasbî, bütün mânâsýyle Allah namýna, bütün vuzûhiyle ehl-i iman ve Kur'ân nef' ve hesabýna olan maddî, manevî, zâhirî, bâtýnî, dünyevî, uhrevî hýdemâtýnýzýn mükâfatýný lütuf ve kerem-i bînihayesine münasib bir tarzda ihsan ve ikram buyurmasýný ve zât-ý üstadânelerini her iki cihanda aziz etmesini ol Hâlik-ý Rahîm ve Kerîm Hazretlerinden abîdâne tazarrru' ve niyâz eyledim. Ümidim اُدْعُونِى اَسْتَجِبْ لَكُمْ fermanýnýn tecelli edeceðindedir. Muhterem Üstad! Zaten sizin, biz bîçârelerden beklediðiniz yalnýz dua deðil mi? Mübarek Sözler hakkýnda þimdiye kadar mektublarýmda mevcut olan ihtisâsâtýmý nâtýk, sönük ifâdâtýmý Risaletü'n-Nur'a takriz yapmak hususundaki niyet-i üstadânelerine bir þey demeðe hakkým yok. Fakat benim o periþan ifadelerim, güneþin yanýna mum yakmak kabilinden olacak ve muhtemelen hakikatteki sönüklüðüne raðmen o Nurlarýn komþuluðundan, âyinedarlýðýndan hisse-mend olarak nisbî bir parlaklýk arzedebilecektir. Risaletü'n-Nur'un müstemi'leri arasýnda, Sultan Abdülhamid'in devrinde Kerbelâ'da senelerce müderrislik hizmetinde bulunmuþ olan Hacý Abdurrahman Efendi namýnda 88 yaþýnda bir hoca vardýr. Her (Sh: B-23) defaki mütalâadan büyük memnuniyet göstermekte, "çok istifade ettim Allah razý olsun" demekte ve çok dua etmektedir. Yirmi Altýncý Mektub'un Üçüncü Mebhasý'ný gayr-ý ihtiyarî muhtelif rütbede mühim zâtlara okudum. Hepsi "çok doðru, çok güzel" dediler. Evet bu fakir çok tecrübe ettim ve yakîn hâsýl ettim ki: وَقُلْْ جَاءَ اْلحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ -ilâ-âhiril âye- âyetinin lâyemut mu'cizesi vardýr. Bu defaki mektublarý birkaç defa muhtelif küçük cemaatlara okumak nasib oldu. Bunlarýn birinde mühim bir âlim de vardý. Cümlesi hayret ve takdirlerini izhar ettiler. Benim fikrime gelince: Bütün Risaletü'n-Nur ve Mektubâtü'n-Nur, ihtiyac-ý zamana göre her sýnýf erbab-ý din ve hattâ, müfrit muannid olmamak þartiyle, dinsizleri bile ilzam ve ikna' edecek derecededirler. Fakat (dünya bu) sevk-i menfaat, hýrs-ý câh, küfür ve inad, gaflet ve kesel, þirk ve dalâl gibi ilâçsýz hastalýklara tutulanlar için, bu Nurlara karþý göz yummak, görse bilse kabul etmemek, gördüðünü inkâr etmek, hak ve hakikatý reddetmek gibi divanelikler istib'ad edilemez. Malûm-u fâzýlâneleri, Allah'ýn þu muvakkat misafirhanesinde insan suretinde hayvanlarý eksik deðildir. Bu nurlar intiþar etse idi, elbette böylelerinin bugün istidlâlen dermeyan edilen divanelik hezeyanlarý da açýk olarak görülürdü. Hulûsi (Þu fýkra kardeþim Abdülmecid'indir) Bu eserler bütün sýnýflara ve cemaatlara dâima mazhar-ý takdir oluyor. Kim görse istihsan eder. Tenkide mâruz olacak eserler deðil. Fakat derecât-ý takdir, derecâtý fehim gibi mütefavit ve müteaddiddir. Herkes derece-i fehmine göre takdir edebilir. Abdülmecid 23 (Hulûsi Bey'in selefi, yirmi altý yaþýnda vefat eden biraderzâdem Abdurrahman'ýn vefatýndan bir iki ay evvel yazdýðý mektubudur) اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ Ellerinizi öperim, duanýzý dilemekteyim. Sýhhat haberinizi, irþad (Sh: B-24) edici olan "Onuncu Söz" risalenizle beraber Tahsin Efendi vasýtasiyle aldým, çok teþekkür ederim. Evvelce gerçi emrinize muhalefet ederek muhterem ve deðerli amcamdan ayrýldýðýma piþman olmuþ isem de ve itâbýnýza müstehak olmuþ isem de, bu da mudadder imiþ. Ve Cenâb-ý Hakk'ýn emir ve iradesiyle ve belki de bizim için hayýrlý olduðu için oldu. Binâenaleyh ben cehalet sâikasýyla bir kusur yaptým ve belâsýný da çektim. Bundan sonra çekmemek için afvýnýzý rica ve duanýzý dilerim. Aziz mamo (*)! Þunu da þurada arzedeyim ki: Himaye ve himmetiniz sâyesinde, din ve âhiretime dokunacak ef'al ve harekâttan kendimi muhafaza ettim ve etmekte berdevamým. Gerçi dünyanýn deðersiz çok musibetlerini gördüm ve çektim ve birçok da lezâiz ve safâsýný gördüm, geçirdim. Hiç bir vakit ve hiç bir zaman unutmadým ki: Bunlarýn hepsi hebâ olduðu ve dünyanýn Allah için olmayan lezâiz ve safâsý neticesi zillet ve þedid azab olduðu ve dünyada Allah için ve Allah'ýn emir buyurduðu yollarda çekilen ve çekilmekte olan mezâhim neticesi sonu lezzet ve mükâfat olduðunu bildiðim ve iman ettiðimden, fenâ þeylerin irtikâbýndan kendimi muhafaza edebildim. Bu his ve bu fikir ise terbiye ve himmetinizle zihnimde ve hayâlimde yer yapmýþtýr. Hakikat böyle olduðunu bildiðim için bütün meþakkatlere þükür ile beraber sabretmekteyim. (*) Kürtçe amcacýðým demektir. Þimdi amcacýðým ve büyük üstadým! Habîs olan nefsimle mücadele edebilmek ve onun hevâî ve bilâhare elem verici olan arzularýný yapmamak ve dinlememek için teehhül etmek mecburiyetinde kaldým ve þimdi artýk her cihetle Cenâb-ý Hakk'ýn lütuf ve keremiyle rahatým. Kimsenin dediðini þer ise duymamazlýða gelir ve kimse ile fenâ hasletleri kapmamak için ihtilât etmemekteyim. Dairede müddet-i mesâiden hariç zamanlarýmý kendi evimde Cenâb-ý Hakk'ýn þükrü ile geçiriyorum. Bundan baþka ey amca, sizden sonra þimdiye kadar en çok beni ikaz ve fenâ þeylerden men'eden, üstad-ý âzam ve mürþidim olan bu âyet-i kerîmeden duyduðum ve hissettiðimdir: (Sh: B-25) بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيم اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا اَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ Ve öyle biliyorum ki; o gün de pek yakýndýr. (Hâþiye 1) اَللّهُمَّ لاَ تُخْرِجْنَا مِنَ الدُّنْيَا اِلاَّ مَعَ الشَّهَادَةِ وَ اْلاِيمَانِ duam bu ve itikadým böyledir ve böyle de iman ederim. (Hâþiye 2) آمَنْتُ بِاللّهِ وَ مَلئِكَتِهِ وَ كُتُبِهِ وَ رُسُلِهِ وَ بِالْيَومِ اْلآخِرِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَ شَرِّهِ مِنَ اللّهِ تَعَالَى وَ الْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدً عَبْدُهُ رَسُولُهُ Biraderzâdeniz Abdurrahman Demek Onuncu Söz onun hakkýnda bir mürþid-i hakikî hükmüne geçmiþtir ki; birden onu derece-i velâyete çýkararak þu üç kerâmeti söylettirmiþtir. Benden sekiz sene evvel ayrýlmýþ. Onuncu Söz eline geçmiþ, mektubun baþýnda söylediði gibi çok azîm istifade edip sekiz sene zarfýnda aldýðý kirleri onunla silmiþtir. Hattâ tayyedilmiþ, mektubunun diðer bir parçasýnda Onuncu Söz'ün þevkinden demiþ; "Yazdýðýn Sözler'in hepsini bana gönder, kendi hattýmla herbirisinden otuzar nüsha yazar ve yazdýrýrým. Tâ intiþar edip kaybolmasýn." Ýþte böyle bir kahraman vârisi kaybettim. Ruhuna elfâtiha. Said Nursî (Hâþiye 1): Cây-ý dikkattir, vefatýný haber veriyor. (Hâþiye 2): Hem iman ile gideceðini ilân ediyor. (Hâþiye 3) Âhir nefesteki kelimat-ý imaniyeyi âhir-i mektubunda zikretmesi dünyadan kahramancasýna imanýný kurtarýp öyle gideceðine iþaret eder. (Sh: B-26) 24 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ اَيَّامِ الْفِرَاقِ Aziz, Sýddýk, muhlis, hâlis kardaþým. Evvelâ: Sizin bayramýnýzý ve nurlarla ciddî iþtigalinizi ve daima birinciliði Nur dersinde ve sadakatinde muhafaza etmenizi bütün ruh ve canýmla tebrik ederim. Sâniyen: Hiç merak etme seninle muhabere MA'NEN devam eder. Bütün mektublarýmda "Aziz sýddýk kardaþlarým" dediðim zaman muhlis HULغSÝ saff-ý evvel muhatablarýn içindedir. Sâlisen: Nurlar pek parlak ve gâlibane fütûhatý geniþ bir dairede devam ediyor. (Sýrran tenevveret) sýrrýyle perde altýnda daha ziyade iþliyor. Ýki makine bin ve beþyüz kalemli iki kâtib olmasýyla, inþâallah zemin yüzünü de ýþýklandýracak derecede ders verecek. Kardaþým, ben de senin fikrindeyim ki, Nur hizmeti için Kader-i Ýlâhî seni gezdiriyor. En muhtaç yerlere sevk eder. Hususan o havali memleketim. Güzel levha-i hakikatýn lâhikalarýna geçirmek için, nur þâkirdlerine gönderdik. O civarda nurlarla alâkadar zatlara selâm. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Seni unutmayan Hasta kardaþýnýz Said Nursî Biraderzâdem Nihad'ýn gözlerinden öperim. O da babasý ile beraber daima duamdadýr. (Sh: B-27) 25 YÝRMÝ YEDÝNCÝ MEKTUBUN ZEYLÝ VE ÝKÝNCÝ KISMI (Hulûsi-i sânî ve büyük bir âlim olan Sabri Efendi'nin fýkralarýdýr.) Meb'us-u âlem Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz Hazretlerinin insanlarý hayrette býrakan ve cüz'î þuûru olana îman-ý kâmil bahþeden, fevkalhad ve hârikulâde mânen bin envâ-ý mu'cizat-ý Ahmediyeyi ihtiva eden ve pek âlî ve azim kýymeti müsbet ve müsellem bulunan On Dokuzuncu Mektubun dördüncü cüz'ünü; nazar ve teveccüh-ü fâzýlânelerinde min-gayr-i haddin vekilleri bulunduðum mûmâileyh Hulûsi Beyefendi'ye irsâl kýlýnmak üzere istinsaha baþlamýþtým. Bin mü'cize-i Muhammediyye münderic olan On Dokuzuncu Mektub, mukaddemen dahi arzedildiði vecihle arzumun fevkýnde pek ziyade ulvî ve nuranî mebâhis ve vekâyi-i risalet - meâbiyeyi beyan ve müjde ile ruh ve kalb-i âcizîyi bahâr-ý âlem gibi gül ve gülistanlýða çevirmiþtir. Bu hususta kalben hisseylediðim duygulardan mütevellid ve lâzýmü'l-arz medh ü senâyý gayet parlak bir tarzda arzetmek, ehass-ý emelim ise de maalesef söylemekten âciz bulunduðumu beyân ile iktifa ediyorum. Yalnýz þu noktayý hissettim ki: O vekâyi'de siz cismen deðilse de fakat ruhen, Server-i Kâinat Efendimiz Hazretleriyle beraber idiniz tasavvur ediyorum. Zira o vekâyi-i mezkûrenin künyesiyle, mevkiiyle, an'anesiyle kat'iyyen müþâhede ve ol vecihle nakl ve tahrir buyurduðunuza kani' ve kailim. On Altýncý Mektubu Atabey'e giderken götürdüm. Ekseri noktalar bir kýsým ihvâný aðlattý ve amcazâdem Zühdü Efendi, Onaltýyý okuyunca, "Þimdiye kadar bilmediðim ve görmediðim nuranî ve pek kesretli sürur-ý mânevîyi ihtiva eden bir pencere bugün kalbimde açýldý. Þu pencereden hâsýl olan netâyici yazmak (Sh: B-28) iktidarýmýn fevkýnde ise de, avn-i Ýlâhîye dayanarak bir arîza ile arzetmek ehass-ý emelimdir. Nihayetsiz selâm ve hürmetlerimi tebliðe tavassutunuzu rica ederim" dediler. Sabri 26 Gönlüm ister ki, hemen Risaletü'n-Nurun umumunu yazýversem de mâmelekimde bulunan dürr-i yektâlarý istidadým nisbetinde mütalâaya baþlasam. Otuz Birinci elmas külliyatýný avn-i Hak ve inâyet-i ekremîleriyle iki gün evvel ikmâle muvaffak oldum. Ahmed kardeþime aid derkenarý tefhim ettim. Biraz okur ve Onuncu Söz'ü istiyor, fakat bu Söz kýymet-i mâneviye itibariyle mevcâdatdan aðýrdýr. Ý'caz-ý Kur'an'ýn ikinci cüz'ünü hemen hitam buldurmak üzereyim. Fakat müþtak bulunduðumuz Otuz Ýkinci Söz'ü dahi lütuf buyuracak olursanýz hâsýl olacak memnuniyetimi bir vecihle arzetmekten âciz kalacaðým. Çünki, bu gibi kýymettar ve mânidar eserleri iþittikten sonra görmek iþtiyâký gittikçe artýyor ve bu tabiattan bir türlü kendimi men'edemiyorum. Sabri 27 Bu defa istinsahýna muvaffak olduðum nurlu Yirmi Dokuzuncu Söz'de, melâike denizlerinde sefâin-i Kibriyâya yapýþarak seyran ederken ve beþerin hatâ-savab iþlediði ef'ali, kat'î olarak umumî yoklama defter-i kebîrinde okunacaðýný, nef' ve zarar hiçbir þey'in mektûm býrakýlmýyacaðýný, þiddetle ihtâr eden, beka-i ruh âlemini temaþa ederken; matlab-ý a'lâ ve maksad-ý aksâ olan ba's ve mahkeme-i kübrânýn ahkâmýný kable'l-vuku' makam-ý istima'da dinlerden ve bilhassa "Medarlar" merdivenlerinden âli makamlara mânevî suûd ederken, hele Onuncu Medar ve Üçüncü, Dördüncü Mes'elelerde deniz dalgýçlarý gibi deryâ-yý mâneviyatta dalýp yüzerken, o kadar envâr-ý hakâik-ý kibriyâya ve ezvâk-ý letâif-i ulyâya müstaðrak oldum ki, arz ve ifadeden âcizim. Sabri (Sh: B-29) 28 Müþrik ve münkirleri maðlûb ve ilzâm eden ve son sistem malzeme-i cihadiye-i vahdâniyeyi hâvi ve câmi', kuvvet ve resâneti çelik, kýymet ve ehemmiyeti elmas ve cevâhir ve akik bir kal'a-misâl olan Otuzuncu Söz'ü istinsaha muvaffak oldum. Sabri 29 Sözler sayesinde þu bir seneyi mütecâviz bir müddetten beri þevk ile taallüm, inayetle tefeyyüz, tergib ile tenevvür, hâhiþle telezzüz, iþaretle tahallûk, tedricle tekemmül tarîkýnda ilerlemeðe sâî bulunduðum bu muayyen müddetin bir gününe sâbýkan geçirmiþ olduðum umum hayâtýmýn bile mukabil alamýyacaðý kanaatýndayým. Sabri 30 (Ýkinci bir Sabri olan Ali Efendi'nin bir fýkrasýdýr) Sözler öyle hâzýk bir doktordur ki, gözsüzlere hidayet-i Hak ile göz, ve kalbsizlere inhidam-ý kat'iyyeye uðramamýþ ise kalb, ve þuurunda çatlaklýk yoksa tenvîr ile düþünceye sevk, ve "nereden, nereye, necisin?" suâl-i müþkilin halli ile insanlýðýn iktiza ettiði insaniyeti bahþediyor. Ali 31 (Yine Sabri'nin) Sözler namýnda olan bahr-i muhît-i Nur'da iki seneyi mütecaviz bir zamandan beri, seyr ü seyahatýmýn semere ve neticesini görüp bilmek hususunda þimdiye kadar zemin ve zaman müsaid olmadýðýndan, sermaye-i ticaretimin ne derecelere çýktýðýný; daha doðrusu bir ticaret edinebildim mi, yoksa edinemedim mi, mütereddid ve mütehayyir idim. Hamden-lillâh bu þehr-i rahmet ve maðfirette, inayet-i Rabbaniye ve muavenet-i Peygamberiye ve himemat ve daavât-ý üstadâneleri berekâtiyle sermaye-i ilmiye-i evveliye-i bendegânemin yüzde doksan (Sh: B-30) dokuz derece yükseldiðini fehmettim. O menâbi-i ilmiye ve temsilât-ý hakikiye, meclislerimi o kadar tezyin ve tenvir etmektedir ki, arzetmekten âcizim. Beþerin pek ziyade ayaðýný kaydýran þu asýrda, gayetle hârika ve fevkalhad cihazât ve malzemeyi neþreden (Nur) fabrikasýndan her nevî techizatý almak farz olduðunu bilip, her türlü senâ ve sitâyiþe bihakkýn sezâ ve lâyýk bulunan ve hiç bir suretle riyâya hamli imkânsýz olan müessese sâhib-i âzamýna, ne derecelerde ifâ-yý þükran ve arz-ý minnetdarî eylesem, yine hakkýyla vazife-i zimmetimi edâ etmiþ olamýyacaðým. Sabri 32 Çoktan beri ruh-u kemterânemin son derece müþtak bulunduðu ve her bir kelimesi birer elmas mahzeni olan þu Yirmi Sekizinci Risale-i pür-nurlarýný "lehül-hamd" kýrâat ve istinsaha muvaffak oldum. Þu altun-misal hurufattan mürekkeb elmas menbaýnýn derece-i kýymet ve raðbet ve ehemmiyetini arz ve ifade hususunda (mübalâða olmasýn) mümkün olsa idi, þu Risale-i kýymetdarînin hakâik-ý nâmütenâhîsini muvazzýh ve câmi' bir çok kelimatýn vaz'ettirilmesine çalýþacaktým ki, hakikat lâyýkýyla ifade edilsin. Zira Hâlik-ý Âlem Hazretleri, þu mükevvenâtý halk ve îcad ve her birini birer vazife ile tavzif ve ecel-i âlemin hulûlünde, mes'uliyyet noktasýnda bu dünyada acz ve fakr ve za'f ve ihtiyacýný fehm ve idrâk ederek, kavânîn-i ezeliye ve desâtir-i Rabbaniyeye imtisâl ve ittiba' edenlere, þu mevzûbahs "Cennet" gibi bir nimet ile i'zaz edecek ve ale'l-husus Cennette en büyük nimet, Cemâl-i bâ-kemâl-i Rabbaniyeyi müþahede ve müþerrefiyet-i uzmâ olduðundan, þu fânî âlemdeki her þey binnetice Cennete nâzýr ve hayran olduðu ve þu hakâikýn menba'ý olan Fürkan-ý Mübîn ve Kur'ân-ý Azîmin ebvâb-ý müteaddidesini feth ve esrâr -ý gûna-gûnuna ýttýla' ile derya-i hakâika dalmak herkese müyesser olmadýðýndan, beþ sual ve beþ cevab miftah-ý hakikîsiyle o künûz-u mütenevvia kapýlarýný açýp pek yakýndan ve kamâl-i sarâhatla gösterilmesi ciheti, deðil bu abd-i âcizin kâsýr aklý, belki oldukça yüksek zekâlara mâlik olanlarýn bile takdirine hakkýyla þâyan olduðunu kail ve kaniim. Sabri (Sh: B-31) 33 Kemal-i ulviyet ve kýymet-i bînihayesini arz ve ifadeden âciz bulunduðum þu Sözler'deki âlî ve azîm üslûb ve gayeler, bu abd-i pürkusuru ihya ve âdeta "ba'sü ba'delmevt" haline getirdi ve "Siyah Dutun Bir Meyvesi" namiyle müsemmâ, Avrupa meftunlarýna endaht edilen altun topun elmas güllelerini gördüm, hayran oldum. Sabri 34 Yirminci Mektub'u yazarken vaktimin adem-i müsaadesi cihetiyle çabuk yazmaða fazlaca sa'y ettiðimden sathî bir nazar ve kýrâat edildi. Derince düþünüp zihnimde tararrür ettiremedim ise de, müsaade-i fâzýlâneleri ile þu hakikatý arza ictisar ediyorum ki, bu Mektub-u azîmü'l-mefhum, þimdiye kadar tesyâr buyurulan umum Nur Risalelerinin, hülâsatü'l-hülâsa zübdesi ve menba'-ý amîký olduðuna müþâhedemle beraber, tafsilât ve teþrihat hususunda dahi zevil-akýl olanlar için, ibare-i Arabî ile tahrir buyurulan ve yedi fýkra-i mânidar ve Türkçe meâllerinde münderic olduðuna kanaat-ý kâmilem mevcut bulunduðunu arz ile baþkaca bir arzu daha uyandýrdý ve dedim: Âh Hudâ-yý Müteâl ve Vâhibü'l-A'mâl ve'lâmâl Hazretleri tevfikat-ý Samedanîsini ihsan buyursa da, Üstad-ý Âlîkadrimden "fenn-i ilm-i kelâm" ý taallüm ile tefeyyüz edebilsem, dedim ve bu arzu kalb-i bendelerîde ile'l-ebed merkûz kalacaktýr ki, bu da kýymet-i bîpayanýný hissedip ulviyet ve kudsiyetini hakkýyla ifadeden âciz bulunduðum Yirminci Mektub'u mergûbdan mütevelliddir. Sabri 35 Hele Birinci Söz'de Besmelenin derece-i ehemmiyeti ve suret-i temsiliyesi þâyan-ý takdir ve hayrettir. Öteden beri her kitabýn ibtidasýnda "Besmele, Hamdele, Salvele" nin zikrinin vücubu, hoca efendilerimiz tarafýndan beyan edilmiþ ise de, bu gibi nefsi iskât edecek bir temsil iþitilmediðinden bu derece zihinde takarrür ve temerküz etmemiþti. Þu temsil, Besmele Sözü olan Birinci Söz'de ne kadar musîb ve mânidar olduðunu insan olan takdir eder. Sabri (Sh: B-32) 36 Üç kitabdan Yirminci Söz'ü ilk defa okudum. Habl-i Metîn-i Ýlâhî ve Kanun-u Mübîn-i Rabbanî olan Kur'ân-ý Azîmüþþân'da, þu son asýrda vücuda gelen ve firenklerin medar-ý iftiharlarý bulunan tahte'l-bahir, tayyare, vesaire gibi eþyaya, bin üç yüz küsür sene mukaddem iþaretle ifade edildiðini öðrenerek Kitab-ý Mübîn'in mazi ve müstakbelden vermekte olduðu ihbarat-ý gaybiye ve sâdýka ve beyanât-ý hârika, dost ve düþmaný meftun ve hayretlerde býraktýðý cihetle, bir kat daha i'caz-ý Kur'ân'ý isbat ve te'yid etmiþtir. Yirmi Üçüncü ve Otuzuncu Sözler'in baþ taraflarýndan üçer, beþer sahife okuyabildim. Mahzen ve medfen-i mücevherâta rasgelmiþ bir fakir gibi hangi cevheri alacaðýmý harîsâne düþünüyorum. Sabri 37 Bahr-i mu'cizât, Fahr-i Kâinat Efendimiz Hazretlerinin "þu sisli asýrda paslý ruhlarýmýzý tenvir ve tesrir eden" ve "sâik-ý hayât-ý ebediyeleri bulunan" On Dokuzuncu Mektub'un beþinci cüz'ünü alarak, üçüncüsünü iade ettim. Fahr-i Kâinat Efendimizin mu'cizâtýndan olan parmaklarýndan su akýtarak orduya içirmesine dikkat ederek derin bir tefekküre daldým. O sýrada kalemim boya þiþesinde idi. Yazmak vazifeme muvakkat bir fâsýla verecektim. Kalemimi tuttum, mürekkebi ile yerinde koymamak için kalemdeki mürekkeb bitinceye kadar bir iki kelâm daha yazayým da öyle býrakýyam dedim. Baþladým, yarým sahife yazdým, kalemden boya kesilmedi. Bundaki hikmeti düþündüm, kalem kurudu. Sonra bir çok defalar kalemi dikkatle boyaya batýrarak yazdým, tecrübe ettim. Yarým satýr, nihayet bir satýra kâfi gelebildi. Bu da Hatib-i Baðdadî'nin فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ اَلْفَ سَنَةٍ sýrrýndaki (Hâþiye) tefekküründen mütehassýl vâkýayý andýrýr bir te'kid-i i'caz-ý Nebevîdir, dedim. Sabri (Hâþiye): O tefekkürde bir günlük iþi bir dakikada yapmýþ. (Bu Hâþiye, Üstadýn el yazýsý iledir.) *** (Sh: B-33) 38 Evvelce takdim kýlýnan arîzalarýmdaki ta'birat ve elfâz-ý ta'zimiyem ne için hak olmasýn. Zira þu kýymetdar ve ehemmiyet-i nâmütenâhiyeyi ihtiva ve âleme berk-ý hâtýf gibi satvet-i mâneviye ve hakikiyesini emsâli gibi i'lâm ve ilân eden Yirmi Altýncý Mektub-u mergûbu, yirmi günden beri muhtelif derecâtta müntesibîn-i ilmiye mütalâa ettikleri halde, bugün tashihine lüzum görülen ve alât-ta'dad yirmi sekiz noktada ta'dil ve ilâve buyurulan nukat-ý mühimme, kelimat ve tâbirat-ý âliyeyi zâid veya noksan diyebilecek bir kimse çýkmasýn ve çýkmýyor. Evet þu asrýn eþhâs-ý muzýrrasýna karþý ilân etmiþ olduðu cihâd-ý mâneviyede müþâhede edilen muvaffakýyet-i fevkalâdenin, o gürûh-u hazele ve rezeleyi iskât ve ilzam ettiðini zerre kadar insafý ve iz'aný ve insaniyette hazzý olanýn ikrar ve itiraf ve tasdik etmesi, vecîbeden olduðu vareste-i rayb ve zunûndur. Sabri 39 (Þu fýkra Þamlý Hâfýz Tevfik'indir) Altun yaldýzla yazýlmasý lâzýmgelen eser-i âlinizde, Resûl-i Müctebâ Aleyhi Ekmelü't-tehâya Efendimiz Hazretlerine dil uzatan, hâin-i bîdin olan mülhid hâinlerin kuruyasý dillerini inâyet-i Ýlâhî ve ruhaniyet-i Peygamberî ve þeriat kýlýncý ile kesmeðe muvaffak olduðunuz þu eser-i bergüzîdenizi Cenâb-ý Hak ind-i Ýlâhîsinde ve nezd-i Peygamberîde kabul eylesin. Þefâat-ý Nebevîyeye efendimi ve fakiri de nâil eyleyip, sancak-ý Muhammedî (ASM) tahtýnda cümlemizi ihvanlarýmýzla beraber haþreylesin, âmin. Tevfik 40 (Yine Sabri'nin) Burak-ý tevfik ile hakâik-ý semâvata râh-ý urûcu irâe ve tefhim için, tanzim ve tasnif buyurulan ve her bir lem'a-i ulviyesi, aklî ve naklî binler âyât ve alâim-i îmaný fevkalhad izah ve isbat eden ve (Sh: B-34) bir mirkat-ý îman ve bir mir'at-ý Vâcibü'l-Vücud ve'l-Mennân olan ve saray-ý dâr-ý bekanýn elmas bir miftahý bulunan Yirmi Ýkinci bahr-ý hakâiký inâyet-i Ýlâhiye ile istinsaha muvaffak oldum. Sabri 41 (Þu fýkra, hakikî ve birinci kardeþimiz olan Hakký Efendi'nindir.) Mükerreren mütalâa ve kýrâet ederek, arþ kadar yüksek eserleriniz hakkýnda mütalâa serdine, bir kelime hatta bir nokta ilâvesine kendimde cür'et ve kudret bulamadýðýmdan dolayý, bu babda bir mütalâa dermeyânýna imkân göremiyorum. Yalnýz çok yüksek, cihan kadar kýymetdâr mübarek eserleri okuyup, cehaletimiz hasebiyle idrâk edebildiðimiz kadar istifade ve istifâzaya çalýþarak müstefid olabilmek bizim için pek büyük bir nimettir. Hakký 42 (Bu fýkra dahi Hakký Efendi'ninidir.) Ýþbu cihan-kýymet eserin mütalâasýnda nasýl bulduðumuz istifsar buyuruluyor. Dekâik-ý hikmet ve hakâik-ý ilmiye ile tezyin ve tarsin edilmiþ olan yüksek eser hakkýnda bir mütalâa serdetmek, bidâamýn fevkýndedir. Hakký 43 (Þu fýkra ikinci bir Sabri olan Hâfýz Ali'nindir.) Efendim! Yirmi Beþinci Söz, Cenâb-ý Hakk'ýn ferman-ý mübîni olan Kur'ân-ý Mu'cizü'l-beyân için öyle bir vuzûh-u etemmi hâvi bir muarrif-i hakikîdir ki: Bahr-i hakâikta seyr ü seyahat eden ve hâricen çelikle mücellâ ve müstahkem ve dâhilen elmas ve akikle müzeyyen ve müberhen ve menba'ý - hakikîsi olan Fürkan-ý Hakîm gibi, daima gençliðini ve resanetini, zinet ve hüsnünü tezyid ve muhafaza eden ve hiç bir vecihle ahkâm-ý memdûhasýna nakîsa getirmeyen, bir sefine-i semâviyenin mahsûlü olup, kalbleri kýþýrlana (Sh: B-35) rak felsefenin çýkmaz çýðýrlarýna sapan gâfil ve âsilere þiddetle darbe-i müdhiþe ve mühlikesini çarpan o Söz, muti'lere lûtf-u dest-i mânevisiyle dünyevî ve uhrevî nihayetsiz mükâfatýný ihsan eden Cenâb-ý Hakk'ýn, zât-ý üstadânelerine lütuf buyurduðu ve "Vehhâb" ism-i celîlinden tulû' eden nurun lem'asiyle ziyalandýrýp hakâik-ý Ýlâhiyenin zerrelerini bile pýrlantalar gibi görüp ve gösteren üstadýmýn hakâik denizinde seyr ü seyahatlarý esnasýnda isabet eden mevceler ki: Yekdiðerini müteâkip her birisi baþlý baþýna bir mu'cize hatta bir katresi bile îcaziyle i'cazýný gösterdiðini gördüðümde "Mâþâallah", "Elhamdülillâhi alâ nûri'l-îman ve hidâyeti'r-Rahmân" cümle-i celîlesini lisanýmda vird ediyorum. Ali 44 (Yine þu fýkra Sabri'nindir) Nurlarý âlemi tenvîr eden, kýt'asý küçük ve kýymeti pek büyük ve ulvî ve azîmü'l-meâl ve bizzat hatt-ý ekremîleriyle muharrer elmas risalelerini istinsah ve Yirmi Ýkinci Nur deryasýna dalýyorum. Sabri 45 (Þu fýkra mühim bir talebe olan Seyyid Þefik'indir) Þifahâne-i kalbinizden tulû' eden Otuz Üçüncü Söz'ünüzle otuz üç cihetten marîz olan kalb-i mecruhumuzu tedavi buyurmanýzý bilhassa istirham eylerim. Seyyid Þefik 46 (Ýnþâallah Kur'ân'a büyük hizmet edecek olan Küçük Hâfýz Zühdü'nün mektubudur.) Bugün istinsahýna muvaffak olduðum Ý'caz-ý Kur'ân'ýn bu bîçâre talebenize bahþetmiþ bulunduðu nihayetsiz füyûzat, mevte mahkûm ruhuma öyle bir tabîb-i hâzýk ameliyatý yapmýþ ki, mübtelâ olduðum emrâz-ý kalbiyeyi tedavi ve yeniden hayat bahþetmiþ olduðundan, arz-ý minnetdârî eyler ve bu bînazîr mücevherat mahzeninin diðer (Sh: B-36) renkli kapýlarýnýn da açýlmasýný âcizâne istirham eylerim. Otuz Üçüncü Mektub'un otuz üç penceresinden ayrý ayrý lemeân eden nurânî ziyalar kalb-i âcizâneme feyyaz nurlarýyla gül-âblar serpti. Daha birçok Nur Risalelerinin füyuzâtýndan hisse-yâb olmasýna bârigâh-ý Ehadiyetten tazarru' ederim efendim. Hâfýz Zühdü 47 (Yine þu fýkra Sabri'nindir.) "Ma'ruzât-ý hususiye": Þu on dördüncü asr-ý Muhammedîde (ASM) marziyat-ý Rabbaniye ve tebligât-ý Ahmediyeyi bihakkýn ifâ ve icra ve i'lâm ve infâz eden elhak "matla'-i þems-i füyûzât" tâbiriyle tavsif ve tâzime mâsadak bulunan "Nur" risale-i feridelerinden ruh-u âciziye in'ikâs eden ve sermaye-i kemterânemden olmayýp sýrf Risaletü'n-Nur'un füyûzât ve lemeâtýndan derip, çatýp yazdýðým arîzalarým, mahzâ bir eser-i hüsn-ü teveccüh-ü kerîmaneleri olarak, Risaletü'n-Nur sýrasýna idhâl edilmesi hicabýmý intâc etmiþtir. Zira bahr-i muhîta nisbeten bir cedvel hükmünde bile olamayan, bu abd-i âcizin pürkusur ifadeleri öyle bâlâ bir mevki'de yer tutacak bir mahiyette olmadðý âþikârdýr. Umarým Cenâb-ý Kibriyâ'dan ki: Kârin bulunduðu nevvâr ve ziyâdâr Sözler'in nur ve ziyâlarýndan müstefîd ve ziyâdar ola. Sabri 48 (Þu fýkra Hulûsi'nindir.) Esasen siyaset anlamadýðým bir iþ, þunun bunun âmâline hizmet, menfurum. Zilletle yaþamak, tahammül edemediðim hallerdir. Felillâhilhamd, Allah'ýmýz bir, peygamberimiz bir, Kitâbýmýz bir, Dinizim bir ... ilâ âhir. Bu bir birler, bize yekdiðerimizi Allah için sevmek kaydýný saðlamlaþtýrmakla beraber, ruhî, kalbî, ebedî, lâyemût bir birlik te'min etmektedir. Hamd ve þükürler olsun mü'miniz. Hayatda tesadüf edeceðimiz binlerle musibet ve acýlara مَنْ آمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ gibi çok müessir devamýz var. (Sh: B-37) Yine idrâk ediyoruz ki, burada vazifeleri nihayet bulanlar için, ebedî mev'ûd bir hayat baþlýyor. Biz de bu yolun yolcusu, bu hanýn misafiri, bu fabrikanýn muvakkat bir amelesi olduðumuz için, er geç o kâfileye iltihak edeceðiz. Kýsa, müz'iç, daðdaðalý, elemli, hüzünlü, firaklý ve ancak o sermedî hayatýn mezraasý olan bu fânî ve kararsýz âlemde baþlayan garazsýz, ivazsýz, pürüzsüz ve kimsenin arzusuna tâbi olmadan, sýrf hasbî ve ciddî, hâlis ve muhlis arkadaþlýðýmýzýn meyvesini ve her türlü saadeti câmi' hayatda idrâk edeceðiz. Ümid ve îman gibi pek âlî sermayemiz var. Hoca efendi hazretlerinin âlî tavsiyeleri: Beþ vakit namazýný tadil-i erkân ile kýl. Yani baþka ibadete gücün yetmez. Namazýn nihayetindeki tesbihleri yap, yani baþka zikri yapamadým diye teessüf etme. Yedi kebâiri terk et, çünki seðâiri arayacak zamanda deðiliz. Ýttiba'-ý sünnet et, zira bu zamanda arkasýnda gidilecek ve harekâtý taklide deðer sâf, hâlis ve muhlis bir hâdi ki, (o da seni yine bu yola götürecektir.) Maal'esef bulamýyacaksýn, belki bu yola çýkaracaklar vardýr. Fakat kömür ile elmasý kim fark edecek? Öyle ise sen çalýþ ondan daha iyi kýlavuz bulamazsýn. Derslerinden birinde ki, her vakit zikir ettiðim مَنْ آمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ þefâat-bahþ vecizesi hâtýrýmýzda varken, þübhesiz her musibet ve her elem hoþ karþýlanacaktýr. Aziz kardeþ! Zaman olur ki her þey, herkes, her muamele, kalbi incitiyor. Fakat iþte tiryaký: فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ Her zaman söylüyorum: Biz bu fâni hayat için dostluk yapmýyoruz. Bu kýsa hayâta veda etmek, indimizde ve itikadýmýzda ebedî bir hayatýn mukaddemesidir, öyle ise müteessir olmayalým. Nice ki, o hayata baþlamadýk. Ýþte mürasele ile müvasalayý te'min edelim. Allah'a güvenelim, O'ndan medet dileyelim. (Sh: B-38) َاْلحَمْدُ لِلّهِ الَّذِى هَدَينَا لِهذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِىَ لَوْلاَ اَنْ هَدَينَا اللّهُ لَقَدْجَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِاْلحَقِّ اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ مِنَ اْلاَزَلِ اِلَى اْلاَبَدِ عَدَدَ مَا فِى عِلْمِ اللّهِ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ وَ سَلِّمْ Hulûsi 49 (Sabri'nin Yirmi Birinci ve Yirmi Ýkinci Sözleri yazdýðý vakit yazdýðý mektubun bir fýkrasýdýr.) Bil'umum Risâlâtü'l-Envâr her biri ayrý ayrý mevzularda, haddü hesaba gelmeyen müþkilleri halletmeleriyle beraber bendeniz þöyle tasavvur ediyorum ki: Nur deryasýndan nûþ etmek isteyen bir kimse, Birinci ve Yirmi Birinci ve Yirmi Ýkinci Sözleri alsa, diðerlerine eli yetiþmezse dahi maraz-ý kalbîyi def' ve ref'e, ruhu tenvir ve tesrire kâfi bulunduðu meþhud ve müsellemdir. Zira Birinci Söz tevhid miftahýdýr. Yirmi Birin birinci þýkký da mirkat-ý Cennettir. Ýkinci þýkký da emraz-ý kalbiyenin tedâvisi için nazîrsiz bir þifahâne-i eczadýr. Ýksir ilâçlarýyla bilâ istisna herkeste bulunan vesvese marazýný tedavi ve kal' eder. Kalb ve ruhta Kur'ân-ý Hakîm'in ebedî ve nâmütenâhî füyûzât ve envârýndan gelen revzat-ý inþirâhiyeyi küþâd ile saâdet-i ebediyyeye îsal edecek bir râh-ý necat ve selâmettir. Yirmi Ýki ise; Bürhanlariyle, Lem'alariyle insan olanýn akâid-i dîniyesini tahkim ve tarsîne emsalsiz bir rehber bulunduðunu arz ederim efendim. Sabri 50 (Þu fýkra Husrev'in mektubundandýr.) Sevgili ve Muhterem Üstadým, Sözlerinizin (yani Risalelerinizin) her biri birer derya-yý azîmdir. Sözlerinizden pek çok feyz alýyorum. O kadar ki, okudukça tekrar etmeyi istiyorum. Ve tekrarýnda duyduðum Ýlâhî bir zevki târif edemiyeceðim. Bugün Sözlerinizden deðil hepsini, bir tanesini alan insaf ile okursa, hakký teslime ve münkir ise gittiði yolu terke, fâsýk ise tevbeye mecbur olacaðýna kat'iyyen ümidvârým. Husrev (Sh: B-39) 51 (Þu fýkra Re'fet Bey'in mektubudur.) Sözler'iniz mürþidâne ve çok yüksek olduðundan gayet dikkatli ve tahlil ederek okunmak icab ediyor. Serdeylediðiniz delâil- akliye ve mantýkýye o kadar tatlý ve hayret-bahþdýr ki: Ýnsan okudukça okuyor ve nâmütenâhî bir zevk-i mânevî hissederek hiç elinden býrakmak istemiyor. Bu sebeble bir defa okumak kâfi deðil. Hepsi yanýnda bulunup daima okumalýdýr. Re'fet 52 (Þu fýkra dahi Sabri Efendi'nin mektubudur.) Üstadým Efendim! Þu kýymetli elmaslar Cenâb-ý Hakk'tan Habîb-i Zîþânýna gönderilen Þecere-i Tûbânýn nâmütenâhî semereleri olduðunu ve bunlarýn emsâli gibi bînazîr mücevherâtýn ihrâç ve teþhiri zamanýný bulup sergi-i Rabbaniye ve Muhammediyeye vaz'eden zât-ý üstadânelerine þu dakikada kâsýr aklým ve istidadsýz lisanýmla þöyle dualar ediyorum: اَللّهُمَّ احْفَظْ مُؤَلِّفَ هَذَ الدُّرِّ الْيَكْتَا الَّذِى هُوَ مَوْسُومٌ بِرَسَالةِ النُّورِ وَ اَعْطِ قَلْبَهُ وَ قَلْبَ صَبْرِى اَلَّذِى هُوَ مَمْلُوءٌ بِالْحَقَائِقِ وَ اْلاِبْتِهَاجِ وَ السُّرُورِ آمِينَ Sabri 53 (Hulûsi Bey'in fýkrasýdýr.) Maddeten uzak düþen bu bîçâre talebenizi yakýndan temsil eden Hâfýz Sabri Efendiyle diðer zevatýn Nurlar hakkýndaki ihtisaslarý çok kýymetli ve yüksek ve lâyýklý bir surette ifade edilmiþtir. Bir mektubunuzda Muallim Cûdî'nin kasidesi münasebetiyle buyurduðunuz vecizeyi burada tekrara münasebet geldi. وَمَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَتِى وَ لكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتِى بِمُحَمَّدٍ Sýrrýnca güzellik (Sh: B 40) yazýlarýmýzda deðil, belki i'câz-ý Kur'ân'dan olan nurlu Sözlere ve Mektûbata aittir. Her ferd-i mü'min, derece-i fehm ve zevkine göre, aslýnda güzel olan bir þeyi târif eder. Acz ve fakrdaki lezzet, þefkat ve tefekkürdeki ulviyet; hakikaten hiçbir þeyle kabil-i kýyas deðilmiþ. Hâl-i âlem müsaid olsa da, hazine-i hassa-i Kur'ân'dan çýkararak tâbir-i âlinizce dellâllýðýný yaptýðýnýz elmaslarý çok gözler görse. Görse de, sarhoþlar ayýlsa, mütehayyirler kurtulsa, mü'minler sevinse, mülhidler, kâfirler, müþrikler imana, insafa, daire-i akla gelseler. Ve bu mes'ud ve ulvî neticeyi bizlere idrâk ettirmesini eltaf-ý Ýlâhiyeden tazarru ve niyaz ediyorum. Âmin. Muhterem Üstad! Allah-ý Zülcelâl Hazretlerine ne kadar müteþekkir bulunsanýz yeridir. Acz ve fakr tezkeresiyle girmeye muvaffak olduðunuz saray-ý Kur'ân'ýn has hazinesinden, gözler görmemiþ, kulaklar iþitmemiþ cevherleri görüyor ve me'zun olduðunuz miktarýný necim necim çýkartarak evvelâ kendiniz bakýyor, sonra "Eyyühel insan! Ýþte bakýnýz, bu misafirhaneyi açan, âlemleri rahmetiyle yaratan, sizi hikmetiyle halk buyurup bu âleme gönderen Sultan-ý kâinat bin üç yüz küsur sene evvel büyük bir elçisi Habîb-i Ekremi (ASM) vasýtasiyle, size hilkatteki hikmeti, buraya gelmekteki maksadý, ubudiyetin iktiza ettiði hizmeti ilh ... bildirmiþti. Bu âlî tebligatý, o kudsî ahkâmý sizin anlýyacaðýnýz lisanla anlatýyorum, dinleyiniz. Eðer aklýnýz varsa, gözünüz görüyorsa, insanlýðýnýz varsa, hakîkati anlar ve îmana gelirsiniz ..." diye beyânatta bulunuyorsunuz. Bizler hasbe'l-kader felillâhilhamd bu kudsî beyânatý yakýndan dinlemek, görmek ve göstermek iþtiyakýný gösterdik. Siz de o elmaslarý gösterip bizi uyandýrdýnýz. Hakikati anlatýp, yolumuzu doðrultmaya vesile oldunuz. Allah sizden ebeden razý olsun. Nefs-i emmarenin zebunu, cin ve ins þeytanlarýnýn hedefi olmaktan kurtulamadýk ise de, bu hasbî ve Kur'ânî hizmetten zevk alýyoruz, lâyýkýyle yapamýyorsak da yolunda bulunuyoruz. اِنَّمَا اْلاَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ Hulûsi & (Sh: B-41) ÝKÝNCÝ ZEYL 54 (Ümmî fakat allâmelerin iþini gören ve esrâr-ý Kur'âniyeye karþý Isparta'nýn intibahýna sebeb olan, âhiret kardeþim Âdilcevazlý Bekir Aða'nýn Sözler hakkýndaki ihtisâsatýdýr.) Fazîlet-meâb Üstadým Hazretleri, Efendim, evvelâ arz-ý tâzim ve hürmetle mübarek ellerinizi öperek, her an ve zaman lisanýma yakýþtýðý kadar dua eder ve duanýzý rica ediyorum. Efendim, mâlûmunuz fakir talebeniz ve kardeþiniz câhil olduðum halde, güneþ-misâli olan risale-i bergüzîdelerinizden umum Nur Risalelerinizi okutup dinledim. Güneþin nuruna sed çekilemediði gibi ve sed çekilmek ihtimali olmadýðý gibi risalelerinize de sed çekilemez. Onlarý istima'da ruh ve kalbimi tedkik ettim, tedkikatýmda ne gibi hissetmiþ ve anlamýþ olduðumu aradým, bakdým ki; ruh ve kalbimde bir feyezan ve çoþkunluk var ki, beni bilâihtiyar bir vazifeye sevk etmek için hemen "haydi haydi" diye tazyikata baþladý. Ben de ruhumda olan ve bu vâkýayý tâkib ederken o Nurlarýn irae ettiði miftahlarý gördüm ve gösterildi. Anladým ki, bu anahtarlar ile îcab eden kapýlarý açýp, o Nurlara ehil olan kardeþlerimi (min gayri haddin) arayýp bulmak vaziyeti âdeta bana emrolunup, o Nurlardan güneþ gibi nur saçýlmasý hususunda ben de bu hâli kendime vazife addettim. O Nurlardan almýþ olduðum anahtarlarý teslim ile, hâin-i din olan mülhidlerin elleri kýmýldanmayacak derecede kýrýlmasý için, hamdenlillâh bu kardaþlarýmý arayýp buldum. Emânetullah ve emânât-ý peygamberînin (ASM) gayet parlak yakut ve zümrütten (Sh: B-42) kýymettar olan hazinelerini o zâtlarýn ellerine teslim ettim. Elhamdülillâh Cenâb-ý Hakk muvaffak etti. O mübarek eserlerinizi mütalâa eden eþhas, insan iseler ve insaniyetle alâkalarý varsa îman eder. Ýnanmadýklarý takdirde ya insaniyetten istifa etmeli, veyahut insan deðiliz demeli. Bu eserler baþlý baþýna ayrý ayrý birer fâtihtir. Ýnþâallah her cihetle, feth ederek fâtih olacaktýr. Cenâb-ý Mevlâ âhirette cümlemizi sevabýna nâil eyleyip, þefaatýna mazhar buyursun. Âmin ... Tekrar mübarek ellerinizi bûs ile, duanýzý istirham eylerim efendim hazretleri. Abdülcelil oðullarýndan Âdilcevazlý Emrullah oðlu Bekir 55 (Bu fýkra Hulûsi-i sâni Sabri'nindir.) Bekledim tâ ki: Onuncu Söz neþredilmiþ, iþbu kýymeti mükevvenâta fâik olan mübarek nurlu eserden bir nüshacýk ihsan buyuruldu. Hemen aldýðým dakikada, zîruhtan hâlî ve zümrüd-misâl yeþillenmiþ nebâtat arasýnda bir aðacýn altýna gittim. Lâkin mevsim itibariyle haliçe-i zemîn gayet revnaktar ve enva' türlü çiçeklerle müzeyyen ve muhteþem ise de ânifü'l-beyân eser, âlem-i bekanýn sened-i hakikî ve kat'îsi ve en kavî ve gayet rasîn ve son derece güzel naklî ve aklî ve mantýkî ve târifi imkânsýz bir delâil ve berâhin-i kat'iyye ile müsbet ve hattâ haþir hakkýnda ayaðý kayarak mühlik uçurumlara giden ve en fena bataklýklara düþen, hüsran ve dalâlette boðulan pek çok kimseleri dakik ve amîk iþârât ve hakâiký ile ihya ettiðini ve edeceðini alâ-kadri'l-istitâa öðrendim. Her ne kadar o kýymettar eserin derecat-ý refîa ve mühimmesini hatta en kýsa bir cümlesini bile hakkýyla anlayabilmek ve o hususta söz sarfedebilmek, bidâamýn fersah fersah fevkýnde ise de, menba'-ý hakîkisi bulunan Fürkan-ý Mübîn'den tam bir feyz alan ve emsâli görülmemiþ bir þâheser olduðunu anladým. Bu fakir, þiddetli acz ve (Sh: B-43) zaafýmla bîhadd bahr-i hakâika daldým ve bahr-i muhît-i nura girebilmeðe þu mübarek eser, elmas bir miftahým oldu. Binaenaleyh havass ve havassu'l-havass dikkatle onu mütalâa ederlerse, daha ne derecelerde hakâik-ý Ýlâhiye ve maarif-i Rabbaniye müþâhede ederek, iktisab-ý füyûzât edeceklerini tahmin edemem. Bundan baþka þu nuranî ve ulvî ve kudsî eser, numarasý itibariyle dokuz eserin daha mukaddemen sebkat ettiðini îma ve iþaretle beraber ve "On" numaradan sonra daha bir çok eserlerin vücudunu mutazammýn bulunmasýna dair bir hassasiyet-i kalbiye uyandýrdý. Sonra anladým ki: Kur'ân-ý Hakîm'in nur ve ziyâdar menba'ý cûþ u hurûþa gelmiþ. Fürkân-ý Hakîmin elmas maâdininden dehþetli bir infilâk husûl bulmuþ, Sözler namýnda hadsiz tiryaklar ve mücevherat zâhir oldu. Pek çok kulûb def'-i maraz ve kesb-i âfiyet etti. Fürkan-ý Mübîn'in feyziyle Sözler'inin her birini herkese görmek müyesser olmayan gayet dakik ve amik beyânât-ý hârikalarýný röntgen makinesi ile temsil ediyorum. Nasýl o röntgen þuâý þu uzuvlarýn içindeki en hafî ve ince hali görüyor, gösteriyor. Öyle de nurlarýn hazinedarlarý olan Sözler dahi, hakâik-ý eþyada en ufacýk zerreleri bile görmek ve göstermek hâssasýný hâizdir. Sabri 56 (Þu iki fýkra Husrev'indir.) Þimdiye kadar emsâline tesadüf etmediðim bu güzel ve yüksek Sözler'i birdenbire kavramak herkese müyesser olamayacaðý için, afvýmý rica ediyorum. Duanýz berekâtiyle bir gün gelip ona da Cenâb-ý Hakk'ýn muvaffak buyuracaðý ümidini taþýyorum. Ve beni zât-ý âlînize tevdi' eden ve Sözler'i yazmaklýðýma ruhsat veren Cenâb-ý Hakk'a milyarlarca hamdediyor ve þükrediyorum. Husrev (Sh: B-44) 57 (Keza Husrev'in.) Risalelerin yüksekliðine ve güzelliðine ve lâtifliðine âciz lisanýmla, kýsa aklým ile ve zaif idrâkimle hayrette kaldýðým þöyle dursun, bilâkayd her okuyaný bizzarure tahsine sevk ediyor. Cenâb-ý Hakk'a ne kadar hamdeylesem, þükreylesem bu lütuflarýn hakkýný ödeyemem. Husrev 58 (Þu fýkra Hafýz Zühdü'nündür.) Nur bahçesinin nurlu meyvelerinden iki tanesini daha koparmaða muvaffak oldum. Bu meyvelerin muhtevî bulunduðu lezzeti, kasýr lisanýmla þimdi ifade edebilmekten çok âciz bulunuyorum. Nebiyy-i Âhirü'z-zaman Aleyhi Ekmelüssalâtü Vesselâmýn huzur-u saâdetine ve pâk, lâtif sohbet-i Nebeviyeleriyle müþerref olmak zevkini idrâk ettiren bu kýymettar On Dokuzuncu Mektubu mütalâa etmekten bir türlü doyamýyorum. Bilcümle Risaletü'n-Nur'un takdir ve tevkîri hususunda söz söyleyebilmekten kalemim âciz ve nâkýstýr. Cenâb-ý Vâhibü'l-Atâyâ'dan dilerim ki, Nur bahçelerinin meyvelerinin hepsinden tatmaða arkadaþlarým gibi âcizlerini de muvaffak kýlsýn. Hâfýz Zühdü 59 (Bir Nur talebesinin fýkrasýdýr.) Bugün o yüksek kitabýn ikmâline muvaffak oldum. "Mi'rac'ýn ikmâl ve mütalâasýndan mütevellid sürur ve saâdetimi ta'riften kalemim dûçâr-ý acz oluyor. Mütalâadan doðan duygularýmý hülâsaten ve bir cümle ile arz edeceðim: "Mi'rac'in mütalâasýnda hayatýn felâket girdablarýný ve saâdet-i ebediyeye giden mânevî deryânýn selâmet yollarýný gösteren kalb dolusu bir nur ve ziya buldum. Evet her temsilâtta isbat edilen pek çok hakikatler ve bugün tahatturu ve tahayyülü bile ruhumuzu (Sh: B-45) doldurup taþýrmaða kâfi gelen Asr-ý Saâdet ve hârikalar devri gözümün önünde hayatlandý, fikirden fikre, hayretten hayrete düþtüm. "Mi'rac" kitabý, felsefe düþkünü mu'terizlerin felsefesini her zaman için iflâs ve sukut ettirmek kuvvetine mâlik bir eserdir. "Mi'rac" kitabý baþlý baþýna asýllardaki hakikatleri i'zam edilmeden ve bîtarafâne bir tefekkürün bile göreceði ve kabul edeceði bir nazarla isbat eden ve kapalý kalmýþ noktalarý ehl-i îmana ma'kul ve mantýkî fikirlerle izhar eden bir kitab-ý tarihtir. Gaflete dalmýþ ve dalâletin maðlûbu ve bir tutam aklýyla kendisine bir mümtaz mevki' vermek isteyen feylesoflar, "Mi'rac" gibi bir þâheser karþýsýnda apoletleri sökülmüþ, bütün þöhret ve namý sukûta mahkûm bir kral vaziyetine düþer. O kral ise daimî bir ye'se mahkûmdur. Halbuki bunca hakikatler karþýsýnda felsefe zincirleri ve mu'teriz efkârý birer birer kýrýlan dâvasýnýn ve iddiasýnýn haksýz olduðunu anlayan feylesof ise Hâlik-ý A'zamýn kudret ve azameti huzurunda secde eder ve af diler. Zekâi 60 (Zekâi'nin fýkrasýdýr.) Namaza dair fazîlet ve mükâfat menba'ý olan Dördüncü ve Dokuzuncu ve Yirmi Birinci Sözler ruhumun karanlýk köþelerini nâkabil-i ta'rif bir surette tenvir etmiþtir. Kemâl-i aþk ve þevkle tetebbu' ettiðim bu þâheser, þübhe bulutlarý içinde vakitlerini bir hiç için zâyi' edip giden ehl-i gaflete ve gençlik hevesâtýna esîr olup mürur-u zamanla nâdim olarak tarîk-ý hakikati arayanlara bir refîk-i hayât olsun. Zekâi Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 21. Dezember 2008 Autor Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 61 (Þu fýkra Doktorundur.) Hocam, emaneten bendenizde bulunan iki kitabý emrediyorsu (Sh: B-46) nuz. Bendeniz de yalvarýyorum ki, gelecek hafta takdim edeceðim. Çünki, kücüðünü iki defa, büyüðünü bir defa okuyabildim. Ýhâtamýn darlýðý veya aczim dolayýsiyle idrakim de kýttýr. Binâenaleyh sizin o muhteþem temsillerinizi defalarca daha okumak istiyorum ki, cüz'î-küllî bir alâka hâsýl olsun. Yâ Rab! O ne büyük mantýk, o ne büyük müskit beyân ve tarz-ý telâkki. Ah Üstadým, bu mübarek dinin mübecceliyetini idrâk ve ihâta ve takdirde size ve ancak size medyûn-ý þükrâným ve minnettârým. لِسَبَبٍ مِنَ اْلاَسْبَابِ Dinî akidelerimin azîm bir inkýlâbý var. Nur Risalelerinden aldýðým dinî ve insanî ve vicdânî ve iktisadî ve ilmî dersler bana hayatta muvaffakýyet verecektir. Dr. Yusuf Kemâl 62 (Doktorundur.) Tam mânâlarýyle mefhumlarýný kavramak iktidarýnda olmadýðým o yüksek eserlerinizi fýrsat buldukça okuyorum. Ýrþâd-ý âliyeleri unutulmaz ve þâheser hâtýradýr. Mezarýma kadar dinî akîdelerinizin esîri ve kurbanýyým. Üstadým, sizin Sözleriniz benim dinî muhayyelemi cidden deðiþtirdi. Ve daha sevimli bir mecrâya sevk etti. Þimdi bendeniz, doktorlarýn düþündüðü gibi düþünmüyorum. Dr. Yusuf Kemâl 63 (Bu uzun fýkra Hulûsi Bey'indir.) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ الْمَلَكِ وَاْلاِنْسِ وَالْجَانِّ Eyyühe'l-Üstadü'l-Azîz! Yirmi Sekizinci Mektubun Dördüncü Mes'elesini dört gün evvel, Ýkinci ve Üçüncü Mes'elesini ve melfuflarýný dün almakla bahtiyar oldum. (Sh: B-47) Evvelâ: Muhterem Sabri Efendi'nin, hakk-ý âcizîde ibraz buyurduðu azim teveccüh ve takdîr-i üstadâneleriyle de müsbet tevazu'larý münasebetiyle bir kaç söz söylemeye müsaadenizi rica ediyorum. Þöyle ki: Bu fakîr-i pür-taksîr kardeþinizde, çok mükerrem ve muazzez tanýdýðý Üstadýnýn bazý hasletlerinden denizden katre nisbetinde vardýr. Bu cümleden olmak üzere üç hâlimi arz edeceðim: Birisi: Tâ küçük yaþtan beri lütf-i Hakla Kur'ân'ýn hakîkatýna merak etmiþ ve taharrî-i hakîkat yolunda bulunmuþ. Nihayet aradýðýmý Eðridir'de Üstad-ý Muhteremimin neþre vasýta olduðu Sözler ünvanlý nurlarda bulmuþumdur. Bu buluþ, beni evvel'emirde çirkâbdan selâmete, felâketten saâdete, zulmetten nura çýkardýðý için Nurlara ve Hazret-i Kur'ân'a ve bu nurlarýn izn-i Hak'la nâþiri, mübelliði, vâizi, dellâlý olan Üstadýma o andan itibaren ruhumda lâyetezelzel bir muhabbet ve bir alâka ve bir merbutiyyet hâsýl olmuþtur. Yüzbin kere hamd ve þükürler olsun Nurlarla alâkadar olduðum zamanlarda, dünyevî bütün lezzetlerin fevkýnde büyük bir zevk ve havâssýmda azîm bir þevk hissediyorum. Ýkincisi: Ubûdiyetin iktiza ettiði ve bu Nurlardan aldýðým derslerin delâlet ettiði vecihle bütün kusurlarý, tekmil fenalýklarý nefsimden ve iyilikleri, iyi þeyleri Allah'tan biliyorum. Nurlara ve Kur'ân'a hizmeti hasbî olarak arzu ediyorum ve neþrine muvaffak olamadýðým için mü'minler hesabýna çok müteessir oluyorum. Bu hâlime de þükürler olsun. Üçüncü hâl ve hakikî þahsiyetim: Bunu ta'rif etmeðe cidden hicab duyarým. Hemen Cenâb-ý Allah'tan dilerim; beni ve bütün kardeþlerimizi nefis ve cin ve ins ve þeytanlarýn mekrlerinden muhafaza eylesin ve dalâlete sapanlardan eylemesin, âmîn. Benim kardeþlerim (Hâþiye); Üstadýmýn kardeþ ve talebeleri olan zâtlar þübhesiz birinci ve ikinci hâli ruhlarýnda hissederler. Öyle ise beþerde bilhassa mü'minlerdeki hâsselerin inkiþafý tahdid edilemiyeceði (Hâþiye); Sabri gibi talebelere hitap ediyor (Sh: B-48) için tevfik-i Hudâ ile bir kere bu yola girenler, nefis ve þeytanlarýna bu âciz, fakir ve bîçâre kadar maðlûb olmayacaklarý cihetle terakki ve istifadeleri de o nisbette ziyade olur. Muhterem Üstadým bu kusurlu talebesine teveccühü; insanlara, mü'minlere, mü'minlerin bilhassa benim gibi muhtaçlarýna derece-i þefkatine ve benim ihtiyacýmýn en çok olduðuna delil ve misâldir. Hülâsa: Bana liyâkatýmýn çok fevkýnde hüsn-ü zan eden ve teveccüh gösteren aziz ve muhterem ve mütevazi' Sabri kardeþ, bil ki çok günahkâr, çok âciz, fakir, müflis, ümmet-i Muhammed'den (ASM) bir abdim. Dualarýnýza çok muhtacým. Acz ve fakr arzuhalini kabul ettirerek hazine-i hâssa-i Kur'ân'dan âleme muhtelif nam ve tarz ve þekillerde cevherler teþhirine muvaffak olan dellâl-ý Kur'ân'ýn kudsî hizmetinde kendisine yardým en büyük emelim ve en ciddî temennim, en mukaddes niyetimdir. Bu niyetim sebebiyle Nurlarla meþgul olmak saâdetine mazhar olduðum dakikalarýnda, hilâf-ý me'mul bazý sözler kendiliðinden kalbime ve kalemime gelmektedir ki, bu ma'rifet benim deðil elbet muhakkak ve mutlak Hazret-i Kur'ân'dan lemeân eden Nurlara aittir. Öyle ise asýl üstad Kur'ân'dýr. Üstad-ý muhteremimiz elyak ve elhak muarrifi, mübelliði ve müderrisidir. Biz muhtaçlar fýrsatý ganimet bilmeli, cevherleri almalý, kalbimize, dimaðýmýza nakþetmek, dâreynde medar-ý saâdetimiz olacak olan bu Nurlarý alâ-kadri't-tâka neþre çalýþarak muhafazasýný kuvvetleþtirmeliyiz. وَمِنَ اللّهِ التَّوْفِيقُ Sâniyen: Mektûbât'ýn küçüklerinden on üçünü hâvi hususî mektublar mecmuasýný aldým. Bu vesîle ile de mâziyi hal yerine koyarak, derin mânalý, þirin sohbetinizi bir kere daha þevkle dinlemiþ oldum. Zaten ben o vakitlerin mâzide kalmasýna razý deðilim. Her vakit hâl gibi mütalâa ediyorum. Mâzi, hal , müstakbel bunlar da itibarî birer taksim deðil mi? Ehl-i zevk için bu taksîme ihtiyaç kalmýyor. Sâlisen: Yirmi Sekizinci Mektubun Sekiz Mes'elesinden Birincisi, bana ait rü'ya hakkýnda kýymetli bir ders vermiþ. وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتاً (Sh: B-49) âyetine güzel bir tefsir, nihayet mânâsý zâhir olmuþ rü'yaya hoþ bir ta'bir olmuþtur. Nevme ait âyeti pek âlî ve münasib bir surette tefsirinizle, baþta herkesten ziyade muhtaç Hulûsi'niz olduðu halde bütün Risale-i Nur ve Mektubâtü'n-Nur müstemi'lerine ve kâri'lerine faideli, zevkli, esaslý, ciddî, veciz ve belîð bir ders daha vermiþ oldunuz. Þuraya bir iþaret etmek isterim; Kur'ân'ýn kerâmetine bir nokta, bir zerre daha ilâve ediyorum: Gerek Eðridir'de, gerek burada bazan zihmine bir þey gelir ve kendisiyle hayli meþgul ettirir. Hemen ilk mektubunuzda benim zihnimi iþgal eden bu þeyin cevabýný bulurum. (Hâþiye) Bu birde, beþde kalmadý, çok taaddüd etti. Onun için diyorum ki; kerâmet-i Kur'âniye'dendir. Ýkinci Mes'ele: Güzel ve ilmî bir ders olmakla beraber bir cihet daha hâtýra geliyor. Hizbü'þ-þeytanýn avenesi tâ buralardan dolaþarak sahte ve þaþýrtýcý hareketlerle arkadan çevirmek istemeleridir. Bu sebeble þifâhâne-i Kur'ân'ýn anahtarý, inâyet-i Ýlâhî ile elinde bulunan sevgili Üstadýmýzýn bu zehirlere de ilâç yetiþtirmesi ve silâhhâne-i Kur'ân'dan aldýðý acîb silâhlarla mübareze etmesi nev'inden güzel ve bedi' üslûb ile ve hârika temsilâtla bulunuþu hakikaten þâyân-ý menn ü þükrandýr. Allah sizden çok razý olsun. Üçüncü Mes'ele: Hakikaten çok güzel, çok hoþ, çok vâzýhtýr. Bu mes'eleyi beþ noktaya ayýrmakla sanki Ýslâmýn beþ rüknünü hatýrlatmýþ, selâmet için beþ esâsý göstermiþsiniz. Hem bunu dostlarýnýza ve kalben sizden bir þey bekleyenlere, sual-i mukaddere cevab nev'inden kaleme almýþsýnýz. Fakat hüsn-ü zanna mesað veriyorsunuz. Niyetle me'cur ve faide-mend olacaðýný ihtâr ediyorsunuz. Sâil buna da razý. Otuz Ýkinci Söz'ün Üçüncü Mevkýfý zaten bu derde ilâç vermekte, bu yaraya merhem vurmakta ve bu arzuya çare bulmaktadýr. (Sh: B-50) SÖZLER ile kuvvetü'z-zahr olduðunuz mü'minler, bataklýktan çýkardýðýnýz mütehayyirler, ayýlttýðýnýz sarhoþlar, iade-i þuûr ettirdiðiniz divaneler, þu zamanda Kur'ân'dan daha iyi mürþid olamýyacaðýna inandýrdýðýnýz hakikaten müþtak insanlar, ilzam ettiðiniz münafýklar, mülhidler, hattâ kaçýrdýðýnýz þeytanlarý her gözü olan ve bakan gördü, akýldan nasibi olan anladý, kalbi bozulmayan inandý. Bu azim muvafakýyyâtýn sýrrý, acz yolunun rehberi olan Kur'ân'ýn ve Nurlarýn dellâlýnýn gösterdiði hakikî acza karþý Hâlikýn ihsanýndadýr. وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍٍ âyet-i celîlesine istinâden her ne matlubunuz varsa Kur'ân'dadýr. Buna muvaffak olmak için; Nurlarla alâkadar olmak, Kur'ân'a hâdim olmak, Allah'a karþý haddini ve acz-i tam içinde bulunduðunu anlamak ve bütün mevcudiyetiyle kabul etmekle olur diye mütemadiyen mü'minleri bu kestirme, selâmetli ve saâdetli yola çaðýran Üstadýmýzdan Allah-ý Zülcelâl Hazretleri ebeden razý olsun. Dünyevî, uhrevî bütün muradlarýný hâsýl etsin. Ümmet-i Muhammed'e baðýþlasýn. Âmin, bi-hürmeti Seyyidi'l-Mürselîn. Duanýzýn cümlemiz muhtacý ve duanýzda bulunmak hepimizin borcudur. Sabri Efendi kardeþimiz ne güzel takdir etmiþ, mâþâallah, mâþâallah. Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlýþlýk bulsun. Evet bazý ibareler belki edebiyat denilen þeye tam muvafýk düþmüyormuþ. Bunda da isabet var. Çünkü edebiyat satýlmýyor. Kur'ân'dan nurlar gönderiliyor. Bu fakir kardeþiniz bu Sözleri okuduðum zaman Üstadýmý temsil eder bir hal alýyorum. Tâbiratýnýzla, þivenizle okumak bana o kadar zevkli, lezzetli geliyor ki, târif edemem. Onun için bir harfe dokunmayý azim bir günah iþliyor telâkki ediyorum. Bazen verdiðiniz selâhiyetin manevî kuvvetiyle namýnýza olarak bir harfin yerini deðiþtiriyor veya kaldýrabiliyorum. Ýþte bendeki telâkki ve te'sir bu mahiyettedir. bu mektubu müsvedde ettiðim vakit tam bu anda müezzin minarede "Allahu Ekber" demiþti. Ben de "Allahu Ekber (Celle Celâlühü)" ile mukabele etmiþ idim. Bu hal iþteki kudsiyete açýk bir iþaret deðil mi? (Sh: B-51) Dördüncü Hususî Mes'ele: Eski Said lisaniyle de olsa ne kadar muvafýk isti'mal-i silâh ediyorsunuz, bârekâllah. Mânevî taþlarýnýz وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلكِنَّ اللّهَ رَمَى âyet-i kerîmesinde iþaret buyurulduðu üzere hedeflerine isabet ettiðine kaniim. Allah böylelerinin þerlerini kudret kýlýcý ile kessin. Böylesi hâin ve zâlimleri Kahhâr ismine tevdi' ederiz. Hizmette füturum yok, fakat mâni'lerin hadd ü pâyâný yok. Fakat dünyayý sýrtýma yükleseler, her tarafýmý ateþle sarsalar bu ulvî düþünceme mâni olamazlar. Amma buna gönül razý deðil, çok þeyler arzu ediyor. Ne çare nefis ve cin ve ins þeytanlarý müdhiþ topuzlarla karþýma dikildiklerinden, ister istemez mücadeleye mecburum, hakikî hizmetten geri kalýyorum. Buna ne kadar müteessif olsam azdýr. وَ آخِرُ دَعْوَيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ Hulûsi 64 (Altý sene bana kemâl-i sadâkatle hasbî olarak hizmet eden ve hârika olarak benim gibi bir asabî adamý hiç bir vakit gücendirmeyen ve müsvedde kâtipliðini daima yapan Süleyman Efendi'nin fýkrasýdýr.) Efendim Hazretleri! Evvelâ mübarek ellerinizi öper, mukaddes dualarýnýzý beklerim. Fakir hademeniz ve talebeniz ve kardeþiniz olan Süleyman, þimdiye kadar te'lif olunan mübarek Nurlarý birer birer mütalâa ederek her birisinden ayrý ayrý ve büyük nurlu güneþ gibi ýþýklar gördüm ve çok büyük istifade ettim. O nurlar uhrevî yolumu irae ettiler. Allah sizden razý olsun. Âhiret yolunda bulunan çok noksanlarýmý gösterdiler, teþekküründen âcizim. O nurlarý temsîl ve tasvir edecek kudreti kendimde görmediðimden, ruhumu yoklayarak hissiyat-ý kalbiyemi þöyle tasvir etmeðe-min-gayri haddin-cür'et eyleyeceðim. Hatâ vâki' olursa da afvýmý istirham ediyorum. Efendim, görmüþ olduðum Risale-i Nur deryâsýndaki lezzet ve saâdetin dünyada hiç emsalini göremediðim gibi, kendi vicdanî muhakemem neticesinde kat'iyen anladým ki; o Risaleler her biri (Sh: B-52) baþlý baþýna ve ayrý ayrý birer tefsir-i Kur'ân'dýr. Mahlûkat içerisinde hilkaten insan þeklinde ve hakikat noktasýnda insaniyetten sukut eden ve serâpâ mânevî yaralar içinde bulunan insanlara bu Nurlarýn mütalâasý serî' þifalý bir ilâç ve yaralarýna gayet nâfi' bir tiryak ve merhem olduðunu ufacýk karîhamla anlayabildim. Bu Nurlarýn kýymetini zaman gösterecek ve dillerde destan olarak þark ve garbý gezecek i'tikadýndayým. Ve inþâallah Avrupa'ya karþý dahi Kur'ân'ýn ne kadar parlak bir güneþ olduðunu gösterecektir. Tekrar ellerinizi öperek, duanýzý isterim efendim hazretleri. Süleyman 65 (Þu fýkra aklen Hulûsi, kalben Sabri, vicdanen Husrev hükmünde olan Re'fet Beyin mektubudur.) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Bu defa Süleyman Efendi vasýtasiyle Yirmi Beþinci Söz'ü, tashih olunmak üzere huzur-u âlinize takdim ediyorum. Ý'câz-ý Kur'ân elhak bir þâheserdir. Ýhtiva ettiði hayret-bahþ hakâik itibariyle âsâr-ý âliyenizin en mühimmidir. Mu'cizât-ý Ahmediyeyi okudum. Çok mükemmel ve ruha ulviyet ve inkiþaf bahþ eden çok kýymettar bir eserdir. Þu kadar ki, mu'cizat-ý Ahmediyenin en büyüðü Kur'ân-ý Mu'cizü'l-Beyân olduðuna göre, i'câz-ý Kur'ân'ýn ruhumda husûle getirdiði tebeddülât ve münderecatýndan ettiðim istifade çok azîmdir. Bu eserinizle وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍٍ âyet-i celîlesinin muhtevî olduðu þümûllü ve pek azametli olan maânî-i ulviye isbat edilmiþ oluyor. Bugünkü terakkiyat-ý fenniye ve ihtirâât-ý beþeriyyeyi kendi mahsûlât-ý fikriyeleri addeden ve bir hazine-i hakâik olan Kur'ân-ý Mu'cizü'l-Beyâný mühmel býrakarak Avrupa'dan ilim ve irfan dilenciliði yapan ve akýllý geçinen gafiller, beþerin dünyevî ve uhrevî saâdetini te'min edecek maâliyat ve desâtir-i muazzama ile memlû bulunan bu âsâr-ý muhteþemeyi bir nazar-ý insaf ve bir (Sh: B-53) teyakkuz-ý ârifâne ile mütalâa etselerdi, dalmýþ olduklarý hâb-ý gafletten pek çabuk uyanacaklardý. Fakat heyhât, bizler arpa ambarý içinde açlýktan ölen tavuklara benzeriz. Elimizde bir mecmua-yý hakâik dururken ona karþý göz yumar ve baþkalarýndan istiâne ederiz. Ý'câz-ý Kur'ân'ýn yüksekliði hakkýnda ne yazsam azdýr. Kalemim onu tavsiften âcizdir. Kudret-i kalemiyem olsaydý hakkýný vermeye çalýþýrdýr; olmadýðý için âcizâne olarak sözümü kesiyorum. Kemal-i hürmetle mübarek ellerinizden öper ve hizmet-i Kur'ân'da sâbit olmam hakkýndaki duanýzý taleb ve istirhâm ederim, efendim. Re'fet 66 (Binbaþý merhum Âsým Bey'in fýkrasýdýr.) Envâr-ý Kur'aniye mizan ve bürhanlarýndan ve kýymeti takdir edilemiyen Sözler namýndaki risale-i þerifeler fakiri ihyâ ediyor, kalbimi nurlandýrýyor. هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Çoktan beri aramakta iken lehül'hamd Cenâb-ý Hakk Sözleri bu fakire ihsan buyurdu. Kalb ve gönlüme âciz kalemim ve kâlim tercüman olamýyor. Asým 67 Bahtiyar kardeþim Husrev, Þu Risale (*), bir meclis-i nuranîdir ki, Kur'ân'ýn münevver, mübarek þâkirdleri, içinde birbiriyle mânen müzâkere ve müdâvele-i efkâr ediyorlar. Ve yüksek bir medrese salonudur ki, Kur'ân'ýn þâkirdleri onda her biri aldýðý dersi arkadaþlarýna söylüyor. Ve Kur'ân-ý Mu'cizü'l-Beyânýn hazine-i kudsiyesinin sandukçalarý olan Risalelerin satýcý ve dellâllarýna muhteþem ve müzeyyen bir dükkân ve bir menzildir. Her biri aldýðý kýymettar mücevheratý birbirine ve müþterilerine orada gösteriyor. Bârekâllah, sen de o menzili çok güzel süslendirmiþsin. Said Nursî (*) Yâni Yirmi Yedinci Mektub'un umumu. (Sh: B-54) YÝRMÝ YEDÝNCÝ MEKTUBUN ÜÇÜNCÜ ZEYLÝ 68 (Said'in bir fýkrasýdýr.) بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ (Nur Risalelerine çok müþtak ve onlarýn mütalâasýndan intibaha düþen bir doktora yazýlan mektubdur. Bu üçüncü zeyle çendan münâsebeti azdýr, fakat kardaþlarýmýn fýkralarý içinde bu da benim bir fýkram olsun.) Merhaba ey kendi hastalýðýný teþhis edebilen bahtiyar doktor, samimî ve aziz dostum. Senin hararetli mektubunun gösterdiði intibah-ý ruhî þâyân-ý tebriktir. Biliniz ki mevcudat içinde en kýymettar, hayattýr. Ve vazifeler içinde en kýymettar, hayata hizmettir. Ve hidemat-ý hayatiye içinde en kýymettarý, hayat-ý fâniyenin hayat-ý bâkýyeye inkýlâb etmesi için sa'y etmektir. Þu hayatýn bütün kýymeti ve ehemmiyeti ise hayat-ý Bâkýyeye çekirdek ve mebde' ve menþe olmasý cihetindedir. Yoksa hayat-ý ebediyeyi zehirleyecek ve bozacak bir tarzda þu hayat-ý fâniyeye hasr-ý nazar etmek; ânî bir þimþeði, sermedî bir güneþe tercih etmek gibi bir divâneliktir. Hakikat nazarýnda herkesten ziyade hasta olan, maddî ve gâfil doktorlardýr. Eðer eczahâne-i kudsiye-i Kur'âniyeden tiryâk-misâl imanî ilâçlarý alabilseler, hem kendi hastalýklarýný, hem beþeriyetin yaralarýný tedavi ederler inþâallah. Senin þu intibahýn senin yarana bir merhem olduðu gibi, seni dahi doktorlarýn marazýna bir ilâç yapar. Hem bilirsin, me'yus ve ümidsiz bir hastaya manevî bir teselli, bazen bin ilâçtan daha ziyade nâfi'dir. Halbuki, tabiat bataklýðýnda boðulmuþ bir tabib, o bîçâre marîzin elim ye'sine bir zulmet daha katar. Ýnþâallah bu intibahýn seni öyle bîçârelere medar-ý tesellî eder, nurlu bir tabib yapar. Bilirsin ki; ömür kýsadýr, lüzumlu iþler pek çoktur. Acaba (Sh: B-55) benim gibi sen dahi kafaný teftiþ etsen, malûmâtýn içinde ne kadar lüzumsuz, faidesiz, ehemmiyetsiz, odun yýðýnlarý gibi câmid þeyleri bulursun. Çünki ben teftiþ ettim, çok lüzumsuz þeyleri buldum. Ýþte o fennî mâlûmâtý, o felsefî maârifi; faideli, nurlu, ruhlu yapmak çaresini aramak lâzýmdýr. Sen dahi Cenâb-ý Hakk'tan bir intibah iste ki, senin fikrini Hakîm-i Zülcelâl'in hesabýna çevirsin, tâ o odunlara bir ateþ verip nurlandýrsýn. Lüzumsuz maârif-i fenniyen, kýymettar maârif-i Ýlâhiye hükmüne geçsin. Zeki dostum! Kalb çok arzu ederdi; ehl-i fenden envâr-ý îmâniyeye ve esrar-ý Kur'âniyeye iþtiyak derecesinde ihtiyacýný hissetmek cihetinde Hulûsi Bey'e benzeyecek adamlar ileri atýlsýn. Hem maden Sözler senin vicdanýnla konuþabilirler. Her bir Söz'ü, þahsýmdan deðil belki Kur'ân'ýn dellâlýndan sana bir mektuptur ve eczahâne-i kudsiye-i Kur'âniye'den birer reçetedir farzet. Gaybûbet içinde hâzýrâne bir musâhabe dairesini onlar ile aç. Hem arzu ettiðin vakit bana mektup yaz. Ben cevap yazmasam da gücenme. Çünki, eskiden beri mektuplarý pek az yazarým. Hattâ üç senedir kardaþýmýn çok mektuplarýna karþý bir tek yazdým. Said Nursî 69 (Sabri'nin fýkrasýdýr.) Eyyühe'l-Üstadü'l-A'zam! Bilhassa dest ve dâmen-i mübareklerinizi bûs edip, her an ve zaman muhtaç bulunduðum daâvât-ý üstadânelerini niyaz eylerim. Bir hafta evvel Süleyman Efendi Kardeþim vasýtasýyla irsal buyurulan enva-ý iltifatý þâmil lütufname-i ekremîlerini, kemâl-i hasretle alarak müftehiretle okudum. Bir fýkrasýnda tevâfukat-ý gaybiye hakkýndaki kanaat-ý âcizanem sual buyuruluyor. (Neam sadakte, Eyyühe'l-Üstadü'l-Muhterem) kelimeleriyle icabet ediyorum. Zira, þu tevâfukat-ý gaybiye-i acîbe, bilûmum bahr-i muhît-i nurun talebelerini ve hattâ talebelerin cemaat-i müstemialarýný mest ve hayran ve medyun-u secde-i þükran býrakmýþtýr. Nurlarýn þu mu'ciznümâ kerametlerini, ancak ve ancak Mir'ât-ý Muhammediye (ASM) ile müþahede edebiliriz. Bu hakikatýn diðer bir marifeti olan: (Sh: B-56) Âyinedir bu âlem, her þey Hak ile kâim Mir'ât-ý Muhammed'den Allah görünür dâim. (Haþiye) Þu iki mýsra'-ý mânidârý, periþan arîzamý þereflendirmek niyetiyle dercediyorum. Bu fakir ve âciz talebeniz, þu hayretfezâ Kerâmet-i Kur'âniyeyi ve Ý'câz-ý Nebeviyeyi müþâhede ettiðim günden beri, bu babda çok derin düþüncelere dalýyorum. Ve þu tevâfukat-ý acîbeye müþabih tevâfukat, baþka kitablarda bulunur mu? , maksadýyla çok temaþa ediyorum, göremiyorum. Görülse de pek nâdir bir haldedir. Þu halde tevâfukat-ý gaybiye, bir kerâmet-i alenîye olarak endamýný nurlarda izhar ediyor. Ve lisan-ý hâl ile beþere hitaben diyor ki: "Ey beni âdem, þu sisli asýrda dalâleti ref' ve selbedip necat ve saâdet bahþedecek ve dimaðýnýzdaki semli kokularý, verd-i Muhammedîye tebdil edecek ve en kestirme ve son derece muhkem ve müstakim bir tarîk-ý selâmet ve necata sevkedecek, pek çok kerâmât ve i'cazýný gösteren, bizim bulunduðumuz derya-yý nûrânîdir. Ve âtiyen daha nice âsâr-ý hafiye tezahür edecektir, diye nidâ ediyor. Müsaade-i fâzýlâneleriyle bir mâruzâtým daha var. Fakat bu cihette, þahsýmý istisna ederek meramýmý arzedeceðim. Bendeniz Nurlarýn müþtak müþterilerinde daha doðrusu yanýk talebelerinde, bir tevâfuk-u fevkalâde görüyorum. Çünki enaniyet ve nefsaniyetin þiddetle hüküm-ferma olduðu þu asýrda, hepsinin derece-i ihtiyaç ve iþtiyaký bir, kâffesinin ahlâk ve etvarý bir, umumunun tarz-ý telâkkisi bir ve yekdiðerine karþý (ah-i lieb ve üm'den) daha kavî bir râbýta-i hakikiye ile merbut, samimiyet ve hakikatperverlikte, âdeta yekdiðerine müsabaka eder derecede ciddî ve hâlis, kardaþlýkta tâkib ettikleri hat ve hareket bir, ve daha pek ziyade birbirine benzeyen tullâb-ý nuraniyenin bu hârika hallerini de ayrýca bir tevâfukat-ý gaybiye sýrasýnda görüyorum. Zira, Ýstanbul'dan, Ýzmir'den, Aydýn'dan, Kütahya'dan, Isparta'dan, Eðirdir'den ilh. (Hâþiye): Lâtif ve tevâfuktur ki: Hulûsi-i sâni Sabri Efendi bu beyti bana yazdýðý zamanda, ya ayný zamanda veyahut az sonra,Hulûsi bey bir ay uzak yerde, ayný beyti bana yazmýþtýr. Bu iki zâtýn hem hizmet-i Kur'andan hem bana karþý münasebetlerindeki tevâfuklarý, alâmet-i muvaffakýyettir. Said (Sh: B-57) muhtelif beldelerden seçilip, her sýnýfta mukayyed bulunan talebelerin ayný hâssalarý hâiz olmalarý, câlib-i nazar-ý dikkat olsa gerektir, zannederim Efendim Hazretleri. Sabri 70 (Sabri'nin fýkrasýdýr.) Lütufkâr ve inayetkâr Üstadým Efendim Hazretleri! Ramazan-ý þerifin onuncu Cumartesi günü, saat onbir buçukta, herbir nüktesi nâmütenâhi hikmet ve hakikat müjdelerini hâvi ve mübeþþir, dokuz nükteli Ramazaniyeyi aldým. Ruhumun fevkalâde muhtaç ve müþtak bulunduðu ve nazîrsiz eser-i pürnuru, o gece kemâl-i fahr ve sürurla yazdým. Ve aslýný yine Nis'li Hâfýz Mahmud Efendi'ye teslim ettim. Hakký Efendiye götürdü. Ertesi sabah istinsah ettiðim Risaleyi bir daha dikkatli okuyarak, hattýmýn tevâfukunu tashih ve Ali Efendi'ye ait bir mektup yazdým. Tam imza edeceðim esnada, Ýslâm köyünden bu vazifeye mânen me'mur bir adam geldi, Ali Efendiye gönderdim. Ve þu ümidin fevkýnde âni olarak gelen vasýta-i irsal, eserin kudsiyetine sarih ve bâriz bir delil olduðuna þübhe kalmadý. Üstad-ý Azîzim! Bazan Nurlarý düþünüp, hakikaten pek çok hakâik ve hikmetleri ihtiva ettiklerini görüyorum. Yalnýz þu þehr-i rahmet ve maðfiretin ibâdâtýndan olan sýyâma âit bir mevzu açýlmadýðýný görerek, üstadýma bir arîza takdim etsem ve otuz günden ibaret olan Ramazan-ý Þerîfe ait Otuzuncu Mektub olmak üzere, bir niyazda bulunmak emelinde iken, bir sebebe binaen þu arzumdan feragat ettim. Ýþte bu def'a külliyat-ý Nur'dan mebhus-u anha risale, bu abd-i âcize hitaben, "senin kalbindeki hafî bir arzu ve hissin, bizim levha-i mânevîmizde gayet büyük harflerle yazýlýdýr ki, iþte is'âf edildi" tarzýnda bana ihsan buyuruldu. Fakir de, ruhumun mühim bir ihtiyacýný te'min eden, binler hikmet ve müjdeli Ramazaniyeyi alarak, Kur'ân-ý Azîmüþþân'ý inzâl edene secdeler ve Nurlar dellâl-ý (Sh: B-58) âliþânýna hadsiz teþekkürler ile, borçlu olduðum dua-yý fâzýlânelerine müdavim bulunduðumu arzeylerim Efendim Hazretleri. Sabri 71 Ey Üstad; Yirmi Yedinci Söz, Müslümanlarý, sa'y u gayretin ve bu ulvî dinin hizmetine teþvik ediyor. Bu risale sanki ufukta bir hedef, ehl-i îman için de bir rehber. Evet bu söz, kalbler içinde bir iþtiyak, iþtiyak içinde bir nur olmuþ. Otuz Üçüncü Mektub ise otuz üç penceresiyle beraber, hakikat mayesiyle yoðrulmuþ bir varlýk, bu kýymetli eser ulviyet ve kudsiyet içinde, kuvve-i idrâkiyesiyle hissiz beþere hassasiyet; ve gaflet perdelerinden hakikatý görmeyen nazarlara kuvvet; hakperest ehl-i imana ise, ulviyet bahþ ediyor. Hadsiz ihtiyaçlara düþen, zâhire aldanarak maddiyata saplanan ve kendini lâkaydlýk içinde ye'se düþüren zavallýlar, bu mukaddes eserin kârii olsunlar, anlasýnlar ki, nereye giderlerse, nereye bakarlarsa bir Hâlik-ý Âzamýn, bir Râhim-i Rahmân'ýn dairesinden, hududundan, kanunundan ve idaresinden harice çýkamazlar. Her mevcudiyet, her vâkýa, her tahavvülât, her inâyet, her iltifat bir Kadîr-i Zülcelâl'in yed-i zaptýndadýr. Demek oluyor ki, en ufak bir zerrede, sânii ilân ettiði cihetle, koca bir kâinatýn saltanatýnýn küçük nümunesi mevcuddur, denilebilir. Zekâi 72 Aziz ve Büyük Üstadým, Ýki üç günlük sa'yimin mahsûlünden doðan ve inâyet-i hakla istinsaha muvaffak olduðum On Yedinci Söz'ü tashih için takdim ediyorum. (Sh: B-59) Ey yüce Üstadým, Onyedinci Söz ki: Mefhumu, nâmütenâhî yükselen hakikatlardýr. Yüzlerce teþekkür ... Her söz beþeriyetin mübtelâ olduðu mahfî emrazý gösteriyor. Ve nurlarýyla teþhis ederek tedavi ediyor. Pekâla, pek rânâ anlýyorum ki, benim gibi yaralý, mânen zarar-dîde olmuþ bir genç için, muhtaç bulunduðum teselliyetkâr þeyler, hep Risale-i Nurdandýr. Kalbime teselli nurlarýný serpen Hâlik-ý A'zam'a binlerce þükür. Zekâi 73 Sözler, yani Risale-i Ahmediye berâhinini yazarken, çok def'alar kalemimi elimden býrakýp, o asr-ý saadetin anlarýnýn tahassürüyle, hicranýyla yandým. Bu hicrandan kalbim aðlamýþ, gönlüm coþmuþ, ruhum vücudumdan ayrýlarak uzaklara gitmiþ. Bana teselli tuhfeleri getirmiþ. Öyle ya, aziz Üstad! Asr-ý saadette de deðilsek, müþtakýyýz. Bu bize kâfi. Hazret-i Muhammed (ASM) nýn bize býraktýðý muazzam bir mu'cizesi bugün elimizde deðil mi? O kitab, bize, muhtaç ve müþtak bulunduðumuz saadeti va'detmiyor mu? Ona hâlisane sarýldýðýmýz zaman muhtaç bulunduðumuz zevk-i mânevîyi bize vermiyor mu? Evet aziz Üstadým, bugün elimizde tuttuðumuz, gözümüzle gördüðümüz, hakikî insanlara rehber olan o muazzam kitab, o büyük mu'cize ki, ben maddiyat içinde dünya cereyanýnda boðulmak üzere iken, beni onun ulvî sesleri ne güzel teselli etmiþ ve bana sarsýlmaz bir istinadgâh olmuþtur. Hakka, nâmütenâhi þükürler olsun. Muhterem Üstad, bana öyle geliyor ki, manevî saâdete küþâde bulunan ruhum, kýymettar Risaleleri okudukça, yazdýkça gitgide bir zevk-i manevî, bir saâdet-i ebedî hazýrlýklarýyla coþacak. Coþkunluklarýmýn hayli devam ettiði oluyor. Üstadým! Ýþte o zaman dünya, nazarýmda bir hiçten ibaret kalýyor, ebediyete, sonsuza, saâdet âlemlerine atýlmak istiyorum. (Sh: B-60) Ýþte o dakikalar bu dünyayý bana verseler, bu tatlý hülyalarýmýn bir nebzesini bile vermek istemem. Def'olsun gençlik rü'yâlarýnýn kâbuslu fýrtýnalarý. Üstadým, duanýza muhtacým. Zekâi 74 Fazîlet-meâb Üstadým, Nur sabahý olan Risale-i Nur'dan Birinci, Ýkinci, Üçüncü, Beþinci, Altýncý, Yedinci, Sekizinci Sözleri istinsah ederek berây-ý tashih, taraf-ý âlîlerine takdim ediyorum. Mezkûr Sözler ki; kýsa olduklarý halde mefhumlarý büyük. Büyük hisler ve ulvî fikir bahþediyor. O Sözler ki; herbiri ayrý ayrý mecralardan cereyan ederek büyük bir deryaya dökülen berrak ve saf ýrmaklar gibi çaðlýyorlar. Ýþte bendeniz, bu çaðlayan ýrmaklarýn lâtif ve ulvî seslerinden hayli derece istifade ediyor ve sonlarýnda, beþeriyetin baþta âcizlerinin ibtilâ olduðu emrâza þifa verici eczâlar istihsal ediyorum. Kendisini acý, yoksulluk içerisinde bunalýyor zanneden ve muhayyilesi inkiþaf edememiþ kimseleri îkaz etmek emelini taþýdýðýma emin olunuz. Aziz Üstadým! Anlýyorum ki, kaybolmuþ ümidlerimin, hayatýmýn semâsýnda sönen yýldýzlarýmýn ufûlüne teessüf edip bir fecr-i sabah ararken, bir nur sîma bir nur sabah karþýmda parladýlar. Allah sizden razý olsun ki, kýymetli eserleriniz sayesinde hayatýn kýymet ve ehemmiyetini anladým. Bu suretle kalbime bir istinadgâh-ý manevî buldum diye müstaðrak-ý sürûr oluyorum. Hemen; Rabbim, Üstadýmýzý iki cihanda aziz ve gayelerine vâsýl eylesin, âmin. Zekâi 75 Ey Aziz Üstad, Vâkýa, emr-i âlîleri Sözler'in yazýlmasý hususunda acele edilmemesi idi; fakat hiç mümkün mü ki, karþýmda billûrî sular akýtan ulu pýnarýn suyundan kana kana içmek için acele etmiyeyim. Malûmu âlîleri, bendeniz bu hususta vazifelerde çok geç kaldým. (Sh: B-61) Bu cihetleri vuzuh ile görüp idrâk ederken, mümkün mü ki, o ulu pýnarý billûrî sulariyle elimi yüzümü yýkamýyayým, kalbimi parlatmak için isti'câl göstermiyeyim. Cenâb-ý Hakk'ýn azîm bir lütfu ki, te'mîn-i maiþetim için çalýþtýðým zamanlar arasýnda kýymettar risaleleri yazmak için vakit bulabiliyorum. Bu fýrsatlarý kaçýrmak istemediðim içindir ki, acele ediyorum. Ýsti'câlimin en büyük sebebi muhtaç bulunduðum teselliyetkâr nurlarý, o risalelerde buluyorum. Nasýl ki, içerisinde tevakkuf imkâný olmayan tünellerden haris kumpanyalar fazla seyr ü sefer etmekle iftihar ederler. Talebeniz de kezâ, o cihan-kýymet Risaleleri ne kadar fazla okur yazarsam, o kadar istifade-bahþ ve müftehir olacaðým. On Altýncý Mektubu serâpâ okudum. Her türlü mezâhim ve meþakkate karþý gösterdiðiniz sabýr ve tevekküle meftun oldum. O Sözler'i okudukça, bütün mevcûdiyetim bir ýssýzlýk içinde parlayacak zannettim. Tehâcüm-ü ýzdýrab için hep güler yüzlü, güzel yüzlü sabýrlar temenni ettim. Yirmi Üçüncü Söz, derinden gelen bir sayha gibi insaniyete baðýran ve insanlara insanlýklarýný ihtar eden ve en âlî makamlara sahip olmak yollarýný gösteren ve kârilerini tekâmüle sevkeden ve meþrû aþklar doðuran ölmez bir teselli hâtýrasýdýr. Sözü uzatmaya baþladým. Yirmi Üçüncü Söz'ü lâyýkýyle takdirden âcizim. Çünkü o, bir teselli ve saâdet mâyesidir. Ahmed Zekâi 76 (Husrev'in bir fýkrasýdýr.) Sevgili ve Muhterem Üstadým Efendim, Bizi maddî ve mânevî tenvir eden, yükselten ve eriþilmez feyizlere müstaðrak kýlan Risalelerinize mâlikiyetimden ve lâyýk olmadýðým halde, bu þerefe nâiliyetimden dolayý, Cenâb-ý Hakk'a bînihâye teþekkür etmekte; gerek bu þerefe nâil olmaklýðýma vesile olduðunuzdan ve gerekse âtiyen bu hususta üzerimize terettüp eden vazife-i Kur'âniyede muvaffakýyet kazanacaðýmýzý tebþir etmekte (Sh: B-62) olduðunuzdan dolayý, duyduðum pek büyük bir sürurla müftehirim. Üstadým! Hakkýnýzda, hâtýrýnýza gelmeyen nimetlerin en güzeliyle dünyevî ve uhrevî mes'ud olmanýzý her vakit için dua etmekteyim. Muhterem Üstadým, sizi özlemiþtim. Aradaki hâinlerin her hususta engel olmalarý, þübhesiz çok müteessir ediyor. Bugünkü hal yüreklerimizi sýzlatýyor, fakat elimizden bir þey gelmiyor. Nur deryasýnýn feyizli Risaleleri kimin eline geçerse, o zâtý kendine ciddî olarak raptettiði gibi, müþtaklar ve ehil olanlar arasýnda dolaþýyor. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Husrev 77 (Husrev'in Sözler'i yazmaða baþladýðý zaman yazdýðý mektubun fýkrasýdýr.) Muhterem Efendim Hazretleri, Bu sefer okumaklýðýmýz için irsal buyurduðunuz iki kitabdan birisini Bekir Aða'dan aldým. Kitabýn birkaç sahifesini okudum. Ve kitabýn bir nüshasý kendimde kalmak üzere istinsah etmeðe baþladým. Kitab münderecâtýnda arada sýrada dimaðýmý alâkadar eden mesâilden bahsettiðini ve küçük mektublarýn pek büyük hakikatleri kucakladýðýný gördüm ve çok müstefid oldum. Altýncý Mektub'a kadar yazýlan Sözleri bir taraftan yazýyor, diðer taraftan da yazýnýn geçce yazýlýþýndan sýkýlarak okumaya baþlýyordum. Pek çok sürur beni kaplýyordu. Altýncý Mektuba gelince, þu gurbetteki firkatinizin en hazin kýsmýný tayyettiðinizi ve bir kýsmýnýn da hikâye edildiðini okudum. Okudukça sizinle beraber kalbim hazin hazin aðlamaktan kendimi alamamakta idim. Hattâ yanýmda bulunan valideme dahi okudum. Okurken validem aðlýyor, gözlerinden yaþlar dökülüyordu. Ben de aðlamamak için nefsime cebrediyordum. Diðer taraftan da acaba tayyedilen kýsmýndan da biraz yazýlsa idi. Husrev (Sh: B-63) 78 Ey Üstad-ý Muazzam, Atabeye gelen Ramazan meyvesi olan ve Ramazan-ý Þerifin hikmetlerini bildiren Söz, bizi îkaz ve bilmediðimiz hikmetleri tasrih ediyor. Okuduðum her söz, neþr ettiðiniz o ulvî hakikatler için âciz lisaným tavsif ve takdirden âciz kalýyor. Ve görüyor ve anlýyorum ve öyle îman ediyorum ki, bir zaman gelecek, bu risalâtü'l-envar ve mektubâtü'n-nur, için için ateþlenen, feveran eden bir dað gibi hararetle nur-feþan bir menba' kuvvetine tesahub edecek. Ve belki de etmiþtir. Bir düðmesine basmakla her tarafý ziyâya müstaðrak eden bir elektrik dinamosu gibi kendinden çok uzak mesafeleri îkaz ve irþad nuruyla ihâta edecektir. Nurun Eski Talebesi Merhum Lütfi'nin Arkadaþý Zeki 79 (Husrev'in bir fýkrasýdýr.) Muhterem Efendim, Sevgili Üstadým, Yirmi Dokuzuncu Mektub'un bir kýsmýný nasýl bulduðum ferman buyuruluyor. Bu hususta ne yazabilirim, ne gibi bir fikir dermeyân edebilirim? Risalelerin her birisinin nurlarý bir; fakat mevzularý ayrý, güzellikleri ayrý, lâtiflikleri ayrý, zevkleri ayrýdýr. Bu risalenin nuru diðer Risaleler gibi her tarafý parlak, her köþesi güzeldir. Bilhassa ruhlarýmýzý sýzlatan, kalblerimizi aðlatan bu hâll-i müessife dolayýsiyle, sevgili Üstadýmdan bir þifâ-yý âcil bekliyordum. Bu þifayý, Yedinci, Sekizinci, Dokuzuncu Nükteler beklediðim devâyý vermiþ ise de, binler maslahat ve faideleri içinde yalnýz bir maslahat için bile olmadýðý halde tebdil edilen þeâir-i Ýslâmiyeden bazýlarý, bizi çok me'yus ve müteessir ediyor. Fakat sevgili Üstadým, zaman takarrüb etmiþ olmalý ki, bir taraftan mülhidlerin tecavüzleri ziyadeleþtikçe, diðer taraftan Muhterem Üstadýmýzýn, Kur'ân'ýn feyzi ile nâil olduðu hakîkat deryasýndan kükreyip gelen gizli hakâiký izhâr etmesi bizim sevinci (Sh: B-64) mizi artýrmaktadýr. Madem çiçekleri görmek için baharý beklemek zarureti vardýr, biz de ona þiddetle ve sabýrsýzlýkla intizar etmekteyiz. Husrev 80 (Husrev'in bir fýkrasýdýr.) Sevgili, Muhterem Üstadým, Kýymettar Üstadým, Bekir Aða ile gönderdiðiniz mektuptan duyduðum süruru târif etmek, benim gibi âciz bir talebenin ne lisaný ve ne de kaleminin haddi deðildir. Sevincimden mektubunuzu takbil ediyor; ruhum sizinle yaþadýðý halde, cismen uzak bulunduðumuzdan aðlýyordum. Zaman oluyor ki, gözlerimden dökülen yaþlarý yazý yazmak veyahut Risaleleri okumakla teskin edibiliyorum. Zaman oluyor kalbim mütemadiyen aðlýyor, ah sevgili Üstadým. Sizden pek büyük istirhamým budur ki: Beni afvediniz. Ýki-üç seneden beri dünyayý sevmez olduðum halde kurtulamadýðýmdan çok müteessirim. Issýz sahralar, susuz çöller, ruhumun birer meskeni oluyor. Hayâlen oralarda dolaþýyorum. Güya bir þey arýyorum. Evet, bir þey arýyorum. Heyhât, aradýðým hem çok yakýn, hem çok uzak görünüyor. Bilmiyorum daha ne kadar zaman bu hâl içerisinde çýrpýnacaðým. Evet, yine pek çok müteþekkirim. Nasýl teþekkürüm hadsiz olmasýn. Henüz bir sene oldu; iki gece birbiri üstüne gördüðüm iki rü'yâ-yý sâdýkada, temelleri atýlmakta olan büyük bir gülyaðý fabrikasýnýn kâtibliðine tâyin edilmiþ ve iþe mübaþeret etmiþtim. Bu rü'ya tarihinden iki ay sonra risaleleri yazmaða baþladým. Ve bilhassa Yirmi Sekizinci Mektubun Yedinci ve Sekizinci Mes'elelerinde, hizmetimizin makbuliyeti ve rýza-i Ýlâhî dahilinde olduðu pek açýk bir lisanla yazýlmasý, âciz talebenizi de dilþâd etmiþ bulunuyor. Sevgili Üstadým, Allah sizden ebeden razý olsun. Husrev (Sh: B-65) 81 Ey Aziz Üstad! Bu def'a yazmaða muvaffak olduðum üç mevkýftan mürekkeb Otuz Ýkinci Söz'ü beray-ý tashih takdim ediyorum. Ýþbu kitâbýn, nazar-ý âcizîde giranbahâ bir hazine olduðunu yazmaða bilmem lüzum var mý? Dünyanýn ölçülmek imkâný olmadýðýný söyleyen zât ve fikr-i beþerin nâmahdud bir arazi olduðunu iddia eden adam ne doðru söylemiþler. Bu noktada fikrim; gittikçe inkiþaf eden efkârýmýn ve dar muhayyilemin geniþlemesinden mütevellid bir fikirdir. Dünyanýn ölçülmez bir boþluk olduðunu ve fikr-i beþerin nâmahdud olduðunu îzah maksadýna müstenid deðildir. Demek ki, her Risaleden ruhum ayrý ayrý gýdasýný alýyor. Otuz ikinci Söz'ün kalbime ve ruhuma bahþettiði safâ-yý sermedî ve câvidânî deðil mi ki, bu uzun mektubumla mesrûriyetimi izhâr için sizi tâciz etmeme bâdî oluyor. Hülâsa, tatlý bir sermestî içinde hayatýmdan memnunum. Ýnþâallah duanýz himmetiyle, böyle meþru' bir sermestî içinde hayat-ý ebediyeye vâsýl olacaðým inþâallah. Ahmet Zekâi 82 (Husrev'in bir fýkrasýdýr.) Çok Muhterem, Sevgili Üstadým, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Üçüncü Kýsmýný okuduk. Mektub münderecatý hepimizi þevke getirmiþ, sevinçle her tarafýmýzý doldurmuþtu. Kur'ân-ý Hakîmin bazý âyâtýndan çýkan kývýlcýmlariyle, bir taraftan aklý gözlerine inmiþ olan maddiyunlar ve emsâli tabakasýna karþý, Mektûbatü'n-Nur ve Risalâtü'n-Nur ile meydan okuyarak onlarýn kafalarýna hakikat tokmaklarýný vurmakta ve diðer taraftan onlarýn kalblerini pek parlak feyizleriyle doldurmaktadýr. On sekiz bin deðil, sevgili Üstadýmýn buyurduklarý gibi yirmi sekiz bin âleme bakan o büyük Fürkan-ý Ýlâhînin, bugünkü asýrdan baþka gelecek asýrlara da bakan vecihlerinin bazý mühim noktalarýna (Sh: B-66) iþaret edilmesi ve lâfzullah üzerinde vâki tevâfukatýn göze çarpacak ve nazarý celbedecek þekle ifrað edilmesi ve bazý kelimelerde görünen mânidar tevâfukatýn güzellikleriyle meydana çýkarýlmasý hakkýnda vâki Üstadýmýn fikirlerine haddim olmayarak yine Üstadýmdan aldýðým kuvvet ve cesaret ile iþtirâk ediyorum. Ve böyle bir Kur'ân-ý Kerîm'in yazýlmasý hakkýnda vâki olacak her fedakârlýða hâzýr olduðumu, utanarak baþtan ayaða kadar beni istilâ eden bu sürurun verdiði hâlet-i ruhiye üzerine arzediyor ve ayrýca diyorum ki: Sevgili Üstadýma istenilen þekilde kendi elimle yazýlmýþ bir Kur'ân-ý Kerîm'i yazýp takdim etmeði çok arzu ediyorum. Fakat mes'elenin müsta'celiyetini düþünemiyordum. Ve bir de diðer kardeþlerimin bu þereften mahrumiyetidir ki, bu fikrimin ve bu arzumun kabulünde ýsrar edemiyorum. Evet sevgili Üstadým! Ýnþâallah zaman takarrüb etmiþtir. Ýnþâallah mev'ûd vakte biz de eriþmiþ bulunuyoruz. Artýk sebeb selef-i sâlihînin Kur'ân'a hâþiye olarak bir þey ilâve edilmemesi hakkýndaki kararlarýnýn, zamanlarýna aid bulunmasý ve ulemâ-i müteahhirînin müsaadeleri de Arapçanýn tahsili cihetine gidilmediðinden ileri geldiði kanâatini taþýyarak, Arapçanýn okunmak ve yazmak istenilmediði bir zamanda bulunuyoruz. Binâenaleyh Kur'ân hakkýnda sevgili Üstadýmýn düþündüklerine pek büyük bir ihtiyaç olmakla beraber, bu güzel ve pek büyük bir emr-i hayra kapý açan bu iþin hemen ikmâl edilmesi için her þeye tercih edilmesi rica ve istirhamýndayým. (Saatçi Lütfi Efendi kardeþim de bu kanaattedir.) Sevgili Üstadým! Allah sizden hem ebediyen razý olsun, hem de her bir hayýrlý iþinizde muvaffak etsin, duasiyle Cenâb-ý Hakk'a müteþekkir olduðum halde size olan minnettarlýðýmý arzeder ve dâmenlerinizi öperim, muhterem efendim hazretleri. Husrev (Sh: B-67) 83 Ey Üstad! Kur'ân'ýn ma'kesi olan yazdýðýn Risaleler, senin ne büyük üstad olduðunu kabul ve teslime kâfidir. Sen ki ey aziz Üstad, Ýslâmiyet üzerine çöken zulmet ve gaflet perdelerini Risalelerinle yýrttýn. O mülevves perdeler altýndaki en nurlu hakikatleri meydana çýkardýn. Senin sarsýlmaz azmin, kahraman metânetin, ârâmsýz sa'yin semeresiz kalmadý. Anadolu'nun ortasýna öyle bir âb-ý hayat çeþmesi açtýn ki (Hâþiye: l) bu çeþmenin musluklarý yazdýðýnýz Risalelerin, neþrettiðiniz eszerlerin hakâikýdýr. Menba' ve mâdeni, bâkî olan Kur'ân-ý Hakîm'in bahridir. Bir gün olup bu dâr-ý imtihandan saadet âlemlerine göçtüðün zaman, kýymetdar eserlerin seni nâmýnla beraber yaþatacaktýr. Ne mutlu, senin açtýðýn çeþmenin kýymetini takdîr ile ona muhafýz ve müdâfi' olan ve icabýnda eserlerinin ahkâmýný ilân ve telkin uðrunda bin can ile hayatýný fedâya müheyyâ olan, candan sevdiðin talebelerin var. Uhrevîler diyarýnda olduðunuz zamanlarda dahi sizin ruhunuzu muazzeb edecek hareketlerde bulunmayacaklarýna emîn olunuz. Bir çok esrar-ý Kur'âniyenin anahtarlarýný þimdiden talebenize tevdi ettiðinize, onlar canla baþla size minnettar ve müteþekkirdirler. Bu gün saçmakta olduðunuz feyizli nurlar, beþeriyetin hakikî insan olanlarýný pâyansýz sürurlara istiðrak ederek, mükellef olduklarý vezâifi bildiriyor. Hizmetiniz inkâr edilmez ve senin fedakârlýðýn azîmdir, azîmdir. Aziz Üstad! Hizmetin göklerde gezsin (Hâþiye: 2) ve siz destanlarda geziniz. Fedakâr Üstad! Diyânetten meded almayan, ehl-i gafletin (Hâþiye 1): Bu hizmet-i kudsiyedeki sevap ve þerefte benim gibi bîçârenin hissesi, tasavvur ettiðiniz miktardan binde bir düþse yine þükrederim. Ehl-i hüner, elmas kalemleriyle imdadýma yetiþen sizin gibi Kur'ân'ýn hâlis þâkirdleridir.! (Hâþiye 2): Bu kardeþimin bu hissine iþtirak etmiyorum. Rýza-yý Ýlâhî kâfidir. Eðer o yâr ise, her þey yârdýr. Eyer O yâr deyilse, bütün dünya alkýþlasa beþ para deðmez. Ýnsanlarýn takdiri, istihsaný, eðer böyle iþte, böyle amel-i uhrevîde illet ise, o ameli ibtal eder; eðer müreccih ise, o ameldeki ihlâsý kýrar; eðer müþevvik ise saffetini izale eder; eðer sýrf alâmet-i makbuliyet olarak istemiyerek Cenâb-ý Hak ihsân etse, o amelin ve ilmin insanlarda hüsn-i te'sîri namýna kabul etmek güzeldir ki, و َاجْعَلْ لِي لِسَانِ صِدْقٍ فِي اْلاَخِرِينَ buna iþarettir. Said (Sh: B-68) gafletini ziyâdeleþtiren edebiyat denilen müdhiþ sarhoþluk, ancak ve ancak sizin âsâr ve telkinleriniz sâyesinde mündefi' oluyor. Dinsiz milletler pâyidâr olamayacaðý ve hattâ insaniyeti bile öðrenemeden dünyadan gelip geçeceklerini pek mâkul ve mantýkî delillerle isbat ettin. Eserlerin ruhun gibi ulvî ve ihâtalý. Sevgili Üstadým! Müsterih olmalýsýnýz ki, sizin sa'yiniz beyhûde deðildir. Lâyemût risalelerin ilelebed kýymetli ellerde gezecek. Bugünkü dinsizlere haddini bildirecek. Ve belki îman dahi bahþedecek. Zaten sizin talebiniz bu deðil mi? Emeliniz, gayeniz, îman dairesinde îkaz ve irþad hedeflerine yetiþmek deðil mi? Felsefe mezheblerinde nâlân, sürünen edebsizler elbette hakikî edebi ve edebiyatý sizin eserlerinizde bulacaklarýna asla þübhe yoktur ki, böyle olacak. Siz de artýk muhterem üstad, muhtac olan koca bir millete târif ve mikyas kabul etmez bir hizmeti ifâ etmiþ bulunuyorsunuz. Bu millet, bu toprak, bu vatan hiçbir zaman size olan borçlarýný ödeyemezler. Dilerim ki, bu azim, kudsî hizmetinizin mükâfatýný Cenâb-ý Hak size pek lâyýk bir tarzda ihsan etsin. Dünya ve âhirette sizden ve bizim gibi âciz ve kusurlu hizmetçilerinden razý olsun, âmin. Lütfi'nin arkadaþý 84 (Hüsrev'in fýkrasýdýr.) Sevgili Üstadým! Yorucu bir kuvvetle gece ve gündüz beni düþündüren ve fakat hiç de kýymeti olmayan vaziyetten kurtaran mektubunuzu aldýðým vakitten beri sürûr içinde, Cenâb-ý Hakk'a bînihâye teþekkürlerimi takdim ediyor ve beþ vakitte, eltaf-ý Ýlâhiyeye mazhariyetinizi dua ediyorum. Bilhassa sevincimi artýran keyfiyet, Cenâb-ý Hakk'ýn sýrf hizmet-i Kur'ân'da istihdam etmesinin iþ'ar buyurulmasýdýr. Muhterem Üstadým! Vaziyetimden çok çok memnunum. Artýk emr-i âlîleri mûcibince hiç bir þey düþünmüyorum. Düþündüðüm bir þey varsa, o da Risale-i Nurdan Sözler'i ikmâl etmek, bunlardan istinsah ederek arkadaþlarýmýzýn çoðalmasýný te'min etmek için (Sh: B-69) lâyýkýyle çalýþmaktýr. Bunun için kendimde gördüðüm âriyet ve emanet bir varlýða deðil, belki Cenâb-ý Hakk'ýn kudret ve lütuflarýna istinad ediyorum. Muhterem Üstadým! Yazdýðým Otuz Ýkinci ve Yirmi Yedinci Sözleri takdim ediyorum. Yirmi Yedinci Mektupta arkadaþlarýmýzýn ihtisâsatlarýný okurken bilseniz ne kadar sürur duyuyorum. Yekdiðerine ayrýlmamak için kýymetsiz maddî iplerle deðil, kýymetli ve manevî iplerle baðlanmýþ bir âile ve bir cemaat efradýnýn hissedeceði sevinçle mütelezziz oluyorum. Þübhesiz Zât-ý Üstadâneleri baþýmýzda olmakla beraber, büyük olanlarýmýz aðabey ve beraber olanlarýmýz da, kardeþlerimiz olmuþlardýr. Veyahud ben bu cemaatin içerisine dahil olduðumdan fevkalhad bahtiyarým. Kur'ân-ý Mübînin nurlarýnýn ahz ve neþri hususunda, sevgili Üstadýmýz, þahsiyetiniz vasýta kýlýnmasýndan dolayýdýr ki, sizi bize veren Cenâb-ý Hakk'a minnettarlýðýmýzý tahdid edemeyiz. Husrev 85 (Sabri'nin bir fýkrasýdýr.) Eyyühe'l-Üstadü'l-Muhterem! Bil'istinsah takdîm-i huzur-u fâzýlâneleri kýlýnan Yirmi Sekizinci Mektubun Yedinci Mes'elesi tam zamanýnda izhar-ý endam etmiþtir. Þu mübarek eser Risâlâtü'n-Nur ve Mektubâtü'n-Nur'un bir nevi tarihçeleri olduðu gibi, diðer cihetten de âsâr-ý pür-envârýn senedât ve berâhin-i kat'iyeleri hükmünde görülmekle beraber, üç seneden beri dimaðýmda mahsus ve mahfuz bir çok ihtisâsatý da, bu kere zâhire çýkarmýþtýr. Ýþte Kur'ân-ý Azîmüþþân'ýn derece-i kudsiyet ve ulviyet ve nuraniyeti böyle elmas ve mücevherat-ý mâneviyeyi câmi' bulunduðu, bu mes'ele ve emsâli mesâilden anlaþýlmýþtýr. Evet þu hakikati de itiraf etmek lâzým ki, bir mücevherat hazinesi ne kadar zengin ve ne kadar yüksek bir servete mâlik olursa olsun, bâyii, dellâlý, usûl-i bey' u þirâya âþina olmazsa, zilyed bulunduðu kýymettar hazinenin müþtemil ve muhtevî bulunduðu emtiayý, lâyýkýyla âleme ilân ve enzâr-ý âmmeye vaz' edemez. Binâenaleyh (Sh: B-70) þu devr-i müþevveþde, hakâik-ý Kur'âniye'nin hakkýyla bey'u þirâsýný yapan dellâll-ý Kur'ân'ýn deðil altý senedir, belki kýrk seneden beri ehl-i Ýslâm'a hitâben: يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلَى ِتجَارَةٍ تُنْجِيكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَلِيمٍ fermân-ý Rabbanîsiyle nidâ etmeleri, bil'umum envâr-ý îmâniyeye muhtaç Ümmet-i Muhammed'i medyûn-ý þükrân eylemiþ ve eylemektedir. Sabri 86 (Sabri'nin fýkrasý) Eyyühe'l-Üstadü'l-Muhterem! Bu kere Yirmi Yedinci Mektub'un Ýkinci Zeylini, Yirmi Sekizinci Mektub'un Beþinci, Altýncý Mes'elelerini bil'istinsâh asýl ma'assuret takdim ediyorum. Bendeleri Yirmi yedinci Mektubun te'lif ve te'sis ve tertibinde, çok mühim bir isabet ihssediyorum ki, bu mektubun te'lifindeki gaye, kat'iyyen mektub sahiplerini ilân ve teþhir olmadýðý, belki muhtelifü'd-derecât zevi'l-efkâr ve elbâbýn herbiri, Nurlarýn ancak yüzde birer hâssalarýný ve fevâidini görerek, dellâl-ý Kur'ân'ýn bir dereceye kadar nidalarýný taklide çalýþmalarý, ayrýca bir zevk ve letâfet ihsas ediyor. Nur deryasýný görmeyen bazý kimseler müþtâkane soruyorlar ki: Mensub bulunduðunuz Nur eczahanesinde ne gibi muâlecât var ve asýl mevzularý nedir? Evvelce bu suâle karþý Risaletü'n-Nur'u mümkün ise, birer birer göstermeye, deðilse aklým erdiði kadar söylemeye mecbur idim. Þimdi ise, Risaleti'n-Nur'un yüzde on nisbetinde mevzuunu mümkün mertebe ifadeye hazýrým. Ve nîm bir fihristini andýrýr, Yirmi Yedinci Mektub'u veriyor ve bildiriyorum. Cüz'î-küllî maksadýmý bildirebiliyorum. Nurlarýn ekser aksamý vücuda geldikten sonra Yirmi Yedinci Mektub âdeta iþaret tabancasý gibi endaht edildi. Ve hem de Nur deryasýnýn askerleri beyninde, bir nevi müsabaka vazifesini de gördü. Her müntesib meþher-i Nur'a, az-çok hünerini döktü. Sabri (Sh: B-71) 87 (Sabri'nin fýkrasýdýr.) Eyyühel Üstad! خd-i sâîd-i fýtrînizi tebrik ve bilvesile dest ve dâmen-i kerîmanelerini öperim. Efendim, her an nurlar ile tegaddi eden ruh-u âcizânem, yine evvelki cuma günü mugaddi bir nura muntazýr iken, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Üçüncü Kýsmýný ihsan ve irsal buyurulmakla fakir talebiniz müþerref ve müstefid ve minnettar kalmýþtýr. Bir saatlik misafir kalan bu eser-i kýymettar ve mânidarý hemen Abdullah götürdü. O rü'ya misal gördüðüm eserin, bir haftadan beri dimaðýmdaki kýymettar nakýþlarýný ve mânidar meâllerini, aczim dolayýsýyla ifade edebilmeye iktidarým yok. Þu kadar arzedebileceðim ki, bu bürhânî, senedî, þuhudî velhasýl kâffe-i esbab-ý sübutiyyesi aslýnda münderic ve müþtemil bulunan kýymettar eser, umum Risale-i Nur ve Mektubâtü'n-Nur'un güneþ-misâl i'cazlarý, âlemleri hayrette býrakan kerametleri, dost ve düþmanýn itiraf ve takdirini kazanan âsâr-ý sâbýka-i nuraniyenin ne kadar güzellikleri ve meziyetleri varsa, sanki bu kýsýmda içtima etmiþ. Veyahut þöyle diyebileceðim ki, her ne zaman nurlardan bir Risale görsem, bu gibi veyahut daha ziyade bir zevk-i hakikî ve sürûr-u nâmütenâhî görüyorum. Þu halde bu acîb mahsûsat ve meþhûdât, ancak nurlara ait ve münhasýr bir i'caz, kezâlik nurlara mahsus bir kerametidir demekte, ehl-i îmanca kâmil bir kanâat mevcut bulunacaðýna eminim. Bilhassa tevâfukatý, tefsiratý gösterilerek tahriri musammem ve menvî bulunan Kur'ân-ý Azîmüþþân'ý, umum ehl-i îman ve tevhid kemâl-i hâhiþle ve nihayetsiz hürmetle karþýlayacaklarý, bedahette olduðu gibi, birçok kimselerin de, âhir ömürlerinde yeniden okumaða þevk ve gayret gösterecekleri, bir ihtimâl-i kavîdir. Daha nice emsali, nâmesbuk âsârýn vücuda getirilmesini, bütün ruhumla diler ve Cenâb-ý Mün'im-i Hakikîden muvaffakýyetler temenni eylerim Efendim. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Hâfýz Sabri (Sh: B-72) 88 (Sabri'nin fýkrasýdýr) Üstad-ý Âlîþâným Efendim! Þu iki geceden iðtinam edebildiðim vakitlerde, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Birinci Kýsmýný istinsah ederek, kendi nüshamý Ali Efendi'ye ve aslýný Zât-ý Üstadânelerine iade ve takdim ediyorum. Þu bir aydan beri, ruhlarýmýz ateþe mâruz çimen gibi yanýk, küskün, solgun bir vaziyette olup, hattâ ekser arkadaþlarla, bu mes'ele hakkýnda ne hatt-ý hareket tâkib edeceðimizi mektubla muhabere ve müþavereye baþladýk. Ve bu tarafta Üstad-ý Âzamýmýza en yakýn bendeleri olduðum için, þifahen veya tahriren bu babda mâruzatta bulunmak emelinde iken, bu dertlere birer iksir, ilâç ve cevab-ý þâfi olan Yirmi Yedinci Söz'ü, bir kat daha muvazzah ve oldukça þümullü bir cevâb-ý âlîyî bizlere ihsan eden ve kýsacýk cümlesi nâmütenâhî hakâik-ý maânîyi câmi' bulunan, bahr-i muhît-i kebir tâbirine mâsadak olan her bir cümle-i Kur'âniye þu kýsýmda bilhassa Beþinci, Sekizinci ve Dokuzuncu Nüktelerde asrýn kuru kafalý, müflis, felsefeci þeytanlarýný gemlemiþ, iskat etmiþ, daha doðrusu bütün bütün ilzam ve ruhlarýmýzý da tenvir ve tesrir ve teselli etmiþtir. Üstüd-ý Muazzezim! Kur'ân-ý Azîmüþþân'ýn ne derecelerde zengin bir hazine-i rahmet-i Ýlâhiye bulunduðu vâreste-i arz olup, o hazine-i kudsiyenin muhtevî bulunduðu enva'-ý türlü elmas ve pýrlantalarý çýkartmak ve bilvesile bizim gibi muhtaç olanlara da verdirmek hususunda, Nurlar Külliyatýnýn ekserisinde tam bir muharriklik vazifesini deruhde eden Üstâd-ý Sâni Hulûsi Beyefendimi, teþbih ve tâbiri câiz ise, saatçilerde bulunan yýldýzvârî sekiz-on aðýzlý saat anahtarlarýna benzetiyorum ki, o müteaddid aðýzlý anahtar, âlemde mevcut her saati tahrik eder, iþletir. Mûmâileyh beyefendim de, aynen o halde olup, emsâli görülmemiþ ve duyulmamýþ bir çok mesâil-i mühimme-i hakîkiyyeyi Hazret-i Kur'ân ve dellâl-ý Kur'ân'dan istiyor. Þu asýrda hazine-i mâneviyenin hazinedar-ý bînazîri de, o kýymetdar sâiline en kýymetdar ve ruha tam bir gýda bahþ mevadd-ý (Sh: B-73) mâneviye-i Kur'âniye ile i'tizaz ve ikrâm ederken o halkaya lâyýk ve müstehak olmadýðým halde, fakir de, gýda-yý ruhânîmî ârâmsýz alýnca, o mevâidi ihsan edene de, getirene de, isteyene de hadsiz medyûn-ý þükran kalýyorum. Bu defaki aldýðým lütufnâme-i ekremîlerinde, gücenmesini hâzýr farzederek mektubla muhabere etmiyorum, buyuruluyor. Bu hususta kalb ve ruhuma "Ne dersiniz?" dedim. "Estaðfirullah sadhezâr estaðfirullah. Biz ölmüþtük, lehülhamd bize taze hayat bahþedildi. Gücenmeye, hiçbir cihetle hakkýmýz yok. Vazifemiz olan duaya devam ve teþekkür borçluyuz." cevab-ý hakgûyânesini ruhumdan aldým. Hâfýz Sabri 89 (Hulûsi Bey'in fýkrasýdýr.) Eyyühe'l-Üstadü'l-Muhterem! Bu kere Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Dört, ilâ Dokuzuncu Nüktelerini hâvi mübarek mektubunuzu Yirmi Sekizinci Mektubun Yedinci Mes'elesinin sýrr-ý azîm-i inayet beyanýndaki hâtimesi namýný verdiðiniz ve Mu'ciz-nümâ ramazanýn hikmetlerini beyân eden Yirmi Dokuzuncu Mektubun Ýkinci Kýsmýný ve münevver hâtem-i i'cazý kemâl-i þükranla aldým. Ýþtiyakla, lezzetle, zevk-i mânevî ile defa'atle okudum. Fakat iki haftaya yakýndýr ki, cevap yazamadým. Ýþte bu mübarek cuma günü, hem nurlardan aldýðým feyizleri, tesellileri, hem kalbî teessüratýmý, icmâlen arz maksadýyla, bu varak-pâreyi tahrire lütf-u Hak'la baþladým. Evvelen, Yirmi Dokuzuncu Mektub'un altý nüktesiyle Kur'ân'ýn hakikî tercümesi kâbil olmadýðýný, îmandan zerre kadar nasîbi olana, Yirmi Beþinci Söz'deki bürhanlar zeylen isbat ediyor. Ve þeâir-i Ýslâmiyeyi gayet güzel bir üslûb ile târif ve mütalâa etmekle beraber ulemâüs-su' ashabýna, çok mükemmel ve manevî tokat aþkediyorsunuz. Ve nihayetde, mektubdaki hakikatlarýn Kur'ân'dan geldiðini aklý takvîm için, onun belâgat-ý i'caz ve îcâzýna imtisâlen: لاَ يَسْتَوِى اَصْحَابُ النَّارِ وَاَصْحَابُ اْلجَنَّةِ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمُ الْفَائِزُونَ (Sh: B-74) Âyet-i kerîmesini nazara vaz' ediyorsunuz. Bu bîçâre duâcýnýz, talebeniz ibraz ve irsal buyurduðunuz nurlarýn mütalâasýnda, müsbet ve menfî iki te'sir altýnda ne yapacaðýný ve ne edeceðini þaþýrýyor. Çünki, manevî vazifemizi ifa edemiyoruz. Çok az ve dar bir muhîte neþredebiliyoruz. Bid'at ve dalâlet her gün artmakta, ahkâm-ý Ýslâmiye sünnetlerden baþlýyarak ve Kur'ân hedef tutularak, çok insafsýzca hücum edilmekte olan böyle bir zamanda ve tam bu yaralara münasip merhem olacak, bu nurlu ve þifalý eserlerin mahdud eþhas arasýnda ve yalnýz bu zavallýlarýn ümid ve îmanlarýný takviye edecek vaz'iyyette kalmasý teessürü arttýrmakta ve dergâh-ý Ýlâhiyeye ilticadan baþka çâre býrakmamaktadýr. Evet kat'î kanaat hâsýl olur. Hattâ dikkatle bakýlsa görülüyor ki, bu saray-ý âlem inkýrâza hatve behatve yaklaþmakta. Her saat çatýsýndan tuðla, duvarýndan bir kerpiç, sývasýndan bir parça kopmakta, hattâ lâmbasýnýn ýþýðý azalmaktadýr. Eksilmez, yýpranmaz, yýkýlmaz, deðiþmez zannolunan bu kervansaray elbette eskiyecek, yýpranacak, yýkýlacak ve deðiþecektir. Ýþte beþere bilhassa müslümanlara ârýz olan ve alettevâli artmakta olan za'flar, bu neticeyi ta'cil ediyor, mütalâasýndayým. Fakat irþad buyurulduðu üzere madem ki, netice ile deðil, hizmetle mükellefiz. O halde ümidimizi kesmiyerek, sabýr ve sükûn ile dua ve niyaz ile dergâh-ý Ýlâhiyeden yalvarmalýyýz. Muhît ilim ve zevalsiz ve nihayetsiz kudret sahibi olan Hâlikýmýz iyi yapar. Ýyilikler halk buyurur,Ýnþâallah, demeliyiz. Yirmi Sekizinci Mektubun Yedinci Mes'elesinin Hâtimesi: Gaybî iþârât hakkýnda ihtimalen dahi olsa, her türlü evhamý izâle etmek maksadýyla yazýlmýþtýr. Sýddîkýnýz, elhamdülilâh mübarek eserlerde delâlet ettikleri mânalarda, iþaret ettikleri hakâikta, bütün mevcudiyetle kabul ve tasdik ve kudsî meânîsini dercan etmekten baþka bir his asla taþýmamýþtýr. Nasýl ki, Aziz Üstadýmýz bu Kur'ânî cevherleri kendisine göstermekle iktifa etmiyor ve muhtaçlara da bakýnýz, görünüz, istifade ediniz, siz de muhtaçlara, müþtaklara, mütehayyirlere göstermeye vasýta olunuz buyuruyorlar. Bu fakir (Sh: B-75) talebeniz bu emre (ale'r-re's-i ve'l-ayn,sem'an ve tâaten) demiþ. Ve alâ kadri'l-imkân ve mütevekkilen alellah, bu emel uðrunda hizmette bulunmayý minnettarane arzu etmekte bulunmuþtur. Binaenaleyh gaybî tevâfuk hakkýndaki bu müdellel ve muknî beyânat da, yerindedir, fazla deðildir. Bu da herhalde lâzýmdýr. Buna mutlak ihtiyaç vardýr, veya olacaktýr. Gösterilen misalden de anlaþýlýyor. Özene bezene yazýlmýþ, senelerle emek sarfýyla cem'edilmiþ, toparlanmýþ, tefsir kavâidine siyak ve sibak-ý kelâm gözetilerek, muhtemelen bazý yerlerinde kesret-i isti'mâl sebebiyle, hâh nâhâh nazar-ý dikkate çarpan tevâfuk ve müvazenete de an-kasdin ihtimam edilerek, emniyetle vücuda getirilmiþ olan bir tefsir ile, doðrudan doðruya hazâin-i mukaddese-i Kur'âniyeden, bu asýr insanlarýna, müslümanlarýna göre nebeân, feverân ve lemeân eden nurlu âsârdaki gaybî muvafakat, müvazenet kýyas edilebilir mi? Asla ... Hâtimedeki Ahmed Galib Bey'in fýkrasý hoþtur. Bu fýkranýn Hazret-i Kur'ân'a ve mahzen-i esrâr-ý Ýlâhiyenin bir nevi nurlu reþahatý ve lemeâtý olan Sözler'e nisbeti, güzelliðini arttýrmýþtýr. Allah bu gibi kardeþlerimizin adedini çok arttýrsýn. Ve cümlesini, bu meyanda bu fakir-i pür-taksîri de muvaffakun bilhayr buyursun, âmin ... Yirmidokuzuncu Mektubun Ýkinci Kýsmý, Kur'ân'ýn has dürbiniyle bakýlmak suretiyle, Ramazanýn hikmetlerinden dokuzu mükemmelen ve emsalsiz tarzda beyan buyurulmuþtur. Allah sevgili Üstadýmýzdan razý olsun. Bu sene burada Ramazan-ý Þerif'e riayet, evvelki senelerden zâhiren ziyade idi. Gönül arzu ederdi, keþki bu âlî eser, bu Ramazandan evvel elimize geçmiþ olaydý. Seyyidü'r-Rusül, Nûru'l-vücud Efendimiz Hazretleri Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem (Endîin-ün-nasîhatü) buyurduklarý ma'lûm-u fâzýlâneleridir. Ýþte bu sebeble azlýðýndan müteessir olduðum buradaki cemaatimize, tam vaktinde okumak suretiyle, bu emr-i Celîl-i nebevîyi de, yerine getirmiþ olurduk. Fakat bu þereften mahrumiyetimiz, maddî uzaklýðýndan ileri gelmiþtir. Çünki Kur'ân'ýn madem ki, ilk nüzûlü þehr-i Ramazanda olmuþtur. Bu asýrda ve þu zamanda da, o mübarek âyetin hikmetleri hakkýnda (Sh: B-76) eser yazýlmasýnýn bu ayda olmasý enseb ve a'lâdýr. Cenâb-ý Hakk emsâl-i kesiresiyle, hayýrlýsýyla cümlemizi müþerref buyursun, âmin ... Hâtem-i Ý'caz, hizmet-i Kur'ân'daki kýymettar kardeþlerimi tanýttýrdý. Ve þu güzel nurlu beyti hatýrlattý: Âyinedir bu âlem, herþey Hak ile kaim, Mir'ât-ý Muhammed'den, Allah görünür dâim. Ve þu fýkrayý söylettirdi: Âyinedir bu hâtem, herkes sýdk ile hâdim Mir'ât-ý Üstaddan, Kur'ân'dýr görünen dâim. (Hâþiye) (Hâþiye): Lâtif bir tevâfuktur ki, birinci Hulûsi ile ikinci Hulûsi ünvanýný alan Sabri Efendi, buradaki birbirinden çok uzak oldukuklarý halde, ayný fýkrayý mektuplarýnda bana karþý yazýyorlar. Allah-ü Zülcelâl cümlesinden razý olsun. Bu mübarek mir'âtýn boþ köþesine, bu beyit ile imzamýn konulmasýný tasvîb-i ârifanelerine arzederim. Hûlusi 90 (Binbaþý Âsým Bey'in Risaletü'n-Nur Sözleri hakkýnda temsîl ettiði bir fýkrasýdýr.) Münezzehdir Þuûnatdan, hep ilhâm-ý Ýlâhîdir, Okurken nûr alýr vicdan, sütûr-u bî-tenâhîdir, Riyâdan, kibirden, her meâsîden münezzehdir, Kelâm-ý lâyezâlîden gelen, bir nûr-u müferrihdir. Nasýl bir vecd içinde anladým bilsen, bu âsârý, Bu, âyetler gibi nuranî ve lâhutî bu efkârý, Meâsir mi? eser mi? müncelî, yoksa müesser mi? Ýlâhî bir sýrren'den berk uran, hayret-fezâ sýr mý? Ýlâhî bir sýrren'den berk uran, hayret-fezâ sýr mý? Anýlmaz, anlatýlmaz, sýrr-ý vahdetten haberlerdir. Sen ey gafil beþer, bil nefsini, gör ki, ne þeylerdir. Bütün kevn vâlih ve hayran düþündükçe ser-encâmýn Kerîm hayretle, hürmetle anar nâmýn, büyük nâmýn. Âsým (Sh: B-77) 91 (Hulûsi Bey'in fýkrasýdýr.) اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ رِسَالَةِ النُّورِ وَمَكتُوبَاتِ اَلنُّورِ اَلْفَ اَمْثَالِهَا Eyyühe'l-Üstadü'l-Muhterem! Geçen hafta Yirmi Sekizinci Mektubun Beþinci ve Altýncý Mes'eleleri isimlerini alan biri þükre, diðeri harem-i þerif suâline cevab olan iki eseri aliyyül âlînizi, kemâl-i þevkle aldým. Zevk ile mütalâa ettim. Çok susamýþtým. Þükre dair çok derin mânalý, þeker gibi tatlý, þeker þerbetinizi besmeleyle içmeye baþladým. Bu âciz talebenize nimetlerinin had ve pâyâný olmayan ol Hâlik-ý Kerîm, ol Mü'min-i Hakîm, ol Rezzâk-ý Rahîm celle celâlühu hazretlerinin nurlar nâmý altýndaki in'am ve ihsanýna karþý (Elhamdülillâh, Allahu Ekber) dedim. Ve mânevî susuzluðumu, elim ermez, gücüm yetmez, nazarým eriþmez, hülâsa acz-i tamm içinde, fakat rahmetinden ümid kesmediðim bir halde iken, ol Rahmânü'r-Rahîm hazretlerinin muazzez Üstadým vasýtasýyla teskin ettiðine, yüzbinler hamd ve þükür eyledim ve edeceðim. Mübarek sözlerinizde öyle kudsî feyizler var ki, sanki talebinizin (alâka ile mütalâa eden veya istima' eyleyenleri) elinden tutuyor, bak bu, bu mânaya delâlet eder. Þu, þunun içindir. Bundaki maksad ve gaye ve hikmetler þunlardýr. Gel daha yukarý gidelim, daha ilerliyelim, diye menba'dan menba'a, etekten tepeye, izden yola, hakikatten mârifete götürüyor, çýkarýyor. Ziyaret ettiriyor. Ýstifade ve istifaza ettiriyorsunuz. Bu def'a bu seyr ile þükür nehrinin menba'ýna þükür daðýnýn tepesine, þükür çýðýrýnýn þehrâhýna, þükr-ü mutlakdaki hakikatla mârifete götürüyor. Ve mebde'de olduðu gibi, müntehada (Der tarîk-ý aczimendi, lâzým âmed çarýçiz, acz-i mutlak, fakr-ý mutlak, þevk-i mutlak, þükr-ü mutlar ey aziz) buyuruyorsunuz. Biz de (Fehimtü ve sadakte) diyerek mukabele ediyoruz. Dua ve salâvât ile bu kudsî seyahata nihayet veriyorsunuz. Ýbraz buyurduðunuz pek âlî þefkatten yüz bulan muhtaç ve âciz talebe (Sh: B-78) niz, üstadýnýn nazarýný baþka tarafa çevirerek bir suâle cür'et eylediði için (gel haydi, Harem-i Þerife girelim. Oranýn bugünkü hâlini ve esbabýný biraz anlatayým) demek nev'inden olan Yirmi Sekizinci Mektubun Altýncý Mes'elesini de okudum. Çok istifade ettim. Allah sizden razý olsun. Hulûsi 92 (Hulûsi Bey'in fýrkasýdýr.) Bu def'a lütuf ve inâyet buyurulan, Yirmi Sekizinci Mektubun Yedinci Mes'elesini hürmetle aldým. Ta'zimle ve defaatle mütalâa ettim. Ayrýca bir def'a yeni talebeniz Hâfýz Ömer Efendi'ye ve bir defa pederim ve eski hocalarýmdan Ýbrahim Efendi ve bir dostumuza, bir defa da, Fethi Beye okudum. Ýnþâallah yine okur ve okuttururum. Bu mübarek mektubunuzla baþta þu bîçâre olduðu halde, dinleyenlerin ahvâl-i âhire dolayýsýyle, kalblerinde hâsýl olan manevî yaraya çok mükemmel ve münasib bir merhem vurdunuz. لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّهِ nass-ý celîlini hatýrlatarak, Allah'ýn lûtfuna ve Habîb-i Ekreminin (ASM) ruhâniyetine, Kur'ân-ý Azîmüþþânýn مِنْ اَوَّلِ النُّزُولِ اِلَى قِيَامِ السَّاعَةِ devam ettiðine þübhe kalmayan, i'câzýna dehâlet ve hakikî sabýrla bu acýlara mukabele ederseniz, inþâallah yakýn ve nurlu istikbâle mazhar olursunuz, gibi hakîkaten pek azim bir müjde vermiþ oldunuz. Bîçâreðan ümmete, izn-i Ýlâhî ile beyan buyurduðunuz i'câz-ý Kur'ân hürmetine, Allah-u Zülcelâl muhterem Üstadýmýzdan ebeden râzý olsun. Ve Hazret-i Kur'ân hesabýna intizar buyurduðunuz ümidleriniz, an karîb mübeddel-i hakîkat ve mü'minlere de selâmet-i îman tevfik buyursun, âmin ... Yirmi Sekizinci Mektubun Yedinci Mes'elesini almazdan evvel, mübarek Sözler'le alâkadar olmayan zevata defaatle Üstadým altý-yedi seneden beri þöyle buyurmaktadýr: (Kur'ânýn sûrlarý yýkýlmýþtýr. Bütün hücumlar Kur'ân'adýr. خmaný kurtarmak zamanýdýr.) Ýþte yavaþ yavaþ bu beyanatýn sýhhati, her gözü ve aklý olan mü'min tarafýndan tasdik edilecek hâdisat zuhûr etmektedir, (Sh: B-79) diyordum. Bu mektub, bu bîçâre talebinizin Üstadýnýn emirlerini tebliðde sâdýk olduðunu ispat etmekle beraber, evvelce de arz ettiðim vechile, mektublarý almazdan evvel hâtýrýma gelen, hattâ lisanýma kadar geçen, çok mes'eleler nev'inden olduðuna þübhem olmadýðý için, bunu da i'caz-ý Kur'ân'dan addediyorum. Tevâfukatta bendenizdeki nüshada da, ekseriyetle müvazenet vardýr. Evet,hangi cihetten bakýlsa inâyet-i Ýlâhiye ayan beyan görünür. Muhterem Üstadým, rahmet-i Ýlâhiye ile bir hakikatý daha yakînen anladým. O da þudur ki: Ýlk þeref-i mülâki olduðum zamanda verdiðiniz ders, bütün risale ve mektublarda vücudunu hissettirmektedir. Fark yalnýz o dersteki mücmel hakâikýn diðer derslere tafsil, tavzih ve izharýndan ibarettir. Demek ki, îmaný ve Kur'ân'ý esas ittihâz etmekle, dâimî bir feyz menbaý, sermedî bir nur kaynaðý, fenasýz kudsî bir hazine, Ýlâhî bir kale kurulmuþ oluyor. Evet madem ki kâinatýn halkýna sebeb olan Nebiyy-i Efham (S.A.V.) efendimiz hazretleri, vazife-i risaletlerini mükemmelen ifa ettikten sonra, emr-i Ýlâhî ile vücuduna bâis olduklarý âlem-i bekaya teþrif ettiler. Þu misafirhane kapanýncaya kadar gelip geçecek, dolup boþanacak, çürüyüp tazelenecek sükkânýna, bilhassa cin ve inse en âli bir hediye, en mükemmel bir rehber, en mukaddes bir mürþid olarak, Kur'ân-ý Hakîm'i býrakmýþlardýr. Nitekim müteâkib asýrlarýn yetiþtirdiði bir çok zevât-ý âliye, bütün müþkillerini Kur'ân ile halletmiþler. Aradýklarýný Kur'ânda bulmuþlar. Ýþte bu bid'at ve zulümât asrýnda da, yine o Kur'ân-ý Hakîm ve Kerîm, lâyemût i'câzýný Sözler ve Mektublarla izhar etmiþ ve bu hakikaten azîm iþte, rahmet-i Ýlâhiyeye, muazzez ve muhterem Üstadýmýz elyak ve elhak me'mur ve vâsýta olmuþtur. Bu hakikata daha birinci derste, lütf-u Ýlâhî ile îman ettim. Diðer nurlu dersler kuvvet-i îmâna vesile olmuþ ve olmakta bulunmuþtur. (Elhamdülillâh hâzâ min fadli rabbî.) Aziz ve Muhterem Üstadým! Bu dünya mü'mine zindandýr derler. Ýþte neþrine, izharýna, (Sh: B-80) beyanýna vasýta olduðunuz nurlar, bize bu karanlýk dünyamýzý aydýnlattý. Hilkatteki hakikatý tâlim etti. Bâki, dâimî ve sermedî, saâdetli hayatý tedrîs etti. Þahsen bu nurlar olmasaydý, hâlim ne olacaktý, Ya nurlara eriþmeseydim, ne yapacaktým. Ya bu nurlarýn neþrine (alâ kaderi't-tâka ve'l-imkân) lütf-u Ýlâhi ile çalýþtýrýlmasaydým, bütün kazancým mâsiyet ve kara yüzle, periþan hâl ile, nasýl dergâh-ý Ýlâhiyeye çýkacaktým. Elhamdülillâh sümme ve sümme Elhamdülillâh, niyet-i hâlise ve cüz'i lâyetecezza kabîlinden olan Kur'ânî hizmet sebebiyle, bu abd-i pür-taksîr de inþâallah duanýzla rahmet-i Ýlâhiyeye nâil olur ümidindeyim. Hulûsi 93 (Sabri'nin bir fýkrasýdýr.) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ Efendim, hiç þek ve þübhem kalmadý ki, nur nurdan seçilemediði gibi, nur deryâsýnýn nûrânî talebeleri de, nerede olursa olsun hepsi bir gayede, umumî bir zihniyette, yekdîðerlerine rekabetleri yok, dâima birbirinin evsâf-ý mümtazesiyle müftehir ve mübâhî, samimiyet ve vefa hususunda, rüfekasýný þahsýna tercih eder, bir emelde bulunmalarý yegâne emel ve gayeleri olan "tevhidin" bir alâmet-i mümtaze ve fârikasý olan ittihad ve tesanüd-ü hakikîye ve meþruayý kaalen ve fi'len ve hâlen göstermeleriyle sabittir ki, bu hal bir alâmet-i muvaffakýyettir. Talebeniz H.S. 94 (Re'fet Bey'in bir fýkrasýdýr.) Aziz ve Muhterem Üstadým Efendim! Son neþrettiðiniz Söz, fakirde çok derin te'sir ve intibalar býraktý. Onun sâikýnýn ne olduðunu anlayamadým. Zât-ý âlînizi o sözde çok hiddetli buldum. Gayet ateþîn bir kalem, bütün elemlerinizi dökmüþtü. Ýhtiva ettiði hakâika mest ve hayrân olduðum halde, saatlerce okudum. Artýk sözlerinizin hiçbirini diðerine tercih (Sh: B-81) edemiyorum. Zira, birine mühim derken, diðeri daha mühim ve bir diðeri ehem olarak kendini gösteriyor. Binâenaleyh, envâr-ý Kur'âniyeyi gökteki yýldýzlara benzetiyorum. Filhakika yýldýzlar parlaklýk itibariyle birbirinden farklý ise de, hepsi yýldýzdýr. Ve ayný menba'dan ahz-ý envâr etmede olduklarýndan, keyfiyetçe yekdîðerinden farký yok gibidir. Sözleriniz aynen böyledir. Her birini yüz defa okusam, yüzbirinci def'a hiç okumamýþ gibi, büyük bir zevk-i mâneviye ile okumam dahi yüksekliðine þâhiddir. Bu babda ne kadar yazsam Sözler hakkýnda hiçbir þey yazmýþ olamýyacaðýmý düþünerek sözüme nihayet veriyorum. Re'fet Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 21. Dezember 2008 Autor Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 95 (Þu fýkra Mes'ud Efendi'nindir.) Ey benim muhterem Üstadým! Hadd-i bülûðumdan bu âna kadar, lâin þeytanýn zýrhýndan ma'mûl bir sanduka derununda kilitlemiþ olduðu, akl-ý uhrevî ve îmanýmý tazyik altýna almýþtý. Duanýz sayesinde ve bana karþý göstermiþ olduðunuz hüsn-ü niyet ve nasihatlerin semeresi olarak, ancak yedi senede, Üstadýmýn dua yumruðuyla lâîn þeytanýn zýrh sandukasý kýrýlarak, imanýmý tekrar teslim ettin ve teslim aldýðýmý þununla isbat ederim ki, duaya kabul buyurduðunuz tarihte, yani Ramazan-ý Þerîfin üçüncü günü beray-ý ziyaret nezdinizde idim. Müfarakatýmdan sonra, Cenâb-ý Hakk'ýn gösterdiði ve sevgili Üstadýma arz eylediðim rü'ya ile, âcizâne tefsîrimde, gündoðudan günindiye doðru olan çayý yani, gündoðudaki duayý almamýþ olsa idim, önümde, elinde sepet ile giden âdem gibi gayya kuyusuna gidecektim. Ben de o kapýnýn önünde durduðum halde, o müessir almýþ olduðum dua sayesinde, o korkunç kapýdan çaðýrýlmayarak, avdetimde geniþ bir caddeden halkýn omuz omuza geçtiði ve bizi mestur bir mevkide seyreylediðimiz o meþak ve mezahime iþtirâk ettirilmediðimiz, ancak Üstad-ý Muhteremimin, Cenâb-ý Hak nezdinde duasýnýn kâbülüdür. Ve Sözlerin mukavemetsûz te'sirleridir. (Sh: B-82) Ben de buna mukabil, Üstadýmýn hâdim olduðu çýðýrý tâkib ile hizmet etmek emelinde isem de, yalnýz ettiðim hizmet kâfi deðildir. O da ancak âhiret menfaatimiz içindir. Yalnýz Cenâb-ý Feyyaz-ý Mutlak hazretlerinden beþ vakitte dua ediyorum: "Ya Rabbi, Ya Rabbi! Yirmiyedi seneden beri, þeytan eleyhi'l-lâ'nenin zýrhlý çelik sandukaya kilitlemiþ olduðu îmanýmý, balyozuyla kýrarak tahlis eden Üstad-ý Ekremime, yani Kur'ân-ý Hakîmin lemeâtý olan Risale-i Nur'un neþrine bir hizmet olarak, bana mânamda göstermiþ olduðun yevm-i mahþerde gayya kuyusu kapýsýnýn aðzýndan çevirmeðe muvaffak olan müfessir-i Kur'âný ve son musannif bulunan Saîd-ün Nursî Hazretlerinin yevm-i mahþerde sancaktarý kýl, Ya Rabbi. Ya Erhamerrâhimîn, velhamdülillâhi rabbil'âlemîn" olan Cenâb-ý Mevlâ'dan evkat-ý hamsede vird-i zebânýmdýr. Ve siz Üstadýmýn kabul buyurmasýný istirham ile el ve ayaklarýnýzdan öperim, Efendim Hazretleri. Mehmed Mes'ud 96 (Ahmed Husrev'in fýkrasýdýr.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Kýymettar Üstadým! Tarih-i mektubdan iki gün evvel idi. Yirmi Yedinci Mektubun Üçüncü Zeylini yazmakla meþguldüm. Hulûsi ve Re'fet Bey, Zekâi ve Sabri Efendi gibi kardeþlerimin, Risaleti'n-Nur ve Mektubatü'n-Nura karþý gösterdikleri ateþîn muhabbetle, kalbî iþtiyaklarýný gösteren kalemleri, beni de heyecana düþürmüþtü. Bu sýrada Bekir Aða, sizden gelen bir mektubla teþrif etti. Bekir Aða, mu'tadýnýn hilâfý olarak, pek gülþen yüzlü idi. Mektubu ayný sevinçle, ba'det-takbil beraber açtýk. Bir varak-pâre-i fâzýlâneleriyle, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kýsmýnýn Sekiz sahifeden ibaret olan Sekizinci remzi üç sekiz tevâfukatýyla kendini gösterdi. (Sh: B-83) Yirmi Yedinci Mektubun Üçüncü Zeylinden hâsýl olan sevinçli bir heyecan-ý kalbî ve Bekir Aða'nýn Üstadýna ve Nurlara karþý kalbî iþtiyakýný gösteren sevimli yüzü ve dört aydan beri beklediðimiz tevâfukatýn gayesinin mebde'ini gösteren Sekizinci Remizdeki, sevgili Üstadýmýzýn manevî bir nur ile parlayan ve gülümseyen, o yüksek en hârika, tatlý sözü, fakir talebenizde öyle bir hâlet-i azîme tevlid etmiþti ki, iþte o dakikam saâdet-i ebediyeye nâil olanlarýn geçirdiði anlardan bir dakika idi. Bu sürur içinde mektubunuzu ve Sekizinci Remzi okudum, okurken her bir cümlenin nihayetinde var ol, mes'ud ol, bahtiyâr ol Üstadým, nidalarý kalbime tercümanlýk eden lisanýmdan ihtiyarsýz dökülüyordu. Ýlk def'a Bekir Aða ile, bir def'a Rüþtü Efendi kardeþimle, bir def'a da Re'fet Bey kardeþimle okudum. Evet Sevgili Üstadým, senelerden beri Kur'ân-ý Azîmü'l-Bürhanýn bahr-i ummanýnda medfun defineleri, Risalet-in-Nur ve Mektubat-ün-Nur ile meydana çýkarmýþdýnýz. Ýþte, azîm bir define daha lütf-i Ýlâhî ile Yirmi dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kýsmýnýn, Sekizinci Remzinde en parlak ve gözler kamaþtýran nurlarýyla tezahür ediyor, kendini gösteriyor. Beþerin nazarýný ister istemez kendine çeviriyor. Bin üç yüz seneden beri, sahib-i insafý hayrette býrakan ve dünyanýn her köþesinde ve beþerin her tabakasýnda, cin ve beþer lisanýnda, semâvatta melek ve ruhanîler lisanýnda, en yüksek makam-ý mümtazý iþgal eden, o Fürkan-ý Ýlâhînin esrar-ý mühimmesinden ve i'caz-ý azîmesinden bir parçasý daha, susmak bilmeyen mu'ciznümâ bir sadâ ve lâtif bir âvâz ve tükenmez bir feyizle karþýmýza çýkýyor. O kýymettar Kur'ân'ýn bugün mükevvenatý yed-i kudretinde tutan ve azamet-i kibriyasýyla idare eden ve azamet-i celâli karþýsýnda her þeyi kendine secde ettiren, bir zât-ý vâcibü'l-vücûdun kelâmý olduðunu, üzerindeki hadsiz damgalariyle gösteren Risalelerinizin kýymeti ne büyüktür. O risalelere nasýl kýymet verilir. Nasýl baþkasýyla muvazene edilir. Nasýl bir baþkasýnýn tefevvuku tahattur edilir. (Sh: B-84) Beþerin zulmetli simasýna nurlar saçan ve tevhid haricindeki her türlü akideleri zîr ü zeber eden ve þâkirdlerine gülümseyerek tatlý bir yüzle bakan ve hoþ ve pek þirin bir lisan ile söyleyen, o risaleler ve o risalelerin sâhibi ve nâþiri olan Sevgili Üstadým, söz talebelerinizin kalblerinde risalelerinizle yaþýyorsunuz. Hem öyle bir surette yaþýyorsunuz ki, küçük bir iþaretinize müheyya talebeleriniz ruhlarýnda ýrmaklarýn çaðladýklarý gibi tevâli eden ve tükenmek bilmeyen Ýlâhî bir muhabbetle yaþýyorsunuz. Hayat-ý fâniyeye veda etseniz bile, büyük büyük cemaatlerin arasýnda hürmetle yâdedileceðinize (Hâþiye) ve nâmýnýzýn dünya ve ukbâda ihtiramla taþýnacaðýna ve Risalelerinizin pek büyük hâhiþle revaçta olacaðýna kaviyyen ümidvârým. Evet, nasýl sözlerim haksýz olsun ki, en tehlikeli anlarda bile, hakký söylemekte susmayan ve pek âli ruhu taþýyan ve talebelerine her an teselli nurlarýný daðýtan, Kur'ân-ý Kerîm'in bugünkü dellâl-ý muhteremi olan Üstadým! Sizin dîn-i mübîn-i Ýslâma olan merbutiyetinize ve o büyük muhabbetinize ve o yüksek sa'yinize mükâfat olarak defter-i hasenâtýnýza Cenâb-ý Vâcibü'l-Vücûd Hazretleri (lâ yu'ad ve lâ yuhsâ) ecirleri yazmasýný rahmet-i Ýlâhiyyeden niyaz ederim. Nasýl bugünkü beþeriyet size ve Risalet-in-Nura medyun olmasýn ki, semâmýzda dolaþan güneþin saçtýðý ve her an ufûlüyle bir baþka âlemi gösteren nurlarý gibi deðil, Kur'ân'ýn arþ-ý âzamýndan gelen nurlara ölmez, tükenmez, sermedî bir nuru, risalelerinizde gösteriyorsunuz. Ýþte o risaleler ki, herbiri baþlý baþýna menba'larý ve mecralarý ayrý ve fakat bir bahr-i muhît-i ummana dökülen nehirler gibidir. (Ehemmiyetli bir hâþiyedir, Üstadýn el yazýsýdýr): (Hâþiye) Ben kardeþim Husrev'in bu makamdaki hissiyatýna iþtirak edemiyorum. Ýnsanlarýn nazarýnda mevki kazanmak ve dillerinde yâd edilmek, hakikat-bîn olanlarca bir þeref deðildir. Eðer, rýzâ-yý Ýlâhî varsa, o rýzanýn cilvesi olarak insanlarda teveccüh görünse bir derece emare-i rýza olmak noktasýnda makbul olabilir. Yoksa arzu edilmemeli. Madem Husrev hakikat-bîndir, elbette benim þahsýma havale ettiði þerefi, Risaleleri niyet ediyor. Zaten o þerefte umum talebeler hissedardýrlar, tek birisine verilmez. (Sh: B-85) Sonsuz olan bu nehirlerin, hangisine varsa nasýl doyuncaya kadar su içmez? El ve yüzlerini temizlemek isteyenler, nasýl oluyor da, bu enhardan istifade etmez? Veyahut arazilerini iska için, cedveller yaparak hangi tarafa götürülse, azîm cemaatler nasýl tefeyyüz etmez? Bu enharda öyle azîm þifalar var ki, hastalar içse, her türlü devayý içinde bulurlar. Yaralýlar içse, bin türlü yaralarýna merhem bulurlar. Ýhtiyarlar içse, hayat-ý ebediyenin civanmerd gençlerinden olurlar. Tazeler içse, saadet-i dâreyni bir anda elde ederler. Risaleleri okuyanlar, sevgili Üstadým! Sizin ne büyük ve âlî bir kalbe mâlik bulunduðunuzu teslim için, bilmem tefekküre ihtiyaç var mý? Bunca zamandan ber "Kur'ân-ý Azîmüþþân'ýn dellâlýyým ve bu kudsî vazifemi hiçbir þeye deðiþmem" diye vâki olan ilânatýnýza, bir kat daha kuvvet veren, bu kerreki neþir buyurduðunuz Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kýsmýnýn sekiz sahifelik olan Sekizinci Remzi ne güzel gösteriyor ve bu gösterilen hakikatlara meftûn olmamak mümkün mü? Ah sevgili Üstadým, lisan ve kalemim müsaid olsa, her bir risale için lâyýk olduklarý þekilde medhiyeler yapýp takdim etsem. Heyhat, herþeyde olduðu gibi, bu hususda da ben fakîrim. Evet sevgili Üstadým! Sevincimizi arttýran bir mes'ele daha var. O da Kenzü'l-Arþ duasýnýn feyzinden gelen bir nükte-i Kur'âniye nâmý altýnda neþredilen iki sahifelik huruf-u hecâiye-i Kur'âniyenin, bu kýsma ilâvesi ve bu kýsmýn da, yazmakta olduðumuz tevâfuklu ve hâþiyeli Kur'ân'ý Kerîm'in baþ tarafýna, umumun istifade ve istifâzalarýnýn kolaylýkla te'minine binâen dercedilmesi hakkýndaki tensib-i fâzýlâneleridir. Bu tensib bizce de, pek çok musib görülmekle, fakir talebenizin nazarýný mâziden hâle, hâlden de istikbâle çeviriyor. Ve istikbaldeki parlayan nurlarý göstermekle, nihayetsiz sürurlara müstaðrak kýlýyorsunuz. Ahmed Husrev (Sh: B-86) 97 (Re'fet'in fýkrasýdýr.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Muhterem ve çok kýymetli Üstadým Efendim! Yirmi dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kýsmýnýn Remzini dikkatle okudum. Ýhtiva ettiði hârika-nümâ rumuzât ve o rumuzâtýn ifade ettiði yüksek hakâik, fakire azim istifadeler te'mîn etti. Ve beni derin derin tefekkürne ve teemmüle sevk eyledi. Çocukluðumdan beri hakâik-ý dîniyeye çok merak eder ve her fýrsattan istifade ederek tedkikat ve tetebbuatta bulunurdum. Ne yazýk ki, emelime muvaffak olamazdým. Bu sebebden yeis ve nevmîdiye dûçar olurdum. Nâmütena-âhi þükürler olsun ol Hallâk-ý Azîm'e ki, zât-ý âliye-i fâzýlâneleri gibi, her asýrda emsâline ender tesadüf olunan bir dâhî-i âzama bizleri mülâki kýldý da, otuz seneden beri ruhumun çok büyük iþtiyak ve tahassürle beklediði bir üstad-ý muhtereme nâil eyledi. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Madem þimdiye kadar böyle hakikatler hiç bir eserde görünmemiþ ve iþitilmemiþtir; yazýlmasý çok muvafýktýr ki, okuyan her ehl-i îmanýn, Kur'ân-ý Hakîmin hazâin-i nâmütenâhiyesinden bir kýsým cevâhiri elde etmek suretiyle, hem aðniyâ-i maneviye adedine dahil olsun ve hem de künûz-i mahfiyeye ýttýlâ kesbetmek gibi, ruh-u beþerin en büyük ihtiyacâtýný tatmin etmiþ bulunsun. Hülâsa, tevâfukat ve rumuzat-ý Kur'âniye, tebþirat-ý azîmeyi ihtiva etmesi itibariyle, kemâl-i hassasiyetle tâkib ve tedkik olunmaktadýr. Bundan dolayý nihayetsiz hürmet ve tâzimatýmý arz eder ve mübarek ellerinizden öperek, Cenâb-ý Hakkýn bize inkiþâf-ý kalbî ihsan buyurmasý hususundaki dua-yý hayriyelerini istirham eylerim, sevgili Üstadým Efendim. Re'fet (Sh: B-87) 98 (Rüþdü'nün fýkrasýdýr.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Pek kýymettar ve pek muhterem Üstadým Efendim Hazretleri! Nurlarýyla kara kalbimi nurlandýrmýþ olduðunuz Mektubatýnýzdan, i'câz-ý Kur'ânîden ihlâs-ý þerif, muavvizeteyn, fâtiha-i þerif surelerinin tevâfukat-ý hurufiye sýrlarýný gösterir, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Remzini din kardeþlerimle birlikte okuduk. Çok þükür, bin þükür elhamdülillâh.Cenâb-ý Vâcibü'l-Vücûd ve Tekaddes hazretlerinin kelâmý olan Kur'ân-ý Azîm-i Hakîmin sýrlarýna hayret ve bütün kalbimle ve lisanýmla (Allahümme nevvir kulûbenâ binûril îmâni vell-Kur'ân) dedim. Üstadým, yeni tevâfukatlý Kur'ân-ý Azîmüþþan'ýn baþ tarafýna, bu Remzin ilâvesi hak ve hakikatý ilân maksadýna muvafýk olsa da, okudukça doymak ve usanmak bilinmeyen ve her okudukça dünya lezzetinden bin kat fazla lezzet veren ve kararmýþ kalbleri nurlandýran ve bize bizim lisanýmýzla hallerimizi teþrih ve tarîk-ý Hakký gösteren Risale-i pürnurlarýnýzda da beraber ayrýca bulunmasý ve Kur'ân-ý Hakîmin baþýna mümkün olursa hem arapçasýnýn ve hem de türkçesinin konulmasý muvafýk olacaðý zannýndayým, Efendim Hazretleri. Rüþdü 99 (Saatçi Lütfi Efendi'nin fýkrasýdýr.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Ý'caz-ý Kur'âniyeden Ýhlâs-ý Þerif'le Muavvizeteyn ve Fâtiha-i þerife surelerinin tevâfukat-ý hurufiye sýrlarýný gösteren, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Remzini aldým. Ve okudum. Neþir (Sh: B-88) buyurulan iþbu risaledeki tevâfukat, þimdiye kadar emsâli nâmesbuk bir sýrrý meydana koymuþ, bu hususa dair mütalâada bulunmak, kuvve-i kalemiyemin ve havsala-i mevcûdemin kat kat fevkýnde bulunmakla beraber, afv ü Üstadânelerine maðruren þu kadar diyebilirim ki, neþir buyurulan risaledeki îzahat, herhangi bir bedbîn ve kör olan bir gafili uyandýrmaða ve hattâ bütün mevcudiyetiyle kararmýþ, kalbleri tenvire ve irþada pek büyük delil bulunduðundan, Muhterem Üstadýmýzýn tasavvurî kararý vechile, her ferdin Kur'ân-ý Azîmül' Bürhan'daki mu'cizatý görmesi için Kur'an'ýn baþ tarafýna derci hususu pek muvafýk görüldüðünü arzeylerim, Efendim Hazretleri. Saatçi Lütfi 100 (Âsým Bey'in fýkrasýdýr.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Üstadýmý bu fakire lütuf ve kereminden ihsan buyuran Kadir-i Mutlak, ezel ve ebed sultaný Cenâb-ý Hayy-i Lâyemût Hazretlerine, her dakikada yüzbinlerce hamd ve þükür etsem - ki ediyorum - yine yüzbinde bir borcumu bile ifâ edemem. لَهُ الْحَمْدُ وَ الْمِنَّةُ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Pür-taksîr olan bu fakir, bilâfasýla otuz dört sene olan hayat-ý askeriyemde, muktezâ-yý beþeriyet, az ve çok mâsiyet fýrtýna ve dalgalarýna tutulmuþ vazife-i dîniye-i uhreviye ve ubûdiyet ciheti pek çok noksan kalmýþ ve hâb-ý gaflet perdesine bürünmekle imrar-ý hayat etmiþ olduðumu þimde anlýyorum ve kusurlu geçmiþ zamanlarýma piþman ve nâdim olup, evvelki güldüklerime þimdi aðlýyorum. Bu da, siz Üstadýma ve Risalelerinize kavuþmakla hâsýl olmuþtur ki, yüzbinlerce þükür Cenâb-ý Hakk sizi bu fakire ihsan buyurdu. Dört sene evvel Burdur'a geldiðimde, kardeþimiz Þeyh Mehmed Efendinin delâlet ve tavassutu ile muhabereye baþlamýþ ve binnetice hikmet-resan ve nur-feþan ve müþkil-küþâ ve kâinatýn muamma-yý týlsýmýný (Sh: B-89) açan anahtarlarý bu fakirin eline veren yine o risalelerdir. Ýþte o bahâ takdir edilemeyen o anahtarlar, öyle mücevherat ve pýrlanta elmaslar ki, ne diyeyim iktidarsýzlýðýmdan lisaným ve kalemim kalbimin tercümaný olamýyor, âciz kalýyor. Þeriat, hakikat ve mârifet hazine ve definelerini küþâd edecek ve eden, ancak ve ancak bu Nur risale-i þerifeleridir. Bu nur risalelerinin her birisi birbirinden nurlu, hele Ý'caz-ý Kur'ân "nûrun alâ nûr" Nasýl tavsîf edeyim, bir gülistan-ý ferah-fezâ, gayet nâdide ve hoþ bu ezhâr-ý lâtife gûna-gûn bulunup da, hangisini koparmaða, koklamaða, tercih etmeye mütehayyir kalýp da, neticede hepsinden bir deste, bir demet yapmaða karar verdiði gibi; bu risale-i þerifeler de yazaný, okuyaný, dinleyeni nur bahçesine, nur deryasýna gark edip de mütefekkir, mütehayyir edip, hepsinden bir çiçek demeti yapmaz da ne yapar! Ýnsaný, fakat o insaný, tahayyür ve tefekkür sahrasýnda mest-i lâya'kýl býrakmaz da ne yapar! Bütün dünyevî beþeriyet ve hayvâniyet hâssalarýndan tecerrüd etmesine, Hâlikýna ubûdiyet-i mütemâdiyede bulunmasýna ... mezmum bilcümle ahlâklarý def ve tardetmesine ilh ... gibi hissiyatiyle mütehassis edip de nefs-i emmareyi öldürmez de ne yapar! Diyebilirim ki, bu Nur risale-i þerifeleri bir gülistan-ý cinândýr. Bu gülistandan istifade edemeyen bed-mâyelere, nasibdâr olamayanlara sad-hezâr teessüf. Ýþte o gibilere ilham-ý Rabbânî eriþsin de, Yirmi Üçüncü Söz risale-i þerifesinin âhirindeki iki levhanýn birincisi ki, hicab-ý gafletten nihaný, ikinci levhadaki zeval-i gafletle âyâna tebdil edebilsinler. Cümle mü'minîn-i muvahhidînin tarîk-i hidâyette hatve-endâz olmalarý için; Cenâb-ý Vâcibü'l-Vücûd Hazretlerine kavlen dua ve tazarrû' etmekliðim ve fiilen de, henüz dörtte birini yazamadýðým, bu Nur risale-i þerifelerinin fakirde mevcut olanlarýný, itimad ettiðim, muhabbet ve aþký olduðunu hissettiðim ihvâna, ezcümle (.........................) gibi zevât-ý muhteremeye, cum'a günleri fakirhanemde toplanýldýðý vakit, bizzat okuyor ve ellerine birer Nur parçalarýndan verip akþama kadar ve bazý geceleri okunmakta devam (Sh: B-90) ediliyor. Hepimiz Cenâb-ý Kâdir-i Kayyûma ubûdiyet ve niyazýmýzý îfa ediyoruz ve Zât-ý Üstadânelerine karþý da, bu borcumuz olan dua-yý Üstadânelerini yâd ve tezkâr ediyoruz. Cenâb-ý Zül-Celâl vel-Kemâl Hazretleri Muhterem Zât-ý Üstadânelerini dünyalar durdukça Nur Risalelerini rehberlikte, delâlette ve nur dellâllýðýnda ilâ-âhirüddeveran kaim buyursun, duasýný her namazýn âhirinde hemþirenizle beraber vird-i zebân etmiþiz, efendim hazretleri. Âsým 101 (Ahmed Galib'in Sözler hakkýnda bir fýkrasýdýr.) Âdem-i ilm-i hakîkattýr sözün, Tercüman-ý kenz ü vahdettir sözün. Hazret-i Hak'dan atâ-yý mahzdýr, Neþ'e-i Þît-i hüviyyettir sözün. Ders-i hikmetten bütün ulvî beyan, Misl-i Ýdrîs, pür-hikmettir sözün. Mevc-i tûfân-ý dalâletten siper, Keþti-i Nuh-u selâmettir sözün. Sarsar-ý ilhaddan inkaz eden, Þû'le-i Hûd-u hidâyettir sözün. Tezkiyet-i bahþ-ý kulûb-u mü'minîn, Sâlih-i dâr-ý emanettir sözün. Vahdetin esrârýný ilân eden, Ol Halîl-veþ asl-ý millettir sözün. Bahþ-ý zemzem eyler, ehl-i hayrâta, Ýsmail-i feyz-i hürmettir sözün. Mahz-ý tahkiktir, hayâletten a'lâ, Sýrr-ý ishak-ý hakikattir sözün. (Sh: B-91) Zümre i Tâgut'u hep berbâd eder, Lût gibi rükn-ü salâbettir sözün. Hep kelâmullah-ý nâtýk þerhidir, Kenz-i Ý'câz-ý risâlettir sözün. Dîn-i Hakkýn neþr ü ta'mîmi için, Fazl-ý isrâil-i kudrettir sözün Hak Cemâliyle Kemâlin gösteren, Hüsn-ü Yûsuf'dan iþarettir sözün. Yokluk içre, varlýða kaim olan, Sabr-ý Eyyub-u metânettir sözün. Mülhid fir'avnlarý gark eyleyen, Tûr-u Mûsâ-i þeriattir sözün. Serteser mizan-ý hikmetle rasîn, Çün Þuayb-i emn ü adalettir sözün. Ehl-i idlâli eden zîr ü zeber, Sanki Hârûn-u fesâhattir sözün. Asker-i Câlûd küfrü mahveder, Savt-ý Dâvud-u hilâfettir sözün. Mârifet-i takvâ ve hikmet mülküne, Bir Süleyman-ý emârettir sözün. Hâsýlý dertlilere dermân eder, Dest-i Lukman-ý hazâkattir sözün. Ba's ü ba'del mevte kaim hüccetin, Çün Üzeyr mazhariyettir sözün. Söz deðil, özdür bütün tibyânýmýz, Vech-i Hakka hep iþarettir sözün. (Sh: B-92) Lübb-i lüb ma'rifettir mâ-hasal, Yüzyüze hakka itâattir sözün. Ehl-i þevke âb-ý hayat bahþ eden, Hýdr-ý bahreyn-i velâyettir sözün. Bâr-ý sýkletten ukûlü kurtaran, Nûr-u Ýlyas-ý riyazettir sözün. Kulluðun efdalini izhâr eden, Zülkifl-i ibadettir sözün. Sed çeker kâfir olan ye'cüclere, Çünki, Zülkarneyn-i kudrettir sözün. Sýrr-ý tesbihatý telkin eyleyen, Misl-i yûnus gavvâs-ý hakîkattir sözün. Rahmet-i Rahmâný hep tezkâr eder, Hamd-i Zekeriyya-yý rahmettir sözün. Tâb ile þerh-i kitab-ý hak eder, Ýlm-i Yahyâ-i verasettir sözün. Mürdeyi ihyâ, körü bîna eder, Nefha-i Ýsâ-yý fýtrattýr sözün. Müjde-i peyman-ý kulûb-u ehl-i hak, Mâhi-i târik-i fetrettir sözün. Ahmet'in mi'racýný eyler beyân, Þerh-i ahkâm-ý Nübüvettir sözün. Hak Teâlâ daima pür-nûr ede, Çünki, irfân-ý saâdettir sözün. Þân-ý üstadda ne dersen Galiba, Ez ki, bir îman-ý hayrettir sözün. Ahmed Galib (Sh: B-93) 102 (Ahmed Galib'in Sözler hakkýndaki arabî fýkrasýdýr.) مُقِيمُ السُّنَّةِ بِاْلاِجْتِهَادِ { قِوَامُ الدِّينِ فِى يَوْمِ الْفَسَادِ سَلَلْتَ السَّيْفَ عَلَى الَّذِينَ ضَلُّوا { عَنِ الْحَقِّ وَ هُمْ اَهْلُ الْعِنَادِ بَيَانُكَ كَانَ صَمْصَمًا شَدِيدًا { عَلَى اَهْلِ الضَّلاَلَةِ وَ اْلاِرْتِدَادِ وَ نَادَيْتَ الْجَوَانِبَ هَلْ اَجَانُوا { اِلَى نَهْجِ الْحَقِيقَةِ وَ السَّدَادِ اَجَابَ اَهْلُ قَلْبٍ طَائِعِينَ { وَ تَهْتَزُّ الْقُلُوبُ بِالْوَدَادِ َلاَنْتَ دَعَوْتَهُمْ سِرًّا وَجَهْرًا { لَقَدْ جَاؤُكَ مِنْ اَقضَى الْبِلاَدِ فَمَاسْتَغْنَوْا عَنِ اْلآيَاتِ طُرًّا { ِلاَنَّهُمْ اَتَوْكَ بِاِعْتِمَادٍ رَأَوْ فِى نُطْقِكُمْ نُورًا جَلِيًّا { فَيَوْمًا بَعْدَ يَوْمٍ مُسْتَزَادٌ فَتَحْتَ عَلَيْهِمْ اَبْوَابًا كَثِيرًا { مِنْ اَقْسَامِ الْعُلُومِ بِالرَّشَادِ جَزَاكَ اللّهُ مِنْ خَيْرٍ كَثِيرٍ { وَ اَعْطَاكَ الصَّفَا فِى كُلِّ وَادٍ وَ يَحْفَظُ قَلْبَكُمْ مِنْ كُلِّ هَمٍّ { وَ آثَارَكَ مِنْ طَوْرِ الْكَسَادِ يُرَوِّجُ نُطْقَكُمْ فِى سُوقِ حِكْمَةٍ { بِاَنْوَارٍ اِلَى يَوْمِ التَّنَادِ اَلاَ لاَتَرْغِبْ عَنْ دَعْوَةِ النَّاسِ { فَبَشِّرْ قَلْبَهُمْ وَ اللّهُ هَادِى (Ahmed Galib'in Sözler hakkýndaki arabî fýkrasýnýn tercümesidir.) Mânevî mücahedeyle, sünneti ihya edip, ikame eden, Þu asrýn fesad gününde dini kuvvetlendirip, Hakla yücelten. Dalâlette olanlarýn üzerine mânevî kýlýncý çektin, Ki onlar þaþmýþ, Hak yolundan sapmýþ ehl-i inâda karþý tektin. Sözlerin, sanki nifaka karþý þimþekler çakan þedid kýlýnçtý, Dîninden dönenlere, dalâlette kalanlara keskin býçaktý. (Sh: B-94) Her tarafa nida ettin, Hakka gelin! Cevap verin! Nura gelin! Hakikat yoluna girip, sýdk ve ihlâs ile her an saðlam durun! Hakta nurla giden ehl-i kalb, sana itâatle cevap verdiler, Muhabbetle dolan kalbler, aþk ve heyecanla coþup titrediler. Evet sen onlarý gerek gizli, gerek açýk Hakka davet ettin, En uzak beldelerden sana þevkle gelip, o nurlara bend ettin. Hak yolunda gördüler seni, istemediler delillerle isbat, Çünkü inanmýþlar doðruluðuna, sana etmiþlerdi itimad. Sözlerinizde gördüler, kalbler aydýnlatan zâhir parlak bir nur, Gün be gün artýyordu, kalblerde nur, yüzlere aksetmiþti sürur. Açmýþtýn Hakka giden çok kapýlarý, avamdan havasa kadar, Esmâ ve sýfattan akseden, muhtelif ilimler tâ arþa kadar. Mücâhedenize mükâfaten, Allah size versin hayr-ý kesîr, Aðlayan gönlünüze, her yerde insin sürur ve safâ-yý kebîr. Korusun kalbinizi Allah, her türlü sýkýntý gam ve kederden, Korusun Mevlâ eserlerinizi, her türlü ziya ve hederden. Hakîm ismine mazhar Sözler, bulsun hikmet çarþýsýnda itibar, Asrýn karanlýðýný tard ile nurlandýrsýn kýyamete kadar. Ey Üstad çekinme, Kur'ân'a çaðýr, insanlarý Hakka et dâvet, Mükâfatý müjdele, kalbleri sevindir, Allah'tandýr hidâyet. Ahmed Galib 103 (Sözler hakkýnda Murad Efendi'nin fýkrasýdýr.) Aziz Dost! Derya-yý maârifden, semâ-yý irfâna ilâhî bir hava ile coþup fýþkýran ve semâ-yý irfandan zemin-i maârife Ýlâhî bir hava ile inen (Sh: B-95) bârân-ý mârifeti ve feyezân-ý hikmeti zemîn ile âsuman arasýnda seyre dalmýþtým. Bu sýrada coþan deryanýn ka'rýndan, sâhil-i beyana bahâ takdîr edilemiyen cevahir geliyordu. Bunlardan bir mikdar olsun almaya iktidarým gelmiyor ve gelemiyordu. Yalnýz görüp alabildiðim bir þey varsa bedî'in cilvesiyle bedî'yatýn neþ'esiyle hayrettir. Murad 104 (Sabri'nin fýkrasýdýr.) Ondördüncü Asrýn elli ikinci sâline yetiþip, ahkâm-ý kat'iyyesiyle mü'mine beraet ve mücrime idâm-ý ebedî kararýnýn infaz ve icrasý gününe kadar, bâki kalacak olan kavânîn-i ezeliye-i Sübhâniyeyi, bilkülliyye hedm ve imhâ etmek âmâl-i bâtýla ve efkâr-ý münafýkanesine kapýlan ehl-i dalâlet, ilk hatvelerini atmak istedikleri sýrada, (keþf-i kablel vuku' olarak), iþbu çelik kal'a tâbir ettiðimiz, Kur'ân-ý mu'cizü'l-Beyânýn müfessir ve mümessili olan (Nur deryasý), zâhiren otuzüç aded, mânen otuz üç milyon elmasý, inci ve mücevherat-ý mütenevvia ve müteaddideyi vücuda getirdikten sonra, asýl kal'anýn bu teþkilât-ý nuraniye ve mühimme dairesinde tanzim ve tarsîni iktiza ettiði hengâmda, ednâ bir amele olarak, yüzbin def'a haddimin fevkýnde olan þu kudsî vazifeye, bu abd-i âciz de, tayin ve kabul edilmekteki tevfikat-ý Sübhâniyeye karþý, secdegâh-ý Rabbaniyede mütalâa ve riya olmasýn, þu fâni vücudumu ârâmsýz ifnâ etsem, o mukaddes vazife dairesinde, bir dakika müþerrefiyetime mukabil ubudiyet etmiþ olamayacaðýmdan, اِلهِى اَنْتَ ذُو فَضْلٍ وَ مَنٍّ وَ اِنِّى ذُو خَطَايَا فَاعْفُ عَنِّى kaside-i þerîfesiyle arz-ý ubudiyet etmekle iktifa ettim. Hulûsî-i Sâni Sabri 105 (Ahmed Husrev'in fýkrasýdýr.) Sevgili Üstadým, Bu hal karþýsýnda kendimi düþünüyorum. Ve bir de, peþinde koþtuðum, bu kudsî hizmete bakýyorum. Cenâb-ý Hakk'ýn lütf-u ihsanlarýna hamdeder ve þükrederken bir kardeþimizin dediði gibi, ben de kendime diyorum ki: (Sh: B-96) Evet Husrev, iyi olan sen deðilsin, tâkib ettiðin yol iyidir, güzeldir, parlaktýr. Ondan daha güzel ve ondan daha parlak ve onlardan daha nurlu, hiçbir þey olamaz diyorum. Sevgili Üstadým, size medyunuz, risalelere medyunuz. Bizi size ve Risalelere ulaþtýran Cenâb-ý Hakk'a medyun ve müteþekkiriz ve hâmidiz. Sevgili Üstadým, mektubunuzda yorgunluðumdan bahs buyuruyorsunuz. Evet, bazen yoruluyorum, fakat yorgunluktan istirahatý arzu eden nefsimi, ruhum vazifeye davet ediyor ve belki bugünkü sa'yim, keffâretü'z-zünûb olur. Çünki, Cenâb-ý Hakk'ýn rahmeti vasi'dir, diyorum. Ýþte bu düþünce ile þevk ve sevince doðru ilerlerken, yazýlarýmýn kýymettar Üstadýmý memnun etmesi, bu hâlimi kat kat tezyid ediyor. Elhamdülillâhi hâzâ min fadli Rabbî. Ahmed Husrev 106 (Küçük Zühdü'nün fýkrasýdýr.) Yirmi Dokuzuncu Mektubun, Yedinci Kýsmýný akþam fakirhanede Bekir Aða ile beraber bazý hususî arkadaþlarýmýzla okuduk. Ve son Risalenin dinsizleri iskâta kâfi geleceðine hepimiz kanâat ve îman getirdik. Küçük Zühdü 107 (Sabri'nin fýkrasýdýr.) Vakit vakit mukaddesat-ý dîniyeye, ehl-i dalâletin icra etmekte olduklarý hücumlarla, ruhumda açýlan cerihalarýn teellümatiyle müteellim olduðum bir anda, muhterem Bekir Aða Hýzýr gibi yetiþerek, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Yedinci Kýsmýný sunup, derdime derman oldu. Evet eczâhene-i Kur'ân'ýn müstahzarâtýndan ve ancak binden bir nisbetindeki hikmetinden olan iþbu dürr-i meknûn, es'ile ve ecvibe, iþaret ve sarahatiyle tedavi ile, maðmûm kalbimi tesrîr ve müteessir vicdanýmý tenvir ve mükedder ruhumu mahzûz edince dedim: "Aman yâ Rabbi! Sen, Resûlün ve Habîbin Muhammed (Sh: B-97) Mustafa'nýn (A.S.M.) hakikî ümmetine öyle bir tükenmez hazâin-i hikmet bahþetmiþsin ki, o hazine-i kudsiye l35l sene ahkâm-ý ezelîsi ve ferman-ý ebedîsiyle öyle bir hayat-ý bâkiye ihsan etmiþ ki, hakikî verese-i enbiya olan ulemâ-i be-nâm, en kýsa bir âyetten nice hakâik-ý nâmütenâhiye istinbat ve istihraç ederek ümmet-i Muhammedin kulûb-i mecrûhalarýný Kur'ân-ý Mu'cizü'l-Beyânýn âb-ý hayatýyla ihya buyuruyorsunuz. Ey Mâlikü'l-mülk, ey Hâlik-ý Zülcelâl, ey Hâkim-i Bîmisâl! Senin Zât-ý Azamet-i Kibriyâna iltica ederek niyaz ediyorum, þöyle ki: Ahkâm-ý Kur'âniyyeyi i'lâ ve tarîk-ý Ahmediyeyi ibka ve hakikî verese-i enbiyanýn âmâl ve makâsýdýný teshil ve teysir buyurarak, bu bîçâre kullarýný Kur'ân-ý Azîmüþþânýn daire-i nuraniyesinde mes'udâne i'lâ-yý kelimetullah etmeyi göstermeden hayat-ý bâkiye âlemine göçürme Allahým, diyerek zâhirî ve bâtýnî gözlerimi levâih-ý Kur'âniye ile perdeledim, üstadým efendim. Pür-kusur talebeniz Sabri 108 (Sözleri müþtaklarýn ellerine yetiþtiren kardeþim Bekir Aða'nýn fýkrasýdýr.) Elimizdeki hakâik-ý Kur'âniyeyi câmi' Nur risaleleri, her an ve zaman bizi tarîk-ý hakikatýn nurlarýna istiðrak ederek, þu zaman-ý hâzýranýn ehl-i îmanýn kalbine verdiði ýzdýrabý izâle etmektedir. Hakka þükürler olsun ki, ehl-i îmanýn üzerine musallat olan ve gayr-ý kâbil-i tahammül olan hâlât karþýsýnda, îman ve irþâdýn nuranî dairesi dahilinde, hak ve hakikata lâyýk bir vazifede istihdam ediliyoruz. Þu zamanda yegâne medar-ý tesellimiz olan þey, ancak Erhamürrâhimînin tavassutunuzla, bize kavuþturduðu hakikatlardýr. Lisaným, þükranlarýma tercüman olamýyor. Ne söyleyeceðimi bilmiyorum. Ancak söyliyebildiðim þey, beklediðim ümid, benim ve ehl-i îmanýn, bilhassa risalelerle alâkadar kardeþlerimin iki cihanda mesrur olmalarýný ve bilhassa baþta Üstadýmýzýn kudsî ve pek azîm hizmetinden, Hâlik-ý kâinat hazretlerinin râzý olmasýný temenniden ibaret kalýyor. Bu günkü ahvâl-i müessifeden müteessir (Sh: B-98) olmamak mümkün deðil. Allah iyi yapar, Ýnþâallah. Ben câhilim, bu kadar yazabildim. O sözlerin kýymetini tariften âcizim. ne kadar yazsam, o eserlerin kýymetinden binde bir nebzesini gösteremez. Talebeniz Emrullah Oðlu Bekir 109 Tarikat hakkýnda olan Telvihat-ý Tis'a münasebetiyle yazýlmýþ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Sevgili ve kýymettar Üstadým, Efendim! Hâfýz Ali Efendi kardeþimle irsal buyurulan Yirmi Dokuzuncu Mektubun Dokuzuncu Kýsmýný pek büyük bir sevinçle aldým ve okudum. Kýsmen kardeþlerimle, kýsmen de yalnýz baþýma, beþ-altý def'a okuduðum halde, bu risalenin ruhuma ilka eylediði nuranî feyizleri karþýsýnda okudukça okumak ihtiyacým artýyordu. Ve senelerden beri müþtaký bulunduðum tarikatýn böyle ulvî, nezih, âlî hakikatlarýný öðreten bu kýymettar risaleyi elimden býrakamýyorum. Her okudukça baþka bir zevki veren ve kendi arkadaþlarý olan diðer risaleler gibi, her bakýþta baþka bir güzellik ve letâfet gösteren bu risaleyi ve içindeki ulvî ve âlî hakikatlarý bize okuyan levhalarýn münderecatýný belki dört-beþ seneden beri arýyor, bulamýyordum. Sevgili Üstadým, Allah sizden ebediyyen razý olsun. Nasýl ki, bahr-ý muhit içerisinde yaþadýklarý halde, susuz kalmalarýndan dolayý deðil, belki kendilerinde zîkýymet þeylerin husûlü için, nisan yaðmuruna þiddetli bir alâka ile ihtiyaç gösteren balýklar gibi, benim de bu risaleye ihtiyacým þiddetli idi. Cenâb-ý Hak ve feyyaz-ý mutlak hazretlerine bînihâye þükür olsun ki, hayatýmýn bu karanlýk sahifesini de arzularýmýn pek fevkýnde olarak nurlandýrdý. Evet, bu risalenin fakir talebenizde hasýl ettiði te'sir ve intiba'larýný, kalemle ifadeden her vakit için âcizim. Küçük küçük cümleleri ve anahtarlariyle pek büyük define ve hazineleri açan ve (Sh: B-99) azîm girdablarý kapatan ve tarîkatýn nezih, âli ve çok yüksek feyizli, sürurlu, zevkli, doyulmaz ve býrakýlmaz bir yol olduðunu ders veren, bu kýymettar risaleyi çok ehemmiyetli buluyorum. Ve bilhassa tarikata mensup olup da, hâricin ittihâmýndan kaçýnan veyahut öðrenmek ve anlamak istedikleri halde muvaffak olamayan ve alâkadar olmak isteyen kardeþlerimi, bu risaleye mâlikiyetlerinden dolayý tebrik etmekte, kendimi çok haklý görüyorum. Kýymettar Üstadým! Risalenin geri kalan kýsmýnýn da, bir an evvel ikmaliyle, istifade ve istifazamýz için irsal buyurulmasýný, dest ve dâmenlerinizi öperek niyaz etmekteyim. Ve ikmal ve irsaline de, arkadaþlarýmla birlikte sabýrsýzlýkla intizarýmýzý arz ediyorum, Efendim Hazretleri. Elbaki Hüvelbaki Hakir Talebeniz Ahmed Husrev 110 (Küçük Husrev Mehmed Feyzi'nin bir fýkrasýdýr.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Kýymettar Üstadým, Efendim! Çeþm-i im'ânýmla kýldým, Risale-i Nur'a nazar Yoktur imkân yaza mislin, efrâd-ý beþer Bu ne elfaz, bu ne ma'nâ, bu ne üslûb-u hasen, Okudukça müncelî olmakda, dâim bir hüsün. Bârekâllah ey mukaddes Nur-u Hudâ Sendedir envâr-ý tevfîk-i Ýlâhî, rûþenâ. Âfitâbýn nûru zâildir, bu nûr emân verir, Subh-u mahþerde uyun-u mü'minîne incilâ. Her harfi þem'a-i feyz-i Ýlâhî, cilveger, Zevk alýr baktýkça insan, bütün eþyadan geçer. (Sh: B-100) Eyliyor ta'lîm-i îmân-ý tahkikî cümla âleme, Kim Olur sýdk ile, iner feyz-i Rahman kalbine. Hall eder týlsým-ý kâinatý, her harfi dünyaya deðer, Ýlm-i nâfidir, yazýlýr ecr-i cezîl, tâ kýyâmet bîkeder. Hâsýlý, bilcümle meknûzât-ý hikmet-perverin, Her biridir ehline, bir âfitâb-ý Hak-nümâ. ilâhi bihakký Esmâikel-Hüsnâ, Tâ kýyâmet münteþir olsun, uyûn-u ehli Hak bulsun cilâ. Ey müellif-i risale-i Nur, ger edersin iftihar becâdýr, Gýbta ederse cümle ihvânýn sana, çok sezâdýr. Çünkü eyledin îman-ý tahkika bir memer, Elde ettin þâh-ý eserle zuhr-i yevmil mefer. Bilirim deðilsin enbiyâdan bir nebî (Hâþiye), Lâkin elinde nedir bu nûr-u mu'teber. Feyzi baþetme tatvîl-i kelâm, Eyler elbet, ehl-i irfan, arz-ý tahsîn-i eser. Fakir Talebeniz Küçük Hüsrev Mehmed Feyzi (Hâþiye) Mevlânâ Câmi, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî hakkýnda demiþ: مَن ِه كُويَمْ دَرْ وَصْفِ آنْ عَالِى جَنَابْ { نِيسْتْ َيْغَمْبَرْ وَلِى دَارَدْ كِتَابْ Câminin bu fýkrasýnýn meâline iþaret etmek istiyor. (Sh: B-101) 111 YÝRMÝ YEDÝNCÝ MEKTUBUN ÜÇÜNCÜ KISMI VE ÜÇÜNCÜ ZEYLÝN NÝHAYETÝDÝR (Ýkinci Sabrî ve Ýkinci Husrev ve Birinci Ali'nin fýkrasýdýr.) Ey Yüce Üstad! Cenâb-ý Erhamürrâhimîn'e çok þükürler ki, size, o muazzam Kitâb-ý Mübînin hazine-i hakâikýnýn miftahýný, rahmetiyle ihsan buyurmuþ. O hakâik-ý azîme ki, bütün dünya halkýnýn eþedd-i ihtiyaç ve atþ ile, sabýrsýzlýkla, müterreddid, mütehayyir, "acaba bir âb-ý hayat bulacak mýyýz?" diye bir hâlette iken, o mahfuz ve mestur zemzeme-i azîmenin musluklarýný açarak, her meþreb ehlinin müracaatlarýnda içirilmemek kabil olmayan bir tarzda, cüz'î, küllî hatta pek âmî olanlar bile bir damla ile hararetini kestirecek derecede vazife-i âliyenizde münteþir, tekellüfsüz, tasannûsuz, çok cihetlerle kanâat-ý kâmile ile þahid olabildiðimiz bu vazife ile muvazzaf ve ancak ilm-i bînihâyeden lemeân eden, arþ-ý Hudâ'ya nazar ile âleme rahmete vesile olduðunuz hengâmda ne diyebilmek mümkün ve ne cesaret! Hem bütün mümkinatla alâkadar, o muhit ve ehass-ý havassýn bile tam fâik derecesinde massedebilmesi, bence baîd diyebileceðim serâser nur olan eserlere, fakir gibi, her hususta nýsf deðil hiçin hiçi olanlarýn, bu hususta mütalâa deðil, elime kalem alýp o mübarek fikr-i âlinin içine müþevveþ fikrimi karýþtýrmaktan korkuyorum ve cesaret edemiyorum. Gaye-i maksad olan, yalnýz Üstadým, her hususta muvaffakýyete kýsa nazarým ile bakýyorum. Muvaffakýyetler neticesi, bizim için bir eyyam-ý mübareke uzaktan uzaða görünüyor. (Sh: B-102) Ýnþâallah o yevm-i mev'ûdu, duanýz himmetiyle göreceðiz ve biz görmezsek, fütuhat-ý azîme nâil olan eserleriniz, pek bâlâ bir mevkide kahramanâne müþahede edecekleri þübhesizdir. Cenâb-ý Hak sizden ebedî râzý olsun. Dua-yý âciziyeden baþka bir mütalâa dermeyan edemiyeceðimden o hususu; fikr-i âlî, kalb-i sâfî kardeþlerime havâle edip, el ve eteklerinize yüzlerim sürerek, kýrýk dökük sözlerimden affýnýzý dilerim. Üstadým, bu üçüncü nükte-i kenziyeyi mütalâa ettim. Sûre-i Alâk-ý Mübareðin hurûfâtýnýn îma ettiði sýrlar karþýsýnda hayretimden gayr-i ihtiyârî, "Allah, Allah" lâfz-ý celâli aðzýmdan çýkmakla öz ve gözlerim hazin hazin yaþarýyordu ve þöyle düþünüyordum: Evet nasýl ki, kâinatýn her zerresi Hâlik-ý kâinata þehadet ve gülümseyerek haber veriyorlar. Öyle de, kâinatýn haritasý olan Kur'ân-ý Hakîmin vücudunu teþkil eden harfleri de, hâdisat-ý kevniyenin mâzi, hal ve müstakbeline lisan-ý halleriyle þehadet edecekleri bedihîdir diyorum. Bu düþüncemin îzahýný nihayetteki ihtarýnda buldum, elhamdülillâh dedim. Hele mübarek Sûre-i Rahman, þu zamanýn efkâr-ý bâtýla ve fir'avn-meþreb kafalara yýldýrým-misâl sâika ile pek sarih bir sûrette, her iþi Rahmânürrahîmin diye isbat ve otuz bir defa bir cümle tekrar ile, çör-çöpten ibaret olan tabiiyyun ve maddiyyun tahassungâhlarýný, o kudsî harflerinin remziyle zîr ü zeber ediyor. Zaten Üstadým, çok yerlerde de beyan buyurduðunuz gibi, bu kâinat kitabýný açan Kâdir-i Zülcelâl ve Hâkim-i Zülkemâl, o kitabý kapayýncaya kadar, o kitabýn sahife, satýr, harf ve noktalarýný hakkýyla îzah edecek ve hikmetini gösterecek bir müfessir, bir muarrifi ve o muarrifin verese-i hakikisini rahmeti muktezasý ile eksik etmeyecek. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Evet Üstadým! Þâhidim ki, çok yorgunsunuz ve yoruluyorsunuz. Fakat o vazifenin kudsiyeti yorgunluða deðil, her þeye tercih edileceðini buyuruyorsunuz. Madem þu zamanda iki mühim cereyan-ý azîmenin birisinin kumandasýný Cenâb-ý Hak size tahmil (Sh: B-103) etmiþ oluyor ki, bütün dünya Kur'ân'ýn beyan ve esrârýndan mânen sizi dinliyor, inþâallah her vakit dinleyecek. Bu nânevî muharebe zamanýnda netice-i muharebe yalnýz insanlarýn izmihlâline deðil, belki bütün mevcudatýn netice-i tahribini taþýyan ve istîmâl eden muharriblerledir. Öyle ise siz yalnýz bize deðil, ilâ yevmil kýyâm bâki kalacak müslüman yavrularýnýn yaralanmamasý için zýrh; ve bir endahtta dünyayý sarsan, gürûh-ý hazeleyi boðucu dumanlar içinde býrakan, Kur'ân-ý Hakîmin son sistem malzeme-i mübarekelerini îcada vesilesiniz. Var ol ey sevgili Üstadým! Hemen, Rabbim yorgunluðunuza bedel bin ehl-i gazâ sevâbý ihsan buyursun, âmin. Affýnýza maðruren þunu diyeceðim ki: Madem, mânevî cihad zamanýdýr, muvazzaf askeriz ve askerlikten lezzet aldýðýmýzý söylüyoruz, düþman hem dessas, hem surî kuvvetlicedir. Kýlýnç hasma göre çekilir düsturiyle, sizin telâþsýz ve ârâmsýz sa'yiniz gözönünde iken, cephemize hile tuzaðý addedilen hubb-ý câh ve sermaye-i dünya gibi, çok câzibedar þeylerle bizi aldattýklarýný bilmeliyiz. Ve cepheyi býrakýp, âfil þeylere aldanýp, çok mübârek ve mukaddes þeylerin ayak altýnda kalmasýna sebebiyet vermemek için, ancak ve ancak Cenâb-ý Kibriyânýn azamet ve kudretinden þümullü rahmetinden ve þâh-ý Levlâkin himmet-i âmmesinden ve zât-ý üstadânelerinin makbul ed'iyelerinden gece ve gündüz hissemend olmamazý niyaz ediyorum ve böyle îmaným var ve her dakika ârâmsýz bekliyorum. Hafýz Ali (Rahmetullahi Aleyh) 112 (Hulûsi Bey'in bir fýkrasýdýr.) Yirmi Dokuzuncu Mektubun Yedinci Kýsmý þeâr-i Ýslâmiyenin taðyirine asla râzý olmayan ve tahammül edemeyerek kulaklarýný týkayanlarýn kanaatlerindeki isabete kat'î bir hüccet. 2- Te'vilkârâne (zâhiri muvafakat gösteriyorum) iddiasýnda bulunanlarý, birinci zümreye ilhak ettirecek müessir bir kuvvet. (Sh: B-104) 3- Ulemâ-üs-sû' ahzâbýna þedid bir tokat. 4- Muhtelif nâm ve vesilelerle, dinsizlik gayesiyle bid'alar çýkaranlara, kâhir bir darbe-i kudret ve tavk-ý lânet. 5- Beþinci ve altýncý iþaretler, ýslâh-ý âlemin bizzat Hazret-i Mehdî'nin zuhuruna vabeste olduðuna kanaat eden zümreden, bu zât-ý âlîþânýn dahi bu emirde muktedir olmasýnda þübhe duyanlarýn, bu vehimlerini bertaraf edecek, itimadlarýný te'min edecek, gayet kuvvetli güneþ gibi bir hakikat. 6- Yedinci iþaret, bu asrýn en mâkul mücahedesinin nasýl yapýlmak iktiza ettiðine delalet eden, mahz-ý hikmet gibi hâssalarý câmidir. Âciz kardeþinizin kýsa vasfý da, elbette aczine þehadet eder. Yoksa bu hakâîký lâyýkýyla vasfeylemek, bu bîçârenin haddi deðildir. Dünyevî meþgalem, hususî iþlerimiz ve pederime yardým gibi, mecburî ahval ve duygular, evvel ve âhir arz ettiðim gibi, hizmet-i Kur'âniyedeki vazifeme çok mâni oluyor. Ne yapayým. (Elhamdülilâh, alâ külli hâl) diyorum. Duanýza çok muhtacým ve muhtacýz. Biz her vakit sevgili Üstadýmýza duada bulunuyoruz. Hulûsi 113 (Sabri'nin fýkrasýdýr.) Üstad-ý Ekremim Efendim Hazretleri! Ekalli, kýrk seneden beri hakikat âleminde nurlar saçan nuranî, kudsî, feyizli sözlerin kâffesi, bütün safahatýnda tarikat ve seyr-i sülûke ait pencereleri küþâd ile, müþtaklara temaþa ve berk-i hâtif misâl (teâlev eyyühel ihvân) nidâ-i belîði ile dâvet etmekte iken, dürbünî bir nazara mâlik olanlar, pek âþikâre görüp ve dinleyip iltica etmekte iseler de, bu abd-i pürkusur onlarla omuz omuza yürüyen, tarikatýn ne demek olduðunu, matla'-ý þems-i füyuzat ve memba'-ý fevz-i necat olan, Yirmi Dokuzuncu Mektubun dokuz levha-i saadeti câmi Dokuzuncu Nüktesini okuduktan sonra, alâ kadri'l-istitâa (Sh: B-105) öðrendim. Nihayetsiz füyuzat ve hadsiz ezvâk-ý mütenevviayý hâvi olduðunu, bir kat daha tasdik ettim. Elhamdülillâh, þu nüktede nura muhtaç kalbime lâyuad nurlar bahþedildi. Kalbimin hissedip, lisanýmýn ifadeye muktedir olamadýðý derya-yý hakikata dalarak, þu eser-i giranbahânýn þâyân-ý men ve þükrân olduðunu arz ve mâba'dýnýn tevâli ve temadisini can ve yürekten taleb ve temenni etmekte iken, iþte tetimmesi olan üç telvih de ihsan buyuruldu. Bu hâtime kýsmý, vartalardan kurtulmak çaresini gösteren irþad ve îkazlarýyla, cidden bir levha-i saâdet ve bâis-i hayât-ý mücedded olmuþtur. Acaba her an, en az binbir nevi semere-i saâdet ile teðaddi etmekten kaçan ve cadde-i kübrâya asla lâyýk olmayan, iftira ve isnâdât perdelerini görüp, þu meþ'ale-i adîmü'l-misâli söndürmek, zulümat ve dalâlât vadilerine yol açmak isteyen bakar körlere, ne demeli? Nazîrsiz þu'leleriyle asr-ý hâzýrý ihyâ ve tenvir ve istikbâlin krokisini bihakkýn tanzim ve tahkim eden nurlar, ilelebed pâyidar olsun. Dilerim, Bâri-i Teâlâ hazretlerinden ki, þu âsâr-ý Pürnûrun, bütün ümmet-i Muhammed (A.S.M.)'a ta'mîmine muvaffakýyet ve müyesseriyet ihsân buyursun. Âmin. Sabri 114 (Husrev'in fýkrasýdýr.) Sevgili Üstadým Efendim, Kenzü'l-arþ duasýnýn feyzinden gelen bir nükte-i Kur'âniye'de, yanlýþlýðýn tarafýmýzdan nasýl karþýlandýðýný suâl eden ve hatâsýnýn esbabýný bize îzah eden, sevimli mektubunuzu aldým. Bu kýsmý, Sûre-i Kevser'in lâtif ve yüksek tevâfukatýný gösteren Altýncý Remiz'le ve bir de büyük bir fâtihten, daha büyük olan tarikata ait kýsýmla beraber okudum. Bu hafta sevincim ve þevkim pek ziyâde idi. Bir taraftan, senelerden beri tab'edilmesi ve âlem-i Ýslâma neþredilmesi için (Sh: B-106) istinsah edilen, o kýymettâr mahzen-i hakâik; emin vâdilere gönderiliyordu. diðer taraftan, þu baharýn câzibedar güzelliðinden, pek çok yüksek bir nûraniyetle karþýmýza çýkan Yirmi Dokuzuncu Mektub'un her bir kýsmýnýn verdiði zevk-i mânevî içerisinde yaþýyorduk. Kenzü'l-arþ duasýnýn feyzinden gelen ikinci bir nükte-i Kur'âniyeyi, mektubunuz gelmeden evvel arkadaþlarla birlikte tekrar okuduk. Tedkik gâyesi hiç birimizde olmadýðý için, on dakika içerisinde, yazýlan bu kýsmýn nûrânî þû'leleri arasýnda kaldýk. Okurken, aðzýmýzdan arada sýrada çýkan sadâ-yý hayret ve taaccübden baþka bir þey iþitilmiyor ve yüzümüzden akan beþâþet, duyduðumuz manevî zevki, târife kâfi geliyordu... Sevgili Üstadým! Her bir risale aramýzda pek büyük bir sevinçle karþýlandýðý ve hayretle okunduðu ve lâyýk olduðu þekilde hürmet gördüðü için, her nasýlsa vâki olan hatam hakkýndaki mektubunuzu aldýðým vakit, kýymettar üstadým, bu hali bize ihtar etmeseydiniz, biz hiç bir vakit böyle þeyle meþgul olmayacaktýk ve "yanlýþ var" diyenlere karþý da hak dâva edeceðimizde hiç tereddüt etmeyecektik. Sûre-i Kevser'in ve Sekizinci Remzin tevâfukat-ý hurufiyeleri üzerinde birer birer tedkikatta bulunmuþ ve hiç birinde noksan bulamamýþtýr. Esasen bu tedkikatýmýz, noksan aramak gayesiyle deðil, belki tevsi malûmat ve bir de mânevî gýdamýzý almak için vukû buluyordu. Bu akþam fakirhanede Re'fet, Lütfi, Rüþdü Efendi kardeþlerimle oturmuþ bu hususta tekrar konuþmuþtuk. Hepimiz diyorduk: Üstadýmýz bize söylemekte, hiç bir þeyden çekinmediðini biliyoruz. Ýþte bu hâl bizlere kâfidir. Þimdiye kadar da böyle bir þey vukû bulmuþ deðildir. Bu hususta en büyük þâhid; bu Risaleler, ilmi kendilerine isnad eden zâtlarýn ellerinde gezdiði halde, onlarý da tasdike mecbur etmiþtir. Ýþte sevgili üstadým... Bu hâdisat dimaðýmýzý daha ziyade takviye etmiþ bulunuyor ve bizi size daha ziyade rabtediyor. Her hususta bizi himâye ve vikâye etmekte olduðunuza kâfî ve daha kat'î bir bürhan yerine geçmiþ bulunuyor. (Sh: B-107) Sevgili Üstadým... Bu hafta hatt-ý destinizle pek çok zahmet çekerek, bin müþkilât içerisinde yazdýðýnýz bütün Kur'ân'daki tevâfukatý gösterir bir nükteyi daha aldým. Bundan baþka bu nükte gibi umumî olup, yalnýz tarzlarý ayrý olmak üzere iki tevâfukat listesi daha yazýlacaðý iþ'âr buyuruluyor. Onlarý da sabýrsýzlýkla bekliyoruz ve yorgunluðunuzu hatýrladýkça, yüreklerimiz sýzlýyor. ;Cenâb-ý Hakk, sizlere lâyýk bir tarzda hayr-ý kesir ihsan eylesin. Âmin... Husrev 115 (Husrev'in fýkrasýdýr.) Sevgili Üstadým, Muhterem Efendim, Kur'ân-ý Kerîm'in âyât ve kelimât ve hurufâtýnda görünen ihtilâf bertaraf edilmek üzere, yeniden hakikî ve esaslý bir sûrette âyât ve kelimât ve hurufâtýn tesbit edileceði hakkýndaki iþ'âr-ý fâzýlâneleri, cidden þâyân-ý tebþirdir. Bu ve bu gibi ahvâl, bizi üstadýmýzýn ulvî ve umumî olan vazifesinde her vakit için Cenâb-ý Hakk'tan muvaffakýyet talebinde bulunmaklýða sevk ediyor. Bilhassa kardeþimiz Hacý Nuh Bey'e yazýlan mektub sûreti ve buna mümâsil diðer mektûbât, bizim hayatýmýzý deðiþtirmiþ ve müstakbeldeki hayatýmýza nurlar serptiði gibi, bugünkü insanlýðýn giriftar olduðu riyakârlýk, tabasbus ve temellûk ve emsâli gibi pek çok ahlâk-ý rezîleden kurtarmýþ ve her birerlerinin yerlerine de ahlâk-ý hasene fidanlarý gars ederek, birer þecere-i âliye ve nâfizenin vücuda, gelmesine sebebiyet vermiþtir. Hattâ o kadar diyebilirim ki, bugünkü beþeriyetin duygularýndan bambaþka bir hayata sevk etmiþ ve her ân, "Halikýmýz bizden ne suretle râzý olacak ve bugün ne gibi bir sa'y ile sahife-i hayatýmý kapatacaðým. Acaba ümmeti bulunduðumuz o sevgili Peygamber-i Zîþân Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin, dalâlet yolunu tutan veyahut dalâlete gidenlerin arkalarýndan giden ümmetlerini, ne suretle tarîk-ý hidâyete getirmek için sa'y etsek hoþnudiyet-i Peygamberî'yi (A.S.M.) celbedebiliriz" duygularý ve mefkûreleriyle yaþatmaktadýr. (Sh: B-108) Kýymettar üstadlarýna her hatvede ittibaý seven o talebelerinizin ruhlarýnda, üstadlarýnýn en güzel fýkrasý olan "Kur'ân-ý Azîmüþþâna fedâ olan bu baþ, baþkalara eðilmeyecek." sözü hayatýmýzda en güzel ve en büyük bir miftah ve bir düstur olmuþtur. Ýþte bu hayatta, bu zevkle yaþadýðýmýz için, bu vâdideki korku denilen mevhum kuvvet, talebelerinizin hak uðrunda gösterdikleri cesâretten korkmaktadýr. Rýzâ-i Ýlâhî uðrunda her gelecek hâle memnuniyetle göðüs germeyi, üstadlarýnýn hâlinden her gün ve her an ders alan talebelerinize ve kardeþlerime hayýrlý muvafakýyetler ve saâdetler temenni ederken; sevgili üstadým; size de lâyýk olduðunuzdan daha güzel bir þekilde ve daha elyâk bir tarzda eltaf-ý Sübhaniyeye nâiliyetiniz için dua eder ve dâmenlerinizi kemâl-i hürmet ve tâzimle öperim, efendim hazretleri ... Husrev 116 (Nasuhizade Þeyh Mehmed Efendi'nin fýkrasýdýr.) Bülbül-i Baðistan-ý Kur'ân, Üstad-ý Ekremim, Efendim Hazretleri!.. Mürþid-i ekmel, þeyhim Hacý Rahmi Sultan Hazretleri, seferberliðin ikinci senesinde irtihâl-i dâr-ý bekâ buyurdular. Burdur'u teþrifinizden bir ay evvel, merhum Rahmi Sultan ile beraber bir câmi-i þerifte bir kaç cemaatla bulunmakta iken, sükût-ý hâl-i murakabeye varýldý. Bazý velîler ruhânî teþrif buyurdular. Nihayette, siz üstadým teþrif buyurdunuz. Bir cezbe-i Rahman zuhur ile uyandým, kendime geldim. bir ay sonra Burdur'u teþrif ile, bazý yevm sahbet-i irfâniyenizde bulunup ruhlarýmýza gýda bahþolundu. Þu tulûâtýmý arza ictisâr ediyorum, halka-i hakikatte devrandadýr ol mübârek üstad. Kavuþturdular ruhunu, ervâh-ý enbiyaya ânýn. Mest-i müstaðrak olup hayrettedir ol mübârek üstad. Mübârek Kur'ân'ýn dellâlýsýn dediler âna. Sözleri cândýr, onu tutmayan ruhsuzdur hemân, (Sh: B-109) Bütün söylediði nur-u hikmettir ânýn. Mi'râc-ý ruhânîde devrandadýr ol mübârek üstad. Kalbim içre feyz-i Nurun görmüþem hemân. Ýçi umman-ý vahdette, dýþý sahrâ-yý kesrette görünür üstad. Dünyada, uhrâda refik olalým âna. Umarým Mevlâm ihsân eder biz âciz kullarýna, Nasûhîzâde Mehmed, söyledi hemân bu sýrlarý. Hazine-i Kur'ân'ýn bir miftâhýdýr, Hazret-i üstad. Nasûhizâde Þeyh Mehmed 117 (Âsým Bey'in fýkrasýdýr.) Muhterem Üstadým Efendim Hazretleri! Bu arîzamý takdim ve tasdîa iki sebeb-i mücbir hâsýl oldu: Birincisi: Sevgili üstadýmýn geçenki iltifatnâmelerinin bir fýkrasýnda buyuruluyor ki: "Bu fakir ile aziz kardeþim Husrev gibi yüksek, ciddî, hâlis kardeþ ve talebelerimi, âhir-i ömrümüze kadar hizmet-i Kur'ân'da dâim eylesin." Muazzez üstadýmýn bu dua, bu niyaz ve himmetlerine bütün mevcudiyetimle âmin dedim. Ve dâima da diyorum. Ve Cenâb-ý Lemyezel Hazretlerine de dâima niyâzým budur. Ve pek muhterem ve pek sevdiðim üstadýmýn dua ve himmeti sürur, sevinç gözyaþlarýmý akýttýrýyordu. Bu fýkra ve cümleyi tâkib eden ikinci fýkra ki; aynen yazýyorum: "Ve ben öldüðümde sizi arkamda vâris býrakarak ferah ile kedersiz kabrime girmek Rahmet-i Ýlâhiyeden ümid ederim." Burasý beni çok düþündürdü ve hiç bir dakika üstadýmýn bu arzu, bu taleb ve Rahmet-i Ýlâhiyeden bu ümidi zihnimden ve fikrimden ve kuvve-i hayâlimden hiç çýkmýyor. Binaenaleyh, bu fakraya bütün zerrât-ý mevcudiyetimle "âmîn" dedim ve Cenâb-ý Hakk'ýn fazl u keremini tazarru ve niyâz ettim. Bununla beraber -ya hazret riyâ deðil, taszannu' deðil, içimden doðuyor - gönül þöyle istiyor ve arzu ediyor. Bu fakir, üstadýmdan (Sh: B-110) evvel kabre girsin ve siz, dâr-ý bekanýn ilk kapýsýna gelinceye kadar, dâr-ý dünyada bulununuz ki, bu fakir ve muhtaç olan talebenize arkasýndan göndereceðiniz dua ve hediyenizle mütena'im, þâd ve mesrur olsun. Ve sizin teþrifinizde - ki Erhammürrâhimîn olan Rabbü'l-âlemîn'den dua ve niyâzým budur- ruhum sizi istikbâl etmek þerefiyle müþerref olabilmek gibi, gönül arzu ve hayâtý hâsýl oluyor. (Hâþiye) Ve çok düþündürüyor. Ve arzu ve niyazýmdan daha büyüðü ve þedidi þudur ki: Üstadýmýn dâr-ý dünyada daha pek çok zamanlar kalmasý, dolayýsiyle vazife-i kudsiyenizin devâmý ve hakikat ve hidayet nurlarý olan Risale-i Nur ve Mektubâtü'n-Nurlarýn teksiri ve intiþariyle, hâb-ý gaflette olanlarýn, dalâlette kalanlarýn, ehl-i bid'a ve mülhidlerin tarîk-ý hak ve hidâyete girmeleri için siz üstadýmýn çok zaman daha yaþamaklýðýnýzý ve baþýmýzdan eksik olmamanýzý ve sizin gaybûbetinizle, bizlerin yetim ve öksüz kalmamaklýðýmýzý gönül arzu ediyor. Daha çok söylemek isterim, fakat iktidar ve kifayetsizliðimden kalemim, kalbimin tercümaný olamýyor. Her iþ gibi, bu arzumu da, Cenâb-ý Kibriyâya havâle ederiz... Âsým (Rahmetullahi aleyh) 118 (Hâfýz Ali'nin bir fýkrasýdýr.) (Küçük bir mes'elede, "Gücendin mi?" diye istifsar münâsebetiyle yazýlmýþtýr.) Eyyühel Üstadü'l-Muhterem! Hayatýmýn her safhasýndan kýymetli ve o hayatý, pervâne-misâl, bir emrinin infâzýna ateþte yakmaða her an hâzýr olduðum kýymetli üstadým! (Hâþiye) Hakikaten merhumun münâcâtý karîn-i icabet olmuþ ki, ayný yýl içinde Üstadýna bedel, mahkemede, üstadýna zarar gelmemek için "Yarabbi canýmý al" لآاِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ diyerek mahkemede vefat edip irtihâl-i dâr-ý beka etmiþtir. (Rahmetullahi aleyh, rahmetten vâsiaten). (Bu hâþiye Üstadýn el yazýsý ile yazýlmýþtýr.) Sabri (Sh: B-111) Evet, deðil böyle hakikat uðrunda, hatta bir kýymetli ediyeyi ihsân eden Pâdiþâh-ý Zîþân için, o hediyeyi sarfetmekte tereddüt edilmez. Öyle de üstadým, bize emanet olarak ve ne zaman alýnacaðý meçhûl olan hayatýn ve her zaman emrine âmâde ve hâzýr olduðum Cenâb-ý Mün'imin, o emânet üzerine ne gibi emri vâki olsa, inþâallah bilâ-tereddüt emanetini iâdeye hâzýrýz. Madem siz, o Padiþah-ý Bîzevâl'in kurbiyet-i ilâhiyesinde, ayný emrini tebliðe me'mur bulunuyorsunuz; öyle ise, hem mübarek sözünüz hak ve ayný rahmettir. Hem efendim... bahçývan-ý misâl fidanlarý büyütmek üzere, hayvanat-ý muzýrranýn taarruzundan bir an evvel kurtarmak için, aþaðý dallar kesilir ki; ta yükselsin, O fidanlarýn hiç bir cihetle haklarý yoktur ki, "bunu týmar eden ve hayatýmýza sebep olan, bizi bazen rencide ediyor" diyemezler. Zira hâl-i asýllarý ile kalsaydýlar bir muzýr hayvan dahi koparacaktý ve topraktaki kökü de tefessüh edecekti, yok olacaktý. Evet üstadým, mübalâðasýz, pür-kusurlukta mislim olmadýðýný nefsime bile bazen kabul ettirdiðim... yalnýz pür-zünûb telebinizi; dizlerime deðil, belime deðil, boðaz çukuruma deðil, belki de boyumdan aþan ve belki dâhilimin de siyah çamurlara mezcolduðu ve tefessüh etmeye baþladýðý bir zamanda Hýzýr gibi yetiþip ve misl-i Lokman, Kur'ân-ý Hakîmin þifahanesinden lemeân eden mualecelerle, tedâviye baþladýnýz. Hayat ismine lâyýk bir hayat bahþýna vesilesiniz. O hayatý ihsân edene ve vesile olan uðruna, o hayatý ifnâ etmemek (Hâþiye) kâr-ý akýl deðildir. Hem bir hasta ameliyata muhtaç olduðunu bilmelidir. Ve hastasýný gece gündüz tedâvi altýnda bulunduran eczacýya karþý yüzbinlerle teþekkür ve o eczacýya eczahaneyi teslim eden Hakîm-i (Hâþiye) Benim bedelime þahid olacaðýný hissetmiþ. Kuvvet-i ihlâsýn kerameti olarak haber veriyor. Haber verdiði gibi þehîd oldu... Not: Bu hâþiye de Üstadýn kendi el yazýsýyle yazýlmýþtýr. Said Nursi (Sh: B-112) Pür-Kemâl, Kadîr-i Bîmisâl Hazretlerine nihayetsiz hamd ve þükre borçluyuz. Ve bu borcumu ifâ edemediðimden pek mükedderim. Allahu Teâlâ sizden ebeden razý olsun. Hâfýz Ali (R.H) 119 (Hulûsi Bey'in bir fýkrasýdýr.) Aziz Üstad, Müþfik Kardeþ, Muhterem Mücâhid! Son iki hafta içinde, iki defada vürûd eden Yirmi Dokuzuncu Mektubun Altýncý Kýsmý ile Kenzü'l-arþ Duasýnýn feyzinden gelen bir nükte-i Kur'âniye ve Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kýsmýnýn Sekizinci Remzî ve Altýncý Remzi isimlerini taþýyan mu'ciznümâ eserleri aldým. Birinci mektub, hasbe'l-beþeriye çok sýkýldýðým bugünün hemen saatinde elime geçti. Evet, gözlerim böyle bir nur'a, aklým böyle bir derse, hasta vücudum böyle bir ilâca, muzdarib ruhum böyle bir teselliye, nihayet zâlim nefsim böyle bir mânevî terbiyeye çok muhtaç olduðu bir zamanda bu eserin yetiþmesi, hem hakikatte üç gün sonra postaya verilen ikinci eserden dokuz gün evvel gelmesi, kat'iyetle gösteriyor ki; bu iþ kendi kendine veya tesadüfî olmuþ deðil. Belki gelmiþ deðil, gönderilmiþ. Yetiþmiþ deðil, yetiþtirilmiþ. Maksadsýz deðil, bu hizmete koþturulmuþ. Hattâ bir dest-i gaybî tarafýndan en lüzumlu bir anda, en muhtaç ve Kur'ân hâdimlerinin en zaîfi, en âcizi, en liyâkatsýzý, en zebunu bulunan bu biçare kardeþinize mahz-ý eser-i Rahmet ve inâyet olarak sunulmuþtur. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّي Yirmi Dokuzuncu Mektubun Altýncý Kýsmýný pederim, Fethi Bey, Hoca Abdurrahman ve diðer bir zat hâzýr iken, geçen cuma okudum. Ben bir kaç defa sýrf kendi hesabýma mütalâa ettim. Okuyacak ve okunmasý icab edecek mahdut zevâtýn da inþâallah istifadesine çalýþacaðým. Bu nurlu eserler hem okþamak, hem korkutmak gibi iki zýd te'siri hâizdir. Ýnsanlara bu iki vâsýtadan birinin müessir olacaðý da þüphesizdir. Ýþte bu hakikatý göz önünde bulunduran (Sh: B-113) þerâit-i îmandaki esaslara müþabih bir tarzda, Kur'ân-ý Hakîmin tilmizlerini ve hâdimlerini hakikaten îkaz ediyor ve aldanmamalarý için altý esasý kendilerine bihakkýn ders veriyorsunuz: l- Hubb-u câh yerine, Allah'a imanýn bir mânasý olan Rýzâ-i Ýlâhî'yi... 2- Havf ve vehim yerine kadere îmaný... 3- Hýrs ve tama' yerine اِنَّ اللّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ اْلمَتِينُ Âyet-i Celîlesi delâletiyle, Kur'ân'a kütüb-ü Ýlâhiyeye imaný. 4- Menfî milliyetçilik hissi yerine bütün cin ve inse mürsel, Nebiyy-i Efham (sallâllahu teâla aleyhi ve sellem) Efendimiz Hazretlerinin mesleðini; اِنَّمَا اْلمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ ve وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُوا gibi âyât-ý mübarekeyi derhatýr ettirmek suretiyle Peygamberlere îmaný... 5- Enâniyet yerine, acze... noksanýmýzý itiraf ve Kur'ân'ýn tereþþuhatýnýn neþr ve muhafazasý bâbýnda hissemize düþen hizmeti yapmak ve hizmetle mükellef olduðumuzu bilerek neticeyi hesaplamamak. Yani bir nevi beþeriyetten çýkmak. Kütüb ve Suhuf-ý enbiyâyý inzâle vasýta olan melâikeye benzemek suretiyle meleklere îmaný... 6- Tenbellik ve tenperverlik yerine vazifedarlýk... Kudsî ve her saatý bir gün ibadet yerine geçecek kýymette olduðuna þüphe edilmemek lâzým gelen Kur'ânî hizmete vakit býrakmayacak hallere karþý, bu hizmetin ulviyetini dahi düþünerek elden çýkmazdan evvel gözü dört açmayý, yâni ölmezden evvel hayatýn kadrini bilmek gibi, kat'î bir lisanla âhirete îmaný delâleten, remzen, iþâreten sarahaten ders veriyorsunuz ve ikaz lütfunda bulunuyorsunuz. Allah-ü Zülcelâl Hazretleri sizden ebeden râzý olsun ve ümmet-i merhume-i Muhammediyeyi (A.S.M.) dalâletten kurtarmak ve þehrâh-ý Kur'ân'a delâlet eylemek hususundaki ihlâslý mücâhede ve (Sh: B-114) hizmetinizde dâim ve muvaffak buyursun; âmîn... bihürmeti Seyyidilmürselîn.. ve bihürmeti Kur'âni'l-Mübîn... "Kenzü'l-Arþ duasýnýn feyzinden gelen bir nükte-i Kur'âniye" serlevhalý eserle, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kýsmýnýn Sekizinci Remzindeki füyûzât, tarif ve tavsif edilmeyecek âlî ve müstesna bir vaziyettedirler. Birincide: Bütün hurufât-ý Kur'âniyenin aded itibariyle iþâret ve îzah buyurulan tevâfuklarý, garîk-ý beht ve hayret etti. Dört küçük sûredeki hurufâtýn tevâfukat veçhine kýsmen iþâret eden ikinci eser: Hakka ki mu'ciznümâdýr. Nebiyy-i Âhirzaman, medâr-ý fahr-i cihan, sebeb-i hilkat-i ekvân ve nüzûl-i Kur'ân, peygamberimiz Muhmmed Mustafa (Sallâllahu teâlâ aleyhi ve âlihi ve eshâbihi ve ezvâcihi) Efendimiz Hazretlerinin eser-i hikmet ve rahmet olarak, þimdiye kadar mahfî kalmýþ mu'cizelerinden i'câz-ý Kur'ân'a taallûk eden ve gaybî tevâfuk nâmiyle sevgili üstadýmýz tarafýndan mevki-i intiþara vaz'olunan bu emsalsiz eserlere karþý duyduðum mânevî zevk ve feyzin binden birini bile arz edemeyeceðim. Ve mazhar olduðumuz bu kadar azîm niam-ý Ýlâhiyeye ve Kerem-i Sübhaniyeye karþý þükürden âcizim. اَللّهُمَّ حَصِّلْ مُرَادَنَا وَ مَقْصُودَ اُسْتَادِنَا سَعِيدِ النُّورْسِى بِحُرْمَةِ حَبِيبِكَ الْمَكِّىِّ الْمَدَنِىِّ الْهَاشِمِىِّ الْقُرَيْشِيِّ Yirmi Dokuzuncu Mektubun Yedinci Kýsmýndan bir suret Abdülmecid Efendi kardeþimize göndermiþtim. Cevâbýnda ezcümle diyor ki: "Seydanýn bintü'l-fikri o güzel kýza, Hulûsi ile Abdülmecid'den mâadâ her kim bakarsa câiz deðildir. Mahrem olanlar da, bu hususta nâmahremdir. Bu gibi kýzlarýn dýþarýya çýkmalarý, hiç bir menfaatý te'min etmediðini ve bilâkis büyük bir mazarattý intâc edeceði ihtimali kavlini Seydaya yazsan iyi olur. Eski Said'in hiddeti, yenisinde de vardýr. Halbuki, Yeni Said, insan oðullariyle izâa-i vakt etmemeli. Meslek ve meþrebi öyle iktiza ediyor. Her ne ise .. Cenâb-ý Hak hâfýz-ý hakikîdir." (Sh: B-115) Bendeniz de kýsaca þu meâlde cevap vermiþtim: Bu mütalâa bizler için doðrudur. Fakat dünyaya arkasýný çeviren ve mânevî vazife-i me'muresini îfa ederken insanlarla-Nurlarla alâkadar olanlarý vasýtasiyle- meþgûl olan üstad hazretleri için bu fikri muvâfýk bulmuyorum. Çünki, o zâtý bu emr-i azimde istihdam eden, elbette muhafaza buyurur. Bana öyle kat'î kanaat gelmiþ ki, eðer bizler Nurlarla alâkamýzý kesersek, Üstad Hazretleri bize arkasýný çevirir. Aziz kardeþimizin endiþesi, zâhire bakýlýrsa haklý ve çok samimîdir. Fakat, zâten cemaatý çok mahdud olan Nurlarla alâkadar zevâtýn, bu hakâikten mahrum edilmelerini ve bu kudsî eserin tamamen hapsedilmelerini lâyýk görmüyor ve esasa mugayir buluyorum. Nâsýrýmýz, hâmimiz, muînimiz, hâfýzýmýz Allah'dýr. Bütün desâisi bertaraf ederek, muhterem Üstadýn vazife-i kudsiyesine sâfi niyet, samimî his ve ciddî þevk ile yardým etmekte olan kardeþlerime selâm ve muvaffakýyetlerine dua eder, dualarýný rica ederim. Pederim, Fethi Bey, Hoca Abdurrahman Efendi, sâbýk Müftü Kemâleddin Efendi, Ýmam Hâfýz Ömer Efendi ve diðer Sözlerle alâkadar olanlar selâm ve dua ediyor, hayýr duanýzý istiyorlar. Devam-ý âfiyet ve muvaffakýyetinizi tekrar eltaf-ý ilâhiyyeden tazarru' ve niyâz eyler, mübarek ellerinizi kemal-i hürmet ve ta'zim ile takbîl eyler, kusurumun afvýný ve hayýr duanýzdan bu bîçâre sýddîkýnýzý çýkarmamanýzý hâssaten arz ve istirham eylerim. اَلْبَاقِى اَلْحُبُّ فِى اللّهِ Hulûsi 120 (Said'in fýkrasýdýr.) (Hulûsi gibi mühim bir talebemin bana gönderdiði hediyesinin iadesine dair yazdýðým bir mektubu, arkadaþlarýmýn tensiblerine binâen onlarýn fýkralarý içine derc edildi.) (Sh: B-116) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, vefâdar âhiret kardeþlerim Hacý Nuh Bey, Molla Hamid! Sizler benim için çok ehemmiyetlisiniz. "Sýddýk-ý vefiy bu zamanda yoktur" diyenlere karþý sizleri gösteriyorum. Yirmi sene Van'da geçirdiðim hayat-ý ilmiye... benim için Van çok kýymettardýr. Lillâhil-hamd sizler o kýymetterlýðý gösterdiniz. Ve Van'a karþý þedid hissiyatýma tam mukabele ediyorsunuz. Size medâr-ý ibret bir vâkýa söyleyeceðim, þöyle ki: Geçen sene Barlalý, Ýstanbul ticaretinde bulunan Bekir Efendi'nin þerîki Mehmet Efendi vasýtasiyle bir mektub aldým. Mektub hârika olarak bana göründü, Çünki Hulûsi Bey, "Nuh Bey'le görüþtüm" diye o mektubda bana yazýyor. Ayný mektupda, kardeþim Abdülmecid de, Molla Hamid'in selâm ve duasýný bana yazýyor. Ayný mektupda Nurþin-i Süflâ'da Molla Abdülmecid'in yazýsý ve imzasý vardý. Fesübhanallah dedim. En ziyâde sevdiðim bu insanlarýn ayrý ayrý memlekette bulunmakla beraber, bir mektubda bunlarýn içtimalarý tevâfuklu bir levha-i temâþâdýr. Bu sene yine o Mehmed Efendi Eðirdir'e gelmiþ. Yine Nuh Bey'in ayný telgrafýný, o zat bana getirdi. Fesübhânallah dedim. Nuh Bey'in lisân-ý hâli, gûya Mehmed Efendi'ye "Dostum ben seninle beraber üstadýmla görüþeceðim" diyor, tahayyül ettim. Sonra yine Mehmed Efendinin hizmetkârý Eðirdir'e gidip Mehmed Efendinin mektublarýný getirmiþ. Yine Nuh Bey'in hediyeye ait, bana olan mektubunu getirdi. dedim kat'iyyen bu iþ tesâdüfî deðil. Sonra mektubun müþtemilâtýna dikkat ettim. Tahmin ettim, Van'da Nuh Bey'in bana hazýrladýðý hediyeyi göndermek tarihinde, ben de ayný tarihte (Hâþiye) ayný fiatta bir hediye-i azîmeyi Nuh Bey'in nâmýna (Hâþiye) Maddeten otuz liralýk, mânen belki üç yüz liralýktýr. (Sh: B-117) Van'daki ihvânýma gönderiyordum. Ýþte bu iki tevâfuk, bana iþârettir ki: Nuh ile Hâmid, talebelik ve kardeþlik için min tarafillâh intihab edilmiþler. Çünki, tevâfuk bizim için bir emâre-i tevfîk-i Ýlâhî olduðuna kanâatým gelmiþ. Risalelerde tevâfukatýn bazý nümûnelerini göreceksiniz. Fakat çok rica ederim ki gücenmeyiniz, hediyeyi kabul edemedim. Adem-i kabûlün esbabý çoktur. En mühim bir sebep: Benim, kardeþlerim ve talebelerimle olan münasebetin samimiyetini ve ihlâsý zedelememektir. Hem iktisad, bereket ve kanaat sayesinde, þiddetli hitiyacým olmadýðý halde, dünya malýna el uzatmak elimde deðil... Ýhtiyarým hâricindedir. Hem bir misâl ile ince bir sebebi anlatacaðým: Mühim bir tüccar dostum otuz kuruþluk bir çay getirdi, kabul etmedim. "Ýstanbul'dan senin için getirdim beni kýrma" dedi. Kabul ettim. Fakat iki kat fiatýný verdim. Dedi: Ne için böyle yapýyorsun, hikmeti nedir? Dedim: Benden aldýðýn dersi, elmas derecesinden þiþe derecesine indirmemektir. Senin menfaatýn için, menfaatýmý terk ediyorum. Çünki; dünyaya tenezzül etmez, tama' ve zillete düþmez, hakikat mukabilinde dünya malýný almaz, tasannua mecbur olmaz bir üstaddan alýnan ders-i hakikat elmas kýymetinde ise... sadaka almaya mecbur olmuþ, ehl-i servete tasannua muztar kalmýþ, tama' zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiþ, sadaka verenlere hoþ görünmek için riyakârlýða temâyül etmiþ, âhiret meyvelerini dünyada yemeðe cevaz göstermiþ bir üstaddan alýnan ayný ders-i hakikat, elmas derecesinden þiþe derecesine iner. Ýþte, sana mânen otuz lira zarar vermekle, otuz kuruþluk menfaatimi aramak, bana aðýr geliyor ve vicdansýzlýk telâkki ediyorum. Sen mâdem fedakârsýn, ben de o fedakârlýða mukabil, menfaatýnýzý menfaatýma tercih ediyorum, gücenme. O da, bu sýrrý anladýktan sonra kabul etti, gücenmedi. Ey Nuh Bey ve Hamid Kardeþlerim! Siz de gücenmeyiniz. Hem Nuh Bey, biliniz ki, þu zamanda o havâlide vefâdârane, þefkatkârâne (Sh: B-118) beni aramaklýðýnýz öyle bir hediyedir ki, bunun gibi binler hediyeden kýymettardýr. Hem size gönderdiðim Risaleleri muhafaza etmek ve sahip çýkmak ve benim yerimde onlarý himaye etmek binler lira kýymetinde bana karþý büyük bir hediyedir. Çünki, netice-i hayatýmý ve vazife-i vataniyemi ve o havâlideki kardeþlerimin uhuvvet ve muhabbetlerine karþý borçlarýmý eda eden o Risalelere ciddî sahip çýkmak, tam muhafaza etmek ve ehline yetiþtirmeðe vasýta olmak öyle bir hediyedir ki, dünyevî hediyelerin binlerine mukabildir. Hem emîn olunuz ki; manevî zararým büyük olmasa idi Nuh Bey'in hâtýrýný kýrmayacaktým. Þimdiye kadar, Cenâb-ý Hakk'a þükür, hediyeleri kabul etmeðe mecbur olmadým ve þu zamanda ehl-i ilmin bir sebeb-i sukutu olan tama'a girmeye ihtiyar benden selbedildi. Hem eðer, sizin hediyenizi kabul etseydim; çok zâtlarýn ya kalbi kýrýlacaktý veyahut elli senelik kaidem bozulacaktý. Orada ve civarýnýzda bulunan eski talebelerim ve kardeþlerime birer birer selâm ve dua ediyorum ve onlarýn dualarýný istiyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî 121 (Said Nursî'nin bir fýkrasýdýr.) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, sâdýk, çalýþkan kardeþim, hizmet-i Kur'ân'da arkadaþým Re'fet Bey! Senin gördüðün vazife-i Kur'âniyenin hepsi mübarektir. Cenâb-ý Hak sizi muvaffak etsin, fütur vermesin, þevkinizi artýrsýn. Senin vazifen yazýdan daha mühimdir. Yalnýz, yazýyý terk etmeyiniz. (Sh: B-119) Uhuvvet için, bir düsturu beyan edeceðim ki; o düsturu cidden nazara almalýsýnýz. Hayat, vahdet ve ittihadýn neticesidir. Ýmtizackârâne ittihad gittiði vakit, manevî hayat da gider. وَ لاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَ تَذْهَبَ رِيحُكُمْ iþâret ettiði gibi, tesanüd bozulsa cemâatýn tadý kaçar. Bilirsiniz ki; üç elif ayrý ayrý yazýlsa kýymeti üçtür. Tesanüd-ü adedî ile içtima etseler, yüz on bir kýymetinde olduðu gibi... sizin gibi üç-dört hâdim-i Hak, ayrý ayrý ve taksîmü'l-âmâl olmamak cihetiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardýr. Eðer hakikî bur uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin ayný olmak derecede bir tefâni sýrrýyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kýymetindedirler. Sizler koca Isparta'yý deðil, belki büyük bir memleketi tenvir edecek elektriklerin makinistleri hükmündesiniz. Makinenin çarklarý birbirine muavenete mecburdur. Hem birbirini kýskanmak deðil, belki; bilâkis birbirinin fazla kuvvetinden memnun olurlar. Þuurlu farz ettiðimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarký görse memnun olur. Çünki, vazifesini tahfif ediyor. Hak ve hakikatýn, Kur'ân ve îmanýn hizmeti olan büyük bir hazine-i âliyeyi omuzlarýnda taþýyan zatlar, kuvvetli omuzlar altýna girdikçe iftihar eder, minnettar olur, þükreder. Sakýn birbirinize tenkid kapýsýný açmayýnýz. Tenkid edilecek þeyler kardeþlerinizden hariç dairelerde çok var. Ben nasýl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldýkça, sizde bulunduðundan memnun oluyorum, kendimindir telâkki ediyorum. Siz de üstadýnýzýn nazariyle birbirinize bakmalýsýnýz. Âdeta, her biriniz ötekinin faziletlerine nâþir olunuz. Kardeþlerimizden Ýslâm Köylü Hâfýz Ali Efendi, kendine rakip olacak diðer bir kardeþimiz hakkýnda gösterdiði hiss-i uhuvveti çok kýymettar gördüðüm için size beyan ediyorum: O zât yanýma geldi, ötekinin hattý, kendisinin hattýndan iyi olduðunu söyledim. O daha çok hizmet eder, dedim. Baktým ki; Hâfýz Ali Kemâl-i samimiyet ve ihlâs ile, onun tefevvuku ile iftihâr etti, telezzüz eyledi. Hem üstadýnýn nazar-ý muhabbetini celbettiði (Sh: B-120) için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim, gösteriþ deðil... samimî olduðunu hissettim. Cenâb-ý Allah'a þükrettim ki, kardeþlerim içinde bu âli hissi taþýyanlar var. inþâallah bu his büyük hizmet görecek. Elhamdülillâh, yavaþ yavaþ o his bu civarýmýzdaki kardeþlere sirayet ediyor. Küçük bir lâtife: Sohbet içinde sizden bahis geçti... Þükre dair mes'eleyi sordum: "Husrev'in yazdýðýný Re'fet Bey gördü mü?" Bekir Aða dedi: "Evet gördü ve dedi "Çok güzel, fakat acaba sen kalem karýþtýrmadýn mý?" Hüsrev dedi: "Yok, kendi nüshamda, tam bütün gelmedi. Fakat kendilerine yazdýðým tam geldi." Biraz münakaþa oldu... Bu münasebetle kardeþim Re'fet Bey'e derim ki: Aslýnda tevâfuk noksan olsaydý, zaten ben tavsiye etmiþtim ki; kalem karýþtýrmasýnlar. Asýl vaziyet bozulmasýn. Bekir Aða da gördü ki; asýl müsveddede çýkýntý olduðu halde tevâfuk Hüsrev'in tarzýnda var. Onun için Hüsrev'in bir mahareti varsa tevâfuku bozmamýþ. Hattâ Mu'cizat-ý Ahmediye'deki Salâvat tevâfukunda tavsiye etmiþtim ki: Kimse maharetini karýþtýrmasýn. Fakat asýl müsveddelerde, en acemi bir müstensihin nüshasýnda birkaçý müstesna bütün tevâfuktadýr. Onun için sekiz ayrý ayrý müstensihin setredemediði bir tevâfuk, elbette kuvvetlidir. Müstensihler bozmasýnlar, tevâfuku getiremeyen bozuyor. demek en büyük maharet odur ki; tevâfuku bozmasýn. Çünkü tevâfuk var. Sen de Hüsrev'e yardým et ki, hakikaten mevcut ve matlub tevâfuku denk getirebilsin. Çünki; yoktan var etmiyorsunuz. Hakikî var'ý yok etmeyin. Sözler'le alâkadar olanlara selâm ve dua ediyorum... Said Nursî 122 (Hâfýz Ali'nin fýkrasýdýr.) Eyyühe'l-Üstadü'l-Muhterem! Yirmi Dokuzuncu Mektubun Üçüncü Kýsmýnýn Dokuzuncu Mes'elesinde emir buyurulan hizmet-i Kur'ân'dan fakirin hissesine iki erkek ve bir kýz çocuðu düþmüþ imiþ. Ayný emri alýp gelirken düþünüyordum; acaba, akraba-i taallûkatýmda çocuklar var, hangisi (Sh: B-121) ni intibah edeyim? Benim bu düþünceme mânen denilmiþ ki; hay Ali! Kendi re'yine muhtar deðilsin. Onun intihabý baþka kapýya aittir. Üç gün sonra Yaþar ve Necati isminde iki çocuk, bana hem refik, hem ders arkadaþý ve bir derece onlara kalfa olarak tayin edildim. Çocuklar hurufatý tam bilmedikleri için bazan yazý ile, bazan kitaptan gösteriyordum. Bir ay sonra Kur'an okumaya baþladýlar. Beþinci ay içinde اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى hatme muvaffak oldular. Mübarek Üstadým, bu hususu çok düþünüyordum ki; lâakal bir-iki senede Kur'ân okumaða liyâkat kesbedilirken, me'mûlun hilâfýnda meydana gelen emr-i azîm kimseye verilmez, ancak ve ancak i'câz-ý Kur'ân'ýn o büyük denizinin reþhasýdýr ve iki cihan fahri, Nebiyy-i Âhirzaman Peygamberimiz Muhammed Mustafa Aleyhissalâtü Vesselâmýn himmet-i mâneviyeleriyle o i'câzýn izhar ve intiþarýna me'mur edilen üstadýmýn duasý gibi, çok büyük kuvvetlerle hâsýl olduðuna, ben deðil bu hâle þâhid, karyemizin ekserisi îman edip, tasdik ediyorlar. Bütün köy ehl-i îmaný nâmýna, bu emr-i hayra vesile olan üstadýmýza, -lâ-yuad ve lâ-yuhsâ- teþekkürlerle "Cenâb-ý Hak sizlerden ebeden razý olsun" duasýný âciz lisanýmla daima söylüyorum. Üstadým, bir þey daha var ki, emr-i üstadânelerine intizardayým. O da þudur: Cenâb-ý Hak ihsan ederse, dairenizin þâkirdini Hafýz Yaþar bu kýþta bahara sebep olup, mütenevvi çiçekleri açmasýna Nisan yaðmuru misillû, vücudunuz o çiçekler arasýnda, bir gül-ü Muhammedî (A.S.M.) yetiþtirmekte inþâallah vesile olacaðýnýza þübhe yoktur. Mübarek dairenin mübarek talebesine, mübarek Cum'a gecesinde hatminin duasiyle, hýfzýnýn ibtida duasýný ve fakir-i pür-kusurun afv duasýný, bütün hâsse ve duygularýmla, hürmetle el ve eteklerinizden öper ve kusurlarýmýn afvýný niyaz ederim, efendim Hazretleri. Hâfýz Ali (Sh: B-122) 123 (Husrev'in fýkrasýdýr.) Sevgili Üstadým! Evvelki hafta irsâl buyurduðunuz, "bir sýrr-ý اِنَّا اَعْطَيْنَا serlevhasýný taþýyan risalenizi aldýk. Esasen hiç bir hafta geçmiyor, sürurlarýmýzý tezyid eden, yeni ve hem gayet derecede þirin birer risale elimize gelmemiþ bulunsun. Ýþte, iki haftadýr bu kýymettar risaleyi okuyor ve elimizden býrakmýyoruz. Evet bu risale, Cenâb-ý Hakk'ýn istikbalde bu ümmete vaad ettiði güneþin tulûuna intizarýmýzý teþdid etmekle kalmadýðý gibi, bir taraftan içindeki hakikate bizi meftun ediyor. Ve diðer taraftan, acaba fezasý zulmet bulutlarýyla dolu olan bu âlemin, o güneþ neresinden ve ne suretle doðacak ve ne þekilde bu zulmet ve âfet saçan bulutlarý daðýtacak diye tahayyül ederken; ikinci feyyâz, bir diðer zeyl, o güneþin vaktini tayin etmekle bizi pek büyük bir bâr-ý sakilden kurtarmýþ ve senelerden beri almak istediðimiz halde alamadýðýmýz derin bir nefesi vermiþ ve bizi dilþâd eylemiþtir. Ahmed Husrev 124 (Hulûsi Bey'in fýkrasýdýr.) Bu defa Kenzü'l-Arþ duasýnýn feyzinden gelen Ýkinci ve Üçüncü Nüktelerle, Zeylini hâvi mübarek mektubunuzu almakla cidden bahtiyarým. Bu âciz kardeþiniz, gelen mektubunuzun, gerek muhterem üstadýma ve gerekse o havâlideki kýymetli arkadaþlarýma olan te'siri bana ait olmadýðýna ve belki benim bir vasýta olduðuma delildir. Çok tecrübe ettim, zât-ý fâzýlânelerine mektup yazmak için, bazan üç kelimeyi bir araya getiremiyorum. Ekseriyetle gaybî bir zâtýn ifadâtýný zabtýna kâdir olduðum kadar yazdýðýmý hissediyorum, demek yazdýrýlýyor. Maamâfih, vâki takdirleri, bir dua olarak telâkki ile teþekkür etmekteyim. Kur'ân hizmetini, dünyevî ve maddî menfaate sarahaten tercih eden Husrev namýndaki kardeþimi tebrik ederim. Cenâb-ý Hak, böyle Husrevlerin adedini çoðaltsýn ve dâim arttýrsýn. Âmin... (Sh: B-123) Bu kudsî hizmete candan iþtirâk eden zevâtý bilmek bana en büyük müjde oluyor. Müftü Kemal Efendi, evvel mektubu mütalâa etmiþti. Ýki gün evvel ziyaretine gittim, "Hiç kimsenin bu güne kadar muktedir olmadýðý dekâik ve hakâiký, Kur'ân'dan bulup çýkarmýþlar" diyerek takdirlerini beyan, selâm ve dualarýný teblið etmekliðimi söylediler. Bu dakikaya kadar mübarek mektubu Fethi Bey, Hacý Baha Efendi, pederim ve eniþtem ve Hacý Abdurrahman Efendi dinlemeðe muvaffak oldular. Hafýz Ömer Efendi'ye de, inþâallah ilk fýrsatta okumaya çalýþacaðým. Her mektubunuz, bana yeniden hayat verecek kadar müessir oluyor. Bu mübarek mektub, Dördüncü Remzin yazýlýþýný ve bu fakire de ihsan edileceðini mübeþþir oluþu itibariyle bilhassa memnuniyet ve sürurumu mûcib olmuþtur. Hayli zaman evvel, Kur'ân'daki tevâfuk sýrrýný açmaya baþlamýþtýnýz. Bugüne kadar lihikmetin mahfî kalmýþ olan i'câz-ý Kur'ân'dan, böyle çok mühim bir faslýnýn keþfine ve neþrine muvaffak oluþunuza, ne kadar hamd ve þükür edilse yeridir. Ýzn-i Bâri ile açtýðýnýz bu yolda ilerledikçe, daha ne kadar hârikalar meþhudunuz olacak ve bunlardan muhtaç kardeþlerinize ne âli müjdeler vereceðniz, geceden sonra gündüz, kýþtan sonra bahar, dünyadan sonra âhiretin vücutlarý gibi kât'î hissedilmektedir. Ne büyük bahtiyarlýktýr ki, bu saâdetlere mazharýz. Ne kadar bedbahtlýktýr ki; bu nurlara göz yumarlar. Ne derece hatadýr ki, bu hakâika, lâyýký veçhile alâkadar olunmaz. Ne câniyane ve ahmakâne bir ruhtur ki, üflemekle bu güneþi söndürmek düþünürler... Ýþte bu ýþýklý yolunuzda, Sâhib-i Kevser'in delâletiyle Kevseri buldunuz. Þefîi'l-Mahþerin izniyle Kevser ýrmaðýnýn menbaýnda durarak, وَ سَقَيهُمْ رَبُّهُمْ شَرَابًا طَهُورًا Âyet-i Celilesini okuyor ve "Ey nâs! Kim ki ebedî hayat ister, iþte âb-ý hayat, kim ki yolunu þaþýrmýþ, iþte vesile-i necat; kim ki küfür ve inadýndan dönmez, onu bekliyor þedid azab ve ikab" ilââhir... gibi nurlu beyânatýnýzla her taifeyi ihyâ, îkaz ediyorsunuz. (Sh: B-124) Sizi kudsî hizmetinizde, -alâ-kadri't-tâka- tâkibe çalýþan dost, kardeþ ve talebelerinize birer maþraba vererek; muhtaçlara gýda, zaif ve marîzlere ilâç, zâlim ve kâfirlere semm-i kâtil olan mâ-i kevserden ulaþtýrmayý emrediyorsunuz. Sizin kudsî hizmetinizle, irþadýnýzla açýlan hakikat ufkuna bakýnca, Kur'ân'ýn hudutlarý tâyin ve tahdid edilmiyecek kadar vâsi bir havz-ý ekber olduðunu; Fâtiha besmelesinin ب menba'ýndan gelen, her birisi ayrý lezzette, ayrý þiddette, ayrý kuvvette "Sûre'ler namýnda, yüz on dört âb-ý hayat þûbelerinin kevser musluðundan bu havuza akmakta olduðunu görür gibi oluyoruz... "Ýdrâk-i maâlî, bu küçük akla gerekmez; Zira, bu terazî o kadar sýkleti çekmez! El ele, omuz omuza vererek himmet ve gayret-i Hudâ-pesendâneleriyle mazhar-ý takdir olan uhrevî kardeþlerime selâm ve dualar eder ve muvaffakýyetler temenni ile dualarýný istirham eylerim. Hulûsi 125 (Âsým Bey'in fýkrasýdýr.) (Telvihat-ý Tis'a münasebetiyle yazýlmýþ.) Sevgili Üstadým, Ne diyeyim, müþtâký olduðum bu risale-i þerife, bu sözler, bu hakikat, bu nur; bu fakire, lütuf ve kerem-i Ýlâhî olarak ihsan buyuruldu. هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Cenâb-ý Kâdir-i Mutlak Hazretlerine hadsiz ve hesabsýz hamd ü senâ ediyorum ki; siz üstadýma kavuþtum ve bin-netice bu nurlarý, bu hakikatlarý gördüm, okudum, yazdým ve gerdenbeste-i inkýyâd oldum. Binaenaleyh tavsiye ve dua-i üstadâneleriyle feyizyâb olmak için, Cenâb-ý Zülcelâl ve'l-Kemâl Hazretlerinden ve Mefhar-i mevcûdât, Aleyhi Ekmelü't-Tahiyyât Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz Hazretlerinden ve bütün pîr, pîran ve mürþidân ve Þah-ý (Sh: B-125) Nakþibend Kuddise sirruhu Hazretlerinden ve bilhassa bütün mevcudiyetiyle gerdandade-i inkýyâd ve teslim olduðum siz Üstadýmdan tazarru' ve niyaz ve istimdad ediyorum ki, mütevekkilen alâllah, ya Üstad-ý Âzam, Tarikat-ý Muhammediyenin (A.S.M.) maksad, gaye ve esasýný, teferruat ve füruatýný zikir ve beyan eden bu "Dokuzuncu Kýsým", bir nur-ý tarikat ve hakikattýr. Okumaða doyulmaz, okudukça hâsýl olan þevk ve lezzet hesaba gelmez. Hele "Dokuzuncu Telvih"; hülâsa ve icmal edilerek bütün hakikatlar toplanmýþ. Temsilde hatâ olmasýn. Hazret-i Mevlânâ'nýn üfürdüðü ney'den tuðyan ve feyezan eden, (Hazret-i Ali'nin (Kerremallahu Vechehu) kuyuya söylediði esrar-ý hakikattan baþka nedir? Farký nerededir ki, o ney, o kuyuda hâsýl olan kamýþtandýr...) Kariham dar, kalemim âciz kalbime tercüman olamýyor. Þu kadar diyebilirim ki; benim gibi fakir ve mübtedîdelere büyük ve pek büyük bir ders, bir mürþid ve mutmainneye eriþmiþ ve daha yukarý çýkmýþ sâfilere bir düstur ve ders-i ibrettir.Kýymet takdir edilmez bir þâheser-i tarikattýr, bir nur-ý hakikat -feþân, bir gülistandýr. Daha doðrusu, sýrf bir ilham-ý Rabbânîdir. Cenâb-ý Lemyezel Hazretleri siz üstadýmý, bu ve bunun emsâli âsâr-ý bergüzîde te'lifinde, envâr ve hakikatlar neþr ve dellâllýðýnda çok zamanlar dâim ve kâim buyursun. Ve siz üstadýmý, sizi sevenlerin ve dellâllýðýnda bulunduðunuz, nidalarýnýzý iþitmek ve dinlemek, okuyup yazmak, mûcibince hareket ve amel etmek heves ve iþtiyâkýnda bulunan kardeþlerimin baþýndan eksik buyurmasýn. Âmin, bihürmeti Seyyidi'l-Mürselîn... Âsým (R.H.) 126 (Re'fet Bey'in fýkrasýdýr.) Muhterem Üstadým! Bu remizler, öyle hayret-bahþ ve hârika-nümâ eserlerdir ki; okuyan ilim âþýklarýna ezvâk-ý nâmütenâhî ve hissiyat-ý ulviye-i rakîka bahþetmektedir. Bu hissiyat-ý âliye ile hayatýmýz o kadar tazelendi ki, -yeni hayatýmýzda sâbit-kadem olmak þartýyla-Hallâk-ý (Sh: B-126) Azimden uzun ömürler temenni ediyorum. Zira mütalâasýna doyamýyorum. Ne kadar okursam okuyayým... diðer bir okuyuþumda okumamýþ gibi oluyorum. Ve yeni bir eser okur gibi oluyorum. Hadsiz bir zevk-i manevi ve nihayetsiz bir hazz-ý ruhî ile okuyorum. Ýþte gerek Sözler ve Mektubat ve gerekse remizlerin en hârika vasfý zannedersem bu ince noktada olsa gerektir. Âsâr-ý sâireyi bir defa okuyunca, ikinci bir defa okumaða o kadar heves uyanmýyor. Kur'ân-ý Hakîm'in envârýný ne kadar okursam okuyayým, def'-i cû' edemiyorum. Bilhassa remizler, fakiri çok teshir ve hayrete müstaðrak kýldý. Ve onlarý derhal yazýyorum. Re'fet 127 (Ahmed Husrev'in fýkrasýdýr.) Bizi tarîk-ý Hakta dolaþtýran, mânevî yaralarýmýzý tedâvî eden, hakikat uðrundaki düþüncelerimize bir kat daha metânet veren, bugünün þeytankârâne tehdidatýna raðmen cesâretimizi takviye eden ve her hususta ruh ve kalblerimizi îman ve hakikat nuruyla nurlandýran ve sa'yimizde teþci' eden ve Kur'ân-ý Hakîm'in iki âyetini ihtivâ eden Otuz Birinci Mektubun Birinci ve Ýkinci Lem'alarýný ve Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kýsmýndan Ýkinci Remzi'ne ait mühim bir i'câzý da aldýk, okuduk. Aldýðýmýz mânevî feyzi, benim gibi yoksul bir talebenizin kalb ve kaleminin haddi deðildir ki tarif etsin. Kýymettar Üstadým, nasýl o Hâlik-ý Zülcelâle, nihayetsiz bir minnettarlýkta bulunmayalým ki; aziz üstadýmýzý vasýta kýlarak en büyük nimetlerini, pek ziyade muhtaç olduðumuz bir vakitte veriyor, bizi teselli ediyor. Hem memnun ediyor, hem istikbalin nurlu yüzünü göstererek bizi o nura koþturuyor. Bir taraftan kardeþlerimizi çoðaltýyor, muhabbetlerimizi teksir ediyor, Maddî ve manevî kuvvetlerimizi takviye ediyor. Diðer taraftan saâdet hazinelerinin anahtarlarýný ellerimize veriyor... Ey aziz Üstadým... Allah sizden ebeden râzý olsun. Ahmed Husrev (Sh: B-127) 128 (Zeki'nin fýkrasýdýr.) Ben istiyorum ki; bir an evvel bir yere çekileyim de, mesâiden hâriç zamanlarýmý, o ulvî ve mukaddes hazine-i hakikat ve âsâr-ý giran-bahâ hizmetinde devama baþlayayým. Fakat bugünlük bu yüce emelimin husûlünden, bizzarure ve bilmecburiye mahrum kalýyorum. Hiç olmazsa þu günlerde elimde, o mütalâasý gönüllere ve kalblere bir safâ-yý sermedî ve câvidânî bahþeden kitab-ý kâinatýn birer lem'asý ve birer nur-u timsâli olan eserlerinizden bir-iki tanesi elimde bulunsa idi, benim için nâkâbil-i tarif bir sürur ve saâdet menba'ý olacaktý ve ne bulunmaz bir ni'met, ne ele geçmez bir define olacaktý. Çok zaman evvel Sabri Efendi aðabeyim, yeni çýkan kudsî ve esrarlý nurlardan, bir cüz'ü bâri olsun, göndermek fikrinde olduklarýný bildiriyorlardý. Gâliba müsaid vakit bulamadýklarýndan, yazýp gönderemediler. Hem bazý eserleri beraberimde getirmediðimden çok piþman oluyorum; onlardan baþkalarýný istifade ettirmek fýrsatýný bulamazsam da, mütalâa eder, mânen mücadeleye bir medar-ý kuvvet olurdu. Netice itibariyle.. madem ki, þimdilik o hazinelerden istifade edemiyorum; o halde, kendimi zararlý görmekte haklýyým. Ýnþâallah duanýz himmetiyle, yakýn bir zaman zarfýnda, o zararlarý telâfiye kâfi bir zaman ve bir fýrsat ele geçer... Bir ömr-ü mukadderden mâdud olan þu günlerim, þükür ve hamd ile geçmektedir. Bana öyle bir kanaat geldi ki, kalbimi yokladýkça, kalbim bu kanaatý takviye ediyor... nefsimle mücadelede muzaffer olacaðýmý ümid ediyorum. Aziz Üstadým! Þu hicrana ve firaka, muvakkat olduðu için tahammül ediyorum. Ayrýlýðýmýz her ne kadar muvakkat olsa, yine beni müteessir ediyor. Bizzarûre mâlâyâni þeylere mâruz kaldýkça, "âh" diyorum, "Üstadýmýn yanýnda olsaydým" ve kendi kendime, daha doðrusu kalbime ümit ve cesaret tavsiye ediyorum. Reddedilen (Sh: B-128) bir arzu nasýl kesb-i þiddet ederse, emellerimin þimdilik husûle gelmemesiyle, îman ve emellerim de ayný nisbette kesb-i kuvvet ediyor, ruhum yükseliyor; kalbimde açýlan pencereden, mânen daha serin ve daha geniþ nefes alýyorum... Zeki 129 (Hulûsi Bey'in fýkrasýdýr.) Üstad-ý Muhteremim Efendim! Bu mektubun mühim bir hususiyeti var. O da, tarîk-ý velâyet serlevhasýný taþýyan ve çok ehemmiyetli bir mevzuu ihtiva etmesidir. Evet, اَلاَ اِنَّ اَوْلِيَاءَ اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَهُمْ يَحْزَنُونَ Âyet-i Celîlesine bir nevî tefsîr olan bu mübarek ve münevver eserle: l- Tarikat, hoþça tarif ediliyor. 2- Faidesinden, cüz'î fakat güzel bir misâl gösteriliyor. 3- Velâyet ve tarikatýn münasebeti ve ehemmiyetleri; inkâr edenlerin fýrka-i dâlleden olduklarý ve bu hazine-i uzmâyý kapatmak, tahrip etmek ve bu kevser menba'ýný kurutmak isteyenlerin fiillerindeki hatâ yüzlerine vuruluyor. Ve bu yolda, aklý baþýnda ve insâfý olaný ikna edecek delâil ve misaller beyan olunuyor. 4- Meslek-i velâyetin yekdiðerine zýd vasýflarý ise, seyr ü sülûkün iki meþrebi gayet sarih izah ve tavsif ediliyor. 5- Vahdetü'l-Vücud ve Vahdetü'þ-Þühûd meþrebi ile bundaki mühim varta beyân olunuyor. 6- Velâyet yollarý içinde en güzelinin Sünnet-i Seniyyeye ittiba'olduðu, velâyet yollarýnýn ve tarikat þubelerinin en mühim esasý ihlâs olduðu ve bu dünyanýn darü'l-hikmet ve dârü'l-hizmet olup, dâr-ý ücret olmadýðýný fasih bir üslûb ile takrir buyuruluyor. 7- Þeriatýn þümûlü; tarikat ve hakikatýn maksud-u bizzat hükmüne geçmemeleri iktiza ettiði, Sünnet-i Seniyye ve ahkâm-ý þeriat haricinde bulunan ehl-i tarîkatýn iki kýsmý tarif ve Sünnet-i seniyyeye muhalefetleri misâli ile fehme takrib ediliyor. (Sh: B-129) 8- Tarikattaki sekiz varta sayýlmakla, nazar-ý dikkat celbediliyor. 9- Tarikatýn pek çok fevâidinden dokuzu, icmalen tedris buyuruluyor. Heyhât! Bu maâliyatý lâyýkýyla fehmedemediðim için, ancak kabiliyetim nisbetinde feyz aldýðýmý itiraf etmek mecburiyetindeyim. Bununla beraber, bu biçâreye, bu mübarek eserinizle çok þeyler öðrettiniz. Bazý zaif bilgilerimi takviye ettiniz. Mütalâalardan, musahabelerden ve va'z u nasihatlardan, muhtelif meslek ve meþreb erbâbýyla hasbihallerden edindiðimiz bazý noksan kanaatlarý tashih ile saðlamlandýrdýnýz. Allah-u Zülcelâl Hazretleri dünyevî ve uhrevî bütün matlûb ve maksûdunuzu ihsan, bilhassa, ümmet-i merhume-i Muhammediye (A.S.M.) hakkýndaki dualarýnýzý dergâh-ý Ulûhiyetinde kabul buyursun. Hakikaten, Kur'ân'a, imana hizmetten baþka bir þey düþünmeyen aziz ve muhterem Üstadýmýzý bu ümmete baðýþlasýn ve rýza-i Ýlâhîsine nâil buyursun. Âmin, bihürmeti Kur'âni'l-Mübîn ve bihürmeti Ýmâmü'l-Mübîn... Bu nurlu mektubu okuduðum zevâtýn hepsi, muhteviyatýný takdir ve tasdik ettiler ve eminim ki, çok istifade ettiler. Aziz, müþfik Üstadým... Allah için size muhabbet eden bu âciz talebenizi, her vesile ile îkaz ve irþada çalýþýyorsunuz. Mânevî çok yüksek dersler veriyorsunuz. Fakat maddeten ve mânen yakýnýnýzda, þeref-i sohbetinizle müþerref ve hizmet-i Kur'ân'a tevfîk-ý Ýlâhî ile çok emekleri geçen, cidden çok muhterem ve çok kýymetli kardeþlerim gibi feyz alamýyorum. Bunu da isyan ve kusurumun fazlalýðýndan ve muhîtin, hâdisatýn beni daima nurlarla iþtigale mâni oluþundan ve çok yaman nefsimin, cin ve ins ve þeytanlarýn hücumlarýndan biliyor ve bu sebeple bedbahtlýðýmý hissediyorum. Gerçi mazhar olduðum ve -yüzbin kerre yazýk ki- þükrünü yerine getiremediðim niam-ý Ýlâhiye hadsizdir. Fakat her gün, her saat, (Sh: B-130) hatta her dakika ve saniye bu fâni hayattaki nasibimin kesildiðini ihtar etmekte olmasýna raðmen, yine tamamen dünyadan elimi çekmekliðim mümkün olamýyor. Hazret-i Kur'ân'a, sevgili Üstadýma çok kuvvetli merbutiyetim ve Nebiyy-i Efham (Sallâllahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Hazretlerinin getirdikleri Din-i Mübîn'e ve Þeriata lâyetezelzel îmaným, mübârek duanýzla bu fakîr-i pürkusuru inþâallah hüsranda koymaz ümidi, yegâne tesellimi teþkil ediyor. Bu mektubunuzda Yirmi Altýncý Söz'ün Zeylinde bahis buyurulan ve alâ kadri't-tâkat, hükmüne tevfîk-ý harekete çalýþtýðým yol ki; acz, fakr, þefkat, tefekkür tarîkýdýr. Aziz ve muhterem Üstadýmýn tarif ve tavsiye ve irþâd buyurduklarý kestirme, Kur'ânî ve nûrânî caddedir. Ýnþâallah bu yoldan dönmem. Temenni ederim ki, hiç eksilmeyen ve vazife namý altýnda uhdeme tevdi edilen iþler, bu sene duanýzla ve hayýrlýsýyla biraz azalýr da, hakikî hizmete daha ziyade çalýþýrým. Ve min-allahittevfîk. Hulûsi 130 (Sabri'nin fýkrasýdýr.) Üstad-ý Âzam Efendim Hazretleri! Bu defa hoþ ve lâtif tevafukatiyle nuranî yolculara dest-i mânevîsini uzatarak, ziyâdar parmaðýyla "bizler baþýboþ, geliþi güzel serpilmiþ þeyler deðiliz..belki muvazene-i tâmme ve tevâfuk-u hakikiye ve bir kýyâs-ý kat'iyye ile inkiþaf ve temevvüc eden Kitab-ý Semâviyye-i Kur'aniyyenin misalsiz birer yýldýzlarýyýz.." diyerek, bâlâsý zîrine, saðý soluna eyâdi-i mânevîsiyle musafaha ve mukabele edercesine, tevâfukatý müþahede edilen Kitab-ý Mübînin lemeât ve tereþþuhatýnýn tevâfukatý, Onuncu Söz'de dahi müþahede edildi. Bu sözün mânidar ve hikmettar tevâfik ve intizamlarý, sanki kemâl-i hararetle yekdiðerine müþtak ve mütehassir bir kaç samimî ve ciddî kardeþ ve arkadaþlarýn vuslatlarý gibi, Kur'ân-ý Azîmüþþanýn her bir âyât ve kelâmý, taht-ý tasarrufuna aldýðý kelime ve kelâmlarý, yine semâvâtýn hadsiz elektrikleri olan yýldýzlar gibi parlatarak, þu letâfetleri ile, insaniyet tarifine tam dâhil olan zîþuuru mest ve hayran býrakýyor. (Sh: B-131) Þurasý da þâyan-ý hayrettir ki: Þu mübarek Onuncu Söz, mevzuu olan haþir mes'ele-i mühimmesi, kâinatýn hitam-ý ömrüne muallâk ve mukadder olduðu gibi, Risaletü'n-Nur arasýnda dahi, bu Sözün en son tevafukatýný göstermesi de ayrýca bir tevâfuktur diyorum. Cennet nehirleri demek olan 'Kur'ânî nehirleri, envâ-i türlü âvâziyle coþkun coþkun aksýn aksýn ki; zaman-ý câhiliyet ve devr-i fetrette, son derece ihtiyaçlý olan akvâm üzerlerine tulû eden þümûs-u Kur'âniyenin sür'atle inkiþaf ve tevessü' ve nev'-i beþerin humsunu ihyâ, ebedî ve dâimî bir nurla tenvir ve idae eyledi gibi, þu asr-ý dalâlet ve hüsran ve devr-i bid'at ve tuðyanda, ehl-i îman ve tevhidin yaralý ruhlarýna merhem olsun. Evet, altý-yedi seneden beri hoþ ve þirin bu manzarayý gören lâtif ve nazîrsiz bir gül-ü Muhammedîyi (A.S.M.) koklayan Ümmet-i Muhammed (A.S.M.) Sûre-i Kevser'den بِحَمْدِهِ وَاْلمِنَّةِ mükâfat-ý ruhiyesini ve dimaðiyesini aldý. Ve bu noktaya ruhum emin idi ki; çoktan beri ehl-i îman ve tevhid, islâmiyet gibi bâkî ve sermedî güneþin küsûf ve ufûlüne canavarcasýna çalýþmayý kendine vazife addeden ehl-i dalâletin pis programlarýný görüp nevm-i gafletten uyanarak, Sûre-i Kevser'i tâkib eden iki sûreyi lisân-ý hâl ve kâl ile okuyarak zýndýklara hitaben, "Bizler sizin nifak denizinde serseriyâne ve zulümkârâne gezen dalâlet ve sefâhet gemilerinize binemeyiz; ancak, Kur'ân-ý Mu'cizülbeyân'ýn nuranî ve tevhid sikkeli iman ve Ýslâm zýrhlýlarýna bineriz; menzillerimize vardýðýmýzda muvaffakýyet ve semere-i sa'yimiz tezahür ve tahakkuk eder" diye baðýrarak ve اِذَا جَاءَ نَصْرُ اللّهِ ilh... fermân-ý Mübînini tilâvetle, Sûre-i Kevser'in müjde ve beþâreti bizleri kuvvet ve metanete sevk, hem behçet ve meserrete yetiþtirdi. Mâruzatiyle nusret ve fütuhatýn gelmesi kokusunu alarak, fevc fevc daire-i Kur'âniyeye arz-ý dehalet ettiler. Bu hususta tesbih ve tahmidin ehemm vazifeleri olduðunu anlayarak tevbelerini reddetmeyen Cenâb-ý Rabbü'l-Ýzzet Hazretlerine istiðfara þitâb edip salâh ve felâh ve fevz-i necat yollarýný tuttular. "Hemen Rabbim, hakikî verese-i Enbiyayý teksir, dünyevî ve (Sh: B-132) uhrevî âmâl ve makâsýdýna muvaffak buyursun" duasýný tekrar ile beraber Onuncu Söz'ün âciz kalemime kumanda verip yazdýrdýðý þu arîzacýðýmý takdime cür'et eder, bilhassa dest ve dâmen-i muallâlarýný öperim efendim... Hâmiþ: Harman ortasýnda Mevlevi-vâri dolaþan bu bîçâre çiftçi, sözlerini de iþlediði iþe benzeterek, söylediðini tekrar söylemiþ, geçtiði yere dönmüþ, yine gelmiþ ise de, ne yapsýn? Üstadý, yýldýrým gibi seri hatvelerle ilerlerken, hiç olmazsa karýnca yürüyüþü tâkib edeyim, irtibat kesilmesin niyetiyle þu periþan cümleleri derc ve takdim ettim efendim. Mustafa Sabri (Rahmetullahi Aleyh) 131 (Husrev'in fýkrasýdýr. Kýymettar Üstadým! Bugün Süleyman Efendi Kardeþimle irsâl buyurulan; biri, dünyanýn ömrünü îzah eden bir mektupla, diðeri Hazret-i Yûnus Aleyhisselâmýn duasýnýn fezâilini gösteren Otuz Birinci Mektubun Otuz Bir Lem'adan On Birinci Kýsmýnýn Birinci Kýsmýný aldýk ve okuduk. Sevgili Üstadým, bu kýsým bizi o kadar mesrur etti ki, târifine muktedir deðilim. Cenâb-ý Hakk sizden ebeden râzý olsun. Bu risâle kat'î bir varlýkla bu ümmete necat kapýlarýný açýyor. Ve bu zulümatlý günlerin avdet etmemek üzere veda etmekte olduðunu ihbar etmekle beraber, þâkirdlerini hep birden ve bir aðýzdan münâcata davet ediyor. Sevgili Üstadým; istikbâlimizi, nur deryasýndan fýþkýran nücûmmisâl nurlarla aydýnlatan ve bu kasvetli ve karanlýklý ve kâbuslu günlerimizde kat'î bir ümitle yaþatan ve her bir risalede lemeân eden yeni bir baþka nurla yüzümüzü güldüren Cenâb-ý Vâcibü'l-Vücûd Hazretlerine bîhisap þükrümüzü takdîm ederken, sevincimizi katlayan Üstadýmýzýn vürûduna sabýrsýzlýkla intizarýmýzý arz ederim efendim. Ahmed Husrev (Sh: B-133) 132 Kardeþim Husrev, Lütfi, Rüþtü! Size Üstad ve talebeler ve ders arkadaþlarý içinde faide verecek bir fikrimi beyan edeceðim, þöyle ki: Sizler-haddimin fevkýnde- bir cihette talebemsiniz, ve bir cihette ders arkadaþlarýmsýnýz ve bir cihette muîn ve müþavirlerimsiniz. Aziz kardeþlerim! Üstâdýnýz lâyuhtî deðil... Onu hatâsýz zannetmek hatâdýr. Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla bahçeye zarar vermez. Bir hazinede silik para bulunmakla, hazineyi kýymetten düþürtmez. Hasenenin on sayýlmasýyla, seyyienin bir sayýlmak sýrrýyla insâf odur ki: Bir seyyie, bir hatâ görünse de, sâir hasenata karþý kalbi bulandýrýp itirâz etmemektir. Hakâika dair mesâilde külliyatlarý ve bazan da tafsilâtlarý sünûhat-ý ilhâmiye nev'inden olduðundan hemen umumiyetle þübhesizdir, kat'îdir. Onlarýn hususunda sizlere bazý müracaat ve istiþârem, tarz-ý telâkkisine dairdir. Onlar hakikat ve hak olduklarýna dair deðildir. Çünki, hakikat olduklarýna tereddüdüm kalmýyor. Fakat münâsebat-ý tevâfukiyeye dair iþâretler, mutlak ve mücmel ve küllî surette sünûhât-ý ilhâmiyedir.Tafsilât ve teferruatta bazan periþan zihnim karýþýr, noksan kalýr, hatâ eder. Bu teferruatta hatam, asla ve mutlaka zarar îras etmez. Zâten, kalemim olmadýðýndan ve kâtib her vakit bulunmadðýndan tâbiratým pek mücmel ve nota hükmünde kalýr, fehmi iþkâl eder. Biliniz, kardeþlerim ve ders arkadaþlarým! Benim hatâmý gördüðünüz vakit serbestçe bana söyleseniz mesrur olacaðým. Hattâ baþýma vursanýz, Allah râzý olsun diyeceðim. Hakkýn hâtýrýný muhafaza için baþka hatýrlara bakýlmaz. Nefs-i emmârenin enâniyeti hesabýna Hakk'ýn hâtýrý olan bilmediðim bir hakikatý müdafaa deðil, aler-re's-i vel'ayn kabul ederim. Biliniz ki; þu zamanda þu vazife-i îmaniye çok mühimdir. Benim gibi, zaif, fikri çok cihetlerle inkýsam etmiþ bir biçareye yükletmemeli, elden geldiði kadar yardým etmeli. Evet, mücmel ve (Sh: B-134) mutlak hakâik; biz, zâhiri vesile olup çýkýyor. Tanzim ve tasfiye, tasvir ise, kýymettar, muktedir ders arkadaþlarýma aittir. Bazan onlara vekâleten tefsilâta, tanzimata giriþiyorum, noksan kalýyor. Bilirsiniz ki; yaz mevsiminde dünya gafleti ziyâde hükmeder. Ders arkadaþlarýmýzýn çoðu fütura düþüp tatil-i eþgâle mecbur oluyor. Ciddî hakâik ile tam meþgûl olamýyor. Cenâb-ý Hakk kemâl-i Rahmetinden iki senedir ciddî hakâika nisbeten yemiþler, fakiheler nev'inden tevâfukat-ý lâtife ile ezhânýmýzý taltif etti, zihnimizi neþ'elendirdi. Kemâl-i merhametinden o tevâfukat-ý lâtife meyveleriyle, ciddî bir hakikat-ý Kur'âniyeye zihnimizi sevk etti ve ruhumuza, o meyveleri gýda ve kût yaptý. Hurma gibi, hem fakihe, hem kût oldu. Hem hakikat, hem zînet ve meziyyet birleþti... Kardeþlerim; bu zamanda dalâlet ve gaflete karþý pek çok mânevî kuvvete muhtacýz. Maatteessüf, ben þahsým itibariyle çok zaif ve müflisim. Hârika kerâmâtým yok ki, bu hakkâiký onunla isbat edeyim ve kudsî bir himmetim yok ki, onunla kulûbu celb edeyim. Ulvî bir deham yok ki, onunla ukûlü teshir edeyim. Belki, Kur'ân-ý Hakîm'in dergâhýnda, bir dilenci hâdim hükmündeyim. Bu muannid ehl-i dalâletin inadýný kýrmak ve insâfa getirmek için, Kur'ân-ý Hakîm'in esrârýndan bazen istimdad ederim. Kerâmat-ý Kur'âniye olarak, tevâfukatta bir ikrâm-ý Ýlâhî hissettim ki, iki elimle sarýldým. Evet, Kur'ân'dan tereþþuh eden Ýþârâtü'l-Ý'caz ve Risâle-i Haþir'de kat'î bir iþaret hissettim. Emsalleri bulunsun,bulunmasýn bence bir kerâmet-i Kur'âniye'dir. Ýþârâtü'l-Ý'câz'ýn bir sahifesine dikkat ettik; satýrlarýn baþýnda bütün hurufât ikiþer ikiþer olup, hârika bir intizam ile hurufâtýn vaz'edildiðini gördük. Onuncu Sözde medâr-ý tevâfuk (3,4,5,6) rakamlarý, her birisi l3'te ittifaklarý... o l3'ün de, Altýncý ve Sekizinci, mahrem Dördüncü Remizlerde mühim bir esrar anahtarý olduðunu gördük. Bunda þübhemiz kalmadý ki, kâðýt üzerinde daima kalacak bir kerâmet-i Kur'aniyedir, bir ikrâm-ý Ýlâhîdir ve doðrudan doðruya, risâlenin ve iman-ý Haþrin tasdikýna bir imza telâkki ettik. Havada uçmak, su üzerinde yürümeðe benzemiyor. Onlar muvakkat... hem þahsýn kemâline ve ihtiyarýna, belki istidrâca verilebilir. Doðrudan doðruya hakikate-hususan bu zamanda- hizmet edemiyor. (Sh: B-135) Her ne ise, bir küçük mes'ele münâsebetiyle çok konuþtum ve çok da israf ettim Ahbabla fazla konuþmak mergûb olduðundan inþâallah bu isrâf afvolur. Kardeþiniz Said Nursî 133 (Birâderzâdem merhum Abdurrahman'ýn vefâtýný müteâkip yanýma gelip, kuvvetli emarelerle Abdurrahmân'ýn yerine bana gönderildiði kalbime ihtâr edilen, gayet çalýþkan ve hâlis kardeþlerimizden, elmas kalemli, Kuleönlü Sarýbýçak Mustafa Hulûsi'nin, on fýkra yerine geçecek tek birinci fýkrasýdýr.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ الْقُرْآنِ وَاَسْرَارِهَا Ey benim muhterem Üstadým! Âciz talebeniz, küre-i arz içerisinde ruhum bazan þarka, bazan cenuba, bazan garba, bazan þimale, bazan semâya giderdi. Acaba yardým ne taraftan eriþecek diye beklerdim. Ruhum bir mürþid-i ekmel taharri ederdi. Aramak üzere iken bana ilham olundu ki, mürþidi sen uzakta arýyorsun, pek yakýnýnda bulunan Bediüzzaman vardýr. O Zâtýn Risale-i Nur'u müceddid hükmündedir. Hem aktabdýr, hem Zülkarneyn'dir, hem âhirzamanda gelecek Ýsâ Aleyhisselâmýn vekilidir; yani müjdecisidir." denildi. Bunun üzerine Üstad-ý muhteremin nezdine vardým. Risaleleri, bize yazmak için emir verdi. Ben de on beþ kadar Sözler'den yazdým ve okuyorum. Ýstidâdým kýsa, fikrim müþevveþ olduðundan, risalelerden hakkýyla istifâde ve istifâza edemiyordum. Bilâhare, Yirmi Ýkinci Mektubu verdiniz yazdým. Bir-iki defa arkadaþlarýmla okudum. Âciz talebenizin maddî ve mânevî on beþ yaþýndan beri, mazide birikmiþ olan küflü yaralarýný tedâvi etti. Elhamdülillâh. Bunun üzerine bir rü'ya gördüm. Rü'ya budur: (Sh: B-136) "Menâmda, kýbleye karþý bir vilâyete gittim. O vilâyette gezerken, iki büyük acîb fabrikaya rast geldim. Bu fabrikalar, dünyadaki fabrikalara benzemiyor ve hem de, bu fabrikalar insanýn sað cenahýna geliyor. Ýkisinin de sahipleri yok. Ýçerisine girdim; fabrikanýn biri büyük, biri küçük. Bu küçük fabrikayý ben idare ederim diye, ona sâhib oldum..." Bunun üzerine bir rü'ya daha gördüm: "Kýbleye karþý uzun bir kýþla ve kýþlanýn içinde büyük bir fýrýn var. Ben de o fýrýnýn dairesindeyim ve ayak üzereyim. Karþýmda, gençlerden ehl-i takvâ Süleyman isminde bir genç vardý. Ve sað tarafýmda yine gençten, Ýsmail isminde birisi vardý. Buna binâen, alettahmin yüz kadar gençler, o fýrýnýn dairesinde saðýmda ve solumda ayak üzere idiler. Hayret ettim. Bunun üzerine büyük bir zât geldi, gençlerin önüne ufacýk bir mendil serdi. O mendil üzerinden, dört köþe haþhaþlý ekmeði gençlere birer birer daðýttý. Bilâhare, o mendilin içinden birer avuç da kuru üzüm daðýttý. Bakýyorum; o mendilden üzüm ve ekmek tükenmedi. Hayret ettim. Bana denildi ki, bu mübarek zât, Said Nursî'dir. Ben de anladým ki; bu hârika iþ aktablarda bulunur." dedim uyandým. Bunun üzerine risaleleri devam üzre yazmakta iken, Allah'ýn tevfîký ve Üstad-ý muhteremin himmeti eriþti. Çok çok istifade etmeye baþladým. Bilâhare, bütün o rü'yamda gördüðüm gençler, etrafýma toplandý. Her birisi bana arkadaþ ve Kur'ân'a talebe oldular. Ve bir de bizim memleketin insanlarý, bir parça ehl-i tarikat ve ehl-i takvâdýr. Memleketimizde zâhir ve bâtýn hocasý olmadýðýndan þeytana ve nefse çok defa hedef oluyorduk ve evham içinde boðuluyorduk. Risaleleri okudukça, þeytan-ý lâîn ve nefsin hilelerini ve evhamlarýný Cehennemin dibine atýyordu. Risaleleri okurken, çok arkadaþlar çok hayrette kalýrlardý. "Bu koca Bedi', bu lü'lü-misâl bu sözleri, bu kelimeleri nereden buluyor?" diye birbirimize çok defa diyorduk. Lisânýna baksan, birþey istifade edilmez gibi görünüyor. Halbuki, söyledikleri hep (Sh: B-137) hikmettir. Nazarýmýza dehþet veriyor, nur seriyor (Haþiye) diye, tekrar tekrar iþtiyakla okuyorduk. Bunun üzerine, "Risaletü'n-Nur ve Mektûbatü'n-Nur, okuyanlara bir iksîr-i a'zamdýr" diye hükmettik. Muhterem Üstadým, maddî ve manevî yaralarý bulunan, bu yüz arkadaþlarýmýn yaralarýný, risaleler tedavi ediyor. Hattâ, bazan bizden uzak olanlar evhama boðulur, gelirler, âciz talebeniz bir risâle okursam evhamýný kaldýrýr giderlerdi. Cenâb-ý Hak, Feyyâz-ý Mutlak ve Hallâk-ý Azîm mevcudat ve câmidat ve zerreler adedince sizden râzý olsun.. âmîn... Yarýn Mahþerde, herkesten evvel Resûl-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem Efendimiz Hazretlerinin þefaatine mazhar ol, inþâallah.. âmin. Bu gençlerin her gün, her saat duasýný alýyorsunuz. Ve her bir risaleyi okurken, en aþaðý sekiz on kadar arkadaþ bulunuyor. Halbuki bu fitne-i âhirzamanda, bu gençlerin bir araya gelip hak söz dinlemeleri pek mühimdir ve medâr-ý þükrandýr. Bu âciz talebeniz Arabî görmemiþ ve medrese hiç görmemiþ. Eskiden yazýlmýþ Türkçe kitaplarý okurdum, maddî ve manevî yaralarýmý tedâvi edecek ilâç bulamazdým. Ruhum ve kalbim çok çýrpýnýyordu. Öyle bir dereceye gelirdim ki; her saat kendimi intihar etmeðe karar verirdim. Acaba hâlim nedir ve ne olacak? Mürþid-i kâmil nerede bulabilirim diye çok merak eder ve yeis içerisinde kalýrdým. Cenâb-ý Hak, nasýl ki Cehennem gibi bir zaman içinde Cennet gibi bir zamaný halk eder; ve her zamana lâyýk çâreleri icad eder; ve her yaraya muvafýk ilâcý ihsân eder.. öyle de, bu medresesiz zamanýmýzda bizim gibi yaralýlara-Üstad-ý muhterem vasýtasýyla-risaleleri Türkçe olarak te'lif ettiriyor. Buna ne kadar þükredeyim.. lâyuad ve lâyuhsa Cenâb-ý Hakk'a þükürler olsun ve Üstad-ý muhteremi de Kur'ân hizmetinde muvaffak edip iki cihanda aziz eylesin, âmin. (Haþiye) Evet Mustafa kardeþim, Said'in üç þahsiyetinden ikisini tamam fark etmiþ. Said'deki Üstadýný, ders verdiði vakit âlî görüyor. Bîçâre dostu olan Said'i, hakikatte olduðu gibi âdi görüyor ve gördüðü doðrudur... (Sh: B-138) Ben hiç bir Arabiyat görmeden, medresede beþ-on sene okumadýðým halde; yalnýz risaleleri yazýp ciddiyetle okudum. Kendimi yirmi sene medresede okumuþ gibi tahayyül ediyorum. Sebebi ise; bu âcizin, bu fakirin, bu miskinin nezdine çok Arabiyat hocalarý geliyor ve benim okuduðuma hayret ediyorlar. Evvelden mürþid-i kâmil terbiyesi görmüþ insanlar, geliyorlar, benden iþittikleri kelimelere meftun oluyorlar. Çok hocalar, iki diz üzerine gelip risale okuyuver diyorlar. Eðer sesim eriþse, olanca kuvvetimle baðýrarak, küre-i arzdaki gençlere diyecektim: "Risaleleri ciddî okumak ve yazmak, yirmi sene medresede okumaktan fâiktir ve daha menfaatlidir." Medresede okumaktaki maksad; evvelâ kendini kurtarýp, sâniyen Ümmet-i Muhammed'i (A.S.M.) kurtarmaða çalýþmak deðil mi? Risaletü'n-Nur ve Mektubatü'n-Nur, yirmi senelik medrese ilmini veriyor itikadýndayým. Ve her bir risale, tek baþýyla bir mürþid-i ekmeldir. Kalbi bozulmamýþ herhangi genç, bir risaleyi alýp dikkatle ve teslimiyetle okusa, daire-i inkýyâda geliyor, ýslâh oluyor. Herhangi bir maddiyyun bir risaleyi alýp okursa, iman etmezse de hiç bir bahane bulamýyor. Herhangi bir dinsiz okusa ve tamam mânasýyla anlasa, imana geliyor. Herhangi bir feylesof okusa, "Bundan daha yüksek akýl olamaz ve akýllar toplansa bunun fevkine çýkamaz, akýl buna yol bulamaz" diyor. Risale-i Nur, lisân-ý hâl ile Avrupa meftunu bulunan tek gözlü deccâla "Ya îman et, yahut bütün dünyanýn maskarasý olacaksýn" diyor. Þimdi aziz ders kardeþlerim, bu fakir, bir tane mürþid-i ekmel ve kutub ararken, Cenâb-ý Hakk'ýn ihsanýyla, keremiyle, lütfuyla, rahmetiyle, Üstad-ý muhteremin sa'yi ile yüz on dokuz mürþid-i ekmel ve kâmil buldum. Risaletü'n-Nur ve Mektubâtü'n-Nur, yüz on dokuz adediyle, her birisi birer mürþid-i ekmeldir ve aktabdýr. Ey maddî ve manevî yaralý olan genç kardeþlerim! Ve ey mürþid-i ekmele muhtaç olan ehl-i tarikat kardeþlerim! Þeyh Abdülkadir-i Geylânî ve Þah-ý Nakþibend, Ýmam-ý Rabbânî, Ýmam-ý Gazâlî, (Sh: B-139) Muhyiddin-i Arabî, Mevlânâ Hâlid (Radýyallahü anhüm) Kaddesallahü esrârehüm Hazretlerinin derece-i kemalâtlarý, merâtib-i îmanlarý risalelerde ve Mektubat'da vardýr. (Hâþiye) (Hâþiye) Merhum büyük kardeþim Mustafa, risalenin þakirdleriyle velâyetin þâkirdlerini ve birbirinin arasýndaki dereceyi anlatmak istiyor. Bu mes'eleyi Risale-i Nur halletmiþ. Hem tevhid-i âmi ile tevhid-i hakikîyi göstermiþ. Hem gözü kapalý olarak gitmenin ve gözü açýk olarak gitmenin farkýný Risale-i Nur beyan etmiþ. Hem âlem-i yakaza ile âlem-i menâmý Risale-i Nur keþfetmiþ. Hem âlem-i misâl ile âlem-i þehadeti birbirinden risale-i Nur ayýrmýþ. Hem velâyet-i kübrayý, velâyet-i vustayý, velâyet-i suðrayý ve birbirinin farkýný, tamamiyle Risale-i Nur göstermiþ. Bir sohbette, bir kademde - Sahâbelerin meseli gibi zâhirden hakikate geçmenin sebeplerini anlatmýþ. Hem tarikat þeyhlerinin ve "Eimme-i Erbaa" nýn caddelerini Risale-i Nur beyân etmiþ Hem ilmelyakîn, aynelyakîn, hakkalyakîn ile elde edilen imanýn farklarýný Risale-i Nur göstermiþ. Hem Hazret-i Ebubekir-i Sýddîk (R.A.) ve Hazret-i Ömer (R.A.) ve Hazret-i Osman'ýn (R.A.) meþrebini Risale-i nur tâkib etmiþ. Hem Ýmam-ý Ali'nin (R.A.) bir veled-i mânevîsi olduðunu, Celcelûtiye'yi tefsir ile Risale-i Nurun kýymetini ve vazifesini Risale-i Nur göstermiþ, Hem Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmýn Mehdî ve Ýsâ Aleyhisselâm ve Deccal ve Ye'cüc-Me'cüc ve Sedd-i Zülkarneyn hakkýndaki müteþabih Hadîsleri Risale-i nur te'vil etmiþ, esas maksadý anlatmýþ. Ýmam-ý Ali (R.A.), Þah-ý Geylâni (R.A.), Sekizinci, On Sekizinci, Yirmi Sekizinci Lem'alar ile ve Sekizinci Þuâ ile kerâmât-ý evliya hak olduðunu ve yerde iken Arþ-ý A'zamý müþahede ettiklerini Risale-i Nur beyân etmiþ. Hem umum müctehidler, "mütekellimînden birisi gelecek hakaik-i îmaniyeyi ve bütün mesâili vâzýh bir surette beyan edecek" diye müjdelerini, Risale-i Nur, hâdisât-ý âlem ile isbat etmiþ. Hem bütün her asýrda gelen meb'uslar, veliler keþfiyatlarýnda, "birisi gelecek, þarktan bir nur zuhur edecek" diye Risale-i Nurun þahs-ý ma'nevîsini ve üstadýmýn þahs-ý mânevîsini ve talebelerin þahs-ý mânevîsini görüp, bütün ümmet-i Muhammed'e (A.S.M.) Risale-i Nurun faziletini, ehemmiyetini, kýymetini ve emr-i Peygamberî ile bütün ümmet virdlerinde azâb-ý kabirden ve âhir zamanda gelecek fitneden, deccâlýn þerrinden istiaze etmelerini ve yapacaðý maddî ve mânevî tahribatýný Risale-i Nur tamir yaptýðýný görmüþler. Müjdeler, beþâretler, iþâretler, remizler ile haber verdiklerini, Risale-i Nur, Eskiþehir, Denizli, Afyon, Ýstanbul gibi hâdisât-ý âlem ile göstermiþ... Elhâsýl: Asýrlardan beri beklenilen ve muntazýr kalýnan zât, Risale-i Nur imiþ. Hatta Üstâdýn kendisi de bir zaman böyle bir zâtýn geleceðine muntazýr imiþ. Hulbuki, ne aðabeyim Mustafa'nýn ve ne de benim haddim deðil ki, Risale-i Nurun kýymetini ve vazifesini beyan edeyim, heyhat! Risale-i Nur, Kur'ân'ýn has tefsîri olduðundan Kur'ân'a baðlýdýr. Kur'ân ise Arþ-ý A'zam'a baðlýdýr. Onun için, Risale-i Nuru Kur'ân medh ü senâ edebilir. Birinci Þuâ'da otuz üç âyetiyle iþâret etmiþ. Bunu yazmaktan maksadým; aðabeyim Mustafa'ya Risale-i Nurdan medet ve Kur'ân'dan þefaat ve Üstadýmdan dua istemektir... Talebeniz Küçük Ali (Sh: B-140) 140 Ey kardeþlerim ve ey halifeler! Tarikatýn ve hakikatýn müntehasýný anlamak isterseniz; Risaleleri ciddiyetle okuyun. Bâlâdaki zâtlarýn arkasýnda gidersiniz ve yüksek îmanlarýna yaklaþýrsýnýz. Ey ehl-i tarikat kardeþlerim, bilhassa sizlere çok rica ediyorum, risaleleri bir defa okuyunuz. Risaletü'n-Nur ve Mektubatü'n-Nur'un her bir satýrýnda, bir kitabýn te'sirini bulamazsanýz, bana ne derseniz deyiniz, kabul ediyorum. Tekrar çok tavsiye ediyorum, okuyun! Okuyun. Okudukça, Risaleler feyzâver nurlarý saçýyorlar. Okudukça iþtiyak getiriyorlar, usanç vermiyorlar. Baþka kitaplarý bir iki defa okusan, insana usanç veriyor. Halbuki Risaleler öyle deðil, okudukça baþka baþka iman halleri telkin ediyorlar... Döneceðim bâlâdaki rü'yanýn tabirine; aklým yetiþtiði kadar tâbir edeceðim, Allah hayretsin: Biri büyük, biri küçük fabrikadan, büyük fabrika ise, Üstad-ý muhteremdir. Fabrikanýn içerisinde bulunan acîb ve garâib-i bedi âletleri ise, bu zamana kadar hiç bir imamýn söylemediði kelimeleri ve îman telkinatlarýný yapan Risaletü'n-Nur eczalarýdýr. O küçük fabrika ise; Risale-i Nurlarý kim okuyup yazarsa, o dahi küçük fabrikaya benzeyecek. Ýçerisindeki bedi' âletler ise, Risale-i Nurun düsturlarý, hakikatlarý ve mesâil-i îmaniyedir; okuyan ve yazan insanlar; öyle kuvvetli, sarsýlmaz îmanlarý bulacaklardýr. Fabrika hareketi ise, Risaleleri okuyup yazan adamlarýn kemâl-i þevk ve heyecanla çalýþmalarýdýr. Görmüþ olduðum velâyet ise; velâyet-i kübra yollarýný gösteren Risale-i Nur'dur. Bu rü'yayý takviye için, bir rü'ya daha söyleyeceðim: "Menâmda, Ýstanbul'a yaya olarak iki defa gittim. Ýstanbul'a vardýðýmda, dükkânlarý hep açýktýr, içinde sahipleri yoktur, dükkânlarýn içinde -sandýklarda- büyük büyük mýhlar gördüm ve baþka demir parçalarý da vardý. Bunun üzerine mânevî rahmet yaðarken, Ýstanbul'dan yaya olarak avdet ettim..." (Sh: B-141) Allahu a'lem, bunun tâbiri de, dünyada Ýstanbul büyük ve güzel memleket olduðu gibi, öyle de Risaleler ve Mektubatü'n Nur velâyet-i kübrâ yollarýný gösterir. Demir gibi kuvvetli, elmas mýhlar gibi hakikatýn bürhanlarýný, satýþa çýkaran ve her Risale bir kudsî dükkân hükmüne gelen bir meþher-i nuranîdir. O sergide, îmanî nurlar teþhir ediliyor. Ve velâyet-i kübrâ yollarýný gösterdiðini, iki kere iki dört eder derecesinde kanaatým gelmiþtir. Ýkinci gördüðüm rü'yanýn tâbiri, Allahu a'lem böyle olsa gerektir: Kýbleye karþý kýþla ise, mânevî Allah'a asker olan gençlerin Isparta Vilâyetindeki geniþ dershanelerine iþarettir. Ekmeði daðýtan zât ise, üstad-ý muhterem Said Nursî'dir. Ve ekmek piþiren fýrýn ise, Üstadýmýn hususî medresesidir. Fýrýnýn ekmeðinin müþterileri ise; risaleleri okuyup, lezzetini anlayan -benim gibi ve arkadaþlarým gibi- هَلْ مِنْ مَزِيدٍ diyenlerdir. Evet üstâd-ý muhterem, insanlara mânevî ekmek daðýtýcýdýr. Bu fýrýnda çok iþaretler vardýr. Aklým bu kadar yetiþiyor. Gençlerin ayakta olmasý ise, gençlerin îmanî risaleleri okuyup îmanlarý kuvvetleneceðine iþarettir. O tatlý ve yedikçe noksan olmayan üzüm ve ekmek ise, her þeyden daha tatlý i'caz-ý Kur'ân esrarýna ve îmanýn envârýna iþarettir ki, onlarý Risale-i Nur daðýtýyor. Âciz talebeniz ise, gençlerin baþýnda ve sað tarafta bulunduðum ise; gençlere ihsân-ý Ýlâhî, ikrâm-ý Ýlâhî ve üstad-ý muhteremin himmetiyle o gençelere vesile olacaðýma iþarettir inþâallah... Benim aklým bu kadar eriyor. Bu kadar tâbir edebildim. Rü'yalarýmýn ýslâh ve tâbirini rica ederim. Yirmi gün zarfýnda bir rü'ya daha gördüm: Eðirdir Gölünün kenarýnda, yani çakýllýðýnda bulunuyormuþum. Bu denizin kenarýnda büyük bir beyaz çadýr kurulmuþ. Çadýrýn içinde, büyük bir direðin dibinde üstâdým Said (R.A.) bulunuyor. Bu esnada eline büyük, bir kýrmýzý kaplý kitap alýp, çadýrýn direðine dayanarak o kitabý okudu. Bilâhare hariçten, kýble tarafýndan Mahmud isminde gençten, yeþil elbiseli birisi gelip üstâdýmýn elinden o kitabý-yani okuduðu hutbeyi- istedi ve aldý. Çadýrdan Mahmud ismindeki genç dýþarýya çýktý, kýbleye karþý, ayak üzere halklara dedi ki: "Bu âna gelinceye kadar (Sh: B-142) böyle bir hutbeyi hiç bir imam okumamýþtýr" diyerek, o hitabeyi alýp kýbleye karþý götürdü. O anda uyandým.. Allah hayretsin. Bu rü'yâyý da bildiðim kadar tâbir edeceðim: O deniz ise, Þeriat-ý Muhammediye (A.S.M.) dir. O çadýr ise Isparta Vilâyetidir. O hutbe ise, Risaletü'n-Nur ve Mektubatü'n-Nur'dur. Hutbeyi götüren yeþil elbiseli genç Mahmud ise, ya Þeyh-i Geylânî, ya Ýmam-ý Rabbânîdir. Risaleler makam-ý Mahmud yolunu târif ediyorlar. Üstâdýmýn hutbesi olan Risale-i Nur, bu zamanýn bir mehdisi ve müceddididir. Ey küre-i arzda bulunan gençler, hocalar ve halifeler! Bin senedir insanlarýn aradýðý Mehdi Hazretlerinin piþdârý ve müjdecisi üstadýmýn neþrettiði Risale-i Nurdur. Ey benim kardeþlerim! Benim gibi âciz bir talebenin okumasýndan, anlamasýndan ne çýkar? Üstâdýma ne sual açabilirim? Kaç kitap okudum da sual açayým ve mes'ele halledeyim? Ne gibi sual sorayým? Dünyada çok kitaplar vardýr ve o kitaplarý okumuþsunuzdur. Okuduðunuz kitaplarýn hepsini de anladýnýz mý? Alâ küllihâl anlayamadýðýnýz mes'eleler çoktur. Üstadýma sual açýnýz, meydana ilim çýksýn ve îman hakikatý çýksýn da dünyada bulunan üç yüz elli milyon Müslümanlar da istifade etsinler. Ne kadar müþkilâtýnýz varsa halledilsin, bizim gibi âcizler de istifâde etsin. Ey hocalar ve ehl-i kalb! Soracaðýnýz suallerin cevaplarýný Risale-i Nur'da bulabilirsiniz. Ehl-i keþf ve kalbden birisi, benim gibi âciz bir insandan Mehdî'yi soruyor. "Ne vakit gelecek..." Daha Mehdî'yi anlayamamýþ. Dâbbetü'l-Arz kimler olduðunu bilmiyor. Bunlara dair, risalelerde birer bahis vardýr. Her müþkil suâlin cevabýný o risalelerden arayýnýz, bulursunuz. Ey hocalar ve halifeler! Bizim ilmimiz bize yeter deyip, yýldýz böceði gibi þavkýnýza, ilminize aldanmayýn. Ýnsanýn kendi bildiði kendine kâfi gelmez. Her insan, her mes'eleyi yalnýz anlayamaz. Uyuyorsunuz! Uyuduðunuz miktar artýk yeter!!! Uyanmalý... (Sh: B-143) Peder ve vâlidem ve cümle arkadaþlarým ve biraderim Ali çok selâm edip, iki ellerinden öper ve dua etmektedirler.. Kuleönü'nde Sofuoðlu talebeniz Mustafa Hulûsi (R.H.) Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 21. Dezember 2008 Autor Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 134 (Risale-i Nurun tesvidinde çok hizmeti sebkat eden temiz kalbli, ihlâslý, güzel bir hâfýz, müdakkik bir hoca olan Hâfýz Halid'in bir fýkrasýdýr.) Risale-i Nur'un müellifi Bediüzzaman, nâdire-i cihan, hâdim-i Kur'ân Said Nursî (R.A.) hakkýnda hissiyatýmdan binden birini beyân ediyorum: Üstâdým -kendisi- Nur ism-i Celîline mazhardýr. Bu ism-i Þerif, kendileri hakkýnda bir ism-i âzamdýr. Kendi karyesinin ismi Nurs, vâlidesinin ismi Nuriye, Kadirî üstâdýnýn ismi Nureddin, Nakþî üstadýnýn ismi Seyyid Nur Muhammed, Kur'ân üstadlarýndan Hâfýz Nuri, hizmet-i Kur'âniyede hususî imamý, Zinnûreyn; fikrini, kalbini tenvir eden âyet-i Nur olmasý ve müþkil mesâilini izaha vâsýta olan nur temsilâtý gayet kýymettardýr. Resâilin mecmuuna Risale-i Nur tesmiyesi, Nur ismi onun hakkýnda ism-i âzam olduðunu te'yid etmektedir. Risale-i Nur adlý hârika te'lifatýnýn bir kýsmý Arabî olmakla beraber, Risale-i Nur eczalarý þimdiye kadar yüz on dokuza bâlið olmuþtur. Her bir risale, kendi mevzuunda hârikadýr. Gayet yüksek olmakla beraber.. Onuncu Söz ismiyle iþtihar eden haþre dair olan risalesi pek hârikadýr, câmi'dir. Ulemaca sýrf naklî olan haþri ve neþri, gâyet kuvvetli ve kat'î delâil-i akliye ile isbat etmiþtir. Onunla çoklarýn imanýný kurtarmýþlar. هُوَ الّذِى جَعَلَ الشّمْسَ ضِيَاءً وَ الْقَمَرَ نُورًا âyetinin sýrriyle diyebilirim ki, Risale-i Nur bir kamer-i mârifettir ki, þems-i hakikat olan Kur'ân-ý Mu'cizü'l-Beyânýn nurunu istifâza eylemiþ ki, نُورُ الْقَمَرِ مُسْتَفَادٌ مِنَ الشَّمْسِ olan meþhur kaziye-i felekiyyeye (Sh: B-144) mâsadak olmuþtur. Hem diyebilirim ki, Üstadým Kur'ân hakkýnda bir kamer hükmünde olup, semâ-i risâletin þemsi olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'dan (nurî istifade) edip, Risale-i Nur þeklinde tezâhür etmiþ. Üstadým, baþkalarýnda nâdiren bulunan mümtaz hasletlerinden, zâhirî tavrýnýn pek fevkýnde bir vaziyet gösteriyor. Zâhir hâle bakýlsa, ilm-i hâli bilmiyor gibi görünüyor; birden, bakarsýn bir deryâ kesiliyor. Me'zun olduðu mikdarý ve Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan istifade derecesi nisbetinde söyler. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan cihet-i istifadesi olmadðý vakitlerde, yeni ay gibi mahviyet gösterir. Bende nur yok, kýymet yok der. Bu hasleti de, tam tevazu'dur ve مَنْ تَوَاضَعَ رَفَعَهُ اللّهُ hadîsiyle tam âmil olmasýdýr. Ýþte bu haslet icabatýndandýr ki, bizim gibi talebelerinden bazý mesâil-i ilmiyede muhalefet bulunsa, onlarýn sözlerini; içinde arar, hak bulduðu vakit, kemâl-i tevâzu' ile ve lezzetle kabul ederek teslim eder Mâþâallah der. Siz benden daha iyi bildiniz der. Allah râzý olsun der. Hak ve hakikatý, nefsin gurur ve enâniyetine daima tercih eder. Hatta ben bazý mes'elelerde muhalefet ediyordum. Bana karþý gayet mültefit, memnunâne bir tavýr alýr; eðer yanlýþ yapsam, güzelce, damarýma dokunmayarak beni îkaz eder. Eðer güzel birþey söylemiþ isem, çok memnun olur. Üstadým bilhassa hikmet-i hakikiye fenninde, yâni hikmet-i þeriat ve Ýslâmiyet noktasýnda pek hârikadýr ve hikmet-i beþeriyede dahi çok ileridir. Hatta o ilimde, Eflâtun ve Ýbn-i Sînâ'yý geçmiþ diyebilirim. Bundan on üç sene evvel, "Darü'l-Hikmeti'l-Ýslâmiye" âzâsýndan iken, küçükten beri þimdiye kadar mânen izn-i Ýlâhî ile Onun bir muîni ve nâsýrý ve muhafýzý olan kutb-u Rabbânî ve kandil-i nurânî Abdülkadir-i Geylânî (aleyhi nazar-urrahmânî) Hazretlerinin "Fütûhu'l-Gayb risalesini tefe'ülen açtýðý esnâda, اَنْتَ فِى دَارِ الْحِكْمَةِ فَاطْلُبْ طَبِيبًا يُدَاوِى قَلْبَكَ ibâresi çýktý. O ibâre, onun hakkýnda pek mânidar olarak, Eski Said'i Yeni Said'e çevirmesine (Sh: B-145) sebebiyet vermiþtir. Eski Said olduðu zamanlarda, Ýngilizlerin dinî suallerine gâyet lâtif ve müskit bir cevab vermiþtir. Ve ilm-i mantýkta, Ýbn-i Sina'nýn te'lifatýndan geçecek "Tâlikat" namýnda hârika bir risalesi var. Eþkâl-i mantýkýyeyi kýyâs-ý istikrâî cihetiyle on bine kadar iblâð edip, hiç bir âlimin yetiþemediði bir derece-i ihata göstermiþ... "Sünuhat" isminde bir risalesinde gördüm ki, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, âlem-i mânada, bir medresede ona ders verdiðini görmüþ. O ders-i mâneviyeye binaen "Ýþârâtü'l-Ý'caz" namýndaki hârika tefsiri yazmýþ. Bana bir gün dedi ki: "Harb-i Umumî hâdisat ve netâicleri mâni olmasa idi, Ýþârâtü'l-Ý'caz'ý, Allah'ýn tevfîký ve izni ile altmýþ cilt yazacaktým. Ýnþâallah Risale-i Nur, âhiren o mutasavver hârika tefsirin yerini tutacak." Üstadýmla yedi-sekiz sene musahabetim esnâsýnda mühim meþhûdâtým çoktur. Fakat اَلْقَطْرَةُ تَدُلُّ عَلَى الّبَحْرِ mucibince, deryaya delâlet maksadý ile bu fýkra kâfi görüldü. Çünkü, üstadýmdan iftirak zamaný idi; acele yazdým. Üstadým, وَالصَّاحِبِ بِالْجَنْبِ âyetinin sýrriyle çok defa yanlarýnda beni musahib bulmak hakkýný ve teveccüh duasýyla yerine getireceklerine eminim... Hâfýz Halid (R.H.) 135 (Hulûsi Bey'in fýkrasýdýr.) Aziz, muhterem müþfik ve mükerrem Üstadým... Bu defa irsaline inâyet buyurulan Risale-i Nur eczalarýnýn dört kýsýmlýk fihristesini aldým. Daha evvel Otuz Birinci Mektubun, On Üçüncü ve On Dördüncü Lem'alarýný almýþ, fakat ihtisaslarýmý arza muvaffak olamamýþtým. Fihristeler dört tarafýmý aydýnlattýlar ve itikatta bir olup, çok metîn hikmetlerle bazý a'mâlde ayrýlýklarý olan Dört Mezheb-i Hak gibi; bu fakire hakka, hakikata, sýdka, imana, nura, rýzaya giden yollarý gösterdiler. Hâdisât-ý dünyeviye meþgalesi, þimdiye kadar baþýmdan geçmemiþ bir tarzda beni yormuþ. Koca bir dairenin maddî ve manevî aðýr yükü altýnda, tek baþýma kaldýðýmdan çok bunalmýþtým. (Sh: B-146) Aziz üstadýmýn Otuz Birinci Mektubun Birinci Lem'asýyla tavsiye buyurduðu evrâdýn kuvveti, Risale-i Nurun feyzi, müþfik üstadýmýn müstecab duasý ve üstadýmýn üstadý Hazret-i Gavs'ýn lillâhil-hamd en küçük hâcetimi görecek kadar zâhir himmeti, mahza bir lütf-u fazl-ý Ýlâhî eseri olarak devam edebildiðim salâvât-ý þerife berekâtiyle zuhûr eden imdâd-ý Risaletpenâhî ve Cenâb-ý Allah'ýn nihayetsiz in'âm ve ihsan ve inâyeti sayesinde, -yüzbinler hamd ve þükürler olsun- ye'se ve fütura düþmekten kurtulmuþ.. yalnýz, huzur-u manevînize bir kaç satýrlýk arîza ile çýkmak geç kalmýþtýr. Hakikaten, elmas kalemli çok kýymetli kardeþlerimin -âsâr-ý Nurun cem' ve teksir ve neþrinde - gösterdikleri gayret ve himmet ve sevgili üstadýmýza bu kudsî vazifede yaptýklarý muavenet, her türlü takdirin fevkýndedir. Allah-ü Zülcelâl cümlesinden râzý olsun ve neþr-i envâr-ý Kur'âniye'de daimî muvaffakýyetlere mazhar buyursun... Otuz Birinci Mektubun, On Üçüncü ve On Dördüncü Lem'alarýnda, o kadar büyük dersler, o kadar azametli hakikatlar, o derece þa'þaalý hikmetler ve nurlu, kudsî lâhutî feyizler mündemiçtir ki, bu biçâre kardeþinizin sönük zekâsý, kýsa düþüncesi, periþan, müþevveþ dimaðý ile, hissedebildiði zevkleri ifade etmesine imkân yoktur... "Ýdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez, Zira, bu terâzi o kadar sýkleti çekmez." On Üçüncü Lem'anýn on üç iþaretle beyaný, Sûretü'l-Felâk ve Suretü'n-Nâs âyetleriyle, وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ { وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ âyetlerinin mecmu'-u adedine veya bu iki surenin herbirinde okunmakta olan اَعُوذُ بِالَّلهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ adediyle ve Fâtiha baþta sayýlmazsa, yüz on üçüncü sureye tam ve lâtif tevâfuk ve iþaret göstermesi nazar-ý dikkati celbetmektedir. Her iþâretin nihayetinde, o iþâretteki hakâik, birkaç enseb ve âlâ kelime ile ifade edilmiþtir ki, bundan daha kuvvetli beyan olamaz. Ýhtisasýmý, bu iþâretlerdeki kelimelerle kýsaca arz edeceðim. (Sh: B-147) Birinci Ýþâret: Þeytanýn ve onun þerik ve muînleri olan ehl-i dalâletin þerrinden ancak, þeriat-ý Muhammediye (A.S.M.) ile âmil ve sünnet-i Ahmediye (A.S.M.) ile mütemessik olmakla kurtulmak imkâný olduðunu, Ýkinci Ýþâret: Küfre giren ehl-i dalâletin kemmiyeten çokluðunun kýymetsizliði; þeytan ve avanelerinin tasallutlarýna karþý, istiâze, istiðfar, hýfz-ý Ýlâhîye iltica ve takva ile sünnet-i seniyeye yapýþmaktan baþka çare olmadýðýný, Üçüncü Ýþaret: Zâhiren cüz'î hata ve isyanla çok büyük tahribat yapmakta olan hizbü'þ-þeytana karþý, en kuvvetli kal'a olan Kur'ânî kal'aya iltica lâzým geldiðini, Dördüncü Ýþâret: مَا اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ âyetine bir nev'i tefsir mâhiyetinde, cüz'î ihtiyar ve icadsýz kesb ile þerlere sebebiyet veren þeytanýn müdhiþ tahribatýna karþý, istiðfar ve Allah'a ilticâ ve Sünnet-i Seniyeye riayet iktiza ettiði, Beþinci Ýþâret: Kur'ân-ý Hakîm'in azîm tergib ve teþviklerinin tam yerinde olup, ehl-i îmanýn desâis-i þeytaniyeye kapýlmalarý, îmansýzlýktan ve îmanýn zaifliðinden ileri gelmediðini; hem günâh-ý kebâiri iþleyenlerin küfre girmediklerini, فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرّةٍ خَيْرًا يَرَهُ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ iki âyetle sâbit olduðunu ve nihayet Cenâb-ý Erhamü'r-Râhimîn'in Gafûr ve Rahîm isimlerini melce' ve tahassüngâh yaparak þeytandan istiâze edilmesini, Altýncý Ýþâret: Tahayyül-ü küfrü, tasdik-i küfürle iltibas ve tasavvur-u dalâleti, dalâletin tasdîký suretinde gösteren desâis-i þeytaniyeden kurtulmak için hakâik-ý îmaniye ve muhkemât-ý Kur'âniye'ye sarýlmak ve lümme-i þeytaniyeden gelen desiselere karþý istiâze etmek ve her iki mânevî yaraya karþý Sünnet-i Seniyeyi merhem yapmak icab ettiðini, Yedinci Ýþâret: Erkân-ý îmaniyeden biri olan kadere te'vilsiz îman etmek lâzým olduðunu ve günah-ý kebîreyi iþleyen mü'min kalabileceðini... Fakat, þeytanlarýn tahribatýna karþý Cenâb-ý (Sh: B-148) Hakk'ýn binbir isminin tecelli etmekte olduðunu; Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i Hak mezhebinden ayrýlmamak ve Kur'ân'ýn çetin ve metîn kal'asýna girerek Sünnet-i Seniyenin muktezasýna tevfîk-ý hareket eylemekle kurtulmaða muvaffak olunacaðýna, Sekizinci Ýþâret: Küfür ve dalâlet yolunda, insanlarýn nasýl ihtiyarlarýyla sülûk ettiklerini ve bunlarýn nasýl hayat geçirebildiklerini aliyyü'l-a'lâ bir tarzda ders verdikten sonra, ehl-i îman için Kur'ân'ýn himayesi altýna îman-ý tam ve îtikad-ý kâmil ile girmek ve Sünnet-i Seniyenin daire-i nuraniyesine seve seve dâhil olmaklýðýn ne kadar güzel olduðunu, Dokuzuncu Ýþâret: Hizbullah'ýn, neden çok defa hizbü'þþeytân olan ehl-i dalâlete maðlûb olduklarýný; Medine münafýklarýnýn dalâlette ýsrar ederek, hidâyete girmemeleri ve Resûl-i Ekrem Aleyhissalaâtü Vesselâmýn iki muharebedeki maðlûbiyetinin hikmetini beyan ederek, O Seyyidü'l-Mürselîn sünnetine ittiba' sâyesinde muvakkat acýlarýn geçeceðini, Onuncu Ýþâret: Ýblis'in en mühim bir desisesi olarak kendine tâbi olanlara kendini inkâr ettirdiðinden dört misâl ile izah suretiyle bahs; ehl-i îmana cin ve ins þeytanlarýnýn þerlerinden, Allah'a iltica etmekle selâmete kavuþulacaðýný, On Birinci Ýþâret: Cirm ve cismi küçük, cürüm ve zulmü büyük, ayb ve zenbi azîm bîçâre insaný; kâinatýn hiddetinden, mahlûkatýn nefretinden, mevcudatýn öfkesinden kurtarmak için Kur'ân-ý Hakîm'in dâire-i kudsiyesine girmeðe ve Sünnet-i Seniyeye ittiba' eylemeye dâvet ettiðini, On Ýkinci Ýþâret: Mahdud günahlara Cehennemle mukabelenin mahz-ý adâlet olduðuna, Cehennemin cezâ-yý amel, Cennetin fazl-ý Ýlâhî ile olduðuna; seyyienin az yazýlýp, hasenenin çok yazýlmasýna; ehl-i dalâletin muvaffakýyetlerinin, -hâþâ- kendilerinde hakikat olduðuna veyâ ehl-i hakta zaaf bulunduðuna delâlet etmediðini gösteren dört meraklý suâle gâyet fasih ve belið cevaplar vermek sûretiyle, ehl-i îmaný, رَاْسُ اْلحِكْمَةِ مَخَافَةُ اللّهِ düsturuna, her türlü saâdeti câmi olan Kur'ân ve sünnet þahrâhýna girmeye teþvik ettiðini, (Sh: B-149) On Üçüncü Ýþâret: Üç noktasýyla, Þeytan'ýn desiselerine mübtelâ olan bîçâre insana, hayat-ý diniyye, hayat-ý þahsiye ve hayat-ý içtimaiye selâmeti ve sýhhat-i fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb için muhkemat-ý Kur'âniye mizanlariyle ve Sünnet-i Seniyye terazileriyle a'mâl ve hâtýratýný tart ve Kur'ân'ý ve Sünnet-i Seniyyeyi dâima rehber yap; اَعُوذُ بِالَّلهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ diyerek Cenâb-ý Hakk'a ilticâda bulun, diye çok kýymetli tavsiyede bulunduðunu; خِتَامُهُ مِسْكٌ nev'inden On Üç Ýþâret halinde tefsir olunan Sûretü'n-Nâs ve iki âyeti tekrar ile derse nihayet verdiðini, gâyet zevkli ve þevkli ve alâkalý bir surette beyan ve ifade eylemektedir. On Dördüncü Lem'anýn Birinci Makamýný teþkil eden iki mes'ele bence çok mühimdir. Bu dersin takrir ve tahririne vesile olan Re'fet Bey kardeþimizden Allah razý olsun. Ýkinci Makam baþlý baþýna bir þâheserdir. بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ hakkýndaki beyan buyurulan altý sýr, öyle bir hazine-i esrâr-ý rabbânîdir ki; ancak Rahmân-ý Rahîmin inâyetiyle bu mübarek eseri okuyup anlayanlar ondan zevk alabilirler. Bundan evvelki bir mektupta, ihtiyarsýz Birinci Sözü teþkil eden بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ hakkýndaki mübârek eserden, kalb-i âcizîye gelen bazý hoþ tefekkürâttan bahsetmiþti. Dâima þefkatle duâ ve derslerinden istifade ettiren muazzez üstadým, benim daha evvelden de بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ içindeki Rahman ve Rahîm isimlerinin hikmet-i tahsisi hususundaki suâlime, ikinci ve mutantan bir cevab daha lûtfetmiþ oluyorlar. Bu mazhariyetten dolayý, Hâlik-ý Rahîme ne kadar þükretsem azdýr. Fihriste'yi harfi harfine henüz okuyamadým; fakat, inþâallah okuyacaðým. On Birinci Mektubun neleri ihtiva ettiðini öðrendim. Yazýlmayan ve Rahmet-i ilâhiyyeden yazýlmasýna muvaffakýyet niyaz olunan âsârýn da, neþrine muvaffakýyetinizi, eltâf-ý Sübhaniyeden (Sh: B-150) tazarrû ve niyaz eylerim. Otuzuncu Söz'ün, mahkeme baþkâtibini nasýl tehdit ettiðini, hâtýrasýný tamamýyla gözümün önüne getirdim. Fihriste-i Gül-deste: Fihriste nâmý altýndaki bütün risâlelerde yazýlý olduðu tarzda deðildir. Tamâmen husûsiyet göstermektedir. Sözler'in ve Mektublar'ýn bir hülâsatü'l-hülâsasý denecek vaziyettedir. Âsâr-ý Nurun bir zübdesi, hazâin-i nurun elmas anahtarý, resâil ve Mektubatýn nurlu kapýsý olan bu hayýrlý te'life sebeb olanlarý da, müellifini de, Allah-u Zülcelâl ve'l-Kemâl Hazretleri, saâdet-i dâreyne mazhar buyursun. Âmin... Hulûsi 136 (Husrev'in fihriste hakkýnda bir fýkrasýdýr.) Aziz Üstadým! Senelerden beri vücûda getirilen misilsiz âsâra, Otuz Birinci Mektubun On Beþinci Lem'asýyla öyle misilsiz bir eser daha ilâve buyurulmuþ oluyor ki; o þâheserler, böyle þâh bir eseri; o hârika bedîiyyât, böyle bedî bir zübdeyi; o acib te'lifat, böyle acib bir mecmuayý; o azim hakâik, böyle bir azîm külliyât-ý hakâiký ve o nurlu risâleler, böyle nurlu bir fihristeyi istiyordu. Yüzbinler þükrolsun ol Feyyâz-ý Mutlak Hazretlerine ki; hiç bir müellifin muvaffak olamadýðý böyle misilsiz eseri, hazine-i rahmetinden ihsan etmekle, yüz yirmi adede vâsýl olan Külliyat-ý Nur'u, yüz yirmi sahifeden aþaðý olmayan misilsiz fihristesiyle bir yerde toplamýþ bulunuyor. Bu risâlenin menfaati, fevâidi o kadar çok ki; îzaha hâcet yok. Bu kýymettar risâle, kendi kendini lâyýk olduðu bir tarzda medhediyor. Hem o kadar güzel medhediyor ki; fevkýnde beyân olamaz. Husrev 137 (Dereli Hâfýz Ahmed Efendinin çok mânidar rü'yâlý bir fýkrasýdýr.) Aziz ve müþfik üstadým efendim! Bir gün âlem-i menamda bir sahrada gezerken, bir çok kalabalýk (Sh: B-151) ahâlinin içine girdim. Dersim olan Kelime-i Tevhid'e devam ediyordum. O ahâlinin cümlesi Nasarâ imiþ. Biz âþikâre Kelime-i Tevhid'i çektiðimizden, hepsi bize iþtirâk etti. Her yüz baþýnda, Muhammedü'r-Resûlüllah diyorum. O Nasâralar, Ýsâ ruhullah diyorlar. Onlara ben dedim ki; yâhu biz Ýsâ Aleyhisselâmý tasdik ediyoruz. Ve kendilerine Kelime-i Tevhidi okudum, Ýsâ ruhullah, dedim. Ýþte bakýnýz, ben sizin peygamberinizi tasdik ediyorum, siz de bizim peygamberimizi tasdik etseniz ne olur, dedim. "Hayýr! Ýsâ Aleyhisselâm gökten inmedikçe ve sizin peygamberinizi âþikâr tasdik etmedikçe, biz tasdik etmeyiz" dediler. Bunun üzerine yanýmda iki arkadaþ bulundu. Lâkin arkadaþlarýn kimler olduðunu bilemiyorum. Biz duâ edelim de, Ýsâ Aleyhisselâm gelsin ve bizi nasýl tasdik ediyor, göreceksiniz. Duâ ettik. Ýki kiþi, "âmin" dediler. Lâkin Ýsâ Aleyhisselâm gelmeyince müteessir olduk. Yine duâ ettik: "Ya Rabbi.. bizi bunlarýn yanýnda niçin mahcub çýkarýyorsun? dedik. "Bu din âlî deðil mi?" Tahminen, arasý bir saat veya bir buçuk saat sonra, karþýdan üç kiþi çýktý. Elhamdülillâh Ýsâ Aleyhisselâm geliyor. Baktým birisi sakallý, ikisi þâbb-ý emred. Dedim: "Ýsâ Aleyhisselâm otuz üç yaþýnda olduðu halde göðe hurûç etti. Ne için sakalýnda beyaz var?" Kalbime geldi ki; Allahu a'lem... Ýsâ Aleyhisselâm deðilse? Bu zat ve iki arkadaþýyla yanýma geldiler. Dikkatle baktým; üstadýmýzýn simâsý ve elbisesidir. Bizim yanýmýza gelince, bizim altýmýz maðara imiþ. Yanýndaki iki kiþiye emretti: Þurada kilitli salibler, haçlar var. Cümlesini çýkarýnýz. Çýkardýlar. Nasâralara karþý hepsini kýrdý ve Kelime-i Tevhid getirip Peygamberimizi tasdik edince, biz de Nasâralara; "Bakýnýz, iþte Ýsâ Aleyhisselâm'ýn vekili geldi" deyince, cümlesi tasdik ettiler. Allahu a'lem bu rüya'nýn bir tabiri þudur ki: Üstadýmýzýn Kur'ân-ý Hakîm'den aldýðý ve neþrettiði Risale-i Nur vasýtasýyla Nasâranýn bir kýsmý Ýslâmiyeti kabul edecek ve Nasâra Müslümanlarý veya Hýristiyan mü'minleri hükmüne geçip Üstadýmýzýn sözlerini Ýsâ Aleyhisselâmýn sözleri nev'inden hüsn-ü kabul edeceklerine iþârettir. Evet, Risale-i Nur'da öyle bir kuvvet vardýr ki, Avrupa'nýn en (Sh: B-152) muannid feylesoflarýný dahi teslime mecbur eder. Her ruhun bir ihtiyac-ý hakikîsi olan hakikî îman nurunu arayan Hýristiyan muvahhidler, elbette Risale-i Nur'u görseler (Hazret-i Ýsâ Aleyhisselâmýn vesâyâsý nev'inden) kabul edip sarýlacaklardýr... Dereli Mutâf Hâfýz Ahmed 138 (Âsým Beyin fýkrasýdýr.) Bu Risale Fihristesi, hakikaten menba'-ý nur ve mecma-i hakikattýr. Elhak Nur fihristeleridir. Þöyle söyleyebilirim ki: Otuz Üç Söz, Otuz Üç Mektubun herbiri, feyezanda birer menba-ý Nur-u hakikat ve gülistan-ý bað-ý cinandýr. Binâenaleyh bu müteaddit güller baðýnýn, her birisinden müteaddit güller koparýp, dört kýsým üzerine güller demeti yapýlmýþ gibi, vücuda getirilmiþ bir eser-i cihan-kýymet olduðuna kanaat ettim. Bu Fihristeleri okumak; herhalde ve behemehâl Söz ve Mektublar risale-i þerifenizi görmek, okumak, yazmak için insaný iþtiyâk ve gayrete sevk ediyor ve þiddetli kamçýlýyor. Fakirce noksan olan risale-i þeriflerin hangisini evvelâ yazayým? Çünki; her biri birbirleriyle nur ve hakikat müsâbakasýna çýkmýþ diye, mütelâþî ve heyecanlý bir vaziyetteyim. Ýnþâallah -duâ-yý üstadâneleriyle - kâffesini yazarým. Þurasýný da arz etmek isterim ki: Sabri Efendi kardeþimin ilhâhý ve zât-ý üstadânelerinin ilhamý ile Fihristelerin te'lifi, çok musîb ve hayýrlý... hem hadsiz hakikatlere anahtar olmuþtur... Cenâb-ý Hak, sevgili üstadýmýzý âfiyette dâim.. ömürlerine bereket ve her bir umûrunda muvaffakýyet ihsan buyursun da, pek çok zamanlar baþýmýzda tâc-ý zafer olarak taþýyalým ve hizmet-i Kur'ân'da çalýþalým, yorulalým, yol alalým. Ve cümle mü'minîn de istifade etsin ve ehl-i bid'a ve mülhidlerin de baþlarý yere gelsin. Talebeniz Âsým (R.H.) (Sh: B-153) 139 (Kuleönü'nde Sarýbýçak Mübarek Mustafa'nýn kardeþi Ali'nin fýkrasýdýr.) (Bulunduðumuz asrýn yaralýlarýndan, mânevî doktora muhtaç bir gencin fýkrasýdýr.) Aziz, þefkatli, muhterem üstadým! Bulunduðumuz asýr, mânevi seferberlik (harb) zamaný olduðundan, vücûdumdaki yaralara baktýkça, yaralar gitgide daha fazlalaþmakta iken.. bir gün iþittim ki, "saðdan sola geçiniz" diye ilân ediyorlar. Ve otuz iki harfin bir kaç adedini gâib edip ilân edince öyle bir yara daha açýldý ki; evvelki yaralarý unutturdu. Nasýl ki nass-ý Kur'ân'da: اِذْ اَوَى الْفِتْيَةُ اِلَى الْكَهْفِ فَقَالُوا رَبَّنَا آتِنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً وَهَيِّئْ لَنَا مِنْ اَمْرِنَا رَشَدًا Ashâb-ý Kehf Efendilerimiz beþ veya sekiz delikanlý -asrýmýzdaki tahammül edilmeyen fenalýk gibi- o asýrda fenalýktan, fitneden kaçarak maðaraya iltica ettiler. Sebebi ise; din-i Hak üzere bulunan ehl-i îmaný, zamanlarýnýn padiþahý olan Dakyanus, putperestliðe dâvet edip.. kabûl edenleri putlara kurban kestirip, kabûl etmeyenleri katl-i âm ettiði sýrada, Ashab-ý Kehf Efendilerimiz maðaraya çekildiler. Ben de, asrýmýza ve yaralarýmýza baktýkça, bütün gün ruhum çýrpýnmakta iken.. "acaba bu karmakarýþýk zamanda, benim gibi böyle mânevî yaralý gençler, o Mahkeme-i Kübrâda, Cenâb-ý Vâcibü'l-Vücûd ve Tekaddes Hazretlerinin huzurunda, peygamberimiz Muhammed Mustafa Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizden nasýl þefaat dileyebilirler" diyerek, bütün gün ruhum aðlardý. Mâdem Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma, binlerce maddî ve mânevî yaralýlar, dilsizler, nüzûl olmuþ, bütün kalbi kararmýþ, îmaný yok bedevî adamlar, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmýn yanýna vardýðýnda, bir saat, bir gün sohbet-i Nebevîde bulunur; sonra kavm ve kabilelerine rehber ve muallim olarak döndüler. Ve mâdem kýyamete kadar bâki býraktýðý Kur'ân ve Kur'ânýn tâyin etmiþ olduðu mânevî doktorlâr, kýyamete kadar (Sh: B-154) gelecek mü'minlere maddî ve mânevî doktorluk vazifesini görecekler.. ve þimdiki hâl vilâyetimiz dâhilinde bulunan mânevî doktora müracaat edeyim diyerek, ruhum her an gezmekte iken bîhuþ olup yattým... Bana rü'yamda üç þahýs gösterildi. Ýkisinin ismini söylemediler. Diðeri Üstadým Bediüzzamaný, ismiyle söylediler. Hemen eline yapýþýp ellerini öptüm. Üstadým acele olarak, cebinden bir kalem ve bir kâðýt parçasý çýkarýp bana verdi.. hemen uyandým. Peder ve validem ehl-i kalb olduðundan, rü'yâyý anlattým. Pederim; "Bu zât Barla'ya henüz yeni geldi. Bir-iki sene kadar oldu. Git, mürâcaat et" dedi. Ben dedim: "Daha askere gitmedim, yaþým genç. Böyle büyük mânevî bir doktorun yanýna bu yaralar ile nasýl gideyim ve nasýl cerrahiyesine dayanayým? "Bana "git" denildi. Hitab iki oldu. Hemen, sabahleyin kalkýp gittim. Üstadýmý görünce, bir-iki dakika titredim. Sonra, fesübhânallâh dedim. Doktoru görünce o yaralar bütün kuvvetleriyle baðýrýyorlar. Verdiði eczâlara tahammül edemeyecekler. O yaralarý açamadým. Üstadým da talebeliðe kabûl edip, beþ vakit farzý býrakmayacaðýma çok çok tenbih etti. Avdetten bir-iki ay sonra, hemen askere gittim. Terhis oluncaya kadar; (yirmi mah mukaddem) bu yaralar içinde, her saat ve her dakika, "Elmevtü hakkun" kaziyyesini düþünüp, "Acaba benim hâlim ne olur?" derdim. Memlekete avdetimde, aðabeyim Mustafa'yý (rahmeten vâsiaten) görünce ruhum biraz geniþledi. Acaba, bu nereden ileri geliyor, dedim. Bir-iki gün sonra, mübarek Ramazan-ý Þerif gecesi üçüncü hitap olarak, yine rü'yamda, memleketimizin kenarýnda, üstadým Bediüzzaman, elinde bir asâ, çoban olup dellâllýðý ilân ediyor. Ve diyor; "Ben Kur'ân'ýn dellâlýyým" diye yüksek sesle baðýrýyor, ilân ediyor. Ben heyecanýmdan hemen uyandým... Demek bakýnýz ey kardeþlerim ve bütün mü'minler! Üstadým hazretleri deðil memleketimize, bütün üç yüz elli milyon müslümana her saat, her dakika her an baðýrýyor. Benim gibi zâhir kulaðýyla dinlemeyiniz, kalb kulaðýyla dinleyelim ki, her an baðýrýp çaðýrdýðýný iþitelim. Mâdem bu elmas ve cevherler, bu sergiler asrýmýza verilmiþ; (Sh: B-155) bütün asrýmýzda kazancýmýzý versek, yine o elmaslarýn fiyatýný veremeyeceðiz. Bahar mevsimi geçmeden bütün cevherlerden alalým. O cevherler ise, Risale-i Nur Külliyâtýdýr. Ben âciz de Yirmi Dördüncü Sözün Dördüncü ve Beþinci Dalýný okumaða ve yazmaða baþladým. Ve yaralarýmýn birer birer kurudunuðu hissedince, Mektubat ve Sözler'i bütün kuvvetimle yazmaða karar verdim. Benim gibi yaralý kardeþlerime, bütün müslümanlara, bütün kuvvetimle baðýrýyorum: "Eyvah! Bu asrýmýzda, bu yaralar ile nasýl istirahat edebiliriz, yoksa!.. Bu asrýn mânevî doktoru ve ilâçlarý ise, Kur'ân'dan tereþþuh eden Risale-i Nur ve Mektubatü'n-Nur'dur. Onlara sýký sarýlalým." Âciz talebeniz Ali Ulvi 140 (Kuleönü karyesinden Ýbiþoðlu Mehmed'in bir fýkrasýdýr.) Muhterem Üstadým Efendim! Kardeþim Mustafa, risaleleri yazmaða baþlayalý beþ sene oldu. Maalesef iki senesini zâyi ettik. Üç seneden beri, risaleleri sair arkadaþlarla beraber, hizmetimizin haricinde her zaman okuyup istifade ediyoruz. Bazý, köyümüzün ehl-i tarikat olanlarý, bidayeten kardeþim Mustafa'nýn okuduðuna ehemmiyet vermiyorlardý. Ben de, bu "Okunan Sözler, hem tarikate, hem hakikate pek muvafýktýr. Hem bu zamanýn yaralarýna bir ilâçtýr" diyordum. Ve her ne zaman ye's içerisinde kalsam kardeþimin yanýna gelir, iþittiðim hakikatleri Risale-i Nur'dan okutur, dinler ve Risale-i Nurun verdiði feyizle yaralarým tedâvi olur, giderdim. Herhangi bir mes'eleden bahsedilse, Risale-i Nurda en iyisi vardýr. Yalnýz çok insanlar var ki, Sözler'in kýymetini bilmiyorlar. Ben de bütün söylenen sözlere ilâç, risalelerde vardýr diyorum. Olanca kuvvetimle küre-i arza baðýrarak derim ki: "Hariçte görülen marazlara ilâç vardýr." Ey kardeþlerim, istifade edelim. Bu risalelerden istifade etmeyenler ne kadar akýlsýzdýrlar. Çok þükürler olsun ki, böyle bir zât-ý muhtereme Cenâb-ý Hak bizi eriþtirdi. لِلَّهِ اْلحَمْدِ وَاْلمِنَّةِ (Sh: B-156) Cenâb-ý Hakk'ýn rahmetiyle, ihsanýyla, eltafýyla üstad-ý muhteremin himmetiyle ehl-i tarikat ile birleþtik. Þimdi Sözler'i çok okuyoruz. Ve onlar da çok istifade ediyorlar, menfaattar oluyorlar.. Sözler'in hak olduðunu tamamiyle anladýlar. Hattâ okumak için, kardeþimi çok defa icbar ediyorlar. Bir gün kardeþim Mustafa risaleleri yazmaklýðým için beni teþvik etti. Ben de yazmak için Yirminci Mektubu aldým. Ýstinsah ettiðim bu mektubda üç tevâfuk gördüm. Satýrýn yukarýsýnda iki tane "nihayetsiz" var; ve altýnda da üç "dünya" tevâfuku var. Bu halden müteessir oldum uyandým. Ýnþâallah üstad-ý muhteremimin himmetiyle risaleleri yazmaða muvaffak olurum ümidindeyim. Yirminci Mektubu elimde götürürken, meydanda idi.. karþýmda muhtar odasý olduðundan risaleyi saklamýþtým. O gece rü'yamda, üstad-ý muhteremimi büyük bir denizde ve denizin içerisinde sarayda gördüm. Bizim köyün insanlarý da o sarayýn etrafýnda idiler. Âciz talebeniz "doru ata" binerek zâtýnýzýn yanýna vardým. O adamlar bana, denizden nasýl atladýðýmý sordular. Ben de o adamlara cevaben: "At yeni nallý olduðnudan hiç zahmet çekmeden geldim." Halbuki, deniz ince bir surette incimad etmiþti. O esnada üstadým karþýma çýkarak, "Ne için Sözler'i saklýyorsunuz? Bundan sonra Sözler meydanda olacak " dediniz. O esnada benden at istediniz. Ben de güzel yürüyüþlü atý getirdim, o esnada uyandým. Allah hayr etsin. Âciz talebeniz Hacý Mehmed 141 (Kuleönü karyesinden elmas kalemli Mustafa'nýn kýymettar arkadaþý Hâfýz Mustafa'nýn fýkrasýdýr.) Ey Feyyâz-ý Mutlak ve Vâhid-i Ehad olan Cenâb-ý Allah'a giden tarîk-ý müstakîm yolunu gösterip, pek elemli ve pek hatarlý uhrevî hayatýmýn kurtulmasýna sebeb olan üstadým efendim!.. Bundan dört mah mukaddem, Kur'ân-ý Hakîm'in elmas, inci dükkânýndan pýrlantalarý ve vüs'atimiz kadar uhrevî harçlýðý almak üzere ziyaretinize arkadaþým Mustafa ile varmýþtýk. "Ne için geldiniz?" (Sh: B-157) diye þefkatli bir tekdire binâen müteessirane geriye döndük. O tekdirden gelen þefkatli ve ücretli bir fýrtýnaya tutulduk. O zaman üstadýmýn iksîr-i âzam olan, o mübarek kalbini rencide ettiðimizi anlayýnca, ikinci bir teessür bana geldi. Bu zamana kadar pek âciz, hiç-ender-hiç olan zayýf ruhum o teessürler içinde feryâd ederken, þefkatli tokat risalesinde, bizim fýrtýnalý tokadýmýzý zikreden üstadýmýzýn hakkýmýzda ne derece þefkatli olduðunu anladýk. O teessürâtýmýz sürûra kalboldu. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Bu mübarek Rebi'ü'l-evvel'in on ikinci gecesi -mübarek bir gecede- üstadýmýn pek yakýnýmýzda olan Isparta'ya hicreti beni o kadar memnun ve mesrûr etti ki, o yaralar ve bereler ve teessürlerden hiç birþey kalmadý. Elhamdülillâh Rebi'ü'l-evvel ayýnýn on ikinci gecesi, dünya ve âhiret yaradýlmasýna sebeb olan, dünya ve âhireti, zerreden þemse kadar bütün mükevvenâtý ziyalandýran; Kýyâmete kadar bâki, güneþ gibi nurlu, feyizli, gýdalý þeriatý ile âhiret kapýsýný açan O mübarek Zât-ý Fahr-i Âlem (Sallâllahü Aleyhi Ve Sellem) Efendimizin o mübarek gecede dünyaya teþrif buyurmasý, bütün mükevvenâtý memnun edecek pek mübarek bir gecede üstadýmýn hicreti, yani Rebi'ü'l-evvel'in on ikinci gecesi Isparta'nýn harîmine dahil olmasý ve hicretin tevâfuk ve tesadüf gelmesi, beni yine o elmas çarþýsýnda pýrlantalarý vüs'atimiz kadar almak üzere üstadýmýn ziyaretine yol açtý. Ýnþâallah bu hicretiniz büyük fütûhata sebeb olacaktýr. Nitekim, Sallâllahü Aleyhi ve Sellem Efendimizin, Mekke'den Medine'ye hicreti esnasýnda, Feth-i Mekke haberinin Cibrîl-i Emîn ile nüzûlü, Peygamberimizi ve Sahabe Efendilerimizi memnun ettiði gibi, Üstadýmýn tevâfuk eden hicreti, fütûhata sebeb olmasý, beni ve bütün Müslümanlarý memnun ve mesrûr eyleyecektir Efendim. Ýmam oðlu Hâfýz Mustafa (R.H.) (Sh: B-158) 142 (Ýmamoðlu Hâfýz Mustafa'nýn bir fýkrasýdýr.) (Bütün Söz ve Mektubatýn birer mürþid-i kâmil vazifesini gördüklerine dair hâtýra gelen bir mektubdur.) Üstadým Efendim! Bundan bir sene evvel- Sözler ve Mektubat'ý istinsah esnasýnda- bazý nükteler, kendi emrâz-ý kalbiyeme muvafýk bir ilâç geldiðinden "Evet bu nükteyi altýn yazý ile yazmalý" diye söylerdim. Elhamdülillâh hâza min fadlý rabbî Lem'alar te'lif edildi. Bütün Söz ve Mektubat'a feyizleriyle anahtarlýk yaptý. Þöyle ki: Kýþýn en þedid tehlikeli ve fýrtýnalý zamanýnda -yýrtýcý hayvanlarýn en azgýn ve kuvvetli zamanlarýnda- geniþ sahrada, çamurlu bir yolda giden bir yolcunun imdatsýz, kimsesiz o tehlikeler içinde, düþe kalka- yüzde doksan dokuz- fýrtýnalar ve o yýrtýcý canavarlarýn elinde parçalanacaðý ve telef olacaðý hengâmda, kendini kurtarmak isteyen o yolcunun gözüne tesadüf eden, sahranýn ortasýndaki çelikten daha güzel, polattan daha kuvvetli yapýlmýþ bir saraya rasgelmesi, o yolcuyu o kadar memnun ve mesrûr eder ki; hattâ o saraya daha çabuk yetiþip, yýrtýcý hayvanlar tarafýndan parçalanmasýndan halâs olmak için koþarak, acelesinden ayaklarýnýn bile yere temas etmesini istemeyen bu yolcu, kendisinin saraya girmesine vesile olanlara, deðil bütün malýný vermek, belki canýný feda eder. Ýþte asrýmýzda Sözler ve Mektublar, o yolcunun saraya rasgelmesiyle bütün tehlikelerden kurtulduðu gibi, ins ve cin canavarlarýnýn tehlikelerinden kurtulmak için Sözler'in her biri o kaleden daha saðlam bir tahassüngâh olduðuna yüz bin kanaatim vardýr. Lillâhilhamd, o sarayýn anahtar vazifesini Lem'alar'ýn feyziyle bulabildim. O tehlikelerden bîçâre zayýf ruhumu kurtarmak için içeriye girdim. Gördüm ki Cennet, sekiz tabaka olup, hiç birbirine mâni olmadýðý ve benzemediði gibi, birine girdiðimde onun letâfeti evvelki girdiðimin lezzetini tazelendirdiði gibi, risaleler aynen öyledir. Ýmam oðlu Hâfýz Mustafa (R.H:) (Sh: B-159) (Risale-i Nur'un tesvid ve tebyizinde çok hizmeti sebkat eden Þamlý Hâfýz Tevfik'in Risale-i Nurun hakkaniyetine dair istihracî bir fýkrasýdýr.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 143 Mâlûm olsun ki: "Zübdetü'r-Resâil Umdetü'l-Vesâil" namýnda Kutbü'l-ârifîn Ziyaeddin Mevlânâ Þeyh Hâlid'in kuddise sirruhu Mektubat ve Resâil-i Þerifelerinden muktebes nesâyih-ý kudsiyenin tercümesine dair bir risaleyi on üç sene mukaddem, Bursa'da Hocam Hasan Efendi'den almýþtým. Nasýlsa mütalâasýna muvaffak olamamýþtým. Tâ bugünlerde -kitaplarýmýn arasýnda bir þey ararken- elime geçti. Dedim, bu Hazret-i Mevlânâ Hâlid, üstadýmýn hemþehrisidir. Hem Ýmam-ý Rabbânî'den sonra, tarîk-ý Nakþî'nin en mühim kahramanýdýr. Hem Tarîk-ý Hâlidiye-i Nakþiye'nin pîridir. Risaleyi mütalâa ederken Hazret-i Mevlânâ'nýn tercüme-i halinde þu fýkrayý gördüm: Ashâb-ý Kütüb-i Sitteden Ýmam-ý Hâkim, "Müstedrek" inde ve Ebu Dâvud "Kitab-ý Sünen" inde; Beyhakî, "Þuab-ý iman" da tahriç buyurduklarý: اِنَّ اللّهَ يَبْعَثُ لِهذِهِ اْلاُمَّةِ عَلَى رَاْسِ كُلِّ مِاَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا دِينَهَا yâni; "her yüz senede Cenâb-ý Hak bir müceddid-i din gönderiyor. "Hadîs-i þeriflerine mazhar ve mâsadak ve mazhar-ý tâm olan Mevlâna eþþehir kutbü'l-ârifîn, gavsü'l-vâsýlîn, vâris-i Muhammedî, kâmilü't-tarîkatü'l-âliyye ve'l-müceddidiyye Hâlid-i Zülcenâheyn Kuddise sirruhu .. ilh.. Sonra tarihçe-i hayatýnda gördüm ki, tevvellüdü ll93 tarihindedir. Sonra gördüm ki, l224 tarihinde Saltanat-ý Hind-in payitahtý olan Cihanâbâd'a dâhil olmuþ. Abdullah Dehlevî Hazretlerinden aldýklarý füyûzât-ý mâneviye ile Tarîk-ý Nakþî silsilesine girip müceddidliðe baþlamýþ. Sonra l238'de, ehl-i siyasetin nazar-ý dikkatini celbettiðinden, vatanýný terk ederk diyar-ý Þam'a hicretle gitmiþtir. Hem içinde gördüm ki, Hazret-i Mevlânâ'nýn nesli, Hazret-i Osman bin Affan'a (Radýyallahü anh) mensubdur. (Sh: B-160) Sonra gördüm ki; tercüme-i hâlinde istidad-ý fýtrî ve kabiliyet-i hârika ile, sinni yirmiye bâlið olmadan a'lem-i ulemâ-i asr ve allâme-i vakt olmuþ. Sülaymaniye Kasabasýnda tedrîs-i ulûm ile iþtigal eylemiþtir. Sonra üstadýmýn tarihçe-i hayatýný düþündüm.. Baktým dört mühim noktada tevâfuk ediyorlar. Birincisi: Hazret-i Mevlânâ ll93'te dünyaya gelmiþ. Üstadým ise l293'te. Tam Mevlânâ Hâlid'in yüz senesi hitam bulduktan sonra dünyaya gelmiþ. Ýkincisi: Hazret-i Mevlanâ'nýn tecdid-i din mücâhedesine baþlangýcý ve mukaddemesi, Hindistan'ýn payitahtýna 1224'te girmiþ. Üstadým ise; aynen yüz sene sonra 1324'te Osmanlý Saltanatýnýn payitahtýna girmiþ, mücâhede-i mâneviyesine baþlamýþ. Üçüncüsü: Ehl-i siyaset, Hazret-i Mevlânâ'nýn fevkalâde þöhretinden tevehhüm ederek diyar-ý Þam'a nakl-i mekân ettirilmesi, 1238'de vâki olmuþtur. Üstadým ise, aynen yüz sene sonra 1338'de Ankara'ya gidip, onlarla uyuþamayýp; onlarý reddederek -küserek- tekrar Van'a gidip, bir daðda inziva ederken 1338 senesini müteâkib, Þeyh Said hâdisesinin vukuu münasebetiyle ehl-i siyasetin vehmine dokunmuþ. Üstadýmýzdan korkarak Burdur ve Isparta vilâyetlerinde dokuz sene ikâmet ettirilmiþ. Dördüncüsü: Hazret-i Mevlânâ Hâlid, yaþý yirmiye bâlið olmadan evvel allâme-i zaman hükmünde, fuhûl-u ulemânýn üstünde görünmüþ, ders okutmuþ, Üstadým ise; tarihçe-i hayatýný görenlere ve bilenlere malûmdur ki; on dört yaþýnda icâzet alýp â'lem-i ulemâ-i zamanla muarazaya giriþmiþ, ondört yaþýnda iken, icâzet almaya yakýn talebeleri tedris etmiþtir. Hem Hazret-i Mevlânâ Hâlid, neslen Osmanlý olduðu ve Sünnet-i Seniyyeye bütün kuvvetiyle çalýþtýðý gibi, üstadým da Kur'ân-ý Hakîm'e hizmet noktasýnda, meþreben Hazret-i Osman-ý Zinnûreyn'in arkasýndan gidip, Hazret-i Mevlânâ gibi, Risale-i Nur eczalarýyla -bütün kuvvetiyle- Sünnet-i Seniyyenin ihyâsýna çalýþtý. (Sh: B-161) Ýþte bu dört noktadaki tevâfukat, tam yüz sene fasýla ile Risale-i Nur'un takviye-i din hususundaki te'sirâtý; Hazret-i Mevlânâ Hâlid'in Tarîk-ý Nakþiye vasýtasýyla hizmeti gibi azim görünüyor. (Hâþiye) Üstadým kendine ait medh ü senâyý kabul etmiyor. Fakat Risale-i Nur, Kur'ân'a ait olup medh ü senâ; Kur'ân'ýn esrarýna aittir. Yalnýz üstâdýmla Hazret-i Mevlânâ'nýn bir kaç farký var: Birisi: Hazret-i Mevlânâ, zülcenâheyndir. Yâni, hem Kâdirî, hem Nakþî tarîkat sahibi iken, Nakþîlik Tarikatý onda daha gâlibdir. Üstâdým bil'akis, Kâdirî meþrebi ve Þâzelî mesleði daha ziyade onda hükmediyor. Ben Üstâdýmdan iþittim ki: Hazret-i Mevlânâ Hindistan'dan Tarîk-ý Nakþî'yi getirdiði vakit, Baðdat dairesi Þâh-ý Geylânî'nin ba'del-memat hayatdâr olduðu gibi, taht-ý tasarrufunda idi. Hazret-i Mevlânâ'nýn mânen tasarrufu -bidâyeten cây-i kabul göremedi. Þâh-ý Nakþibend ile Ýmam-ý Rabbânî'nin ruhaniyetleri Baðdat'a gelip Þâh-ý Geylânî'nin ziyaretine giderek rica etmiþler ki; "Mevlânâ Hâlid senin evlâdýndýr, kabul et", Þâh-ý Geylânî, onlarýn iltimaslarýný kabul ederek Mevlânâ Hâlid'i kabul etmiþ. Ondan sonra Mevlânâ Hâlid birden parlamýþ... Bu vâkýa; ehl-i keþifçe vâki ve meþhud olmuþtur. O hâdise-i ruhaniyeyi, o zaman ehl-i velâyetin bir kýsmý müþahede etmiþ, bazýsý da rü'ya ile görmüþler. Üstâdýmýn sözü burada hitam buldu. Ýkinci fark þudur ki: Üstadým kendi þahsiyetini merciiyyetten azlediyor. Yalnýz Risale-i nuru merci' gösteriyor. Hazret-i Mevlânâ Hâlid'in þahsiyeti, kutbü'l-irþâd, mercii'l-hâs ve'l-âmm olmuþtur. Üçüncü fark: Hazret-i Mevlânâ Hâlid, zülcenâhayndir. Fakat, zamanýn muktezasýyla ilm-i tarîkatý ve Sünnet-i Seniyyeyi esas (Hâþiye) Mâdem Hazreti Mevlânâ Halid,milyonlar etba'larýný ittifaklarýyla müceddidir ve baþtaki hadîs-i þerifin bir mâsadakýdýr. Ve mâdem tam yüz sene sonra, dört mühim cihet-i tevâfukla beraber Risale-i Nur ayný vazifeyi görüyor. Demek nass-ý Hadîs ile,Risale-i Nur eczalarý tecdid ve takviye-i din vazifesini görüyorlar. (Sh: B-162) tutmak cihetiyle tarîkatý daha ziyâde tutmuþlar. O noktada sarf-ý himmet etmiþ... Üstadým ise: Þu dehþeti zamanýn muktezâsýyla ilm-i hakikatý ve hakâik-ý îmaniye cihetini iltizam ederek, tarikata üçüncü derecede bakmýþlar. Elhâsýl: Baþtaki Hadîs-i Þerîfin "her yüz sene baþýnda dîni tecdid edecek bir müceeddidi gönderiyor" Va'd-i Ýlâhîsine binaen Hazret-i Mevlânâ Hâlid, -ekser ehl-i hakikatin tasdikiyle -1200 senesinin yani on ikinci asrýn müceddididir. Mâdem tam yüz sene sonra, aynen dört cihette tevâfuk ederek Risale-i Nur eczalarý ayný vazifeyi görmüþ.. Kanaat verir ki -nass-ý Hadîs ile- Risale-i Nur tecdid-i din hususunda bir müceddid hükmündedir. Benim Üstadým daima diyor ki: "Ben bir neferim, fakat müþir hizmetini görüyorum. Yani kýymet bende yoktur. Belki Kur'ân-ý Hakîm'in feyzinden tereþþuh eden Risale-i Nur eczalarý bir müþiriyet-i mâneviye hizmetini görüyorlar." Üstadýmý kýzdýrmamak için þahsýný senâ etmiyorum. Þamlý Hâfýz Tevfik 144 (Re'fet bey ve Husrev gibi Risale-i Nur þâkirdlerinin Risale-i Nur bereketine iþaret eden bulduklarý lâtif bir tevâfukdur.) Risale-i Nurun Isparta'ya ne derece rahmet olduðuna delâlet eden bir tevâfuk-ý acîbe: Risale-i Nurun mazhar olduðu inâyâtýn külliyetinden mühim bir ferdi de þudur ki; Isparta Vilâyeti sekiz seneden beri Risale-i Nurun müellifini sînesinde saklamýþtý ve Barla gibi þirin bir nahiyesinde Cenâb-ý Hakk'ýn lütuf ve keremiyle -muhafaza etmiþti. Bu müddet zarfýnda - yavaþ yavaþ intiþar eden Risale-i Nurdan Isparta'da binler adam imanlarýný takviye ettiler. Bilhassa, gençler pek çok istifade ve istifaza ettiler. Vaktâ ki, Üstadýmýzýn Barla gibi lâtif ve þirin bir mahaldeki sýkýntýlý ve pek acýklý ve en katý kalbleri aðlatan iþkenceli esareti bitti. (Sh: B-163) Risale-i Nurun müellifi olan Üstadýmýzýn nazarý Cenâb-ý Hakk'ýn avniyle Isparta'ya müteveccih oldu. Evhama düþen bazý zâlim ehl-i dünyanýn; teþebbüskârâne harekât-ý zâhiriyesi bir sebeb-i âdî olarak yeni bir zulme hedef oldu. Üstadýmýz Isparta'ya getirildi. Fakat Üstadýmýzýn teþrif ettiði zaman yaz mevsiminin en hararetli zamaný idi. Yaðmurlar kesilmiþ, Isparta'yý iska eden sular azalmýþ, bir kýsm-ý mühimminin menba'ý kesilmiþ; aðaçlar sararmaða, otlar kurumaða, çiçekler buruþmaða baþlamýþtý. Risale-i Nurun en ziyade intiþar ettiði mahal Isparta Vilâyeti olduðu için Risale-i Nur hakkýndaki inâyât-ý Rabbaniyeyi pek yakýndan müþahede eden Risale-i Nur þakirdleri olan bizler, mühim bir vâkýaya daha þâhid olduk. Bu hâdise ise: Müellifinin Isparta'ya teþrifini müteâkib -bir asýr içinde bir veya iki def'a vukua gelen- bu yaz mevsimindeki yaðmurun kesretli yaðmasý olmuþtur. Pek hârika bir surette yaðan bu yaðmur Isparta'nýn her tarafýný tamamen iska etmiþ; nebâtata yeniden hayat bahþedilmiþ, baðlar, bahçeler baþka bir letâfet kesbetmiþ; ekserisi hemen hemen ziraatla iþtigâl eden halkýn yüzleri -Risale-i Nurun nâil olduðu inâyâtýndan ve bereketinden olan bu yaðmurdan istifade ederek- gülmüþ, ruhlarý inbisat etmiþti. Cenâb-ý Hakk kemâl-i merhametiyle, bu yaz mevsiminin bu þiddetli ve hararetli vaziyetini, baharýn en letâfetli, en þirin ve en hoþ vaziyetine tebdîl etti. Gûya Risale-i Nur, yüz on dokuz parçasýyla, müellifi olan Üstadýmýza bir taraftan hoþamedi etmek ve mahzun olan kalbine teselli vermek ve gamnâk ruhunu tatyîb etmek; ve diðer taraftan da, sekiz seneden beri yaþadýðý Barla'yý unutturmak ve o muhteþem Çýnar aðacýný ve dostlarýný ve alâkadar olduðu þeylerden gelen firak hüznünü hatýrlatmamak için, Cenâb-ý Haktan yüz on dokuz risalenin eliyle, yüz on dokuz bin kelimeleri diliyle dua etti, yaðmur istedi. Cenâb-ý Hak, öyle bereketli bir yaðmur ihsan etti ki; bir misli doksan üç târihinde yaðdýðýný ihtiyarlarýmýzdan iþitiyoruz ki, bu tarih, üstâdýmýzýn târih-i velâdetine tesâdüf etmekle beraber, bu umumî hâdise-i rahmet olan kesretli yaðmur, hususî bir surette Risale-i Nura baktýðýna bir delili de þudur ki: Risale-i Nurun neþrine vâsýta olan üstadýmýz geldiði gün, Isparta'yý gâyet hararetli ve (Sh: B-164) yaðmursuzluktan toz-toprak içinde görmüþ. Barla gibi bir yayladan gelip böyle bir yerde dayanamayacaðým, diye telâþ ediyordu. Üçüncü veya dördüncü günü bahçeleri kýsmen gezdiði vakit, sebze ve ot ve çiçeklerin susuzluktan buruþtuklarýný görerek gâyet müteessirane su istiyor, yaðmur taleb ediyordu. Arkadaþýmýz olan Bekir Bey'den -deðirmenleri çeviren suyu göstererek- "Isparta'nýn suyu bu kadar mý? " diye sormuþtu. Bekir Bey cevap verdi: "Gölcüðün suyu kesilmiþ, gelmiyor. Isparta'nýn dörtte birini sulayan bu sudan baþka yoktur" dedi. Üstadýmýzýn Isparta'da çok talebesi bulunduðundan, rûhen yaðmurun gelmesini istiyordu. Ayný günde öyle bir yaðmur geldi ki, elli seneden beri Isparta böyle bir hâdiseyi görmemiþ. O yaðmur yüzde doksan dokuz menfaat vermiþtir. Bundan anlaþýlýyor ki, o tevâfuk tesadüfî deðil, bu rahmet, Isparta'ya rahmet olan Risale-i Nura bakýyor. Lillâhil-hamd. Bu kerem-i Ýlâhî neticesi olarak Üstadýmýz diyor ki; "Isparta bana Barla'yý unutturdu. Unutamadýðým birþey varsa, o da -her yerde olduðu gibi- Barla'da bulunan ciddî dost ve talebelerimdir." Talebesi Talebesi Hizmetkârý Hizmetkârý Mustafa Lütfi Rüþdü Husrev Daimî Hizmetkârý Daimî Hizmetkârý Bekir Bey Re'fet 145 (Süleyman Efendi, Mustafa Çavuþ ve Bekir Bey'in bir fýkrasýdýr.) (Isparta'daki kardeþlerimizin fýkrasýndaki dâvâyý isbat eden kuvvetli iki delili gösteriyor.) Re'fet Bey ve Husrev gibi kardeþlerimizin hârika bir surette yaðan umumî yaðmur içinde Risale-i Nur bereketine hususiyetle baktýðýna bizim de kanaatýmýz geliyor. Çünki gözümüzle yaðmur hâdisesinin, hususî bir þekilde hizmet-i Kur'ân ve Risale-i Nur'a baktýðýný iki suretle gördük. (Sh: B-165) Birinci Suret: Risale-i Nurun vâsýta-i neþri olan üstadýmýzýn câmii, Barla'da seddedildi. Risale-i Nuru yazacak hâriçteki talebelerinin yanýna gelmeleri men' edildiði hengâmda kuraklýk baþladý. Yaðmura ihtiyâc-ý þedid oldu. Sonra yaðmur baþladý, her tarafta yaðdý. Yalnýz Karaca Ahmed Sultandan itibaren, bir daire içinde kalan Barla mýntýkasýna yaðmur gelmedi. Üstadýmýz bundan pek müteessir olarak dua ediyordu. Sonra dedi ki: "Kur'ân'ýn hizmetine sed çekildi, bu köydeki mescidimiz kapandý. Bunda bir eser-i itab var ki, yaðmur gelmiyor. Öyle ise, mâdem Kur'ân'ýn itabý var. "Yâsîn" Sûresini þefaatçý yapýp Kur'ân'ýn feyzini ve bereketini isteyeceðiz..." Üstadýmýz Muhacir Hafýz Ahmed Efendi'ye dedi ki, "Sen kýrk bir Yâsîn-i Þerîf oku." Muhacir Hafýz Ahmed Efendi bir kamýþa okudu. O kamýþý suya koydular. Daha yaðmur alâmeti görünmezken, ikindi namazý vaktinde Üstadýmýz daima itimad ettiði bir hâtýrasýna binâen Muhacir Hafýz Ahmed Efendiye söyledi ki, "Yâsînler týlsýmý açtý, yaðmur gelecek." Ayný gecede evvelce yaðmadýðý Barla dairesi içine öyle yaðdý ki, üstadýmýzýn odasýnýn altýndaki Çoban Ahmed'in bahçesindeki duvar yaðmurdan yýkýldý. Halbuki Karaca Ahmet Sultan'ýn arkasýnda ve deniz kenarýnda balýk avlamakla meþgul Þem'î ile arkadaþlarý bir damla yaðmur görmediler. Ýþte bu hâdise, kat'iyyen delâlet ediyor ki; o yaðmur, hizmet-i Kur'ân'la münasebettardýr. O rahmet-i âmme içinde bir hususiyet var ki; Sûre-i Yâsîn anahtar ve þefaatçý olduðu ve yaðmur kâfi mikdarda yaðdý. Ýkinci Sûret: Kuraklýk zamanýnda, yirmi-otuz gün içinde yaðmur Barla'ya yaðmamýþken, Yokuþbaþý Çeþmesi yapýldýðý bir zamanda menba'ýna yakýn Üstadýmýz ve biz (yani Süleyman, Mustafa Çavuþ, Ahmed Çavuþ, Abbas Mehmed ve sâir kardeþlerimiz) beraber cemaatla namaz kýldýk. Tesbihattan sonra dua için elimizi kaldýrdýk, üstadýmýz yaðmur duasý etti. Kur'ân'ý þefâatçi yaptý. Birden o güneþ altýnda, herbirimizin ellerine yedi-sekiz damla yaðmur düþtü. Elimizi indirdik, yaðmur kesildi. Cümlemiz bu hâle hayret ettik. O vakte (Sh: B-166) kadar yirmi otuz gündür yaðmur gelmemiþti. Yalnýz o yaðmur duasý ânýnda dua eden her ele, yedi-sekiz damla düþmesi gösterdi ki, bunda bir sýr var. Üstadýmýz dedi ki: "bu bir iþâret-i Ýlâhiyedir. Cenâb-ý Hak, mânen diyor ki: Ben duayý kabul ediyorum, fakat þimde yaðmur vermiyorum." demek sonra Sûre-i Yâsîn þefâat edecek. Nitekim öyle olmuþtur. Elhâsýl: Isparta'daki kardeþlerimizin umumî rahmet içindeki Risale-i Nurun bereketine dâir dâva ettikleri hususiyeti, bu iki kuvvetli delil ile tasdik ediyoruz. Barla'da Þem'i, Mustafa Çavuþ, Bekir Bey, Muhacir Hâfýz Ahmed, Süleyman (Sh: B-167) MEKTUBAT'IN ÜÇÜNCÜ KISMI 146 (Husrev'in bir fýkrasýdýr.) Sevgili Üstadým! "Mirkatü's-Sünne ve Tiryâk-ý Marazü'l-Bid'a" ismine hakikaten elyak olan Otuz Birinci Mektubun On Birinci Lem'asýný kardeþlerimle ve dostlarýmla defâatle okudum. Gâyet azim bir tebþirât-ý Peyamberî ile baþlayan bu risalenin, on bir nüktesinden her bir nüktesi baþka bir hüsün ve baþka bir letâfette yazýlmakla beraber; ittiba'-ý Sünnetin maddî ve manevî fevâidi tâdad edilirken, akla açýlan kapýlardan içeriye giriyor. Her kapýnýn içerisinde bulunan kapýlar ve pencerelerden bakarak, gördüðü hakikatler karþýsýnda hayran oluyor. Gösterdiði deliller ile mu'terizlerin itirazlarýna mükemmel ve muntazam cevaplar vermekle mukabele ediyor. Ehl-i þevke, "Benim gösterdiðim kapýlardan girseniz, müþkilâtsýz ebedî bir saâdete kavuþmuþ olacaksýnýz" diyerek ittiba'-ý sünneti, her bir müslümana, hayatýnda düstur ittihaz etmesini tavsiye ediyor. Talebelerine, anlayabilecekleri bir tarzda emr-i azîm olan dersini takrir ederken, "Ben zâhirde l5-l6 sahifeden ibaret küçük bir risaleyim. Fakat hakikatte neþrettiðim nurla çok büyük denizleri geçecek bir azamette ve çok büyük yýldýzlarýn nurlarýný setredecek kudretteyim. Bahtiyar ol kimsedir ki, beni hâfýzasýnda nakþederek, benimle âmil olur" diyerek belîð ve çok yüksek ve nihayet derecede lâtif sözleriyle bizleri irþâd ediyor. Bu hakâiký gösteren bu risaleden, gücüm yetse de yüz tane, ikiyüz tane yazabilsem. Heyhât! Elim kýsa, sa'yim mahdut, aczim herbir (Sh: B-168) emr-i hayrý arzuma kadar ifâya mâni... Bu kadar arzuya raðmen yazabildiðim bir nüshasýný takdim etmiþ bulunuyorum. Hüsn-ü kabul buyurulursa benim için ne büyük saâdettir. Ahmed-i Bedevî Hazretlerinin kerametkârâne hareketiyle, semâvât ve arzýn tabakatýndan bahseden On Ýkinci Lem'ayý üç-dört defa okudum. Sevgili Üstadým! Rýzka muhtaç herbir zîhayatýn rýzký, Rezzâk-ý hakikî tarafýndan taahhüd altýna alýndýðý ve rýzýk ancak Mün'im-i Hakikî'nin yed-i kudretinde bulunduðu, o kadar güzel bir üslûb ile târif buyuruluyor ki.. ve talebelerine o kadar þirin ve âlî bir ders veriyor ki, akýl eðriliðe, nefis itiraza, kalb inkâra sapacak hiç bir yol bulamýyor. Zaferi kazanan ordular gibi insanýn bütün kuvâsýna, "Ey kýymettar risaleler ve ey nuranî feyyaz Sözler, meydan sizindir! Size teslim olmuþuz! Beþeriyete ve bütün mükevvenâta hükümran olan Hâlik-ý Azîmin hak sözleriyle bizlere tarîk-ý hidâyeti ve istikameti gösteriyorsunuz!" dedirtiyor. Bilhassa arz ve semâvâtýn yediþer tabaka olduðuna dair âyât-ý azîmenin küllî ve umumî ve þümullü maânisinin tatlý ve lezzetli ve þirin hakâikýný okurken, insanýn hissiyatýna kalemi tercüman olabilse de, bu risalelere mukabele edebilse.. heyhât! Her tarafýný anlayabilmek imkâný olmamakla beraber, -bu kýsýmda- arzýn yedi iklimi ve birbirine muttasýl yedi tabakasý ve bu tabakalardaki nuranî mahlûkatýn mürûr ve ubûruna hiç bir þeyin mâni olmamasý hâlâtý; ve elektrik ve ziya ve harareti nakil ve kâinatý baþtan baþa istilâ eden madde-i esîriyeden baþlayarak semâvâtýn yedi tabakasýnýn kabul edilmesine hiç bir mâni olamýyacaðý, fennen, aklen ve hikmeten muhtelif delâil ile isbat edilmesi ve en sonunda semâvâtýn yedi tabaka ve arzýn yedi kat olduðu hakkýnda Kur'ân-ý Hakîm'in ifâdâtýnýn tasdik ediliþi, akýl ve kalb þübehâta atýlacak yol bulamamasý, risalelerin büyüklüklerine has bir kerâmet-i kübrâ olduðunu gösteriyor. Böyle azim hakikat-ý Kur'âniyeyi göremeyen feylesoflarýn ve kozmoðrafyacýlarýn kulaklarý çýnlasýn!.. (Sh: B-169) Evet sevgili, kýymettar üstadým, bu nurlu misilsiz eserler, insanýn þübehatýný izâle ettiðine ve þübheleri dâvet edecek karanlýk bir nokta býrakmadýðýna kat'î bir kanaatle îman ettiðim gibi, temas ettiðim kardeþlerimden ve mütalâasýnda bulunan zevâttan, kanaatýmýn umumen tasdik edildiðini iþittiðim anlar, her tarafýmý meserret kapladýðýný hissediyorum. Ey sevgili üstadým, her hususta size yapýlacak dua için kelimat bulamýyorum. Zât-ý Zülcemâl, bu kadar güzelliklere, hazine-i rahmetinden binler güzellikleri size ihsan etmekle mukabele buyursun. Âmin... Ahmed Husrev 147 (Sabri Efendinin bir fýkrasýdýr.) Eyyühe'l-Üstâd! Kelâmullahi'l-Azîzi'l-Mennân olan Hazret-i Kur'ân, þeâir-i Ýslâmiyenin hâdimlerini cenâh-ý himaye ve re'fetine alarak, -bu def'aki hâdise-i elîmede- bir seneden beri mülhidlerin çevirdikleri plânlarýný akîm býrakýp, zâhiren üç kardeþimizi berâet ve mânen milyonlar mü'min muvahhidînin zümresine niþâne-i berâetini bahþ ve mülhidlere ebediyet ve ezeliyeti izhâr ile kendini müdâfaa ve hâdimlerini muhafaza ve himaye ettiðini ve edeceðini göstermekle, Kur'ân hâdimlerinin kulûbu, behçet ve sürura müstaðrak olarak, ilerlemek istedikleri hâlisane emel ve gâyelerinde adýmlarýný daha ziyade uzatmaya ve dairelerini daha ziyade tevsi'e baþlamýþlardýr. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Aziz Üstadým, Cenâb-ý Kibriyanýn mahzâ bir lütuf ve nihayetsiz bir kerem ve ihsâný olarak Nurlar Külliyatý, bu abd-i pürkusur gibi nice gâfillere ihsan buyurularak, sürekli yaðmurlarýn arz üzerinde tathirat yaptýðý gibi; nurlar mahallesinde þu asr-ý dalâlet ve devr-i bid'atte çirkâb-ý hayat-ý maddiye bataklýðýna batan bu âciz kula, "zararýn neresinden dönsen kârdýr" ders-i îkazýný vererek hamden sümme hamden zulmet vâdisinden çýkararak þâhika-i Nura yetiþtirmiþti. (Sh: B-170) Her nasýlsa, bir sene evvel; "Ey Sabri! Belki hubb-u câha meyledersin, olur ki, o cihette bir arzu uyandýrýr. Gel o bedbahtlarýn bulanýk havuzcuðuna bir daha dal, çýk" denildi. Elhamdülillâh selâmet çýktým. Bundan halâsým nazar-ý fakîrânemde pek ehemmiyetli bir kurtuluþtur. Talebeniz Sabri 148 (Osman Nuri'nin bir fýkrasýdýr.) Kitablarýn en büyüðüsün, kelâm-ý Kadîm, Hak kanunlarýn anasýsýn, Kur'ân-ý Azîm Kudsî tarihlerin nur babasýsýn, Kelâm-ý Kadîm, Sen, dinimizin bekçisisin, Kur'ân-ý Azîm. Dört Ýlâhî kitabýn anasý, yalnýz sensin, Ýftihar eder seninle, bütün dîn-i islâm, Sensiz yaþamak isteyen kalbler gebersin, Sen hakikatýn ilk ve son güneþisin. Her varlýðýn üstünde, sönmiyecek güneþsin, Bütün gizli ve âþikârýn miftâhý sensin, Seni tanýmýyan ve tâbi olmayan, her yerde Sahibinin gazabýna uðrasýn! gebersin... Hükmün, muhakkak Kýyâmete kadar bâkîdir, Sana inanmayanlar âdi, zelîl kâfirdir, Sen, her varlýðýn üstünde doðan güneþsin, Seni istemiyenler, dünyada Cehenneme göçsün, Hâþâ! Seni beðenmeyen ve yanlýþ diyenlerin, Dilleri kesilsin.. yere batsýn. Sana hor bakmak isteyenleri, Allah kahretsin, Sen Hakikatýn ilk ve son güneþisin. Osman Nuri (Sh: B-171) 149 (Hâfýz Ali'nin bir fýkrasýdýr.) Aziz Üstadým! Otuz Birinci Mektubun On Üçüncü Lem'asý, "Hikmetü'l-Ýstiâze" nâm-ý âlîyi taþýyan bir parça-i nuru aldým. Elhamdülillâh istinsaha muvaffak oldum. Cenâb-ý Hak, hazine-i binihayesinden emsâl-i sâiresini ihsan buyursun.. âmîn, bihürmeti Seyyidi'l-Mürselîn... Üstadým efendim, bu azîm hakikatý taþýyan risale, fakir talebenizde pek azîm te'sirat yaparak, dimaðým ve bütün duygu ve hâsselerim, o azîm hakâik üzerine serpilerek, toplanmaz bir hale geldiler. Gündüzde, güneþin ziyasý karþýsýnda kalan yýldýz böceði gibi, gerek güneþin tarifini ve gerekse kendi þavkýyla daire-i muhîtinde bulunanlarý, târif edemediði gibi; fakir, ayný hâl kesbettim. Evvelâ: Bu risale, diðer Tevhid'e dair büyük risalelerin bir büyük kardeþi olabilir. Zira, nasýl ki öbür kütle-i nur, Cenâb-ý Hakk'ýn âlem-i kebirde cilve-i Cemâl ve Kemâl ve "Esmâ-i Hüsnâ" sýný pek zâhir bir tarzda a'mâ olanlara da gösterdiler.. aynen bu parça-i Nur, âlem-i asgar olan ve Esmâ-i Hüsnâyâ âyine olan ve hilkat-i dünyanýn ruhu mesabesindeki beþerin, kemâl ve sukutuna, ebediyet ve ademine sebep olan en büyük vesile ve desiseleri, pek yakînen keþfedip gösteriyorlar. Sâniyen: Bu hakikatleri düþünürken kalbime þöyle geldi ki; nasýl ki "Hüdhüd-ü Süleymanî, zeminin suyu meçhûl olan yerlerinde -hafriyatsýz- suyu bulmaya vesile idi" diyorlar.. Aynen bu risale, Hüdhüd-i Süleymanî tarzýnda, âlem-i asgar olan insanýn ezdadlardan müteþekkil cism-i vücudunda "nur-u îman yataðý" olan kalbi, biaynihi gösteriyor. Zemin yüzünde zararlý ve zararsýz otlarý teþhis eden kimyagerin âb-ý hayat bluduðu gibi, -binde bir hakikatýný ancak görebildiðimi anladýðým- bu eser-i âlî, bütün ehl-i îman ve zîþuûra, menba'-ý hakîkisi olan Kur'ân-ý Hakîm gibi, nurlarý ile âb-ý hayatý serpiyor. Hâfýz Ali (R.H.) (Sh: B-172) 150 (Ahmed Husrev'in fýkrasýdýr.) Üstadým Efendim! Bir hafta evvel "Hikmetü'l-Ýstiâze" isimli risalenin bir kýsmýný ve birkaç gün evvel de diðer kýsmýyla, On Dördüncü Lem'anýn Birinci Makamýný aldým. "Hikmetü'l-istiâze" nin Birinci Kýsmýný müteaddid defalar kardeþlerimle okudum. Ey Sevgili Üstadým! Bu kýymettar Risale ile mücahid talebelerinize öyle güzel bir ilâç takdim ediyorsunuz ki, bu ilâçlarla mânevî yaralarýmýzý o kadar güzel ve çabuk tedâvi ediyorsunuz ki; o pek müdhiþ yaralarýmýz bir anda iltiyâm buluyor, ýzdýraplarýmýz o anda zâil oluyor; kalblerimiz serâpâ sürur ile doluyor. Rabb-i Kerîmimize karþý taþýmakta olduðumuz muhabbetimiz tezâyüd ediyor. Ve Hâlik-ý Rahîme karþý olan âdâbýmýza bile halel gelmiyeceðini okudukça, vazifedeki þevk ve gayretimiz artýyor. Evet aziz Üstadým... Ekser zamanlar ins ve cin þeytanlarýnýn hücumlarýndan ve terbiye edemediðim âsi nefsimden gelen, bir takým havâtýr-ý þeytanîden kurtulmak için, pek çok çabaladýðým zamanlarým oluyordu. Kalb, bu gibi hâletten kurtulmak için inzivâ ararken, Nakþî kahramanlarýnýn "Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hestî, terki terk" diye olan esasatý dimaðýma iliþiyordu. Fakat bu söze cevap veren aziz üstadýmýn beyaný arasýnda, "Ýnsan bir kalbden ibaret olsa idi, bu söz doðru olabilirdi. Halbuki insanda, kalbden baþka akýl, ruh, sýr, nefis gibi mevcud olan letâif ve hâsseleri, kendilerine mahsus vezâife sevk ederek zengin bir dairede, kalbin kumandasý altýnda îfâ-yý ubudiyeti" tavsiye buyuruluyor. Güneþ gibi böyle hakikatleri izhar eden böyle nurlu düsturlar talebelerinde esas olduðu için, sâlifü'l-arz havâtýra çâre arýyordum.. Talebelerinin her an ihtiyaçlarýný düþünüp çareler arayan, ilâçlar hazýrlayan; ihzârâtýný zahmetsiz olarak talebelerine istimâl ettiren.. mukabilinde hiç bir þey istemeyerek minnet ve medhin Cenâb-ý Hakka yapýlmasýný emreden sevgili üstadým.. size evvelden beri "Lokman" nazariyle bakmaktayým.. Evet hakikaten bir Lokman'sýnýz. (Sh: B-173) Lokman Hekim gibi, kalbî arzularýmýzý iþiterek bu risaleler ile muâlece uzatýyorsunuz. Bedi' olan Cenâb-ý Hakk'ýn, bedâyii, içinde, kemaliyle her cihette derece-i nihâyeye vâsýl olan bedi' kelâmýndan, bedi' bir kulu ile ihsan ettiði bu bedayii medhedebilmek, intak-ý bilhak olmadýkça elbette imkânsýzdýr. Bu vâdide ne kadar söz söylenilse yine azdýr... Sevgili üstadým, herhangi bir risaleyi açýk okuyacak olsam, hissem kadar dersimi alýyorum. Halbuki, evvelce bu risaleleri tamamen yazdýðým için, okumaða pek az vakit bulabiliyordum ve el'an da öyleyim. Evvelce okuduðum zamanlar istifadem az oluyordu. Þimdi ise, Nurlarýn hakikatlerini gördükçe, minnet ve þükrüm tezâyüd ediyor, kalbim nurlar ile doluyor, ruhum nurlarla istirahat ediyor, letâifim bu Nurlar ile hisseleri kadar feyizyâb oluyor. Ve yine Cenâb-ý Hak'tan ümid ediyorum ki, hissem ve istifadem, gün geçtikçe çoðalacaktýr ve nasibim artacaktýr.. Bu hâdisat gösteriyor ki, bedi' âsârýn büyük bir hasiyeti ve bir kerâmetidir ki, talebelerini baþka ellere vermiyor ve nurlandýrmak için baþka kapýlara boyun büktürmüyor. Aðlayan kalblerimize teselliler veriyor. Ýmanlarýmýzý takviye ediyor. Lika-i Ýlâhî'yi iþtiyakla istetiyor ve sonunda da, "Ya Rab! Sen Üstadýmýzdan hoþnud olacaðý tarzda râzý ol!" nidalaraný lisânen ve kalben söylettiriyor. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Talebeniz Ahmed Husrev 151 (Sabri'nin bir fýkrasýdýr.) Eyyühe'l-Üstad, Eyyâm-ý baharýn her bir gününün, birer letâfet ve tarâvet-i bîmisâli ve acib tebeddülü; Fâtýr-ý Akdes Hazretlerinin nihayetsiz kudret ve azametini irâe eylediði gibi, deryâ-yý Nurun da bînazîr ve hayret-bahþ bir baharý; Minhaclar, Mirkatler, Ýstiâzeler ve emsâli (Sh: B-174) lâtif, þirin, nuranî ezhâr ve esmâr-ý bînihayeleri, ehl-i îman ve tevhide tâze hayat bahþediyorlar. Bu nurlar öyle manevî gýdalar ki, herkesi, her an doyurmaða kâfi ve bu elmaslar öyle kýymettar birer rida'lardýr ki herkesi her zaman ýsýtmaða vâfidir. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Aziz büyük Üstadým, bu risaleleri okudukça ruhum güller gibi açýlýyor, hayat-ý fâniyeden gelen âlâm ve meþakkati, kaldýrýp atýyor. Yerine kanâat gibi bir kenz-i mahfîyi iddihar ediyor. Ve diyorum: "Ey ruh! Þimdiye kadar mânevî talep ve arzularýný te'min eden nur fabrikasýnýn elmas ve cevherlerinden hir birerlerinin ayrý ayrý kýymet ve zerafetlerini görünce, bundan daha kýymettar bir eser olamaz deyip, sen hâlen, ben kâlen hükmediyorduk. Envâr-ý Kur'âniye ve reþehât-ý Fürkaniye ve lemeât-ý Bekâiyenin iþte nihayeti yokmuþ... Elhamdülillâh Hakâik-ý Kur'âniyeden yevmen feyevmen nasîbedar oluyoruz ve olacaðýz inþâallah. Hemen Cenâb-ý Kibriya, þu enhâr-ý kevseri hayat-ý bâkiye harmaný olan Mahþere kadar akýtsýn.. âmin.. Üstadým Efendim, bugün harekât-ý mâziyem ile ahvâl-i hâzýramý mukayese ciheti ihtar edildi. Alâ kadri'l-istitâa tetkik ettim. Neticede ahvâl-i hâzýramý-hamden sümme hamden- sýklet cihetinde pek hafif ve kýymet hususunda pek aðýr buldum. Harekât-ý sâbýkam ise bunun hilâfýnadýr. Elhamdülillâh Cenâb-ý Feyyaz-ý hakikî, âciz, fakir, muhtaç kullarýndan Rahmet-i Rabbaniyesini esirgemedi... (Armut piþ aðzýma düþ) kabilinden her nev'i malzeme-i cerrâhiye-i ruhiyeyi, hâzýk bir operatörle beraber ihsan buyurdu. Eðer bizler, bu ameliyatý görmeseydik ve bu nurlu ve zevkli, þevkli ihrama girmeseydik, hubb-u câh yüzünden acaba hangi bid'attan geri duracaktýk. Ýþte lâyuad velâ yuhsa nurlarýn bîpâyân füyuzatý, zümre-i muvahhidini medyun-u þükran býrakmýþtýr. اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ Hemen Cenâb-ý Hak cümle Ümmet-i Muhammedi (Aleyhissalâtü vesselâm) envâr-ý Kur'âniyeden müstefid ve hakikî muvahhidîn sýnýfýna ilhak ve þimdiye kadar gafletle geçirdiðimiz zamanlardan, defter-i a'mâlimize yazýlan seyyiatýmýzý rahmetiyle afv buyursun.. âmîn. Hulûsi-i Sâni Sabri (Sh: B-175) 152 (Zekâî'nin bir fýkrasýdýr.) Üstadým! Bir meydan-ý mücadele ve imtihan olan þu dünyanýn her köþesinde beþere ders-i ibret olacak bir hâdise, bir nümune eksik deðil.. Her yerde muhtelifü'l-mizaç insanlarda ayrý ayrý temâyülât-ý kalbiye bulunuyor. Hâdisat-ý dünyeviye içinde, en elîm olan þeyin, meslek-i uhreviye ve dîniye perdesi altýnda vahþet ve hayvaniyet ruhlarýyla karþýlaþmak olduðunu tecrübelerim ve müþahedelerim bana öðretiyor. Evet, ehl-i îman için mûcib-i teessür þeyler, kendisini ýslâh-ý hâle irca etmek üzere, ubudiyetle Hâlikýna yalvarýrken, bir mülhidin uysal bir mahlûk gibi sokularak, birkaç zaman hileli etvar gösterdikten sonra, ruhunun çirkinliði ile karþýsýndakine hücum ederek, kendine onu benzetmek istemelerini ve hattâ karþýsýndaki mü'min hakkýnda, sû-i zan ve sû'-i tefehhüme düþtüðünü görmektir. Ah üstadým, ne vardý, insanlar ya göründüðü gibi olsa, yahud olduðu gibi görünseler idi. Ehl-i irþad, ahkâm-ý Kur'âniyeyi teblið hususunda müþkilât çekmeyecek ve inkâr edilmeyecekti. Benim gibi henüz kendinini ýslah edemiyenler de, bazý budalalarýn ruhlarýnda sâfiyet ve hüsn-ü insaniyet aramaya çalýþmayacaktý. Aziz Üstadým, inþâallah Cenâb-ý Hak, hak ve hakikatýn güneþ gibi yükseldiðini size ve bize göstersin. Bir zindan hayatýna benzeyen, birçok manevî mahrumiyetler içerisinde geçen þu günleri, sürurla ve serbest günlere tebdîl eylesin. Âmîn. Talebeniz Zekâî 153 (Sabri'nin fýkrasýdýr.) Üstad-ý Ekremim! Hikmetü'l-Ýstiâzenin ikinci kýsmý öyle kýymettar bir hazine-i cevahir ve vesvesenin iksîr bir ilâcýdýr ki, âlem-i fâniden âlem-i (Sh: B-176) bekaya göçüncüye kadar, nefis ve þeytanýn hücumuna mâruz bulunan insan, kalbinin üzerine asýp beraberinde taþýmalý. O iki düþman her zaman köpük gibi, zâhirde bir þeye benzeyip, hakikatte ele avuca girmeyen havâî itirâzât-ý muannidâne yaparlar. Onlara karþý en rasin tahassüngâh ve en güzel esliha ve bu uðurda sarfedilecek hâlis sikkeler bunlardýr. Zira vücudumda tecrübe yaptým. Sualleri okuduðum vakit nefsim, sual cihetine mâil bulunuyor. Ve ehemmiyet veriyor. Fakat elhamdülillâh akabinde, tevâli eden Kur'ânî elmas müdafaalar, o kabîl emrâz-ý nefsaniyeyi çabuk çürütüyor. Ve kökünden kurutuyor. Þu nuranî ve Kur'ânî hikmetleri, bihakkýn takdir hususunda zîruh ve zîþuurun mükemmeli bulunan nev'-i beþerin, bidâyet-i vahiyden tâ haþre kadar, i'caz ve îcazýnda, izhâr-ý acz edegeldikleri, dâvamýzýn bâriz ve zâhir bir delîlidir. Hulâsa: Kur'ân-ý Mu'cizi'l-Beyanýn ahkâm-ý bî-nazîrinden olan þu risale-i istiâze-yi fürkaniyeyi mütalâamda, derya-yý hakâikda sermeste-i hayrân kalarak, kemâl-i aþkla dedim: Yâ Rab, þu Kitab-ý Mübînin infaz-ý ahkâmýný teshil ve teysir ve dellâl-ý Kur'ân'ý da, âmâl ve makasýdýnda muvaffak ve cemi' ihvanýmla beraber bu kemter kulunu da, hulûl-i ecelime deðin, Kitab-ý Mübîne hâdim buyur, duasýyla arîza-i âciziyeye hâtime veririm. Sabri 154 (Hâfýz Ali'nin fýkrasýdýr.) Sevgili Üstadým! Bu def'a irsâline inâyet buyurulan hikmetü'l-Ýstiâzenin Ýkinci Kýsmýný aldým. Sekizinci iþarette isbat edilip gösterilen (Hak ve hakikat), dalâlet vâdilerinde uçan serseri mudillerin yollarýný pek vâzýh tenvir ile, onlara hem kendilerinin ne yaptýklarýný, hem cadde-i hakikatý göstermekle îcaziyle azîm bir mes'ele tahayyül buyuruluyor. Dokuzuncu Ýþarette ise, bütün ehl-i îman ve bilhassa Risale-i envâr ile hilkat-i insaniyyenin gâye-i hakikîsini anlamaya çalýþan talebeleriniz, ruhen istikbale gittikçe, bu mes'ele pek geniþ bir daire olarak, Hazret-i Âdem'den beri, bütün Peygamberan-ý izam (Sh: B-177) hazeratýnýn ehl-i dalâlete karþý maðlûbiyeti ve feci hâdiseler çok düþündürüyor. Ve kalbi zedeliyordu (Elhamdülillâh hâzâ min fadli Rabbî). O geniþ daire öyle tenvir ediliyor ki, içinde Üstad'dan, Fahrü'l-Mürselîn'den, Hazret-i Âdem'e kadar müþkilât, hak ve hakikat kýlýncýyla fethedilip, akýl ve kalb (sadakte ve bilhakký natakte) diye tasdik ediyorlar. Onuncu iþareti yazarken elimden kalemi býrakarak hâzýrûna okudum. Ýçinde temsilin misâl deðil, hakikat olduðunu ve böyle bir hakikatý, ism-i Hakîm ve ism-i Nur ve ism-i Bedî'in cilvesiyle görüleceðini derkettim. Ve hayâlen tatbikýna çýktým. Pek doðru bir esas olduðunu anladým. Cenâb-ý Hakk'a þükrettim. Onbirinci Ýþarette gösterilen zecr-i Kur'ânî (kâinnat tarlasýnýn mühsûlü, makinasýnýn mensucatý, insan nev'i olduðu ve umum mevcudat semeratiyle o nev'e hizmet ettiklerinden insan hodgâmlýðýyla, bedbinliðiyle o azîm gâye-i dünyayý hiçe indirmesiyle) büyük çarklar misillû anâsýr-ý külliyenin insan aleyhine hareket ettiklerini ve mühlik mes'uliyetten kurtulmak ancak Kur'ân-ý Hakîmin daire-i kudsiyesine girmek ve fahrü'l Mürselîne ittiba' etmekle olacaðýný beyân ile insaný kendine vezin ettiriyorsunuz. Onikinci Ýþaret ve Dört suâlin cevabýnýn ihtiva ettikleri hakikatlar, (bizi arasýra kendi hesabýna çalýþtýrmak isteyen ve cüz'-i ihtiyar ile kendisinde bir varlýk görüp, istihkaka göz diken ve þöhret ve hodfuruþluk tahakkümüyle, hebâen çalýþan nebatî ve hayvânî nefis ve heva zincirlerini, altýn makaslarla keserek halâs buyuruyorsunuz.) Onüçüncü Ýþaret ve bu üç nokta ile her zaman hususiyle mübarek vakitlerde bizimle uðraþan ve bazý ye'se düþüren, yüzümüzün siyahlýðýný görmeyip, mü'min kardeþlerimizin ufak tefek çizgiler nev'inden karalarýyla onlarý, bütün siyahlýkla ittiham ettiren, Cenâb-ý Hakk'ýn rahmetini ve Gaffâr ve Rahîm isimlerini tenkide cür'et eden ve bu yüzden büyük tahribatlara sebebiyet verdiren hizbü'þ-þeytanýn kuvveti gösteriliyor. (Sh: B-178) Muhterem Üstadým; Bu iþareti yazarken, vücud âlemine seyahata çýktým. Ýþârâttaki noktalar bir müfettiþ hükmüne geçti. Ýzah buyurulan kuvvetler yerinde görülüp, teslim-i silâh etmek üzere idiler. Bize bu kuvvetleri gösteren Kur'ân-ý Hakîmden istimdat ve feyzi, her hatvelerimde istiyordum. Ve bize bu esas hakikat-ý hayatýn neticelerini, karanlýklarýný gösteren üstadýmýz, muvaffakýyetimizi Cenâb-ý Hak'dan dilemekte olduðu, her an kendini göstermektedir. Ve inþâallah halâs edecektir. Muhterem Üstadým, bu Onüç Ýþâret, Onüç Cevahir kümesini muhtevîdir. Bunlardan bazýlarýný ipe çizip göstermekle ve çizmemekle ve görmemekle, o cevahir hazinesine ve cevherlerine bir nakîse gelmiyeceðinden eðri ve doðru çizmek istediðim cevherler, inþâallah hüsnünü zâyi' etmez. Ey sevgili üstadým, ne kadar teþekkürât-ý vefîre ifâ etsem ve hayli minnettar olsam, yine ifa edemiyeceðime kâil olduðumdan, dilerim Cenâb-ý Hakk'tan râzý olacaðýnýz kadar, nâil-i mükâfât eylesin. Âmin, bihürmeti, Seyyidi'l-Mürselîn. Hâfýz Ali (R.H.) 155 (Vezirzâde Mustafa'nýn fýkrasýdýr.) Aziz, Kýymettar Üstadým! Hesapsýz hamd ve þükür, ol Hâlik-ý Mennân Hazretlerine ki, ben ümmî olduðum halde, hissiyat ve emellerimi, þu fâni ve âfil olan hayat-ý dünyadan tecrîd ile, Risale-i Nur talebeleri içine girdim ve hizbü'l-Kur'ân âlimlerine arkadaþ oldum. Hizmet-i neþriyede ve ilimde onlara yetiþemiyorum. Fakat inþâallah irtibat ve muhabbet ve ihlâsda yetiþmeye çalýþacaðým. Ve dua ile onlarýn kalemlerine yardým ediyorum. Risale-i Nura karþý hissiyatýmý ümmîliðim münasebetiyle yalnýz rü'yalarýmla arz ediyorum. (Sh: B-179) Bu def'a rü'yada fahr-i âlem (A.S.M.) Efendimiz Hazretlerini gördüðüm vakit sûre-i Hacc'ýn nihayetinde مَا قَدَرُوا اللّهَ حَقَّ قَدْرِهِ اِنَّ اللّهَ لَقَوِىّ ٌعَزِيزٌ ilh.. okuyarak ve Þâh-ý Geylânî (kuddise sirruhu) hazretlerini gördüðüm vakit, Sûre-i Nur'da لَيْسَ عَلَى اْلاَعْمَى حَرَجٌ âyetini kýrâet ederek nevmden bîdâr oldum. Ve anladým ki, bu âhirde Sünnet-i Seniyyeye dair mühim bir risale yazýldýðý için, Resûl-i Ekrem (A.S.M.) ýn makbulü olmuþ ki, rü'yamda müþerref oldum. Ve o âyet Risale-i Nurun hulâsasýný ifade ettiði gibi, ehl-i gafleti þiddetli tehdit eder. Þâh-ý Geylânî'yi gördüðümün sebebi, Risale-i Nurun talebelerinin kudsî bir Üstadý, beni de þâkird kabul ettiðine dair, bir iþaret anladým ve bu âyetler havsalamýn hâricinde olduðu halde, o kudsî zatlarýn hürmetine, kuvve-i hâfýzamda her zaman okur ve bir geniþlik hâsýl olurdu. Diðer bir rü'yamda (pek geniþ bir daire, temelleri henüz inþaa ediliyor görmüþtüm.) Bu def'a o büyük bina ikmal edilmiþ, içine girdiðimde sað cihetini câmi-i þerif olarak gördüm. Ve namaz kýldýktan sonra, bütün yazýlan Risale-i Nuru bana verdiler. Ben de yalnýz bir adedini orada okunmak üzere verdim. Binanýn en yüksek ve ortasýnda bir dikmesinin deðiþmesi için ellerinde demir, vinç ile çalýþanlar üç kiþi idiler, gördüm. Tâbirini siz Üstadýma havale ediyorum. Ümmî talebeniz Mustafa 156 (Âsým Bey'in fýkrasýdýr.) Üstad-ý Ekremim! Bu kerre ikmâline muvaffak olabildiðim üç risale-i þerife ki; Yirmi Dördüncü, Yirmi Dokuzuncu Söz, Otuz Birinci Mektubun Beþinci Lem'asý Mirkatü's-Sünne risaleleri berây-ý tashih ve manzûr-u üstadânelerine buyurulmak üzere takdim edildi. Risale-i þerifelerin cümlesi, birer hakikat nuru fýþkýran birer gülistan-ý cinândýr. Hele Otuz Birinci Mektubun Lem'alarý ki, Minhâcü's-Sünne ve gerekse Tiryâk-ý Marazý'l-Bid'a olan Mirkatü's-Sünne okunmaya doyulmaz. Okundukça hissedilen manevî sürur ve füyuzâtýn hadd ü hududu bulunmaz bir umman-ý feyizdir. Bazý cümleler oluyor ki, namazdan evvel ve sonra fakirhaneye gelen ihvana (Sh: B-180) mûteaddid defalar okuyup feyizleniyoruz. Hele Giritli Hasan Efendi, gözyaþlarýndan kendisini alamýyor. Mâlûm-u Üstadâneleri, kendisi Kadirî þeyhidir. Zât-ý Üstadânelerine ve bâhusus Gavsü'l-Âzam Þeyh Geylânî Hazretlerine merbutiyet ve muhabbeti derece-i nihayettedir. Üstad-ý Ekremim! Bu def'a risale-i þerifeler bir parça tehire uðradý. Bunu, fakirin atâlet, betâlet ve kesâletine haml buyurmayýnýz. Þikâyet deðil müftehirane arz ediyorum. Bu sene Cenâb-ý Hakk'ýn fakire lütf u ihsan ve keremi çok oldu. Lehülhamd vel minne, yüzbinlerce müteþekkirim. Ramazan Bayramýndan beri, iki def'adýr hastalýðým ki, el-ân nekahet devrindeyim, Risale-i Nur-u Þerifelerin istinsahýna oldukça bir fâsýla vermiþ oldu. Çok þükür elhamdülillâh bu hastalýklar bir in'âm-ý Ýlâhîdir. Dua-yý üstâdâneleriyle sýhhatim yerine gelmektedir. Âsým 157 (Rüþdü Efendi'nin fýkrasýdýr.) Ey Aziz Üstadým! Bu kadar azîm ihsânýnýz, beni sevgili üstadýmýzýn nezdinde talebelerin en sonuncusu olmak þerefini kazandýrdýðýný tahattur ettirdikçe, Cenâb-ý Vâcib-i Vücûd Hazretlerine gece ve gündüz dua ediyorum. Ve bazý vakitlerde baþým secdede olduðu halde, mütemadiyen aðlýyorum. Günâhýmýn azameti, cürmümün hadsizliði, beni titretirken sevgili üstadýmýn duasý, Cenâb-ý Hakk'ýn rahmeti, beni teselli ediyor. Her gönderdiðiniz risaleyi kemâl-i iþtiyakla okuyorum. Kýymetli kardeþlerimle belki hergün bir yerdeyim. Ýstifadem pek çok, siz Üstadýmýn mânevî feyizlerini her vakit risalelerden alýyorum. Evet Aziz Üstadým, hissiyatýmý yazabilsem her hafta mektublarýmla mukabele edeceðim ve size mektup yazmak da, benim için en büyük meserrettir. Afvýnýza istinad ederek, zâhiren sükûtla ve mânen dergâh-ý hüdâya el açtýðým vakitlerde, size âciz Rüþdü talebeniz, aczini takdim ettikçe, sevgili Üstadýmdan bilmukabele (Sh: B-181) gördüðüm lütuflar karþýsýnda, gözyaþlarýmla cevaplar i'ta eyliyorum efendim. Talebeniz Rüþdü 158 (Hâfýz Ali'nin dersini ne tarzda anladýðýný gösteren bir fýkrasýdýr.) Muhterem Üstadým! Otuz Birinci Mektubun, On Dördüncü Lem'asýnýn, ikinci Makamýný bir defâ kendim okudum. pek cüz'î istifade ile, dimaðýmda bir lezzet hissettim. Ýkinci ve üçüncü tekrarlarýmda öyle bir zevk-i ruhanî uyandýrdý ki; eðer kalb ve kalemim ruhuma tercüman olabilseler, belki bir derece siz Üstadýma minnettarane arza cür'et eylerdim. Heyhât ne kalbim ve ne de kalemim ve ne ruhum, acz ile önüme çýktýlar ve itiraf-ý kusur ediyordular. Sevgili Hocam! Sözler ünvaniyle neþr-i envar ve feth-i bab-ý rahmet eden envâr-ý Kur'âniye esasen has, mahsus bir sikke-i hâtemi taþýmaktadýrlar. Her bir parçasýndan, þümullü rahmet-i Ýlâhiyeye cüz'î, küllî bir kapýsý var gösteriyor ve göstermekle kapýlar açýk býrakýyorlar. Bu mübarek risaleyi, Süleyman, Zeki, Zekâi ve Lütfi kardeþlerimle okurken, hayalime bir büyük müzeyyen bir saray gösterildi. Aslý ve hakikatýný ve vüs'atini ve müzeyyenatýný temâþâ için ruhen çýktým baktým ki, yorgun ve nazarým kesik bir tarzda geriye döndüm. Zekâi kardeþim devam ediyordu. Tekrar o saray þeklinde mutantan, revnaktar, kýymetçe, mahiyetçe ayný, ufak bir saray-ý vücud âlemi gördüm. Ve feth-i bâb edip temâþâ etmek istedim. Anahtarý yoktu. Birden kardeþimin aðzýndan بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ iþittim. Kapý açýldý. اَلْحَمْدُ لِلَّلِ عَلَى نُورِ اْلاِيمَانِ وَهِدَايَةِ الَرَّحْمَنِ dedim. Gördüm ki; büyük sarayýn müþtemilâtý ve tezyinatý, o küçük sarayda dercedilmiþ. Âdeta çarklardan mürekkeb bir saat ve çok ipleri havi bir nessacdýr. Dikkat ettim, o saati kuran ve iþleteni ve o ipleri gûna gûna boyayýp dokuyaný, gündüzü gündüz eden güneþ olduðu gibi, pek parlak bir surette izah buyurulunca gördüm. Tekrar اَلْحَمْدُ dedim ve þu âlem-i kübrânýn fihristesini ve nümunesini (Sh: B-182) elime alýnca artýk pervasýz seyahata çýktým. Muhterem Üstadým! Þu söz öyle bir hakikatý ders veriyor ki, daha insana yabancý ve bilinmesi mümkün olmayan bir þey kalmýyor. Her gördüðü mûnis bir arkadaþ oluyor ve susuz vadiler ve geniþ sahralar ve koca küre-i arz bir bahçe hükmünde Hâlik-ý Rahîm tarafýndan ihzar edilmiþ ve týlsýmý da بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ olduðu ve týlsýmý bulunmazsa ve alýnmazsa, o bahçede yaþamak mümkün olmadýðý ve yaþasa da her tarafta yabancý olarak ve her hatvesinde istiskal edilerek, hayat deðil, belki câmid olarak bulunacaðýný izah buyuruyorsunuz. Hele bizi her zaman, günde kýrk def'a havsalamýz almýyarak "ah!" ile geri dönen mi'râc-ý mü'min olan namazda اِيّاكَ نَعْبُدُ وَاِيّاكَ نَسْتَعِينُ sýrrý öyle bir düðme olarak gösteriliyor ki; her mü'min kendi vücûd âleminde bir elektrik fabrikasý görüyor. Ve düðmesini açýnca bütün dünyayý ziya ile gösteriyor. Sevgili Üstadým! Cenâb-ý Hak bu kýymetli eserleri kýyamete kadar mü'min kullarýna yetiþtirsin, duasýyla hatm-i kelâm eylerim efendim. Kusurlu Talebeniz Hâfýz Ali 159 (Yeni mühim bir kardeþimiz Müftü Ahmet Feyzi Efendinin fýkrasýdýr.) (Bu fýkra çendan þahsýma bakýyor. O zât þahsýmý görmemiþ, dellâllýðým eseri olan Risaleleri gördüðünden, haddimden pek çok fazla olan senâ ve medhi, Risalelere ve esrar-ý Kur'ân'a aid olduðu için kabul ettim.) بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Hamd-i bînihaye Kerîm-i Müteâle, salât ü selâm Habib-i Zülcelâle ve Onun âl ve ashabýna. Ey bâkîye vâsýl olmuþ fâni! Ve ey matlubun bâb-ý rahmetinde oturan mahbûb! Ve ey derecâtýn ekmeli olan sýfat-ý abdiyete sülûk edebilmiþ Bahtiyar! Ve ey Þems-i tâbân-ý Zülcemâlin karanlýklara aksettirdiði Ziyâ-yý hidâyet! Ve ey Habib-i Kuddüsün tarîk-ý (Sh: B-183) ulviyetinde karanlýklarý yararak uçan Þehâb-ý þa'þaanisâr! Hatîât ve ma'siyyet deryasýnýn korkunç dalgalarý arasýnda inleyen, Hâlik-ý Kerîmin bunca iltifâtýný nankörlükle karþýlamaktan baþka bir vaziyeti bulunmayan bu ednâ-yý mevcudat, nâil olduðun derece-i makbuliyetten bir katresinin olsun, kendine ihdâsýný senin þevket ve kereminden bekliyor. Ne olur beni kendine alýp, hizmetinle müþerref kýlsan. Ne olur, Hibib-i Kibriyâya benim de kendisinin hizmetine intisabým için Onun uþþâkýnýn asgarý ve hikmet ve nurunun dellâlý olmaklýðým için yalvarsan ah!.. Her an ayaklarýnýn altýný öpmek ateþiyle mütehassir ve nâlân, ahkar-ý mahlûkat Ahmed Feyzi 160 (Ahmed Husrev'in Otuzbirinci Mektubun, Ondördüncü Lem'asýnýn, ikinci Makamý münasebetiyle yazdýðý fýkradýr.) Sevgili Üstadým Efendim Hazretleri! Üç-dört gün evvel Cenâb-ý Hakkýn o mukaddes kelâmýndan müjdeler çýkararak, aktar-ý âleme saçan coþkun denizlerin akýntýlarý gibi, feyizleriyle bizi mest eden, âfil güneþin her gündüze mahsus sönmez ziyasý gibi, ardý arasý kesilmeyen nurlarýyla bizi nurlandýran, hiçbir ferdi þübehatta boðmamak esasý üzerine yürüyen, kendisine has belâðatýyla ukûlü teshir edecek bir kabiliyetle söyleyen, sâmialarý ve bâsýralarý kendisine müteveccih kýlan, o azametli külliyât-ý nurdan bir nur daha aldým. Bu nur, o güzel Ýslâm niþaný ve o büyük rahmet hazinesinin keþþâfý olan (Bismillâhirrahmânirrahim) in, binler esrarýndan otuz sýrra mukabil, altý sýrla nurlu þualarýný ezhanýmýza nakþetmiþ ve rahmetin binbir Esmâ-i Ýlâhiyeden gelen þuâlarýyla, insana had ve hesaba gelmeyen niam-ý Sübhaniyenin meded elleriyle yardýma gönderildiðini öðretmekle, bizi sonsuz bir derya-yý feyze gark etmiþtir. Bu kudsî mübarek kelimenin her sure baþýnda zikriyle, ehemmiyet ve azameti ve her hayýrlý iþlerde tekrarýyla mübarek bir (Sh: B-184) þefaatçý olmasý, ferþde gezen insana, arþa çýkacak kamet giydirmesi ve acz-i mutlakta çýrpýnan insaný, Kadîr-i mutlaka rabt etmekle, insanýn kýymet ve izzeti gösterildikten sonra اِنَّ اللّهَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلَى صُورَةِ الرَّحْمنِHadîs-i þerifiyle mün'im-i hakikînin binbir esma-i hüsnasýnýn cilvelerinin þualarýndan tezahür eden rahmetiyle perverde edilmek suretiyle de, rahmetin bir cilve-i etemmi olduðu izah buyurulmuþtur. Sevgili Üstadým! Ruh-u insanýn nazarýný akýl ve kalbini ve muhayyilesini (Bismillâh) ile kâinat simasýna, (Errahman) ile arz simasýna, (Errahîm) ile ebnâ-yý cinsinin sima-yý mânevisine daðýtýyor. Oralardaki rahmet-i vâsia-ý külliyenin azametini, letafetini gösteriyor. Aziz Üstadým! Nazarým nereye iliþse, aklým herhangi bir hâli muhakeme etse, muhayyilem ne ile meþgul olsa, sâmiam ne duysa, kalbim nereye gitse, dolaþtýklarý yerlerde ve tesadüf ettikleri þeylerde, beþere bakan pek büyük âsâr-ý rahmeti görüyor. Semâvât ve arþ, bütün heybetiyle insanlarýn seyrangâhý, cennet mesken-i hakikîsi oluyor. Zemin bir hane þekline giriyor. Mele-i âlânýn sekeneleri ve zemin yüzüne serpilen yüzbinlerce mahlûkat ve nebâtat envâ'ýnýn insanlarýn hacetleri için koþuþtuklarýný, sineklerden balýklara, zerrelerden yýldýzlara kadar küçük büyük her bir masnu', insanlarýn yüzüne vahþetle deðil, gülerek baktýklarýný görüyor. Sonsuz rahîm olan Hâlik-ý azîmin kusursuz olan bu kasrýný, temaþâya doyamayan ruh, kendine avdet ediyor. Rahmetin nihayet derecede incelikleriyle tanzim ve idare edilen cisme bakýyor. Duygularý arasýnda yalnýz muhayyilesine hasr-ý nazar ediyor. Bu muhayyilenin dimaðda kendisine tahsis edilen mahalli, bir hardal tanesi kadarken, her zaman bütün âlemi sinema þeritleri gibi hayal hanesinde dolaþtýrýr. Hâfýza bir çeþit, akýl ayrý bir çeþit, fikir baþka bir halde, kalb daha baþka, kâmil insanlarda hâl-i faaliyette olan (Sh: B-185) diðer letaif, daha baþka bir þekilde, bâsýra, sâmia, zâika, lâmise, þâmme gibi havass-ý zâhirinin istiâb ettikleri mânevî sahalara nisbetle, nihayet derecede küçük bir dimaðýmda yerleþtikleri halde, yekdiðerine karýþmýyarak, biri diðerinin vazifesine müdahale etmiyerek, ayrý ayrý vazifelerde, ayrý ayrý dairelerde gayet muntazam çalýþtýklarýný ve hattâ etýbbanýn bile senelerce tahsil ederek içinden çýkamadýklarý vücud-u beþerin herbir kýsmýnýn, her bir uzvunun inceliklerini görüyor. Bu derece rahmetle tanzim edilen, bu kadar muhtelif vezaif ile çalýþtýrýlan, bu muhayyiril ukûl makineyi temaþa eden ruh, bu makina üzerindeki derece-i mâlikiyetini düþünüyor. Hükmünün hiçbir uzva te'sir etmediðini görünce, sýðýnacak bir yer, iltica edecek bir mahal, perverde edilecek bir varlýk arýyor. Ýþte o vakit bu kadar rahmetiyle perverde eden Hallâk-ý azîme karþý secde-i þükrana kapanarak aðlýyor, aðlýyor, aðlýyor. Bütün dertlerini döküyor. Onun, yalnýz onun lütf u keremine iltica ederek afv olunmak, dünyada olduðu gibi ukbâda da sevdikleriyle birlikte va'dettiði cennette bulundurulmasýný istiyor ve yalvarýyor. Ahmed Husrev 161 (Re'fet Bey'in fýkrasýdýr.) Aziz ve Muhterem Üstadým Efendim! Geçen hafta aldýðým mektubda, "Senin ve Þerif Efendinin ifadeleri kýsadýr, birþey anlaþýlmýyor. Tenkid mi? Takdir mi? buyurdunuz. Bütün eserlerinizi takdir ve kemâl-i istihsan ile karþýladýðýmýz mâlûm-u âlileridir. Esasen tenkid edecek kudret-i ilmiye deðil bizde, Türkiye ulemasýnda olmadýðý hâdisat ile sâbittir. Sinn-i sabavetinizde þark ulemasýný ilzam etmeniz ve ondan sonra Ýstanbul'a gelerek bil'umum ulemanýn nazar-ý takdir ve hürmetini celb etmeniz, bu hususu isbata kâfidir. Gerek Þerif Efendi ve gerekse Hikmetü'l-Ýstiâze ve Besmele sýrrýný okuyan diðer arkadaþlar duyduklarý hazz-ý mânevîden gaþy olmuþlardýr. Fakire gelince, Sözler hakkýnda hiçbir þey yazmazsam bile o kemâl-i takdirdendir. zira, þimdiye kadar büyük bir zevk ile mükerreren (Sh: B-186) okuduðum ve daima okumaktan hâli kalmadýðým Sözler ve Mektubat hakkýnda kanaatlerimi daima Üstadýma arz ettiðimden, yazacak kelime bulamýyorum. O da âcizliðimden olsa gerektir. Bir risale ne kadar parlaksa, onu tâkib eden ondan çok ziyade parlaktýr. Binâenaleyh, ne yazsak hakkýyla ifade-i meram etmiþ olamýyorum. Þimdi hayatým çok zevklidir. Sözlerin tedkikatýyla meþgulüm. Evvelki okuyuþlarýmda hazm edemiyordum. Þimdi gayet yavaþ ve dikkatli okuyup anlamaya çalýþýyorum. Takýldýðým noktalar oluyor, soruyorum. Bu vesile ile istifade fazladýr. Nitekim Yirmi Dördüncü Söz'ün Birinci ve Ýkinci Dalýnda çok tevakkuf ettim. Lâyýkýyla anlayamadým. Üstadýmýzla görüþtüðümde bu iki Dalýn þifahen îzahýný rica edeceðim. Muhterem Üstadým, fakirin bir nokta çok hayretini mucib oluyor. Sizden bir mes'elenin izahýný rica ediyorum. Ýzah ediyorsunuz. O izahta da, muhtaç izah noktalarý bulunuyor. Öyle lâtif ve þümullü cümlelerle cevap veriyorsunuz ki, o cümleleri de anlamak için suâl icab ediyor. Bundan þu netice çýkýyor ki, Sözlerinizin her satýrý, bir kitab teþkil edecek kadar þümullü ve mânidardýr. Ýstenildiði kadar izah olunabilecektir. Re'fet 162 (Doktor Ýbrahim'in fýkrasýdýr.) Efendim! Nuranî ve ziyâdar cadde-i kübrâ-yý mâneviyede seyr ü seyahat eden umum âhiret kardeþlerimle her hafta görüþüyor ve âramsýz tulû eden Risale-i Nur eczalarý gibi, feyiz ve mârifet güneþlerinin haberlerini iþittikçe, ruhum güller gibi açýlýyor. Hubur ve ibtihaca müstaðrak oluyor. Ve istidadým nisbetinde bir-iki mes'elecik öðrenmeye sa'y ediyor isem de, bu envâr-ý bahr-i muhîtten kardeþlerimin ruhlarýna in'ikâs eden mesâilden bâhis arîzalarý tahrir ve takdim ettiklerini gördükçe, adem-i muvaffakýyetimden mütevellid esef ve kederim hasebiyle cehlimden elemân çekiyorum. Ümmîlik ne güç imiþ, diye ruhum aðlýyor. Mu'terifane, Ýbrahim, (Sh: B-187) müstehaksýn diyorum. Nihayet yine ümidimi Rabbimden kesmiyerek diyorum. Bir müessesenin baþ müdürü, muavini, kâtibi, müvezzii, tahsildarý, hademesi olur. Fakir kýsmen müvezzilik, kýsmen hademelik sýfatiyle bulunsam ne zararý var? deyip tesellli oluyorum. Ýbrahim 163 (Osman Nuri'nin fýkrasýdýr.) KUR'ÂN-I AZخM Bir kelimeni, milyonlar def'a tekrar okusam, Ýlk baþladýðým lezzeti, daima duyarým. Sen Ýslâm ocaklarýnýn sönmez bir lem'asýsýn, Sen o misilsiz Zâtýn, emsalsiz kelâmýsýn. Rabbin en sevgili Resûlüne kýsmet olan, Deðerli binbir çeþit ispatlý kelâmýsýn. Hangi kitab var ki, asýrlarca böyle hürmetle okunsun, Nasýl bir nankör var ki, gelsin sana dokunsun, Hâþâ, sana inanmayanlar kâfirse bile, Gelsin onun dellâlýnýn yanýna otursun. O dellâldan alýnca ders-i ilhâmý, Lânetler eder, inkâr ettiðine Kur'ân'ý, Ýlmin en derin hocasý, bürhaný, Zelîl eder, karþýsýnda seni tanýmayaný, Kudsî kitabýn çok ünlü, Onun dellâlý Üstadým Said Gönül ister ki, o ayarda bulunsun binler Said. Ayný günün sabahý okuduðum, büyük ve kudsî kitabýmýz olan Kur'ân-ý Azîmüþþân'dan aldýðým nurlu ilham-ý Ýlâhîden, dolayýsýyla güneþ gibi kuvvetli olan Risale-i âliyelerinizin âcizde býraktýðý derin his ve te'sirlerden doðmuþtur. Osman Nuri (Sh: B-188) 164 (Hulûsî'nin fýkrasýdýr.) Bir Mirkatü's-Sünnet olan mübarek mektub hakkýndaki ihtisaslarýmý arza maalesef muktedir deðilim. Fakat istikametli tefsir, i'cazlý beyan, nurlu ilân gibi þanýna lâyýk tabirle tavsif edebileceðim Beþinci Lem'anýn Onbir Nükteyi ihtiva ediþini mânidar buldum. Sanki, mânen diyor: Ýfa-yý sünnet ile mükellef olduðumuz, ol Nebiyy-i Zîþânýn taraf-ý Ýlâhîden getirip haber verdiði yakînen mâlûm olan þeylerin hak olduðunu bilip, kalb ile tasdik ve dil ile ikrar etmek suretiyle, tarif olunan îman ve islâmýn þartlarýnýn mecmuu olan onbir adediyle bu nurlu mektubdaki nüktelerde sarih tevâfuk vardýr. Madem böyledir, Mü'minim diyen ittiba-ý sünnet etmeli. (Elhamdülillâh müslümaným) iddiasýnda bulunan ve لِمَ تَقُولُونَ مَا لاَ تَفْعَلُونَ itâbýndan kurtulmak isteyen sünnete yapýþmalý ilh.) hakâiký ders veriyor. Bu mektubu almadan evvel Allah hayretsin, bir gece rü'yamda büyük bir camide bulunuyorum. Namaz kýlýndýktan sonra,, ben kapýya yakýn bir yerde ayakta duruyorum. Baktým, mihrabýn sol tarafýndan küçük ve toplu bir cemaat geliyor. Bana yaklaþtýklarý zaman, iþte Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri diye kulaðýma bir ses geldi. Gayr-ý ihtiyarî (Meded yâ Gavs-ý A'zam) diyerek, aðlayarak, ayaðýna kapandým. Mübarek sol elleriyle beni yerden kaldýrdýlar ve þefkat gösterdiler. Kendileri uzun boylu, çok mehîb ve üzerlerinde siyah bir sako, mübarek sakallarý siyah, pek az aðarmýþ. Beþuþ ve nuranî bir çehre. Mübarek baþlarýnda bir mahrût-u nâkýs þeklinde yüksek ve çok beyaz bir sarýk vardý. Câmiden çýkýnca, bitiþik bir odada cemaatle beraber oturduðumuzu da hatýrlýyorum. Bu rü'ya bana çok zevk vermekle beraber, dua ve himmetlerinin Hizbü'l-Kur'ân üzerinde, her zaman mevcud bulunduðuna daha ziyade yakîn hâsýl ettirdi. Hulûsi (Sh: B-189) 165 (Sabri'nin fýkrasýdýr.) Bu kerre bir kýt'a lütufname-i fâzýlâne-i merðubeleriyle tereþþuhat-ý kitab-ý mübînin bir zübdesi bulunan, Fihriste-i Mübînin Dördüncü Kýsmýný, Süleyman Efendi kardeþimiz yediyle aldým, okudum. Müellifine, kâtibine, nâþirine, hâdimlerine binler dualar ettim. Hakikaten vakt-i kýrâetim olan iki saat zarfýnda, Risâlâtü'n-Nur ve Mektûbatü'n-Nur'un kâffesini icmâlen okumuþ kadar mütelezziz ve müstefid oldum. Ve þöyle dedim. Lüttufnâme-i keremkârîlerinde iþaret buyurulduðu üzere, dört nüsha deðil, belki bir kaç ay, her vazifeye tercihan fihristeyi teksir ve neþre sa'y etmeliyiz. Madem ki, gayemiz neþr-i envâr-ý hakâik-ý Kur'ân'dýr. Bu mübarek ve kýymettar eser-i giranbahâ ise hakâik-ý Kur'âniyenin hülâsasý ve zübdesi ve tâbiri câiz ise, tam bir piþtarýdýr. Miftâhu'n-Nusret ve Mirkatü'l-Fütuhdur. Üstad-ý Azîzim! Mukaddemen, bu kýymettar eserleri avn-i Ýlâhî ile vücuda getirdikçe, bu kusurlu talebenizi de, bir muhatap addederek her eseri irsal ve tenvir buyurmakta idiniz. Fakat o zamanlar, gayr-i ihtiyarî nurla, zulümat karþýsýnda bulunmaklýðým hasebiyle, nurlar ile aramdaki perde açýlmamýþtý. Þimdi o semm-i kâtil tâbirine lâyýk muhalif, zýt, menfî cereyanlarýn zevaliyle, envâr-ý bînihaye-i Kur'âniyenin elhamdülillâh kapýlarý açýldý. Sâlifü'l-arz zulümâtýn zebunu bulunduðum sýralarda, münteþir âsârý tekrar okuyup yazýyorum. Risalelerin derece-i kýymetlerini ve bahþettiði feyzi ve fevzi arzetmek, lisan ve kalemin fersah fersah iktidarýnýn fevkýndedir. Bu mübarek ve kudsî tereþþuhat-ý Kur'aniye ve lemeât-ý Fürkaniyeyi, hakikî bir dellâl-ý Kur'an olmalý ki hakkýyla takdir ve sena edebilsin zira bu hayat-ý hakikîye ve sermediye hazinelerindeki müsta'mel kelimat ve tâbiratýn kâfesi sâirlerine min-küllil vücuh fâik ve bâkir beyanatý hâvi, kemâl-i selâset ve cezâlet ve þâyân-ý gýpta ve hayret, (Sh: B-190) dirayeti müþtemil ve câmi ve cümel ve fýkârât ism-i bedi' ve hakîmin bir cilve-i hâssa ve mümtazesidir, dersem binden bir hakkýný bile vermiþ olamam. Hulâsa: Bu nurlarýn kâffesi deccallara mahsus ve müstahzar elmas gülleler ve ehl-i îman için menba'-ý envâr-ý hakâýk olan Kur'ân-ý Hakîmden son asýrda nebean etmiþ, binler âb-ý hayât-ý bâkiye hazineleridir. Sabri 166 (Hâfýz Ali'nin fýkrasýdýr.) Sevgili Üstadým Efendim Hazretleri! Otuzbirinci Mektubun onbeþinci Lem'asýnýn birinci kýsmýný, büyük bir meserretle aldým. Sevgili Üstadým, zaten fakir, âcizane nazarýmda (Þems-i Hidâyetten neþr-i envâr eden Sözler) hak ve hem hakikat olarak, hakikat âleminin çarþýsýdýr. Hakikat âleminde ne varsa, o kadar zengin, o kadar mücehhez, o kadar bîpâyandýr. Böyle bir çarþý-yý âlem mallarýný almak lâzým ki, bir padiþah kuvveti olsun. Eðer görmekse, öyle bir keskin nâfiz, seyyar bir nazar olmalý ki, seyr-i seyahat ile görebilirsin. Bu da pek ender bulunduðundan almak ve görmek için lâzým ki, bütün mallarýn bir nümune levhasý bulunsun. Ey Sevgili Üstad! Her nümune levhalarý mukaddema görülüyordu ki, yalnýz bir parça ile (toplarýn ve küllîlerin) nev'îlerini gösterir. Daha bir þeye yaramaz. Fakat seraser nur olan hazine-i bînihayenin fihriste ve nümune levhasýnýn her parçasýndan (Hanifen müslimen) gömleði çýkacak. Hârika derecede parçalarý ve kýymetleri hâvidirler. Nasýl umuma muhalif külliyatla hârika olduðu gibi, cüz'iyatlarýyla hârika bir hâtemi taþýyorlar. Evet Üstadým, bu mektubu istinsah ederken kalb ve ruhum cûþ u hurûþa gelerek bütün envâr-ý resâili kemâl-i þevk ve tahassürle görmek istiyordular. (Sh: B-191) Demek Üstadým, umum risalelerin her parçasýna ihtiyacýmýz olduðu gibi, her parçayý da birden görmeye þiddetle ihtiyaç varmýþ. Cenâb-ý Vâcibü'l-vücud size kemal-i rahmet ve merhametinden, o rahmet ve merhametinin iktizasýyla nâil-i mükâfat buyursun. Âmin. Hâfýz Ali 167 (Said Nursi'nin bir fýkrasýdýr.) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, Sýddýk, Hakikatlý, âhiret kardeþlerim ve ciddî ve kuvvetli arkadaþým! Kur'ân-ý Hakîmin baþ hâþiyelerinde, âyât-ý Kur'âniyenin adedi altýbin altýyüz altmýþaltý olmakla, envâr-ý Kur'âniye ve hakikat-ý Fürkaniye eyyâm-ý þer'iyye ile altýbin altýyüz altmýþaltý sene kadar, küre-i arzda hükmü cereyan edeceðine iþaret ettiðine dair sualinize, o vakit zihnim baþka yere müteveccih olduðu için, izahlý cevap veremedim. Sonra bana ihtar edildi ki: (Âsým'ýn suâli ehemmiyetlidir, cevap ver.) Ben de o ihtâra binâen, iki esasla bir parça izah edeceðim: Birinci Esas: Nasýl ki (Nur-u Muhammedî Aleyhissalâtü vesselâm) ve hakikat-ý Ahmediye, divan-ý nübüvvetin hem fâtihasý, hem hâtimesidir. Bütün enbiya onun asl-ý Nurundan istifaza ve hakikat-ý dininin neþrinde onun muînleri ve vekilleri hükmünde olduklarý ve Nur-u Ahmedî (A.S.M.) cebhe-i Âdem'den, tâ zât-ý mübarekine müteselsilen tezahür edip neþr-i Nur ederek, intikal ede ede tâ zuhûr-u etemle kendinde cilveger olmuþtur. Hem mahiyet-i kudsiyyet-i Ahmediye, Risale-i Mi'racda isbat edildiði gibi, þu þecere-i kâinatýn hem çekirdek-i aslîsi, hem en âhir ve en mükemmel meyvesi olduðu gibi, öyle de Hakikat-ý Kur'âniye zaman-ý Âdem'den þimdiye kadar, Hakikat-ý Muhammediye (A.S.) ile beraber, müteselsilen enbiyalarýn suhuf ve kütüblerinde nurlarýný neþr ederek, gele gele tâ nüsha-i kübrâsý ve mazhar-ý etemmi olan, Fürkan-ý Azîmüþþan sûretinde cilveger olmuþtur. (Sh: B-192) Bütün enbiyanýn usûl-ü edyanlarý ve esas-ý þeriatlarý, hulâsa-i kitablarý Kur'ânda bulunduðunu, ehl-i tedkik ve ehl-i hakikat ittifak etmiþler. Bu sýrra binaen zaman-ý fetret mutlaka ihraç edildikten sonra, rivayet-i meþhure ile zaman-ý Âdem'den tâ kýyâmete kadar, eyyam-ý þer'iyye ile tâbir edilen yedibin seneden, fetret-i mutlakanýn zamaný tarh edildikten sonra altýbin altýyüz altmýþaltý sene kadar, din-i Ýslâmýn sýrrýný neþr eden hakikat-ý Kur'âniye, küre-i arzda ayrý ayrý perdeler altýnda neþr-i envar edeceðine, âyâtýn adedi iþaret ediyor demektir. Ýkinci Esas: Malûmdur ki, küre-i arz'ýn mihveri üstündeki hareketi ile gece gündüzler medar-ý senevisi üstündeki hareketi ile seneler hâsýl oluyor. Güneþle beraber her bir seyyarenin, belki sevâbitin ve Þems-üþ-þümusun dahi, her birinin mihveri üstünde eyyamý mahsuse gösteren bir hareketi ve medarý üzerinde deveraný dahi, bir nev'i seneleri gösteriyor. Hâlik-ý Arz ve Semâvâtýn hitâbât-ý ezeliyesinde, o eyyam ve seneleri dahi, irae ettiðine delil þudur ki: Fürkan-ý Hakîm'de ثُمَّ يَعْرُجُ اِلَيْهِ فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ اَلْفَ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ *فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ اَلْفَ سَنَةٍ gibi âyetler isbat ediyor. Evet kýþ günlerinde ve þimal taraflarýnda, gurub ve tulû' mâbeyninde dört saat günden ve bu yerlerde kýþta sekiz dokuz saatten ibaret eyyamlardan tut tâ, güneþin mihveri üstünde bir aya yakýn yevminden, hattâ kozmoðrafyanýn rivayetine göre, tâ (Rabb-üþ-Þi'ra) tâbiriyle Kur'anda nâmý ilân edilen ve þemsimizden büyük Þi'ra namýnda diðer bir þemsin, belki bin seneden ibaret olan gününden, tâ Þems-üþ-þümusun mihveri üstündeki ellibin seneden ibaret bir tek yevmine kadar eyyam-ý Rabbaniye vardýr. Ýþte semavât ve arzýn Rabbi, o Þems-üþ-þümüs ve Þi'ra'nýn Hâlik'ý hitab ettiði vakit, o semavât ve arzýn ecramýna ve âlemlerine bakan kudsî kelâmýnda o eyyamlarý zikreder. Ve zikr etmesi gayet yerindedir. Madem eyyamýn lisan-ý þerî'de böyle itlâkatý vardýr. Ýlmü't-tabâkatü'l-arz ve coðrafya ve tarih-i beþeriyet ulemasýnca, (Sh: B-193) nev'i beþerin yedibin sene deðil belki yüzbinler sene geçirdiðini teslim de etsek, ömr-ü beþer kýyâmete kadar olan müddet yedi bin senedir. Diye vâki olan rivâyat-ý meþhurenin ve beyan ettiðimiz atýbin altýyüz altmýþ altý sene, Nur-u Kur'ân hükümfermâ olduðuna münâfi olamaz. Çünki eyyam-ý þer'iyyenin dört saatten, elli bin seneye kadar hükmü ve þümülu var. Fakat vâkideki eyyamýn hakikatý, o rivayet-i meþhurede hangisi olduðu þimdilik bu dakikada kalbime inkiþaf ettirilmedi. Kur'ân'ýn baþýndaki hâþiyeyi yazdýðým zaman dahi vâzýhan bana gösterilmedi. Demek o sýrrýn inkiþafý münasip deðil. (Lâ ya'lemülðaybe illâllah) Þu mes'elede þimdilik delîlini gösteremiyeceðim bir müddeâyý beyân ediyorum. Þöyle ki: Þu dünyanýn bir ömrü ve þu dünyadaki küre-i arzýn dahi ondan kýsa diðer bir ömrü ve küre-i arzda yaþayan insanýn daha kýsa bir ömrü vardýr. Bu birbiri içinde üç mahlûkun, saatýn içinde dakika, saniye, saatý sayan çarklarýn nisbeti gibidir. Nev'-i insanýn ömrü küre-i arzýn iki hareketiyle hâsýl olan malûm eyyam olduðu gibi zîhayatýn vücuduna mazhar olduðu zamandan itibaren, küre-i arzýn ömrü ise merkez-i irtibatý olan Güneþin mihveri üstündeki hareketi ile hâsýl olan eyyam iledir. Ve dünyanýn ömrü ise Þems-üþ-þümusun hareket-i mihveriyesi ile hâsýl olan eyyam iledir ki: Þu halde nev'-i insanýn ömrü yedibin sene eyyam-ý malûme-i arzî ile olsa, küre-i arzýn hayata menþe' olduðu zamandan harabiyetine kadar eyyam-ý þemsiye ile ikiyüzbin seneyi geçer ve þems-üþ-þümusa tâbi âlem-i bekadan ayrýlýp küremize bakan dünyalarýn ömrü, Þems-üþ-þumusun iþâret-i Kur'âniyye ile her bir günü (50.000 - ellibin) sene olmasýyla yedi bin sene o eyyam ile ne kadar ettiðini kýyâs et. Takriben yüz yirmi altý milyar senedir (l26.000.000.000) (Hâþiye) Demek eyyam-ý þer'iyye tâbir ettiðimiz eyyam-ý Kur'âniyede bunlar (Hâþiye) Bu hesap Þam'lý Hâfýz, Kule önü'nden Mustafa ve arkadaþý Hâfýz Mustafa'nýn þehâdeti ile bir dakika zarfýnda ezber yapýlmýþtýr. (Sene üç yüz altmýþ gün hesabýna göredir, kusur varsa bakýlmamak gerektir.) (Sh: B-194) dahildir. Evet semâvât ve arzýn sebeb-i hilkati ve çekirdek-i aslîsi ve en mükemmel âhir meyvesi olan bir zâta hitabýnda, o eyyamlarý isti'mâl etmek, Kur'ân'ýn ulviyetine ve muhatabýnýn kemâline yakýþýr ve ayn-ý belâðattýr. وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّهِ وَ اللّهُ اَعْلَمُ بِاَسْرَارِ كِتَابِهِ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا Said Nursî 168 (Kardeþim Abdülmecid'in fýkrasýdýr.) (Hulûsî Bey'e yazdýðý mektubdandýr.) Eyyühe'l-Azîzin Azîzi, Hazret-i Seydanýn muhterem tilmizi! Teþnesi bulunduðum tebþirnamelerinizi memnuniyetle aldým. Var olunuz. Cevaplarý yazmak îcab eder amma ne yazayým. Ruh nâhoþ, kalb bîhoþ, kafam bomboþ. Zira, etraf-ý erbaamdan takattur eden vahþetler, kasâvetler, yeisler, beisleri tasavvur ettikçe biri, cinnete yani cünuna, diðeri cennete yani þam'a gitmek üzere, akl ü ruhum seferber vaziyetini alýyorlar. Bunun içindir ki, ne Seydanýn yani Üstadýn talebeliðini ve ne de sizin kardeþliðinizi bihakkýn îfa edemediðimden ne yazacaðýmý bilemiyorum. Hem de sizden gelen mektuplar saf, temiz, nurlu bir fikirden çýktýðýndan okuyanlara ýþýk veriyor. Zulmetli fikrimden çýkan arîzalar ise, size zulmet vereceði ihtimalinden korkarak titriye titriye takdime cesaret edemiyorum. Abdülmecid 169 (Re'fet Bey'in bir fýkrasýdýr.) Aziz ve Muhterem Üstadým Efendim! Sözlerin ve Mektubatýn ve pencerelerin fihristesi, o kadar güzel olmuþ ki, bir def'a sathî bir nazar atfeden kimse, Risalet-in Nur eczalarýnýn kýymet ve ehemmiyeti hakkýnda yek nazarda bir fikir edinebilir. Bu fihriste umum risalelere bedeldir. Hiçbir müellif, yazmýþ olduðu yüzyirmi kadar kitabýnýn, her birisinin hülâsa-i (Sh: B-195) meâlinden ve bilhassa metnindeki âyâtý, birer birer münasip ve manidar bir tarzda, ta'dâd etmek suretiyle risalelerin gâyâtýndan ve mahiyetinden bahsetmek þartiyle, böyle ehemmiyetli dört Risaleyi vücuda getiremez. Fihristenin bâriz bir vasfý daha var ki, o da kendi ihtiyarýnýzla olmayýp, sünuhat-ý kalbiye ile olduðunu ispat ediyor. Biz bu halleri gördükçe, sizin gibi bir Üstada nâiliyetimizden dolayý Rabbýmýza çok þükür etmekteyiz. Re'fet 170 (Hulûsî Bey'in fýkrasýdýr.) (Eðridir'de bir kardeþimize gönderdiði mektubdandýr.) Üstad Hazretlerinin son Otuzbirinci Mektubun, Onüç ve Ondördüncü lem'alarýný hâvi olan pek kýymetli, nurlu ve hikmetli, serâpâ nur olan hakâik derslerinden derin mânalý, þirin lezzetli, asel-i musaffa nev'inden ekmel eserlerini almakla bahtiyar, cevab takdîmine muvaffak olmamakla bedbahtým. Þuracýkta karalamaya niyet eylediðim birkaç satýrla, o ders-i hakâiktan aldýðým feyzi îzah veya duygularýmý nakletmek istemiyorum. Çünkü, bu dersin nihayetindeki hususî hâþiye, sanki mânen beni bir müddet mektup yazmaktan men'etti. Zâhirî mânalar da bu iþaretin doðrudan doðruya bu bîçâreye ait olduðunu göstermektedir. Bu nurlu dersi bir def'a (Onüçüncü Lem'a kýsmýný) Ýmam Ömer Efendi gibi arkadaþlara okuyabildim. Sevgili üstadýmýn, emirleri, iþaretleri, dersleri, tenbihleri, îkazlarý, irþadlarý, tehditleri, þefkatleri hep hakikatlýdýr. Bu güne kadar söylenmiþler böyle olmakla beraber, bundan sonrakiler de ayný mahiyettedir. Asla þübhe ve tereddüdüm yoktur. Tabiî, sevk-i tabiî tesadüf deðil. Hakikî, fýtrî sevk-i Ýlâhî, kader-i Sübhânî, her iþimizde hâkim. Cüz'i ihtiyarýmýzla seyyiatýmýzdan mes'ul olmakla beraber, hasenat tevfik-ý Hudâ ile olduðuna, Kur'ân-ý bâhirü'l-bürhan þâhid-i sâdýktýr. Hulûsi (Sh: B-196) 171 (Ehl-i bid'ânýn þiddetli hücumuna mâruz kalan Süleyman hakkýndadýr.) Suâl: Süleyman nasýl adamdýr? Baþta buranýn me'muru, çok adamlar onu tenkid ediyorlar. "Lüzumsuz sözleri hocaya söylüyor, yanlýþ ediyor, âdeta münafýklýk ediyor" derler. Sana çoktan beri hizmet ediyor; mâhiyeti nedir, bildir? Evlcevab: Süleylan sekiz sene, benim gibi asabî, hiddetli bir adamý hiç bir vakit gücendirmeden, hiç bir menfaat-i maddî mukabilinde olmayarak, kendi iþini býrakýp, kemâl-i sadakatle Lillâh için hizmeti bu köyce mâlûmdur. Böyle bir adamla bu köy deðil, belki bu vilâyet iftihar etmeli. Bu tarz ahlâk, bu zamanda bulunmasý, medâr-ý ibrettir. Ben, hem garib, hem misafirim. Benim istirahatýmý te'min etmek köyün borcu idi. Bu köy nâmýna Cenâb-ý Hak onu ve Mustafa Çavuþu ve Muhacir Hâfýz Ahmed'i ve Abdullah Çavuþu bana ihsân etti. Ben de Cenâb-ý Hakka þükrediyorum. Bunlar, bana yüzer dost kadar kýymettar göründüler, vatanýmý bana unutturdular. Gurbet ve misafirlik elemini bana çektirmediler. Bunlarýn yüzünden ben, bu köyün hayatta ve vefat edenleriyle alâkadar olup, onlara her zaman dua ediyorum. Sadakatça Süleyman'dan geri kalmayan Mustafa Çavuþ'la, Muhacir Hâfýz Ahmed, þimdilik hücuma mâruz olmadýðýndan iyiliklerinden bahsedilmedi. Bir parça Süleyman'dan bahsedeceðiz. Þöyle ki: Süleyman, benim her hususî iþimi ve kitâbemi kemâl-i þevk ile, minnet etmeyerek, mukabilinde birþey kabul etmeyerek, kemal-i sadakatla yapmýþ. Hattâ o derece hizmeti sâfi ve hâlis, lillâh için yapýyordu; belki yüz def'adan ziyade arzu ettiðim dakikada, ümid edilmediði bir tarzda geliyor; fesübhânallah diyordum: "Benim arzu-yu kalbimi, bu iþitiyor mu?" Anladým ki o, istihdam olunuyor, sadakatýnýn kerametidir. Hattâ hizmetimde bulunduðu bir gün, bir yaþýndaki kýz çocuðuna bakýlmamýþ. Yüksek bir damdan, taþ üstüne çocuk düþtü. O hizmet sadakatýnýn bir ikrâm-ý Ýlâhî olarak, o çocuk hiç bir teessür ve hastalýk görmediði gibi, sütten, memeden bile (Sh: B-197) kesilmedi. Her ne ise, bu tarz sadakatýnýn lem'alarýný çok gördüm. Süleyman'da sadakatla beraber esaslý bir ihlâs gördüm. Evet bu günlerde insafsýz insanlar, onun þeref ve haysiyetini kýracak derecede, hakkýnda iþâalar izhar ettikleri zaman, ona teselli nevinden dedim ki, "Sana bu sû'-i þöhreti takmakla riyadan kurtulursun." O da kemâl-i sürûr ve ciddî bir surette o tesellîyi kabul etti. Gelelim gýybet hakkýndaki mesleðine: Bu zât bende gýybet hakkýnda, ne kadar þiddetli bir nefret olduðunu bildiði cihetle, beni kýzdýrmamak için, mümkün olduðu kadar cevaz da olsa, söylemiyor. Ve bilhassa Ramazanda, bütün bütün içtinab eder. Zaten ahlâkýnda, baþkasýna muzýrlýk yok. Ýnsafsýzlarýn iþâasýna sebeb, bu kadar olmuþ: Birisi sormuþ, "Hoca Efendi, filân adama þöyle demiþ mi?" O da geldi bana ayný sözü söyledi ki, o adama cevap versin. Halbuki o sözde ne gýybet var, ne de birþey. Her ne ise.. Ben bu köyde ümid etmiyordum ki, benim en ziyade itimad ettiðim ve tam ahlâklarýna ve diyanetlerine kanâat ettiðim Mustafa Çavuþ, Süleyman Efendi gibi kardeþlerimi tenkid etsinler. Zannederdim ki, ben gittikten sonra, burada benim yerimde, bana ettikleri hürmeti onlara edecekler. Ümidim budur ki, köy halkýnýn yüzde doksaný onlarýn kýymetini takdir edecekler. Birkaç insafsýzlar tenkid ededursunlar, o tenkidlerden ne çýkar. Bunlara iliþmek, doðrudan doðruya bana iliþmektir. Bana hizmet eden mezkûr kardeþlerim, hiç bir maddî menfaati düþünmeyerek ve kabul etmeyerek ve bilâkis kendi keselerinden bana ve misafirlerime bakýyorlar. Hattâ Süleyman'a bazý yemediðim bir ekmek verdiðim vakit, hâtýrýmý kýrmayarak alýr. Fakat kat'iyyen mukabelesiz almýyor. Ona mukabil evinden getiriyor. Ara sýra birer bardak çay ýsrar ediyordum, ilhâhýma karþý istinkâf ediyordu. Ne için böyle yapýyorsun derdim; "Hizmetimize maddî faide girmeyip, fîsebîlillâh, ihlâslý olmak istiyoruz" derdi. Hattâ bu Süleyman ve Mustafa Çavuþ, misafirlerim için çok hizmet ettikleri halde, hiç bir vakit hiç bir misafir bu iki zâta bir hediye getirdiðini görmedim, bilmedim. Yalnýz Bekir Bey bir def'a (Sh: B-198) Süleyman'ýn küçük kýzýna bir kaç meyve vermiþ. Ona mukabil Süleyman -bildiðime göre- bir kaç def'â patlýcan, biber, kavun gibi sebzeler hediye edip, ona göndermekle beraber, Bekir Bey buraya geldikçe, onun, hem baþka misafirlerin hayvanatýna saman, arpa verir. Bunun bu ahlâký zâtýnda vardý. Yanýma geldiði vakit, benim bir düstur-ý hayâtým olan istiðnâ ve insanlarýn hediyelerini almamak kaidesi, onun aslî ahlâkýna muvafýk gelmiþ. Daha ziyade, insanlarýn deðil hediyesini kabul etmek, onlara ettiði iyiliklere mukabil dahi bir þey kabul etmiyor. Hattâ, yüz def'a ben ýsrar etmiþim, benden fazla kalan bir þeyi kabul etmiyor. Hattâ bir def'a, bir kýyye kadar üzüm,kayýsý kurusu, bir kýyye bal ben yemiyordum. Misafirlere de yedirmek istemiyordum. Ona ýsrar ettim, "Bu hediyemdir, teberrükümdür, çocuklarýnýza hediye ediyorum, almaya mecbursun" dedim. Aldý, iki þinik buðdayýný, bana -deðirmende öðüterek- getirdi. Dört aydýr daha bitmemiþ. Ýþte bu zâtýn hakikî hâli bu surette iken, insafsýz insanlar bunun hakkýnda iþâa ediyorlar ki; Said'in sayesinde yaþýyor. O da kemâl-i iftiharla dedi: "Evet üstadýmýn sayesinde, kanaatý ve iktisadý öðrendim, rahatla yaþýyorum. Halklarýn bu sözleri bana iyidir. Beni riyadan kurtarýr, ihlâsa sevk eder" dedi. Ben de dedim: Sana iyidir, hizmet-i Kur'ân'a zarardýr. Onun için hakikat-ý hâli beyan ediyorum, tâ ehl-i bid'a bilsin ki, ihlâs ile lillâh için çalýþýyorlar. Said Nursî 172 (Husrev, Üstadýnýn kendi hakkýnda hiddetini zannedip, bir mes'eleye dair, müteessiren yazdýðý mektubundan bir fýkradýr.) Sevgili ve kýymetdar üstadým! Mektubunuzun mütalâasýndan mütevellid teessüratým arasýnda, kalbime çok havâtýr hutur ediyordu. Her tarafý ve her hâli kusur ve ayýpla dolu talebiniz, sevgili üstadýnýn ayaklarýnýn altýna varlýðýný (Sh: B-199) sermiþti. Belki her gün, bu þiddetten daha büyük bir þiddetle muamele görse ve hatta üstadý uðrunda, yüzbin hayatý olsa hepsini bile vermeye bilâ tereddüd hâzýr olduðunu, sûrî deðil, kalbî bir itirafla müheyyadýr. Mücrim talebeniz senelerden beri Hâlikýndan bir hâmi istiyordu. Baþtan aþaðýya kadar siyahlýklarla dolu olan defter-i a'mâlim tedkik edilse, bu hususta ne kadar tazarru' ve niyazým vardýr ve ne kadar gözyaþlarým bulunacaktýr. Kur'ânî hizmet uðrunda, arzýn sekenesi kadar hayatým olsa, her birisini feda etmeyi, ne büyük saâdet ve þeref kabul etmiþim. Ey sevgili üstadým! Ey kýymettâr hocam! Ey senelerden beri aradýðým muhterem mürþidim! Ey aziz dellâl-ý Kur'ân! Izdýrablarýmýn sürûra inkýlâp etmekte olduðunu hissediyorum. Uzakta olanýn kusuru görülmez, tokat yakýnda olana vurulur. Kalbim bu cümlelere (Hâzâ min fadli rabbî) diyor. Fakat dimaðýmdan silinmeyen bir þey varsa o da aziz üstadýmýn elemlerine iþtirâk etmek idi. Muhterem mürþidim: Kimin haddi var ki, risâlelerin birisine el uzatsýn veyahut bir sahifedesine dil uzatsýn, veyahut bir cümlesini tenkid etsin, veyahut bir kelimesine, hatta bir harfine ve belki bir noktasýna itirazda bulunsun. Bilâ istisna her ferd istihsan ederken, böyle bir þey yapmak için, bu cür'eti kimden alayým. Yok, sevgili üstadým, müsterih olunuz, senelerden beri çekmekte olduðunuz, kal'abend cezasýndan pek þedid azâbýnýza, bir baþka ve mühim elem katýlmasýna taraftar olanlara, bir parça meyletmek þöyle dursun, belki bu hâlin þiddetle ve belki fedâisi olarak aleyhte olduðuma, vicdanýmýn tasdiký kâfi bir þâhiddir. Ahmed Husrev (Sh: B-200) 173 (Hâfýz Ali'nin bir fýkrasýdýr.) Aziz Üstad: Bu asrýn, sisli, semli revacý (Þecere-i kâinatýn meyvesi olan insanýn nüve, lüb,kýþýr gayelerini) zâil ve faniye, zillet ve gurura, âfil firaka, zâhir bâtýla, atalêt ademe, hýrs ve hayvaniyete, câmid ve abesiyete, baþýbozukluk ve hiçliðe sevk ile, o meyvenin kýsm-ý âzamýnýn ölüp ekallinin de ölmek ve tefessühü ânýnda, mezkûr þecerenin merkez üzerine karip, Isparta dalýna ta'lik edilen, Hakîm-i Mutlakýn etem, ekmel þifahanesi olan Kur'ân'dan nebean eden (Tiryak Notalarý) tesmiyesi ile, her Notanýn binler harfler damlalarý ile imdada yetiþerek, küre-i arz bahçesini iska' ve binler meyvelere hayat bahþeden ve bu yüzden menba' gibi, kýyâmete kadar hârika bir keramet ve taklid edilmez bir turra ile çaðlýyacak olan eser-i mübareki, elhamdülillâh istinsah ettim. Evet üstadým! Nasýl ki, وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفُ اَلْسِنَتِكُمْ وَ اَلْوَانِكُمْ âyet-i kerîmesinin binler mâsadaklarýndan bir mâsadaký olan nev'-i insanýn her bir ferdine sima, ses, etvar, ahlâk gibi daha çok lâtifeler ve cihâzat mevcut iken, birbirine benzemeyip, her bir þahýs bir âlem olarak, vâhid-i Ehad-i Samed'in malý ve masnûu ve muvazzaf me'muru olduðunu, bilmecburiye þuûru olana kabul ettiriyor. Öyle de Kur'ân-ý Hakîmin hayattar semeresi olan Sözler ve Mektubâtü'n-Nur'un her bir parçasý, kendi âleminde nihayetsiz kudreti gösteren ve her mebhaslarý ile binler âlemler içinde bir âlem olan âlem-i þuhûdun týlsým-ý acîbini tam keþf ve hâl ile, her risale bir muammanýn miftahý ve hayattar ervâhý hükmündedir. Bundan böyle, daha binler ihsan-ý ilâhî ve rahmet-i Sübhânî olsa yazýlsa, ihtiyaç görünüyor ve yerleri boþ karanlýk bir âlem gibi, o Þems-i Hakikat güneþinin þuâlarýný bekliyorlar. Dilerim Cenâb-ý Hak'tan, böyle anûd bir zamanda (Böyle Asâ-yý Mûsâ misillû) çok (Sh: B-201) cihetlerle hârika, fütuhata sebeb olan ve inþâallah bundan böyle olacak olan Resâil-in-Nur'u, teksir buyursun. Âmin, âmin.. âmin... Kusurlu Talebeniz Ali (R.H.) 174 (Hulûsi'nin fýkrasýdýr.) Onsekiz Receb tarihli, Otuzbirinci Mektubun Birinci, Ýkinci Lem'alarýyla Yirmidokuzuncu Mektubun Birinci Remzinin, Birinci Makamýný, Þâbanýn birinci günü, yâni yazýldýðýndan onüç gün sonra aldým. Demek oluyor ki, Recebin onsekiz rakamýna, onüç daha ilâve ederek, mübarek mektubun numarasýný te'yid etmek gibi, gaybî bir iþaret ibraz edilmiþ oluyor. Bu nurlu mektubdan aldýðým hisseyi, kendisinden evvel gelmiþ olan mânevî feyzinden, âlî afvýnýza güvenerek bahsetmek suretiyle arzedeceðim. Þöyle ki: Mektubun bura postahanesinde kaldýðý gece, âlem-i menamda þöyle garib bir hâlet gördüm. Allah hayretsin. Kamer batn-ý arzdan sür'atle çýkarak, þâkulen semâvata yükselmeye baþladý. Çýkýþý ile sür'atle yükseliþinde hiçbir ziya eseri görülmüyordu. Sükûnetle hareketi tâkib etmekle beraber, sanki gaybî bir ses bana (alâmet-i kübrâ baþladý) diyor gibi geldi. Kamer bu hýzla çýkýþý esnasýnda, bir hadde geldi ki parladý, büyüdü. Bedr-i tam hâlinin birkaç misli cesâmet arzetti. Bu vaziyette içinde bir insan þekli göründü. Kýsa bir zaman sonra bu þekil ve kamer kayboldu. Cihan seraser zulmet içinde kaldý. Maðrib cihetinde, ufuktan bir mýzrak boyu yüksekliðnide, þems sönük bir ziya ile göründü. Ufku tâkiben bir müddet þimale doðru gayet sür'atle gitti ve kayboldu. Tekrar zulmet baþladý. Soðukkanlýlýðýmý muhafaza etmekle beraber, kýyamet kopuyor diye uyandým. Ýþte bu dehþetli gecenin gündüzünde Otuzbirinci Mektubun Bir ve Ýkinci Lem'alarýný hâvi kýymetli eseri aldým, okudum. Kendi kendime geceki hâleti düþündüm. Dedim: (Bu mübarek mektup, bana þu dersi veriyor.) Sen bir sefineye râkipsin ki, o azametli sefinen (Sh: B-202) baþdöndürücü sür'atle, feza-yý nâmütenâhide koþturuluyor. Bu sefineyi böyle pýrýl pýrýl çeviren Kâdir-i Kayyûm, sana musahhar ettiði, muntazam tulû' ve gurub eden Þems ile incelerek, büyüyerek mükemmel bir takvim-i semâvî vaziyetini gösteren Kamer gibi azîm cisimleri de istihdam ediyor. Bir küre (Kün-feyekûn) emrini aldýðý zaman, bu muazzam küreler gibi milyonlarca seyyârat birbirine karýþacak, nizam-ý âlem bozulacak, herþey harâb olacak. كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ sýrrý zâhir olacak. Öyle ise en metîn, en âlî, en müzeyyen görünen bu saray-ý kâinatýn bir anda yýkýlacaðý, harâb olacaðý, bütün sekenesinin mahv u nâbud olacaklarýný düþün. Hiç ender hiç olduðunu hatýrla, senin mini mini hayat tekneni, daðlar gibi dalgalarý bulunan, kýsacýk ömrünün denizinde aldanarak boðdurma.. ve hayat-ý ebediyeni söndürmek isteyen, en büyük ve en yakýn olan nefsinin hilesinden kurtulmaya çalýþ. Bunun için sana çok kolay ve ucuz, te'siri mücerreb ve kat'î ve لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّاِلمِينَ * رَبِّ اَِنّىِ مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ gibi halâs ve þifa ve necat vasýtalarýný tavsiye ederim. Bunlara bilhassa maðrip ve iþâ ortasýnda, otuzüçer def'a devam et, demekte olduðunu hissettim. O küçük rü'yanýn tâbiri, Muhterem Üstadýma aittir. Ve arzusuna baðlýdýr. Bu def'a manevî mahrumiyetin uzamasý, beni cidden müteessir etmiþti. Sabra gayret ettim, fakat garibdir ki, bu mübarek mektubun bura postahanesine vürudu gününün sabahýnda اِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ emr-i celîlinin kuvvetine dayanarak tahammül etmekte olduðumu, fakat meraktan da hasbel beþeriye kurtulamadýðýmý, nâtýk küçük bir mektubu, uhrevî kardeþimiz Hakký Efendi'ye göndermiþtim. Bu nurlu mektubun baþýný iþgal eden beþ nükteli Ýkinci Lem'a, baþýma tokmak vurarak: Ey bîçâre, sabýrdan bahsetmek sana yakýþýr mý? Gözünü aç da Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâmýn sabrýna bak, aklýn varsa o Peygamber-i Zîþânýn (A.S.) sabýrda ki kahramanlýðýný taklide (Sh: B-203) çalýþ ve korkunç manevî yaralarýndan kurtulmak için رَبِّ اَِنّىِ مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ duâsýný vird-i zebân et, diye tenbih ve îkazda bulunduðuna yakîn hâsýl ettim. Elhamdülillâh dedim. Yirmidokuzuncu Mektubun Sekizinci Kýsmýnýn Birinci remzinin Birinci Makamýnýn Birinci Bâbý Mu'cizât-ý Ahmediyenin en büyüðü ve kýyâmete kadar i'cazýnýn devam edeceðine þübhe olmayan Kur'ân-ý Kerîm'in, otuz cüz'ünden otuzuncu, yüz ondört suresinden yüz onuncu, lâfz itibariyle küçük, fakat makam ve mâna itibariyle âli ve þümullü Sûretü'n-Nasr'daki çok mühim sýrlardan muazzez ve muhterem Üstadýmýz vasýtasýyla zâhir olan tevâfukata münasebetli birtek sýrrýndan beyan buyurulan üç Mes'ele, bana öyle bir kanaat getirdi ki, bu küçük sûrenin üç âyetinden sülüs ve tamamýnda otuz cüz'ü Kur'ân'a, hattâ her harfinde bir sureye iþaret ve delâlet mevcut olduðunu cezmettim. Bu nuranî mektup hakkýndaki, muhtasar tahassüsâtýmý âcizane yukarda arzettim. Feyz menba'ýna maddeten ve mânen çok yakýn olan kardaþlarýma, þu periþân ifâdâtým kapý açmak ve (buradan içeri geçmeye sizler lâyýksýnýz,) diyecek kadar fâide-bahþ olduðu hakkýndaki emirlerinizden çok sevindim. Sevgili Üstadým! Allah için sevenler, Kur'ân'a hâdim olmayý yürekten isteyenler musibetin büyüðünü, dine gelen mesâib bilenler, zâhiren ne kadar þa'þaalý, mutantan görünse de, her bid'akârâne hareketten mutlak ve muhakkak, Kur'ân'a ve îmana bir hücum hissedenler... ilh. Ýþte bunlar niyetlerindeki ihlâs, kalblerindeki sâfiyet ve îmanlarýndaki kuvvet ve Kur'âna ciddî merbutiyetleri derecesinde, felillâhilhamd merkez-i menba' ve masdar-ý feyze yakýn bulunduruyorlar. Elbette böyle ulvî ruhlu, ciddî, ihlâslý, metîn, îmanlý kardaþlarýmý çok sever ve mazhar olduklarý niam-ý Ýlâhiyyeye þâkirînden olmalarýný tazarru' eylerim. Hasbel kader, dünyaya dalmýþ, mâsiyette bunalmýþ, hakikatta acýklý bir gurbete düþmüþ olan bu bîçâre kardaþlarýna dua etmelerini rica ederim. Cümlesine (Sh: B-204) alelhusus isimleri zikrolunan Gâlib, Husrev, Hâfýz Ali, Süleyman Efendilere ve nurlarýn baþkâtibi Þamlý Hâfýz Tevfik hasta olduðundan müteessir olduðum ve inþâallah iade-i âfiyet etmiþ olan Muhacir Hâfýz Ahmed Efendi'ye ve sair mukarreblere selâm ve dualar ederim. Hulûsi 175 (Sabri Efendi'nin fýkrasýdýr.) Eyyühe'l-Üstâdü'l-A'zam! Þâh-ý Geylânî Hazretlerinin mânidar ve ihâtalý bir beyt-i kýymettarîlerinin (dellâl-ý kitab-ý mübîni) mânevî parmaðýyla irae ve müntesiblerine îma ve iþaret ettiði tefe'ülnâmenin nihayet fýkrasýnda okudum ve dedim: (Evet, nurlar hey'etini umum ehl-i hak ve hakikat mânevî elektrik âyinelerine hedef etmiþlerdir. Ve hattâ Kur'ân-ý Azîmüþþânýn ve Ehâdîs-i Nebeviyyenin bu hususu alenen veya sýrran ve remzen ihbarýyla bile vardýr) demekde asla tereddüt etmiyorum. Bu zümre-i sâfiye ve hâlise arasýnda, Sâni Hulûsi tesmiyesine bile lâyýk ve müstaid olmayan ve hiç-ender-hiç olan bir abd-i pür-kusura da, haddinin fersah fersah fevkýnde bir yer veriliyor. Halbuki, bu acz-i bîpâyan, kusuru çok, hatâsý azim Sabri, sahâif-i a'mâline baktýðýmda çok kara ve mucib-i nefret görüyor. Ve bu mevkide iþaret edilen þahýs ismiyle, a'mâl ve harekâtiyle, sabr ve teennisi müsbet ve müsellem bulunan baþka kardaþlarýmýz olduklarýna hükmediyor. Çünkü kýymettar bir hazine ve defineyi keþfeden ve o zemin ve zamanda gayyûr keþþâfa, taharriyatda bezl-i vücud eden sâîler o yolda acaba o defineyi bulabilir miyiz? gibi bir eser-i tereddüt göstermeyerek, sarf-ý mesâide bulunan, pek kýymettar semere-i sa'yi ve âlem kýymetindeki mahsul gayretleriyle, herkesi tergib ve teþvik ve tenvire hasr-ý vücud eden zevat, hakikaten þâyân-ý takdir ve tebriktirler. (Sh: B-205) Hulûsi ise, Þâh-ý Geylânî, Ýmam-ý Rabbânî ve Þâh-ý Nakþîbend gibi, nice zevat-ý mübarekenin mâziden þiddetle bastýklarý adýmlarýnýn kuvvetiyle, istikbalde coþup fýþkýracak olan menâbi'ü'l-envârý, mûmaileyh ayrý bir meslek, bir meþrepte olduðu halde, her türlü vezaife tercih ederek, (Dahîleke yâ Dellâl-ý Kur'ân) nidâ-yý âþýkane ve müþtâkânesiyle dehâlet etmesi, fevkalâde bir tefeyyüze mazhar olduðuna ve olacaðýna yegâne delil ve hüccettir. Onun içindir ki, Risaletü'n-Nur ve Mektubâtü'n-Nura birinci muhatablýðý hakkýyla ihraz etmiþtir. Ve müstehaktýr. Ve hâkezâ, Süleyman Efendi kardaþýmýz da, mânen ve maddeten teþrîk-i mesâî etmiþ ve hiç bir ferdin yapamayacaðý fedakârâne hidematý yapmýþ olmasýyla, saâdet-i ebediye sikke-i hâliselerinin teksir ve ta'mimine çalýþmýþ (Essebebü kelfâili) mefhumunca, keza bu zât da, her türlü takdire sezâ ve lâyýktýr. Bu günahkâr ise, maalesef sâlifü'l-arz zevatýn hiçbirisiyle kâbil-i kýyâs deðildir. Madem Üstad-ý âlî böyle görmüþler ve bu þekilde buyurmuþlar. Küfrân-ý ni'met etmeyip, tahdîs-i ni'met suretinde kabul eder. Ve gördüðüm sahife-i siyahýmýn, sahife-i beyaza tahvilini, Cenâb-ý Haktan tazarru' ve niyaz eder ve Rahmet-i Rahmân'a iltica eylerken, teveccühât-ý Üstadânelerinin bekasýný yürekten dilerim; Efendim. Sabri Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 21. Dezember 2008 Autor Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 176 (Ahmed Husrev'in fýkrasýdýr.) Sevgili Üstadým! Aktâb-ý Hamse-i Azîmenin birincisi ve Gavs-ý A'zam namýyla müþtehir Þeyh-i Geylânî Hazretlerinin, þimdiki Kur'ân'ýn hâdimlerine bakan kasidesindeki ihbârât-ý gaybiyye-i mühimmeyi hâvi, kýymettar risaleyi kardaþlarýma ve dostlarýma okudum. Ve inþâallah fýrsat buldukça yine okuyacaðým. Rahatsýzlýðým, bir suretinin takdimine fýrsat bahþ etmediði gibi, Otuz Ýkinci Sözün, Birinci ve Ýkinci mevkýflarýndan da üç dört sahifeden daha fazla yazmaklýðýma mâni oldu. (Sh: B-206) Sevgili Üstadým, o büyük Þeyhin mazhar olduðu o büyük tecelli ve nâil olduðu o büyük eltâf-ý sübhaniye ile sekiz yüz senelik mesafeyi gören ve bu müddet arasýnda gelip geçenlere ve bu günün dehþetini ehl-i zevk ve keþfe gösteren, yazýlarýnda ki o derin ve pek ince mânâlar, idrâk edebildiðim kadarýný düþünürken, ehl-i gafletin nazarýndan saklanmýþ olan ve fakat ehl-i hakikatýn görmesine mâni olmayan mâziyi hatýrladým. Ve bu risalenin feyziyle mücahede-i mâneviyenizden ve etrafýnýzda toplanmýþ olan fedakâr, mücahit talebelerinizden ve mâruz kaldýðýnýz mühlik felâketlerden ve nâil olduðunuz, bu kadar azîm eltâf-ý ilâhiyeden baþlayarak, Þâh-ý Geylânîye kadar ve ondan Asr-ý Saâdete kadar uzanan, o uzun zamaný hayalen gezdim. O büyük Gavsýn sekizyüz sene evvel ilân ettiði bu hakikatýn karþýsýnda hayran oldum. O büyük Þeyh eski Said gibi, bir mürid ile yeni SAÝD gibi bir ders arkadaþýyla konuþuyor. Ve konuþmaya da zaman ve mekân mâni olamýyor. Ýster arzýn öbür tarafýnda olsun, ister semâvâtýn en uzak köþelerinde olsun, ister Hazret-i Âdem Safiyullah zamanýnda dünyaya vedâ etmiþ olsun. Ýþte bu muhavere neticesinde bu ihbârât-ý gaybiyeyi ve acîbeyi sekiz-on sene evvel öðrenmiþ ve þimdi de talebelerinize ders veriyorsunuz. Bu hizmette temayüz eden arkadaþlarýnýza irâe ederek,her hususta sitayiþe lâyýk Hulûsi'yi ve ona refik olacak bir kabiliyette bulunan mütevâzi Sabri'yi ve hizmet ve gayretleriyle sâdýkane çalýþan Süleyman ve Bekir Aða gibi talebelerinize iþaret eyliyorsunuz. Ve bu küçük cemaatin istinadgâhý olan, azîm cemaatlerin himmetlerini ve bu cemaatlerin içindeki nûrânî simalarý tanýttýrdýðýnýz gibi, Þâh-ý Geylânî zamanýndaki Hülâgû vak'asýyla da zamanýmýzýn riyakâr münafýklarýna ve bu münafýklarýn re'skârlarýna hitab ederek "yakýn bir istikbalde kahhâr bir el, size cezanýzý tamamen vermekle, mâsumlarýn intikamýný alacaktýr," diyorsunuz. Bu hakikatlar gösterilen dokuz-on delil ile isbat edildikten sonra, bu risale-i þerife ile ilân ediliyordu. Sevgili Üstadým, Hulûsi Beyin bir fýkrasýnda söylediði gibi, ben de diyorum ki: Kur'ân'ýn feyziyle açtýðýnýz bu cadde-i Nuraniyede (Sh: B-207) acz ve fakr kanatlarýyla tayeran ederken, ne büyük hârika kerametlerle karþýlaþýyorsunuz. Ve ne azîm hâdisat-ý acîbeye þâhid oluyorsunuz. Kimbilir, daha neler göreceksiniz ve mazhar olduðunuz bu inayetlerden bizleri de hissedar ederek, vazifemizde her an gayret ve ciddiyet tavsiye ediyorsunuz. Ýþte sevgili Üstadým, bu kadar ikram-ý Ýlâhî karþýsýnda bir taraftan kulluk edemediðim için gözlerim yaþarýyor. Kalbim aðlýyor. Diðer taraftan da bâr-gâh-ý Samediyete afv olunmaklýðým için yalvarýrken, bîhad ve bîhesab minnet ve teþekkürlerimi takdîm ediyorum. Ve Sevgili Üstadýma ve muhterem fedakâr kardaþlarýma muvaffakýyet ve selâmetler ihsân edilmesi için duâgû oluyorum. Kýymettar Üstadým Efendim Hazretleri. Günahkâr Talebeniz Ahmed Husrev 177 (Re'fet Bey'in fýkrasýdýr.) Pek Muhterem ve Sevgili Üstadým Efendim! Bu def'a göndermiþ olduðnuuz Gavs-ý Geylânî Hazretlerinin ihbâr-ý gaybiyesi, çok þâyân-ý hayret ve teemmül bir mes'ele-i mühimmedir. Büyük zevk-i ruhânî ile okumakla beraber, fakir talebeniz bunu çoktan hissetmiþtim. Üstadýmýzýn bu zaman için, mühim bir vazife-i mâneviyesi var. Lâkin henüz ifþâ etmiyor, mektum tutuyor, fikrindeyim ve bu fikrimi bazý hâlis kardaþlarýma da söylemiþtim. Geçen sene Sabri Efendiye yazmýþ olduðunuz mektuplarýn birinde de þu fýkrayý görmüþtüm. (Ýmam-ý Rabbânî, son zamanlarda biri gelecek, îman mes'elelerini gâyet vâzýh bir surette neþr ve ilân edecek. Bu sizin hiç ender- hiç kardaþýnýz, hâþâ kendimi o adam zannedecek deðilim, yalnýz o büyük adamýn bir piþtar neferi olduðumu zannediyorum. Sen benden o zâtýn kokusunu hissediyorsun.) Bu fýkra evvelki düþüncemi takviye etti ve kemâl-i sürurla gelip Husrev'e dahi söyledim. Üstadýmýzýn rütbe-i mâneviyesini anladýðýmýzdan çok sevinmiþtik. Bundan dört-beþ ay evvel de ziyaret-i âlinize geldiðimde Üstadýmýz hakkýnda sormuþ (Sh: B-208) olduðum suâle verdiðiniz cevap, kezâlik, evvelki kanaatlerimi te'yid ve takviye etti. O zaman yalnýz bir -iki kiþi biliyorduk. Þimdi, bu Risalenin neþriyle has talebelerin hepsi vâkýf olmuþ oluyor. Sürurumuza pâyan yoktur. Dinsizliðin münteþir olduðu þu zamanda bulunduðumuza evvelce teessüf ediyorduk. Þimdi hiç teellüm, teessür eseri kalmadý. Zât-ý âlileri gibi bir Üstadý bulduðumuzdan, zaman ne olursa olsun bizi me'yus etmiyor. Cenâb-ý Allah tûl-ü ömür ihsan buyursun. Daha bizlere çok zevkli eserler okutacaðýnýza eminim. Müsaadenizle þunu da ilâve edeyim ki, sizin daha hârika vazife-i mâneviyeniz var. Zaman gelecek remzlerle, iþârât-ý Kur'âniye ile, öyle haber vereceksiniz ki, (Hâþiye) bunlarý da geçecek ve bizleri þaþýrtýp býrakacaktýr. Fakir Talebeniz Re'fet 178 (Re'fet Bey'in fýkrasýdýr.) Son gönderdiðiniz minhâcü's-sünnet gibi, lem'alar hakkýnda ne söylesem ifade-i meram etmiþ olamam. Zira eserler birbirini ta'kiben neþrolundukça, kýymetleri de mebsutan tezayüt etmektedir. Bizlere cennet hayatý yaþatmaktadýr. Eserler hakkýnda fakirin mütalâa yürütmesi küstahlýk olur. Çünkü, Þeyh-i Geylânî'nin medih buyurduðu, zât-ý mübarekin yazmýþ olduðu eseri tenkid deðil, kemâl-i hürmetle tasvib ve tahsin ve takdir ve büyük bir zevk-i ruhâni ile okumakdan baþka ne yapabiliriz. Yalnýz þu kadar diyebilirim ki, bu dalâlet devrinde bizlere zât-ý âlileri gibi yüksek bir Üstadý lütuf buyuran ve þimdiye kadar emsâline tesadüf olunmayan, mükemmel ve mükemmil eserler okutup ezvâk-ý nâmütenâhiye içinde yaþatan Hâlik-ý Zülcelâl'e, nihayetsiz þükürler etmekle, îfa-yý vazife-i ubudiyet edebilirsek bahtiyarýz. Talebeniz Re'fet (Hâþiye) Bu Re'fet'in bir kerâmet-i ferâsetidir. (Sh: B-209) 179 (Hâfýz Ali'nin fýkrasýdýr.) Pek Sevgili ve Muhterem Üstadým! Hazret-i Þeyh-i Geylânî kuddise sirruhul'âlînin keramet-i accîbe-i gaybiyesini aldým. Hayretimden düþünmeye baþladým. Aradan çok geçmeden hizmet ettiðim Nur elektrik fabrikasýndan bir düðme çevirildi. Bir mumluk bir ziya geldi. Birþeyler görmeye baþladým. Aynýyla yazýyorum. Kusur ve noksan bîçâre Ali'nindir. Evet Üstadým, nasýl ki, Fahr-i Âlem (sallâllahü aleyhi vesellem) Hazretleri þecere-i kâinatýn hayatdâr çekirdeði, Enbiya ve Mürselîn o þecere-i mübarekin dallarý olup, dalýn ibtidasýndan müntehasýna kadar, kat'î bir alâka ile daimî birbirlerini götürüyorlar. Bu sýr için Hazret-i Âdem Safiyullah kokladýðý ve hissettiði Nur-u Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm) hakkýnda demiþ: (Yâ Rab, benim alnýmda bir çýðýrta var, nedir? Cenâb-ý Kibriya hazretleri buyurmuþ: Nur-u Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm)'ýn tesbihidir. Aynen kütüb-ü sâbýkada vesile-i dünya olan (Þâh-ý Levlâki) evsafýyla, ashabýyla haber vermeleri gösteriyor ki, ulûm-u evvelîn ve âhirîni câmi' bir kitab ile ba's olunacak, kâinatýn ruhu hükmünde ve bütün kâinatýn güzellikleri kendi fýtratýnda tecemmu' edip, tekemmüle tulûu, fecirden sonra þemsin tulûu gibi bekleniyordu. Ýþte bu kitab-ý kâinatýn vâzýh bir fihriste-i mukaddesesi olan Fürkan-ý Mübîn Arþ-ý A'zamdan, ve her ismin âzamî mertebesinden nüzul ile kökû Arþ-ý A'zamdan, gövdesi Fahr-i Âlem'in (Sallâllahü Aleyhi ve Sellem)'in sadrýna ve dallarý bütün zemini ihâta eden kitab-ý kâinatýn her sahifesinde ve her cüz'ünde lâfzullah ve lâfz-ý Resûl-i Ekrem (Aleyhissalâlü Vesselâm) ve lâfz-ý Kur'ânýn bütün birbiriyle alâkadarane iþaret edip birbirini göstererek, biribirinin hükümlerini tasdik ettikleri misillû Hazret-i Þeyh (Kuddise sirruhu) sýrrýna mazhar olduðu, esmâ ve cilvesine mazhar olduðu levh-i mahfuz ve lûtfuna mazhar olduðu Cenâb-ý Hâlikýn bildirmesiyle, sekiz asýr sonra kendisiyle tevâfuk eden bir hâdim-i Kur'âný görüp ve tasdik etmekle haber vermesi, hak ve ayn-ý hakikattýr. (Sh: B-210) Evet, Hazret-i Þeyh hâdim olduðu o hizmet-i kudsiye-i Kur'âniye hürmetine zamanýn padiþahlarýný titretmiþ. Nur-u Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm) omuzunda tecelli etmesiyle, o Nur-u Muhammed'in (Aleyhissalâtü vVesselâm) ziyasýyla hareket eden bütün evliya Hazret-i Þeyhe boyun eymeleri, gerek müslim ve gayr-ý müslim ve her bir meþreb ehl i, Hazret-i Þeyhi tenkide cür'et etmemeleri gösteriyor ki, cadde-i Muhammed (Sallâllahü Aleyhi ve Sellem)'de bataklýk ve Nur-u Muhammedî (Aleyhisselâtü Vesselâm)'da zýll olmadýðýný ayn-el-yakîn derecesinde isbât ediyordu. Öyle de, Ondördüncü asrýn hâdim-i Kur'ân'ý da dokuz yaþýndan, seksen altý yaþýna (Hâþiye) kadar bilâ istisna doðrudan doðruya Kur'ân namýna hizmet ve hareketi ve zamanýn padiþâhýndan en canavar reislerine baþ eðmediði, hattâ terakkiyat-ý fenniye ve zihniyyede birinciliði ihrâz eden, Avrupa Devletlerini iskât eden, zemzeme-i kur'âniyyenin þifâhânesinden nebeân ederek, onlarýn semlerine karþý tiryaklarý þiþe deðil, mâ-i câri nehirlerle i'lâ-yý kelimetullah eden ve onlarýn kal'alarýný zîr ü zeber eden, emsâli görülmemiþ ondördüncü asra mahsus envâr-ý Kur'âniyeden Risale-i Nur ile, cihanýn cihat-ý sittesini ve semânýn yüzünü aydýnlatan ve yaralý olup ölmeyen ehl-i îmanýn yaralýrýný tedavi ve seksen yaþýnda ihtiyarlarýný þâb-ý emret ve gençlerini mâsum bir hâle (Hazret-i Eyyub-vâri) hayat bahþýne vesile olan hâdim-i Kur'âninin ve Nur risalelerini, deðil Hazret-i Þeyh (K.S.) altýncý asýrdan ondördüncü asýrda görmesi, (Kütüb-ü sâbýkada remzen ve Hazret-i Kur'ânda sarahaten göstermeleri, o kitab-ý mübarekin þe'nindendir) diyebileceðim. Ýnþâallah vazifenin makbuliyetine iþarettir ki, vazifenin ehemmiyetine binaen Cenâb-ý Hak onu çok zaman evvel göstererek, meb'us-u âlem güzide-i ben-i Âdem Efendimizden, Hulefâ-i Râþidînden (Radýyallahü anhüm), aktâb-ý evliyadan öyle bir mânevi kuvvet teraküm etmiþ oluyor ki, deðil bu zamanýn kör ve saðýrlarý, dünyanýn en azgýn fir'avn ve nemrudlarý da olsa yine korkacaklarý ve aðýz (Hâþiye) Üstat hazretleri bu mektubu tasih ettikleri zaman (altmýþ yerine) kendi elyazýlarýyla bu (seksen altý) rakamýný yazmýþlardýr. (Sh: B-211) açamýyacaklarý bedihîdir. Dilerim Cenâb-ý Haktan, Envâr-ý kur'âniyenin لآاِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ bayraðý altýnda toplanan ehl-i îmanýn ellerine yetiþmesiyle, ilâ yevmül-kýyâm o envârýn tevessüüne ve neþrine hayatýný fedâ eden ve edecek erbabýnýn teksirini ihsan buyursun. Âmin, Âmin. Bihürmeti Seyyidil-Mürselîn... Sevgili Üstadým yarým yaþýmýn tercüman olduðu þu arîzama, yarým nazarla bakýp afv ü kusur buyurmanýzý diler, el ve eteklerinizden öper, bize ve bütün âleme vesile-i hayat olan Üstadým, Cenâb-ý Hak sizden ebediyen razý olsun, duasýný gece ve gündüz niyâz eylerim. Mücrim Talebeniz Ali 180 (Hulûsi'nin fýkrasýdýr.) Aziz, Muhterem Üstadým Efendim Hazretleri! Emirlerinize imtisalen, uhrevî kardaþýmýz Husrev Bey tarafýndan irsal buyurulan þâyân-ý hayret ve cây-ý dikkat, mühim bir ihbâr-ý gaybî ismini taþýyan çok kýymetli, mânalý, ruhlu, sürurlu, te'sirli, lezzetli, hikmetli, nurlu emrinizi bu hafta aldýðýmdan dolayý, Cenâb-ý Hak ve Feyyaz-ý Mutlak Hazretlerine hamd ve þükürler ve müþfik Üstadýma yüzümün karasýna, kalbimin yarasýna bakmayarak, dergâh-ý Ýlâhiyeye kapanýp duâlar eylerim. Ve defâatle, اَللّهُمَّ حَصِّلْ مُرَادَنَا وَ مَقْصُودَ اُسْتَادِنَا سَعِيدِ النُّورْسِى بِحُرْمَةِ حَبِيبِكَ مُحَمَّدٍ النَّبِىِّ اْلاُمِّىِّ صَلَّ اللّهُ عَلَيْهِ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ وَ سَلِّمْ آمِينَdedim. Gavs-ý A'zam Þâh-ý Geylânî (Kuddise sirruhul'âlî) Hazretlerinin eserlerindeki gaybî ve mânevî ihbar, bu bîçâreyi öyle bir hâle getirdi ki, tarifden âcizim. Ruhânîyetlerindeki celâlet ve azamet karþýsýnda avuç içinde sýkýlan bir top hamur ne hale girerse, bu bîçârede öyle oldum. Bir þey düþünemez, sersem, âdeta meyyit-i müteharrik bir hâle geldim. Günlerden beri zihnim ve bütün havassým, hemen tamamen bu hârika eserle meþgul. Bu hâlette iken, istidadýmýn (Sh: B-212) fevkýnde þöyle bir kaç beyit kalbime ve kalemime geldi. Kaidesine uygun olarak düzeltemedim. Müþfik Üstadýmýn aflarýna istinaden yazýyorum. Tashihi, Üstadýma ve Hablullaha yapýþan kardaþlarýma býrakýyorum. Hulûsi bak gaybî ihbarnameye, Gör Üstadýn neler izhâr eylemiþ.. Kitab-ý Sinan'dan edip tefe'ül, Hakka ki kerâmet ibrâz eylemiþ.. "Ümmî Alîm" ile (Hâþiye) "Sinan Ümmî" de, Hesâb-ý Ebced'le var mutabakat.. Görünür bakýlýnca bu tarikle, Esmâ-i Üstadla tam münâsebet.. Hakkýyla Hâdimü'l-Kur'ân'dýr Üstad, Ýsbâta kâfidir bu muvafakat.. Hayret bahþ esrara vâkýftýr bu zât, Ýhvana deriz haber-i beþaret.. Sekizyüz sene evvelinden görmüþ, Hâdimü'l-Fürkan Bediüzzamaný.. Habib-i Hudâ hem de Gavs-ý A'zam, Sultan-ý evliya Þâh-ý Geylânî.. Büyük bir hüsn-ü zan eyle, Üstadým Seni Kur'ân hâdimi eder add.. Kapan secde-i þükre ey Hulûsi: Ýlâhî ente rabbî ve enel'abd.. Bu âciz kulunu muvaffak eyle, Hizmet-i Kur'ân'la þerefyâb eyle.. (Hâþiye) Ümmî (ey âlim tarzýnda okuduðuna göre.) (Sh: B-213) Hizbü'l- Kur'ân'dan ayýrma tâ ebed, Bu âsî kuluna merhamet eyle.. Üstadým Said Nursî'den ol râzý, (Bihürmeti habibi kerrâziy-yül-marzi.. Evliya sultâný Abdülkadirin, Himmetin eksiltme bizden Ýlâhî.. Ýhbarname-i gaybýn izhârýnýn, Gönül istedi yazmak tarihini.. Yüzbin hamd ü þükret, Hakka Hulûsi Sana Üstaddýr Molla Said Nursî. Uhrevî Kardaþýnýz Hulûsi 181 (Kalemi kerametli Mes'ud'un ehemmiyetli bir rü'yasýdýr.) Âlîcenab ve fazîlet-mend Üstad-ý Muhteremim Efendim Hazretleri! Tulûât olmadýkça, siz Üstadýma mektub yazmaða muktedir olamýyorum. Çünki, baþlýca âmâlim nurlarýn ikmâli olduðundan ve yazdýðým esnada bir an evvel bitirmek emeliyle serî bir surette yazdýðým için, o nurlardan almýþ olduðun feyzi etraflýca anlatamayacaðým için, mektup tastîrine cür'et edemiyorum. Husrev efendinin nezdinizden müfarakatý günü, bendeniz ziyarete geliyordum. Bedrenin civarýnda birbirimize tesadüf ettik. Geri dönmekliðimizi söylediler. Sabýrsýzca esbabýnýn neden münbais olduðunu sordum. Neticeyi anlattýlar. Birlikte köye avdet ettik. Çok müteessir oldum. Me'yusiyetimden iki gün dýþarýya çýkamadým. Kalbimin teessürünü teskin için, Nurlarý yazmakla meþgul oldum. Avdetimizin ikinci gününün gecesi, saat on buçuða kadar yazý ile iþtigal ettim. Sahuru yedikten sonra me'yusâne ve mükedderâne yattým. Gördüm ki, zât-ý âlinizle birlikte Medine-i Münevvere'ye (Sh: B-214) gitmiþiz. Harem-i Þerifin kapýsýndan girince, makber-i saâdet önümüzde görünüyordu. Makber-i saâdetin içinde Peygamberimiz Sallâllahü Teâla aleyhi ve Sellem Babü's-selâma doðru müteveccih idiler. Ben der'akab koþmak istedim. Birlikte ben sizin bir adým arkanýzda olarak vardýk. Ýmamýn namazdan farið olduðunda, nasýl yüzünü cemaate çevirir, bizim girdiðimiz tarafa doðru Zât-ý Risalet dönmüþler. Diz üstüne oturmuþlar ve biz de vardýk. Zât-ý Âliniz hemen bir adým mesafeli olarak diz çöküp oturdunuz. Ben de sizin arkanýzda diz çöküp oturdum. Siz Resûl-i Ekremle (A.S.M.) ile epey müddet görüþtünüz. dikkatli vech-i saadete nazar ettiðimde, alný vech-i mübareki güneþ gibi gayet parlak ve sair aksamý buðday rengi, re'yül-ayn müþahede ettim. O esnâda mükâlemeniz neye müncer olduðunu anlayamadým. Tefsirini Üstad-ý Ekremime havale ediyorum. Yalnýz kasýr fikrimle, sen ne oluyorsun, diye kalbimi teskin edebildim. Üstadým þu zâlimlerin islâmiyete karþý tecavüzlerini, kendi merciine ve þeriat sahibine þikâyet etti. Mes'ud 182 (Vezirzâde Küçük Mustafa'nýn fýkrasýdýr.) Ey Sevgili Üstadýmýz, Ey Nurlarýn Mazharý ve Nâþiri! Cenâb-ý Hak, sizi bu memlekete göndermiþ, tâ ki dalâlete giden ruhlar, senin neþr ettiðin Nurlarla kurtulsun. Cenâb-ý Hakk'a gece ve gündüz secde-i Þükran etsek, bu ni'metlerin þükrünü ödeyemeyeceðiz. Ey Üstadým, ben immîyim. Sair kardaþlarým gibi mâlûmatlý deðilim ki, Risale-i Nura karþý hissiyatýmý dilim ile ifade edeyim. Fakat inþâallah sadakatte ve muhabbette ve irtibat-ý ruhîde kardaþlarýma yetiþmeye çalýþacaðým. Uyanýk âleminde ifade-i meram edemiyen dilime bedel, uyku âleminde ruhumun diliyle, mahiyetini anlamadýðým ve size karþý merbutiyetime delâlet eden bir-iki vak'ayý aredeceðim: Birincisi: Bundan bir buçuk sene evvel, ticaret için iki günlük mesafede olan bir köye gitmiþtim. O esnada dünyanýn iç yüzü bana (Sh: B-215) göründü. Hem fâni, hem zindan hükmünde olduðundan bir nefret geldi. Bana bu fânî dünyadan, bâki bir âleme yol gösterecek bir Üstad, Cenâb-ý hak'tan istedim, ve dedim ki: "Öyle bir Üstada rast gelsem söz veriyorum ki, ona tam hizmetkâr olacaðým." Ýþte ben bu halde ve bu niyazda iken, o gece gayet þirin ve güzel, bilmediðim bir þehirde gayet güzel, dünyada misli bulunmaz zinetli bir at üstünde, siz Üstadýmý ona binmiþ, garbdan þarka doðru beþ-altý metre yüksekte, þehrin üstünde uçarken selâmýnýza durduk. Selâmýnýzý aldýk. O esnada uyandým. Þehadet getirdim. Þükrettim ki, istediðim Üstadý bulacaðým. Ýki ay sonra ziyaretinize geldim. Ýkinci Vak'a: Rü'yada bir þehirde gayet kesretli askerler ve cephane görüyorum. Biz de, güya o askerlerdeniz, dedim. (Yâ Rabbi bu askerlerin kumandaný kimdir?) Niyâz ettiðim vakit karþýmýzda yüksek bir saray zuhur etti. O sarayýn içerisine girdim ki, kumandaný, göreyim. Baktým ki, parlak bir çay akýyor. O çayý tâkip ettim. Baktým, þubelere ayrýlýyor. Devam ettim. Tâ menba'ýna kadar gittim. O askerlerin kumandaný o sularýn sahibini buldum. Yani Üstadýmýzý, iki adamla baþýnda namaz kýlarken gördüm. Ben de o sudan abdest aldým. Namaza dahil oldum. Kalbimin hareketiyle, dilimin þehadetiyle uyandým. Cenâb-ý Hakka þükür ettim ki, Üstadýmýzý bize gösterdi. Hizmetkâr ve talebeniz Mustafa 183 (Hulûsi Bey'in fýkrasýdýr.) Bu hafta Otuzbirinci Mektubun Yedinci Lem'asý ile Üçüncü Lem'asýný, hazine-i Mektubata ilâve ve muhibban ve müþtâkâne tilâvet eylemekle, vesâtat-ý âliyenizle, bir lütf-u azîm-i Ýlâhîye daha mazhar olduðumdan dolayý Kerîm, Rahîm, Bâki-i Zülcelâle yüz binler hamd ve þükür eylemekde ve sevgili Üstadýmý rýzâ-yý Samedânîsine ve vazife-i meþkûre-i mâneviyesinde devamlý, nüfuzlu, þümullü muvaffakýyetlere mazhar buyurmasýna, âbidâne tazarru' ve niyazlarda bulunmaktayým. Bu bîçâre ve isyankârdan çok dua (Sh: B-216) beklediðinizi emir buyuruyorsunuz. Ben o dergâh-ý âliye ancak bir nev'i i'câzýnýn izharýna Fahru'l-Âlemîn, Habîb-i Rabbü'l-Âlemîn, Seyyidü'l-Mürselîn Sallâllahü Teâlâ Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazretlerinin en büyük mu'cizesi olan, tâ kýyâm-ý saate kadar hükmü ve i'câzý bâki olacaðýna îman ettiðim Kur'ân'ýn nurlarý delâletiyle ve Üstadýmýn mübarek isimlerini, vesile-i kabul olmak üzere kullanarak iltica edebiliyorum. Hiç mümkün müdür ki, bu eþiðe yüzümü sürerken (Yâ Rab, Üstadým Said Nursî Hazretlerinden râzý ol, Dâreynde muradlarýný hâsýl kýl) diye yalvarmýyayým? Asla ve kat'â. Bu bir vazife olmakla beraber, kanaatça inþâllah vesile-i icabe-i duâdýr. Aziz Üstad, sâdîkýnýzýn zaif ruhu, bu fani hayatta olduðu gibi, bâki ve sermedî hayatta da inþâllah ulvî ruhunuzun cenâh-ý þefkatinden ayrýlmayackatýr, ayrýlamayacaktýr ve ayýramýyacaklardýr. Evet gayr-ý kabil-i inkârdýr ki, bu fâni hayatýn daðdaðalarý arasýnda, havas ve letâif her zaman müþtaký bulunduklarý münevver ve muhteþem âyineye bakamýyorlar, fakat o meþgaleden feragat edildiði anda, yine Nur bütün haþmetiyle arz-ý dîdar ediyor. Bu zamanlarda hiç ayrýlýk hissetmiyorum. Hattâ ihtilâf-ý mekâný da, te'sirsiz görüyorum. Yedinci ve Üçüncü Lem'alarýn bura postahanesine vürudu, Ramazan'ýn onbirine tesadüf ediyor. Bir gün postada kalmasýna karþýlýk tutulursa, her bir Lem'a, bu mübarek ayýn baþýndan onuna kadar birer gün almýþlar ve اَوَّلُهُ رَحْمَةٌ olan aþr-ý ûlâ-yý Ramazanda, mahall-i maksuda vâsýl olmuþlardýr. Müftülük ilânýna göre tam onuncu gündedir. Dördüncü ve Sekizinci Lem'alarda bu mâh-ý gufrânýn ondördüncü günü aldým. Posta bir gün evvel geldiðine ve bir gün de postada kalýþýna veya birinci makama sayýlýrsa bu nurlu eser de, sanki Ramazanýn her gününde bir Lem'a alarak, yerini bulmakla, hem bu adetlerin boþuna konulmadýðýna, hem de اَوْسَطُهُ مَغْفِرَةٌ olan aþr-ý sâni-yi ramazanda yazýldýðý mahalle yetiþeceðine sarahat derecesinde delâlet ediyor. (Sh: B-217) Þu saatde þuâatýný gözüme sokan güneþ gibi, bu kadar nurlu ve zâhir hakâiký mahza bir inâyet-i ilâhî olarak, bu bîçâreye gösterilen, bu mübarek eserlerden, bu nurlarýn bihavlillâh gurupsuz tulû' ettikleri mahalle, Utarid ve Zühre gibi maddeten ve mânen yakýn bulunan Hizbü'l-Kur'ân'a dahi hâfýz, sadýk,hâlis ve salih kardaþlarýmýn daha çok esrar anlayacaklarýný þübhe etmiyorum. Madem ki, merkez-i feyze en uzak bulunan âciz bir kardaþlarýnýn, mübarek eserler hakkýndaki duygularý, kendilerinin de lâyýklý, mânalý çok deðerli ihtisaslarýný beyana vesile oluyor. Ýnþâllah bu hareketleri hizmet-i Kur'ândan ma'dud olur. Âli huzurunuzda kardaþlarýmla biraz konuþmak istiyorum. Kardaþlarým, bu bîçârenin nurlarla iþtigali üç devreye ayrýlmýþtýr. Birincisi: Üstad Hazretleriyle ilk teþerrüf etmek saâdetine nâil olduðumdan itibaren intiþar etmiþ olan eserleri, kendim için istinsah etmek. Ýkincisi: Yine muhterem Üstadýmýn emirlerine imtisâlen Sözler'in, muhtelif tabaka-i nâsa te'sirleri ve kabil-i cerh, lâzýmü't-tashih, mucib-i itiraz cihetleri olup olmadýðý hakkýnda, kâsýr aklýmla anlayabildiðim kadar ve kýsa görüþümle seçebildiðim kadarýný arz eylemek ve bütün fýrsatlardan istifade ile, din kardaþlarýma faideli olmak, onlara da, bu nurlarý göstermek, dikkat-i nazarlarýný celbetmek, kalbî ve bâtýnî yaralarýna merhem eylemek emeliyle, ihtiyarsýz ve manevî bir te'sir altýnda âsâr-ý Nuru aþk ile okumak. Üçüncüsü: Yine aziz ve müþfik Üstadýmýn emirlerine mutâvaatla, bildiðiniz vechile her birisi bir türlü letâfet ve belâgat ve celâdette ve çok kolaylýkla akýllara hayret verecek tarzda intiþar etmekte olan, nurlu âsar hakkýndaki ihtisasalrýmý arz eylemek ve bizzat veya kardaþlarým namýna, bazý Kur'ânî müþkilât ve tereddüdatý makam-ý feyze takdim ederek, bu tarikle hem müþkilin halline, hem de sâil ile birlikte, diðer kardaþlarýmýn da istifadelerine âcizâne hizmet eylemek. Denizden katre mesabesindeki bu Kur'ânî hizmetten dolayý, (Sh: B-218) bu bîçâreye bir kýymet atfetmeyiniz. Çünki maalesef hiç liyakatým olmadýðýný ben çok iyi biliyorum لاَ تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّهِ âyet-i celîlesi ümit vermemiþ olsa, isyanýmýn nihayetsizliði karþýsýnda çýldýrmak iþten bile deðil. Öyle ise aziz kardaþlarým, bu zavallý kardaþýnýza hayýr duâ buyurmanýzý bilhassa rica ediyorum. Kur'ân hesabýna bakýlýrsa, o zaman belki bazý güzellikler görünebilir. Bu da sevgili Üstadýmýzýn buyurduklarý gibi, Kur'ân'ýn güzellikleri ve menba'-i kevserden gelen Nurlarýn lâtifliði bu hususu te'min etmiþlerdir. Hîn-i sabâvetimden beri, en ziyade menfûrum, (Felillâhilhamd) yalan söylemektir. Onun için hakikatý ifade ettiðime emîn olabilirsiniz ki, yukarýda arz ettiðim üç safhada ihtiyar ve tesâdüf yoktur. Hâkim olan bir dest-i gaybî ve kader-i Ýlâhîdir. Bunu hissediyorum. Kader-i Ýlâhîyi izahâ lüzum yok. Dest-i gaybýn da, Gavs-ý A'zam, Sultân-ý Evliya Bâzü'l-Eþheb, Seyyid Abdülkadir-i Geylânî kuddise sirruhul âlî Hazretleri olduðunu son def'a öðrenmiþ olduk. Fakat muhterem Üstadýmýn âli afvlarýna istinaden þunu ilâve edeyim ki, Gavs-ý A'zam Hazretlerinin keramet-i gaybiyeleri, sarahaten üstadýmýz Said Nursî Hazretlerini göstermektedir. Çocukluðundan beri hârika tercüme-i hâli tedkik edilecek olursa görülür ki, bu zâtýn vücudu sýrf Kur'ân ve îman hesabýnadýr. Ondandýr ki o hârika hâlâta mazhar olmuþ biz bîçâreler, bu þem'in pervanesi oldukça, hizbü'l-Kur'ân namýna Hazret-i Gavs'ýn himmet ve duasýna ve cedd-i zîþâný Peygamberimiz (Sallâllahü Teâlâ Aleyhi Vesellem) Efendimiz Hazretlerinin þefâatine, iltimasýna ve nihayet Münzilü'l-Kur'ân'ýn afvýna, himayesine mazhar olacaðýmýza da þüphe edilmemek lâzýmdýr. Allah-u Zülcelâl Hazretleri cümlemizi muhafaza buyursun. Âmin. Dâreynde bâis-i necâtýmýz olan bu hizmeti bilkülliye terk edecek olursak, o zaman helâkimiz muhakkaktýr. Mademki, elimizde ma'fuv olduðumuza dair senedimiz yok. Bâis-i feyzimiz Üstadýmýz Hazretlerinin bizlere þefkatýndan dolayý, keramet-i gaybiyeden haber (Sh: B-219) verdikleri müjdeler, yalnýz þevkimizi ve þükrümüzü arttýrmaya vesile olmalý. isimlerinin sarahaten zikredildiðini bildirmekle beraber, gösterdikleri âlî ferâgat, cümlemiz için nazar-ý ibretle görülmeli ve cidden taklid olunmalýdýr. Yine, emirlerindendir ki, bizler hizmetle muvazzafsýz, mükellefiz. Netice ile deðil. Bu Nurlu hizmette bizleri birleþtiren Allah-u Zülcelâl'den niyâzým: Haþirde de livâ-yý Muhammedî (A.S.M.) altýnda haþr ve cem' olmaklýðýmýzdýr. اَللّهُمَّ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا اِنَّكَ اَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ Müsaadenizle sadede geliyorum: Otuzbirinci Mektubun yedinci Lem'asýna esas olan üç âyet-i celîlenin tefsiri hârika bir tarzdadýr. Bilhassa Ýkinci vechile Birinci vechin Ýkinci ihbar-ý gaybî ciheti iþitilmemiþ bir surettedir. bu Mektubun Üçüncü Lem'asý ki, كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ âyetinin meâlini ifade eden يَا بَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى { يَابَاقِى اَنْتَ الْبَاقِى cümlelerinin gösterdikleri iki hakikatten çok büyük feyiz aldým. Garibdir ki, bu mübarek eser لَقَدْ صَدَقَ اللّهُ رَسُولَهُ الرُّؤْيَا بِاْلحَقِّ âyet-i celîlesiyle baþlamakla, sanki bu fakirin gördüðü rü'yaya bir iþaret yapýyor ve diyor ki: Senin rü'yanda gördüðün kamer, bu âyette bahs buyurulan rü'yânýn sahibi iki cihan Fahri Sallâllahü Teâlâ Aleyhi Vesellem Hazretlerinin bir parmak iþaretiyle ve izn-i Hakla inþikak etmiþtir. Þems onun hâtýrý için, Ondokuzuncu Mektub'da beyan buyurulduðu üzere, bir saat hareketsiz görünmüþtür, gibi mu'cizatýný hatýrlatarak: (Ey gâfil, ittiba-ý sünnet et) diyor. Bu rü'yâyý nakleden mektubumda, Otuzbirinci Mektubun Birinci ve Ýkinci Lem'alarýyla Yirmidokuzuncu Mektubun Birinci Remzinin Birinci Makamýndan gelen feyiz neticesi, ihtiyarsýz yaptýðým tâbirin sonunda yazmýþ olduðum كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ âyet-i celîlesinin bir nevi i'cazlý tefsirini beyan buyurmakla, mektubuma gayet lâtif ve çok muhteþem bir cevap verilmiþ oluyor. Otuzbirinci Mektubun Dördüncü Lem'asýnýn Birinci Makamý (Minhâcü's-Sünne) denmeðe hakikatan lâyýktýr. (Sh: B-220) Birinci Nükte: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmýn, ümmetine þefkatinin derecesini ve bihakkýn Þefîu'l-müznibîn olduðunu göstermekle beraber, Süleyman Efendi merhumun Mevlid-i þerîfindeki: Týfl iken ol diler idi ümmetin, Sen kocaldýn terkedersin sünnetin vecizesini hatýrlatmakta ve ol Hazrete ümmet olanlara, sünnetlerine riayet lüzumunu ehemmiyetle der vermektedir. Ýkinci Nükte: Cenâb-ý Peygamber Sallâllahü Teâlâ Aleyhi Vesellem Efendimiz Hazretlerinin nesl-i mübareklerinin, ilâ yevmil kýyâm Hz. Hasan ve Hüseyin (Radýyallahü Teâlâ Anhümâ)'den geleceklerini ve istikbalde çok mübarek zevâtýn da, bu meyanda zuhur edeceklerini nazar-ý nübüvvetle gördükleri için, bu iki hafidine bütün o nurlu zatlar hesabýna þefkat göstermesi, öyle bir tariftir ki, beþerin düþünmesiyle yazýlmasýna imkân yoktur. Üçüncü Nükte: Nass-ý Katý' ile sâbit ve hadîs-i Nebevî ile müberhen Âl-i Beyt'e muhabbete iþaret etmekte, bu vazifeyi îfaye dâvet eylemektedir. Çünkü: Ýslâmiyet bir vücutsa, bu vücudun belkemiði muhakkak Âl-i Beyt ve baþý her zaman Kitabullahtýr. Dördüncü Nükte: Þîalarý ilzâm edecek kadar kuvvetli bir dersdir. Bu þümullü dersden gaye ne olduðu, sonunda mükemmelen icmâl edilmiþtir. وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواemr-i celîline tevfikan, bütün mü'minler tevhide çaðýrýlmýþtýr. Keramet-i Gavsiyenin iþaratini te'yid eden remizleri defaatle okudum. Bu müjdeler hamd ve þükrümü arttýrmýþtýr. Zembilli Ali Efendi'nin hâle çok uygun olan fýkrasý hoþuma gitti. Lâtif tefe'ülünüz (hitâmühü misk) kabilinden olmuþtur. Evet, Kur'ânî bahçede her zaman baþka renkte, baþka letâfette, baþka te'sirde hakikî cennet çiçekleri açýlýyor. Bu mezherenin bülbülünü ve onun gönülleri teshir eden nâmesini dinleyen, meþk eden yoldaþlarýna, dâreynde selâmet ve saâdet ve muvaffakýyetler temenni ve niyaz eylerim. (Sh: B-221) Þairin zamana muvafýk bir beyti: Bir mevsim bahârýna geldik ki, âlemin: Bülbül hâmuþ, havz tehî, gülistan da harâb. Ben de derim: Öyle bir bid'alar devrindeyiz ki, Ýslâmýn: Bir bülbülü, bir gülistaný kalmýþ Kur'ân'ýn. Keramet-i Gavsiyeyi henüz kimseye okuyamadým. Ýçinde bu bîçâreden bahis ediliþi okumak hususunu düþündürüyor. Mübarek Ramazan (Hâþiye) bir an evvel bu isyankârlarýn, kadir-nâþinaslarýn elinden yakayý kurtarmaya çalýþýr vaziyetde, sür'atle elimizden gitmektedir. Ýmam Ömer Efendi'nin geçen sene Ramazanýn hikmetleri eserinin, Ramazan ayý geçtikten sonra geliþinden, benim gibi müteessir olmuþtu. Bu Ramazanýn birinci cuma hutbesinde, ben de hâzýr olduðum halde, yüzlerce cemaate, bu nurlu hikmetlerden bir kaçýný hemen aynen okudu. Bu anda bu fakirde husule gelen þükür hislerini tarif edemiyeceðim. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Hulûsi 184 (Ahmed Husrev'in fýkrasýdýr.) Sevgili Üstadým! Bu fakir talebenize teselli veren mektubunuzu aldým ve ba'de't-takbil okudum.Ruhumda hâsýl olan mânevî yaralarýn ýzdýrablarý ile çok müteellim olurdum. Herþeyden ziyade hürmet ettiðiniz ve ehemmiyeti dolayýsýyla pek fazla itina ettiðiniz, Þeâir-i Dîniyemize ve sizi severek, hâhiþle, fîsebîlillâh emirlerinize itâat ederek, size koþan talebelerinize sed çekmek suretiyle yapýlan denâete ruhum sabredemiyordu. Bir an evvel Hâlikýna ulaþmak isteyen ruhumda, azim bir galeyan hissediyordum. Diðer taraftan sizden malûmat alamadýðým için, ýzdýraplarýn altýnda fevkalhad eziliyordum. (Hâþiye) Garibdir ki Hulûsi' nin bu sözünü belki yirmi defa tekrar etmiþim. Süleyman gibi dostlar þahiddirler. Demek bir hakikat var ki, ikimizi böyle söyletmiþ. Said (Sh: B-222) Zâlimlerin kahrý için dergâh-ý Ýlâhîye iltica etmekle teselli bulmak isterken, iþte bu mektubunuz kaza ve kadere razý olmak suretiyle teselli ihsan ediyordu. Ben de (Semi'nâ ve eta'nâ) diyerek kahr talebinde bulunmayý býrakýyorum. Ey sevgili ve müþfik Üstadým, her an duânýza muhtaç talebeniz, kendi hesabýma düþünürsem, ruhen bir parça istirahat ediyorum. Fakat Üstadým ve kardeþlerim hesabýna düþünürsem, ýztýrabým, ye'sim birden bine çýkýyor. Ruhum feverân ediyor. Yine Cenâb-ý Hak hesabýna itâat etmek istemiyor. Aziz Üstad! Âlem-i Ýslâma indirilen o azîm darbeler, Âlem-i Ýslâm hesabýna sizin omuzlarýnýza isabet ettiðini biliyorum. Böyle olmakla beraber, ulvî ruhunuz, âli hamiyyetiniz, hadden efzun sabrýnýz, daha pek çok ve pek güzel hasletleriniz üzerinde en bâriz izleri gözüken þefkatiniz, zâlimler hakkýnda da hayýr dua etmek oluyor. Talebeniz Ahmed Husrev 185 (Babacan Mehmed Ali'nin fýkrasýdýr.) Cenâb-ý Vâcibü'l-Vücud ve Tekaddes hazretlerinin, Cibrîl-i Emîn vasýtasýyla, âhir zaman Nebîsi (Peygamberimiz (A.S.M.) Efendimize) gönderilen ve bugüne kadar muhafaza edilen Kur'ân-ý Hakîmi hakikatiyle ve hak sözler ile, Hakkýn yaratmýþ olduðu kullarýna tercümanlýk eden ve Hakkýn rýzasý için gece ve gündüz dua eden, hakikî SAÝD'den bir muhabbetname aldým ki, o da Üstadým Efendimin mektubudur. Ciddî ve samimî dostumuz ve kardaþýmýz bulunan Âsým Bey'e vardýðýmda müjdeledi. Beþ dakika kadar görüþtüm. Ve göndermiþ olduðunuz emanetleri alýrken öyle sevindik ki, bülbül gül dalýnda seher vaktinde aþkýndan, aðzýndan çýkarmýþ olduðu naðmeler gibi iþittik. Onun için birbirimizle ne konuþtuðumuzu bilemedik. Bildiðim þu kadar ki: Yalnýz ayrýlýrken çok þükür Cenâb-ý Allah'a böyle (Sh: B-223) envar-ý Kur'âniyeyi neþreden bir Üstadýmýz varken, hiçbir vakit saâdetimizden mahrum kalmayýz diye bildik. Babacan 186 (Zeki Zekâî'nin fýkrasýdýr.) Aziz ve Sevgili Üstadým! Üç haftaya yakýn bir zaman oluyor ki, size mektub yazamadým. Her zaman olduðu gibi, þu günlerde dairede vazifenin çokluðu dolayýsýyla, pek kýymetli olan uhrevî vazifelerim geri kalýyor ve bu cihetle teessürüm kâfi gelmiyormuþ gibi, bu hafta içinde iþittiðim pek acý elîm bir haber, bir sâika gibi beni beynimden vurdu. Ýþittim ki, Üstadým yýlanlarýn hücumuna mâruz kalmýþ. Ah Üstadým! vakit vakit tehacümlerine, taaruzlarýna m"aruz kaldýðýmýz bu menhus hainlerin zulmünden ne zaman âzade kalacaðýz. Bu mülhid mütecavizler, haddini tecavüz etmeye baþladýlar. Artýk tecavüzün bu derecesi fazladýr. Bu itibarla muazzam bir bârika-i hakikatýn zuhuru yaklaþtýðý îman ve itikadý, bizi teselli ediyor. Ne zaman ki, tahribat ve istibdat haddini aþtý. Uçurum kendini gösteriyor. (Büyük felâketler, güler yüzlü intibahlar doðurur) derler ki: Pek musib bir söz. Herhangi bir hükümet zulmü ve istibdadý arttýrdý, mazlum milletler istiklâlini kazanýyor. Þu asýrda dinsizlik ve tahribat fazlalaþtý. Ýnþâllah mazlum ve mâsum ehl-i îmanýn yüzü gülecek. Parlak bir hakikat güneþi tulû' edecek. Aziz üstadým, nâkýs kalemim, âciz lisaným, hissiyatýma tercüman olamýyor. Her dindaþ gibi, benim de kalbim aziz imanýmýn aþkýyla çarpýyor, hamdolsun damarlarýmýzda dolaþan kan, binler senelik ehl-i hak ve îmandan irsen intikal etmiþ bir mayadýr. Sevgili Üstadým! Öyle anlar geliyor ki, hayat çok alçalýyor. Biz insanlar o derece eðilmek mecburiyetinde kalýyoruz. Bu fikrimle, nefsim hesabýna bir hisse-i gurur aramýyorum. Menhus ve mülevves ellerin, temiz bileklerimizi sýkmasý, sabýr taþýný çatlatacak kadar müellim bir hal deðil midir? Tahribatýn en müdhiþ zamanýnda hastalanan insaniyeti, mânevî ilâçlarla tedavi etmeye çalýþýrken, bize musallat olan hâinlere (Sh: B-224) mukabele etmek, acaba zavallý bir milletin sürükleneceði uçuruma sed çekmek için, çekilecek mezahim ve meþâk, hayatýn ind-i Ýlâhîde makbuliyeti için sabretmek, son dereceye kadar tahammül etmek, bu fikir fâkirin hayli düþüncesi neticesi bulabildiði bir hakikat. Sevgili Üstadým, þu günleri, düþünceler ve elemler içerisinde geçiriyorum. Hâdiseyi bir kaç aðýzdan birbirini tutmayan rivayetler gibi, dallý budaklý olarak iþittim. Bendenize hâdisenin cereyaný hakkýnda lütfen bir haber veriniz. Ýnsan cünun getirecek. Sevgili Hocam, siz herkes için, beþeriyet için, zararlý olan tahribat ve âfâtýn önünü almak için, gece gündüz çalýþýnýz. Kendinizi tehlikeye atýn da acý acý tahrikata maruz kalýn. Hayýr Aziz Üstadým, hayýr! Yüce dâhi, hayýr! Sizin nasibiniz bu deðil. Size verilecek mükâfat, bu olamaz. Bu hâletler olsa olsa üç-beþ dinsizin ve bir takým cehennem yolcularýnýn çýlgýnlýðýdýr. Bu hâle sabretmek ve ehemmiyet vermemekle, pek yüce mükâfatlara mazhariyetler kesbediyorsunuz. Siz asla ve kat'â müteessir olmayýn. Ne kadar vahþiyane ve zalimane olursa da, dönüp arkanýza bakmayýn. Size açýlan mânevî âlemlerin kapýlarýna doðru ilerleyin. Yürüyün, yürüyün, tâ nâmütenâhî yürüyün. Gittiðiniz yerlerde, uzaklaþtýðýnýz âlemlerde bizim gibi yaralý, âciz, zaif, pür-kusur, kemter bîçâreler için de, müebbed bir istirahat ve saâdet yataðýný hazýrlayýn. Zekâî 187 (Zekâî'nin fýkrasýdýr.) Kalbim derin bir ihtiyaç ve iþtiyak içinde, þu mübarek günlerde, Üstadýmýn ziyaretini arzu ediyor. Nasýl ki, yaz günlerinin sýcak demlerinde bil'umum nebâtât, yaðmura ihtiyaç hissederse, Zekâî de Üstadýnýn nasihatlarýna ve telkinlerine öylece müþtak ve muhtaçtýr. Üstadým, eyyâm-ý mübereke pek çabuk gelip geçti. Benim gibi mânevî yaralýlarýndan mecruh bîçâreler, böyle mübarek günlerde, elbette kusurlarýnýn afvýný ve meþru' emellerinin husûlünü, Hallâk-ý (Sh: B-225) Âlemden temenni ve niyaz etmiþlerdir. Cenâb-ý Allah mâh-ý gufrânýn kudsiyyeti hürmetine kusurlarýmýzý afv ve maðfiret eylesin.. Âmin. Sevgili Üstadým. Bu def'a üç gün izinle Atabey'e gidip, ebeveynimi ve âhiret dostlarýmýzý ziyaret ettim. Ah üstadým, bâzan zâhirî hâdisat insaný çok düþündürüyor. Gayr-i ihtiyarî, ruhu garib ve rikkatle karýþýk bir ýzdýraba düþürüyor. Bu anlarda hayatýn kararsýzlýklarýndan mütevellid ye's, bizi müteessir ediyor. Þefkat ve merhamete hasret çekiyoruz. Üstadým, öyle zannediyorum ki, âcizleri hayatýn ihtilâta mecbur eden ahvâlinden uzaklaþamadýkça, kalbim ârâmgâh-ý lezzetinde tam bir sükûnu bulamýyacak. Ýnþâallah duânýz himmetiyle, o anlara da selâmetle vâsýl olacaðým. Bu hissiyatýmý îzah etmek, anlaþýlmýþ bir ruh için zait deðil midir? Aziz Üstadým, emsal-i kesiresiyle Üstadýmýzýn riyaseti altýnda, müþerref olmaklýðýmýzý dilediðim îd-i fýtrînizi tebrik vesilesiyle, takdîm-i ihtirâmât eyler, muhterem ellerinizden ve ayaklarýnýzdan öperim. Sevgili Üstadým. Günahkâr talebeniz Zekâî 188 (Âhiret hemþirelerimden Müzeyyene'nin fýkrasýdýr.) Sevgili Üstadým! Ýki aya yakýn zamandan beri, gelen âhiret kardeþlerle selâmýnýzý alýyorsam da, benim gibi âcize bu talebenin, sizin her vakit nurlu nasihatlarýnýzý dinlemek ihtiyacý olduðundan dolayý, haftalarý bütün mahzuniyetle geçiriyorum. (Evet, zaman oluyor ki, gözlerimden dökülen yaþlarý, nurlu Risaleleri okumakla teskin ediyorum. Zaman oluyor kalbim mütemadiyen aðlýyor.) Hele þu mübarek Ramazan, birkaç müfsidin kalbimize saldýðý hançerin acýsýný kalben, bütün gün için için aðlamakla geçiriyoruz. (Sh: B-226) Nihayet aldýðým bir haber üzerine, yine eskisi gibi âhiret kardeþlerimizin, sizi ziyaret etmekten mahrum olmadýklarýndan memnun oldum. Yalnýz mübarek ibadethanenin ve bütün ehl-i iþtiyakýn sizin duanýzdan mahrum kaldýðýna çok acýyorum. Hattýmýn noksanlýðý ve zaifliði dolayýsýyla Risaleleri yazamadýðýmdan beni af ediniz. (Þu zamanlarda dünyayý sevmez olduðumuz halde, kurtulamadýðýmýza çok müteessirim. Issýz sahralar, susuz çöller, kimsesiz yerler ruhumuzun meskeni oluyor. Hayâlen oralarda dolaþýyoruz. Evet, birþey arýyoruz. Heyhât... Aradýðýmýz gün hem çok uzak, hem çok yakýn görülüyor. Daha ne kadar bu hal içerisinde çýrpýnacaðýz.) Diye feryâd eden kardeþlerimizin hissiyatýna bu âcize, bu fakîre iþtirâk ediyorum. Âcize talebeniz Müzeyyene 189 (Ahmed Husrev'in fýkrasýdýr.) Senelerden beri zâlimlerin pençe-i zulmünde inleyen bu bîçâre müslüman kardeþlerinizle geçirmekte olduðunuz bu mübarek bayramýn, belki dokuzuncusunu hücra köþelerinde, dostlarýnýzdan uzak, akraba ve taallûkatýnýzdan mahrum bir vaziyette, teâlî ve terakkisi için çalýþtýðýnýz cem'iyyet-i Ýslâmiyye arasýndan uzaklaþtýrýldýðýnýz bir halde geçireceðinizi hatýrladýkça yüreðim parçalanýyor, ruhum azim bir elemle yanýyor, gözlerimden yaþlar dökülüyor. Kalbimden yükselip gelen bir sesle, "Aðla hem çok aðla! Belki rahmet-i Ýlâhiyyenin nüzûlü ve âlem-i Ýslâmýn saâdet ve selâmeti için aðlayanlarla beraber aðla" diyor. Bu anda kalb gözüm, bu hüzne iþtirâk ederek, Dicle ve Fýrat ve Nil-i Mübarek gibi âlem-i gayb vâdilerinde sular akýtarak aðlýyor. Âh Sevgili Üstadým! Ehl-i gaflet gülerken, ehl-i ilhad nefsî müþtehiyatlarý arkasýnda koþarken, biz ne acý hayatlarla karþýlaþýyoruz. Âh, sevgili Üstüdým! Cenâb-ý Hak bize saadet vermeyecek mi? Acaba bu gün daha çok uzayacak mý? Ýhtiyarsýz kendime sorduðum bu suallere yine kendim cevap verirken, teennî (Sh: B-227) ve sabýr tavsiye ediyorum. Ve sýrr-ý اِنَّآ اَعْطَيْنَا tebþîratiyle müteselli oluyorum. Ey kýymettar Üstadým! Sizin hüznünüze, huzurunuzda olduðum halde iþtirâkimi istiyordum. Öyle hissediyorum ki, ruhen hiç de uzak deðilim. Bazan kendimi unutuyorum. Güya kanatsýz tayeran ediyor, koca çýnar aðacýnýn arasýndan girerek meclisinize dahil oluyorum. Sevgili Üstadým! Hâlikýmdan ebediyyen razý olmuþum. O da sizden ebediyyen razý olsun. Maal'esef ziyaretinizle müþerref olamýyorum. Buna bedel Bekir Bey'le takdim ettim ve arzu edilen þekilde yazamadýðým Ý'caz-ý Kur'ân'ýn sahifelerini açtýkça, fakir talebenizin her sahifeye mukabil ellerinizden öpmekte olduðumu kabul buyurmanýzý istirhamla, sýhhat ve selâmet ve muvaffakýyetiniz için dua ederek, el ve ayaklarýnýzdan öperim, efendim hazretleri. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Talebeniz Ahmed Husrev 190 (Sabri Efendinin fýkrasýdýr.) Dün Eðirdir'e gittim. Hulûsi Bey'in ihlâslý ve sadakatlý mektubunu getirdim. Nuranî kalb ve ruhtan cûþ eden, þu mektubun muhteviyat ve münderecatýný bu fakir de tekrar ederim. Kendi hesabýma takdim ediyorum. O muhterem kardeþime bedel fakire, madem ki, Üstad-ý muhteremim, Sâni-i Hulûsi ismini vermiþ. O hâlis imza sahibinin halefinde bu fakir de görünse, ifâdâtýna iþtirâk etse, irsiyyet-i mâneviyesi daha iyi, sabit ve zâhir olur. Emel-i âcizanesini esas gaye ve maksad bildim Efendim. Aciz talebeniz Sabri 191 (Aydýn'lý Ýsmail'in fýkrasýdýr.) Sizin tatlý sözlerinizi yazmaya baþladým ve yazmaya doyamýyorum. (Sh: B-228) Ve sizin tatlý Sözlerinizi yazmaða baþladýðým anda, ruhumda bir ferahlýk hissediyorum. Ayný zamanda sizi hiçbir türlü unutamýyorum. Ve daima sizin mektubunuzu yazmak istiyorum. Talebeniz Ýsmail 192 (Aydýn'da Doktor Þevket'in fýkrasýdýr.) Üstad-ý A'zamam Efendim! Nûrânî ve çok kýymettar eserlerinizi okuduk, nurlu ve feyizli eserlerinizin te'siriyle parlayan kasvetli kalblerimizle, siz Üstadýmýza ebediyyen minnettar ve medyun-u þükran bulunduðumuz gibi, Risaleleri bizlere okutturmaða ve yazdýrmaða sebeb olan Hâfýz Zühdü Efendi kardeþimizi de, daima hayýrla yâd etmekten kendimizi alamýyoruz. Kendilerine fiat takdir edilemiyecek derecede kýymete mâlik bulunan, muhterem Risalelerinizi yazýp ikmal etmemize, Cenâb-ý Hakkýn bizi muvaffak kýlmasý için, Üstad-ý Ekremimizin dua ve himmetlerine muhtaç bulunuyoruz. Talebeniz Doktor Þevket 193 (Ahmed Husrev'in fýkrasýdýr.) Sevgili müþfik Üstadým Efendim Hazretleri! Arz-ý hürmek ve iþtiyakla el ve ayaklarýnýzdan öperim. Hulûsi Bey'in suâllerine verilen cevablara ait cihandeðer kýymetli, nurlu, feyizli sözlerinizi, iki gün evvel aldým. Suallerin cevablarý o kadar lâtif idi ki, ne okumaða doyabildim ve ne de idrâkim kadar olsun hakkýyle kavrayabildim. Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin makbûlînden olduðu halde, hatâsýnýn ve her kitabýnda mühdi olmamasýnýn esbabý, o kadar amîk bir þekilde ve o derece ince bir tarzda izah buyuruluyor ki, bu âlî dersinizi sair kardeþlerimle beraber okudum, dedim: (Aziz kardaþlarým, bu âlî dersten istifade ediyor, mühim bir þey anlýyorum, fakat zübde edemiyorum, zihnimde toparlayamýyorum, siz ne dersiniz? (Sh: B-229) Hâzýrûn dersimizin yüksekliðine iþaret ederek, Ýslâmiyetin ardý ve arkasý kesilmeyen hücumlara mâruz kaldýðý bir zamanda, bu nurlu eserlere kavuþtuðumuzdan dolayý, binler teþekkür ettik. Bilhassa doktora verilen son cevap hâþiyesinin letâfeti yüzümüzde âsârýný göstermiþdi. Bir taraftan hýnzýr etinin hürmet-i esbabý, illeti, gayet güzel bir surette îzah edilmiþ, diðer taraftan da âlî müfekkirenizden parlayan nurlarla, hem de pek yakýnda dünyanýn ufuklarýnda Ýslâmiyetin güneþinin parlýyacaðýna iþaret buyuruyorsunuz. Cenâb-ý Hak sizden hadsiz hesapsýz razý olsun. Sevgili Üstadým, âciz talebeniz, bu aczi ile mânevî himmetinize iltica ediyorum. Ve öyle ümid ediyorum ki, Hallâk-ý Kerîmim beni ihtiyarým olmýyarak, istihdam ettiði bu vâdide, duânýz himmeti ile, inþâallah bir idrâk ve bir kabiliyet ihsan buyuracaktýr. Hakir talebeniz Ahmed Husrev 194 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْوَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, fedakâr ve vefâdâr kardaþým Kürd Bekir Bey! Maatteessüf bil-mecburiye nâhoþ ve mâlâyâni sayýlacak bir bahis söyleyeceðim. Fakat bu bahsim, hakikî hamiyetperver Türkçülere karþý deðil belki frengîlik hesabýna sahtekâr bir surette Türkçülüðü kendine perde eden mütecâvizlere karþý söylüyorum. Þöyle ki; mülhid münafýklarýn en son ve alçakça ve vicdansýzca aleyhimizde isti'mâl ettikleri bir silâhý þudur ki, diyorlar: "Said Kürddür, Bir Kürdün arkasýnda bu kadar koþmak hamiyet-i milliyeye yakýþmaz." Ben bu münafýklarýn vicdansýzca desiselerine karþý deðil, belki safdillerin temiz kalbleri bunlarýn sözleriyle bulanmamak için diyorum ki: Evet ben baþka memlekette dünyaya gelmiþim. Fakat Cenâb-ý Hak beni bu memleketin evlâdýna hizmetkâr etmiþ ki; dokuz sene (Sh: B-230) mütemadiyen bu memleketteki milletin ondan dokuz kýsmýnýn saadetine, kendi dilleriyle hizmet ettiðim bu havalideki insanlara mâlûmdur. Hem ben bu memlekette Hulûsi, Sabri, Hâfýz Ali, Husrev, Re'fet, Âsým, Mustafa Çavuþ, Süleyman, Lütfü, Rüþdü, Mustafa, Zekâî, Abdullah gibi yirmi-otuz Müslüman-Türk gençlerini âdeta yirmi-otuz bin milletdaþlarýma tercih ettiðimi ve onlarý, o otuz bin adam yerine kabul ettiðimi, bu dokuz senedeki Türkçe âsâr ile ve hizmet ile göstermiþim. Evet ben bin gâfil ve âmi Kürdü, bir Türk olan Hulûsi'ye karþý tutmadýðýmý ve bin câhil Kürdü birer Türk olan Âsým ve Re'fet'e mukabil göremediðimi ve bir genç olan Husrev'i bin âmi Kürdle deðiþmediðimi ehl-i dikkat ve benim ahvâlime muttali' olanlar tasdik ettikleri halde; frengîlik nâmýna ve ilhad hesabýna, Türkçülük perdesi altýnda, sahtekâr bir milliyetperverlik suretinde ve hodfuruþluk cihetinde bana tecavüz edenler ve Türk milletini ve milliyetini zehirleyen mülhidler bilsinler ki: Ben millet-i Ýslâmiyenin en mühim ve mücâhid ve muazzam bir ordusu olan Türk milletine binler Türk kadar hizmet ettiðimi, binler Türk þâhiddirler. Ýþte bana Kürd diyen ve ittihâm eden, zâhir hamiyetperverlik gösteren sahtekârlar, bu millete ne gibi hizmet ettiklerini göstersinler. Bu fir'avuncuklarýn enâniyetini kabartan mahviyetkârâne söz söylemek câiz olmadýðýndan, bilmecburiye o mütekebbirlere karþý izzet-i ilmiyeyi muhafaza etmek için, söylenmeyecek ve izhârý münâsib olmayan uhrevî hizmetlerimi Cenâb-ý Hakkýn afvýna güvenerek izhâr ettim. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Said Nursî (Sh: B-231) 195 (Galib'in Fârisî fýkrasý) كِيسْتَمْ مَنْ ُو يَكِى عَاجِزُو بِى تَابُ وَ زَبُونْ { دِلْ حَزِينْ سِينَه ُرْ آلاَمُ وَ سَرَمْ مَسْتِ جُنُونْ اَزْ غَمِ فِرْقَتِ دِلْدَارِ بَسِى ُو يَنْدَمْ { كَسْ نَمِى بُودِ دِلِ زَارِ مَرَا رَاهِنُمُونْ سَالَهَا دَرْ اَلَمِ هَجْرِ َرِيشَانْ بُودَمْ { نَهَ يَكِى يَارِ مُوَافِقْ نَهَ يَكِى جَامِر سُكُونْ رَاهِ بِيهُودَئِ مَنْ ُمْ شُدَه بُودْ آنِ بَانْ { دَرْ سَرَمْ شَوْقِ جُنُونْ بُودْ شَبُ ورُوزِ فُزُونْ عَاقِبَتْ دَسْتِ قَضَا هَادِئِ بِهْبُودَمِ شُدْ { هِمَّتِ زُمْرَهءِ مَرْدَانِ خُدَا جِلْوَ نَمُونْ ِه نَوَا زِشْ كِه : دِلَمْ يَا فِتَه دَرْسَايَهءِ ِىرْ { شُدَمْ اَلْحَاصِلْ اَزْدَوْلَتُ وَلُطْفَشْ مَأْمُونْ بَخْتِ نَاسَازِ مَرَاسَازِئِ اِقْبَالِ رَسِيدْ { دِلِ بِ َارَهءِ مَنْ شُدْ رِفُيُوضَشْ مَمْنُونْ نِيسْتْ عَجَبْ خَاكِ سِيَه لَعْلِ شَوَدْ دَرْ ِيشَشْ { نُورِ حَقَّسْتْ هَمَانْ اِينْ نَهَفِسَانَه نَهَ فُسُونْ دَرْ زَمِينِ اَهْلِ حَقْ اَنْوَارِ تَجَلاَّىِ خُدَاسْتْ { ِيشِشَانْ مَاضِىُ وَآتِى هَمَه يَكْ نُقْطَهءِ نُونْ آنْ ِه مَاضِيسْتْ بِخَوَانَنْدِ بَدِلْ هَمْ ُو كِتَابْ { حَالُ وَ آتِى هَمَه يَكْ شِيوَه شَوَدْ كُفُّ وَ كُمُونْ دِلِ شَانْ آيِنَهءِ آيَتِ لَوْحِ مَحْفُوظْ { زَانْ سَبَبْ نِهَانْ اَزْدِلْ شَانْ كُنْ فَيَكُونْ آنْ ِه دِيدَنْدُو بِكُويَنْدْ خُدَا آمُوزَدْ { آلَتُ وَ قُدْرَتِ حَقَّنْدْ مُكَمَّلْ مَوْزُونْ هَازْ دَرْ نُسْخَهءِ تَوْرَاتْ ثَنَاءِ مَحْمُودْ { هَانْ دَرْ لَوحِ زَبُورْ وَصْفِ مَسِيحَا اَفْزُونْ وَسْفِ اَصْحَابِ مُحَمَّدْ هَمَه دَرْ اِنجِيلَسْتْ { اِينْ ِه بِنِيشْ هَمَه اَزْ وَحْىِ خُدَاىِ بِي ُونْ بَازِدَرْ اَهْلِ وَلاَيَتْ تُوبِينِى اِينْ رَازْ { دَادَ اَزْخَبَرِ آتِى َيَامِ مَقْرُونْ خَبَرِ كُلْشَنِى مِى دَادْ جَلاَلِ رُومِى { شَيْخِ اَكْبَرْ خَبَرِ مِصْرِى دِهَدْ اَمْرِ بَكُونْ اَحْمَدِ جَامْ دِهَدْ اَزْ اَحْمَدِ فَارُوقِى خَبَرْ { مَنْ كُدَامَشْ بِشُمَارَمْ كِه زِاَعْدَادِ فُزُونْ هَرْيَكِى كُفْتَه خَبَرْ رَمْزُو اِشَارَتْ كَرْدَنْتْ { ِيشَيَانْ اَزْ َسِيان دَادَه نِشَانِ سَيَكُونْ (Sh: B-232) بَاخُصُوصْ مَرْدِ خُدَا حَضْرَتِ عَبْدُ الْقَادِرْ { غَوْثِ اَعْظَمْ قُطْبِ دَائِرَهءِ كُنْ فَيَكُونْ َسْ اِشَارَتْ دِهَدْ َازْحَالَتِ آتِى جِهَانْ { هَرْ ِه دِيدَسْتْ بِكُفْتَسْتْ بَيَانِ مَسْنُونْ كُفْتِ دَرْ نَظْمِ تَجَلَّى كِه شَوْمْ حِرْزِ مُرِيدْ { اَزْشَرُو فِتْنَه نِكَهْبَانِ مُرِيدَمْ مَأْمُونْ كَرْدَه اَزْ فِتْنَهءِ جَنكِيزُ وَ هُلاَكُو اِخْبَارِ { بِنْكَرَدْ لِيكِ رُمُوزِ سُخَنَشْ تَابِكُنُونْ خَبَرِ فِتْنَهءِ اِينْ دَوْرِ زُنُطْقَشْ َيْدَا { يَافِتَه اَزْ رَمْزِ اُو اَرْبَابِ يَقِينْ سَرْفُزُونْ فِتْنَهءِ دَوْرِ كِنُونْ ُنْكِه زِحَدْ اَفْزُونَسْتْ { زِشِرَارِ شَرُّ فِتْنَه شُدَه جَيْحُونِ هَامُونْ اَهْلِ دَانِشْ هَمَه سَرْجَيْبِ قَبَا مِيكَرْدَنْدْ { عَرْصَهءِ دِينِ زِمَرْدَانْ شُدَه خَالِى مَشْحُونْ دِيدَهءِ دَهْرِ نَدِيَدَسْتْ بَدْبِينْ دَغْدَغَه هِي ْ { مِى رَوَدْ دُودِ فِرَاتْ خَلْقِ هَمَه تَشْنَه نُمُونْ دَرْهَمَه هِ ْ عَصْرِ فِتْنَهءِ اِينْ دَوْرِ نَبُودْ { اَكْثَرِ خَلْقِ شُدَه حَالِ زَمَانْرَا مَفْتُونْ مُلْحِدَانْ رُوزُ شَبِ اِيجَادِ فِتَنْ مِى كَرْدَنْدْ { زَهْرِ خَنْدَ نَكُنَدْ بَلْكِه بِكِرْيَدْ مَجْنُونْ بَرْبَدِينْ فِتْنَه اُوشَرْ حَضْرَتِ اُسْتَادِ سَعِيدْ { جَبْهَه بِكِرِفْتْ خُوشَامَرْدِ سَعَادَتْمَقْرُونْ تِيغِ سَرْتِيزِ شُدَه دَرْكَفِ اوُ ُنْكِه قَلَمْ { كِلْكِ اُوزْمَرْهءِ اِلْحَادِ هَمَه كَرْدَه زَبُونْ هَيْبَتِ دِينِ زِكُفْتَارِ خُوشَشْ َيْدَا شُدْ { هَرْكِه اِينْ نُورِ نَبِنَدْ شَوَدْ اِذْ عَانَشِ دُونْ كِلْكِ اُوسْتَادِ اَزْلَدُُنْ بَسْطِ حَقَائِقْ مِيكَرْدْ { تَا اَبَدْ اَزْفَيْضِ عَيَانَشْ هَمَه جَانْ نُورِ عُيُونْ (لاَتَخَفْ قُلْهُ) بِفَرْمُودِ مَكَرْ حَضْرَتِ غَوْثْ { دَرْحَقِّ حَضْرَتِ اُسْتَادِ شَوَدْ اَصْلِ مُتُونْ حَبَّذَا رَمْزِ كِه كُفْتْ حَضْرَتِ عَبْدُ الْقَادِرْ { نِعْمَ ذَا نُطْقِ كِه كَرْدَسْتْ سَعِيدْ سَعْدِ نُمُونْ آنْ كِه دِيدَسْتْ َسَنْدَسْتِ بَيَانْ مِى كَرْدَسْتْ { حَقْ َسَنْدَسْتِ شَوَدْ تَشْنَهءِ فَيْضَشْ اَفْزُونْ بَعْد زِينْ غَالِبِ بِي َارَه دُعَامِى كُويِيمْ { بَادِ رَاضِى زِسَعِيدْ ذَتِ خُدَاى بِ ُونْ هِمَّتَشْ عَالِىُ وَ فَيْضَشْ هَمَه اَعْلاَ بَادَا { بِدَهَدْ حَضْرَتِ حَقْ نَشْئَهءِ غَيْرِ مَمْنُونْ تَافَلَكْ دَائِرُو اِينْ اَرْضِ هَمِى شُدْ سَائِرْ { عَظَّمَ اللّهُ لَهُ اْلاَجْرَ وَ قَرَّتْهُ عُيُونْ غَالِبْ (Sh: B-233) (Galib Bey'in Fârisî fýkrasýnýn tercümesi.) l- Kimim ben? Ben, gönlü kýrýk, sînesi dertlerle dolu, baþýnda delilik sarhoþluðu (olan) âciz, güçsüz zavallý biriyim. - Gerçek dosttan (sevgiliden) ayrý olmanýn üzüntüsünden çok gezip dolaþtým, (lâkin), benim inleyen gönlüme yol gösterici (rehber) kimse yoktu. 3- Yýllarca ayrýlýðýn eleminden periþandým, ne kafamýn dengi bir dost, ne de sükûnet verecek bir (mârifet) kadehi (vardý). - Günden güne gidiþatým daha da çýkmaza giriyordu, (öyle ki), gece gündüz baþýmdaki cinnet arzusu artýyordu. - Neticede, (Allah'ýn) takdir eli iyiye, doðruya gitmeme hidâyet etti, Allah dostlarýnýn himmeti yüz gösterip imdada yetiþti. 6- Gönlüm pîrin sayesinde huzur buldu, hulâsa onun lûtuf ve inâyetinin saadetine nail olarak emniyete kavuþtum. - Bahtsýzlýðýma, iyi tâlih imdada yetiþti, bîçâre gönlüm onun feyzinden memnun oldu. - Onun nazarý ile kara toprak yâkuta dönüþürse garipsenmez, (zira), onun bu nazarý, Hakkýn nurudur, efsane ve sihir deðildir. 9- Ehl-i Hak zemininde, Allah'ýn tecellisinin nurlarý vardýr, geçmiþ ve gelecek onlarýn nazarlarýnda bir "nun" un noktasý gibidir. - Geçmiþte olaný, gönüllerinde bir kitap gibi okurlar, hâl ve gelecek hepsi ayný þekilde, onlarýn derûnundadýr. - Onlarýn gönülleri, Levh-i mahfuzda (mevcut) âyetlerin aynasýdýr, o sebebden "ol" (deyince) "olur" sýrrý gönüllerinde gizlidir. l2-Gördüklerini ve söylediklerini (onlara) Allah öðretiyor, (onlar), Hakk'ýn mükemmel ve ölçülü kudreti ve âletidirler. - Ýþte Tevrât sahifelerinde Mahmud'un övülmesi ve iþte Zebûr sayfalarýnda Mesih'in ziyâdesiyle vasfý. - Hz. Muhammed'in ashâbýnýn vasfý hepsi Ýncil'dedir, hepsi eþi ve benzeri olmayan (Allah'dan gelen) ne güzel görüþlerdir. (Sh: B-234) 15-Bu sýrrý, Ehl-i velâyetten her zaman görürsün, gelecekten ve hâlden haber vermiþlerdir. - Celâl-i rumî, Gülþenî'nin haberini veriyordu, Þeyh-i Ekber ise, Mýsrî'nin haberini verir... - Ahmed-i Câmî, Ahmed-i Fârukî'den haber veriyor, ben hangisini sayayým, zira, sayýlmayacak kadar çoktur. 18-Herbiri bir haber söylemiþ, remz ve iþâret vermiþlerdir, eskiler, sonra gelenlerden "olacak" diye müjde verdiler. - Özellikle, Allah adamý Hz. Abdülkadir, Gavs-ý A'zam, "ol" der "olur" dairesinin kutbu, cihânýn geleceðinin haberini vermiþ, her ne görmüþ ise münasib bir beyanla söylemiþtir. 21-Parlak bir nazýmla, "kötülük ve fitneden müridimi koruyan emin bir sýðýnak olurum" dedi. - Cengiz ve Hülâgû'nun fitnesinden bahsetmiþ, Onun sözünün remzi günümüze kadar bakýyor. - Bu devrin fitnesinin iþâreti, Onun sözlerinden anlaþýlýyor. Yakîn ehli, Onun remzinden birçok sýr bulmuþtur. 24-Bu devrin fitnesi, haddinden fazla olduðundan dolayý, kötülerin þer ve fitneleri Hâmûn (çölünün) Ceyhûn (nehri)'u gibi olmuþ. - Ýlim ehli, hepsi derin derin düþünüyorlardý, din sâhasý Allah dostlarýndan bomboþtu. - Feleðin gözü, (böyle) bedbinlik dolu bir kargaþa (ortamý) görmemiþtir. Fýrat nehri akýp durduðu halde, halkýn tümü susuz görünüyor. 27-Hiç bir asýrda, bu asrýn fitnesi mevcut deðildi, halkýn çoðu asrýn (kötü) gidiþâtýna kapýlmýþtý. - Mülhidler gece gündüz fitne çýkarýyorlardý, Mecnûn gülmez, aksine, aðlardý. - Bu fitne ve þerre karþý Hz. Üstad Saîd, cebhe aldý, saâdete yakýn ne mutlu insandýr O. (Sh: B-235) 30-Onun elindeki kalem, ucu keskin olmuþ kýlýç gibidir, Onun kalemi, mülhidler güruhunun hepsini zebûn ve perîþân etmiþtir. - Dînin heybeti, Onun hoþ sözlerinden (yeniden) ortaya çýkmýþtýr. Bu nuru görmeyenin anlayýþý kýt olur. - Üstad'ýn kalemi, Ýlm-i Ledün hakikatlerini açýklýyordu. Onun açýk feyzi, tâ ebede kadar, bütün canlýlarýn göz nurudur. 33-Hz. Gavs, meðer "korkma onu söyle" diye buyurdu, (bu söz) Hz. Üstad hakkýndaki metinlerin aslý olur. - Hz. Abdülkadir'in söylediði remz ne güzeldir, sa'd yýldýzý görünümünde olan Said'in yapmýþ olduðu beyân ne güzeldir. - Görüp beðendiði þeyi beyân ediyordu. Hakký beðenen (ve tutan) Onun feyzine fazlasý ile teþnedir. 36-Bundan sonra, ben bîçâre Gâlib dua ediyorum, benzeri olmayan Hudâ'nýn zâtý, Said'den râzý olsun! - Himmeti yüce, feyzi daima en yüce olsun! Hz. Hak, Ona kesintisiz bir neþ'e versin! - Felek döndükçe ve bu arz hareket ettikçe, Allah Onun ecrini yüceltsin ve gözü aydýn olsun! Gâlib 196 (Âsým Bey'in fýkrasýdýr.) Otuz Birinci Mektubun Dördüncü Lem'asý olan (Minhâcü's-Sünne) elhak çok kýymettar ve emsâli bulunmayan risale-i þerifedir. Takdir ve tahsine bihakkýn elyak, medih ve senâya þayeste olup, ne kadar medih edilse, yine azdýr. Her gören ve her okuyan ve dinleyen meftun oluyor. Hattâ meþrebçe alevîlik, sünnîlik cihetinde müfrit olanlar bile, son derece takdir etmektedirler. Müfrit meþreblerin birbirine karþý adamlarý dahi, hiç itiraz edemeyip münakaþa kapýsý açamýyorlar. Âsým (Sh: B-236) 197 (Ahmed Husrev'in fýkrasýdýr.) Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin meþrebini îzah edip, noksaniyeti beyân eden nurlu beyanatýnýzdan çok istifade ettim. O mes'eleye ait evvelki dersinizden anlayamadýðým cümleler ve karanlýk noktalar, bu def-a baþka bir tarza çevrilerek karþýma çýktýðýný hissettim. Ve güzel yüzlü hakikatlarýný görmeye baþladým. Elhak çok tefeyyüz ettim. Kardeþim Re'fet Bey'le beraber okuduk. Üstadýmýza minnetdarane teþekkürler ettik. Cenâb-ý Hak, size lâyýk olduðnuuz ecr-i kesîri ihsân etsin. Âmin. Ahmed Husrev 198 (Babacan Mehmed Ali'nin fýkrasýdýr.) Ey benim ruh-u câným Üstadým Hazretleri! Size karþý hakkýyla talebelik vazifesini îfa edemiyorum ve Risale-i Nur'a tam hizmet edemiyorum. Çünki Risale-i Nur'la tezâhür eden kuvvet ve kudret, zekâvet, esrar ve envârý düþündükçe, tefekkür ettikçe kendimden geçip, bîhûþ kalýyorum, öyle yüksek yerlere çýkamýyorum. Ýnþâallah Cenâb-ý Hakkýn izni ile, kullarýna bahþetmiþ olduðu en kýymetdar cevahirden bin kat ziyade kýymetli bulunan Kur'ân-ý Hakîm'in sýrlarýný izhâr eden risalelerden gücüm yettiði kadar istifadeye çalýþacaðým. Gündüz derd-i maiþetle vakit bulamadýðýmdan, gecenin bir kýsmýný O Nurlarla ýþýklandýracaðým. O Nurlarý yazdýkça kalemim, kalbimde gayet þirin ve ruhânî bir sevinç hissediyorum. Cenâb-ý Hakk'a nasýl hamd ve þükredeceðimi bilemiyorum. Bazan o Risale-i Nurun envârýna karþý ihtiyarým elimden gidiyor. Gafletli geçmiþ zamanýmý düþündükçe mahzun ve mükedder bulunuyorum. Bu Nurlarý bulduktan sonra istikbalimi gördükçe kahkaha ile gülüyorum, ferah oluyorum ve müferrah oluyorum. On beþ senedir böyle bir hizmeti arzu ediyordum. Dünyanýn çok safahat-ý hayatýný ve zevkiyatýný gördüm. Bu ebede karþý arzuyu tatmin ve iþba' etmiyordular. (Sh: B-237) Ýþte tam o arzuyu tatmin ve te'min edecek gýdayý Risale-i Nur'da buldum, elhamdülillâh. Þimdiye kadar nefsim dünyanýn zâhirî zevkelerine kapýlmýþ ve beni diðer bir âlemin zindanlarýna kadar sevk etmeyi kurmuþ ve bir derece muvaffak olmuþtu ve bana binmiþti. Þimdi وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ olan Cenâb-ý Mevlâ ve Tekaddes Hazretlerine hadsiz hamd ve þükrediyorum ki, Said isminde bir zâtýn vasýtasiyle esrar-ý Kur'âniyeyi benim imdadýma yetiþtirdi. Nefs-i emmarenin o beliyyesinden kurtuldum. On beþ senedir hakikata giden yolu aramak için, çok kapýlar çaldým. Çoklarýnda dünyaya aid zinetleri gördüðümden geri çekildim. Felillâhil hamd tam bir kapý buldum. Cenâb-ý Hak beni o kapýya tam bir hizmetkâr yapýp sebat versin. Bu zulmetli asýrda hakâik-ý îmaniyenin envârýný neþreden Risale-i Nur, ne derece parlak olduðu ve herkese menfaatli bulunduðu inkâr edilmez. Ýnkâr edilse bilmemezlikten ve anlamamazlýktandýr. (Anlayana sivrisinek saz gelir, anlamayana davul zurna az gelir.) Cenâb-ý Hak gözlerimizin perdelerini kaldýrsýn, hakâiký hakkýyla bize göstersin, âmin. Babacan Mehmed Ali 199 (Binbaþý Âsým Bey'in fýkrasýdýr.) Muhterem Üstadým Efendim! Her def'a olduðu gibi bu kerre de nâmüstehak olduðum halde hakk-ý fakirânemde lütuf ve ibzâl buyurulan iltifatât-ý bînihaye bu fakiri mestediyor. Ne yapacaðýmý þaþýrýyorum. Ancak Cenâb-ý Lemyezel Hazretlerinin lütf u kerem ü ihsânýna hamd ü þükr ü senâ ederek risale-i þerifelere sarýlýyorum. Ve lezzet alýp, siz Üstadýmý karþýmda ve yanýmda bulup mütehayyir ve mütefekkir olarak bahr-i sürura dalýp gidiyorum. Ve bu halin devam ve tezyîdini eltaf ve inâyet-i Sübhâniyeden niyâz ediyorum. Nasýl etmiyeyim. Yâ Hazret! Fakire bunca iltifattan baþka hele bu def'aki lütufnâmelerinin baþýna çok tavsiften sonra "Hizmet-i Kur'âniyede kuvvetli arkadaþým ve tarîk-ý hakta ve ebed yolunda enîs yoldaþým" kelimât-ý lâtifesi, bu cihan kýymet kelâmlarýnýz, benim gibi fakir, hakir, muhtaç bu (Sh: B-238) kardeþinize karþý ibzâl ve himmet buyurulmasý, sizin büyüklüðünüze ve daha doðrusu Gavs-ý A'zam Þeyh Geylânî (Kuddise sýrruhü'l-alî) Hazretlerinin teveccüh, dua, himaye ve muhafazasý olduðuna nasýl îman etmiyeyim. Nasýl ki, bu def'a Gavs-ý A'zamýn ihbârât-ý gaybiyesi risale-i þerifesini gördüm, okudum, yazdým. Gavs-ý A'zam, a'zam-ý aktâb olduðunu bilir ve kalben tasdik ederiz ve ziyade muhabbet etmekte iken, bu def'a bu kanâat, bu muhabbet tasdikýný, kat ender kat ziyadeleþtirdi ve takviye etti. Ve Hazret-i Þeyhe îman ve muhabbetimi habl-i metîn ile baðladý. Nasýl baðlanmayayým? Bu keramet ve ihbar-ý gaybiyesi ki, hakikat fýþkýran ve ruha hayat bahþeden Sözler'i söyleyen, haber veren öyle bir sahib-i menba'-ý kerâmât ve hakikat olan Hazret-i Gavs-ý A'zam, üstadýmýn Üstadýdýr. Ýþte bu keyfiyet, Üstadýma olan incizab, merbutiyet ve teslîmimi bir kat daha tarsîn etti ve yýkýlmaz ve tahrîb edilmez bir kal'a hükmünü aldýrdý. Madem bu fakir, bu muhkem kal'adayým. Hariçten ve hiç kimseden pervâm yok. Ve hâricin taarruz ve kýyamýna da mukabil taarruz ve hücumlar his ve kuvvetini elde ettim. Lütuf ve inâyet-i Bârî ile, Gavs-ý Â'zam'ýn teveccüh ve duasýyla siz üstadýma kavuþtum. هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّي Bârî-i Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinden dilerim ve niyaz ederim ki, âhir ömrüme kadar bu yolda hatve-endâz olayým ve buyurulduðu gibi "sýddýk, fedakâr, hakikî âhiret kardeþiniz ve hizmet-i Kur'âniyede kuvvetli arkadaþýnýz ve tarîk-ý Hakta ve ebed yolunda enîs yoldaþýnýz" olmaða bihakkýn kesb-i istihkak ve liyâkat edeyim. وَمِنَ اللَّهِ التَّوْفِيق Yâ Üstad-ý ekremim! Size yani Risale-i Nur'a hüsn-ü hat ve daha doðrusu tâzim, tekrim, hürmet, samimiyet, muhabbet ve teslimiyetimin binde birini takdim ediyorum. Âciz kalemim ve lisaným, hissiyat ve ruhumun tercümaný olamýyor. Ruhumun siz Üstadýma karþý incizab ve mahbubiyeti, yüzde beþ þahsýnýza karþý ise, doksan beþi neþr-i envâr-ý hakikat ve dellâllýðýnda (Sh: B-239) bulunduðunuz Kur'ân-ý Hakîm þerefine tâzim ve tekrimdir. Öyle kanaat ve imaným var ki, sizin nur ve hakikat fýþkýran Sözler'iniz, Kur'ân-ý Hakîm'den muktebes tefsîridir. Takdir, tahsin, medih ve sitâyiþ etmeyen ve muhabbet ve merbutiyet beslemeyen insan deðildir ve dah adoðrusu merdud-ý Ýlâhî ve Peygamberî olanlardýr. Cenâb-ý Hâlik-ý Lemyezel Hazretleri bu gibileri de tarîk-ý hakký nasîbedar eylesin. Âmin bihrmeti Seyyidi'l-Mürselîn. Sevgili Üstadým! Hemþirenizin hastalýðýnýn had devresi geçmiþ. Evvelce arz etmiþtim. Yüzde yirmisi mevcuddur. Henüz yataktan kalmadý. Kuvvet ve iktidarý yok. Namaz kýlabiliyorsa da vücudu titremekte ve arasýra ârýzaya mâruz kalmaktadýr. Lehülhamd ve'l-minne, çok þükür Cenâb-ý Hakkýn lütuf ve keremine ve bugününe. Mâzinin sýkýntý ve elemi geçti. Hâl-i hâzýrýna þükür ve istikbale tevekkül ile meþguldür. Ve siz üstadýma dualar ediyor ve diyor ki:^"Þu nur ve hakikat-i Kur'âniye risale-i þerifeleri imdadýma yetiþti." hele Otuz Birinci Mektubun Ýkinci Lem'asýndaki sabýr ve tahammül ve þükür bahsine o kadar baðlanmýþtýr ki, mezkûr risale-i þerifeyi evvel ve âhir ve bilhassa hastalýðý sýrasýnda müteaddiden fakire okutmuþ ve Cenab-ý Hakka hamd ü senâ etmiþ ve diðer Üçüncü Lem'ayý ve sâir risale-i þerifeliri okutup dinlemekte ve göz yaþlarý dökmektedir. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Bunlar ve diðer Risâle-i þerifeler hakikat fýþkýran, nurlar saçan bir feyizdir. Þu kadar diyebilirim ki, ehl-i dalâlet ve bid'alarýn en ileri gidenleri ve mülhidlerin en þeni'lerini bile îmana getireceðine kanâatým var. Yeter ki ruhuna nüfuz edebilsin. Çok þükür sevgili Üsdamýzýn sayesinde ve teveccüh ve duasýyla bu Nurlardan mütenevvir ve mütena'im oluyoruz. Hele Gavs-ý A'zam Þeyh Geylânî Hazretlerinin kerâmât ve ihbârât-ý gaybiyesini hemþîreniz o kadar lezzet ve muhabbetle dinliyor ki, üç sene evvelisi hastalýða tutulduðu vakit, o halinde ve kýsmen aklý baþýnda olmadýðý zamanlar bahçede aðaçlarýn dallarýný tutup, "Yâ Abdülkâdir-i Geylânî, Yâ Veysel Karânî, meded!" diye baðýrýp sallanýyordu. Bu defa kerâmât ve ihbârât-ý gaybiyesini mufassal surette görmeye (Sh: B-240) muvaffak oldu. Bu risale-i þerife, fakire de ziyadesiyle te'sir etti, sürur ve gözyaþlarýný akýttý ve akýtmakta sa'y ü gayret etti. Muhabbet ve þevkimi arttýrdý. Þükrümü nasýl îfa edeceðimi bilemiyorum. Hâlik-ý Lemyezel Hazretlerine karþý vazife-i ubudiyetim noksan, iki cihan serveri Seyyidi'l-Mürselîn Fahr-i Âlem (Sallâllahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize karþý ümmetlik vazifesinde kusur ve noksaným ziyade ve hizmet-i Kur'âniyeye karþý bihakkýn sa'y ü gayret ve çalýþmakta kusur ve noksaným çok olmakla beraber, fakiri siz Üstadýmla beraber bulundurup, hâdim-i Kur'ân kardeþlerle birleþtirip hizmet-i Kur'âniyeden -velev ki bir bahr-i ummandan bir katre olsun- fakire hisse verilse, kendimi mes'ud ve bahtiyar addederim. Hamd ü senâ ve þükrüme hadd ü pâyân göremem. Bütün okuduðum arkadaþ ve kardeþlerin hepsi hep takdir ve tahsin ve tasdik ediyorlar ve kanaat-ý kâmilede bulunuyorlar. Hizmet-i Kur'ân'a þevk ve gayretleri tezayüd ediyor ve bu kafilede ve bu dairedekilere gýbta ediyorlar. Cenâb-ý Hâlýk ümmet-i Muhammed'in (A.S.M.) kalblerine ilham versin, ruhlarýný nurlandýrsýn, saadet-i dâreyn ihsan buyursun. Kardeþiniz, fakir ve muhtaç Âsým 200 (Vezirzade Mustafa'nýn fýkrasýdýr.) Üstadým! Beþ vakit namazdan sonra, hakk-ý fâzýlânelerinize duacýyým ve duanýzý rica ediyorum. Mesleðinize ve neþrettiðiniz Risale-i Nur'a karþý, hissiyatýmý dilimle beyan edemiyorum. Ben ümmîyim, sair kardaþlarým gibi ifade-i meram edemem. Fakat felillâhilhamd, kalb ve ruhum Risale-i Nur'un te'sirâtýyla intibaha gelmiþler. Kalbimin intibahýný rü'yalarýmla anlýyorum. Zaten bu gaflet ve zulmet zamanýnýn yakaza âlemini, aðýr bir uyku âlemi ve uyku âlemini ise, bir derece yakaza âlemi görüyorum. Onun için siz Üstadýma karþý rü'yalarýmla size arzediyorum. (Sh: B-241) Ýþte, bu rü'yamýn hülâsasý þudur ki: Bir camide sizinle beraber bulunuyoruz. Avlusunda bazý talebe arkadaþlarýmla temizlik yapýyoruz. Bir otomobil zuhur etti. Mescidin yakýnýnda duruyor. Ýçinde Resûl-i Ekrem (A.S.M.) bulunuyor. Sonra bir dere açýldý, fâsýla verdi. Tabirini siz Üstadýma havale ediyorum. Yalnýz ben bundan hissediyorum ki: Resûl-i ekremin (A.S.M.) Sünnet-i seniyyesini ihyâya çalýþan ve neþreden Risale-i Nur, Resûl-i Ekrem'in (A.S.M.) takdir ve tahsînine mazhar olmuþ ki, imdâd-ý ruhânî ile camimiz olan bu vilâyete mânevî teþrif etti. Fakat ehl-i dalâlet desiseleriyle, sünnet-i seniyye hizmetkârlarýný müþevveþ ediyorlar. Üstadlarýyla görüþmemek için mâniler teþkil ediyorlar. Ýkinci rü'yamýn hülâsasý þudur ki: Bir mezaristanýn nihayetlerinde kesretli harmancýlarýn buðday savurduðunu ve ileride iki kapýlý muhkem bir kal'a gibi yapýlmýþ bir saray içinde Hazret-i Gavs-ý Geylânî oturmuþ, gayet kalabalýk insanlar varmýþ gördüm. Ziyaret ettim. Tâbirini siz Üstadýma havale edip fakat, bundan hissediyorum ki, mezaristan geçmiþ zamandýr. O harmanlardaki kesretli buðdaylarý savuran, bu zamandaki Risale-i Nurun nâþirleri ve talebeleridir ki, ruhlarýn mânevî rýzkýný yetiþtiriyorlar. Hakikat tanelerini evham ve hayâlet samanlarýndan tasfiye ediyorlar. bu talebelerin, Üstadýnýn en mühim bir Üstadý olan Hazret-i Gavs-ý Geylânî, muhkem kal'a gibi bir sarayda oturduðunu ve onlara üstadlýk ettiðini ve o etrafýndaki kalabalýk da ve kendi fazla meþguliyeti keramet-i Gavsiyyesiyle izhâr ettiði gibi, Risale-i Nur talebelerine karþý himmet ve duasýyla fazla meþgul olduðunu fehmediyorum. Ümmî talebeniz Mustafa 201 (Hâfýz Ali'nin fýkrasýdýr.) Muhterem Üstadým! Birinci, Ýkinci Sözler çok ellerde dolaþtýklarý için, okunmaz bir halde idiler. Keza, istinsah ettim. Kalbime geldi ki, acaba þu Ýslâm (Sh: B-242) ve Ýman hücceti olan Sözlerde bir sýrr-ý tevâfuk var mý diye baktým, gördüm, اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى dedim. Anladým ki, Risalelerde umumiyetle bir kitle-i i'caz ve þems-i sermedînin sönmez bir ziya-yý hakikatý görünüyor. Nasýl ki, Kur'ân-ý Hakîm bütün dünyaya, ins ve cinne bin küsur seneden beri nida edip, düþmanlarýný iskat ve dostlarýný müferrah edip, hükmü, kýyâmete kadar bâkidir. Öyle de, Kur'ân-ý Hakîmin hakikî müfessiri olan risale-i Nur ve eczalarý, bu zulümatlý perdelerin altýnda kendilerini gösterip, neþr-i envâr ettikleri gibi inþâallah bir zaman olacak, zulümat perdelerini yýrtarak, bütün dünyaya hitap edip, Kur'ân-ý Mu'cizi'l-Beyânýn mu'cize-i bâhiresini isbat edecektir. Cenâb-ý Hak ilâ yevmi'l-kýyâm neþr-i envâra hizmet eden hâdimlerinin teksirini ihsân buyursun. Hâfýz Ali 202 (Hâfýz Ali'nin fýkrasýdýr.) Üstad-ý Âlîþâným Efendim Hazretleri! Onbir nükteyi hâvi Mirkatü's-Sünne'yi istinsaha muvaffak oldum. Bu ziyâdar lem'a þu zamanda þirk ile îmanýn ve kötü ile iyinin temyiz ve tefriki için öyle bir cevher miheng ki, memduhu gibi gözler hakikatýný görmekde ve akýl hakikatýna ermekte hayrân ve âcizdirler. Zaten þu zamanýn pek þiddetli zulümatýný yýrtacak, zýddýnýn pek fevkýnde bir nûr-u lâyezâlî, Cenâb-ý Hakk'ýn rahmetinden ümid edilirdi. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى O nur, bilfiil Nurdan nebeân ettiði, har aklý baþýnda olanlarca görülüyor. Deðil böyle en büyük bir hakikatý izah ve tefsir eden bir risale, hattâ bir ferdi îkaz için yazýlan bir mektubun bile, her meþrebe bakar bir gözü, herkese yarar bir sözü bulunuyor. Ey aziz Üstad, bizler nasýl þükretmeyelim, nasýl minnettar olmayalým ki, Cenâb-ý Hak, þiddetli muhtaç olduðumuz dünyanýn o koca güneþi gibi, Kur'ân güneþinin hakikî bir müfessirine bizleri kavuþturdu. Nasýl salât ü selâm olmasýn ki, ol Hazret-i sipeh-sâlâr-ý Enbiyâ olan, Þâh-ý Levlâke ki, bizlerin görmez gözlerimizi nur ile (Sh: B-243) þu'ledâr edip, tarîk-ý müstakîme sevk eyledi. Nasýl duâgû olmayalým, ol hazret-i dellâl-ý Kur'ân'a ki, isyanýmýza bakýp, bizleri, halka-i irþâdýndan hariç ve hâl-i aslîmizde býrakmadý ve inþâallah iki cihanda da býrakmayacakdýr. Sevgili Üstad, her iki parçayý istinsah ederken, kalbime geldi ki, asýllarýný taklid etmeyeyim. Zira, üzerlerinde zâhir olan ezhâr-ý tevâfuku, cilve-i bedâyi baþka tarzda kendini nasýl gösterecek dedim. Ve takdîm-i âcizânem olan iki nüshadaki san'at-ý bedîa, akýl ve istidad-ý beþerden pek uzak bir tarzda gûya tezgâhýnda ölçülerek, biçilerek, her harfi bir vezn-i kasdî ile zuhur ettiðini gösteriyor. Þu zamanýn akýldan uzak eblehlerine mânen diyorlar ki, bizim hâlen üzerimizde tecelli eden cilve-i cemâli, aklýnýzla ölçemezsiniz. Yalnýz gözleriniz varsa görebilirsiniz. Evet, baharda zeminin yüzünde san'at-ý Rabbâniye ile her tarafta sündüs misâl çiçeklerin açýlmalarý; cüz'i þuuru olan kimse, bir kâdir-i mutlak olan Zât-ý Zülcelâl'den baþkasýna veremez. Öyle de, Risaleler umumiyetle Kur'an ömrünün asýrlar, senelerinden ondördüncü asýr nevruz-u sultânî misillû bir baharý taþýyorlar. Arý kadar aklý olan, bu baharda bu çiçeklerden istifade etmezse ne denir? Ve koca baharý görmeyen ehl-i basirete ne denir? Ve görüp de kendini kýþda zemherine atana ne denir?. Heyhât... Kendine zîþuûr ve ehl-i zikir ve ehl-i basiret süsü verenlere... Var ol, ey sevgili Üstad! Sen bu Kur'ânî elmaslar ile, o koca baharýn mübeþþirisin. Cenâb-ý Hak, maksud ve muradýnýza nâil buyursun. Âmin duâsýyla dest ü dâmen-i muallâlarýný öperim Efendim Hazretleri. Fakir talebeniz Ali Sâlifü'z-zikr eserler hakkýnda bir arizacýk da bu fakir ve âciz talebeniz takdîm-i huzur-u fâzýlâneleri niyetinde isem de, esasen emel ve gayelerimiz bir olduðu için, Hâfýz Ali Efendi Kardaþýmýn þu mektubunun meâlini tekrar ile iktifa eylediðimi arz ve hâk-i pây-i ekremîlerini öperim Efendim. Pür-kusur talebeniz Hulûsi-i Sâni (Sh: B-244) 203 (Hulûsi Beyin fýkrasýdýr.) Aziz ve Muhterem Üstadým! Nurlarýn intiþarýnda berk gibi bir sür'at lâzým gelirken, cüz'î bir betâetten her zaman esefle bahsettiðim, malûm-u âlîleridir. Yakýn vakitte bazý müþtaklar daha, söz dairesine iltihak ettiler. Kalbime gelen bir ihtarla keyfiyet-i intiþarý düþündüm ve þu hakikatlarý hissettim. Hattâ kâni oldum. Mübârek Sözler ve Mektublar tamamen olmasa bile bu muhitte de hem de yazýlmadan hayli intiþar etmiþler. Civar diðer vilâyet kazalarýnda bu âsârý görmek ve iþitmek isteyenler çok varmýþ. Fesübhânallah, bu kadar cüz'î ve nâkýs hizmetten, bu derece faide elde edilmesi de gösteriyor ki, bu Sözler ve Mektublar hakikaten "Nur" isminin tecellileridir ki, suhuletle intiþar ediyorlar. Bu hâl karþýsýnda hayretle tefekkürde iken بِسْمِ اللَّهِ i ismini alan Birinci Söz, hâtýrýma getirildi. Ve þöyle düþünmeye baþladým. Dünyaya arkasýný çeviren Üstad, Hazret-i Gavs'ýn teþvikiyle belki delâletiyle Kur'ân'ýn gayr-ý mekþuf bir hazinesinde بِسْمِ اللَّهِ ile giriyor, Kur'ânî tarlaya بِسْمِ اللَّهِ diyerek Sözler tohumunu ekiyor, Fürkânî bahçeye بِسْمِ اللَّهِ diyerek Nurlu Mektublar çekirdeðini dikiyor. Emr-i Ýlâhîye imtisalen ekilen tohum ve dikilen çekirdeklerin inkiþaf ve intiþarlarý þübhesiz hârika-âsâ olur. Birinci Sözdeki temsilde seyahat eden mütevâzi zat, tamamen Üstadýmýzdýr. Nebat, aðaç ve otlarýn ipek gibi yumuþak kök, damarlarý nasýl بِسْمِ اللَّهِ te'sîriyle, yer altýnda sert taþý topraðý delip, geçiyorsa aynen onun gibi بِسْمِ اللَّهِ ile mevki-i intiþara vaz' olunan Sözler de, hârika bir tarzda arza yayýlýyor. Ve en münevver ve mükemmel meyve olan beþerin mü'minlerinin kalblerine nüfuz ediyorlar. Bu bid'atlarýn kesreti ve muharriblerin bolluðu devrinde بِسْمِ اللَّهِ ile gars olunan nur fidanýnýn yapraklarý (Sh: B-245) olan, diðer Sözler ve Mektublarla, bu kudsî fidanýn dal ve budaklarý olan Hizbü'l-Kur'ân ve bu hizbin esasý ve seyyidi olan Muhterem Üstad da bir hýfz-ý gaybiye mazhar bulunuyorlar. Þems-i Risaletten gelen Kur'ânî Nurlarýn evvelen Üstada ve buradan da biz bîçârelere, bizlerden de diðer müþtaklara ilh... intikal etmekte olduðunu tasavvur ettim. "Elhamdülillâh" dedim. Mühim bir rü'yamda arz ettiðim vecihle, Sözlerinizin mü'minlere intiþarýna küçük cemaatýnýz inâyet-i Ýlâhî ile âhize, vâsýta olmuþlar. كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِاِذْنِ اللّهِ sýrrýna mazhariyetle mânevî galebeyi te'min, merkezdeki mürþidlerine müteveccih ve mürâkib küçük bir halka-i tevhidi teþkil edenler gibi, bu küçük cemaatinizin her biri arkasýnda, bir nisbet-i mütezâyide-i muntazama ile artan, mahrut þeklinde zümre-i muvahhidîni görür gibi oldum. اَللَّهُ اَكْبَرُ dedim. Bu kudsî tasavvuru kardaþlarýmýza aþaðýdaki levha ile daha ziyade îzaha çalýþacaðým. Bu nurlu tefekkür, bana büyük bir ümid bahþetti. Muallim Cudî'nin kasidesindeki þu mýsra'ý da derhatýr ettirdi. Bir kýbleye baðladý kulûbu Cem'etti kabâil ve þuûbu Mevlâya muhabbeti müsellem Sallâllahü aleyhi ve sellem. (Hâþiye): Ýþte, ittiba'-ý sünnete pek büyük ehemmiyet veren muhterem Üstadýmýz da, bu asýrda اَلْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ اْلاَنْبِيَاءِ sýrrýnca, içlerine saçýlan nifak tohumu yüzünden, her gün biraz daha tevhidi býrakanlarý, bir kýbleye baðlamak için, Sözler ve Mektubat namýndaki Nurlu eserlerle ehl-i îmaný irþâda çalýþýyor. Küffâra, hatta cin ve þeytanlara dahi, mebde'-i nüzulündeki gibi, nusus-u Kur'âniyeyi ilân ediyor. Mahfî i'câzý izhar ediyor. (Hâþiye) Hulûsi'nin tekerrür etmiþ min haysü lâ yeþ'ur bir kerâmet-i ihlâsiyesi þudur ki: Yeni yazýlan ve daha ona gönderilmeyen Risaleleri, mevzuunu teþkil eden bir esasý mektubunda yazar. Âdeta istiyor. Çok defa olduðu gibi þimdi de, ittiba'-ý sünnete dair Mirkatü's Sünneye sarih bir surette bir hiss-i kablel vuku' ile taleb ediyor. Said (Sh: B-246) Vahdettü'l-Vücûda dair olan Risaleyi mühim zatlara okuduktan sonra, bir sevk-i mânevî ile ihtiyorsýz bir yere daha gittim. Orada vahdetü'l-vücud meþreb sahibi âlim bir zâtý hâzýr buldum. (Not) Vahdetü'l-vücud hakkýndaki mektubu okudum. Daha doðrusu ihtiyarsýz olarak okudum. Müstemi' olan o mühim âlim, bidayette cüz'i itiraz parmaðýný uzatmak istedi. Sonuna kadar dinlemesini ihtar ettim. Tamamen okuduktan sonra, o zat hayretinden Sözlerin büyüklüðünü ve "Bu zamanda böyle büyük kelâmý, acaba kim yazabilir?" diye, meraký ve suâli üzerine, Kur'ân'ýn feyzine mazhar olan Üstadýmýzý haber verince, o zat tamamiyle arz-ý teslimiyet eyledi. Ýþte, ihtiyârým olmayarak bu acib tesadüf ve teslimiyette, kader-i Ýlâhînin bu cilvesi, dâvamýza sâdýk bir bürhan ve tesadüf oyuncaðý olmadýðmýza büyük bir delildir. اِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ Hulûsi 204 (Bu gelecek iki fýkra ikinci Sabri olan Hâfýz Ali Efendi'nindir.) Bu def'a istinsahýna muvaffak olduðum Yirmi dokuzuncu Sözü istinsahým esnasýnda Ýkinci Esas'ýn Medarlar namýyle, "biner mumluk elektrik lâbmalarý" hizasýna geldiðimde, þöyle bir fikir kalbime geldi; kalemi býrakarak düþündüm ve düþündüðümü aynen yazýyorum: Üstadým, beka-yý ruh ve haþir hakkýnda, Cenâb-ý Hak tarafýndan bize o hakâika giden yolu göstermiþ. Gösterilen hakikatýn yolunda hevasât-ý nefsâniyeye hoþ gelmeyen þeyler vardý ki, bize uzun ve karanlýk. Ýþte þimdi serâser nur olan Sözler ve o nur fabrikasýnýn elektrik lâmbalarý ve kuvve-i câzibeleri; o yolu pek parlak gösterdiði, gibi pek yakýndan cezbedip hemen yakýn ve yakýndan daha yakýn olduðunu göstermekle beraber, havf yerine emniyet, zakkum yerine asel bahþediyorlar. Ve fevkalgâye hikmetlerini beyanda aczimi Not: Elâzizli Hacý Þevket Hoca (Sh: B-247) i'tirafla, lisanýmýn döndüðü kadar derim: "Yâ Rab! bihakký ismike'I-azîm ve bihakký Kur'âni'l-Hakîm ve bihakký Habîbike'l-Ekrem deryâ-yý Nurun baþkumandaný olan Üstadýmý razý olduðun amel üzerine sâbit ve râzý olacaðý amelini teshil ve müyesser kýl, âmin bihürmeti Seyyidi-'l-Mürselîn." Ali 205 (Hulûsi Bey'in fýkrasýdýr.) Yirmi Beþinci Söz, i'câz-ý Kur'ân'ý çok parlak bir tarzda isbat eden, ehl-i Kur'ân-a mesned, melce' ve mahzen-i esrar; ve gürruh-u isyan ve tuðyan ve küfrâna bütün levâzýmat-ý harbiyeyi câmi', mühlik bir silâhhane; yýkýlmaz, aþýlmaz, geçilmez bir sur; burç ve barûsu muhkem, mahûf ve müdhiþ bir kal'a-i polat ve bedendir. Hakikat böyle olmakla beraber Kur'ânî sûra dayanan Kur'ânî kal'ayana iltica eden çok acib ve hârika Kur'ânî esrarýn tedkikine koyulan, Kur'ân-ý kendilerine delil-i þefi', iman, refik, muhafýz bilen hâdimü'l- Kur'ân namýna esrâr-ý Kur'ân-a inâyet-i Hakla muttalli', hakâik-i Kur'ân'a lütf-u Hakla âþina, rumuzat-ý Kur'âna avn-i Hak'la vakýf müdakkik, muarrif, mübeþþir Üstadýmdan þunu öðrenmek istiyor ve bunu kalben cidden çok arzu ediyorum. Hulûsi 206 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz kardeþim Mustafa Efendi! Bazý emârelerle ve bazý zevâtýn hüsn-ü þehâdetiyle bana kanâat gelmiþtir ki, zâtýnýz dahi Müezzinzâde Bekir Efendi gibi bana ciddî bir talebe ve samimî bir âhiret kardaþý olabilirsiniz. Hem senin merhum pederin Hacý Said Efendi, silsile-i duamda çoktan beri dahildir. (Sh: B-248) Bu defadaki gayet kýymettar hediyen olan zemzem suyu ve Medine-i Münevvere hurmasýna mukabil, gayet kýymettar ve ehl-i îman mâbeyninde nihayet derecede mu'teber ve ehl-i dalâlet baþýnda sâika gibi te'sir gösteren "Otuz Birinci Söz" olan mi'rac ve þakk-ý kamere dair risaleyi ve vahdâniyet ve mârifetullah ve muhabbetullaha dair ve ehl-i tahkik meyânýnda emsilsiz ve pek meþhur ve nuranî üç mevkýflý olan "Otuz Ýkinci Söz"ü takdim ediyorum. Eðer zâtýnýz hattý güzel bir zâtý bulup size (kendinize) istinsah etsen çok iyi olur. Fakat tashihine dikkat edilsin. Bir iki defa, kardaþým Seyyid Þefik'in muavenetiyle mukabele edilsin. Sonra Bekir Efendi alsýn. Kendine ve kayýnpederine yazdýrsýn. Eðer zâtýnýz öyle iyi bir kâtib bulamadýn, aslý sana kalmak ve birkaç def'a Bekir Efendi veya Hâfýz Hidâyet Efendi gibi kýymetini takdir eden ve münâsib gördüðün zâtlara ver, kendilerine yazdýrsýnlar. Haber almýþým ki, Arabî olarak eski huruf ile Matbaa-i Evkaf'da tab'edilmek izni varmýþ. Eðer Cenâb-ý Hakkýn rahmetiyle, Türkçe olarak eski hurufa müsaade-i resmî olduðu dakikada ve Bekir Efendi þu iki risaleyi Seyyid Þefik'in taht-ý nezâretinde tashihine gayet dikkat etmek þartiyle çabuk tab'ediniz. Tab' masrafýný da kesenizden sarfetmeye mecbur deðilsiniz. Çünki, Haþir Söz'üne seksen banknotu sarfettik, üç yaz banknotu kazandýk. Demek bunlar satýlmayacak mallar deðildir. Müslüman ruhlarý bunlara gýda gibi muhtaçtýrlar. Yalnýz iki yüze yakýn aboneler bulunsa, birisi tab' edilse hem fiyatýný çýkarabilir, hem baþka risalelerin de tab'ýna medar olabilir. Halklardan sadaka kabul etmediðim gibi kitablarýma da sadakalarla tab'ýný kabul etmem. Yalnýz gayretinizi ve himmetinizi Onuncu Söz gibi, yalnýz yanlýþsýz ve güzelce tab'ýna ve matbaadaki tashihatýna sarfediniz. Ve birinci olarak tab'ettirdiðiniz risalenin masârif-i tab'iyesi ne kadar ise bana bildiriniz. Ben borç eder, para gönderirim. Eðer tab'ýna muvaffak oldunuz. zâtýnýz pederiniz gibi çok sevdiðiniz Medine-i Münevvere ve Mekke-i Mükerreme ahâlisine bir (Sh: B-249) miktar nüsha gönderseniz çok iyi olur. Belki eski hediyelerinizden daha hayýrlý hediye hükmüne geçecektir, inþallah. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Said Nursî 207 (Hulûsi Bey'e hitabdýr.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz kardeþim! Sizler sabah akþam duamda dâhilsiniz. Siz dahi beni duanýzda dâhil ediniz. Þu âlemde mü'mine karþý en büyük yardýmý dua iledir. Eðer bir adam, dostundan emin ise, ki gurura girmez, onu þükre sevketmek için tahdis-i ni'met nev'inden ona ait bir kýsým ihsânât-ý Rabbaniyeyi bahsetse behis yoktur zannederim. Ýþte seni gurursuz bildiðim için bu sýrrý sana açýyorum. Þöyle ki, ben Sözler'i yazarken ihtiyarsýz olarak ekser temsilâtý, þuûnât-ý askeriye nev'inde zuhur ediyordum. Neden böyle yazýyorum, sebebini bulamýyordum. Sonra hâatýrýma geldi ki, belki istikbalde þu sözler'i hakkýyla anlayacak, kabul edip hýrz-ý cân edecek en mühim talebeleri askerîden yetiþecek. Onun için böyle yazmaya mecbur oluyorum, düþünüp o kahraman askerleri bekliyordum. Ýþte maðrur olma, þükret; sen o askerlerden bahtiyar birisisin ki, evvel yetiþtin. Yirmi dört adet Sözler'i meþâðýl-i dünyeviye içinde yazmaklýðýn, benim bu hüsn-ü zannýmý te'yid etti. Fakat bâki kalan Sözler çok mühimdirler. Hususan Ý'caz-ý Kur'ân ve kader Sözleri. Ýnþâallah ötekileri sana yazdýran, bunlarý dahi yazdýracak. Þimdiye kadar yazdýðýn Sözleri bir vakit gönder, güzelce tasih edip göndereceyim. Merhum Muallim Cudi'nin kasidesi mübarektir. Cenâb-ý Hak o zâtý þefâat-i Kur'ân'a mazhar etsin. Görmemiþtim, (Sh: B-250) görmesinden memnun oldum. Allah senden razý olsun. Yazdýðýn salâvat-ý þerife ise, onun hususunda birþeye rasgelmedim. Fakat ondaki letâfet ve nuraniyet gösteriyor ki, o onun hakkýnda zikredilen cevaba ve fazilete lâyýktýr. Ýþittim ki; Onuncu Söz'den sen kendi nüshaný pederinize göndermiþsiniz. Ben ona mukabil bir nüshayý kardaþýma hediye ediyoerum. O nüshada, fehmi teshil eder çok yerlerinde çizgi çekilmi. Onu Þeyh Mustafa, Hakký Efendi, Hüseyin Efendiye veriniz ve daha sâir bildiðinize gösteriniz. Tâ onlar yalnýzlýk vahþetinde Þeyh Mustafa, Hakký Efendi, sen ve Hüseyin Efendi gibi nurlu dostlarla ünsiyet edip teselli bulupyorum. Cenâb-ý Hak beni de sizi de tarîk-ý Haktan þaþýrtmasýn. Âmin. Þeyh Mustafa ve Hakký ve Hüseyin ve Edhem Efendilere selâm ile dua ederim. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Âhiret kardeþiniz Said Nursî 208 (Hulûsi Bey'e hitabdýr.) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ زَمَانِكَ اْلمَصْرُوفِ لِكِتَابَةِ اَجْزَاءِ رِسَالَةِ النُّورِ Gayyûr, ciddî, hâlis ve muhlis âhiret kardeþim! Evvelen: Size Otuz Ýkinci Söz'ün ikinci mevkýfýný gönderdim. (Hâþiye)., Dikkat ile okuyunuz ve güzelce yazýnýz. Hatâlar varsa da tashih ediniz. Acele ve hazin bir kalb ile yazýldýðý için içinde müþevveþiyet bulunacaktýr. Sâniyen: Muvakkat bir fütur, bir tenbellik sizde ârýz olduðunu (Hâþiye): Birinci Mevkýfý ise Ramazan hediyesidir. (Sh: B-251) yazýyorsunuz. Baharda kanýn galeyânýndan gelen ve gecelerin kýsalmasýndaki uykusuzluðundan neþ'et eden ve müstemi'lerin kalbleri iþlere teveccüh etmelerinden tevellüd eden rehavet ve füturdan baþka, meyanýmýzdaki münasebet-i ruhiyenin rabýtasiyle, musibetin eseri olarak bendeki sarsýntýnýn size in'kâsý ve sirâyet etmesi mümkündür. Merhum Abdurrahman'ýn vefatý zamanýnda bilmediðim halde, o münasebet-i ruhiye cihetiyle fazla bir sarsýntýyý Ramazan-ý þeriifte hissettim. Þimdi anladým ki, þuurî ve ihtiyarî olmayan çok in'ikâsât vardýr. Fakat kardeþim, sen þimdi iki vazifeyi görmekle mükelleeefsin: Biri kardeþim Hulûsi Beyin vazifesini; biri de, evlâd-ý mâneviyem ve biraderzâdem ve bir dehâ-i nuranî sâhibi olmak pek muhtemel olan Abdurrahman'ýn vazifesi de size ilâve edildi. O benim hakikî bir vârisim idi. Yazdýklarýmý ve malýmý kendi malý telâkki ederdi, öyle de sahib oluyordu. Sen de bundan sonra yazý ve sözleri, senin hocanýn yazýsý diye tutma; kendi malýn ve senin sözlerindir bil, öyle sahib ol.Hakký Efendi'ye söyle ki, o da kardeþim Abdülmecid yerinde kendini anlasýn ve onun vazifesiyle mükellef olduðunu bilsin. Sâlisen: Otuz Üçüncü Söz'den baþka Söz yazýlmak ihtiyacý kalmadý. Hem þer'an çok mübarek bu otuz üç adetten bazý esbaba binaen geçmeyeceðim. Hem de hakâik-i esasiye-i Kur'âniye ve îmamiyenin elzem ve lâzým olan kýsýmlarý hemen ekseriyet-i mutlaka itibariyle yazýlmýþtýr. Ümid ediyorum ki, Cenâb-ý Hak kabul etse tevfik verse, yazýlanlar delâlet bulutlarýný daðýtmaya kâfirdirler. Her derdin devâsý içinde var demiyeceðim, fakat mühlik dertlerin aðleb devâsý yazýlanlarda vardýr. Siz onlarýn mütalâasýný, kýymettar bir ibadet olan tefekkür nev'inde telâkki ediniz.Ve onlardaki ilmi, envâr-ý îmandan ve mârifetullahdan tasavvur ediniz ki usanç vermesin. Hem sizde ve müstemiînde iþtiyak olduðu zaman okuyunuz. Bakî selâm ve dua. Kardeþiniz S a i d (Sh: B-252) Otuz Üçüncünün Birinci Makamýna dair sen fikrini yazdýn, Beðendiðini gösteriyorsun. Hakký Efendi ile Müftü Efendi ve sâir ihvanlarýn da nasýl bulduklarýný anla, bana yaz. Umum kardeþlerime selâm ve dua ediyorum, ve onlarýn duasýný istiyorum. Hulûsi Bey kardeþim, o senin selefine (Not) mektubunu oku, ve ona acý ve ona dua et. 209 (Hulûsi Bey'e hitaben yazýlmýþ bir mektubdur.) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حِسَابِ اَبْجَدْ اَعْدَادِ حُرُوفِ مَا قَرَاْتَهُ مِن اَجْزَاءِ رِسَالَةِ النُّورِ Sevgili Kardeþim! Seni teþvik için deðil, çünki teþvike muhtaç deðilsin. Hem medar-ý fahr olmak için deðil, çünki fahr ise ucb ve riyâya medardýr. Belki sana medar-ý mþükür olmak için diyorum ki. Sen ve Hakký Eefendi benim için yüz ciddî talebe hükmüne geçtiniz. Hattâ diyebilirim ki: Kader-i Ýlâhî beni bu yerlere göndermesi, sizleri þu vazife-i kudsiyede uyandýrmak içinmiþ. Þimdi þu zamanda îman-ý tahkikînin dersini vermek pek büyük ve fazilettir ve kudsî bir vazifedir. ^Ýman-ý tahkikîyi taþýyan bir mü'min, çok mü'minlere bir nokta-i istinad olur ki; þuursuz olarak avâm-ý mü'minîn o îman-ý tahkikî sahibinin kuvvet-i imanýna istinad ederek kuvve-i mâneviyeleri kýrýlmaz, dalâletlere karþý dayanýrlar. Ýþte þöyle bir derste bulunduðunuz için Cenâb-i Hakka þükür etmelisiniz. Ben de Cenâb-ý Hakka yüz binler þükür ediyorum ki, o kuvvetli omuzlarýnýz yüküm altýna girdiði için zaif omuzum aðýrlýktan kurtulup ruhum rahat etti. Ýstirahat bulan ruhum size takdirkârane ve minnetdârâne bakýyor. Ve mes'uliyetten kurtulan ______________ (Not): Merhum Abdurrahman'ýn 23 No.lu mektubudur. (Sh: B-253) kalbim de muvaffakýyetinize duâ ediyor. Ve icrâ-yý vazife için çok düþünmekten kurtulan aklým da sizi tebrik ediyor. Ben þu vazife-i kudsiyede bilmeyerek istihdam olunurdum. Siz bilerek hizmet ediyorsunuz, bahtiyarsýnýz. Ýnþâallah niyet-i hâliseniz, benim müþevveþ niyetimi dahi tashih edecektir. Þimdi baþka bir kaç noktayý size beyan ediyorum. Evvelen: Yazdýðým bazý þeylere dair fikrinizi soruyordum. Maksadým, "gördüðüm hakikat acaba hakikat mýdýr?" diye sormuyorum. Belki, "Hakikata açýlan yol, acaba umuma yol olabilir mi?" diye soruyorum. Çünki umumun telâkkisini sizin kadar bilmiyorum. Saniyen: Misafir Müftüye ve Þeyh Mustafa'ya size gönderilen mektubun birer suretini verdiðin için iyi ettiniz. Hattâ bana da bir suret gönderiniz. Hem biraderzâdem olan o müftünün oðluna deyiniz ki, benim tarafýmdan âhiret kardaþým ve Kur'ân hizmetinde arkadaþým ve meþreben celâlli olan pederine yazsýn: Selâm, duamla beraber ondan istiyorum ki, beraber götürdüðü envâr-ý Kur'âniyenin suhûlet-i intiþarlarý için irþâd ve nasihatýnda فَقُولاَ لَهُ قَوْلاً لَيِّنًا âyetindeki lûtf-i irþâdý kendine rehber etsin. Râbian: Sorduðun suallere dair yanýmda kitab bulunmadýðý için Hanefî ulemâsýnýn kavillerini ve ehâdîsin rivayetlerini þimdilik bilmiyorum. Fakat bence böyle efdaliyet mes'elesinde, kabûl-i âmmeyi ihsâs eden âdet-i cemaat medar-ý tercihdir. Âdet-i Ýslâmiye nasýl gelmiþ, o daha efdaldir. Birinci suâliniz: Eðer Kur'ân okunurken, namazýn, tesbîhatýn tetimmesi ise, kýbleye karþý duranlar vaziyetlerini bozmamak evlâdýr.Yalnýz müezzinin önündeki adam arkasýný çevirsin, yahut çekilsin. Eðer Kur'ân müstakil olarak okunursa, okuyana karþý teveccüh etmek evlâdýr. Hem cihât-ý sitte ile mukayyed olmayan, ruh kulaðýyla dinleyen adam kýbleye karþý teveccüh etse ve cismanî kulaðýyla dinleyen adam, okuyana karþý teveccüh etse evlâdýr. (Sh: B-254) Ýkinci suâliniz: Cemaatin iþtiyakýna ve okuyanýn niyyetine göre efdaliyet tahavvül eder. (Hâþiye) Üçüncü suâliniz: Üç ihlâs bir fâtiha muhtasar bir hatim hükmünde olduðundan ona vakit tahdid edilmez. Her vakitte gayet müstahsendir. Dördüncü suâliniz: اَللّهُمَّ اَنْتَ السَّلاَمُ وَ مِنْكَ السَّلاَمُ تَبَارَكْتَ يَا ذَا الْجَلاَلِ وَ اْلاِكْرَامِ kelâmýný deðil yalnýz müezzin, her bir musallî her bir namazýn selâmýndan sonra söylemesi Þâfiîce sünnettir. Hanefîce dahi müezzin için her namazda sünnet olmasý gerektir. Umum ihvanlara selâm ve bayramlarýnýzý tebrik ediyorum. Âhiret Kardeþiniz S a i d N u r s î 210 (Hulûsi Bey'e yazýlan bir mektubtur.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ وَ عَلَيْكُمُ السَّلاَمُ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ضَرْبِ ذَرَّاتِ وُجُودِكُمْ فِىعَاشِرَاتِ دَقَائِقُ عُمْرِكُمْ Aziz kardeþim, hamiyetli arkadaþým, gayretli talebem, sevgili birâderzâdem! Senin güzel mektubun bana þifalý oldu. Ben ziyade rahatsýz iken onu okudum, bana bir sürur verdi, o sürur dahi o hastalýða bir hiffet verdi. Þu hastalýðýn sýrrý, insanlardan istiðnâya dair sana yazdýðým mektubun kerâmetidir. Çünki o mektubu bir gün iki-üç zata, onlarýn hediyelerinin adem-i kabulüne medar olmak için okudum. Ayný günde o zâtýn hanesine gittim. Az bir yemek getirdi, (Hâþiye) Ýkinci sual: Sabah ve akþam namazlarýndan sonra Sûre-i Haþr'in sonunda هُوَ اللَّهُ الَّذِى den baþlamak sünnet iken لآيَسْتَوِى den baþlamasý efdaliyeti terk olur mu? (Sh: B-255) arkadaþlarýmýn hatýrlarý için bir parça yedim. Hiç hatýrýma gelmedi ki, o günde o hakikatlý mektubu o yemek sahibini okudum. Þimdi muhalefet ediyorum. Yemekten sonra hâtýrýma geldi. Fakat hediye kabul edemiyorum, belki yemek yenilir tahmin ettim. Fakat يَقُولوُنَ مَا لاَ يَفْعَلوُنَ altýna girdiðimden öyle bir þiddetli tokat yedim ki, bu dört senede böyle hastalýk görmemiþtim. Fakat Cenâb-ý Hakk'a þükrettim ki, bir iki senedir bazý emâreler ve hâdiseler ile zannettiðim bir hakikat, bu tokat ile gayet kat'iyyetle göründü. Þeyh Mustafa'ya benim tarafýmdan geçmiþ olsun de ve þu hikâyeyi ona söyle: Eskide iki ciddî âhiret kardaþlarý var imiþ. Biri hasta düþer, ötekisi ziyaretine gitti. Dua eder, hasta iyi olmaz. Öyle ise sen kalk, ben yatacaðým demiþ. Hasta kalkmýþ, onun yerine hasta olarak yatmýþ. Her ne ise.. Demek Þeyh Mustafa ile kardeþliðimiz ciddîleþmiþ ki, ben hastalýðýna dua ettim, kabul olmadý. Fakat birkaç gün devamý mukadder olan hastalýðýnýn bir parçasý bana verildi. Ýnþâallah ona bir parça hiffet gelmiþtir. Sözler hakkýnda hüsn-ü þehâdetiniz, bana büyük bir teselli verdi. Vazifemin bitmediðine dair bürhanlarýnýz gayet kuvvetlidirler, lâkin ben gayet kuvvetsizim. Fakat Cenâb-ý Hakka tevekkül edip, o bürhanlara serfürû ediyorum. Cemaata Sözleri okumak zamanýnda, sendeki hissiyât-ý âliye ve fazla inkiþâf ve fedakârâne hamiyet-i dîniye galeyânýnýn sýrrý þudur ki: Velâyet-i kübrâ olan veraset-i nübüvvetteki makam-ý tebliðin envârý altýna girdiðin içindir. O vakit sen, dellâl-ý Kur'ân Said'in vekili belki mânen ayný hükmüne geçtiðin içindir. Gurbet mektubuyla kamer ve zemin ve seyyarata dair mektubuma cevap verilmemesinin sebebi þu olmak gerektir ki; Gurbet Mektubu, bütün dünyayý unutmak hissi ile yazýlmýþtýr. Sen dünyayý unutmak deðil, belki vazife itibariyle en sathî maddiyatla (Sh: B-256) zihnin meþbu' olduðu bir zamanda, herhalde o gurbetteki zevki bulamadýn. Ve o mektubun tam derecesini, muvakkaten perde çekilmiþ olan parlak zekâvetin kavrayamadý ki, cevab yazamadý. Öteki mektub, çok yüksek ve çok geniþ hakâika iþaret ettiði ve hadsiz âlem-i ulviyenin ve nihayetsiz âlem-i mâneviyenin bir nevi haritasýna iþaret ettiði için sâfî, meþgalesiz, arzî ve arzlýlardan sýyrýlýp yukarýya çýkan bir akýl lâzým idi. Halbuki benim gayretli kardeþim, o vakit zeminin haritasýný alacak bir vazife ile meþgul olduðundandýr ki, o ulvî ve pek keskin zekâvetin o mektuba karþý sükutu iltizam etmeye mecbur olmuþ. Said Nursî 211 بِاسْمِهِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشَرَاتِ دَقَائِقِ اَيَّامِ الْفِرَاقِ Aziz, sýddýk, vefâdar, hakikatlý, fedakâr kardeþlerim Nuh Bey, Molla Abdülmecid, Molla Hamid! Çok mübarek hediyenizi açtýk gördük ki, Van hediyesi deðil, belki Medine-i Münevvere ve Ravza-i Þerifenin mübarek kerâmetli hediyesidir. Hem fiatý, üstünde yazýldýðý gibi yirmi beþ lira deðil, yirmi beþ bin liradan fazla mânen kýymetlidir. O mübarek hediyeyi Medine-i Münevvere nâmýna, bu havalideki Kur'ân-ý Hakîm'in hizmetinde hâlis hizmetkârlarýna ve benim arkadaþlarýma tevzi' etmek için, -aler-re's-i vel'ayn- kabul ettik. Fakat bu manevî hediyenin ehemmiyetli bir sýrrý bulunduðu bana ihtar edildi. Yâni Cenâb-ý Hakk'a yüz bin þükür ediyorum ki, Kur'ân'a ve Zât-ý Risalete hizmetimizin bir alâmet-i makbûliyeti nev'inden olarak, bir iltifat-ý Nebevîyi hissettim. O sýrrý size açmak münâsib görüldü. Þöyle ki: Þimdi bu mektubu yazan kâtib ile kardeþi Mes'ud beraber bir gün, üç aydan beri bahsi (Sh: B-257) geçmediði Ahmed Aða'nýn bahsi geçti. Beraberimde kâtib Tevfik ile Mes'ud'a dedim: Bütün kitaplarý Diyarbekir'deki Ahmed Aða'ya göndereceðiz. Tâ ya Þâm-ý þerif tarafýna, ya Van'daki sýddýklara ulaþtýrsýn. Bu sözümüz ve meþveretten dört saat sonra, aynen o Ahmed Aða habersiz çýktý geldi. Ayný günde siyah bir mürekkebimiz vardý. Keþki güzel bir kýrmýzý mürekkebimiz olsaydý dedik. Biraz o mürekkebden taþ üzerine döktük, siyah ve mor idi. Sonra yazmaya baþladýk. Tam istediðimiz tarzda kýrmýzý oldu. Bu hale yedi sekiz kiþi pek çok hayret ettik. Bu iþi de bir fâ l-i hayr addettik. Fesübhânallah, dedik, bunda bir sýr var. Sonra birdenbire hatýrýma geldi; Þam-ý Þerif'te eniþtem Molla Said var, bir kýsým kitaplarý Ahmed Aða'ya verip göndereceðim, dedikten sonra tam bir sýddýk olan Nuh Bey hâtýrýma geldi. Evvel baþka memleket niyetiyle, sonra istanbul'daki kardeþlerin istemesiyle, siyah tali'imiz suretini deðiþtirip parlayacaktýr, diye mâna verdik. Sonra Mýsýr'a niyet edip yazdýrdýðým kitablarý, en lâyýk Van'ý ve en sâdýký Nuh'u gördüm, ona göndereceðim diye Ahmed Aða gittikten sonra, onun arkasýndan Burdur'a kadar gönderdim. Sonra bu iþte öyle bir muvaffakýyet ve teshilât göründü ki, þübhe býrakmadý ki, burada bir sýr var. Nazar-ý dikkati celbetti. Dikkat ettik ki, evvelki mektubda size yazdýðýmýz gibi Ýstanbul'da oturan bir adam, üç def'a buraya misafireten gelerek, onun eliyle Nuh Bey'in üç def'a mektub telgrafý elime geçiyor. Ve en sevdiðim Hulûsi Bey ve Molla Abdülmecid ve Molla Hamid ve Hoca Abdülmecid Efendilerin selâmlarý ve isimlerini bir mektubda, yine o Mehmed Efendi geçen sene bana o getirdi. Dedim: Bu bir iþaret-i inâyettir, bu tesadüfî deðil. Sonra Nuh'un hediyesi, yirmi beþ liralýk kýymetinde bir teneke, bizim nâmýmýza geldiðini iþittik. Arkadaþlarla beraber hesab ettik ki, biz burada hangi tarihte kitap hediyelerini Nuh için hazýrlýyorduk, ayný tarihte Nuh habersiz olarak kýrk gün mesafede, bize o nisbette ve mânâ cihetiyle onun gibi mübarek hediyeyi hazýrlýyordu. Bu (Sh: B-258) tevafuk kat'iyyen tesadüf deðil. Hattâ bir kýsým dostlar dediler ki, bu Nuh Beyin kerâmetidir.Acaba Nuh Beyin kerâmeti var mý ki, biliyormuþ gibi mukabilini gönderiyor dediler. Dedim ki, ihlâsýn ve sadâkatýn dahi velâyet gibi kerâmeti var. Belki, bazan daha fevkýndedir. Hediyenin vürûdundan sonra, bir ay kadar kaza merkezinde býraktýk, almadýk. Sonra Nuh'un mektubunu aldýktan sonra getirterek açtýk, hayrette kaldýk. Tasavvurumuzun bütün bütün fevkýnde çýktý. Bu teberrüke karþý istiðnâ deðil, belki bir iltifat-ý Ravza-i Mutahhara olduðundan ona karþý dilencilikle iftihar ediyorum. كُلُّ شَيْءٍ مِنَ الْحَبِيبِ حَبِيبٌ sýrrýnca Habîb'in diyarýndan gelen her þey mahbubdur. Ve onun içinde bir, bilhâssa Ravza-i Mutahhara'nýn levha-yý müzeyyene ve münevveresi var idi. Bir kýsým san'at-ý Ýlâhiyenin bir nevi küçük müzehânesi þekline getirdiðim hücremin duvarýna, o levha-yý mübarekeyi dahi ta'lik ettim ve karþýsýnda oturdum; derince, müþtâkâne temâþâya baþladým. Birden o levhada bana ihtar eder gibi kalbime geldi: Bizler senin risalelerinin mânidar iþaretleriyiz. Fesübhânallah dedim, bu hediye içinde sýrlar var. Tedkika baþladým. Baktým ki, gönderdiðim risaleler kaç parçadýr, her bir parçaya mukabil bir nevi hediye var. Yirmi bir parça, hem risalelerden hem teberrükten saydým. Bu çeþit teberrükü, þimdiye kadar iþitmemiþtim. Hiçbir hacý böyle bir zamanda, böyle merak edip, her nev'den bir kýsým alsýn. Hem benim hesabýma Medine-i Münevvere'nin mübarek eþyasýný bana ayýrýp göndersin. Bu demek Nuh muh iþi deðil. Ravza-i Mutahhara sahibinin bu teberrük içinde bir iltifâtý vardýr. Madem kitablarýn parçalarý ve hediyelerin nev'leri birbirine tevafuk ediyor. Öyle ise her bir nev', bir nev' kitaba iþareti var, münâsebeti var. Þu gözümün önündeki levha ise, Mu'cizat-ý Ahmediye nâmýnda aslý beþ parçadan ibaret On Dokuzuncu Mektub'a muvafakat münâsebeti var. Çünkü, þu levha o Ravza-i (Sh: B-259) Muhtahharanýn ve Hücre-i Saâdetin suretini gösterdiði gibi, Mu'cizat-ý Ahmediye Risalesi dahi, Asr-ý Saâdetin manevî suretini almýþtýr. Þu beþ minare, o beþ parçaya iþaret ediyor. Þu kubbe Mi'rac Risalesine bakýyor. Öyle ise sâir nev'lerin dahi, risalelerin nev'lerine iþaret eder diye, dikkat ettim ki; yedi nev' hurma gönderilmiþ. Bir parçasý büyükçe, otuzüç tane kadar. Fesübhânallah dedim, yedi nev'i göndermekte ne mâna var. Birdenkalbime geldi ki: Ýman-ý billâha dair yedi nev' ile ayný hakikat yazýlmýþ. Van'a gönderilmiþ. Dikkat ettim, evet mevzu' vahdâniyet-i Ýlâhiye olduðu halde; Yirminci Mektub ile sureti küçük, mânasý pek büyük zeyliyle ve Yirmi Ýkinci Söz herbiri birer risale, Birinci Makam, ikinci Makamý ve Otuz ikinci Söz Üçüncü Mevkýfý ile evvelki iki mevkýf her biri birer risale hükmünde ve Otuz Üçüncü Mektub, Otuz Üç Pencere ile yedi risaledir. O da aynen yedi nev' envâr-ý mârifetullahdan bir þems-i hakikatýn ziyasýndaki elvân-ý seb'a gibi, bir mahiyet gösterdiðinden, Medine-i Münevvere'nin hediyesi içinde hakikat-ý hurmadan yedi nev' Nuh Beyin eline verilip buraya kadar gönderilmesi, o yedi Nur'a tevâfukla, bir makbûliyet iþareti veriyor dedik, Allah'a þükrettik. Hem o nev'den birisi otuz üç tane olmasý, o risalelerin birisi otuz Üç Pencere olmasý ve hediye içindeki Tesbih üç def'a otuz üç olmasý, Otuz Üçüncü Sözün Otuz Üçüncü Mektubundan otuz üç penceresine muvafakatý; Nuh'u ihtiyarsýz, sýrf bir vasýta-i zâhirî olarak bize gösterdi. Nuh'a deðil, belki Ravza-i Mutahhara'ya karþý minnetdarâne, müteþekkirâne baktýk. Sonra o mübarek mâ-i zemzem, büyükçe bir þiþe ve parlak nuranî bir surette içinden çýkmasý. Dedik ki: Madem o levha-yý mübarek Mu'cizat-ý Ahmediyeye, o yedi nev' hurma mârifetullaha ve resâil-i tevhide iþaret var. Elbette bu mâ-i zemzem dahi, âb-ý hayatýn mâ-i zemzemesini kâinata daðýtan Kur'ân-ý Mübîn'in menba'ý ve birinci mahall-i nüzûlü bi'r-i zemzeme civarý olduðundan Yirmi Beþinci Söz olan Ý'câz-ý Kur'ân'a iþaret vardýr. Ve alâmet-i makbûliyet olarak telâkki ediyoruz. Said Nursî (Sh: B-260) 212 (Hulûsi Bey'e yazýlmýþtýr.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Suâl: Ýmam-ý Gazâlî'nin "Neþ'e-i uhrâ, neþ'e-i ûlâya bütün bütün muhaliftir" demesinin sebebi? Elcevap Hüccetü'l-Ýslâm Ýmam-ý Gazâlî'nin neþ'e-i uhrâ, neþ'e-i ûlâya bütün bütün muhaliftir demesi, mahiyet ve cinsiyet itibariyle deðildir. Çünki, هُوَ الَّذِى يَبْدَؤُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ ve يُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَ كَذلِكَ تُخْرَجُونَ gibi çok âyetlerin sarahatine muhalif olur. O muhalefet, keyfiyet ve suret itibariyledir. Hem de umur-u uhreviyenin mertebece fevkalâde yüksek olmasýna iþârettir. Hem de Gazâlî'nin haþr-i cismanî ile beraber haþr-i ruhâninin dahi vuku' bulmasýna bazý ehl-i bâtýna taklid ve mümâþât cihetiyle bir iþaretidir. Suâl: Sa'd-ý teftazanî, biri hayvanî, diðeri insanî olmak üzere, ruhu ikiye taksim ettikten sonra, "Mevte mâruz kalan yalnýz ruh-u hayvanîdir, ruh-u insanî ise mahlûk deðildir ve onun ile Allah beyninde nisbet ve sebep yoktur, cesed ile kaim olmayýp müstakill-i bizzâttýr" demesinin sebebi ve izahý? Elcevap: Sa'd-ý Teftazanî'nin اَلرُّوحُ اْلاِنْسَانِيَّةُ لَيْسَتْ مَخْلُوقَةً demesi; قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبِّى sýrrýyla, -beka-yý ruh bahsinde beyan edildiði gibi- ruhun mahiyeti; zîhayat bir kanun-u emr, zîþuûr bir âyine-i Ýsm-i Hayy, zîcevher bir cilve-i Hayat-ý Sermedî olduðundan mec'uldür. Bu cihetle, mahlûktur denilemez. Fakat Sa'd, Makâsýd ve Þerhü'l-Makâsýd'da, bütün muhakkýkîn-i Ýslâmýn icmâýna ve âyât ve ehâdîsin nusûsuna muvafýk olarak, "O kanun-u emr, vücud-u hâricî giydirilmiþ, sâir mahlûkat gibi mahlûk ve hâdistir" demiþtir. Sa'd'ýn ezeliyet-i ruha kail olmadýðýna bütün âsârý þâhiddir. لَيْسَتْ بَيْنَهَا وَ بَيْنَ اللَّهِ نِسْبَةٌdemesi, hulûl gibi bâtýl bir mezhebin reddine iþarettir. Hayvânâtýn ruhlarý dahi bâkîdir, kýyâmette yalnýz cesedleri fenâ bulur. (Sh: B-261) Mevt ise fenâ deðil, belki alâkanýn kesilmesidir. وَلاَسَبَبَ demesi, esbâb-ý zâhiriyenin tavassutu ve Azrâil Aleyhisselâmýn kabz-ý ervâh hususundaki münâcâtý bahsinde denildiði gibi, ruhun doðrudan doðruya perdesiz, vasýtasýz îcad edilmesine iþarettir. اِسْتَقَلَّتْ بِذَاتِهَا demesi; bekâ-yý ruh isbatýnda denildiði gibi, cesed ruha dayanýr, ayakta kalýr. Ruh ise bizâtihî kaimdir. Cesed harâb olursa daha ziyade serbest olur, melek gibi göðe uçar, demektir ve bâtýl bir mezhebin reddine iþarettir. (Hususî kýsmý) Haþre dair, Sûre-i Rûm'da وَ مِنْ آيَاتِهِ ...وَ مِنْ آيَاتِهِ ...وَ مِنْ آيَاتِهِ haþrin, ayrý ayrý çok kuvvetli bürhanlarýný mu'cizane beyân eden o âyetlerin ilhâmý ile, o âyetlere bir tefsir yazmak niyetinde olduðum vakitte, bu suallerin sorulmasý, lâtif bir tevâfuktur. وَ اَزْوَاجَهُمْ وَ اَوْلاَدَهُمْ fýkrasýný dua ve münâcâtýmda ilâve ettiðim dakikada hâtýrýma geldiniz. Bu nev' duada dahi birinciliði kazandýnýz. Kalben, kalemen, bilfiil alâkadar olmak þartýyla, yirmi dört saatte yüz defa, tasavvurca beþ yüz defa, manevî kazanç ve duamda hissedar olmaya müstehak olmanýzý arzu ettiðim bir vakitte bu sualleriniz, beni sizin hesabýnýza çok mesrûr etti ve bir beþaret oldu. Said Nursî 213 بِاسْمِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ وَ عَلَيْكُمُ السَّلاَمُ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقُ عُمْرِكُمْ عَمَّرَكُمُ اللّهُ بِالسَّلاَمَةِ وَ الْعَافِيَةِ (Hulûsi Bey'e hitabdýr.) Aziz kardeþim! Evvelâ: Mektubun bana te'sir etti. Fakat hakikatý düþündüm, o teessür gitti. Ýþte hakikat þudur ki: Mâbeynimizdeki münasebet ve uhuvvet inþâallah hâlis ve lillâh için olduðundan, zaman ve (Sh: B-262) mekânla mukayyed olmaz. Bir þehir, bir vilâyet, bir memleket; belki küre-i arz, belki dünya, belki âlem-i vücud iki hakikî dost için, bir meclis hükmündedir. Böyle dostluk ve kardeþliðin firaký yok, hep visaldir. Fâni, mecazî, dünyevî dostluklar sahipleri, firaký düþünsün, bize ne. Mezhebimizde (mesleðimizde) firak yok. Sen nerede bulunsan, þu kardeþin ile ellerinizdeki Sözler vasýtasýyla sohbet edebilirsin. Ben de istediðim zaman, seni yanýmda dergâh-ý Ýlâhîye beraber el açýk niyaz etmek suretinde görebilirim. Eðer kader sizi baþka bir yere gönderse, اَلْخَيْرُ فِى مَا اخْتَرَهُ اللّهُ hükmünce kemâl-i rýza ile teslim ol. Hem senin gibi, inþâallah kalbi selîm, aklý müstakîm, hakikî îman dersini veren zâtlara baþka yerler daha ziyade muhtaçtýr. Eðirdir'de lillâhilhamd îmana çok hizmet ettin. Eðirdir'den ziyade baþka yerler belki daha muhtaçtýr. Sâniyen: Sorduðun birinci suâle senin kalbini tevkil ediyorum. Nasýl fetva verirse, ben de öyle razýyým. Merâtib-i dünya, nokta-i nazarýmda pek ehemmiyetsiz olmakla beraber, senin gibi mertebesini hizmet-i Kur'ân'a medar edenler için, minnet altýna ve zillete girmemek þartiyle hoþ görüyorum. Ýkinci suâlin ise, peder ve validenin arzularý pek mühimdir. Kur'ân-ý Hakîm bir âyet-i kerîmede, beþ tarzda onlara karþý þefkat ve hürmete emreder. Eðer suhûletle arzularý yerine gelmek kabilse yaparsýnýz. Sâlisen: Aziz kardeþlerim, bahar ve yazýn meþgaleleri, hem gecelerin kýsalmasý, hem þuhûr-u selâsenin gitmesi ve ekser kardeþlerimin bir derece hisse almasý ve daha sair bazý esbabýn bulunmasý elbette bir derece neþ'eli kýþ dersine fütur verir. Fakat onlardan gelen fütur size fütur vermesin. Çünki o dersler, ulûm-u îmaniyeden olduðu için, bir insan yalnýz kendi nefsine dinlettirse yeter. Bâhusus siz daima bir iki hakikî kardeþi da bulunsunuz. Hem o dersi dinleyenler yalnýz insanlar deðil. Cenâb-ý Hakkýn zîþuur çok mahlûkatý vardýr ki, hakâik-ý îmaniyenin istimâ'ýndan çok zevk alýrlar. Sizin o kýsým arkadaþýnýz ve müstemi'leriniz çoktur. (Sh: B-263) Hem mütefekkirâne, o çeþit sohbet-i îmaniye, zemin yüzünün bir manevî zîneti ve medar-ý þerefi olduðuna iþareten biri demiþ: آسْمَانْ رَشْكْ بُرَدْ بَهَرْ زَمِينْ كِه دَارَدْ يَكْ دُوكَسْ يَك دُو نَفَسْ بَهْرِ خُدَابَرْ نُشِينَنْدْ Yâni: Semâvât zemine gýpta eder ki; zeminde hâlisan-lillâh sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yâni bir-iki dakika beraber otururlar; kendi Sânî'-i Zülcelâlinin çok güzel âsâr-ý rahmetini ve çok hikmetli süslü eser-i san'atýný birbirine göstererek Sâni'lerini sevip sevdirirler, düþünüp düþündürürler. Hem de ilim iki kýsýmdýr: Bir nevi ilim var ki, bir def'a bilinse ve bir iki def'a düþünülse kâfi gleir. Diðer bir kýsmý, ekmek gibi, su gibi her vakit insan onu düþünmeye muhtaç olur. Bir def'a anladým, yeter diyemez. Ýþte ulûm-u îmaniye bu kýsýmdandýr. Elinizdeki Sözler ekseriyet itibariyle inþâallah o cümledendir. Bütün kardeþlerimize birer birer selâm ediyorum. Zannederim müfârakat ihtimalinden, ikimizden ziyade Hakký Efendi kardeþimiz daha ziyade sevab kazanmak emâresi olarak, daha ziyade müteessirdir. Fakat Cenâb-ý Hak hakkýmýzda çok emârelerle inâyet ve rahmetini gösterdiðinden, surî iftirâkýmýz vuku' bulsa, bir eser-i inâyet ve rahmet olduðunu telâkki etmeliyiz. Râbian: Sizin gibi hakikata yetiþmiþ ve hakikattaki hakikî teselli ve esaslý sevinci bulmuþ zâtlara, envâr-ý îmaniyenin ve esrâr-ý Kur'âniyenin neþirlerine karþý ehl-i dalâletin ve þeytanlarýn desâisle tehacümünden neþ'et eden müþkilât ve gam ve kedere karþý sabýr ve metanet et ve hüzün ve merak etme demeye ihtiyaç hissetmem. Hem her vakit beklediðim, ehl-i zýndýkanýn bana hücumu gayretli talebem, cesaretli biraderzâdem olan uhrevî kardeþimden baþlamasý muhtemel olmakla beraber, hýfz-ý Kur'ânî her müþkilâta gâlib ve lezzet-i hizmet-i îmaniye her kederi unutturur, îtikadýnda olduðumdan, seni teþci' ve teþvike lüzum görmem. Râkýmü'l-Hurûf Hâfýz Hâlid sana selâm eder, duaný ister. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Âhiret Kardeþiniz Said Nursî (Sh: B-264) 214 YÝRMÝ ÝKÝNCÝ MEKTUBUN HÂTÝME'SÝNDEKÝ BAHSE BÝR ZEYLDÝR. اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا Gýybet þu âyetin kat'î hükmüyle nazar-ý Kur'ân'da gayet menfur ve ehl-i gýybet, gayet fenâ ve alçaktýrlar. Gýybetin en fenâ ve en þenî'i ve en zâlimâne kýsmý, kazf-i muhsanât nev'idir. Yani gözüyle görmüþ dört þâhidi gösteremeyen bir insan, bir erkek veya kadýn hakkýnda zinâ isnâd etmek; en þeni' bir günâh-ý kebâir ve en zâlimane bir cinayettir, hayat-ý içtimâiye-i ehl-i îmaný zehirlendirir bir hýyânettir, mes'ud bir ailenin hayatýný mahveden bir gadrdir. Evet sûre-i Nur bu hakikatý o kadar þiddetle göstermiþ ki, vicdan sahibini titretiyor ve tüylerini ürperttiriyor. لَوْلآ اِذْ سَمِعْتُمُوهُ مَا يَكُونُ قُلْتُمْ لَنَآ اَنْ تَكَلَّمَ بِهَذَا سُبْحَانَكَ هَذَا بُهْتَانٌ عَظِيمٌ þiddetle ferman ediyor ve diyor ki: Gözüyle görmüþ dört þâhidi gösteremeyen merdûdü'þ-þehâdettir. Ebedî þehadetlerini kabûl etmeyiniz. Çünki yalancýdýrlar. Acaba böyle kazfe cesaret eden hangi adam var ki, gözüyle görmüþ dört þâhidi gösterebilir. Kur'ân-ý Hakîm bu þartý koþturmakla, böyle þeylerde þakk-ý þefe etmeyiniz, bu kapýyý kapayýnýz demektedir. Said Nursî (Sh: B-265) 215 MESÂÝL-Ý MÜTEFERRÝKA Birinci Mes'ele: Suâl: Salâvâtýn bu kadar kesretle hikmeti ve salâtla beraber selâmý zikretmenin sýrrý nedir? Elcevap: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma salâvat getirmek, tek baþýyla bir tarîk-ý hakikattýr. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü vesselâm nihayet derecede rahmete mazhar olduðu halde, nihayetsiz salâvata ihtiyaç göstermiþtir. Çünki, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü vesselam bütün ümmetin dertleriyle alâkadar ve saadetleriyle nasibedardýr nihayetsiz istikbalde, ebedü'l-âbâdda nihayetsiz ahvâle mâruz ümmetin, bütün saadetleriyle alâkadarlýðýnýn ihtiyacýndandýr ki, nihayetsiz salâvata ihtiyaç göstermiþtir. Hem Resûl-i Ekrem; hem abd, hem resûl olduðundan, ubûdiyet cihetiyle salât ister, risalet cihetiyle selâm ister ki: Ubudiyet halktan Hakk'a gider, mahbubiyet ve rahmete mazhar olur. Bunu اَصَّلاَةُ ifade eder. Risalet Hakk'tan halka bir elçiliktir ki, selâmet ve teslim ve me'muriyetinin kabul ve vazifesinin icrâsýna muvaffakýyet ister ki, سَلاَمًا lâfzý onu ifâde ediyor. Hem biz سَيِّدِنَا lâfzýyle tâbir ettiðimizden diyoruz ki; Yâ Rab! Yanýmýzda elçiniz ve dergâhýnýzda elçimiz olan Reisimize merhamet et ki, bize sirâyet etsin. اَللّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ عَبْدِكَ وَ رَسُولِكَ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ (Sh: B-266) Ýkinci Mes'ele: (Bir kardeþimizin uzun bir suâline kýsa bir cevabdýr.) Eðer desen: Nedir þu tabiat ki, ehl-i dalâlet ve gaflet ona saplanmýþlar, küfür ve küfrâna girip, ahsen-i takvimden esel-i sâfilîne sukut etmiþler? Elcevap: Tabiat nâmý verdikelri þey; þeriat-ý fýtriye-i kübrâ-yý Ýlâhiyedir ki, mevcudatta zuhur eden ef'al-i Ýlâhiyyenin tânzim ve nizamýný gösteren âdetullahýn mecmu'-u kavânîninden ibarettir. Ma'lûmdur ki, kavânîn umûr-u itibariyedir; vücûd-u ilmîsi var, haricîsi yok. Gaflet veya dalâlet sâikasiyle Kâtib ve Nakkaþ-ý Ezelîyi tanýmadýklarýndan, kitabý ve kitâbeti kâtib ve nakþý nakkaþ, kanunu kudret, mistarý masdar, nizamý nazzam, san'atý sâni' tevehhüm etmiþler. Nasýl ki, bir vahþi ve insanlarýn içtimâiyatýný görmemiþ bir adam, muhteþem bir kýþlaya girse, bir ordunun nizamât-ý mâneviye ile muttarid hareketini temâþâ etse, maddî ipler ile baðlý tahayyül eder. Veyahut o vahþi, muazzam bir cami'e dahil olsa görse ki, Müslümanlarýn cemaat ve îdlerde muntazam, mübarek vaziyetlerini görse, seyretse, maddî rabýtalarla baðlanmalarýný tevehhüm eder. Öyle de, vahþiden çok vahþi olan ehl-i dalâletin, cünûd-u semâvât ve arza mâlik olan Sultan-ý Ezel ve Ebed'in muhteþem kýþlasý olan þu kâinata ve Ma'bûd-u Ezelînin mescid-i kebîri olan þu âleme girdikleri vakit, o Sultanýn nizâmâtýný tabiat nâmiyle yâd etse ve nihayet hikmetlerle meþhûn þeriat-ý kübrâsýný, kuvvet ve madde gibi saðýr ve kör ve câmid, karmakarýþýk, tezahürattan ibaret tahayyül etse, elbette ona insan demek deðil, belki vahþî hayvan dahi denilmez. Çünkü, o tevehhüm ettiði tabiat için, geçen Sözler'de ve sâir Risalelerimde yüz yerde, dirilmeyecek bir suretti o tabiat fikr-i küfrîsi öldürüldüðü ve Yirmi Ýkinci Söz'de gayet kat'î bir surette isbat edildiði gibi, her zerrede, her sebebde bütün mevcudatý halk edecek bir kudret, bir ilim vermek, belki Vâcibü'l-Vücudun bütün sýfatýný onda kabul etmek gibi nihayetsiz muhal ender muhal bir (Sh: B-267) dalâlet, belki dalâletin divâneliðinden gelen mânâsýz hezeyanlardýr. Elhâsýl: O sözlerde gayet kat'î bir surette isbat edilmiþ ki, tabiat-perest adam bir Ýlâh-ý Vâhidi kabul etmediði için, gayr-ý mütenâhî ilâhlarý kabul etmeye mecburdur. O ilâhlar her birisi herþeye muktedir olmakla beraber, bütün ilâhlara hem zýd, hem misil olarak þu kâinatýn intizamý içinde birleþsin. Halbuki bir sineðin kanadýndan tut, tâ manzûme-i þemsiyeye kadar hiç bir yerde bir sinek kanadý kadar þerike yer yoktur ki, parmak karýþtýrsýn. لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ اِلاَّ اللّهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللّهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ Ferman-ý kat'î, þirk ve iþtirâkin esâsâtýný kat'î bir bürhanla keser. Üçüncü Mes'ele: Küfür, mânevî bir cehennemin çekirdeði olduðunu Ýkinci Sözde ve Sekizinci Sözde ve baþka sözlerde isbat edildiði gibi, maddî bir cehennem dahi onun meyvesidir. Cehenneme dühûlüne sebeb olduðu gibi, cehennemin vücuduna dahi sebebdir. Zira küçük bir hâkim, küçük bir izzet, küçük bir gayret, küçük bir celâli bulunsa; bir edebsiz ona dese, "Beni te'dib etmezsin ve demezsin." Herhalde o yerde hapishane yoksa da, onun için bir hapishane îcad edecek, onu içine atacaktýr. Halbuki kâfir, cehennemi inkâr ile, nihayetsiz gayret ve izzet ve celâl sahibi ve gayet büyük bir zâtý tekzib ve ta'ciz ediyor, yalancýlýkla ve acz ile ittiham ediyor. Ýzzetine þiddetli dokunuyor, celâline serkeþâne iliþiyor. Elbette farz-ý muhal olarak cehennemin hiçbir sebeb-i vücudu bulunmazsa, o derece tekzib ve ta'cizi tazammun eden küfür için cehennemi halk edecek, o kâfiri içine atacaktýr. Dördüncü Mes'ele: Eðer desen: Ne için ehl-i küfür ve dalâlet dünyada ehl-i hidâyete gâlib oluyor? Elcevap: Çünki, küfrün divâneliðiyle ve dalâletin sarhoþluðuyla ve gafletin sersemliðiyle ebedî elmaslarý satýn almak için verilen letâif ve isti'dâdât-ý insaniye sermayesini, fâni þiþelere, soðuk buzlara (Sh: B-268) veriyor. Elbette ham cam ve câmid cemed, elmas fiyatýyla alýndýðý için, en âlâ cam ve en eclâ cemed alýnýr. Bir vakit elmascý zengin bir adan divâne olur, çarþýya gider, beþ paralýk cam parçasýna beþ altun verir. O zengin divâneye, herkes en iyi camlarýný alýr ona verir, hattâ çocuklar da güzel buz parçalarýný ona veriyor, birer altun alýyorlardý. Hem bir vakit bir padiþah sarhoþ olur, çocuklarýn içine girer, onlarý vükelâ ve ümerâ-yý askeriye zanneder. Þâhâne emir verir, çocuklarýn hoþuna gider, iyi itâat ettiklerinden güzelce bir eðlence yapar. Ýþte küfür bir divâneliktir, dalâlet bir sarhoþluktur, gaflet bir sersemliktir ki, bâki metâ' yerine fâni metâ'ý alýr. Ýþte þu sýrdandýr ki, ehl-i dalâletin hissiyatlarý þiddetlidir. Ýnadý, hýrsý, hasedi gibi her þeyi þediddir. Bir dakika meraka deðmeyen bir þeye bir sene inâd eder. Evet küfrün divâneliðiyle, dalâletin sekriyle, gafletin þaþkýnlýðýyla fýtraten ebedî ve ebed müþterisi olan bir lâtife-i insaniye sukut eder; ebedî þeyler yerine fâni þeyler alýr, yüksek fiyat verir. Fakat mü'minde dahi bir maraz-ý asabî bulunuyor veya maraz-ý kalbî var. O dahi ehl-i dalâlet gibi, ehemmiyetsiz þeylere ziyade ehemmiyet verir. Lâkin çabuk kusurunu anlar, istiðfâr eder, ýsrar etmez. رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا Beþinci Mes'ele: Mühim bir sýrr-ý âyet: Kur'ân-ý Mu'cizü'l-Beyan, mu'cize mecmûu olduðu gibi, her bir sûresi dahi bir mu'cize, hattâ pek çok âyetlerin herbirisi birer mu'cize veya bir lem'a-yý i'câzý gösterir bir tarzdadýr. meselâ, Sahâbeden bahseden âhir-i Sûre-i Feth olan âyeti, ki مُحَمّدٌ رَسُولُ اللّهِ dan baþlar, bütün huruf-u hecâiyeyi tazammun etmekle beraber, sahabenin tabakât-ý meþhuresinin, ki Ashâb-ý Bedir, Þühedâ-i Uhud, Ashâb-ý Suffa, Ehl-i Bîat-ý Rýdvan gibi, þöhretgîr-i âlem tabakâtýn esmâsýnýn (Sh: B-269) adedine iþaret ediyor ve þu âyetten evvelki هُوَ الَّذِى اَرْسَلَ رَسُولَهُ âyeti altmýþ üç harf olduðundan ömr-ü Nebeviyyeye iþaret ettiði gibi, bahsettiðimiz âyetle beraber Ashab-ý Bedir ve Suffa ve Uhud ve Ehl-i Beyt-i Nebevînin adedini göterir. Ýþte âhirdeki âyetin adedi iki yüz altmýþtýr. Ashab-ý Bedir, þühedâ-yý Uhud ile beraber, Bedir ile Uhud þühedâsýndan bulunan bir tek sayýlmak, hem isimleri bir olanlar bir sayýlmak þartiyle iki yüz altmýþtýr. Ayný âyetteki hurufat gibi Ashab-ý Bedir, Ashab-ý Suffa ile söylediðimiz þart ile beraber, iki yüz altmýþ dört eder. Âyetten dört fazladýr ki, Hulefa-yý erbaa ve Hamse-i Âl-i Abâdan dördüne iþaret vardýr. Âyette herbir harfin ne kadar tekerrür ettiði ve Ashab-ý Bedir ve Uhud ve Suffanýn esmâsýna ne derece muvafýk aded göstermesine, gelecek hurufata dikkat et: Hemze lafzý (9) gayr-ý melfuzu (l5) muvafýk geliyor. ث (3) ت 8 ب (4) muvafýk, ج (8) muvafýk, ذ (3) د (6) خ (10) ح (3) muvafýk,ر (16) muvafýk, ز (6) muvafýk. Uhud ve Suffadan ð (7) muvafýk, Suffadan ش (2) muvafýk, Suffadan ص (2) muvafýk, Bedirden ض (2) muvafýk, Suffadan ظ (3) ط (1) Uhudda Abâdile-i Seb'a, Hulefâ-yý Selâse ع (10) muvafýk, Suffadan ق (1) ف (14) غ (6) muvafýk, Bedir'de م (24) ل(34) ك (6) muvafýk, ن (16) muvafýk ى (12) و (15) هـ (16) muvafýk, لا (2) ا (18) muvafýk. Ýþte bu hurufatýn yarýsý Ashab-ý Bedir ve Suffa ve Uhud'da muvafýk gelmesiyle gösteriyor ki, gayr-ý muvafýk olanlar baþka tabakâtýn adedine muvafýktýr. Meselâ, Ehl-i Bîat-ý Rýdvan gibi tabâkat-ý meþhureye. Hem cây-i dikkattir ki: ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاسًا âyetinde þu âyet gibi, bütün huruf-u hecâiyeyi tazammun etmiþ. Fakat bunun aksine olarak, o hurufâtýn tekrârâtý acîb bir tarz-ý münasebettedir. Þu âyet ise birbirine bakýyor. Kardeþ kardeþine muvafýk gelmiyor. Demek þu âyetteki hurufatýn vazifesi, âyetin mânâsýný te'yid ederek, bahsettiði sahabelerin esmâsýna bakýyorlar. (Sh: B-270) Evet þu âyet-i kerime cümleleriyle gösterdiði ayný hükmü yine kelimeleriyle, hurufatýyla ayný mânâyâ iþaret eder. Meselâ, þu âyetin hurufatlarý Ashaba baktýklarý gibi, kayýdlarý da Ashabýn sýfat-ý meþhûresine bakar. O sýfâtý göstermekle o sýfat sahiblerine parmak basýyorlar. Mes'elâ: وَالّذِينَ مَعَهُ daki maiyet-i hassâ, sohbet-i mahsusayý zikretmekle Ebu Bekiri's-Sýddîk'ýn medar-ý fahri ve þöhreti olan maiyet-i hâssa ile baþýna parmak basýyor الْكُفَّارِ اَشِدَّاءُ عَلَى þiddet-i hamiyet-i Ýslâmiye ile küffâra galebe-i kat'iyesi ile þöhret-þiâr olan Hazret-i Ömer'i âyine gibi gösterir. رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ þefkat-i rahîmâne ile meþhur-u enâm olan Hazret-i Osmân-ý Zinnûreyn'e parmak basýyor. تَرَيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا kaydýyla, rükû' ve secdede devam ve kesrette meþhur olan Hazret-i Aliyyi'l-Mürtazâ'ya iþaret ediyor. يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِنَ اللّهِ وَ رِضْوَانًا cümlesiyle ehl-i Bîat-ý Rýdvân'a, سِيمَاهُمْ فِى وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِ Ashab-ý Suffa'ya, ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِى التَّوْرَيةِ Fukahâ ve ulemâ-i Sahabeye, وَمَثَلُهُمْ فِى اْلاِنْجِيلِ Ashab-ý Huneyn ve Feth, Uhud ve Bedir'deki Sahâbelerin nâmdar yiðitlerine iþaret ettiði gibi, enbiyadan sonra Benî Âdem içinde en yüksek, en nâmdar, en mümtaz olan Sahâbelerin medar-ý rüchâniyetleri, menþe'-i imtiyazlarý ve mâden-i meziyetleri olan seceyâ-yý sâmiye ve ahlâk-ý âliyye ve muamelât-ý gâliyeye o mezkûr kayýtlar ve sýfatlarla iþaret ediyorlar. O kayýtlarla diyor ki; Sahâbelerin halka karþý vaziyetleri: Düþmanlarýna þediddirler ve dostlarýna ve mü'minlere rahîmdirler. Cenâb-ý Hakk'a karþý rükû ve secdede kemâl-i itâattadýrlar. Her iþlerinde Cenâb-ý Hakkýn rýza ve fazlýný kasdederek kemâl-i ihlâsdadýrlar. Hem sahabelerin ilimde ve amelde ve siyasette ve askerlikte gösterdikleri fevkalâde metanet ve terakki ve sebat ve (Sh: B-271) tefevvuku, maziden Tevrat ve Ýncil'i iþhâd ederek mu'cizane ve müstakbelden ibadet ve cihad vazifesinde hârikulâde hareketleri ihbar ederek mu'cizâne mâzi ve müstakbelde iki ihbar-ý gaybiye ile sahâbelerin i'cazkâr ahvâlini haber vermekle, þu âyette bir lem'a-yý i'câzý gösterir ve âyetin daha baþka çok iþaretleri vardýr. Ýzahý uzun olduðundan ve ihatamýz nâkýs ve elimiz kýsa bulunduðundan kýsa kestik. Ýþte mâdem þu âyet, hem cümleleri, hem kelimeleri, ham hurufatýyla, ayrý ayrý vazifeleri gördükleri halde, mânâ-yý maksudun etrafýnda toplanýp ona bakýyorlar. Acaba bilmediðimiz ve beyan etmediðimiz, þu âyetin daha çok esrar-ý acîbeyi câmi' olduðu anlaþýlmaz mý? Altýncý Küçük Bir Mes'ele: Otuzüç adet Sözlerin ve otuzüç adet Mektublarýn mecmûuna Risaletü'n-Nur namý verilmesinin sýrrý þudur ki: Bütün hayatýmda Nur kelimesi her yerde bana rastgelmiþtir. Ezcümle karyem Nurs'dur, merhume vâlidemin ismi Nuriye'dir, Nakþî üstadým Seyyid Nur Muhammed'dir, Kâdirî üstadým Nureddin. Kur'ân üstadlarýmdan Nuri, talebelerimden benimle en ziyade alâkadarý Nur isimli bulunanlardýr. Kitablarýmý en ziyade îzah ve tenvir eden nur misâlidir.Kur'ân-ý Hakîm'deki en evvel aklýma, kalbime parlayan ve fikrimi meþgul eden اَللّهُ نُورُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ âyetidir. Hem hakâik-ý Ýlâhiyyede müþkilâtýmýn ekserisini halleden Esmâ-yý Hüsnâdan Nûr ism-i nurânîsidir. Hem Kur'ân'a þiddet-i þevk ve inhisar-ý hizmetim için hususî imamým Zinnûreyn'dir. اَللّهُمَّ يَا نُورَ النُّورِ وَيَا مُنَوِّرَ النُّورِ وَيَا مُصَوِّرَ النُّورِ وَيَا مُقَدِّرَ النُّورِ وَيَا مُدَبِّرَ النُّورِ وَيَا خَالِقَ النُّورِ وَيَا نُورًا قَبْلَ كُلِّ نُورٍ وَيَا نُورًا بَعْدَ كُلِّ نُورٍ وَيَا نُورًا فَوْقَ كُلِّ نُورٍ وَيَا نُورًا لَيْسَ مِثْلَهُ نُورٌ سُبْحَانَكَ يَا لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ اْلاَمَانُ اْلاَمَانُ اَجِرْنَا (وَ عَلِى) مِنَ النَّارِ وَ اَدْخِلْنَا (وَ اَدْخِلْ عَلِى) الْجَنَّةَ Sh: » (B: 272) مَعَ اْلاَبْرَارِ وَ نَوِّرْ قُلُوبَنَا وَ قَلْبَهُ وَ قُبُورَنَا وَ قَبْرَهُ بِاَنْوَارِ اْلاِيمَانِ وَ الْقُرْآنِ يَا رَحِيمُ يَا غَفَّارُ وَ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ الْمُخْتَارِ وَ آلِهِ اْلاَطْهَارِ وَ صَحْبِهِ اْلاَخْيَارِ آمِنَ آمِينَ آمِينَ Said Nursî 216 (Hulûsi Bey'in sualine cevabdýr.) (Diþlerin kaplanmasý hakkýndaki suâle cevap) 1932 tarihli suâlinize þimdilik etrafýyla cevab veremiyorum. Fakat bu mes'ele ile münasebetdar bir-iki mes'ele-i þeriatý icmâlen yazýyorum. Þöyle ki: Abdest vaktinde aðzý yýkamak farz deðil sünnettir. Fakat gusül hengâmýnda aðzýný yýkamak farzdýr. Az bir þey de yýkanmadýk kalsa olmaz, zarardýr. Onun için diþleri kaplama lehinde ulemalar fetva vermeye cesaret edemiyorlar. Ýmam-ý A'zam ile Ýmam-ý Muhammed (Radýyallahü anhümâ) gümüþ ve altýndan diþlerin yapýlmasýna fetvalarý, sabit kaplama hakkýnda olmamak gerektir. Halbuki bu diþ mes'elesi umûmü'l-belvâ suretinde o derece intiþarý var ki, ref'i kabil deðil. Ümmeti bu belvâ-yý azîmeden kurtarmak çaresini düþündüm, birden kalbime bu nokta geldi. Haddim ve hakkým deðil ki ehl-i içtihadýn vazifesine karýþayým, Fakat bu umûmü'l-belvâ zaruretine karþý, fetvalara tarafdar olmadýðým halde diyorum ki: Eðer mütedeyyin bir hekîm-i hâzýkýn gösterdiði ihtiyaca binâen kaplama sureti olsa, altýndaki diþ aðzýn zâhirîsinden çýkar, bâtýn hükmüne geçer. Gusülde yýkanmamasý guslü ibtâl etmez. Çünki üstündeki kaplama yýkanýyor, onun yerine geçiyor. Evet, cerihalarýn üstündeki sargýlarýn zarar için kaldýrýlmadýðýndan ceriha yerine yýkanmasý, þer'an o yaranýn asli yerine geçtiði gibi, böyle ihtiyâca binâen sabit kaplamanýn yýkanmasý dahi diþin yýkanmasý yerine (Sh: B-273) geçer, guslü iptâl etmez. وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّهِ Mâdem ihtiyaca binaen bu ruhsat oluyor. Elbette yalnýz süs için, ihtiyaçsýz diþleri kaplamak veya doldurmak bu ruhsattan istifade edemez. Çünki, hattâ zaruret derecesine geldikten sonra böyle umûmü'l-belvâda eðer bilerek su'-i ihtiyarýyla olsa, o zaruret ibâheye sebebiyet vermez. Eðer bilmeyerek olmuþ ise zaruret için elbette cevaz var. Said Nursî 217 (Üç cesetli bir ruhun bir fýkrasýdýr.) (Yani: Hâfýz Ali, Sabri, Sarýbýçak Ali.) Otuzbirinci Mektubun Onyedinci lem'asýnýn Onyedinci notasýnýn yedi mes'elesinden ikinci mes'elesi iken Yirminci Lem'a olan ihlâs Risâlesini aldým. Kuleönünde kardeþim Ali Efendi ile, Yirmi birinci Lem'a nâmýyla projektör misâl, geceleri gündüze çeviren pek mübarek ve çok kýymettar ve gayet müessir bir risale ile, Yirmi Ýkinci Lem'a olan, On Yedinci Nota'nýn üçüncü Meselesi iken Lemeata karýþmakla, sosyalizm ve bolþevizm oyunlarýyla, âlem-i insaniyetin fýtrat-ý hayat-ý hakikiyesini unutturmak, ebedî zulümatý, müsâvat-ý esasiye nâmý ile, kendi þahýslarýný istisna ederek, millet-i Ýslâmiyeyi esassýzlýða attýklarý, gazlý bombalarý ile bir nevi' geceyi getirdikleri gibi, gûyâ istilâ ettiði mânevî toprakta, kuvve-i inbatiyeye medar olacak, bir hayat dahi býrakmýyarak ihrâk ettikleri bir anda, þu Lem'a o âlemi tenvir ile, güneþi gösterip, âb-ý hayatý ile uyanýk zemin üzerini yeþerttiðini gösteriyor. Muhterem Efendimiz! Bir hafta mukaddem, maddeten küçük ve mânen büyük bir nâme-i mergûbelerinizi, Bekir Bey vasýtasýyla bir ordu kuvvetinde aldým. Cenâb-ý Erhamürrâhimîne hesabsýz hamd ve þükür olsun ki, bizim gibi âciz, zaif, fakir, kusurlu kullarýný, hiç bir zaman maddî ve manevî takviye-i rahmetinden baîd tutmuyor. Esen rüzgârlar muvakkaten kapý ve pencerelerden girseler de, o hanenin sahibi derhal kapatýyor ve ayýktýrdýðýný gösteriyor. Gerçi çok (Sh: B-274) okuyamýyorsak da, yazýyý ayný vaziyette yazýyor. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Muhterem efendim! Þu yazýlan risâleleri nasýl buldunuz buyuruyorsunuz? Ya hazret-i Üstad! Ne diyelim! Bizim mânevî yara ve hastalýklarýmýzý teþhis buyurup, öldürmemek için her nevi' mualeceleri ile memzuc, hem mugaddi, hem müessir tiryaklarýný Cenâb-ý Hakkýn ihsaný ile gönderiyorsunuz. Ýhlâs hakkýnda evvelce ve bilhassa sonra ihsân edilen risâleleri okudukça, vücudumun aðrýdýðýný ve her zerresinin titrediðini, müteaddid diyarlardan tevellüd eden kurtlar oynamaya baþlayýnca, en ahmak ve eblehçe hareketlerimi gösterdiler. Þu Sözler bittecrübe yazýlmasýyla, umum kardeþlerimiz îkaz ediliyor. Ve her ferde kudsiyeti ile, güyâ o ferde hitab eder gibi, bir ulviyetle mâ-i zemzem içiriyor. Ýhlâsý tam, vicdaný temiz, ruhu teslim, cismi lâtif, nesebi tâhir kardeþlerimiz, bu îkaz ile Cenâb-ý Erhamürrâhimîne niyaz edip, (Yâ Rabb, cümle ihvanýmýzý yaramaz þeylerden halâs et ve ihlâs-ý tâmme ihsân et) duâlarýnda, sâlifü'l-arz haslet-i hamse-i âliye ve ehliyeden olmayan ve kesafetli ruhuyla müteaddit nuru karýþtýran ve zâhir hâliyle sebeb-i Risâle olup, umumun dua ve himmetlerini her an arzulayan, bu uðurda Risâle-i Nur'a serfüru' ve serfedâ edenleri, Cenâb-ý Erhamürrâhimîn, Habîb-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Kur'ân-ý Hakîm ve hizbü'l-Kur'ân hürmetine maðfiret buyurup, niyet edip talep ettikleri hizmetinde muvaffak buyursun... âmin.. Þu mübarek risaleler, hararetli bir adamýn suyu gördüðünde ufak bir kapta ise, kazanýna koymak, büyük göl ve deniz ise, içine girmek istediði gibi, þu zamanýn nursuz yakýcý þiddet-i hararetine karþý, ihlâs denizini göstermekle harareti kesmek, hem her nevi' cevahir ve elmas içinde bulunduðunu beyân etmekle o denize dâvet ediyor, nefsin tâlibi olduðunu riyâ ve hubb-u câh gibi her cihette zararlý yýlanlar gibi zehirleyen, ibâdet perdesi altýnda dünyayý tahsil etmek isteyip, kabir kapýsýnda hatâsýný bildiði ve teveccüh-ü nâsa muhabbetten, firavun gibi gark olurken dönmek isteyip, kimseye müyesser olmadýðýný ve daha teferruatý ile o âlemleri bu lem'alar öyle tenvir (Sh: B-275) ediyorlar ki, eðer murad-ý Ýlâhî olsa, bu zamanýn þöhret-perest zýndýklarý da görselerdi, ellerindeki vücudlarýna zemherir getiren buzlarý atýp, ihlâs ile îman edip, Kur'ân'ýn elmas cevahirlerini alýrlardý. Muhterem efendim! Kerâmet-i Aleviye risalesi çok cihetlerle keramet olduðu gibi, Risale-i Nur þâkirdlerini intibaha ve teþvike, sa'y ve gayrete, cesaret ve þecâate sevk ile, hareket ettikleri yolda yalnýz olmadýklarýný ve karþýlarýnda düþmanýn, yalnýz onlarýn düþmaný olmayýp, belki, mâzide duran ve bize pek yakýndan bakan ervâh-ý âliyenin de düþmaný olup, o âlî ruhlar önümüzde piþdâr, etrafýmýzda zýrh gibi ve muhafýz ve muavin olduklarýný göstermekle, zaiflere kuvvet, havf edenlere cesaret ve þecâat, kavilere refik oluyor ve her zaman bu risaleye herkesin ihtiyacýný gösteriyor. Bu zamanýn kisve-i ilmiye ve mümessil-i din ve rehber-i millet perdeleri ile ilmi (ene)'ye, dîni dünyaya ve kendileri meyhaneye düþen ulemâi's-sû'u haber vermekle, ehl-i îman ve irfaný insafa, ittifaka, ittihada dâvet ediyor. Cümlemiz, hâk-i pây-i Ekremîlerine yüzler sürerek, mübarek dest-i dâmen-i kerîmânelerini öperiz efendim. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Ýslâm Karyesinden Kuleönünden Ali (R.H.) Ali 218 (Husrev'e hitaben yazýlan bir mektubdur.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ وَعَلَى وَالِدَتِكَ وَعَلَى اَخِيكَ وَعَلَى اِخْوَانِكَ وَرَحْمَةُ اللّهِ وَبَرَكَاتُهُ Aziz, mübarek, sýddýk kardeþim! Evvelâ: Sözler'e baþlamadan iki ay evvel gördüðün mübarek rüya çok güzeldir. Hem hakikattýr. Evet kardeþim, sen bir bahçe-i (Sh: B-276) ebedî olan Kur'ân-ý Hakîm'in Cennetinden Gül-ü Muhammedî (A.S.M.) namýnda, hadsiz nuranî hakikatlarýn fabrikasý hükmünde, tefsir-i hakâik-ý Kur'âniye etrafýnda halka tutan ve sizin gibi çarklardan mürekkeb olan bir cemâat-ý mübareke içinde en has ve en yüksek mertebeye kâtib tayin edildiðine, o rü'yâ beþaret verdiði gibi, biz de beþaret ediyoruz. Sâniyen: Bu def'a bize yazdýðýn Mu'cizât-ý Ahmediye (A.S.M.) risalesi çok hârika düþmüþ. Kim ona bakýyor, bir zevk-i hakikî hisseder. Demek oluyor ki; mânevî hâlis samimi hisler, maddî nakýþlar suretinde kendini hissettiriyor. Bu sýrra ben muttali' olduðum vakit kardeþim Galib dahi ayný hisse iþtirâk etti. Evet, bunun altýnda manevî tebessüm var diye, senin hattýný kendi hattýna tercihle mukabele etti. O yazdýðýn risale vasýtasýyla pek çok insanlar îmanlarýný kuvvetleþtiriyorlar, muhabbet-i Ahmediye (A.S.M.) kalblerinde ziyadeleþiyor. Ýþaret-i gaybiye hakkýnda þübheleri kalmýyor. O sevab da senin defter-i a'mâline geçiyor. Kur'ân ve Resûl-i Ekrem (A.S.M.) kelimesinden baþka, iþaret ettiðin kelimât çok mânidardýr, hem bir temeldir. O iki kelimenin mübarek tevafukuna bir hüccettir. Hem gösteriyor ki, bütün o tevâfukatý dahi riâyet etmeyen, o iki kelimenin tevafukuna kalem karýþtýramaz. Zannediyoruz ki, o risalelerin hatt-ý hakikîsini sen buldun veyahut yakýnlaþtýn. Sâlisen: Mâbeynimizde münasebet; manevî, ruhî, hakikî olduðu için zaman ve mekân müdahale etmez. Dergâh-ý Ýlâhîye müteveccih olduðumuz vakit günde belki kaç def'a, Husrev yanýmda bir cihette hâzýr olmakla beraber, senin o þirin yazýlarýn, hususan On Dokuzuncu Mektub'daki mübarek hattýn göründükçe seni hayalimizce hazýr ediyoruz. Ben ve buradaki arkadaþlar dahi seni burada görmek çok arzuluyoruz. Fakat Isparta sana çok muhtaçtýr. Hem de þimdi hâl ve mevsim pek müsâid görünmüyor. Onun için kardeþimi bir miktar yanýmda bulundurmak ile, sana zahmet vermek istemiyorum. Yoksa sen bize çok lâzýmsýn. Ýnþâallah bir vakit kazâ edeceðiz. (Sh: B-277) Râbian: Þu mübarek Þehr-i ramazan, Leyle-i Kadri ihâta ettiði için, kendisi de ömür içinde bir leyle-i kadirdir ki, muvaffak olanýn ömrüne bin ömür katar. Dakikasý bir gündür. Saati iki ay, günü birkaç sene hükmünde bir ömr-ü bâkîdir. Senden ve âhiret hemþirem yâni ikinci vâlidem ve kardeþimin muhterem vâlidesinden duanýzý istiyorum. Madem duada sizi þerik ediyorum, siz de benim duama âmîn hükmünde olarak dua ediniz. Kardeþimiz Ali Efendi'ye dahi çok selâm ve dua ediyorum. Ýnþâallah tam Husrev'e lâyýk bir kardeþ oluyor. Sair kardeþlere seni tevkil ediyorum, selâm ve dua ediyorum. Bu eyyâm-ý mübarekede bana dua etsinler. Gâlib der, Husrev'le mânevî bir irtibat hissediyorum. Çok selâm ediyor. Ve bilhâssa saatçý Lütfi Efendi'ye pek çok selâm ve dua ederim. Cenâb-ý Hak ona, o bana yazdýðý pencere risalesinin hurufu adedince ruhuna rahmet, kalbine nur, aklýna hakikat, malýna bereket ihsân eylesin, Âmin, âmin, âmin. Maksadým, ona o risaleyi yazdýrmak, onu has talebeler dairesine idhal etmekti. Yoksa ona o zahmeti vermezdim. Mâþâallah, Hâtem-i Mu'cizât-ý Ahmediye'yi (A.S.M.) çok güzel tersim etmiþsiniz. Sözler ile alâkadarlar içinde, bu hâteme tam kanâatý olanlarýn isimlerini bana yazsýnlar, onlarý ikinci dairede yazacaðýz. Tâ o nura hissedar olsunlar. Þükre dair nüshanýz Kuleönlü Mustafa bir adama verip, o da muhafaza edememiþ. Yaðmur bir parça bozduðu için mahcub olarak, sana göndermeyip bana gönderdi. Benim de güzel yazýlmýþ bir nüsham var, sana gönderiyorum. Ona göre yeni bir nüsha kendinize yazarsýnýz. Sen bana þükre dair yazdýðýn mübarek nüshayý, bir ay evvel Atabey tarafýna göndermiþtim. Kim aldýðýný bilmiyorum, elime geçmedi. Hem size Yirmi Sekizinci Mektubun Yedinci Mes'elesinin Hâtimesini gönderiyorum. O Hâtime, hâtem-i Ý'câza gelen tenkidatý reddediyor ve parlak bir mühr-ü tasdik olduðunu gösteriyor. O hâtemlerin bir nüshasýný sana gönderdik. Orada hâtemi gören ve kabul eden ve Sözlerle alâkadar olan zâtlarýn münasib gördüklerini, boþ kalan gözlere kaydedebilirsin. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Mirzazâde Said Nursî (Sh: B-278) 219 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz ve gayretli âhiret kardeþim ve hizmet-i Kur'ân'da yoldaþým Hulûsî-i sânî ve Sabri-i evvel! Mâþâallah Yirminci Mektub'un kýymetini güzel anlamýþsýnýz ve güzel de yazmýþsýnýz. Mektubunda ilm-i kelâm dersini benden almak arzu etmiþsiniz. Zaten o dersi alýyorsunuz. Yazdýðýnýz umum Sözler, o nurlu ve hakikî ilm-i kelâmýn dersleridir. Ýmam-ý Rabbânî gibi bazý kudsî muhakkikler dmiþler ki: Âhir zamanda ilm-i kelâmý, yani ehl-i hak mezhebi olan mesâil-i îmâniye-i kelâmiyeyi, birisi öyle birsurette beyan edecek ki; umum ehl-i keþf ve tarîkatýn fevkýnde, o nurlarýn neþrine sebebiyet verecektir. Hattâ Ýmam-ý Rabbânî kendisini o þahýs gibi görmüþtür. Senin þu âciz ve fakir ve hiç ender hiç olan kardeþin, bin derece haddimin fevkýnde olarak kendimi o gelecek adam olduðumu iddia edemem, hiçbir cihette liyâkatim yoktur. Fakat o ileride gelecek acîb þahsýn bir hizmetkârý ve ona yer hâzýr edecek bir dümdârý ve o büyük kumandanýn pîþdâr bir neferi olduðumu zannediyorum. Ve ondandýr ki, sen de yazýlan þeylerden o acîb kokusunu aldýn. Hem mektubunda اَللّهُ نُورُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ ilh. ye ait olan esrârý suâl ediyorsun. Evet o âyetin büyük bir denizinden çok Sözlerde katarâtý, reþehâtý vardýr. Bâhusus Yirminci Mektub'da, Otuz Üçüncü Mektub'da, Otuz Ýkinci Söz'de, Yirmi Ýkinci Söz'de onun bazý çeþmeleri var. Elbette o âyette çok tabakât var. Her taife bir tabakadan hissesini almýþtýr. Ruhum istiyordu ki, o âyetin bazý envârýný yazayým, fakat þimdiye kadar müteferrik surette yazýldýðýndan öyle kalmýþ. Þimdilik onunla iktifâ edilmiþ. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said (Sh: B-279) 220 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Aziz sýddýk kardeþlerim ve hizmet-i Kur'âniyede fedakâr arkadaþlarým Sabri, Hafýz Ali, Husrev, Re'fet, Bekir, Lütfü, Rüþdü Efendiler! Kardeþlerim, bu Ramazan-ý Þerifte size, âlem-i nurdan bahisler açmak arzularý var idi. Maalesef bir hâdise zulmet âleminden bahsetmeye beni mecbur ediyor. Bu yeni hâdise için etraftaki dostlar lisân-ý kâl ve hâl ile meraklý endiþeli bir tarzda benden istîzah isityorlar. Onlarý ve sizleri meraktan kurtarmak için o hâdiseyi iki kýsým olarak, bir parça beyan edeceðim. Birinci kýsým: Bu bize nisbeten musibetli ve elîm hâdiseyi, Cenâb-ý Hak inâyet ve rahmetiyle baþka sûrete çeviriyor. Evet, Cennet ucuz olmadýðý gibi, Cehennem de lüzumsuz deðil. Bu hâdisenin bize karþýki vechi, rahmet görünüyor. Ehl-i dünyaya karþý vechi, cehennemin lüzumunu gösteriyor. Filhakika bu Ramazan-ý Þerif'te hâdisenin sureti çok çirkindi. Fakat Gavs-ý A'zamýn dediði gibi, inâyet gözünün altýnda ve hýfzýnda olduðumuzdan çok cihetlerle hakkýmýzda lemeât-ý rahmet göründü. Ýkincisi: Bu Ramazan-ý Þerifte acz u za'fý ve fakr u ihtiyacý tam hissedip, Cenâb-ý Hakka iltica etmek, bir surette intibah ve heyecan ve þuur ve þiddet verdi. Ramazan-ý Þerifte þimdi okuduðum münâcâtlarýn okunmasýna bu hâdise mühim bir kuvvet oldu. Zaten musibetler, dergâh-ý ilâhiye sevk etmek için birer kader kamçýsýdýr. Her okuduðum bir kelime ve dua da ve münâcat da þuurlu ve þiddetli oluyor. Resmî ve ruhsuz olmuyor. Sahâbelerdeki ibâdetlerinin sýrr-ý tefevvuku bu noktadandýr. Tesbih ve zikri bütün mânâsýyla þuurlu bir surette söyledikleridir. (Hâþiye) Said Nursî (Hâþiye) Bu mektubun mütebâkisi bir maksada binâen buradan kaldýrýlmýþtýr. (Sh: B-280) 221 (Hulûsi Bey'e hitabdýr.) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Aziz, sýddýk, muhlis kardeþim! Evvelâ: Birâderzadem Halil Nâci'nin dünyevî musibeti, beni de cidden mahzun eyledi. Cenâb-ý Hak onu da kurtarsýn, size de sabýr ve tahammül ihsân eylesin, âmin. Nurun eskiden beri hiç sarsýlmayan muhlis bir kahramaný elbette dünyanýn geçici, kýymetsiz fâni vaziyetleri karþýsýnda telâþ etmez, maðlûb olmaz inþâallah. Sâniyen: Silsile-i ilmiyede bana en son ve en mübarek dersi veren ve haddimden çok ziyade þefkatini gösteren, Hazret-i Þeyh Muhammede'l-Küfrevî (Kuddise sirruhû'nun) hulefâsýndan Alvarlý Hoca Muhammed Efendiye ve ihvanlarýna çok selâm ve arz-ý hürmet ederim. Ve o havâlide Nurlarla alâkadar senin dostlarýna çok selâm ve Nur hizmetinde muvaffakýyetlerine dua ederiz. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Hasta kardeþiniz Said Nursî 222 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Aziz kardeþim! Beni merak etmeyiniz, inâyet-i Rabbaniye devam ediyor. Maiþet cihetinde kanâat ve iktisad beni ihtiyaçtan kurtarýyor. Sakýn bir þey gönderme. Sen altý yedi nefse bakýyorsun, benim yarým nefsim var. Sen beni deðil, ben seni düþünmeliyim. Sabrinin mektubu ona yetiþmemiþ, sen ve Hulûsi, benim her bir amel-i uhrevîmde hissedarsýnýz. Mâh-ý Ramazanda kazanç bire bindir. Siz de bana duanýzla yardým ediniz. Said (Sh: B-281) Ýþaret-i Aleviye'yi tam tasdik ettiniz mi, Haþir risalesi'ni çok kuvvetli buldunuz mu? 223 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ Binler selâm. Siz maddî rütbenizden çok yüksek mânevî rütbeniz iktizasýyla ayrý ayrý yerlere gönderiliyorsunuz. O yerlerin sana ihtiyacý var. Hiç merak etme. Senin Risaletü'n-Nur hakkýnda mektuplarýn, çok talebe yerinde, senin bedeline hizmet-i nuriyede çalýþýyorlar. Birinciliði dâima sana kazandýrýyorlar. Kardeþiniz Said Nursî 224 (Yýldýz Mektubu) وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk kardeþlerim, hizmet-i Kur'âniye'de çalýþkan arkadaþlarým Sabri (R.H.), Husrev, Hâfýz Ali (R.H.), Re'fet, Bekir, Lütfi (R.H.), Rüþdü! Size Cemaziye'l-âhir ayýnda vuku' bulan bir hâdise-i semâviye münasebetiyle bir mes'ele beyân edeceðim. Þöyle ki: Hazret-i Zât-ý Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmýn zuhuru zamanýnda, وَاِذَا الْكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْ âyetinin bir nümunesini gösterir bir tarzda, recm-i þeyâtîne alâmet olan, yýldýzlarýn düþmesi kesretle vuku' bulmuþtur. Ehl-i tahkikýn nazarýnda; o zaman vahy zamaný geldiðinden, vahye þübhe gelmemek için, kâhinler gibi, gaybî ve cinler vasýtasýyla semavî haberlerine karýþanlara sed çekmeye alâmet ve iþaret olmakla beraber, Zât-ý Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm cin ve inse meb'us olarak teþrifine semâvât ehlince bir þenlik, bir bayram gibi bir alâmet-i sürur olduðunu, ehl-i keþif ve hakikat hükmetmiþlerdir. (Sh: B-282) Hem o meb'us Zât, ehl-i küfür ve dalâlet için bir nirân-ý muhrika ve ehl-i hidayet için envâr-ý müþrika menba'ý olduðuna, gaybî ve semavî bir iþarettir. Þimdi þu Cemâziye'l-âhirde emsâli görülmemiþ bir tarzda, gece saat dörtte baþlayýp, beþ ve beþ buçuða kadar devam eden yýldýzlarýn düþmesi ehemmiyetli bir hâdise-i semâviyedir. Semâvâtýn hâdisatý zeminimize baktýðý cihetle herhalde, o hâdisatýn dahi küre-i arzda bir eseri olacaktýr. Cenâb-ý Hak'ýn rahmetine sýðýnmalýyýz ki, nîrân-ý muhrika yapmasýn, envâr-ý müþrikaya çevirsin. Evet nasýl ki, Kur'ân-ý Hakîm'in surelerinde, âyetler birbirine bakar, iþaret ederler. Öyle de, Cenâb-ý Hakk'ýn bir Kur'ân-ý kebîri olan þu kâinatýn ulvî, süflî sureleri dahi birbirine bakar, birbirinin nüktelerini izhâr eder. Semâ suresinde bizim gibi lâfz-ý Celâli yalnýz kýrmýzý yazmak deðil, belki nur yaldýzýyla lâfza-i Celâl gibi yazýlan yýldýzlar ve o yýldýzlardan fýþkýran nuranî noktalar, elbette bir iþaret fiþekleri hükmünde, birer sýrrý ilân ettiðini, o mu'ciznümâ semavî suresinin þânýndandýr. Kendimizce bir fâl-i hayr addetmeliyiz. Sâniyen: Size semâvâtýn kýrmýzý yýldýzlarýný andýran, Kur'ân'daki ism-i Celâl'in iki bin sekiz yüz altý (2806) def'a tekerrürü, Kur'ân semâsýný o nuranî yýldýzlarla zinetlendirmiþ ve o adedlerin sahifeler, yapraklar, sûreler itibariyle birbirine mânidar münâsebât-ý tevafukýyetleri, daha ziyade letâfetini, zinetini güzelleþtirmiþ. Bu def'a size kendi nüsha-i Kur'âniyemi gönderiyorum. Bu nüshamda size gönderilen listeye göre iþaretler koydum. Ýsm-i Celâl ve Ýsm-i Rabbe ayrý ayrý iþaret vaz' edildi. Ýsm-i Celâlin tevafukat-ý adediyesi hem muntazamdýr, hem mânidardýr, fakat bir parça dikkat ister. Çünki, risalelerde görünen tevâfuk gibi, daima sahife sahifeye bakmýyor. Bazen sahife mukabiline deðil, belki bir arkasýna veya arkasýnýn mukabiline bakar. Bazen bir yaprak atlar, bazen bir sahife iki sahifenin mecmuuna bakar. Meselâ: Otuz beþinci sahifede on üç (13) adet lâfza-i Celâl gelir. Arkasýna sekiz (8), sonra beþ (5) geliyor. Demek o on üç adet bu iki rakama birden bakar ki, o da on üç ediyor ve (Sh: B-283) hâkeza.. Hem bazen bir sahife, iki sahifenin mecmuuna bakmakla beraber ayný suretinde iki adet gelir, her biri onun bir cüz'ünü gösterir. Meselâ: Sûre-i Tevbe'de l88. sahifede on altý lâfza-i Celâl geliyor, arkasýnda altý geliyor, altýnýn arkasýnda on geliyor. Beraber yukarýdan okunsa on altý olur, tevâfuk eder. Sûre-i Ahzab'ýn yine sahife dört yüz yirmi ikide (422) on altý Ýsm-i Celâl geliyor. Zâhirî tevâfuku yok. Halbuki bir sahife daha evvel on gelir ve mukabilinde altý var, terkib edilse on altý olur tevâfuk eder. Hem bazen ism-i Rab ile beraber tevâfuk eder, bazen sahife sahifeye deðil, yaprak yapraða bakar. Hem bazen sahife rakamýna bakar. Dokuz rakamý çok defa sahife rakamýna baktýðý için tevâfuktan çýktýðýný hissettim (Hâþiye). Her ne ise, siz de tedkik edersiniz, sonra meþveretinizle gizli tevafukatý gösterecek rakamlarý yazacaðýz. Yeni yazdýðýmýz Kur'ân'dan tensib ettiðiniz takdirde kaydedeceðiz. Baþta yüz elli sahifede elli bir defa yedi ve sekiz geliyor. Yirmi sekizde sekizdir, yirmi üçte yedidir. Bu yedi, sekiz birbirine muvafýk kabul edilmiþ, yediden sekize, sekizden yediye geçmekle tevafuk bozulmuyor. Bu iki rakamýn Kur'ân'da mühim sýrlarý bulunduðu hissedilir. Sâlisen: Hazret-i Zât-ý Ahmediye (Aleyhisselâm) nasýl bir þecere-i Tûba olduðunu ve Asfiyâ ve Evliyâ ve Sýddîkîn, o Þecere-i Nuraniyenin meyveleri ve mesâlik ve turuk onun dallarý olduðunu gösterir, bir silsile-i azîme, eskiden kalma ve eskimiþ bir silsilenâme yanýmda var. Onu güzelce tebyiz etmek için hattý güzel, cedvelde mehâreti bulunan zâtlarý istiyorum. Þimdilik Husrev'le Tenekeci Mehmed Efendi, Bekir Aða'da bulunan ölçü ile on beþ tabaka kâðýt beraber, Hafýz Ali'nin haber gönderdiði vakit gelsinler. (Hâþiye): Elhasýl: Bazý esrâr-ý gaybiye için tevafukat þeklini deðiþtiriyor. Lâfza-i Celâl'in diðer lâtif ve câzibedar ve mânidar bir tevafuku þudur ki, baþta Fatiha sahifesiyle beraber yüz elli bir sahifede, elli bir defa yedi ile sekiz geliyor. (Sh: B-284) Râbian: Yirmi Yedinci Mektub'a ilhak edilecek, kardeþlerimizin bazý yeni fýkralarýný size gönderdim. Hakikaten bu fýkralar ve umum Yirmi Yedinci Mektub'un fýkralarý çýk faydalýdýrlar. Ehemmiyetli tatlý hoþ, güzel mânâlar, dersler; teþvik, teþci' eder hisler vardýr. Ben kendim onlardan tatlý istifade ediyorum, tenbel olduðum zaman bana ehemmiyetli bir teþvik kamçýsý oluyor. Her ne ise.. Kardeþlerim, gücenmeyiniz; bir miktardýr sizlere mektup yazdýðým zaman birbirinden uzak mes'eleleri topluyorum. Her mektup bir aþûre olur. Hâmisen: Ben kolu kýsa, boyu kýsa cübbeme razý oldum, daha birþey lâzým deðil, husrev'in sakosu, yanýmda makbul misafirdi, gönderiyorum. Vâlidesinin bir derece kesb-i âfiyet ettiðinden çok mesrûr oldum. Cenâb-ý Hak sýhhat ve âfiyet versin. Orada Husrev'in kardaþý Ali Hasan ve Tenekeci Mehmed Efendi ve Hâfýz Ahmed gibi Sözler'le alâkadar olanlara selâm ediyorum. Kardeþiniz Said Nursî Nümûne için gönderilen kâðýt zâyi' olmuþ, göremedik. Beyaz kâðýttan siz intihab edersiniz. Sulfato geldi, fakat çoktur. Mehmed Efendi bana yeniden bir levha yazmasý beni minnetdar ediyor. Cenâb-ý Hak yazdýðý her bir harfe mukabil bin sevab ihsan eylesin, âmin.. âmin... 225 بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ الْقُرْآنِ وَ اَسْرَارِهَا Ey bu dâr-ý fânide medar-ý tesellilerim, bu diyâr-ý gurbette enîslerim ve esrâr-ý Kur'âniyede beni iþtiyaklarýyla konuþturan zeki, ferâsetli muhatablarým! Sizlere, yalnýz bir iki dakika temâþâ etmekle, ne derece acýnacak bir halde, nâkýs bir hat ile çalýþtýðýmý ve sizin kýymettar kalemleriniz, ne kadar bana ehemmiyetli olduðunu ihsas etmek için, kendi hattýmla tashihsiz bir fihriste-i huruf göndermiþtim. Halbuki, sizler bir iki dakika deðil saatlerce baktýnýz ve günlerce zaptettiniz. Bundan anladým ki, siz ona fazla merak ediyorsunuz. Onun için size o listenin tebyizini gönderiyorum. Ýsterseniz kendinize bir suret alýrsýnýz. (Sh: B-285) Fakat bunu biliniz ki, bu fihriste muvakkat bir me'haz olmak için takribî bir tarzdadýr. Ben kolaylýk için, kýsmen eski mahfuzatýma, kýsmen iki mikyas ile dokuz saatte periþan hattýmla yazmýþtým. Sonra anladým ki, bu vadide bir tefsir köyümüzde var. O tefsiri getirdik, mukabele ettik. Ekseriyet-i mutlaka ile tevâfuk etmiþiz, bir kaç büyük yekûnlarda on-onbeþ küçük yerlerde muhalefet oldu. Tahkikat neticesinde, tefsîrin matbaa ve müstensihlerin eser-i sehvi olarak muhalefet olmuþ. Ýki üç yerde müsvedde listemizi tashih ettik. Sonra o tashihimizin yanlýþ olduðunu anladýk, daha listemizi deðiþtirmedik. Matbaa hatâsý olarak tefsir tashihe muhtaç zannettik, fakat edemedik. Çünki, sahibi büyük bir müdakkik ve matbaa da Câmiü'l-Ezher yanýnda ve kurbünde, Ezherî ulemâsýnýn nazarý altýnda olduðundan tashihe cür'et edemedim. Ayný tefsiri, tebyîz ile beraber gönderiyorum. Ona bakarsýnýz, fakat tenkide uðraþmayýnýz. Çünki, benim listem takribîdir, daha tahkikî yapmadým. Tefsir ise, çoðunda rivayete istinad eder. Hem bazý Sûre-i Mekkiyede Medenî âyetler girmiþ. Belki, hesâba dâhil etmemiþ, Meselâ, Sûre-i Alâk'ta hurufu yüz küsur demiþ. Muradý, en evvel nâzil olan nýsf-ý evveldir. O doðru söylemiþ. Ben ise eski mahfuzatýma istinaden mecmû-u sureyi zannettiðim için onun savabýnda hatâ etmiþim. Hem tevâfuktaki esrar, küllî yekûnlara bakar. Takribî fihriste bize kâfidir. Kenzü'l-Arþ'ýn üç nüktesinde yazýlan tevâfukat, küsûrâtýn deðiþmesiyle deðiþmezler. Belki büyük yekûnlarýn deðiþmesiyle dahi o tevâfukat bozulmaz. Meselâ, Sûre-i Kehf ile otuz dokuz sure, bin adedinde ititfak ediyorlar. Bir iki tane bin adedeni kaybetse, o mühim tevâfuk bozulmaz. Ve hâkeza... Küsurâtýn çendan esrarý var, daha bize tamamýyla açýlmadý. Ýnþâallah açýldýðý vakitte fihriste dahi tahkikî bir surete girecek. Said Nursî (Sh: B-286) 226 (Husrev'in fýkrasýdýr.) Aziz Üstadým! Cemaziye'l-âhir ayýnda vuku bulan وَاِذَا الْكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْ âyetinin ifade ettiði hâlâtýn bir nümunesini îzah eden hâdisat-ý semâviye ile, Kur'ân'ýn semasýnda parlayan lâfza-i Celâl yýldýzlarýnýn acîb ve tatlý tevâfuklarýný ders veren o kýymetdar mektubunuzu, Hâfýz Ali kardeþimiz de dahil olduðu halde Re'fet, Bekir, Lütfi, Rüþdü,Keçeci Mustafa Efendi ve aðabeyim Ali Efendi ile beraber okuduk. O gece meclisimiz pek tatlý idi. Hâdisât-ý Semâviyeyi hayret ve taaccüble ve pek büyük bir sevinçle karþýlayarak, mele-i âlânýn bayramlarýna biz de iþtirâk etmiþtik. Nasýl ki bu hâdise-i semâviyenin birinci def'a vukuu, (baþta insan suretinde yapýlmýþ Hubel tâbir ettikleri büyük putlarýyla 360 putu ilâh kabul eden) müþrikîn-i Kureyþ'in helâkini netice vermiþti. Ýnþâallah bu ikinci vuku'da l4. ci asr-ý Muhammedîde ve Avrupa terakkiyatý ile iftihar ettiði ve yirminci asýr nâmýný alan bu günde, ehl-i fetretin putperestliðinin daha feci bir surete giren suretperestliðinin kökü kesileceði, bize ilân ediliyordu. Bu ilân, ümmet-i merhume-i Muhammediyeye, pek güzel ve pek hayýrlý bir fütuhatý hazýrladýðýný hatýrlatarak, mahzun kalblerimizi þenlendirmiþ, aðlayan yüzlerimizi güldürmüþ, gamnâk çehrelerimize beþaþet serpmiþti. dimaðýmýzda Asr-ý Saâdetin o câzibedar hayatýný canlandýrmýþ, güya mâziyi istikbâle çevirerek, bir müddet o âlemlere ve o nezih ruhlu, ulvî düþünceli insanlar arasýnda yaþatmýþtýr. Sâniyen: Lâfza-i Celâlin mânidar ve münasebetdâr tevâfukatýný temaþaya koyulduk. Bu tevâfukat, ihtiyarsýz nazarýmýzý kendisine çeviriyordu. Ýrae edilen kýsýmlar ve tevâzün ettirilen adetler, o kadar þirin idi ki, okurken kalbimize serinlik, dimaðýmýza bir inkiþaf, ruhumuza bir gýda veriyordu... (Sh: B-287) Vaktimizi artýrmak için, yan yazý ile yazýlan Kur'ân-ý Kerîm'in l5.nci sahifesine kadar 7,8 adetler tevâfukatýný muhafaza ederek, 51 def'a gelmesi, mektubun nihayetini asel (bal) ile baðlýyordu. Ne kadar gariptir ki, bu rakamlarýn hem yazýlmalarý birdir, hem sýrada kardeþlikleri birdir ve hem de sahifede gösterdikleri rakamla tevâfuklarý birdir. Ey sevgili Üstad! Cenâb-ý Hak sizden çok râzý olsun, yeni yeni meyveler ve fâkihelerle taðaddi suretiyle takviye-i ezhana, hem de def'-i cû' sureti ile ýztýraplarýmýzý teskine vasýta oluyorsunuz. Husrev 227 (Husrev'in fýkrasýdýr.) Sevgili Üstadým, aziz hocam, efendim hazretleri! El ve ayaklarýnýzdan öperek, sýhhat ve âfiyetiniz için duâcýyým. Bu hafta zarfýnda, yazýp ikmâline muvaffak olabildiðim Yirmialtýncý ve Onuncu cüz'leri ve Kur'ân-ý Kerîm'in tamamen yazýlmasýndan mütevellid sürurlarýmý ifade eden, þu arîzamý takdim ediyorum. Sevgili Üstadým, bu hususta mâruz kaldýðým, o Fürkan-ý Ezelî'nin bazý inâyâtýndan bahsetmekliðime müsaade edilmesini rica ederim. Þöyle ki: Lâfza-i Celâl ve lâfz-ý Rab tevâfukatý ile, kelime tevâfukatýný muhafaza etmek suretiyle, bir Kur'ân-ý Kerîm yazýlmasýný emir buyurduðunuz vakit, pek büyük bir sevinçle kaleme sarýlmýþtým. Ýlk yazdýðým üç cüz'ün baþlangýcýnda, o kadar müþkilâtla yazý yazýyordum ki, sevincimi ye'is þevkimi fütur doldurmuþtu. Esasen Arabî hattýmýn hiç olmamasý, ye'simi teþdit füturumu tezyîd ediyordu. Sevgili Üstadým, bu hal çok devam etmedi. Ýlk günlerde sabahtan akþama kadar çalýþtýðým halde, beþ veya altý sahife yazý yazabilmek, benim için büyük bir muvaffakýyet iken, Kur'ân-ý Azîmü'l-Bürhanýn yardýmý imdâdýma yetiþti. Müþkilâtýn yerini sürur, teessürün yerini sevinç kapladý. Bazý günler kalemi elimden býrakmamak için, namaz (Sh: B-288) vaktinin uzamasýný veyahut gurubun olmamasýný temenni ediyordum. Bazan olurdu, sabahlara kadar yazý yazmak isterdim. Bazan olur, yazýlmasý gayet güç sahifelere, Kur'ân'dan istimdat ederdim. Gayet kolaylýkla, o sahifeyi yazmaya muvaffak olurdum. Bazan en kolay yazýlacak sahifelerde,istimdadý býrakýrdým. Elimde kalem gûya yazý yazmakta izhar-ý acz ederdi. Hattâ bazan yanlýþ yazarak sahifeleri tebdil ettiðim olurdu. Bu kadar teshilât arasýnda, arabî hattýmýn þeklinin deðiþmekte olduðunu gördüm. Birinci def'a ki, yazdýðým yazýlarýmla son yazdýðým yazýlarýmý karþýlaþtýrdýðým vakit, böyle çapraþýk bir yazý ile, nasýl olur da dilâver bir pehlivan gibi ortaya atýldýðýmý düþünerek evvelce çok me'yûs oldum. Sonra da sevincimden mesrûrâne þükürler ettim. Kur'ân'da mevcut tevâfukatý ile beraber, yazan Hâfýz Ali, Hoca Sabri, Hâfýz Zühdü gibi, kardeþlerimin yazdýklarýný gördükçe, þevkim artýyordu. Ümidin fevkýnde bir terakkiyat gördüm. Bu esnalardaki inâyetin bir kýsmý kalbe tulû' ediyordu. Bir kýsmý idare-i taayyüþüme taallûk ediyordu. Bir kýsmý da yazý yazarken vuku' buluyordu. Meselâ son bir hâdiseyi arz edeceðim. Þöyle ki: En son yazdýðým sûre-i Tevbe'nin 197. sahifesinde altý lâfza-i Celâl mevcut, dimaðýma sahifenin yazýlacak þeklini hazýrladým. سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ اِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ âyet-i celîlesindeki iki tane lâfza-i Celâl, tevâfuk harici kalmak suretiyle yazmaya baþladým. Vaktâki فَمَا كَانَ اللّهُ daki lâfaz-i Celâli yazdým. Düþündüm ki, istediðim gibi olmayacak, öyle ise üç bir, iki bir tevâfuk olsun dedim. Ben tevâfuk edecek lâfza-i Celâl'e yaklaþtýkça, lâfza-i Celâl'ler tevâfuktan uzaklaþýyorlardý. Bir türlü arzu ettiðim þekilde muvaffak olamadým. En nihayet hâl-i hâzýr vaziyet vücuda geldi. Sahifeyi deðiþtirmek istedim. Baktým bu sahife ihtiyarýmý dinlememiþti. Bunda bir maksat ve bir gaye olacaðýný hatýrlayarak, sahifeyi yýrtmadým. 198 nci sahifeyi yazdýktan sonra (Sh: B-289) dikkat ettim.197 nci sahifede tevâfuk harici bir satýrdaki iki lâfza-i Celâl 198. Sahifede ayný satýr üzerindeki, iki lafza-i Celâl ile üst üste geldiðini ve diðerinin 199 ncu sahifede pek cüz'î bir inhiraf ile (belki yarým santim kadardýr) diðer bir lâfza-i Celâl'in üstünde olduðunu gördüm, اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى diyerek, Cenâb-ý Hakk'ýn benim gibi alîl pek çok ma'siyet ve kusurlu bir kulunu böyle kudsî bir hizmette istihdam ettirdiðinden dolayý, nihayetsiz sürura müstaðrak oldum. Bu inâyet ve muvaffakýyetler fazilet ve mübecceliyette, her þeye tefevvuk eden susmaz ve susturulmaz bir ses, feyyaz bir ziya ve nevvâr bir azametle, yirmi sekiz bin âleme imamlýk eden, ders veren o Fürkan-ý Ezelînin, hadsiz kerametlerinden bir kerameti ve nihayetsiz mucezelerinden, kývýlcým-misâl küçük bir lem'asý idi. Cenâb-ý Hak dergâh-ý izzetinde kabul buyursa benim gibi,zillet ve meskenet her tarafýný kaplýyan kusurlu, âciz, bir abd için, ne büyük bir saadet. Ýþte sevgili üstadým: Himmet-i âlîniz ki ve لَوْلاَكَ لَوْلاَكَ لَمَا خَلَقْتُ اْلاَفْلاَكَ hitâb-ý izzetine mazhar olan menba'-ý füyuzat Aleyhissalâtü vesselâm efendimizin himemat-ý kudsiyyeleri ile ve refik olan Kur'ân-ý Azîmü'þ-þânýn kerametleri ile ve Cenâb-ý Vâcibü'l-Vücud hazretlerinin müsaade ve lütuflarý sayesinde ve yine onlarýn rýzasý uðrunda, Ümmet-i Muhammed (A.S.M) için vasýta olup yazdýrýlan bu Kur'ân-ý Kerîm'i, size takdim ederken fakir talebeniz, (size ciddî bir talebe, hakikî bir kardeþ, muti' bir evlât ve Peygamber-i Zîþân Efendimiz hazretlerine ümmet ve Hallâk-ý Kerîm'e de kemter bir kul) olabilmek dilekleri ile el ve eteklerinizden kemâl-i ta'zim ve hürmetle öperim. Efendim hazretleri. Fakir Talebeniz Ahmed Husrev (Sh: B-290) 228 (Milâs'lý Halil Ýbrahim'in fýkrasýdýr.) Efendim! Ýsterim ki Yirmi Yedinci Mektubun tatlý sadâlarý içcerisinde benim de boðuk sesim çýksýn, lâkin heyhât o maden-i esrâr bahrinden dem vurmak haddim deðil. Benim arzum ve iþtiyâkým, o gülistana girebilmek ve o güzel güllerden koklamak, yoksa onun tavsifinde âciz ve kâsýrým. Gerçi kalbimde galeyan eden mânalar çoktur. Lâkin her nedense, lisan hissiyatýmýzýn tercümaný olamýyor. Þu kadar diyebilirim ki, elimde mevcut risaleler ve fihristede gördüðüme nazaran, Risale-i Nur eczalarý bir þecere-i Nuraniyedir ki, dallarý aktâr-ý arza neþr-i Envâr ediyor. Ve ilâ nihaye edecektir. Karanlýklý bir gecede, semâdaki yýldýz ve kamerler, zemin yüzünde nasýl rehberlik ederlerse, risale-i Nur eczalarý da öyledir. Ve zulmette, nura ihtiyaç ne ise, Risale-i Nur eczalarý da odur. Bahr-ý dalâlet mevceleri arasýnda, sefine-i Nuh (A.S.) necat verir, her kim dahil olsa, tufan-ý maâsiden halâs bulur. Risale-i Nur eczalarý, küre-i arzýn mevsim-i erbaa kütüphanesinde bir bahardýr. Ve bahar kadar letâfetlidir ve canbâhþtýr ve ölmüþ arza o bahar vasýtasý ile hayat verildiði gibi, Risale-i Nur eczalarý da ölmüþ arz kulüplere taze hayat verir. Risale-i Nur eczalarý bir mürþiddir. Ýnsaný haksýzlýktan hakka döndürür ve hayvanlýktan insaniyete ve esfel-i sâfilînden, a'lâ-i illiyyine yükseltir. Otuzüçüncü Söz'ün, Yirmidördüncü mektubu ve emsalleri, insanýn ruhunda inþirah hâsýl ediyor. Ve kalbinde Sâni'-i Hakîm'in hikmetine karþý pencereler açýyor. Risale-i Nur eczalarý, insanýn sýkýntýlý vaktinde imdadýna yetiþir ve teselli eder, bu ciheti aynen gördüm ve elhasýl Risale-i Nur eczalarý hakkýnda her ne desem, yine o nura karþý sönüktür. Ýþte o fihristeler fihristesi böyle olunca, daha ilerisini ehli olan anlar. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Halil Ýbrahim (R.H.) (Sh: B-291) 229 (Hulusî Bey'in fýkrasýdýr.) Bugün hayreti mûcib, nazara câzib, dikkati câlib, mânasý lâtîf, tertîbi zarîf, tevâfuku nazîf, envârý zâhir, îcâzý bâhir, zübde-i bürhan, erkân-ý îman, bir lem'asý i'câz-ý Kur'ân olan ve mübarek Hüsrev'in çok mükemmel bir tarzda istinsah ettiði, Yirmidokuzuncu Söz ile, melfufu cidden çok mühim mes'eleleri câmi' ve bedi' cevablarý hâvi, Onaltýncý Lem'ayý ve benim gibi tenbellere, mükemmel bir ders-i îkaz olan mektubu almakla bahtiyar ve çoktandýr mahrum kaldýðým nurlara kavuþmaktan mütevellid ni'mete mazhariyetten dolayý, Cenâb-ý Hallâk-ý Rahîme teþekkürden âcizim. Orada kardeþlerimizden beþ nevi ibadet hakkýndaki izahlarý ile kötü þahsiyetime deðil, sýrf Kur'ân'a, îmana, nura, hakâika müteveccih hâlime baktým. Ve kanaatlarýmý yokladým, ben de ayný þeyleri düþünmüþ ve kanâat getirmiþtim. l- Ehl-i dalâlete karþý mücahedede اِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ اَقْدَامَكُمْ 2- Neþr-i hakikatte üstada yardým وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى اَطِيعُوا اللّهَ وَ اَطِيعُوا الرَّسُولَ 3- Müslümanlara îman cihetinden hizmet اِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللّهِ اْلاِسْلاَمُ * وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُوا* اِنَّمَا اْلمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ gibi âyetlerle اَلدِّينُ النَّصِيحَةُ اَلدِّينُ النَّصِيحَةُ اَلدِّينُ النَّصِيحَةُ hadîs-i þerifi. 4- Kalemle ilmi tahsil ن وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ mâdemki hakikat ilmi tedris edilmiyor. Elbette mahfî hikmetlere binâen mahdut insanlarýn eline geçen, kulaðýna giren, bu nevi' derslerin ciddî tahsili için, bilhassa okumasý yazmasý olanlarýn, bizzat yazmak suretiyle, bu neticeyi bulacaklarýna þüphe edilmemelidir. Bir þey'i yazmak, okumak, anlamak, sonra baþka kâðýda nakletmektir ki, bu tarzla matlub istifadenin te'min edileceði muhakkaktýr. (Sh: B-292) 5-Bir saatý bir sene ibadet hükmüne geçecek tefekkür: Evet nurlarla istifade, böyle saatler, zannederim, hepimizin meþhudu olmuþtur. Sözlerdeki hakâiký tefekkür, aynen Kur'ân'ýn künûzunu mânen taharridir ki, (Fettâh) ismi imdada yetiþerek, öyle muhayyiri'l-ukûl kapýlar açýyor ki, zevkine nihayet bulunmuyor. Perdesiz, vâsýtasýz Kur'ân'a bakýnca, zülâl gibi hakâikýn tecelli ettiði, bulutsuz havada güneþ ve böyle bir havada yýldýzlarla süslenmiþ semada bedirlenmiþ kamer gibi müþahede olunuyor. Benim gibi bir isyankârýn vaziyeti, hâli, kabiliyeti isti'dadý asla müstaid deðilken, Allah-ü Zülcelâl'in nihayetsiz kerem ve rahmeti, fazl ve inâyeti ile, iki kere iki dört kat'iyetinde kat'î kanaatým gelmiþtir ki, Hazret-i Gavs'ýn ve onun Üstadý, iki cihan fahri Nebiyy-i Efhamýmýz (A.S.M.) Efendimiz Hazretlerinin duâ ve himmetleri, Hazret-i Kur'ân'ýn þâkirdleri üzerindedir. Sû'-i ihtiyarýmýzla bozmazsak, bu himayet ve sahâbet elbette devam edecektir, kat'î kanaat ve îmanýndayým. Þu satýrlarý bana yazdýrtan âsâr-ý Nur'un þeref-i vürudlarý ve feyizleri, inþâallah içinde gizlenmiþ olan aþr-i âhir-i Ramazandaki Leyle-i Kadrin, ihya edilmiþ sevabýný verir ve rýzâ-yý Samedanîye mazhariyetle, Saâdet-i Ebediyyeyi kazanmaya bir vesile olur. Ey Üstadýmýn bu fâni âlemde arkadaþlarý! Ýnþâallah âhiret âleminde de yoldaþlarý olacak olan aziz ve kýymetli kardeþlerim! Þu anda kalbim þöyle inliyor, ben de ihtiyarsýz yazýyorum. Hazret-i Üstadýn gösterdiði yol, aynen Kur'ân'ýn cadde-i Kübrâsýdýr, ondan ayrýlmýyalým, hizmetten kaçmýyalým, fütur getirmeyelim. Sermayesi yalan ve yalancýlýk olan siyaset propagandalarý, sû'-i kesbimiz ile kazanýlan ve bugün tevarüs edilen fena þeylere karþý, kaderi ittiham derecesinde muradullaha müdahaleye cesaret etmiyelim. Biz abdiz, sebeb-i hilkatimiz, seyyidimizi, yaratanýmýzý, râzýkýmýzý bilmek ve bulmaktýr. Hülâsa-i mevcûdat olan Peygamberimiz vasýtasý ile inzâl ve ikram buyurulan Kur'ân'ýn ahkâmýna ve o Hazretin Sünnetine tevfîk-ý harekete bezl ü gayret edelim. Ýþte o Nur elimizde mürebbi, yanýmýzda muarrif, aramýzda nurlarý neþre mürebbi ve muarrifimizi (Sh: B-293) dinlemeye çalýþalým. Biz vazife-i ubudiyeti yapalým, netice-i mükâfatý, Hâlik-ý Rahîmimize býrakalým. Yek diðerimize en büyük yardým olan duayý da esirgemiyelim. Zühre, Habbe, Katre ve Zeyli'nin arabî bir nüshasý bu fakire ihdâ buyurulmuþ. Bir gün tercümesinin de yapýlacaðýna iþaret olunmuþtu. Demek zamaný geldi ve benim gibi arabî bilmiyen kardeþlerin mânevî arzularý, Zühre'nin tercümesine vesile oldu. Çok muhtasar olarak duygularýmý arz edeceðim: Birinci Nota: فَاعْلَمْ اَنَّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ Kelime-i Tevhidi ile ma'bud-u hakikîye baðlanmalý. Ýkinci Nota: اَللّهُ اَكْبَرُ اَللّهُ اَكْبَرُ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ وَاللّهُ اَكْبَرُ اَللّهُ اَكْبَرُ وَ ِللّهِ الْحَمْدُ Tekbir-i Ekberi ile kibriya ve azamet sâhibi ancak Allah-ü Zül-Celâl vel-Kemâl olduðunu.. Üçüncü Nota: كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ nass-ý azîmi ile, mâdem her þey helâk olacak, ey zaîf insan! Bundan senin, þemse nisbeten bir zerre bile olmayan hayatýnýn da hissesi olduðunu anla, aklýný baþýna topla yaradýlýþýndaki hikmeti düþün, haddini bil, ömür ve hayatýný, sana saâdet-i ebediyeyyi te'min edecek þeylerle geçir, hakikatýný.. Dördüncü Nota: كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ اْلمَوْتِ { قُلْ يُحْيِيهَا الّذِى اَنْشَاَهَا اَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ gibi âyetlerle müeyyed olduðu üzere ba'delmevt ثُمَّ نُفِخَ فِيهِ اُخْرَى فَاِذَا هُمْ قِيَامٌ يَنْظُرُونَ âyetinin sýrrý zâhir olacak. Ceza ve hesap gününde, mâlik-i yevmi'd-dîn'in huzurunda, mahlûkat ve mevcûdatýn en kýymettarý olan insanýn, aynen halk olunarak bulundurulacaðýný.. Beþinci Nota: Avrupa'nýn sûrî medeniyetinin hakâik-ý Kur'âniye ile butlanýný وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ âyetinin bir muhavere þeklinde tedrîsini.. (Sh: B-294) Altýncý Nota: اِنَّمَا اْلمُشْرِكُونَ َنجَسٌ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِاِذْنِ اللّهِ gibi âyetlerle, hem îman tâcýný giyen Hizbullahýn galebesini ve hem zâhir insan suretinde halk olunan müþrikînin ve onlarýn bir nev'i olan, her þeyi inkâr edenlerin, Kur'ân nazarýndaki kýymetlerini.. Yedinci Nota: وَلاَ تَنْسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا اِنَّ اللّهَ يَاْمُرُ بِالْعَدْلِ وَاْلاِحْسَانِ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى gibi âyâtýn mânasýný hatýrlattýðýný, Sekizinci Nota: Sonunda zikrolunan dört âyet-i celîlenin bir nevi' tefsiri.. Dokuzuncu Nota: Bu günün, Dokuzuncu Sözünün bir çekirdeði olduðunu, Onuncu Nota: Mârifetullah'a yol açacak, bid'alarýn kesreti zamanýnda, Risale-i Nur ünvanýný alacak ve en evvel ehl-i îman öldükten sonra dirilmek var, ceza ve hesap günü var, uyanýn hitabý ile mevki-i intiþara konulacak olan Onuncu Söze, mahfî iþaret ettiðini.. Onbirinci Nota: Onbir, Oniki, Onüç, Ondördüncü Sözler gibi, Kur'ân'dan fazlaca bahs eden Nur risalelerine, bilhassa bunlar arasýnda parlak bir mevkii iþgal eden, Yirmibeþinci Sözün geleceðine îmâ edildiðini.. On Ýkinci Nota: Bütün müslümanlara, muhtelif tarikatlarda sülûk ile kazanýlacak neticeye, acz ve fakr ve þefkat ve tefekkür tarîkýnda Besmele olacak bir ders verdiðini.. Onüçüncü Nota: Yirmialtýncý Söz'ü اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللّهِ âyetlerini, مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ hadîsini, Birinci Sözü, mecazi muhabbetteki ma'kul dereceyi göstererek, taklitten tahkika geçmek lüzumunu.. (Sh: B-295) Ondördüncü Nota: Çok mühim ve pek nurlu bir eser olan, Yirminci tevhid Mektubunu.. Onbeþinci Nota: Üç mes'elesi ile, Kur'ân'daki emir ve nehyin ne kadar yerinde olduklarýný ve Þeriat-ý Ahmediye desâtirinin, ne kadar ma'kul ve mantikî esaslara istinad ettiðini, ayân beyân göstermektedir. Çok kusurlu ve âciz talebeniz aldýðý feyizleri ancak metindeki yazýlarý tekrarla ifade edebilir. Hitabý azaltmak için sözü itnâba düþürmemek daha mâkul düþüncesiyle, mâruzatýmý kýsa kesmeyi daha faideli görüyorum. Hulûsi 230 (Mu'cizât-ý Ahmediyeyi yaldýzla yazan Doktor Abdülbâki Beyin fýkrasýdýr.) Sevgili, müþfik Üstadým, efendim hazretleri! Kýymetine nihayet olmayan ve her vecih ile medih ve takdir sitayiþine þâyân bulunan Risale-i Nur eczalarýndan bir parçasý olan Ondokuzuncu Mektub'u, bu mektubun mazhar olduðu intiþarýndaki inâyetine mâsadak olan kalemimle, iki gün evvel ikmâl edip, sevgili Üstadýma takdim ediyorum. Bu risâle hakkýnda aziz Üstadýma kalbî ihtisasatýmý arz etmek istiyorum. Fakat ne kalemim ve ne de kalbim ifadeden âcizdir. Bu risalenin ruhumda vücuda getirdiði tebeddülâtý, tarif imkânsýzdýr. Hakikaten ruhumun Asr-ý Saâdete ait karanlýklý noktalarýný aydýnlatmýþ, kalbimin en derin mahallerine nüfuz ederek, fakir talebenize verdiði ziyalarý, nurlarý ile fakir talebenizi, öyle bir hale getirmiþtir ki, bu kusurlu talebenizin Cenâb-ý Hak'tan istediði ve zulümatlarý yararak nurlar serpen asýrda, beþeriyeti helâkden kurtarýp saâdete dâvet eden ve elinde ve lisanýnda sonsuz mu'cizatý ile, yalnýz beþeriyete ve dünyaya deðil, bütün mevcudata, dünya ve âhirete kendini tanýttýran o Peygamber-i Zîþâna ümmet olabilmek ve sevgili Üstadýma talebe olabilmek kaydý altýnda hayatýma hâtime verilmesidir. El ve ayaklarýnýzdan öperim, efendim. Abdülbâki (Sh: B-296) 231 (Ehl-i dünyanýn Üstâdýmýz hakkýndaki asýlsýz üç vehimleri münasebetiyle bir kardeþimizin ettiði sualine karþý cevabdýr.) Üstadýmýz Barla'da kimsesiz kaldýðý için, mütalâa edecek kitablarý olmadýðýndan, dünyadan ümidini kesip, âhiret noktasýndan îman cihetinde, kendi nefsiyle olan mükâlemelerini, düþündüklerini çok defa (Ey nefsim, ey nefsim!) diye kaleme almýþ. Ne vakit o vaziyetten, o belâdan kurtuldu. Buraya geldi, altý ay zarfýnda oradaki altý gün kadar bir þey yazmadý. Zaten neþriyat yapmýyor. Ancak kendi nefsi için nota nev'inden kaydettiði mesâili, îman cihetinde vesveseye düþmüþ bazý has dostlarýnýn istemelerine binaen, güçlükle onlar alýp mütalâa ediyorlar. Yazdýðý en mühim bir eseri, bir müdür, vesveseli ve onun hakkýnda muannid bir vâliye þikâyet tarzýnda vermiþ, o muannid vâli tedkikatýnda, bu eserde ve bunun neþriyatýnda siyasete taallûk edecek bir cihet yoktur. Sýrf mesâil-i îmaniyeye aittir, diye hakikatý anlamakla, o müdürü tekdir etmiþtir. Hem hocamýz tarîkat zamaný olmadýðýný, mütemadiyen dostlarýna söylüyor. Ýmaný kurtarmak zamanýdýr diyor. Buna delil dokuz senedir hiç bir kimseye tarîkat ta'lim etmemesidir. Yalnýz mezhebi Þâfiî olduðu için, namazdan sonraki tesbihatý biraz fazlacadýr. O fazlalýkta otuz üçer tesbihattan sonra mezheb-i Þâfiîde sünnet olan bazan on, bazan otuzüç لآاِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ ve üç defa da salâvat okumaktan ibarettir. Hususî ibadetinde yanýna hiç bir kimseyi býrakmaz, en has hizmetçisi de yanýna giremez ve diyor ki: Ben þeyh deðilim, ancak bir hocayým. Eskiden dünyaya karýþtýðým için günahlarým çoktur. Onlara istiðfar ediyorum diyor. Üstadýmýz hakkýnda ehl-i dünyanýn ve ehl-i hüküm tarafýndan çok defa ne ile yaþýyor, diye endiþekârâne soruluyor. Bu sual altýnda acaba baþkalarýn hedeyi ve sadakalarýyla mý yaþýyor deniliyor. Elcevap: Bizler daimî hizmetindeyiz. Hiç bir kimsenin sadaka ve hediyesini ihtiyarý ile kabul etmez. Mecbur kaldýðý zaman, mukabilini vermek suretiyle alýr. Barla'da köy halký az olduðundan (Sh: B-297) men' edip kendini kurtarýyordu. Buraya geldikten sonra Barla gibi (ben bir þey istemiyorum) diye olan musýrrâne redde muvaffak olamadý. Hatýrlarý kýrýlmýyacak bazý dostlarýn getirdikleri yemekleri bir kaç defa yedi. Sonra birden bire, hasta olmadýðý halde iþtihasý tam kesildi. Bizim kanâat-ý kat'iyyemiz geldi ki, baþkasýnýn hediye ve sadakasýný yedirmemek için, manevî bir ihtar ve bir itabdýr. Evet iki sene evvel, bütün Ramazanda üç ekmek, bir okka pirinç ona ve dört kedisine kâfi geldiði gibi, bir sene evvel üç fýrancala, bir Ramazan yine kâfi gelmiþti. Bu Ramazan-ý Þerifte otuz günde, yarým okka yoðurtla, yarým okkadan daha az pirinç ve dört kuruþluk bir fýrancala yediðini (yalnýz bir iki kupa çay içimek ve iftar zamanýnda bir çay kaþýðý bal yemek müstesna) baþka bir þey yemediðini bizzat müþahede ettik. (Hâþiye) Hem daimî hizmetinde olan bir arkadaþ Rüþdü Efendi, üç okkasý beþ kuruþa satýlan ufak balýklardan güzelce kýzartýlmýþ üç tane getirmiþti. Bunlarý üstadýmýza yedirmek için ýsrar etti. Hem Rüþdü Efendinin hâtýrýný kýrmamak, hem de balýklarý sevdiði için yedi. O balýk yüzünden beþ saat mütemadiyen sancý çekti. Bu sancý baþladýktan üç saat sonra, Rüþdü Efendiye dedi ki: Hüsrev'deki paramdan balýðýn fiatýný al, sancý devam ediyor, dediði halde balýklarýn fiatýný almadýðý için, iki saat daha devam ediyor. En nihâyet dedi ki: Aman parayý al, beni bu sancýnýn verdiði azaptan kurtar. Rüþdü Efendi balýðýn fiatýný aldýðý dakika, sancý birden bire (Hâþiye): Üstadýmýz has hizmetçilerinden baþka, hiç kimseyi ithiyarý ile kabul etmez. Hattâ daimî hizmetinde bulunan, iki üçümüzün beraber bulunduðunu istemez. Þimdiye kadar hizmet edenlerden mâadâsýný, beþ on günde bir defa bile kabul etmez, geri gönderir. Eski zamanýný düþünüp, þimde dahi siyasetle ve ahvâl-i âlemle münasebettâr olduðunu tevehhüm edenlerin, asýlsýz vehimlerini kat'î red edecek þu hâlidir ki, onüç sene evvel, günde belki dokuz gazete okurken, dokuz senedir biz þehadet ediyoruz ki, bir tek gazeteyi bile ne okudu, ve ne de okutturdu, ne istedi ve ne de arzu ettirdi. Münavebe ile Münavebe ile Sekiz senelik Yanýnda bulunan Bir arkadaþý Re'fet Bekir Sekiz senelik hizmetinde bulunan bir arkadaþý Barlalý Süleyman Münavebe ile Münavebe ile Yanýnda bulunan Yanýnda bulunan Süleyman Rüþdü Husrev Barla'da daimî hizmetkârý Mustafa Çavuþ (Sh: B-298) kesildi. Biz üstadýmýzýn halinden, vaziyetinden, bu acîb hâli aynen gördük. Ýþte Üstadýmýz hakkýnda, ne ile yaþýyor diyenler, hatâlarýný tashih etsinler. Bekir, Re'fet, Husrev, Rüþdü 232 وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ مِنَ اْلاَزَلِ اِلَى اْلاَبَدِ بِلاَ اِنْقِطَاعٍ (Hulûsi Bey'in mektubudur.) Eyyühe'l-Üstadü's-Said! Risale-i Nur þâkirdlerinin þahsiyet-i mâneviyelerinde en âciz, en zaîf ve en menfaatsýz bir uzuv olmakla beraber, bu intisabýn verdiði kuvvetle, manevî efradýnýn dualarýnýn ve kudsî himayelerinin himmetine ve Rabb-ý Rahîmin kerem ve inâyetine dayanarak, nail olduðumuz son nurlu âsârýn mütalâa ve zavallý muhitimizdeki neþrinden mütevellid halis sürurumuza ve nihayetsiz mânevî duygularýmýza tercüman ve lisan-ý acz ile hissiyatý izhara vasýta, baþta muhterem ve çok müþfik ve aziz Üstada ve onun tevfîk-ý Hudâ ile en kýymetli muinleri ve Risale-i Nur þâkirdlerinin mânevî cisimlerinde daima fa'al ve nevvar nâkil ve nâþirleri olan kardeþlerimize þükran ve dua borcumuzu iblâð etmek emel ve niyeti ile, þu arîzacýðý yazmaya baþlýyorum. Evvelâ ulvî ve gaybî kerametten bahs edeceðim: Mecmuatü'l-Ahzab'da Ercuze namýndaki kaside-i mubareki (Fethi beyde) buldum. Birçok yerlerini okudum. Fazla tedkik edemedim. Ancak Sekine nâmý verilen ve Ýsm-i A'zamý tazammun eden altý isim فَرْدٌ حَىٌّ قَيُّومٌ حَكَمٌ عَدْلٌ قُدُّوسٌ Celle Celâlühü olarak buldum. Bu esmâ-i mübarekenin vird edilmesine müsaade ve ne suretle devam iktiza ettiðine emrinizi istirham ederim. Merhumun ceddimin Hazret-i Ali Radýyallahü anh Efendimiz hazretlerine ma'tuf ve evvelce arz ettiðim: (Kerâmâtül evliyâi hakkun) düsturunu tasdik sadedindeki kerâmât hadîsinin ifade (Sh: B-299) edildiði bir zamanda, orada da bu mübarek eserin neþredilmiþ olmasý, cidden hayreti mucib olmakla beraber, iþlerimizin tesadüfle alâkasý olmadýðýný gösterecek küçük bir delil ve Risale-i Nur, mu'cize-i Kübrâ-i Ahmediye (A.S.M.) olan Kur'ân-ý Azîmüþ-Þân'dan nebeân ettiði için, i'cazkâr hâdisât eksik olmýyacaðýna iþarettir. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Bu ulvî eserin sonuna Risale-i Nur þâkirdleri nâmýna bu âciz talebenizin ismini koymakla, sýddîkýnýzýn yazýlmýþ ve yazýlacak bütün Risale-i Nur lema'âtýna karþý, tasdikte tereddüt etmeyeceðine iþaret olduðunu, þükür ile karþýladým. Sûre-i Rahmân'daki فَبِاَىِّ آلاَءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ âyet-i celîlesindeki tekrarlar gibi, risale-i Nur'un mebde-i intiþarýndan bu zamana kadar enva'-ý kerâmet ve gaybî i'caz izhar edilmekte ve bu feyizli hâdisat, Risale-i Nur þâkirdlerini gayrete ve himmete teþvik eylemekle beraber, onlarý mânevî silâhlarla teçhiz ederek, kuvve-i îmanlarýný tezyide vesile olmaktadýr. Allahu Zülcelâl Kur'ân-ý Kerîminde, Peyamber-i Zîþân hadîs-i Nebevîlerinde, Cihâryâr-ý Güzîn, Sahâbe-i Kirâm ve Âl-i beyt namlarýna, Hazret-i Ali ve evlâdýndan Hazret-i Gavs kaside-i mübarekelerinde, fitne-i âhir zamandaki en mühim ve Kur'ânî harekete remz, delâlet, iþaret, belki sarahatle parmak bastýklarýný Risale-i Nur nâþiri, bütün eserlerinde gösterir ve derslerinde tekrar tekrar söylerse, tereddüt ve þübheye zerre kadar mahal ve hak kalýr mý? Asla ve kat'â. Allah'ýn ihsanýna yüzbinler hamd ve þükürler olsun. Münasebet gelmiþken tahdis-i ni'met maksadýyle mazhar olduðum, bütün acz ve noksanýma raðmen, gördürülmekte olan kudsî hizmetin þerefi, mânevî vahdetteki ihlâsýn ikramý addedilmeye sezâ, gaybî himaye ve siyaneti, Risale-i Nur þâkirdleri kardeþlerime mücmelen arz ve iblâð edeyim. l- Allah'a ma'lûm, çok kusurlarýmý bilmeyen büyük ve küçük bütün halkýn, hakkýmdaki teveccühleri, (Sh: B-300) 2- Ýktiza ettikçe, soruldukça, münasebet geldikçe, pervasýzca daima aldýðým derslerden, öðrendiðim hakikatlarý söylediðim halde, bütün meslektaþlarýmýn hakkýmda muhabbet göstermeleri ve cevap verememeleri, 3- Ahkâm-ý dîniyece gücüm yettiði kadar mütâvaat gösterdiðimi bildiklerine ve gördüklerine raðmen, ekser meslek büyüklerimin hususiyyet ve gidiþlerini beðenmediðim halde, alenen takdirlerini izhâr eylemeleri, 4- Elâziz'de maddeten hayli uzakta bulunmaklýðýma raðmen, Risale-i Nur feyzi menbaýndan nebeân eden lemaâtýn, izn-i hakla ârýzasýz gelebilmeleri, 5- Eski hocalarýmýn âsâr-ý Nuru bu âcizden dinlemeleri, vasýtamla okumalarý, 6- Elhamdülillâh buraya gelen Nurlu eserlerin, hususiyet ve mahremiyet kayýtlarýna bir derece dikkat ederek, intiþarýna çalýþtýðým halde, yüzbin kere þükür ve minnet, ol Hâlik-ý Azîm'e, bir mâni ve þer zuhur etmemesi.. ilh... Açýk, zâhir, bâhir ve kat'î bir himaye ve siyanet-i mâneviye neticesi ve Risale-i Nur þâkirdleri arasýndaki hakikî ihlâs ve tesanüdün parlak bir tecellîsidir. Sun'î bir tevazu için deðil, hakikatý ifade için derim ki, bundan evvel Sabri Efendi kardeþimize yazdýðým küçük mektubumda da zikrettiðim vech ile, Risale-i Nur þâkirdleri vücud-u mânevîsinde, ancak küçük bir ayak parmaðý kadar bir kýymeti olan bu bîçâre kardeþinizi, Hâlikýmýz bu günahkâr abdini nihayetsiz in'âm ve ihsanýna lâyýk görmüþ ki: Risale-i Nur nâþirine bir talebe, Risale-i Nur þâkirdlerine bir kardeþ, Kur'ân hâdimlerine bir arkadaþ etmiþtir. Arabî ve Fârisî bilmiyen, ilim ve medrese görmiyen bir âsi abdine, hikmet-i Samedâniyesiyle böyle bir ikramda bulunuþu, elbette bir hikmete müsteniddir, o da her halde Risale-i Nurla alâkadar olanlar arasýndaki safvet ve ihlâs ile, Risale-i Nur'un ind-i Ýlâhîdeki derecesine ve hizmetin ulviyetine atf olunur. (Sh: B-301) Ýþte Risale-i Nur þâkirdlerinden en gayr-ý nâfi bir uzva, misal olarak zikr edilen bu kadar açýk himaye ve siyanet-i Ýlâhî vâki olursa, diðer münevver unsurlara ne derece ikram ve inâyet olacaðý kýyâs olunabilir. Allah'ýn inâyetine, Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallâllahü Teâla Aleyhi ve Sellem efendimiz hazretlerinin imdat ve ruhaniyetlerine istinâd ederek, Allah rýzasý için hizmete koþan, yekdiðerini mânevî ve uhrevî kardeþ tanýyan, baþta müþfik Üstad, yâni Risale-i Nur nâþiri ile onun þâkirdlerini فَاِنَّ حِزْبَ اللّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ { وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ âyetlerinin sýrlarýnýn tezahürü Ýnþâallah karþýlayacaktýr. Ýktisad hakkýndaki risale hem insanî, hem içtimaî, hem dînî, hem dünyevî çok güzel ahlâkî, çok hoþ îmânî, çok deðerli nurânî bir nasihatnamedir. Buradaki kardeþlerimizden bazýlarýnýn, âsâr-ý Nur hakkýndaki ihtiyarsýz þu sözleri, ne kadar yerindedir. Diyorlar ki: Bu mübarek eserlerden biri okununca, içimizden (bundan daha yüksek eser olamaz) dediðimiz halde, ikincisini dinlediðimiz zaman bakýyoruz ki, bu evvelkinden daha ulvi ve nurludur. Ben de diyorum ki: Ey ihvan! Risale-i Nur'un bütün cüz'lerinde öyle bir kuvvet var ki, yalnýz birini dinlemeye, okumaya veya yazmaya muvaffak olan kimse, Allah tevfik verirse, îmanýný kurtaracak hakikatlarý onda bulur. Çünkü her cüz'ün diðerleri ile mânen irtibatlarý vardýr. Okuyana ve dinleyenlere sýrran diyorlar ki: Bu okuduðun kitabda bizdeki hakikatlarýn da uçlarý, kokularý, iþaretleri var. Dikkat edersen görürsün, çalýþýrsan anlarsýn, cüz'-i ihtiyarýný bu emre sevk edersen Allah da muvaffakýyet verir. Bulur ve bilebilirsiniz. Ýhlâsa dair Yirminci, Yirmibirinci Lem'alar: Yirminci Lem'a muhtelif meslek ve meþrebde, mü'minler arasýndaki rekabetkârâne ihtilâflarýn esbabýný öyle bir teþrihtir ki, tavsif edebilmek için bu mübarek eseri aynen nakil eylemekten baþka çare yoktur. Allah cümlemizi muhlis kullarýndan eylesin. Âmin... (Sh: B-302) En az on beþ günde bir defa okunmasý emir buyurulan Yirmibirinci Lem'a: Evrâd edinilecek kadar ehemmiyetlidir. Ma'lûmdur ki, kale içinden feth olunur. Bu günkü muvaffakýyete sebeb olan ihlâs kalkarsa maâzallah o zaman çok vahîm neticeler tevellüd eder. En büyük düþmanýmýz nefsimizdir. Onu susturmak için zannedersem þu ihtar kâfidir: (Ey nefs-i nâdân! Beni kandýramazsýn. Mâdem ki, Peygamber-i azîmü'l-kadr bir Nebiyyullah olan Hazret-i Yûsuf Aleyhisselâm: وَمَا اُبَرِّئُ نَفْسِى اِنَّ النَّفْسَ َلاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ اِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّى demiþtir. Aldatamazsýn, senden ve senin samimî yoldaþlarýn cinnî ve insî þeytan, ehl-i bid'a ve ulemâ-i's-sû' þerlerinden Allah'a sýðýnýrým.) Eski Said lisaniyle kaleme alýnmýþ olan Yirmiikinci Lem'a: Zaleme güruhunun hücumlarýna pek mükemmel müdafaa ve elyak ve âlâ bir cevaptýr. فَاللّهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ Otuzbirinci Mektubun Yirmibeþinci Lem'asý: Maddî ve mânevî bütün hastalýklara mükemmel devadýr. Altýncý devânýn iki def'a yazýlmasýna merak ettim, hâtýrýma geldi. Birden yirmi beþe kadar devalarý topladým 325 oldu. Tekrar eden altý numaralý devayý da zam edince 331 çýktý. Söyleniþte ve yazýlýþta ekseriyetle hazf edilen bu rakamlardaki kaldýrýlmýþ bin sayýsýný nazar-ý dikkate alýrsak 1325 ve 1331'de Ýslâm âleminin baþýna gelmiþ olan musibetlere, bu Lem'ada mahfî iþaret bulunduðuna hüküm eyledim. Basiretli ve nurlu arkadaþlarýn, daha mahfî hakâik çýkardýklarýný ümid ediyorum. Eski talebenizden Hâfýz Hüseyin Efendi'ye bu Lem'ayý babasýnýn vefatýndan bir kaç gün sonra, arafe günü Hafýz Ömer Efendi ile evine gitmek suretiyle okumak nasib oldu. Maddî ve manevî hastalýklarýna ilâç veren hekim-i hâzýk Aziz Üstada çok dua etti. Bu mübarek eserin, bu zat üzerindeki te'sîrini þöyle telhis edebiliriz. Ehibba ve arkadaþlarýndan hastalýðýný soranlara, çok mükemmel bir ilâç buldum. Doktorlara ilâç parasý vermekten (Sh: B-303) elhamdülillâh kurtuldum. Günden güne iyi oluyorum diyormuþ. l7 Zilhicce 1353. Uhrevi kardeþiniz ve âciz talebeniz Hulûsi 233 (Risale-i Nur þâkirdlerinden Kuleönlü Hacý Osman'ýn bir fýkrasýdýr.) Muhterem Üstadým! Risale-i Nur'u bir kaç seneden beri dinleyip, binde bir almýþ olduðum mânevî yaralarýma bir ilâç vazifesi görüyordu. Fakat hastalara aid Yirmibeþinci Lem'a ve ihtiyarlara ait Yirmialtýncý Lem'ayý Mustafa ve arkadaþlarýmla beraber okuyup kemâl-i þevk ile dinledim. Bakýyorum ki vücudumdaki yaralara güzel te'sir ediyor, arkadaþlarýma dedim: Mâdem Risale-i Nurun te'siri bu kadar kuvvetlidir, ben yazmaya karar verdim, fakat hiç okuyup yazmam yok ki, böyle kýymettar Risale-i Nur'a yardým edeyim. Mâdem kalemim yok, beni hizmetçi ve postacý olarak tayin ediniz, diye müteessirane söyledim. O gece rü'yamda, kendimi ölmüþ ve yýkanmýþ olarak kabre býraktýlar. Haþir zamaný gelip kabirden kefen ile baþým açýk, ayaklarým yalýn olarak kalktým. Korkarak memleketimize gelirken, büyük bir köprüye yolum uðradý. Köprünün iki tarafýnda iki nöbetçi vardý. Birinden geçip, diðeri hemen beni yakaladý, acaba nereye götürecek diye, bütün vücudum titriyordu. Biraz gittikten sonra köprü bitmeden üstadýma beni teslim etti. Üstadým beni yýkayýp býraktý. Sonra asker olarak bir câmiye bütün ahâli toplandý. Bir asker geldi bana dedi: Seni büyük bir kumandana hizmetçi tâyin ettiler, gideceksin, ben dedim: Benim gibi süflî bir nefer, nasýl o müþirin yanýnda hizmetçilik eder. Ýtiraz ettim. Yine tekrar etti, gideceksin. (Sh: B-304) Ben korkarak gittim, baktým ki, orada Üstadýmý görünce mesrûrâne sevindim. Bana dedi: Arkamdan gel. Yüksek bir saraya çýktý bana dedi, bu ufak hizmetleri gör. Ben düþünmekte iken, Barla'lý Süleyman Efendi geldi, beraber bulunurken, Üstadým güzel bir gül bahçesine gitti. Ve orada bir küçük genç oturur, bana dedi sen bu gence hizmet edeceksin dedi. Hemen uyandým. Ey kardeþlerim: Mâdem Üstadým bende bir þey yok, ben yalnýz tayin olduðum cevahir dükkânýndan herkesin ihtiyacý var olduðunu ve Kur'ân'ýn dellâlý olduðunu sekiz-dokuz senedir ilân ediyor. Biz Risale-i Nur'larý yazmak, okumak ve dinlemek için herkesin ihtiyacý var, onun için ey müslümanlar! Mânevî yaralarýnýza ilâç ararsanýz Risale-i Nur'da vardýr. Yazýn, okuyun, îmanýmýz o kadar teâli edecektir. Hiç þüphe etmeyiniz. Mübarek iki ellerinizden öperim ve bayramýnýzý tebrik ederim. Elhubb-u fillâh Câhil ve âciz talebeniz Hacý Osman 234 (Âhiret hemþirelerimizden ve Risale-i Nur talebelerinden Müzeyyene'nin fýkrasýdýr.) Muhterem Üstadým! Þu fâni dünyanýn elemlerine gark olan gözlerim, sizin feyizli, nurlu Sözlerinize ve te'sirli ve þifalý risalelerinize, can u gönülden merbut oldukça ve okudukça, risaleleriniz ne kadar büyük bir mürþid olduðunu hiç bir þeyle tarif edemem. Evet þu dünyaya, þu zamana çöken zulmet ve gaflet perdelerini Sözleriniz yýrtýyorlar, parçalayýp o zulmeti ve gafleti daðýtýyorlar. Hangi akýl var ki, hakikat perdesini görüp de, o hakikat perdesinde nur-u Hakikat parlarken, onlara gözünü yumup, zulmet perdesine atýlmýþ olsun. Ben de inþâallah zulmete atýlmam. Artýk güçlükle bahtiyar olup da tekrar bedbaht olamam. (Sh: B-305) Üstadým, ben sair kardeþlerim gibi sizden bizzat ders almaktan mahrumum. Fakat haftada veya bir ayda, alî Sözlerinizden gýyabî bir ders alýyorum. Tasavvuru ile dinliyorum. Gûya bizzat sizden ders alýyorum. Bütün gün ehl-i Ýslâmýn selâmetini ve þu hâlimin zulmetten nura dönmesini, siz baþta ve önde, biz arkada Cenâb-ý Hakk'a yalvaralým. Cenâb-ý Mevlâm hayýrlýsýyla ihsân buyursun. Fazla söylemeye lisaným, aczim, kusurum býrakmýyor. Kusurumuzu Üstadýmýza itiraf ediyorum. Ýnþâallah risalelerin te'siri ile bir gün olur da, müstakim Lütfü Efendi gibi ehl-i takva kardeþlerimiz misillû biz dahi gayr-ý ihtiyarî ve istemiyerek iþlediðimiz ahvalden Sözlerinizin irþadý ile kurtuluruz. Zekâi kardeþimizden On Yedinci Söz, On Sekizinci Mektub, Yirminci Mektub ve Otuzüç Pencereli nurlarla parlayan kýymetli risaleleri aldýk. Mütalâa ediyoruz. Hakikî Üstadýmýz olan Hazret-i Kur'ân elimizdedir. Müzeyyene 235 (Müzeyyene'nin diðer bir fýkrasý.) Üstadým! Kýymettar risalelerinizi okuyan, elbette kilitli sandýk içinde münevver kalan sönük kalbleri, gümüþten yapýlmýþ, altýn ile yaldýzlanmýþ birer anahtar hükmündeki risalelerle açtýðýna ve kalbinin kurtulmasýna ve parlamasýna binaen kemal-i memnuniyetle Cenâb-ý Mevlâ'ya þükürler ve risalelerin intiþarýna çalýþanlara teþekkürler etmemek kâbil deðildir. Ah vefasýz dünyanýn telâþesi ve elemi ve kederi beni nurlara hizmetten alýkoyuyor. Hakkýyla çalýþamadýðýmdan ve kardeþlerim gibi nurlara hizmet edemediðimden kalbim öyle muazzeb oluyor ki, tarif edemem. Bu günlerde dediler ki, afv varmýþ, Üstad Ýstanbul'a gidiyormuþ demeleri ile, bir cihette memnun oldum ki, Üstadým esaretten kurtuldu. Ve bir cihette zannettim ki bütün Atabey'in daðlarý baþýma düþüyor, müteessir oldum. Afvýnýza ve bedbaht insanlarýn eziyetinden kurtulmanýza (Sh: B-306) teþekkürlerle beraber tebrik ediyorum. Fakat bu nurlu ve kýymetli risalelerin sahibi bizden uzaklaþmasýna gönül razý olmuyor. Barla daðlarýnda bizi ve bu etrafý nurlandýran, bizlerden uzaklaþmamalý. Uzaklaþmasýný kim arzu eder, Barla çok bahtiyardýr ki, en evvel ve her vakit, o taze ve þirin risaleleri herkesten evvel, bizzat þifahen Üstaddan iþitebilirler. Müzeyyene 236 بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ (Gayyûr, zeki, ciddî, sýddîk, hakikî kardeþlerim Hoca Sabri Efendi, Hâfýz Ali! Bu Cuma günü gündüz, rahatsýzlýðýmdan dolayý biraz yatmýþtým. Rü'yaya benzer, fakat rü'ya deðil; hayâlen gördüm ki, Sabri karþýma çýktý, arkasýnda Hâfýz Ali. Sabri bana diyor: "Üstadým! Ýnâyât-ý seb'a nâmýyla beyan edilen büyük inâyetler varken, Onuncu Söz'deki cüz'î inâyete bu kadar ehemmiyet vermenin sebeb ve hikmeti nedir?" dedi çekildi. Sonra kalktým, düþündüm; dedim ki, "Isparta'ya yazdýðým mektubu Sabri okumuþ veya okuyor, hararetli yazýþýmdan bana acýyarak benden sual etmek istemiþ." Her ne ise. Ben de Hulûsi'den sonra birinci muhatabým olan Sabri'ye derim ki, (Hâfýz Ali de dinlesin): Bu Onuncu Söz'deki cüz'î inayete ziyade ehemmiyet verdiðimin üç hikmeti var: Birincisi: Onuncu Söz'ün kýymeti tamamýyla takdir edilmemiþ. Ben kendi kendime hususî, belki elli defa mütalâa etmiþim ve her defasýnda bir zevk almýþým ve okumaya ihtiyaç hissetmiþim. Böyle bir risaleyi bazýlarý bir defa okuyup, sâir ilmî risaleler gibi yeter der, býrakýr. Halbuki bu risale ulûm-u îmaniyedendir. Her gün ekmeðe muhtaç olduðumuz gibi, o nevi ilme her vakit ihtiyaç var. Bu risaleye nazar-ý dikkati ehemmiyetle celbetmeyi ruhum arzu ediyordu. Lâkin, elimden bir þey gelmezdi. Cenâb-ý Hak merhametinden bir iþaret (Sh: B-307) verdi. O iþerat ne kadar gizli ise, benim o ciddî arzuma mutabýk geldiðinden çok ehemmiyetli görünüyor. Ýkincisi: Bilirsiniz uzak yerlerden, bazý beþ günlük yoldan bir zât bizi görmek ve uhrevî bir istifade etmek için gelir. Halbuki vaziyetim bir kaç saatten fazla onunla görüþmeyi müsaade etmiyor. Halbuki, o misafire risalelerin kýymetini göstermek, onu onlardan istifadeye sevk etmek, hem muhtaç olduðu kuvvet-i îmana ve kuvve-i mâneviyeye yardým etmek için, bir kaç gün lâzým. Çünki, risalelerdeki kuvvetli bürhanlara herkes yetiþemiyor, tamamýyla kavramýyor. Ruhum çok arzu ediyordu ki, kýsa, hafif bir vesile elime geçip, biçâre misafirlerin zahmeti beyhude gitmesin. Fakat kerâmetim yok, elimden bir þey gelmez. Yalnýz misafirlerin niyet ve ihlâsýna itimad edip onlarýn mükâfatýný rahmet-i Ýlâhiyeye havale ediyordum. Ýþte Cenâb-ý Hak evvel Ýþârâtü'l-Ý'câz'da, sonra Onuncu Söz'de çabuk kanaat verecek ve risalelere itimad ettirecek bir eser-i inâyet ihsân etti. Hakikaten benim için çok kolay oldu. Ben de çok rahat ettim ve çok zatlara az bir zamanda kuvve-i mâneviyye ve Kur'ân-ý Hakîmin hakkaniyetine göz ile görünecek emâreler gösteriyordum. Hattâ çok muannidlerin inadý kýrýldý. Çok dinsizler de, onunla îmana geldiler. Fakat Ýþârâtü'l-;Ý'câz'daki îzahý bir, iki , üç saat bitmiyordu. Ben de yoruluyordum. Cenâb-ý Hakk kemâl-i rahmetinden daha kolay, Ýþârâtü'l-Ý'câz'ýn iki saatte verdiði faideyi Onuncu Söz iki üç dakikada ayný faideyi verdi. Bu zamanda göz ile görünecek gayet cüz'î bir eser-i inâyet, mânevî büyük kerâmetlerden daha te'sirlidir. Ýþte bu cüz'î eser-i inâyet, hem bana, hem sizin gibi kardeþlerime bir kolaylýk te'min ettiði için, ziyade ehemmiyet verdim. Mâdem bu Sözdeki tevafuk bize ve misafirlere çok faidelidir ve hayýrlý neticeler verir, elbette içinde bir inâyet var. Âdî olsun, yüz emsali bulunsun yine bize fevkalâde bir inâyet, bir ikrâm-ý Rabbânîdir. Üçüncüsü: Bilirsiniz ki, fazla iþtigâlâttan yorgun düþmüþ bir fikir, kendini eðlendirmek, istirahat etmek ister. Biz meþgul olduðumuz pek derin, pek geniþ, pek ciddî olan hakâik-ý Kur'âniye ve îmaniye, (Sh: B-308) fazla meþguliyetimizden gelen yorgunluðu tahfif edecek ve yorgun fikrimizi neþ'elendirecek ve eðlendirecek tevâfukat nevinden, lâtif bir san'at-ý bediiye suretinde bir lûtfunu gösterdi. Hem o lâtif ve hafif ve mahbub ve câzibedar tevâfukattaki inâyet, bir anahtar hükmüne geçip, Kur'ân'ýn bir hazine-i esrarýna bir nevi rehber olduðu için ziyade ehemmiyet verdim. Yoksa hizmetimize terettüb eden ve yardým eden, inâyet-i Rabbâniye o kadar çoktur ki, eðer saysam binden geçer, Þu Onuncu Söz'ün hurufatýndaki sýr, hiç kimsenin sun' ve ihtiyarýyla olmadýðýný herkes tasdik ettiði için, daha ehemmiyetli göründü. Fakat ben mutlak iþarete ehemmiyet verdim. Lâkin tafsilâtýný ehemmiyetle tedkik edemedim. En iyi bir tarzda beyân edemedim. Bir-iki saat zarfýnda nota nev'inden iþaretler koydum. Birinci defaya itimad edip daha tedkik etmedim. Halbuki, tâbiratýmda bazý kusur var, fehmi iþkâl eder. Isparta'daki kardeþlerimiz maksadý anlamamýþlar, haklarý var. Çünki, o ibare o maksudu ifade edemiyor. Mâdem öyledir, bu sözün lâtif tevafukat-ý harfiyesindendir ki, (mebhasýndaki) hem sahifenin yirmiiki olmak itibariyle, yazý bulunanlarýn yerinde (yarýsýndan ziyade yazýlý bulunan sahifelerin) hakikî ve itibarî satýrlarýna ve baþtaki yapraðýn cild üstünde isminin iki satýrý ilâvesiyle bin üçyüz kýrk iki (1342) ilh... Hem o mebhasdaki bu cümle, hem âhirdeki beyaz sahifeyi saymak cihetiyle altmýþ altý olup baþtaki âyetin melfuz (altmýþ altý) hurufuna tevâfuk ediyor. Birinde, âhirdeki iki beyaz sahifeyi saymak cihetiyle (altmýþ yedi) olup baþtaki âyetin melfuz altmýþ yedi hurufuna tevafuk ediyor. O âyet Sûre-i ihlâsýn hurufatýna, hem Lafzullah'ýn makam-ý ebcedîsine tevâfuk ediyor, denilmeli. Biz bir nüshayý öyle yaptýk, size gönderiyoruz. Yanýnýzdaki nüshalarý ona göre yap. Eðridir'deki nüshalarý da öyle yapýnýz. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî (Sh: B-309) 237 بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, ciddî, sýddýk kardeþlerim, hizmet-i Kur'âniyede samimî ve kuvvetli arkadaþlarým Sabri, Husrev, Ali, Re'fet, Bekir, Lütfü, Rüþdü! Cenâb-ý Hakk'a hadsiz þükür olsun ki, sizleri hududsuz bir sahrâ-yý hakikatta bana enis arkadaþ ve yoldaþ vermiþ. Bu acib sahradaki hareket ve sülûk, bazan pek ince ehemmiyetsiz görünen bir þeyde mühim istifadeler edilir. Onun için zâhir nazarda mâlâyâni zannedilen bazý mes'elelerde, fazla tâkip ediyorum. Ve ziyade nazar-ý dikkatinizi celbediyorum. Ezcümle; Onuncu Söz'deki elif tevâfukatý, mühim bir mes'ele gibi nazar-ý dikkatinize gösteriyorum. Bunun sýrrý þudur ki: Bir iltifât-ý hâssaya gizliden gizliye bir iþaret bulunduðunu kat'î hissettiðim için, ihtiyarsýz olarak kemâl-i sürur ve ferahýmdan taþkýncasýna baðýrarak, "Aman geliniz siz de görünüz" diyorum. Evet nasýl ki, bir padiþahýn has bir ednâ iþaretine mazhar olmak, kanun-u umûmiyle bir müþiriyyet teveccühünden fazla medar-ý sürurdur. Öyle de, Hâlik-ý Zülcelâl'in hususî iltifatýný îmâ eden en gizli bir iþarete, yüz bin can olsa ve feda edilse ve yüz bin sene ömür var ise, o yolda sarfedilse yine ucuzdur. Ýþte bu sýrdan gelen sürurun verdiði cezbekârâne taþkýnlýkla, dikkatsizlere mâlâyâni ve israf sayýlan böyle tevâfukata dair bahisler açýyorum. Ýþte bir bahis daha açacaðým. Onuncu Söz, Kur'ân'ýn bir sülüsünü inkâr etmek niyetiyle, haþr-i cismanîyi resmen millet içinde inkâr etmek fikrinde bulunan zýndýklarý susturmakla, hârika bir þu'le-i Ý'câz-ý Kur'ânî'yi gösterdiði gibi, daha müteaddid emâreler ile, mânevî Ý'câz-ý Kur'ân hesabýna fevkalâde bir mahiyeti bulunduðunu icmâlen hissetmiþtik. Ve þimde yeniden tekrar Onuncu Söz'e nazar-ý dikkat-i âmmeyi celbetmek için, ihtiyarsýz olarak onunla meþgul edildim ve baktým. (Sh: B-310) Bu def'a lâfzullahýn en birinci harfi olan elif, Onuncu Söz'de öyle bir tevafuk gösterdi ki, kat'iyyen tesadüfe havale edilmediði gibi, baþka emâreler ile o tevafukta gaybî bir iþareti kat'iyyen hissettim. Sonra iþaretlerini koydum. Hem iþarete medâr olmak için hârikulâde olmak lâzým deðildir. Çünki, çok âdi perdeler içinde mühim iþaretler verilir, ehli anlar. Mâdem iþâret-i gaybiye var; elbette tesadüf içinden kaçar, daha hükmedemez, en cüz'î rakamlarý da o iþarete mâledilir. Mâdem mecmûunda iþaret var, bütün eczâsý o iþaretin hikmetine tâbidir, tesadüf orada oynayamaz. Hatta yirmi dokuzuncu sahifede Üçüncü Hakikattaki elif sayýlmamak lâzým gelirken, sehven saymýþtým. Sonra anladým ki, bana saydýrýlmýþ. Baþtaki Onuncu Söz kelimesi ile, þu Üçüncü Hakikat ikisi sahife baþýnda bulunduklarý için, haklarý sayýlmaktý. Onlarýn sâir arkadaþlarý sahife rakamlarý gibi bazý vazifeyi gördürmek için bir cihette saymak iþareti olarak haberim olmadan bana yazdýrýlmýþ. Her ne ise... Kendimin tereddüdü için deðil, çünki, kat'î kanaatým gelmiþ. Belki baþkasýnýn þüphe ve tereddüdünü izale için bazý muvâzeneler yaptým: Onuncu Söz'ün âhirinde yazýldýðý gibi, altý yüz sahifeden ziyade bir mübarek kitabýn tevâfukatý yüz yirmi beþ çýktý. Üç yüz elli sahifeden ibaret diðer bir kitabý yine saydým. Elli tevafuk çýkmadý. Yine eskiden kendi te'lifâtým Türkçe ve Arabî olan ikiyüz seksen sahifeten ibaret bulunan kitabýn eliflerini saydým, tevafukatý kýrký tecavüz etmedi. Demek bu Onuncu Söz'de ve Ýþârâtü'l-Ý'câz'daki ekseriyet-i mutlakanýn tevafukatý, gizli bir iþaret-i gaybiyeyi tazammun ediyorlar. Mecmûunda iþâret bulunsa yeter. Her cüz'ünde iþareti göstermek lâzým deðildir, fakat her cüz iþaretin malýdýr ve onun hikmetine tâbidir. Size acele edip, en evvelki iþaret olunan nüshayý göndermiþtim. Az hâþiyeleri sonra ilâve ettik. Bu def'a Süleyman Efendi ile gönderilen nüsha ile mukabele ediniz, tekmil ediniz ve Halil Ýbrahim Efendi ile gönderilen nüsha ile, yine bu nüsha ile mukabele ederek, sonra Âsým Bey'e gönderiniz. (Sh: B-311) Bu def'aki Hulûsi Bey'in mektubunu size gönderdim. Ýþaret ettiðim iki kavs içerisinde bulunan kýsým, Yirmi Yedinci Mektub'un Dördüncü Zeylinde yazýlacak. Kavslar hâricinde bulunan ve üzerlerine kýrmýzý çizgi çekilenler yazýlmayacaktýr. Hafýz Ahmed ve Mehmed Celâl ve Hafýz Veli gibi kalbi cezbeli dostlarýma ve tarîk-ý hakikatta sâir kardeþlerimize selâm ediyorum. Hafýz Veli ile çendan geç görüþtük, fakat Hafýz Veli'nin burada Mehmed Usta isminde, o senelik hâlis bir dostu bulunduðundan ve o Mehmed Usta benim sekiz senedir tarîk-ý âhirette gayet ciddî bir kardaþým olduðundan, Hafýz Veli'ye de o münasebetle eski dost nazarýyla bakýyorum. O bana mektup yazmaþtý; vakit bulamýyorum ki, mektubuna cevap vereyim. Ehl-i Kalb için bazan sükût dahi bir konuþmaktýr. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî Kardeþlerim, afvedersiniz, bu intizamsýz periþan mektubla sizinle konuþmak istemiyorum. Fakat müteaddid iþlerle ve tedkikatla meþgul olduðumuz anda, sür'atli bir surette fikrimizin bir köþesiyle yazdýk. Keçeli kâtibin hâli mâlûm. Kafasýný baþka yerde býrakmýþtý, mektub periþan oldu, onun için kusura bakmayýnýz. Tevafuktaki müdahale-i gaybiyeyi bir mektupta size böyle bir temsil ile beyân etmiþtim Meselâ, benim avucumda nohut, leblebi, üzüm, buðday gibi maddeler bulunsa, ben onlarý yere atsam, üzüm üzzüme, leblebi leblebiye karþý sýralansa, hiç þübhe kalýr mý ki, elimden çýktýktan sonra, gaybî bir el müdahale edip sýralamasýn. Ýþte hurufât ve kelimât o maddelerdir, aðzýmýz o avuçtur. 238 بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَآئِقِ اَيَّامِ الْفِرَاقِ Aziz, sýddýk, muhlis, hâlis kardeþim! Evvelâ: Sizin bayramýnýzý ve nurlarla ciddî iþtigalinizi ve daima birinciliði Nur dairesinde ve sadâkatinde muhafaza etmenizi, bütün ruh u canýmla tebrik ederim. (Sh: B-312) Sâniyen: Hiç merak etme, seninle muhabere ma'nen devam eder. Bütün mektublarýmda "Aziz sýddýk kardeþlerim" dediðim zaman muhlis HULغSÝ saff-ý evvel muhataplarýn içindedir. Sâlisen: Nurlar pek parlak ve galibane fütuhatý geniþ bir dairede devam ediyor. (Sýrran tenevveret) sýrrýyla, perde altýnda daha ziyade iþliyor. Ýki makine, bin ve beþyüz kalemli iki kâtip olmasýyla, inþâallah zemin yüzünü de ýþýklandýracak derecede ders verecek. Kardaþým ben de senin fikrindeyim ki, Nur Hizmeti için, Kader-i Ýlâhî seni gezdiriyor. En muhtaç yerlere sevk eder. Hususan o havali, memleketim. Güzel levha-i hakikatýn hâhikalarýna geçirmek için, nur þâkirdlerine gönderdik. O civarda nurlarla alâkadar zâtlara selam. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Seni unutmayan Hasta Kardaþýnýz Said Nursî Biraderzadem Nihad'ýn gözlerinden öperim. O da babasý ile beraber daima duamdadýr. 239 (Mes'ud'un garip bir fýkrasýdýr.) Kamer yeni tulû' ettiði esnada, onun aydýnlýðýna ve gecenin serinliðinde, arpanýn yumuþamasý hasebi ile orak biçmekte iken, kamerin güzelliðine ve þeffaflýðýna bakarak ve oraýðýn bitmemesi, nurlarý yazmaktan mahrum kaldýðýmý tahassürâne ve me'yusâne düþünmekte iken, bilmem iðfalât, bilmem tulûat, hâtýrýma gelen þu sözü söyledim: (Ya Rabb! Ýsmim Mes'ud, kendim bîsud, çok çalýþtým olamadým mes'ud) dedim ve arpa biçmeye devam ettim. Aradan bir müddet geçtikten sonra yattým. Menamda dediler ki: (Býrakma Üstadýn Said'in eteðini, eyler seni mes'ud). Derhal uyandým, ay hemen kaybolmak üzere. Derhal (Ya Rabb! ben saadet-i dünyeviye istemedim, tevbekâr oldum) saadet-i uhreviyemin, sizin duanýzla olacaðý telkin edilmiþtir ve duanýza muhtacým. Bendenizi duadan dirîð buyurmamanýzý temenni eder, el ve ayaklarýnýzdan öperim Efendim hazretleri. Mes'ud (R.H.) (Sh: B-313) 240 بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ Aziz Kardeþlerim! Bilmukabele bayramýnýzý tebrik ederim. Sýhhatimi soruyorsunuz. Buranýn çok þiddetli kýþý ve odamýn çok soðuðu ve üç hazin gurbetin te'siri ve üç asabî hastalýðýn sýkýntýsý ve bütün bütün yalnýzlýk ile, kabil-i tahammül olmayacak çok zahmetlere mâruz olduðum halde, Hâlikýma hadsiz þükür ederim ki: Her derdin en kudsî dermaný olan îmaný ve îmân-ý bilkaderden kazâya rýzâ ilâcýný imdadýma gönderdi. Tam sabýr içinde, tam þükür ettirdi. Kardeþiniz Said Nursî (Sh: B-314) M E K T U B A T ' T A N ÜÇÜNCÜ MEKTUBUN BAÞ KISMI بِسْمِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ بِكَلِمَاتِ الَنُّجُومِ وَالشُّمَوسِ وَاْلاَقْمَارِ وَالسَّيَّارَاتِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَعَلَى اِخْوَانِكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعِدَدِ النُّجُومِ فِى السَّمَوَاتِ Aziz kardeþim ve sevgili arkadaþým. Þimdi yüz tabakalýk fýtrî bir sarayýn, en yukarý menzilinde bulunuyorum. Sen de mânen burada hâzýr ol. Bir parça sohbet edip konuþacaðýz. Ýþte kardeþim. Evvela: Evvelki mektubumda, bütün Sözlere dair suâl etmiþtim ki: Ýçlerinde cerh edilecek hakikatler var mý? Ve yahud avâma izharý muzýr þeyler bulunuyor mu? Yoksa yalnýz Otuz Ýkinci Sözün Üçüncü Maksadý için deðildi. Sâniyen: Sana (Nokta) risalesini gönderiyorum. Acîbdir ki, Eski Said'in kuvvet-i ilmiyle, nazar-ý aklýyla anladýðý ve gördüðü hakikatlarý, senin kardeþin þuhud-u kalbiyle, nur-u vicdanla gördüðüne tevâfuk ediyor. Yalnýz bazý cihetlerde noksan kalmýþtýr ki: Yirmi Dokuzuncu Söz'de tekmil edilmiþ. Hususan âhirdeki remizli nükte ve o remizli nüktenin sýrrý beyanýnda, çok hikakatlar noktada yoktur. Yirmi Dokuzuncu Söz'de vardýr. Fakat birbirinden çok uzak bu iki Said'in aklý, kalbi, bu derece ittifaký acîbdir. (Sh: B-315) Sâlisen: Þeyh Mustafa'ya selâmýmý teblið ile beraber de ki: Yazdýðýn (Kader) sözü beni çok memnun etti. Duâ ile kardeþlik hakkýný edâ ettiðin gibi, bunun yazmasýyla talebelik, hukukunu dahi kazâ ettin. Allah senden râzý olsun. Yazdýðýný Abdülmecid'e gönderiyorum. O yüzlerce adama okutturacak, herbirisinden sevap sana gelecek. Râbian: Kardeþimiz Abdülmecid'e bir mektupla bazý Sözler'i gönderiyorum. Sen gayet emniyetli bir tarzda postaya ver, adres: "Ergani-i Osmaniyede esnafdan Vanlý Þehabeddin Efendi vasýtasýyla Vanlý Abdülmecid Efendiye" bu adresi yeni hurufla mektuba ve emanete yazýnýz. Hâmisen: Bundan sonraki Hâmisen kýsmý Mektubat'ýn Üçüncü Mektubu olarak 15 ci sahifede mevcuttur (bu mektubun sonunda). Çu Lâ ilâhe illâ hû, beraber mizened herþey, demadem cuyedent. Ya hak seraser cûyedent yâ Hay. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî 242 (MEKTUBAT'da) On Sekizinci Mektubun baþý ve ikinci Mes'ele-i mühimmedeki suâlinin cevabýna bir zeyildir.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, muhlis kardeþim Hulûsi Bey! Suallerinize dair bir cevap yazmýþtým. Kardeþimiz Husrev bir izah istedi, o zât ruhen size benzediði için, onun istizahýna sen de iþtirâk ettiðini tahayyül ettim. Bu zeyli yazdým, size gönderdim. Hem kerâmet-i Gavsiyenin birinci satýrýna dair bir parça gönderildi, onun âhirine yazarsýnýz. Hem kerâmet-i Gavsiye ile münasebettar, bir nükte-i Kur'âniyeyi gönderdik. Meþrebimize (Sh: B-316) muhalif olan, bu izhâr-ý esrara beni sevk eden mânevî ihtar ile kardeþlerimizin sa'ye ziyade þevk ve gayrete gelmelerine bir vesile olmasýdýr. Hakikaten bir vakit fütur gledi, tevafuk çýkdý, þevki tazelendirdi. Bir zaman yine fütur baþ gösterdi, kerâmet-i Gavsiye çýktý, gayreti çok ziyadeleþtirdi. Ben bu hâletten anladým ki; izhârýndan hizmetimize zararý yok, olsa olsa nefsime zarardýr. Zaten nefsim hizmete fedâ olmaða hâzýrdýr. Baþta muhterem pederiniz Fethi Bey, Hoca Abdurrahman, Kemaleddin, Ömer Efendi olarak risalelerle alâkadar olan zatlara selâm ve duâ ediyorum ve duâlarýný istiyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said (Hulûsi'nin ikinci suâlinin cevabýna bir zeyildir.) Suâl: Muhyiddin-i Arabî vahdetü'l-vücud mes'elesini, en yüksek bir mertebe telâkki ettiði gibi, ehl-i aþk bir kýsým evliyâ-i azîme dahi ona ittiba etmiþler, bu mes'elenin en yüksek mertebe olmadýðýný, hem hakikî olmadýðýný, belki bir derece ehl-i sekir ve istiðrakýn ve eshab-ý þevk ve aþkýn meþrebi olduðunu diyorsun. Öyle ise muhtasaran, sýrr-ý veraset-i Nübüvvetle ve Kur'ân'ýn sarahatiyle gösterilen tevhidin yüksek mertebesi hangisidir? Göster. Elcevap: Benim gibi, hiç ender hiç âciz bir bîçârenin kýsa fikriyle, bu yüksek mertebeleri muhakeme etmek, yüz derece haddimin fevkýndedir. Yalnýz Kur'ân-ý Hakîmin feyzinden gelen, gayet muhtasar bir iki nükte söyliyeceðim. Belki bu meselede fâidesi olacak. Birinci nokta: Vahdetü'l-vücudun meþrebine ve saplanmasýna çok esbab var, onlardan bir ikisi kýsaca beyan edilecek. Birinci sebeb: Mertebe-i Rububiyetin hallâkýyetini âzamî derecesinde zihinlere sýðýþtýramadýklarýndan ve sýrr-ý Ehadiyetle, her þeyi bizzat kabza-i Rububiyetinde tuttuðunu ve her þey kudret ve ihtiyar ve iradesi ile vücud bulduðunu, kalblerine tam yerleþtiremediklerinden, (Sh: B-317) her þey odur veyahut veya hayaldir veya tezahüriyetidir veya cilveleridir diye, kendilerini mecbur bilmiþler. Ýkinci Sebeb: Firaký hiç istemiyen ve firaktan þiddetle kaçan ve ayrýlýktan titreyen ve bu 'diyetten cehennem gibi korkan ve zevalden gayet derecede nefret eden ve visâli ruhu ve caný gibi seven ve kurbiyeti cennet gibi, hadsiz bir iþtiyak ile arzulayan (aþk sýfatý) her þeydeki akrebiyet-i Ýlâhiyenin bir cilvesine yapýþmakla firak ve bu'diyeti hiçe sayýp, lika ve visâli daimî zannederek, لاَ مَوْجُودَ اِلاَّ هُوَ diye, aþkýn sekriyle ve o þevk-i beka ve lika ve visâlin muktezasýyla, gayet zevkli bir meþreb-i hâli, (vahdetü'l-vücudda) bulunduðunu tasavvur ederk, müdhiþ firaklardan kurtulmak için, o (vahdetü'l-vücud) mes'elesini melce' ittihaz etmiþler. Demek birinci sebebin menþe'i, aklýn eli gayet geniþ ve gayet yüksek olan bazý hakikat-ý îmaniyeye yetiþmediðinden ve ihâta edemediðinden ve aklýn, îman noktasýnda tamamýyle inkiþâf etmediðinden ve ikinci sebebin menþe'i, kalbin aþk noktasýnda fevkalâde inkiþafýndan ve hârikulade inbisatýndan ve geniþliðinden ileri gelmiþtir. Amma sarâhat-ý Kur'âniyeyle, veraset-i nübüvvetin evliya-i azîmesi ve ehl-i (sahve) olan asfiyanýn gördükleri mertebe-i uzma-yý tevhidî ise, hem çok yüksektir, hem rububiyet ve hallâkýyet-i ilâhiyenin mertebe-i uzmasýný, hem bütün esma-i Ýlâhiyenin hakikî olduklarýný ifade ediyor. Ve esâsâtýný muhafaza edip ve ahkâm-ý Rububiyetin muvazenesini bozmuyor. Çünki; derler ki, Cenâb-ý Hak, Ehadiyet-i Zâtiyesiyle ve mekândan münezzehiyetiyle beraber, her þey'i bütün þuûnatýyla doðrudan doðruya ilmiyle ihâta ve teþhis edilmiþ ve iradesiyle tercih ve tahsis edilmiþ ve kudretiyle ispat ve icad edilmiþtir. Bütün kâinatý bir tek mevcud gibi icad tedbir ediyor. Bir çiçeði kolaylýkla halkettiði gibi, koca baharý o suhuletle halk eder. Bir þey, bir þey'e mâni olmaz. Teveccühünde tecezzi yok, ayný anda her yerde kudret ve ilmiyle tasarruf noktasýnda bulunuyor. (Sh: B-318) Tasarrufunda tevzi ve inkýsam yok. Onaltýncý Söz ve Otuzikinci Sözün Ýkinci Mevkýfýnýn Ýkinci Maksadýnda bu sýr tamamýyla izah ve isbat edilmiþtir. لاَ مُشَاحَةَ فَى التَّمْثِيلِ kaidesiyle temsildeki kusura bakýlmadýðýndan, gayet kusurlu bir temsil söyliyeceðim, ta iki meþrebin bir derece farký anlaþýlsýn. Meselâ: Hârika ve emsalsiz gayet büyük ve gayet ziynetli, þark ve garbe bir anda uçacak, ve Þimalden cenuba ulaþan kanatlarýný kapayýp açacak, yüzbinler nakýþlarla tezyîn edilmiþ, o kanadýnýn her bir tüyünde gayet dâhiyane san'atlar derc edilmiþ olan, bir tavus kuþu farz ediyoruz. Þimdi seyirci iki adam var, akýl ve kalb kanatlarýyla bu kuþun yüksek meziyetlerine ve hârika ziynetlerine uçmak istiyorlar, birisi bu tavus kuþunun vaziyetine ve heykeline ve hârikulâde her bir tüyündeki kudret nakýþlarýna bakar, gayet aþk ve þevk ile sever (dakik tefekkürü kýsmen býrakýr) ve aþka yapýþýr. Fakat görür ki, her gün o sevimli nakýþlar, tahavvül ve tebeddül eder. Sevdiði ve perestiþ ettiði o mahbublar gayb oluyor, zevâl buluyor. O adam kendine teselli vermek ve aklýna sýðýþtýrmadýðý vahdet-i hakikîye ile, rububiyet-i mutlaka ve ehadiyet-i zâtiyle hallâkýyet-i külliyeye mâlik bir nakkaþýn bir nakþ-ý san'atýdýr, demek lâzým gelirken, o itikad yerine, bu tavus kuþundaki ruh, o kadar âlîdir ki, onun sâni'i onun içindedir veya o, O olmuþ, hem o ruh vücudiyle müttehid ve vücudu ise, suret-i zâhiriyle mümteziç olduðundan, o ruhun kemâli ve o vücudun yüksekliði bu cilveleri böyle gösterir, her dakika baþka bir nakþý ve ayrý bir hüsnü izhar eder, hakikî ihtiyariyle bir îcad deðil, belki bir cilvedir, bir tezahürdür. Diðer adam der ki: Bu mizanlý ve nizamlý gayet san'atkârâne nakýþlar, kat'î bir surette bir irade ve ihtiyar ve kasd ve meþîet iktiza eder. Ýradesiz bir cilve, ihtiyarsýz bir tezahür olamaz. Evet tavusun mahiyeti güzel ve yüksekdir. Fakat onun mahiyeti fâil olamaz belki münfaildir. Fâili ile hiç bir cihetle ittihâd edemez. Ruhu güzel ve âlidir, fakat mûcid ve mutasarrýf deðil, belki ancak (Sh: B-319) mazhar ve medardýr. Çünki her bir tüyünde bilbedahe nihayetsiz bir hikmetle, bir san'at ve nihayetsiz bir kudretle, bir nakþ-ý ziynet görünüyor. Bu ise iradesiz ihtiyarsýz olamaz. Bu kemâl-i kudret içinde kemâl-i hikmeti ve kemâl-i hikmet içinde kemâl-i rububiyeti ve merhameti gösteren san'atlar; cilve, milve iþi deðil. Bu yaldýzlý defteri yazan kâtip içinde olamaz, onunla ittihâd edemez, belki yalnýz o defter, o kâtibin yazý kaleminin ucu ile temasý var, öyle ise o kâinat denilen misâli tavusun hârikulâde ziynetleri, tavus Hâlikýnýn yaldýzlý bir mektubudur. Ýþte þimdi tavusa bak o mektubu oku. Kâtibe Mâþâallah, Tebârekâllah, Sübhânallah de. Mektubu, kâtib zanneden veya kâtibi, mektub içinde tahayyül eden veya mektubu hayâl tevehhüm eden, elbette aklýný aþk perdesinde saklamýþ, hakikatýn hakikî suretini görmemiþ. Vahdetü'l-vücud meþrebine sebebiyet veren aþkýn enva'ýndan en mühim sebep, aþk-ý dünyadýr. Mecâzî olan aþk-ý dünya, aþk-ý hakikîye inkýlâb ettiði zaman, vahdet-i vücuda inkýlâb eder. Nasýl ki, insandan þahsî bir mahbubu, muhabbet-i mecâzî ile sever, sonra zeval ve fenasýný kalbine yerleþtirmiyen bir âþýk, mahbubuna aþk-ý hakikî ile bir beka kazandýrmak için, Ma'bud ve Mahbub-u hakikînin bir âyine-i cemâlidir, diye kendini teselli eder, bir hakikata yapýþýr. Öyle de koca dünyayý ve kâinatý hey'et-i mecmuasýyla mahbub ittihaz eden, sonra o muhabbet-i acîbe, dâimî zevâl ve firak kamçýlarýyla muhabbet-i hakikîye inkýlâb ettiði vakit, o çok büyük mahbubunu zeval ve firaktan kurtarmak için, vahdetü'l-vücud meþrebine iltica eder. Eðer gayet yüksek ve kuvvetli îman sahibi ise, Muhyiddin-i Arabî'nin emsâli gibi zatlara, zevkli, nuranî, makbul bir mertebe olur. Yoksa vartalara düþmek, maddiyata girmek, esbabda boðulmak ihtimali var. Vahdet-i þuhud ise o zararsýzdýr. Ehl-i sahv'in de, yüksek bir meþrebidir. (Sh: B-320) اَلَّلهُمَّ اَرِنَا الْحَقَّ حَقًّا وَارْزُقْنَا اِتِّبَاعَهُ سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ Kardeþiniz Said Nursî 243 Mektubat'ýn Yirmialtýncý Mektubun Dördüncü Mebhasýnýn Birinci Mes'elesi Evvelen Kýsmý بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَعَلَى وَالِدَيْكُمْ وَعَلَى اِخْوَانِكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk ve sâdýk, muhlis ve hâlis kardeþim Ýbrahim Hulûsi Bey! Mektubunda beyan ediyorsun ki: "Eðirdir gibi" orada muvaffak olmuyorsun. Ondan telâþ etme, orada öyle esbap var ki, bütün bütün tevakkuf ve tatil neticesini verebilirdi. Cenâb-ý Hakk'a þükür yine tevakkuf deðil muvaffakýyyet var. O mânevî esbabdan biri þudur ki; cinni þeytandan ders alan insan þeytanlarý, dünyevî meþgaleleri ile seni bir çember içine alýp, Nurlara hizmetini tahdit etmek için, sezdirmiyerek perde altýnda çalýþmýþlar. Hem o havâlide sâbýkan, müdhiþ ameliyat ve icrâat olduðundan, o muhitte bir ürkeklik hâsýl olup, senin kalbindeki gayet kuvvetli bir metanet olmasaydý, o Nurlar orada hiç ýþýklandýrmýyacaktý, fakat orada az hizmet de çokdur, kýymettardýr. Sâniyen: (Bu kýsým Mektubat'ýn 349-350. nci sahifelerde bulunan (Sâniyen) kýsmýnýn sonuna ektir.) رَبُّ الْعَالَمِينَ in tâbirinden sonra رَبُّ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ zikri, icmalden tafsîle geçmektir. Nasýl ki: Memleket-i Ýslâmiye hâkimi tâbirinden sonra, Anadolu, Asya ve Afrika hâkimi tâbiri haþmet-i saltanatý mufassalan gösterir. Öyle de Rububiyet-i Mutlakadan sonra, Haþmet-i rububiyeti mufassalan gösterir. Her ne ise, þimdilik suâline tam cevap (Sh: B-321) veremiyorum. Ona bedel Kur'ân i'câzýna ait iki küçük nükteyi söyliyeceðim. Sen þu iki nükteyi On dokuzuncu Mektub'un Beþinci Cüz'ünün Onsekizinci Ýþaretinin Birinci Nüktesinin âhirine hâþiye olarak ilâve ediniz. Ýþte Birinci Nükte: Mektubat'ýn 196. sahifesindeki 2.nci haþiyeye þu kýsým ektir. Þu üç hakikata mukabil gelecek hangi hakikat var? Kimin haddine düþmüþ ki, bunlarý taklid etsin. Evet nasýl ki, bu tarz-ý ifade sun'î olamaz, öyle de taklid edilmez. Evet kimin haddine düþmüþ ki, hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Hâlik-ý Kâinatý bu surette konuþtursun. Ýkinci Nükte: Kur'ân-ý Hakîm'in umum sahifeleri âhirinde âyetler tamam oluyor, güzel bir kafiye ile nihayetleri hitam bulmasý hem Lâfz-ý اَللَّهُ yapraðýn iki sahifesinde veya karþý karþýya iki sahifesinde veya yakýn sahifelerde "ekseriya" ya muvafakat-ý adediye veya münasebet-i adediye bulunmasý, bir Emâre-i Ý'cazdýr. Ve bunun sýrrý þudur ki: Âyâtýn en büyüðü olan "Müdâyene" âyeti, sahifeleri için ve Sûre-i ihlâs ve Kevser satýrlarý için, bir vâhidd-i kýyâsî ittihaz edildiðinden, Kur'ân-ý Hakîmin bu güzel meziyeti ve i'caz alâmeti görülmektedir. Demek bu hüner Kur'ân'ýndýr. Yoksa Hâfýz Osman gibi zatlarýn deðil. Çünkü bu vaziyet, âyetinden ve suresinden neþ'et etmiþtir. Sâlisen: Mektubunuzdan anladým ki, sana gönderilen risaleleri kendin için istinsah ediyorsun, aslýný Abdülmecid'e veriyorsun. Aziz kardeþim, çendan Abdülmecid benim nesebî kardeþim ve yirmi sene talebemdir. Fakat ne O, ve ne hiç birisi BENÝM HULغSÝ'me yetiþmiyor. O mektublar (ekseriyet-i mutlaka) senin namýnla yazýlmýþ ve sana gönderiliyor. Abdülmecid ikinci derecede, kendine istinsah etmek veya mütalâa etmek için onu da teþrik et, (Sh: B-322) diye bir mektupta demiþtim. Fakat eðer sen, o kardeþini kendi nefsine tercih edersen ve ona zahmet vermemek için zahmet çeksen ona karýþmam. Senin peder ve validene ve Fethi gibi arkadaþlarýna ve senin eski hocalarýna selâm ve dua ederim, duâlarýný isterim. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî 21 Ramazan-ý Þerif (Abdülmecid'e yazýlan mektubu, senin mektubunun içine koydum, ona gönderiniz.) (Biraderlerine yazdýklarý mektubdan.) Eðer ahvâl-i ruhiyemi anlamak istersen, gelecek þu iki fýkra tercümandýr. Bir þairin dediði gibi derim: (Ney) gibi her dem ki, geçmiþ ömrümü yâd eylerim. Tâ nefes vâr ise, kuru cismimde feryâd eylerim. Bir ticaret kýlmadým, nakd-i ömür oldu hebâ, Yola geldim, lâkin göçmüþ cümle kervan, bîhaber. Aðlayýp nâlân edip, düþtüm yola tenha garîb, Dîde giryân, sîne püryân, akýl hayrân, bîhaber. "Evet geçmiþ ömrü israf ettik, zâyi ettik. Çok mübarek zâtlar, ahbablar kayýp ettik, yalnýz kaldým. O mübareklerle beraber âhirete çalýþmadým." 244 MEKTUBAT'IN YÝRMÝSEKÝZÝNCÝ MEKTUBU'NUN SEKÝZÝNCÝ MES'ELESÝNÝN ÝKÝNCÝ NÜKTESÝ Birinci Nükte: (Eserdekinin aynýdýr, kitâba müracaat et. (Mektûbât: 408-409) Ýkinci Nükte: Eðer denilse, þu "Tevâfukat-ý gaybiyye" eðer bir meziyyet-i belâðat olsa idi, Kur'ân-ý Mu'cizü'l-Beyân belâðatlarýn envâýndan en ileride olduðu gibi, bu nevide de en ileri olmak lâzým gelirdi. Eðer bir meziyet-i belâðat deðil, (Sh: B-323) neden büyük bir ikrâm-ý ilâhî sayýyorsunuz. Hem hangi kitap olursa olsun, bu nevi tesâdüfat içinde çok bulunabilir. Elcevap: Kur'ân-ý Hakîm: اِنّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَ اِنّا لَهُ لَحَافِظُونَ sýrrýyle, her zamanda bir milyondan fazla hâfýzlarýn kalbinde mânen yazdýrmak lâzým geldiði için, hýfzý çok iþkâl edecek ve hâfýzlarý çok azaltacak olan þu nevi tevâfukat-ý müteþabihe, Kur'ân-ý Hakîmde çok ileri gitmemiþtir. Ehl-i hýfza, rahmet içinde mutabýk-ý mukteza-i hâl bir mânevî belâðatý, bu meziyet-i belâðatýn terkiyle yapmýþtýr. Çok def'a kýsa kesmekle, çok uzun mânalarý ifade etmesi gibi, hem þu tevâfukat-ý belâðat olmasa da, mâdem içinde eser-i kasd ve þuur görünür, kasd ve þuur ise, bilmüþahede ve bil'itiraf, müellif ve müstensihlerin deðil, elbette bir dest-i gaybînin tanzimiyledir. Ve o dest-i gaybînin bu tarz müdahalesi ise, alâmet-i kabûldür ve rýzaya emâredir. Ve bu emâre de remz eder ki, yazýlan hakikatlar kusursuzdur. Hak bir surette gösterilmiþtir. Ama sair kitablarda þu nevi tevâfukat bulunuþu tesadüfe verilebilir. Fakat þu risalelerdeki þuurlu tevâfukat-ý gaybiyeyi, bütün gören zatlarýn ittifakýyla, þuursuz tesadüfe havale edilemez. Ve verilmesine imkân verilmiyor. Hattâ en mühim iki müstensih ve bizler, deðil ki bir risalenin umumunda, bir tek sahife kanaat verir ki, tesâdüf karýþamaz. Haddi deðildir. Çünki misil olarak iki üç kelime bulunur. Birbirine bakar, öyle bir vaziyette ki, zâhiren bir kastý irae ediyor. Meselâ: Þimdi bakýyoruz, þu sahifede yaþ lâfzý, üç def'a tekerrür etmiþ. Üçü öyle bir vaziyette birbirine bakýyor ki, þübhe býrakmaz ki, bir tanzim-i gaybîdir. Hem þimdi baktýðýmýz þu sahifede, yalnýz altý hüzün kelimesi var. o altý hüzün, üç satýrda öyle lâtif iki kavisi teþkil etmiþ ki, neþ'eli bir hüznü görene verir. (Hem iþâret-i gaybiye olmak için, baþka hiç bir kitapta bulunmamak lâzým gelmez.) Meselâ: Nasýl ki, belâðat-ý Kur'âniye, derece-i i'caza vasýl olduðu için, bir Mu'cize-i Risalet olduðu halde, (Sh: B-324) sâir ehl-i belaâgatin umum kitaplarýnda, derecatlarýn agöre belâðat vardýr. Onlarda belâðat bulunmasý, i'caz-ý Kur'ân'a münâfi olamaz. Öyle de Ý'câz-ý Kur'ân'ýn yüzer kýsmýndan, bir kýsmýnýn cilvesi, bir nev'i ikram-ý Ýlâhî nev'inde, Kur'ânýn bir nevi tefsiri olan Sözlerde, hakâik-ý Kurâniyenin hüsn-ü intizamýna iþâreten görünüp, tecelli etmesine sair kitaplarda, tevafukkatýn bulunmasý zarar vermez. Çünki o dereceye yetiþmezler. Çünki Sözlerdeki o nevi tevafukat, o dereceye gelmiþ ki, dikkat edenlere kat'î kanâat verir ki, beþerin düþünüþü deðil ve ihtiyarý ile de olmamýþtýr. Belki nakþî bir nevi Kur'ân i'câzýnýn, gölgesinin gölgesi, kendi tefsirinin âyinesinde, bir nevi ikram-ý ilâhî suretinde temessül ediyor. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى 245 بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَعَلَى وَالِدَيْكُمْ وَعَلَى اِخْوَانِكُمْ وَعَلَى رُفَقَائِكُمْ فِى دَرْسِ الْقُرْآنِ MEKTUBAT'TA YÝRMÝ SEKÝZÝNCÝ MEKTUBUN SEKÝZÝNCÝ MES'ELESÝNÝN ÜÇÜNCÜ NÜKTESÝ: Aziz kardeþim! Evvelâ: Kardeþimiz Abdülmecid'in, Yirmialtýncý Mektubun Üçüncü Mebhasýný, lüzumsuz bir ihtiyâta binâen ziyade görmesini, sen de onun ziyadesini ziyade görmekliðin beni ziyade sevindirdi. وَكَيْفَ اَخَافُ مَا اَشْرَكْتُمْ وَلاَ تَخَافُونَ اَنَّكُمْ اَشْرَكْتُمْ بِاللّهِ diyen ve Kur'ân'ýn takdirine mazhar olan Hazret-i Ýbrahim (A.S.)'ýn ittiba'ýna mükellef olduðumuza iþaret eden مِلَّةَ اِبْرهِيمَ حَنِيفًا مُسْلِمًا sýrrýna mazhar olduðumuzu bilmeliyiz. Sâniyen: Bana karþý umumen dost bir þehir ahalisinden bir müftü, sathî bir nazar ile, vâhî bazý tenkidâtý, Onuncu Söz'ün (Sh: B-325) teferruat kýsmýna etmiþ diye Abdülmecid yazýyor. Abdülmecid'in ona verdiði cevablar, iki yer müstesna, mütebâkisi kâfidir. Fakat iki yerde, o da o zâtýn sathî suâline, sathî olarak cevab vermiþ: Birincisi: O zât demiþ ki: "Onuncu Söz'ün hakikatlarý münkirlere karþý deðil. Çünki, sýfât ve esmâ-yý Ýlâhiyeye binâ edilmiþ." Abdülmecid cevabýnda diyor ki, "Münkirleri hakikatlardan evvelki dört Ýþaretle îmana getirmiþ, ikrar ettirmiþ. Sonra Hakikatlarý dinlettiriyor" meâlinde cevap vermiþ. Hakikî cevabý þudur ki: Herbir Hakikat, üç þeyi birden isbat ediyor; hem Vâcibü'l-Vücudun vücudunu, hem esmâ ve sýfatýný, sonra haþri onlara bina edip, isbat ediyor. En muannid münkirden, tâ en hâlis bir mü'mine kadar herkes, her Hakikattan hissesini alabilir. Çünki, Hakikatlarda, mevcûdâta, âsâra nazarý çeviriyor. Der ki: Bunlarda muntazam ef'al var, muntazam fiil ise fâilsiz olmaz. Öyle ise bir fâili var. Ýntizam ve mizan ile o fâil iþ gördüðü için hakîm ve âdil olmak lâzýmgelir. Mâdem hakîmdir, abes iþleri yapmaz. Madem adâletle iþ görüyor, hukuklarý zâyi etmez. Öyle ise bir mecma'-ý ekber, bir mahkeme-i kübrâ olacak. Ýþte Hakikatlar, bu tarzda iþe giriþmiþler. Mücmel olduðu için, üç dâvayý birden isbat ediyorlar. Sathî nazar fark edemiyor. Zaten o mücmel Hakikatlarýn her birisi, baþka Risaleler ve Sözlerde kemâl-i îzah ile tafsîl edilmiþ. (Abdülmecid'in ikinci nâkýs cevabý þudur ki) O zâtýn yanlýþ sualine mümâþât edip, yanlaþýný kabul ettiði için, yanlýþ etmiþ. Çünki Onuncu Sözün "Hâþiye" sinde, ism-i âzam, yalnýz her ismin bir mertebesinden ibaret olduðu zikredilmemiþ. Belki çok yerlerde demiþiz; Ýsm-i âzamdan ve her ismin âzamî mertebesinden tezahür eder. ism-i âzamdan ve her ismin âzamî mertebesinden tezahür eder. Ýsm-i âzamý isbat etmekle beraber, her Ýsmin bir mertebe-i âzamý var ki; Resûl-i Ekrem (A.S.M.) bunlara mazhar olduðu gibi haþr-i âzam da onlara bakýyor. Meselâ ism-i Hâlýk merâtibi, benim Hâlikýmdan tut, tâ Hâlik-ý Küll- i Þey'e kadar olan mertebe-i âzama kadar merâtibi var. (Sh: B-326) O þübheli zâtýn, her ismin bir mertebe-i âzamý olduðunu tezyif etmek niyetiyle, mutasavvýfa-ý mütefelsife fikridir demiþ. Halbuki baþta Ýmam-ý A'zam, Ýmam-ý Gazâlî, Celâleddin-i Süyûtî, Ýmam-ý Rabbânî, Þâh-ý Geylânî gibi sýddýkîn-i muhakkýkîn, ism-i âzamý ayrý ayrý görmüþler. Ýmam-ý A'zam demiþ: El Adl, El-Hakem ism-i âzamdýr ve hâkezâ. Her ne ise bu mes'ele bu kadar yeter. O zâtýn sathî iliþmesinden üç cihetle memnun oldum: Birincisi: Tenkid etmek istediði halde, edemediði için gösteriyor ki, Onuncu Söz'ün hakâiký, kabil-i tenkid deðildir. Olsa olsa teferruat kabilinden bazý ibarelerine iliþebilir. Ýkincisi: Ýnþâallah âlî bir zekâ ve gayreti bulunan Abdülmecid'i gayrete getirdi. Hulûsi'ye yakýþacak çalýþkan, müteyakkýz bir arkadaþ oldu. Üçüncüsü: O zât müþteridir ki iliþmiþ, müþteri olmayan lâkayd kalýr. Ýnþâallah ileride tam istifade edecek. Bu nüktenin bir güzel meâlini ya sen, ya Abdülmecid kaleme alýp, benim selâmýmla, memnuniyetimle beraber, o zâta gönderebilirsiniz. Mahallenizin imamý Hâfýz Ömer Efendiye, selâm et ve de ki, ben onu kabul ettim. Talebelik þartlarýný da, ona söyle. Pederiniz ve Fethi Bey ve Hoca Abdurrahman, Sözler'i ciddî dinlemeleri beni çok mesrur ediyor. Ben onlara dua ediyorum. Onlar da bana dua etsinler. Seydâ namýndaki zât, pederinizin intisab ettiði zât deðil, ondan evvel gelmiþ iþtihar etmiþ mühim bir zâttýr. Baþta Sabri, Süleyman, Tevfik bütün ihvanlar size selâm ediyorlar. Kardeþiniz Said Nursî 246 وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ اَيَّامِ الْفِرَاقِ (Sh: B-327) Aziz sýddýk kardeþim! Sana bu def'a Yirmidokuzuncu Mektubun üçüncü kýsmýný ve beþinci kýsmýný gönderiyorum. Üçüncü kýsýmda bir sýr var. Ramazanda bir saatte, benimle müsevvid zat hasta iken sür'atle yazýlmýþ. Göreceðiniz tarz, aynen bulunmuþ, biz hayret ettik, anladýk ki o kýsýmda Kur'ân'a dair niyyetimiz, tam hakdýr ve lâzýmdýr ki, böyle olmuþtur. Hem Mûcizât-ý Ahmediyedeki tevâfukata, bir sened-i kat'î olarak, iki parça (o mektubdan 4 üncü, 5 inci cüzlerini) gönderdim. O iki parça o risalenin te'lifinin akîbinde, acemi bir müstensih müsvedde-i aslîden acele yazdýðý, hattâ salâvatlarý (A.S.M.) iþaretiyle geçtiði halde, iki sene sonra tedkik ettik, ümidimiz fevkýnde acîb bir tevâfuk gördük. Sonra, ondan daha acemi bir müstensihe dedim: "Resûl-i Ekrem (A.S.M.) kelimesiyle, Kur'ân kelimesini kýrmýzý yaz, aynen o nüshayý istinsâh et." Halbuki, ikinci müstensih çok acemi idi. Evvelki müstensihin nüshasýndaki tevâfuku kýsmen bozmuþ, þuuru taallûk ettiði için letâfetini ihlâl etmiþ. Fakat yine tevâfukata bir hüccet olur, siz de güzelce kendinize tebyiz ediniz, O müsvedde-i ûlânýn bir sureti ya sende veya Abdülmecid'de mahfuz kalsýn. Felillâhilhamd, þimdi Kur'ân-ý Mu'cizü'l-Beyânýn iki yüz eczâ-i i'câzýndan bir cüz'ünü göze gösterecek, birkaç Kur'âný yazdýrýyoruz. Birisi tamam oluyor. Ýçinde (2806) lâfza-i Celâl'den, yüzde bir müstesna, umumen tevafuku, gaybî tarzýnda görünüyor. Lâfz-ý # kýrmýzý ile yazdýrdýk, gören, "Kur'ân'ýn i'câzýný gözümle görebiliyorum" diyebilir. Ýnþâallah bu cüz'-i i'caz, hatt-ý Kur'ânîyi muhafaza edecek, tahrifden kurtaracak. Elmas kalemli kardeþlerimize taksim ettim, en birinci kardeþimiz Hakký Efendi birinci cüz'ü yazdý. Ýkincisini, üçüncüsünü senin bedeline yazmaða hâhiþkârdýr. (Sh: B-328) Baþda vâlideyninize, Fethi Bey, Hoca Abdurrahman Bey, yeni talebem Ýmam Ömer Efendi olarak Sözler'le alâkadar olanlara selâm ve dua ediyorum, duâlarýný isterim. Sâbýk Müftü Kemal Efendiye de ki: Müjde! Her bir saat hastalýklý ömrü, bir gün ibadet hükmündedir. Þu zamanda hayâtýn en iyi sureti böyledir. Biz dergâh-ý Ýlâhîde onun hakkýnda, en hayýrlýsýný niyaz edip dua ediyoruz ve edeceðiz. Öylelerin duâsý makbuldür. Bana duâ etsin. Hoca Abdurrahman ile Fethi Bey, ikisi has talebelerin daire-i duâsý içinde duâda kazancýma hissedardýrlar. Ýkisi bana duâ etsinler. eskide benim Ömer isminde talebem vardý.. senin þimdiki orada Ömer Efendi ona duâda arkadaþ olmuþtur. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Mirzazâde Said Nursî Yirmi Dokuzuncu Mektubun Dördüncü kýsmý hem uzundur, hem bir tek nüshadýr. Bu def'a gönderemedim. O kýsým doðrudan doðruya i'câz-ý Kur'ân'ýn bir âyinesidir ve çok da mühimdir. Otuz sekiz sahifedir. Baþta Sabri, Süleyman, Husrev, Bekir, Tevfik, Gâlib sizlere selâm ederler. On Dokuzuncu Mektubun Dördüncü Cüz'ünü, 15 inci nükteli iþarete kadar tashih ettim. Acele göndermek lâzým geldi, vakit bulamadým, tam tashih edeyim. Sen evvelâ Onbeþinci Nükteli iþaretten sonra, kendi nüshanýzla mukabele edip, tashih ediniz, sonra tebyiz ediniz. 28 nci Mektubun 7 nci mes'elesinde, acîb bir tevâfuk görüldü, þöyle: Ýki sahife baþdan baþa, yalnýz baþdaki satýr müstesna, Yirmi dokuz satýr, þuur ve ihtiyarýmýzýn haricinde, bütün (elif) gelmiþ. Bu bütün (elif) 28 nci Mektubdan 29 uncu Mektuba ehemmiyetli bir iþaret-i gaybiyedir, diyordu. Sonra nümunesini size göndereceðiz. Bu gece evrâd ile meþgul olurken, nöbetçiler ve baþkalar iþitiyordular. Kalbime geldi ki: "Acaba bu izhar, sevabýný noksan etmiyor mu?" diye telâþ ettim. Birden (Hüccetü'l-Ýslâm Ýmâm-ý Gazâli'nin) meþhur bir sözü hâtýrýma geldi, demiþ: "Bazan izhar (Sh: B-329) ihfadan çok def'a ziyade efdal olur." Yani âþikâre yapmakta, baþka kimseler ya istifade ve taklid etmek veya gafletden uyanmak ve dalâlet ve sefahette muannid ise, karþýsýnda Þeâir-i Ýslâmiye nev'inde izhar etmek, izzet-i dîniyeyi göstermek gibi, çok cihetle, hususan bu zamanda, Ýhlâs dersini tam alanlarda deðil (riyâ), belki gizliden tasannu' karýþmamak þartýyla, çok ziyade sevablý olur, diye bir teselli buldum. Said Nursî 247 ONBEÞÝNCÝ NOTANIN ÜÇÜNCÜ MES'ELESÝ Ey insan ve ey nefsim, muhakkak bil ki: Cenâb-ý Hakk'ýn sana in'âm ettiði vücudun, cismin, âzalarýn, malýn ve hayvânâtýn ibâhadýr, temlik deðildir. Yâni, istifaden için kendi mülkünü senin eline vermiþ, istifade et diye ibâha etmiþ. Senin gibi, idare etmekten hakikaten âciz ve tedbirden cidden câhil bir þahsa temlik etmemiþ. Çünki, mülk olarak verse idi, idaresini sana býrakmak lâzým gelirdi. Acaba en kolay, en zâhir ve daire-i ihtiyar ve þuurda dahil olan bir midenin idaresini yapamadýðýn halde; nasýl göz ve kulak gibi daire-i ihtiyar ve þuurun hâricinde idare isteyen þeylere mâlik olabilirsin? Mâdem sana verilen hayat ve hayatýn levâzýmatý temlik deðil, ibâhadýr. Elbette ibâhanýn düsturuyla hareket etmek lâzýmdýr. Yâni nasýl bir zât, ziyafete misafirleri dâvet eder. Onlara, meclis ziyafetindeki eþyâdan ve ziyafetten istifadeyi ibâha ediyor, temlik etmiyor. Ýbâha ve ziyafetin kaidesi ise, mihmandarýn rýzasý dahilinde tasarruf etmektir. Öyle ise israf edemez, baþkasýna ikrâm edemez, sofradan kaldýrýp baþkasýna sadaka veremez, dökemez, zâyi' edemez. Eðer temlik olsa idi, yapabilirdi ve kendi arzusuyla hareket edebilirdi. Aynen bunun gibi; Cenâb-ý Hak sana ibâha suretinde verdiði hayatý intihar ile hâtime çekemezsin, gözünü çýkaramazsýn ve manen gözü kör etmek demek olan gözü verenin rýzasý hâricinde harama sarfedemezsin... Ve hâkezâ kulaðý ve dili ve bunlar gibi cihazâtý (Sh: B-330) harama sarfetmekle mânen öldüremezsin. Ve eti yenilmeyen hayvanýný lüzumsuz tâzib edip katledemezsin. Ve hâkezâ. Bütün sana verilen ni'metler, bu misafirhane-i dünyanýn sahibi olan Mihmandar-ý Kerîm-i zülcelâlin kavânîn-i þeriatý dairesinde tasarruf etmek gerektir. Said Nursî Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 21. Dezember 2008 Autor Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 248 ِباسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz kardeþim Re'fet Bey! Senin mektubunu ve kitabýný memnuniyetle aldým. Gayet sevdiðim bir talebem olan Hulûsi Beyin ruhunu sizde hissettim. Seni yeni deðil, Hulûsi gibi eski bir talebe olarak kabul ettim. Talebeliðin hâssasý þudur ki, yazýlan Sözler'e kendi malý gibi sahip olmalýdýr. Kendisi te'lif etmiþ ve yazmýþ nazarýyla bakýp neþrine ve ehil olanlara iblâðýna çalýþmaktýr. Mâþâallah hattýn güzeldir. Vakit bulursan bir kýsmýný yazýn. Bir kýsmýný Husrev gibi ciddî talebeler yazar, onlardan bilâhare alýr yazarsýnýz ve onlarla teþrîk-i mesâî edersiniz. Altý senedir Isparta'da ciddî talebelerin çýkmasýna muntazýrdým, bekliyordum. El-minnetü lillâh, þimdi sizin ile beraber birkaç tane çýkmaða baþladý. Çünki bir talebe, yüz dosta müreccahtýr. Sözler nâmýndaki envâr-ý Kur'âniye ise, en mühim ibâdet olan ibâdet-i tefekküriye nev'indendir. Þu zamanda en mühim vazife, îmana hizmettir. Ýman saâdet-i ebediyenin anahtarýdýr. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî 249 ِباسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ (Sh: B-331) Ciddî, sýddýk, dikkatli, hakikatlý kardeþim Re'fet Bey! Cenâb-ý Hak yeni hayatýnýzý mübarek eylesin ve refika-i hayatýnýzý hayat-ý ebediyenizde, Otuz Ýkinci Söz'ün, Üçüncü Mevkýfýnýn âhirlerindeki Üçüncü Ýþarette, refika-i hayata dair vâde ve sýfata mazhar eylesin, âmin. Bu defaki mektubun çok güzeldir. Ardaþalarýnýn fýkralarý içerisinde "Yirmi Yedinci Mektub" içine dercedeceðim. Ara sýra yazý ile meþgul olsanýz, iyi olur. Ýnþâallah yeni hayatýnýz size risalelerin hakâikýna karþý yeni bir þevk uyandýracak. Kardeþim! Sen, Husrev, Âsým nazarýmda çok kýymetdarsýnýz. Cenâb-ý Hak sizleri ve sizin gibileri Kur'ân hizmetinde sâbit-kadem ve fedakâr ve kemâl-i sadâkatta dâim ve muvaffak eylesin, âmin. Orada Þeyh Mustafa, Lütfü, Rüþdü gibi kardeþlerime çok selâm ediyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî 250 ِباسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, ciddî, samimî âhiret kardeþim ve hizmet-i Kur'âniye'de çalýþkan bir arkadaþým Re'fet Bey! Mektubunuz beni mesrûr etti. Biliniz ki, iki sene evvel mâbeynimizde hararetli bir uhuvvet baþladý. Sonra bazý ârýzalarla ileri gitmedi. Müjde þimdi ileri gidiyor. Çünki, Husrev bana yazdýðý mektubunda, senden çok memnun olduðunu, Barla'dan döndükten sonra seni istediðim tarzda bana gösteriyor. Demek tam onunla ittihad ve teþrik-i mesâi ediyorsun. Elinden geldiði kadar onunla münasebeti kuvvetleþtir. Hem herbir has talebenin mühim bir vazifesi, bir çocuða Kur'ân öðretmek olduðundan, sen bu vazifeyi yapmaða baþladýn. Sen birinci talebelerden (Sh: B-332) olduðundan inþâallah senin çocuðun da birincilerden olacaktýr. Mâdem çocuk benim de evlâd-ý mâneviyemdir; ona verdiðin ders, yarýsý senin nâmýna ise, yarýsý da benim hesabýma olmalýdýr. Senin rü'yan ise çok mübarektir. Tâbiri pek zâhirdir. Isparta bir câmi'dir. Husrev, Re'fet, Lütfü, Rüþdü gibi zâtlarýn samimî mütesânid hey'etin þahs-ý mânevîsi sana Said suretinde gösterilmiþ. Risaleler ile verdiðiniz ders ise, va'z u nasihat suretinde gösterilmiþ. Sen namazý kýlmadýðýnýzdan geç kalýp, acele ederek derse yetiþmek tâbiri; Sözler'in neþri hâricinde bazý vezâif-i dîniye, hem bir parça tenbellik, sizi birincilik hakkýn olan birinci dersde ikinci derecede kaldýðýnýza iþaret edip, seni îkaz ediyor. Her ne ise.. Ben senden þimdi çok memnunum ve oradaki kardeþlerim dahi senden çok memnundurlar. Cenâb-ý Hak bizi ve sizi tarîk-ý Hak'da, hizmet-i Kur'âniyede sebat ve metâneti versin, âmin. Kayýnpederiniz Hacý Ýbrahim Efendiye çok selâm ile Bedreddin'e ve hemþireme çok dua ediyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî 251 ِباسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, gayyûr kardeþim! Süleyman Efendi'den anladým ki, bazý hususî müþkilâta mâruz oluyorsun. Sizin gibi metin insanlara sabýr tavsiyesi zâiddir. Hizmetin kudsiyeti ve o hizmetteki zevk ve gayretindeki þevk, o acý hususî müþkilâta karþý gelir ve galebe eder tahmin ediyorum. Mümkün olduðu kadar aldýrmamalýsýn. Kýymettar, kusursuz bir malýn dükkâncýsý müþterilere yalvarmaya muhtaç deðil. Müþterinin aklý varsa o yalvarsýn. خَيْرُ اْلاُمُورِ اَحْمَزُهَا sýrrýnca azim hayýrlarýn (Sh: B-333) müþkilâtý çok oluyor. Müþkilât çoðaldýkça ehl-i himmet fütur deðil, gayret ve sebatýný ziyadeleþtirir. Ýnþâallah siz de öyle metîn ve sebatkârlardansýnýz. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî 252 بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk kardeþim Re'fet Bey, Mâþâallah þimdi siz ümid ettiðim tarzda risaleleri tâkib ediyorsunuz ve yazýyorsunuz. Senin gibilerin az sa'yi dahi çok hükmündedir. Çünki, çoklar size itimad edip, sizi taklid eder. Sizin gibi ciddî kardeþleri, bu gurbet memleketinde bulduðumdan, burasý benim için hakikî bir vatan hükmüne geçti, hakikî vatanýmý unutturdu. Yazýlan eserlerin yüksekliði, me'haz ve mâden-i kudsîleri olan Kur'ân'dan sonra sizler gibi muhatablarýn ciddî iþtiyaklarý ve tam tefehhümleridir. Siz beni bulduðunuzdan bir þükretseniz, ben sizi bulduðumdan dolayý bin þükrediyorum. Mektubunda Ýsm-i A'zamý suâl ediyorsun. Ýsm-i A'zam gizlidir. Ömürde ecel, Ramazanda Leyle-i Kadir gibi, esmâda Ýsm-i Âzamýn istitarý mühim hikmeti var. Kendi nokta-i nazarýmda hakikî ism-i âzam gizlidir, havassa bildirilir. Fakat her ismin de azamî bir mertebesi var ki, o mertebe ism-i Âzam hükmüne geçiyor. Evliyâlarýn Ýsm-i Âzamý ayrý ayrý bulmasý bu sýrdandýr. Hazret-i Ali'nin (R.A.) Ercûze nâmýnda bir kasidesi Mecmuatü'l-Ahzab'da var. Ýsm-i âzamý altý isimde zikrediyor. Ýmam-ý Gazâlî onu Cünnetü'l-Esmâ nâmýndaki risalesinde, Hazret-i Ali'nin zikrettiði ve ism-i âzamýn muhîti olan o esmâ-yý sitteyi þerh ve hâssalarýný beyân etmiþtir. O altý isim de فَرْدٌ* حَىٌّ * قَيُّومٌ * حَكَمٌ* عَدْلٌ* قُدُّوسٌ dür. Kerâmet-i gaybiyenin ikinci parçasýný tasshih ederek, bir parça daha ilâve ettik, gönderdim. (Sh: B-334) Bedreddin'in sür'atle ileri gitmesi, Kur'ân-ý Hakîm'in feyz-i kerâmetindendir. Cenâb-ý hak muvaffak etsin. Hacý Ýbrahim Efendi'ye bilhassa selâm ediyorum. Lütfü, Rüþdü, Hâfýz Ahmed, Sezâi Efendilere selam ediyoruz. Âhiret hemþireme de dua ediyorum. Senin bu defaki mektubun bir parçasý Mektubat içine dercedildi. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî 253 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk kardeþim ve hizmet-i Kur'âniyede hakikatlý bir arkadaþým Re'fet Bey! Bu def'a istinsah ettiðiniz risaleler, çok güzel olmuþtur. Senin gayret ve samimiyet ve ciddiyetini bana gösterdiler ve Re'fet tenbel deðildir, isbat ettiler. Onlarý tashih edip göndermiþtim. Sonra iþittim ki, getiren adam Ýslâmköyü'nde býrakmýþ. Otuz Birinci Mektub'un Üçüncü, Dördüncü Lem'alarýný yazmaða vakit bulamadým. Korkuyorum ki onlarýn da اِذَا جَاءَ نَصْرُ اللّهِ sýrrý gibi, mevsimi geçerek sonra güzel yazýlmamýþ olsun. Ýnþâallah sizlerin iþtiyâký beni çalýþtýracak. Fakat bu þuhûr-u selâse çok kýymettardýr; leyle-i Kadrin sýrrýyla seksen sene bir ömrü kazandýracak bir vakitte, en iyi, en efdal þeylerle meþgul olmak lâzým geliyor. Ýnþâallah Kur'ân'a ait mesâille iþtigal, bir nevi mânevî mütefekkirane Kur'ân okumak hükmündedir. Hem ibâdet, hem ilim, hem ma'rifet, hem tefekkür, hem kýrâet-i Kur'ân mânalarý risalelerin istinsah ve mütalâalarýnda vardýr îtikadýndayýz. Zaten bu ciheti siz takdir etmiþsiniz. Mu'cizat-ý Ahmediye'yi sizin için yazdýrdým, tekmil oldu. Fakat baþka bir nüsha ona göre yazdýrmak lâzým olduðu için muvakkaten burada kalacak. Senin mektubunda Hafýz Sezâi bizimle ciddî alâkadar olduðunu gösteriyor. Ben bir zaman idi, Aðroslu Zekâi (Sh: B-335) gibi samimî, hararetli Isparta'da yeni bir kardeþimiz bulunacak, vicdânen hissediyordum. Ýnþâallah bu Sezâi, o olacak. Ben onu iþittiðim vakit, hissettiðim þahýs tevehhüm ettim. Eðer tasavvurum gibi ise zaten iyi, olmasa öyle olmaða çalýþsýn. Eðer Zekâi nasýl adamdýr merak ederse, Yirmi Yedinci Mektub'un fýkralarýnda Zekâi'nin mahiyetini ve ne derece samimî olduðunu gösterir fýkralarý var, baksýn. Kayýnpederin Hacý Ýbrahim Efendi'ye çok selâm ediyorum. O zâtý ciddî bir âhiret kardeþi telâkki etmiþim. Ýnþâallah senin bu yeni gayret ve sa'yinden o da hissedardýr. Bedreddin'in küçüklüðüyle beraber, büyük talebeler dairesine dâhil etmiþim. O, küçüklerin büyüðüdür. Ve inþâallah Cenâb-ý Hak onun emsâlini çoðaltsýn. Bedreddin'in vâlidesine duâ ediyorum. Elbette Bedreddin'in hüsn-ü terbiyesinde en mühim hisse onundur. Çünki, onun en birinci üstadý odur. Bekir Aða, Lütfü Efendi, Hafýz Ahmed, Sezâi gibi kardeþlere selâm ediyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Sâid Nursî 254 بِسْمِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَ ْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk kardeþim! Evvelâ: Bu yeni hâdisenin mahiyetini merak etmiþsiniz, oraya gelen iki uzun mektup mahiyetini gösteriyor. وَمَنْ اَظْلَمُ ِممَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّهِ اَنْ يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ âyeti o hâdiseye sebebiyet verenlerin baþýna sâika gibi iniyor ve inecek. Fakat bir acûlüz. Her þeyin bir vakt-i muayyenesi var. فَضُرِبَ بَيْنَهُمْ بِسُورٍ لَهُ بَابٌ بَاطِنُهُ فِيهِ الرَّحْمَةُ وَظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُ (Sh: B-336) âyetine mâsadak olarak bu hâdise bize karþý vech-i merhametle bakýyor. Mülhidlere karþý olan vecih, azab ve kahr ile nazar ediyor. Her ne ise... Cennet ucuz olmadýðý gibi Cehennem de lüzumsuz deðildir. Sâniyen: Bedreddin'i burada dinlemek arzu ediyordum, vakit müsaade etmedi. Ben mânen orada hayâlen dinliyorum. Ýnþâallah evladlýk mertebesinden talebelik mertebesine gidiyor. Sâlisen: Benim kendi hattýmla mektup istiyorsun. Bir dudaksýz dama, lâmbayý üfle söndür demiþler. Demiþ, en zahmetli iþi bana gösteriyorsunuz, yapmayacaðým. Belî, Cenâb-ý Hak bana hüsn-ü hat vermemiþ, hem bir satýr yazmak bana büyük bir iþ gibi usanç veriyor. Eskiden beri diyordum: Yâ Rabbi! Ben o kadar muhtaç iken ve nazmý severken, bu iki nimet bana verilmedi, diye teþekki deðil, tefekkür ediyordum. Sonra bana kat'î tebeyyün etti ki, þiir ve hat bana verilmemekte, büyük bir ihsân imiþ. Hem o hatt'a ihtiyacýmý sizin gibi kalem kahramanlarýnýn muavenetleri te'min ediyor. Hatt bilse idim, hatt'a itimad edip, mesâil ruhda kararlayarak nakþedilmeyecekti. Eskiden hangi ilme baþladým, hattým olmadýðý için ruhuma yazardým. Fevkalâde bir meleke ihsân edildi. Þiir ise, çendan kýymettar, þirin bir vasýta-yý ifâdedir. Fakat þiirde hayâl hükmettiði için, hakikata karýþýr, hakikatlarýn suretini deðiþtirir. Bazan hakikat birbirine geçer. Hâlis hak ve mahz-ý hakikat olan Kur'ân-ý Hakîm'in hizmetinde, istikbalde bulunacaðýmýz mukadder olduðundan, Kader-i Ýlâhî bir inâyet olarak bize þiir kapýsýný açmadý. وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ sýrrý buna bakar. Ýþte kendi hattýma mukabil, sana iki nükte söyledim. Ýnþâallah baþka bir vakit senin hâtýrýn için büyük zahmet çekip birkaç satýr yazacaðým. Gâlib Beyin iki eli var; sað elini bana vermiþ, benim hesabýma yazýyor, sol eli de kendine kalmýþ. Bu mektub o iki el ile yazýlmýþtýr. Hâzýr Mes'ud, Gâlib ve Süleyman Efendiler, Mustafa (Sh: B-337) Çavuþ, Abdullah Çavuþ selâm ediyorlar. Ben de baþta Husrev, Bekir Bey umum kardeþlerimize selâm ediyorum. Bilhassa kayýnpederiniz Hacý Ýbrahim Beye ve muhtereme hemþireme ve mübarek Bedreddin'e çok dua ediyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî 255 Aziz, sýddýk, müdakkik âhiret kardeþim, hizmet-i Kur'âniyede arkadaþým! Evvelâ: Mektubunuzda, benim her mektubumun baþýnda وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ yazýlmasýnýn hikmetini soruyorsunuz. Bunun hikmeti þudur ki: Kur'ân-ý Hakîm'in hazâin-i kudsiyesine, bana açýlan en birinci kapý o olduðudur. En evvel hakâik-ý âliye-i Kur'âniyeden, þu âyetin hakikatý bana zâhir olmuþ ve ekser risalelerde, o hakikat sereyan etmiþtir. Hem bir hikmeti þudur ki; itimad ettiðim mühim üstadlarýmýn, mektublarýnýn baþlarýnda istimal etmeleridir. Hem mektubunuzda "yedi kebâir" i soruyorsunuz. Kebâir çoktur, fakat ekberü'l-kebâir ve mûbikat-ý seb'a tâbir edilen günahlar yedidir: "Katl, zina, þarab, ukûk-ý vâlideyn (yani kat'-ý sýlâ-yý rahm), kumar, yalancý þehâdetlik, dine zarar verecek bid'alara taraftar olmak"týr. Sâniyen: Bu yaz mevsiminde hakâik-ý Kur'âniyeye nisbeten, meyveler hükmünde tevâfukata dair, hurufat-ý Kur'âniyenin nüktelerini beyan ediyorduk. Þimdi mevsim deðiþmiþ, huruftan ziyade hakâika ihtiyaç vardýr. Gelecek yaza kadar muvakkaten, o kapýyý ihtiyarýmýzla çalmayacaðýz. Fakat o hurufa ait beyânat ne derece hak olduðunu, Mevlânâ Câmî'nin Divanýyla kardeþlerimle tefe'ül ettik. Dedik, yâ Câmî! Bu hurufât-ý Kur'âniyeye dair beyan ettiðimiz nüktelere ne dersin? Bir fâtiha okuyup falý açtýk. Ýþte baþta fal þu geldi: (Sh: B-338) جَامِى اَزْ خَطِّ خُو شَشْ َاكْ مَكُنْ لَوْحِ ضَمِيرْ كِينْ نَه حَرْ فِيسْتْ كِه اَزْ صَفْحَهءِ اِدْرَاكْ رَوَدْ Yâni, "Bu huruf öyle harf deðildir ki, akýl ve idrâk sahifesinden gitsin. Öyle kudsî harf, öyle güzel þirin hat, daima kalbimin sahifelerinde yazýlmalý, silinmemeli." Acîbdir ki, bütün Divanýnda bu fala benzer meâlde yazý göremedik. Demek bu fal, Hazret-i Câmî'nin kerâmetinden bir nebze oldu. Sâlisen: Bedreddin inþâallah bizlere hakikî bir hayrü'l-halef olur. Allah muvaffak etsin. Kayýnpederinize ve hemþireme ve Bedreddin'e dua ediyorum. Kardeþim Re'fet Bey'i daha ziyade gayrete getirdikleri için onlara minnettârým. Kardeþleriniz Husrev ve Bekir Aða, Lütfü, Rüþdü, Hafýz Ahmed, Tenekeci Mehmed, Sezâi gibi ihvâna selâm ediyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said 256 Mu'cizat-ý Ahmediye'yi (A.S.M.), sana güzel ve tevafuklu bir tarzda yazdýrdým. Husrev kerâmetli kalemiyle, bana yazdýðý gayet kýymettar bir nüshayý, aynen ve tam tamýna muvafýk gelmek þartýyla size yazdýrýldý, yakýnda göndereceðim. Yanýnýzda yeni yazýlan Ý'caz-ý Kur'âniye gibi, bana bir nüsha lâzýmdýr. Fakat Hafýz'ýn kalemi oradaki mevcud tevâfuku tamamen muhafaza edememiþ. Tevâfukçu Husrev'in taht-ý nezâretinde, mâbeyninizde taksim edip, bana yadigâr bir Ý'câz-ý Kur'ânîyi, müþtereken yazsanýz çok iyi olur. 257 (14 Þevval 1352, Kânun-u sânî 1394) (*) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, müdakkik âhiret kârdeþim ve mütefekkir ve hakikatlý arkadaþým Re'fet Bey! (Sh: B-339) Evvelâ: Mektubunuzda Risale-i Nur'un mizanlarýný her okudukça, daha ziyade istifade ettiðinizi yazýyorsunuz. Evet kardeþim, o risaleler Kur'ân'dan alýndýðý için kût ve gýda hükmündedir. Her gün ihtiyaç gýdaya hissedildiði gibi, her vakit bu gýdâ-yý ruhânîye ihtiyaç hissedilir. Senin gibi ruhu inkiþaf edip, kalbi intibaha gelen zâtlar okumaktan usanmaz. Bu Kur'ânî risaleler, sâir risaleler gibi tefekküh nev'inden deðil ki, usanç versin. Belki tegaddîdir. Sâniyen: Gavs-ý A'zam gibi, memâttan sonra hayat-ý Hýzýrîye yakýn bir nevi hayata mazhar olan evliyâlar vardýr. Gavs'ýn hususî ism-i âzamý, "Yâ Hayy" olduðu sýrrýyla, sâir ehl-i kubûrdan fazla hayata mazhar olduðu gibi, gayet meþhur "Mâruf-ý Kerhî" denilen bir kutb-u âzam ve Þeyh Hayâtü'l-Harrânî denilen bir kutb-ý azîm, Hazret-i Gavs'dan sonra mematlarý hayatlarý gibidir. Beyne'l-evliya meþhur olmuþtur. Sâlisen: Tenekeci Mehmed Efendi'nin hýfz-ý Kur'âna çalýþmak niyeti çok mübarektir. Cenâb-ý Hak onu muvaffak etsin. Elimizden geldiði kadar dua ile yardým edeceðiz. Kur'ân-ý Azîmüþþân'ýn herbir harfinin ekalli on hasene olmakla beraber; tekerrür ettikçe ve mübarek vakitlere rasgeldikçe ve melek ve sâir zîþuur ruhânîler kýrâetini dinledikçe herbir harfi öyle bir çekirdek olur ki, hasenât cihetinden öyle bir mânevî sümbül teþekkül eder ki; o sümbülün taneleri, tekellüm vaktinde aðýzdan çýkan bir kelimenin havanýn dalgalarýnýn âyinelerinde temessül eden milyonlarca, o kelime gibi kelimelerin adedine belki müsâvi gelir. Böyle herbir harfi bir hazine-i ebediyenin bir anahtarý olabilir, bir kudsî kelâmý kalbinde yazmak, ne kadar mukaddes bir hizmet olduðu âþikârdýr. Ýnþâallah Bedreddin çoklara bir hüsn-ü misâl olacaktýr, daha çoklarýný hýfz-ý Kur'ân'a sevkedecektir. Baþta Bedreddin, kayýnpederin Hacý Ýbrahim ve âhiret hemþirem olarak ihvanýnýzýn bayramýný tebrik ve selâm ve duâ ediyorum. Babacan orada ise ona çok selâm ediyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî (Sh: B-340) 258 (5 Þubat 1934) ِباسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, müdakkik, müþtak kardeþim Re'fet Bey! Sen benimle ne kadar konuþmayý arzu ediyorsan, belki ondan ziyade ben arzu ediyorum. Fakat maatteessüf müteaddid esbab tahtýnda sýkýntýlý bir vaziyetteyim. Hattâ bir iki saatte bulduðum bir fýrsat, yedi-sekiz mektubu yazmaya çalýþýyorum. Ara sýra benim yanýma gelen Gâlib dahi men'edildi. Yalnýz bîçâre Þamlý kaldý, o da her vakit gelemiyor. Hem bu yýlanlarý yaralandýrýp bize canavarcasýna saldýrýyorlar. Her fýrsattan sýkýntý vermeye çalýþýyorlar. Zaten ben meb'uslardan hayýr beklemiyordum. Bunlara iliþtiler, kaldýrmadýlar, bütün bütün düþman ettiler. Ýþte maatteessüf, bunlar dünyayý hâtýrýma getirdikleri için, tulûât-ý kalbiye tevakkuf ediyor. Baþlarýný yesin, bu ehl-i dünyanýn dünyasýný düþünmek bana zehir oluyor. Ben dünyanýza karýþmýyorum, buna mukabil o pis dünyanýzý bana düþündürmeyiniz, dediðim halde olamýyor. Ben de Cenâb-ý Hakk'a niyaz ettim ki, bana kuvvetli bir sabýr, bir tecrid-i zihin ihsân etsin ki, düþünmeyeyim. Lillâhilhamd kalbime bu esas geldi ki: "Bu hizmet-i Kur'âniyede baþa ne gelirse gelsin, hattâ her günde birer baþým olsa da kesilse, yine o hizmetin kudsiyetindeki lezzet-i ruhaniye mukabil geliyor ve kâfidir" diye kemâl-i teslim ile kazâya rýza, kadere teslim ve Cenâb-ý Hakk'a tefvîz-i umûr düsturunu rehber ittihaz ettim. Nuh'a yazdýðým gibi size de diyorum ki: Eskide bir zât, haksýz bir mesleði hak zannederek, ondan aldýðý bir muhabbet ile, diri iken derisinin soyulduðuna tahammül ederek, kahramanâne bir tavýr gösterdiði gibi, acaba ayn-ý hak ve mahz-ý hakikat ve bütün envâr-ý hakâikýn menba' ve mâdeni olan hakikat-ý Kur'âniyeye hizmetimizdeki (Sh: B-341) kudsî lezzet, bu mülhidlerin muvakkat, ehemmiyetsiz iz'açlarýna ve kalbimizde açtýklarý yaralara tiryak ve merhem olamaz mý? Elbette olur ve olmuþ ve oluyor. Sâniyen: Yemen imamý olan Zeydîler Seyyidi hakkýndaki suâliniz hakikaten ehemmiyetli ve yümünlüdür. Fakat meymenetsiz bir zamana rasgeldi. Hem zihnim kapalý, hem hal müsaid deðil, hem ve hem... Yalnýz bu kadar var ki, meþhir "Ýmam-ý zeyd" Sâdât-ý Azîmeden ve Eimme-i Âl-i Beyttendir. Ve müfrit Þîalarý reddeden ve اِذْهَبُوا اَنْتُمُ الرَّوَافِضُ deyip Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer'den teberrîyi kabul etmeyen ve o iki halife-i zîþâný hürmek edip kabul eden bir zattýr. Onun etba'larý, þîalarýn en mu'tedili ve en sünnîsidir. Bunlar hem ehl-i insaf ve ham çabuk hakký kabul eder bir taifedir. Ýnþâallah Vehhâbîlerin tarhibatýný tâmire sebeb olduklarý gibi Ehl-i Sünnet ve Cemâattan, Zeydîlerin inhiraflarý dahi istikamet kesb edip, ehl-i Sünnete iltihak edip imtizaç edecekler. Bu âhirzaman çok çalkalanýyor, bu fitne-i âhirzaman acîb þeyler doðuracaðýný ihsâs ediyor. Risalelerle alâkadar arkadaþlara selâm ve Bedreddin ve hemþireme ve Hacý Ýbrahim'e dua ediyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî 259 (15 Þubat 1934) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, dikkatli kardeþim Re'fet Bey! Evvelâ: Onuncu Söz'ün Birinci Ýþareti'nin âhirinde, "Evet, bir þeyden her þey'i yapmak ve her þey'i bir tek þey yapmak her þey'in Hâlikýna has bir iþtir." Þu cümle hem Yirmi Ýkinci Söz'ün Lem'alarýnda, (Sh: B-342) hem Otuzüçüncü Mektubun pencerelerinde, hem Yirminci Mektubun on bir kelimelerinde îzah ve isbat edilmiþtir. Buradaki külliyet nisbî ve örfîdir. "Bir þey'den her þey'i yapmak" taki murad, bütün dünyanýn mevcudatýný bir þeyden yapmak ve îcad etmek deðildir. Belki ondaki murad; bir þeyden yâni bir katre sudan, bir insanýn, bir hayvanýn her þey'ini, her eczâsýný, herbir cihâzâtýný halkediyor ve bir þey olan topraktan nebâtât ve hayvânâtýn herbir þeylerini ondan halkeder demektir. Hem "her þey'i bir tek þey yapmak" cümlesindeki külliyet mukayyettir, nisbîdir. Yani insanýn yediði her nev' taamdan o insanda basit bir cild ve bir kan ve bir et ve hâkezâ... Elhâsýl: Bu külliyetten maksad odur ki; bir þey'i çok muhtelif eþyaya çevirmek ve birçok muhtelif eþyayý da bir tek þey yapmak, ancak Hâlik-ý Küll-i Þey'e mahsustur. Sâniyen: Minhâcü's-Sünne'yi kendi hattýnla yazdýðýna, çok memnun oldum. Senin kalemin merhum Abdurrahman'ýn kalemi gibi bana þirin geliyor. Sâlisen: Tenekeci Mehmed Efendinin hýfza baþlamasý mübarektir. Allah muvaffak etsin. Biz ona duâ ile yardým ediyoruz. O da okudukça bize dua ile yardým etsin. Bedreddin'e ve vâlidesine ve ceddine dua ediyorum. Sezâi Bey benim nazarýmda Isparta'nýn bir Zekâisidir. Ben de onu görmek istiyorum. Fakat þimdi maddeten, mânen kýþtýr. Zaten sizlere demiþtim ki, Said'in þahsýnýn ehemmiyeti yoktur ki, sohbetine arzu edilsin. Üstadýnýz olan Said ise, her bir risaleyi açtýkça onunla sohbet edersiniz. Âhiret kardeþiniz olan Said ise, her sabah akþam dergâh-ý Ýlâhîde dua vasýtasýyla sizinle beraberdir. sezâi Bey, üstadýný, kardeþini istediði vakit görebilir. تَسْمَعُ بِالْمُعَيْدِىِّ خَيْرٌ مِنْ اَنْ تَرَاهُ kaidesiyle iþitmesi görmekten çok evlâ olan þahs-ý Said'i görenler bazý piþman olur, keþki görmeseydim der. Bu, davula benziyor, uzaktan sesi iyi geliyor, yakýnda boþ görünüyor. (Sh: B-343) Baþta Husrev, Bekir bey, Rüþdü, Hafýz Ahmed, Sezâi, Keçeci Þeyh Mustafa, Tenekeci Mehmed Efendi gibi has kardeþlerinize selâm ve dua ediyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî 260 بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz kardeþim Re'fet Bey! Bu sabah namazdan sonra baþýmý çevirdim, Re'fet Beyi gördüm zannettim. Geceleyin bir torba bal ve içinde dolu altýn, mübarek bir talebeme veriyordum. Arkamdaki zât demek Re'fet Beyin kalb ve ruhunu taþýyor. Hem dellâlý olduðum hazinenin en kýymettar, en tatlý þey'i bizim vasýtamýzla satýn almak istiyor. Sonra gördüm ki, senin ikinci bir nüshandýr (yani Seynahî'dir.) O rü'yada ikiniz hissedarsýnýz, paylaþýrsýnýz, her ne ise... Sizin bu def'a yazdýðýnýz Söz ziyade hoþuma gittiði için, evvelce sana dediðim gibi, baþka hatlara nisbeten senin hattýn gözüme eski dost göründüðünün sýrrýný anladým ki, merhum birâderzâdem Abdurrahman'ýn hattýna benziyor. Bu hat kendini göstermeli. Ýþtiyâkýn oldukça böyle intihab ettiðin risaleleri yazsanýz mübarek olur. Hulûsi, Abdurrahman'ýn yerine çendan geçmiþ. Þu yazý müþâbeheti bana müjde ediyor ki, bir Abdurrahman Re'fet'ten de çýkacak. Mürekkeb hakkýnda düþündüðün iyidir. Elde gezecek, güzel olmak þartýyla sabit olsun. Kendinize yazdýðýnýz parlak olsun. Çünki, mütalâaya iþtiyâk ve iþtihâyý açar. Yeni Sözler ile alâkadarlýk edenlere, evvelki üç Hafýz ile mutaf Hafýz Mahmud Efendi'ye selâm, hem dua ediyorum. Sebat etsinler; (Sh: B-344) onlarý kardaþ dairesine dâhil etmiþim, talebe dairesine girmeye çalýþsýnlar. Siz kimi intihab etseniz benim de kabulümdür. Hoca ismail Hakký Efendi'ye çok selâm ve duâ ediyorum. Mâdem az adam ile konuþan Ýþârâtü'l-Ý'caz onunla hayli konuþmuþ, ben de o zâtý ale'r-re's-i vel'ayn kabul ediyorum. Ýþârâtü'l-Ý'caz ile iktifâ etmesin. Ýþârâtü'l-Ý'cazý tefsir eden ve hakâikýný aydýnlattýran ve göz görür derecesinde gösteren Sözler'i, Mektublar'ý okusun. Hususan Yirmi Beþinci, Yirmi Altýncý Sözleri, Yirminci ve Otuz Üçüncü Mektublarý gibi intihab ettiði risaleleri de okusun. Baþta Bekir ve Husrev kardaþlarýma selâm ve duâ ederim ve dualarýný isterim. Vehhâbî mes'elesi dünkü gün elime geçti, baktým sana göndermek ruhum istedi. Baþka bir surette Re'fet kendi geldi, kendi kitabýný kendine götürdü. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Said Nursî Senin ve Husrev'in yazýlarý beni hiç yormuyor. Çünkü yanlýþlarý azdýr. Fakat baþkalar, bir def'a kendileri tashih etmeden bana geliyor. Hâfýzama itimad edip, yalnýz tashih edip yoruluyorum. Sâirlerin yazdýklarýný sizler mukabele edip, ba'dehu bana gönderseniz daha iyi olur. 261 ِباسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, gayyûr, ciddî kardeþlerim Re'fet Bey, Husrev Efendi! Sizler çoklarýn medar-ý intibahý oldunuz ve hüsn-ü misâl oldunuz. اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ sýrrýnca vasýtanýzla ve size iktidâ ile hizmet-i Kur'âniyeye girenlerin kazandýklarý hasenâtýn bir misli, inþâallah sahife-i a'mâlinize geçer. Bu def'aki, isimlerini yazdýðýnýz Hâfýz Bekir, Hâfýz Tahir, Hâfýz Þükrü Efendileri kardeþ kabul ettim. Talebe olmaða da çalýþsýnlar, selâmýmý onlara teblið ediniz. Size bu def'a avâm-ý (Sh: B-345) mü'minîn hakkýndaki kerâmete benzer iþler nev'inden ve ma'venet-i ilâhiye tesmiye edilen iki cüz'î hâdiseyi söyleyeceðim: Birincisi: Bir iki arkadýþýmýz On dokuzuncu Mektub'u yazmýþlar. Birisinin dördüncü cüz'ünde salâvat-ý þerife iki-üç sahife müstesna üç dört salâvattan baþka bütün salâvatlar birbirine bakýyor. Ben de hayrette kalarak iþaretler koydum. Diðerinde ikinci, üçüncü cüz'ünde beþ altý sahife müstesna, bütün sahifelerde salâvatlarý birbirine müvazi, birbirine bakýyor, iþaretler vaz'ettim. Kime gösterdim, hayrette kaldý. Görenler müttefikan karar verdiler ki, umum Sözler'de mânevî i'câz-ý Kur'ân'ýn bir þuâý in'ikas ettiði gibi, On dokuzuncu Mektub'dan bilhassa Mu'cizât-ý Ahmediyenin bir nev' þuâý salâvat-ý þerife suretinde in'ikâs etmiþtir. Hem görenler karar verdiler ki, Sözler'e mahsus bilhassa On dokuzuncu Mektub'a has bir tarz-ý hat var. Eðer o tarz hatt'a tevfikan yazýlsa, çok garib letâfetler görünecektir. Her vakit musýrrâne, her yazana "seyrek ve güzel yazýnýz" derdim Þimdi anlaþýlýyor ki, o mânevî has hattý tavsiye etmek için, intak-ý hak kabilinden bana söylettiriliyordu. Þu hakikatý ve mânevi tarz-ý hatt'a en yakýn, Küçük Hâfýz Zühdü'nün ve Eþref'in ve Kuleönlü Mustafa'nýndýr ki o muvâfakat, müvâzenet onlarýn hattýnda daha ziyade görünüyor. Her vakit ben görüyordum, dikkatli yazanlarda bazý bir satýr atlýyor, bir kelime yanlýþ yazmayan bir satýr yanlýþ yazýyordu. Meðerse, Sözler'deki fevkalâde bir letâfetin eseri olarak tevafukat atlattýrýyor. Ýkinci hâdiseyi yazmaða kâðýdýmýz müsaid olmadýðýndan kestim. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî 262 Re'fet Bey! Senin çok antika iki mu'cize-i kudret, müzehânemi tezyin etti. Âdi zannettiðimiz þeylerde, ne kadar hârikulâde iþler bulunduðunu ihtar ediyorlar. Þu On dokuzuncu Mektub'da ikinci, üçüncü (Sh: B-346) cüz'ünde salâvat-ý þerifenin her sahifede birbirine bakmasý tesadüf iþi olamaz. Çünki tesâdüf, onda bir tevafuk eder. Bu ise onda dokuz tevafuk var. Demek ne þuursuz tesadüfün iþi ve ne de benim ve ne de kâtiblerin düþünüþüdür. Çünki ben yeni anlýyorum, kâtipler benden sonra anladýlar. Demek gaybî bir kasd ve irade ile, umum Sözler'de ve bilhassa On dokuzuncu Mektub'daki salâvât-ý þerife de hârika bir letâfeti irâde etmiþ. O tevafukat ise, gaybî bir kasd ile dercedilen bir belâgat ve letâfetin tereþþuhâtýdýr. Said Nursî 263 (14 Nisan 1934 Çarþamba) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, müdakkik, meraklý kardeþim Re'fet Bey, Nâmýnýza yazýlan on ikinci Lem'a'nýn izâha muhtaç noktalarýnýn izahýna þimdilik ihtiyaç yoktur. Asýl maksad, âyâta gelen evhamýn def'ine kifâyetidir. Ve bu nokta-i nazarda kâfi derecede herkes fehmeder. Her risalede herkesin hissesi var, fakat herkes her þey'ini bilmek lâzým deðildir. Mirkatü's-Sünnet ve vahdetü'l-vücuda dair iki risaleyi nasýl buldunuz? Elbette kýymet-þinas nazarýn onlarý takdir etmiþ. Bu def'aki suâlinizin iki ciheti var: Biri; sýrr-ý Âl-i Abâ ciheti ki, o sýrdýr. Ben o sýrrýn ehli deðilim ki, cevab vereyim, yahut herbir sýrrýn izharý kaleme gelmez. Çünki, Hakikat-ý Muhammediyenin bir cilvesi o Âl-i Abâ'da tezahür ediyor. Ýkinci cihet-i zâhirîsi ise zâhirdir. Ezcümle: Sahih-i Müslim'de Ümmü'l-Mü'minîn Âiþe-i Sýddîka (R.A.)'dan mervîdir ki, demiþ: خَرَجَ النَّبِىُّ غَدَاةَ غَدٍ وَعَلَيْهِ مِرْطٌ مُرَجَّلٌ مِنْ شَعْرٍ اَسْوَدَ فَجَاءَ الْحَسَنُ فَاَدْخَلَهُ فِيهِ ثُمَّ جَاءَ الْحُسَيْنُ فَاَدْخَلَهُ ثُمَّ جَاءَتْ فَاطِمَةُ فَاَدْخَلَهَا ثُمَّ جَاءَ (Sh: B-347) عَلِىٌّ فَاَدْخَلَهُ ثُمَّ قَالَ: اِنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيراً Ýþte bu Hâdis-i Þerîf gibi, Kütüb-i Sitte-i Sahîha'da bu mealde kesretli hadîsler vardýr ki Âl-i Abâyý gösterir. Bir zât def'-i beliyyât için istiþfâ ve istiþfa' için böyle demiþ: لِى خَمْسَةٌ اُطْفِى بِهَا نَارَ الْوَبَاءِ الْخَطِمَةِ اَلْمُصْطَفَى وَ الْمُرْتَضَى وَابْنَاهُمَا وَ الْفَاطِمَ Gücenme, þimdilik bu kadar. Senin mektubunda isimleri zikredilen herbirerlerine ayrý ayrý selâm ve duâ ediyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî Eûzü sýrrýna dair yazýlan On Üçüncü Lem'anýn yedi Ýþaretini gönderdim. Bakarsýnýz, izahý deðil noksaný varsa bildiriniz. 264 (9 Mayýs 1934 Çarþamba) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, müdakkik kardeþim Re'fet Bey! Evvelâ: Nevzad-ü mübarekin dünyaya gelmesini, sizin için bir fâl-i hayr olarak tebrik ediyorum. Ýnþâallah وَ لَيْسَ الذّكَرُ كَاْلاُنْثَى sýrrýna mazhar olacak Âsým Bey gibi senin de bir kýz evlâdý dünyaya gelmesi, meþrebimizde en mühim esas þefkat olduðu cihetiyle ve þefkat kahramanlarý kýzlar olduðundan ve en sevimli mahlûk bulunduðundan, daha ziyade tebrike þâyansýnýz. Zannederim, bu zamanda erkek çocuklarýn tehlikesi daha çok. Cenâb-ý Hak onu sizlere medar-ý teselli ve ünsiyet ve evinize küçük bir melâike hükmüne getirsin. "Rengi gül" ismi yerine "Zeynep" olsa daha münasibdir. (Sh: B-348) Sâniyen: Hikmetü'l-Ýtiâze'nin, besmele-i þerifenin sýrlarýna dair senin ve Þerif Efendinin ifadeleriniz kýsadýr. Tenkid mi, takdir mi anlaþýlmýyor. Zaten mükerreren demiþtim. Herkes her risalenin her mes'elesini anlamasýna muhtaç deðil. Ne kadar anlarsa kâfidir. Sâlisen: Âlem-i misâl, âlem-i ervahla âlem-i þehâdet ortasýnda bir berzahdýr. Her ikisine birer vecihle benzer. Bir yüzü ona bakar, bir yüzü de diðerine bakar. Meselâ, âyinedeki senin misâlin sureten senin cismine benzer. Maddeten senin ruhun gibi lâtiftir. O âlem-i misâl; âlem-i ervah, âlem-i þehadet kadar vücudu kat'îdir (Hâþiye). Acâib ve garâibin meþheridir, ehl-i velâyetin tenezzühðâhýdýr. Küçük bir âlem olan insanda kuvve-i hayâliye olduðu gibi, büyük bir insan olan âlemde dahi, bir âlem-i misâl var ki, o vazifeyi görüyor. Ve hakikatlýdýr; kuvve-i hâfýza Levh-i Muhfuz'dan haber verdiði gibi, kuvve-i hayâliye dahi âlem-i misâlden haber verir. Baþta Husrev, Bekir Bey, Rüþdü, Lütfü, Hâfýz Ahmed, Sezâi, üç Hoca, üç Mehmed, hanenizdeki üç mâsum ve kayýnpederin olarak oradaki kardeþlerime selâm ve duâ ediyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî (Hâþiye): Bence Âlem-i Misâl'in vücudu meþhûddur. Âlem-i Þehâdet gibi tahakkuku bedihîdir. Hattâ rü'yâ-yý sâdýka ve keþf-i sâdýk ve þeffaf þeylerdeki temessülât bu âlemden o âleme karþý açýlan üç penceredir. Avâma ve herkese o âlemin bazý köþelerini gösterir. (Sh: B-349) 265 (30 Mayýs 1934 Çarþamba) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, müdakkik, meraklý kardeþim Re'fet Bey, Senin bende, bir üstadýn, bir kardaþýn, bir dostun var. Üstadýný her risale içinde görüp, görüþürsün. Kardaþýný sabah akþam dergâh-ý Ýlâhîde mânen ve hayâlen o, seni dua ile gördüðü gibi, sen de onu o suretle görebilirsin. Bedeki dostunu görebilmek için, buraya gelmekle zahmet çekme. Çünki, o dostun ziyarete liyâkatý yoktur. O bir, siz çoksunuz. Ýnþâallah o gelir, sizi orada ziyaret eder. وَ لَيْسَ الذّكَرُ كَاْلاُنْثَى âyetine dair þimdi cevap vermeye vaktim müsait deðil, Sýhhatýný bilmiyorum, fakat rivâyet ediliyor ki: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü vesselâm ferman etmiþ ki, "Oðlan çocuðunu seviniz". demiþler, "Kýzlarý ne için istisnâ ettin?" Ferman etmiþ ki: "Kýzlar kendi kendini sevdirirler, onlar fýtraten sevimlidirler." Evet kýz, þefkat ve cemâlin mazharý olduðundan, erkek çocuðundan daha ziyade sevilir. Bâhusus bu zamanda ebeveyn hakkýnda kýzlar daha mübarektir. Çünki, tehlike-i dîniyyeye çok mâruz olmuyorlar. Ýkinci suâlin: Ýbrahim Hakký, "Cû' ism-i a'zamdýr" demesinin muradýný bilmiyorum. Zâhiren mânâsýzdýr, belki de yanlýþtýr. Fakat ism-i Ralmân mâdem çoklara nisbeten ism-i a'zam vazifesini görüyor. Mânevî ve maddî cû' ve açlýk o ism-i a'zamýn vesile-i vüsûlü olduðuna iþareten mecazî olarak, Cû' ism-i a'zamdýr, yâni bir ism-i a'zama bir vesiledir, denilebilir. Mübarek hânenizdeki mâsumlara duâ ve ders akradaþlarýna umumen selâm ediyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî (Sh: B-350) 266 (20 Haziran 1934 Çarþamba) وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, meraklý kardeþim Re'fet Bey! Mektubunda Letâif-i Aþere'yi suâl ediyorsun. Þimdi tarîkatý ders vermek zamanýnda olmadýðýmdan, tarîk-ý Nakþî muhakkiklerinin Letâif-i Aþereye dair eserleri var. Þimdilik vazifemiz ise, istihrac-ý esrar olduðundan, mevcud mesâili nakil deðildir. Gücenme tafsilât veremiyorum. Yalnýz bu kadar derim ki: Letâif-i Ayere; Ýmam-ý Rabbânî kalb, ruh, sýr, hafî, ahfâ, insanda anâsýr-ý erbaanýn herbir unsurdan o unsura münasib bir lâtife-i insaniye tâbir ederek, seyr-i sülûkta her mertebede bir lâtifenin terakkiyatý ve ahvâlinden icmâlen bahsetmiþtir. Ben kendimce görüyorum ki, insanýn mahiyet-i câmiasýnda ve istidad-ý hayatiyesinde çok letâif var, onlardan on tanesi iþtihar etmiþ. Hattâ hükemâ ve ulemâ-yý zâhiri dahi, o letâif-i aþerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ý hamse-i zâhirî, havass-ý hamse-i bâtýna diye, o letâif-i aþereyi baþka bir surette hikmetlerine esas tutmuþlar. Hattâ avâm ve havas beyninde teâruf etmiþ olan insanýn letâif-i aþeresi, ehl-i tarîkýn letâif-i aþeresiyle münasebettardýr. Meselâ: Vicdan, âsab, his, akýl, hvâ, kuvve-i þehevviyye, kuvve-i gadabiyye gibi letâifi, kalb, ruh ve sýrra ilâve edilse letâif-i aþereyi baþka bir surette gösterir. Daha bu letâiften baþka þâika, sâika ve hiss-i kable'l-vuku' gibi çok letâif var. Bu mes'eleye dair hakikat yazýlsa çok uzun olur, vaktim de kýsa olduðundan kýsa kesmeye mecbur oldum. Senin ikinci suâlin olan,mânâ-yý ismî ile mânâ-yý harfînin bahsi ise, ilm-i nahvin umum kitaplarý baþlarýnda o mes'ele izah edildiði gibi, ilm-i hakikatýn Sözler ve Mektubatlar namýndaki risalelerinde (Sh: B-351) temsilâtla kâfi beyânat vardýr. Senin gibi zeki ve müdakkik bir zâta karþý, fazla izahat fazla oluyor. Sen âyineye baksan, eðer âyineye þiþe için bakarsan, þiþeyi kasden görürsün, içinde Re'fet'e tebeî, dolayýsýyla nazar iliþir. Eðer maksad, mübarek simanýza bakmak için âyineye baktýn, sevimli Re'fet'i kasden görürsün فَتَبَارَكَ اللّهُ اَحْسَنُ الْخَالِقِينَ dersin. Âyine þiþesi tebeî, dolayýsýyle nazarýn iliþir. Ýþte birinci surette âyine þiþesi mânâ-yý ismîdir. Re'fet mânâ-yý harfî oluyor. Ýkinci surette âyine þiþesi mânâ-yý harfîdir, yani kendi için ona bakýlmýyor, baþka mâna için bakýlýr ki akisdir. Akis mânâ-yý ismîdir. Yâni دَلَّ عَلَى مَعْنًى فِى نَفْسِهِ olan târif-i isme bir cihette dâhildir. Ve âyine ise دَلَّ عَلَى مَعْنًى فِى غَيْرِهِ olan harfin târifine mâsadak olur. Kâinat nazar-ý Kur'ânî ile, bütün mevcudatý huruftur, mânâ-yý harfiyle baþkasýnýn mânasýný ifade ediyolar. Yâni; esmâsýný, sýfâtýný bildiriyorlar. Ruhsuz felsee ekseriya mâna-yý ismiyle bakýyor, tabiat bataklýðýna saplanýyor. Her ne ise... Þimdi çok konuþmaya vaktim yoktur. Hattâ fihristenin en kolay, en mühim, en âhir parçasýný dahi yazamýyorum. Senin ders arkadaþlarýn, bilhassa Husrev, Bekir, Rüþdü, Lütfü, Þeyh Mustafa, Hâfýz Ahmed, Sezâi, Mehmedler, Hocalara selâm ve mübarek hanende mübarek mâsumlara duâ ediyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî 267 (27 Haziran 1934 Çarþamba) بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk ve ziyade müteharrî ve müstefsir kardeþim Re'fet Bey! Senin fâik zekân ve dikkatin, sorduðun suallerin çoðuna cevab verebildiði için, muhtasar cevap veriyorum, gücenme. Seninle çendan (Sh: B-352) konuþmak istiyorum, fakat vaktim müsaadesizdir. Müslim-i gayr-ý mü'min ve mü'min-i gayr-ý müslimin mânasý þudur ki: Bidâyet-i hürriyette Ýttihatçýlar içine girmiþ dinsizleri görüyordum ki; Ýslâmiyet ve Þeriat-ý Ahmediye, hayat-ý içtimaiye-i beþeriye ve bilhassa siyaset-i Osmaniye için, gayet nâfi' ve kýymettar desâtîr-i âliyeyi câmi' olduðunu kabul edip, bütün kuvvetleriyle Þeriat-ý Ahmediyeye taraftar idiler. O noktada müslüman, yani iltizam-ý hak ve hak taraftarý olduklarý halde mü'min deðildiler; demek müslim-i gayr-ý mü'min ýtlakýna istihkak kesbediyordular. Þimdi ise frenk usûlünün ve medeniyet nâmý altýnda bid'atkârâne ve þeriat-þikenâne cereyanlara taraftar olduðu halde, Allah'a, Âhiret'e, Peygambere îmaný da taþýyor ve kendini de mü'min biliyor, mâdem hak ve hakikat olan Þeriat-ý ahmediyenin kavânînini iltizam etmiyor ve hakikî tarafgirlik etmiyor, gayr-ý müslim bir mü'min oluyor. imansýz islâmiyet sebeb-i necat olmadýðý gibi, bilerek Ýslâmiyetsiz îman dahi dayanamýyor, belki necat veremiyor, denilebilir. Ýkinci suâliniz: Ecel-i mübrem ile muallâk, mâlûmunuz olan tâbir-i diðerle ecel-i müsemmâ ve ecel-i kazâ tâbir edilir. Üçüncü suâliniz ki, "Sözler" otuz üç, "Mektubat" otuz üç, "Pencereler" otuz üç, mecmûu doksan dokuz olduðu gibi, Arabî Katre Risalesi'nin baþýnda beyan edildiði üzere, en evvel bu fakir kardaþýnýzýn harekât-ý fikriyesi namazdan sonra otuz üç سُبْحَانَ اللَّهِ ve otuz üç Elhamdülillâh ve otuz üç اَللَّهُ اَكْبَرْ deki merâtibe göre doksan dokuz mücâhedât-ý fikriye ve makamât-ý ruhiyedeki tezahürat ve doksan dokuz Esmâ-yý Hüsnâ cilvesine mazhariyet sýrlarýný, hayâl meyâl bir surette uzaktan uzaða hissedilmesindendir ki, bu "otuz üç" mübarek adedi ihtiyarým olmayarak çok harekât-ý ilmiyemde ve neþriyede hükmediyor. Baþta senin ders arkadaþlarýn ve Hacý Ýbrahim olarak kardaþlarýmýza selâm ediyorum. Ve mübarek hânendeki mâsumlara dua ediyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî (Sh: B-353) Yirmi Yedinci Mektub'un fýkralarý içine dercetmek üzere kardaþým Abdülmecid'in Hulûsi Bey'e yazdýðý mektubun iþaret olunan baþ tarafý ile arkasýndaki Re'fet Beyin mektubundan alýnan fýkralarý Husrev yazsýn, sonra Hâfýz Ali'ye göndersin. 268 (11 Temmuz 1934 Çarþamba) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, müdakkik, meraklý kardeþim Re'fet Bey, Sizin gibi hoþ-sohbet bir kardaþýmý, haksýz olarak sual sormamaya ve sükûta dâvet ediyordum. Çendan bu dâvette mâzurum, belki mecburum. Çünki, bugün dört saat mütemadiyen kâtibi bekledim ki, bir mektup yazacaðým, olmadý. Tâ ben yirmi dakikadaki mesafeye gittim. Bað suyu baþýnda bularak uykusuz yorgun buldum. Onu aldattým, az bir iþim var dedim. Halbuki on dakika zannedip, iki saat zarurî yazýlar yazdýrdým. Zaten kafam da yorgun ve istirahata muhtaçtýr. Fakat Re'fet gibi bir müþtaký susturmanýn cezasý olarak bir tokat yedim. Senin bu hafta edeceðin kolay, lâtif suâline bedel, Senirkentli arkadaþlarýmýz müz'iç, eski Said'in kuvve-i hâfýzasýna havale edilecek acîb sualleri sordular. Dedim kendi nefsime müstehak oldu, sen Re'fet'i dinlemedin, iþte bunlarý dinle. Halbuki onlara cevap vermek lâzým geliyor; çünki onlara, böyle mes'elelerde dinsizler iliþiyorlar, mecburî gayet muhtasar ve nakýs ve kýsa cevap yazdým. Fakat yine Re'fet'in hâtýrý için yazdým. O cevabý, bundan evvel dört suale cevap ve mugayyebât-ý hamseye dair Sabri Eendi ve Hafýz Ali'nin suallerine dair kýsa cevabý, Husrev ile beraber okuyunuz. Münasib görürseniz üçü birden, ya On Altýncý Lem'a eya yazýlmayan On Dördüncü Mektub makamýna kaim edilsin. Hem yanlýþ var ise, tashih edersiniz. Çünki, cevaplarýn aslý sünuhat olmakla beraber tafsilâtýnda fikrim karýþarak yanlýþ edebilir. (Sh: B-354) Hafýz Ahmed Efendi On dokuzuncu Mektub'u yazacaktý, acaba baþladý mý? Ona çok selâm ediyorum. Yazý hizmeti ehemmiyetlidir, kaç cihette ibadettir. Senin mübarek hanenizdeki mâsumlara duâ ediyorum. Ve mâlûm der arkadaþlarýna çok selâm ediyorum. Keçeci Þeyh Mustafa Efendi bazý risaleleri yazýyordu. Ýnþâallah böyle kudsî hizmete öyle mübarek zâtlar iþtirâk ederler. ona da bilhassa selâm ediyorum ve duâsýný istiyorum. Hacý Ýbrahim Efendi ve Bedreddin'i, Re'fet'i tahattur ettikçe, ekseriyetle onlarý hatýrlýyorum. onlara da bilhassa selâm ediyorum. Kardeþiniz Said Nursî 269 بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, müdakkik kardeþim Re'fet Bey! Sorduðun suâle en kolay ve ruhsatlý cevap senin cevbýndýr. Mülteka Þerhi damad'ýn ve Merâku'l-Felâh ikisi demiþler: Ýki ramazan için bir keffaret kafidir. Müteaddid vâkýalara bir keffâret kifâyet eder. Çünkü tedâhül vardýr. Ve هُوَ الصَّحِيحُ demiþler. Hakîkat nokta-i nazarýnda bu mes'elede azimet var, ruhsat var. Azimet hali, kuvveti müsaid ise, her Râmâzân için ayrý bir keffaret var. Fakat ruhsat ciheti, tedâhül sýrrýna binaen müteaddid ramazan için bir keffaret farz, ayrý ayrý keffaret müstehab derecesinde kalýr. Bu keffarette mânâ-yý ukubetle mânâ-yý ibâdet ikisi dahi münderic olduðu için, hem kerhen icbar edilmeyecek, hem tedâhül eder. Aziz kardaþým, fýkhü'l-ekber olan esâsât-ý îmaniye ile meþgul olduðumuz için, nakle ve ehl-i içtihadýn medârikine ve meâhizine bakan dekâik-ý mesâil-i fer'iyeye zihnim þimdilik ciddî müteveccih olamýyor. Zaten yanýmda da kitaplar olmadýðý gibi, vaktim de yoktur ki, müracaat edeyim. Hem ulemâ-yý Ýslâm o kadar tedkikat-ý sâibe yapmýþlar ki, füruata dair tedkikat-ý amîkaya ihtiyaçlarý kalmamýþ. (Sh: B-355) Eðer hakikî ihtiyaç hissetseydim, böyle füruata dair müçtehidînin derin me'hazlerine gidip, bazý beyânatta bulunacaktým. Belki de, daha o nevi hakâika meþguliyet ve zamanlarý gelmemiþ, her ne ise. Size bu def'a Sûre-i Feth'in âhirine aid ve onun münasebetiyle اُولئِكَ مَعَ الَّذِينَ اَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ وَ الصِّدِّيقِينَ وَ الشُّهَدَاءِ وَ الصَّالِحِينَ âyetine dair beyânatý ve Minhâc-ý Sünnet namýndaki Lem'ada اِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبَى sýrrýna dair muhakematý, nasýl buluyorsunuz? Kardaþýn Husrev ile sen, Þeyh-i Geylânî'nin kerâmât-ý gaybiyesinin bütün parçalarýyla bir nüsha yazýp Hulûsi Bey'e gönderseniz iyi olur. Âsým bey'e de onlar bütün gitmelidir. Baþta (Gavs-ý A'zam'ýn tâbiriyle Bekir Bey) bizim tâbirimizle Bekir Aða, Ahmed Husrev, Lütfü, Rüþdü, Hafýz Ahmed, kayýnpederin Hacý Ýbrahim Bey ve Sezâi Bey olarak umum kardaþlarýnýza selâm, dua ediyorum. Ve mübarek ve bahtiyar Bedreddin'in baþýndan öperim. O kur'ân'ý okudukça bana duâ etsin. Öyle mâsumun duasý inþâallah hakkýmýzda makbuldür. Onun vaâlidesi olan âhiret hemþireme ayrýca dua ediyorum. Bedreddin gibi bir evlâd sahibesi olduðundan tebrike þâyandýr. Bedreddin'in okuduðu her bir harf-i Kur'ân'ýn, on sevabdan tut tâ bine kadar uhrevî meyveleri vardýr. Hem vâlidesinin defter-i a'mâline, hem hoca ve Üstadýnýn defter-i a'mâline dahi o sevablar kaydolunur. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî 270 Aziz, sýddýk kardeþlerim! Rüþdü'nün gönderdiði otuz liradan yirmi yedisini posta ile size gönderdim. Siz ona gönderirsiniz. Ona da öyle yazdým. Benim ihtiyacým olmadýðýndan ve kaideme muhalif olduðundan kabul edemedim. Yalnýz onun hayýrlý niyeti için, ehemmiyetli hayýrlara sarfedilmek suretiyle, onun hesabýna otuzdan üç banknot aldým. Sizlere ve sizinle alâkadar olanlara pek çok selâm ve duâ ediyorum. Kardeþiniz Said Nursî (Sh: B-356) 271 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Aziz, sýddýk, muhlis kardaþým ve îman hizmetinde sebatkâr, metin arkadaþým! Evvelâ kat'iyyen bil, sen eski mevkiini nur dairesinde, tam muhafaza ediyorsun. Ve senin ile muhabere hiç kesilmemiþ. Ben kardaþlara yazdýðým mektubumda "Aziz sýddýk" dediðim vakit daima saff-ý evvelde Hulûsi de muhatapdýr. Senin bu aðýr þerait altýndaki nurlu hizmetlerine, bin bârekâllah deriz. Ve bu bîçâre hasta kardaþýna ettiðin çok yüksek duâna binler âmin deyip, Allah senden râzý olsun. Sizi tebrik ederiz. Sâniyen: Lillâhilhamd nurlarýn her tarafta fütuhatlarý var. En ehemmiyetli yerlere sizin gibi kahramanlar gönderiliyor. O havâlide ve Kars'da nurlarla alâkadar kardaþlara, hususan biraderzadem Nihad'a, çok selâm ve selâmetlerine dua edip dualarýný isteriz. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz ve seni unutmayan Said Nursî Buradaki nurcular size, arz-ý hürmetle çok selâm ediyorlar. Aziz Kardaþým: Beni merak etme. Cenâb-ý Hakkýn inâyeti devam ediyor. Hem de dünya madem geçer, meraka deðmiyor. Sen her günde belki yirmi def'a duada tahattur edilirsin. S.A. (Sh: B-357) 272 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Aziz sýddýk kardaþlarým! Evvelâ: Umumunuzun hesabýna Tahir'yi gördüm ve kendi hesabýmýza da, umumunuza tam bir Said ve canlý bir mektub olarak gönderdim. Ve Sandýklý'dan Edhem Hoca ile Mustafa Hoca bugün geldiler, Nurlu vazifelerine gittiler. Sâniyen: Hulûsi Bey kardaþýmýz Zülfikar ve Siracinnûru ve sonra Sikke-i Gaybiyeyi istiyor. Nur santralý Sabri muhabere etsin, göndermeye çalýþsýn. Sâlisen: Risale-i Nur kendi kendine, hem dahilde, hem haricde intiþar edip fütuhat yapýyor. En muannid dinsizleri de, teslîme mecbur ettiðini haberler alýyoruz. Yalnýz þimdilik, bir derece ihtiyatýn lüzumu olduðuna, hususan Beþinci Þua' içinde bulunan Sirâcin-Nur, lâyýk olmýyan ellere verilmemelidir. Ýmam-ý Ali (R.A.) Risale-i Nur'a, Sirâcin-Nur nâmý vermesi ve (Sýrran tenevveret) demesiyle iþaret ediyor ki, Sirâcin-Nur perde altýnda daha ziyade tenvir edecek, diye bir iþâret-i gaybiye telâkki ediyoruz. Umumunuza selâm ederiz. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî Nur'un makinistleri, Medresetü'z-Zehra'nýn fa'al, muktedir þakirdlerinden Terzi Mehmed, Halil Ýbrahim, mâsumlarýn küçük kahramanlarýndan Tal'at ve arkadaþlarý hem bizleri, hem bütün nur þâkirdlerini memnun ettikleri gibi inþâallah ileride bu memlekete, bu hizmet-i Nuriye ile çok büyük faide ve netice verecekler. (Sh: B-358) Sorduklarý mes'ele-i Þeriyye ise, þimdiki mesleðimiz ve hâlimiz, o mes'elelerle meþgul olmaya müsaade etmiyor. Yalnýz bu kadar var ki: Ruhsat-ý Þer'iyye olan kasr-ý namaz ve takdim tehir, vesâit-i nakliye bir kararda olmadýðý için, onlara bina edilmez. Belki: Kaide-i Þer'iyye olan kasr-ý namaz, sabit olan mesafeye bina edilebilir. Eðer denilse ki, tayyare ile ve þimendüfer ile bir saatde giden, zahmet çekmiyor ki, ruhsata müstehak olsun. Elcevap: Tayyare ve þimendüferde abdest alýp, vaktinde namazýný kýlmak, yayan serbest gidenlerden daha ziyade müþkilât bulunduðu için, ruhsata sebebiyet verir. Her ne ise, þimdilik bu kadar yazýlabildi. Bu mes'ele-i Þer'iyyeyi Ülema-i Ýslâm halletmiþler, bize ihtiyaç býrakmamýþlar. Þimdi hazýr Doktor Hayri ve Terzi Mustafa, kendi hisselerine arz-ý hürmek ve selâm ederler. Said Nursî 273 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ اَحْسَنَ عَزَا كُمْ وَ اَعْطَا كُمْ صَبْرًا جَمِيلاً وَ غَفَرَ لِمَيِّتِكُمْ وَ نَوَّرَ قَبْرَهُ بِنُورِ اْلاِيمَانِ وَ اْلقُرْآنِ وَ جَعَلَهُ فِى قَبْرِهِ مُشْتَغِلاً بِرِسَالَةِ النُّورِ بَدَلَ الْفَلْسَفَةِ السَّقِيمَةِ آميِنَ Aziz kardaþým! Bu hâdise dahi, Abdurrahman hâdisesi gibi bir hüccettir ki, bize þimdiki tarz-ý hayat yaramaz. Bize bu dünyada daha sâfi ve âli ve kudsî bir hayat-ý mâsumane ihsân edildiðinden ona kanâat lâzýmdý. Merhum Abdurrahman gerçi muvakkaten aldandý, fakat Ýstanbul'da Risale-i Nur mukaddematýna büyük bir hizmeti var. Hem Onuncu Söz ile tam kurtuldu, sonra gitti. (Sh: B-359) Merhum Fuat dahi, inþâallah, Risale-i Nurun feyziyle îmanýný kurtarmýþ ve mektubu dahi, senin dediðin gibi gösteriyor ve size ve hânedânýnýza mensubiyyetiyle, samimî iftiharý ve kuvvetli irtibatý, Risale-i Nur cihetiyle olduðunu hissettim. Ben size tâziye vermek deðil, belki hem onu hem sizi tebrik ederim ki, bu zamanýn dehþetli ve dalâletli hayatýndan kurtuldu, daha mâsum ve çok bulaþmadan gitti. Ve size cennete lâyýk bir evlâd ve وِلْدَانٌ مُخَلّدُونَ sýrrýna mazhar oldu. Ben þimdiye kadar merhum Mola Abdullah ile beraber Abdurrahman'ý ve Ubeyd'i ekser duâlarýmda zikr ettiðim gibi, merhum Fuad'ý dahi onlarla beraber her vakit yâd edeceðim, inþâallah. Evet kardaþým, dediðin gibi, Fuat'ýn (R.H.) mektubu aynen Abdurrahman'ýn (R.H.) mektubu misillû, Risale-i Nur'un bir þu'le kerametini gösteriyor. Yalnýz Abdurrahman'ýn gayet hâlis ve þimdiki tarz-ý hayattan ve tabirlerinden müberra, sâfi ifadesi onda yoktur. Eðer dünyada kalsa idi, maðlûp olmak ihtimali vardý. Cenâb-ý Erhamürrâhimîn hem ona, hem Risale-i Nur hânedanýna ve dairesine merhamet edip, onu rahmetine ve cennete aldý, maðlûp ettirmedi, Risale-i Nurun küçük talebeleri dairesindeki makamýnda ibka etti. Hadsiz þükür olsun ki, bu iki kahraman biraderzadelerim vefatlarýnýn ilânnameleriyle, Risale-i Nur þâkirdleri, îmanla kabre gireceklerine dair olan müjde-i Kur'âniyeye iki misal ve iki delil gösterdiler. Benim tarafýmdan Risale-i Nur'la alâkadar veya bizimle dost olanlara selâm ve duâ ile, Dâvud ve Nihad iki Muhammed ve Abdülmecid ile beraber, bütün mânevî kazançlarýma her gün hissedardýrlar. Kardeþiniz Said Nursî (Sh: B-360) 274 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, sýddýk, muhlis kardaþým! Isparta'ya nakl-i mekân, hem tulûât-ý kalbiyeyi, hem sizinle muhabereye bir derece fütûr verdi. Evvelâ: Kardaþýmýz Sabri, Hakký Efendiler arzularýyla, yine Eðirdir vasýtasýyla size emanet gönderilecek. On Yedinci Lem'a namýndaki notalarý Sabri size göndermiþ veya gönderecek. Bu def'a da sýrlý, kerâmetli Yirmi dokuzuncu Söz'ü size gönderiyorum. lâtif ve mânidar bir tevâfukdur ki, Husrev senin için Yirmi dokuzuncu Söz'ü yazýyordu. Yazdýðý vakitde Husrev vasýtasýyla çok mübarek Ramazan hediyesi ayný anda gelmesiyle beraber, ayný gecede ben senin hânen tarafýna ve hânene geldiðimi rü'yada gördüðüm ibi, iki gece evvel, elhak ikinci bir Husrev ve ikinci bir Süleyman olan Süleyman Rüþdü, aynen sizi görmüþ. Bundan anladýk ki, bizler bir menzil içindeki adamlar hükmündeyiz. Maddeten uzaklýk te'siri yok ve birbirimize karþý münasebet-i âdiye dahi kayd edilir. Sâniyen: Þu Yirmi Dokuzuncu Söz, târifnamelerde yazýldýðý gibi bir müstensih hatt-ý hakikiyesine ihtiyarsýz tekarrüble, sýrrý tezâhüre baþlamýþ ve diðer müstensih hatt-ý hakikîsini bulmuþ. Hakikaten ne fikirde bulunursa bulunsun, gören herkesi tasdika mecbur ediyor. Hattâ burada mühim ve müþkilpesend ülemâlar dahi, güneþ gibi inanýp tasdik ediyoruz, diyerek imza ediyorlar. Þübhemiz kalmadý ki, Ý'câz-ý Kur'ân'ýn yüz cüz'ünden bir cüz'ü, þu tefsirine in'ikâs etmiþ. Yalnýz þu fark var ki i'caz kasdîdir, kasden de kimse muaraza edemez. Þu kitabýn tevâfuku ise, fýtrî ihtiyarsýz olmak cihetiyle hârika olur. Kerâmet sayýlýr. Kasdî ve sun'î bir surette muâraza edilmez. (Sh: B-361) Her ne ise þu nüshayý kardaþýnýz Abdülmecid bir def'a görsün. Ýnþâallah ona da bir vakit bir tane yazýlacak, þâyet orada birisi aynen istinsah etmek niyyet etse, çok dikkat etmek gerekir, Çünki bu risalenin hurufatý da sýrlý, kendine güvenmeyen yazmasýn. Sâlisen: Kardeþimiz Fethi Bey ne haldedir, neden az görüþüyorsunuz. Ben ona çok duâ ettim ve ediyorum. Sen bir muzýr me'murun yüzünden, onunla az görüþmen beni müteessir etti. Allah kabul etsin ben de ona çok def'a duâ ettim. Ýnþâallah tam bir arkadaþ, bir muhatabýn olan Hâfýz Ömer, Risale-i Nur'un intiþarýna mühim bir vasýta olacak ki; her mektubunda onu ciddî alâkadar görüyorum. On Altýncý Lem'a nâmýndaki üç mühim mes'eleden ibaret bir risaleyi, sizin için yazdýrýyorum. Yetiþirse onu da gönderiyorum. Lillâhil hamd burada gittikçe Risale-i Nurun þâkirdleri ve yazýcýlarý çoðalýyor. Ne vakit az fütur baþlasa, bir teþvik kamçýsý hükmünde bir þey zuhur ediyor. Ezcümle sofî meþreb ve yazýda muvakkaten tenbellik eden bir kýsým kardaþlarýmýza yazýlan bir mektubun nüshasýný, melfufen gönderiyorum. Belki tenbel olmayan, fakat tenbelleþen Abdülmecid de görür. Muhterem vâlideniz ne haldedir. Onu da merak ediyorum. Çok duâ ediyorum. Hastalýðýn her bir saati bir gün ibadet hükmünde olduðunu benim tarafýmdan hem ona, hem Hoca Abdurrahman'a söyle, baþta Pederiniz, Fethi Bey ve Hoca Abdurrahman, Ýmam Ömer, Kemâlettin gibi dostlara selâm ve duâ ediyorum. Ve duâlarýný istiyorum. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî 275 (Eðridir Müftüsüne son ihtar.) اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Eski bir dost ve ilim noktasýnda bir arkadaþ olmak üzere sizinle (Sh: B-362) bir hasb-i hâl edeceðim. Ýkimize taallûk eden mühim bir musibet-i dîniyeyi size haber veriyorum. Bunun telâfisine mümkün olduðu kadar beraber çalýþmalýyýz. Þöyle ki: Zâtýnýz, herkesten ziyade hizmetimize taraftar ve hararetle himayetkâr olmak lâzým gelirken, maatteessüf meçhul sebeplerle aksimize tarafgirâne ve bize karþý soðukça rakîbane baktýðýnýzdan, oðlunuzu bu köyde yerleþtirip ona dost-ahbab buldurmak için çalýþtýnýz. Neticesinde burada öyle bir vaziyet hâsýl olmuþ ki, mahiyetini düþündükçe senin bedeline ruhum titriyor. Çünki اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ kaidesince bu vaziyetten gelen günahlardan, seyyiâttan siz mes'ûlsünüz. Zehire tiryâk nâmý vermekle, tiryâk olmadýðý gibi; zýndýka hissiyâtýný veren ve dinsizliðe zemin ihzâr eden bir hey'etin vaziyetine, ne nam verilirse verilsin, Genç Yurdu denilsin, hattâ Mübarekler Yurdu denilsin, ne denilirse denilsin o mânâ deðiþmez. Baþka yerlerde, Genç Yurdu ve Tüklük Meclisi, Teceddüd Mahfeli gibi isim ve ünvanlarla bulunan hey'etler, baþka þekillerde zararsýz bir surette bulunabilirler. Fakat bu köyde mâdem sekiz senedir ki, sýrf esâsât-ý îmaniye, usûl-i hakâik-ý dîniye ile meþgulüz. Elbette bu köyde bize karþý muannidâne bir hey'etin tâkib edeceði esas, imansýzlýða ve usûl-i dîniyeye muhalif, hatta zýndýka hesabýna bir hareket yerine girer. Bilinsin bilinmesin netice öyle çýkar. Çünki, bu havâlide umumca tebeyyün etmiþ ki, siyaset cereyanlarýyla alâkadar deðilim, belki yalnýz hakâik-ý dîniye ile meþgulüz. Þimdi burada birisi bize muhalif hareket etse, hükümet hesabýna olamaz; çünki mesleðimiz siyasî deðil. Hem yeni bid'alar hesabýna da olamaz, çünki hakikî meþgalemiz esâsât-ý imâniye ve Kur'âniyedir. Hem resmî diyanet dairesinin emirleri hesabýna dahi deðil, çünki emirlerini tenkid ve muhalefet meþgalesi bizi kudsî hizmetimizden men'ettiði için, o meþgaleyi baþkasýna býrakýp onunla meþgul olmuyoruz. Mümkün olduðu kadar o emirllere karþý temas ettirmemeye çalýþýyoruz. (Sh: B-363) Öyle ise, sekiz sene bu cereyan-ý îmanî merkezi olan bu köyde, bize karþý muhalefetkârâne ve mütecâvizâne vaziyet alan, ne nam verilirse verilsin, muhalefeti zýndýka hesabýna ve îmansýzlýk namýna kaydedilecek. Ýþte sizin ilminize ve makam-ý içtimaînize ve mensab-ý fetvanýza ve bu havâlideki nüfuzunuza ve evlâd hakkýndaki müfrit þefkatinizden gelen teþvikkârâne muavenetinize istinâd ederek, burada hem beni, hem seni pek ciddî alâkadar edecek bir vaziyet vücuda geliyor. Ben kendim burada muvakkatým, ýslâhýna da mükellef deðilim, belki bir derece mes'uliyetten kurtulabilirim. Fakat zâtýnýz hem sebeb hem nokta-i istinad olduðunuzdan, o vaziyetten gelen müdhiþ meyveler defter-i a'mâlinize geçmemek için, her þeyden evvel bu vaziyeti ýslah etmelisiniz veyahut oðlunu buradan çek (Hâþiye) o daimî senin mânevî zararýna günah iþleyecek tezgâhý tebdil etmeye çalýþ. Zâtýnýza bu tezgâhýn mahsulâtýndan nümune olarak sizin hesabýnýza, bana muhalif suretinde gelen yalnýz iki küçük nünuneyi göstereceðim: Birincisi: Beni haddimden çok fazla hüsn-ü zanda bulunan ve hareketimi herkesten ziyade hak telâkki eden bir ehl-i ilim, sana itimaden oðlunuza meslekçe dostluk etmiþ. O adam bir gün yanýma geldi. Hususî odamda namazýmý kýlmak vakti geldi. Benimle beraber cemaatle kýlmak onun yanýnda çok ehemmiyetli olduðu halde, gizli Ezân-ý Muhammedîyi (A.S.M.) iþitmekten kulaðý müteneffirâne, (Hâþiye): Hiç kimseye söylemediðim, hattâ düþünmesini de istemediðim, Kur'ânî hizmetimize zarar veren bir hâleti söyleyeceðim: Zâtýnýz bir zaman bize dost göründüðünüzden, senin oðlun talebe gibi yanýma geliyordu. Ciddî istifadeye çalýþýyordu. Deðil bana sýkýntý vermek, belki ihtar etmesi, ciddî telâkki ediyordu. Vaktâki zâtýnýz bana karþý rakibâne bir vaziyet aldýnýz, oðlunuz da o vaziyetin te'sîriyle öyle bir þekle girdi ki, en muti' talebeden, en merhametsiz bir düþman vaziyetine geldi. O zamandan beri çektiðim sýkýntýlarýn ve hizmet-i Kur'âniyemize gelen zararlarýn kýsm-ý a'zamý, oðlunuzun yüzünden ve senin o rakibâne vaziyetinden geldiðine þübhe kalmadý. Senin nüfûzun ve þerefin olmasý idi, oðlun böyle þeylere müdahale edemezdi. Her ne ise... Sizi bütün bütün gücendirmemek için kýsa kesiyorum. Kardeþim Hakký Efendinin hâtýrý için ben hakkýmý helâl ederim. Fakat bizi istihdam eden ve hizmetine kabul eden Kur'ân-ý Hakîm'in darbesinden korkmalý, belki o helâl etmez. (Sh: B-364) havftan gelen istikrah ile, kaltý kaçtý. Bu iþe sen fetva ver. Fahr-i Âlem (A.S.M:) 'ýn en nuranî, leziz, kudsî kelimatýný iþitmekten kaçan bir kulaðýn altýnda olan kalbde bulunan iman, ne hale girdiðini sen söyle! Bu böyle olsa, baþka câhil yahut gençler, o meslekte nasýl boya alýrlar,kýyas ediniz. Benimle beraber bu iþe aðlayýnýz. Ýkincisi: Bir dostum var idi, takvâsý ifrat derecesinde idi. Benim yanýma geldiði vakit, âhirete ait en güzel parçalarý bana gösteriyordu ve ihtar ediyordu. Zâtýnýz onu bir derece benden soðutmak ve senin oðluna dost yapmak suretinde onunla konuþmuþsunuz. Ýþte o zât, o telkinattan sonra geçen ramazanda bir gün, bana Hülâgû ve Cengiz vâkýalarýný okutmak için gisterdi. "Aman bunlarý oku" dedi. Ben kemâl-i taaccüb ve hayretten dedim: "Kardaþým sen divane mi oldun? Benim Delâil-i Hayrât'ý okumaða vaktim yok. Böyle zalemelerin sergüzeþt-i zâlimânelerini, bu Ramazan-ý Þerifte bana okutmak hissini nereden kaptýn" dedim. Haftada iki def'a yanýma gelen o has dostumu, iki ayda bir defa daha göremedim. Fakat hakkýnda inâyet vardý, o halden kurtuldu. Her ne ise, Bu nev'den olan elîm hâdiseler çoktur. Hakikatlý bir kardeþimin neseben kardeþi olduðunuzdan haþînâne deðil, mülâyimane bir surette olan bu dertleþmekten gücenmeyiniz. Said Nursî 276 MESLEÐÝMÝZÝN BÝR MEDAR-I ÞEVKÝ VE ZEVKÝ OLAN TEVAFUK LETÂÝFÝNDEN ÜÇ-DÖRT NÜMUNE: Birincisi: Ýktisad Risalesi, birbirinden habersiz altý müstensihin yazdýklarý altý nüshada, eliflerin elli üç adedinde tevafuklarý, te'lif ve istinsah tarihi olan elli üçe muvafýk gelmesidir. Sonra baktým ki asýl müsvedde-i ûlâda çok çýkýntý ve tashihler ile beraber elli üç aded sýrrýný muhafaza ettiðini hayret ile gördük. Ýkincisi: Risalelerin Fihristesi tamam yazýldýktan sonra, birinci (Sh: B-365) müsevvid, ihtiyarsýz "Bu güzel fihriste tamam oldu" deyip yazmýþ. O müsevvid hesab-ý ebcedi hiç bilmediði gibi, hiç bir þey de düþünmemiþ. "Bu güzel fihriste tamam oldu", aynen bin üç yüz elli iki tarihini gösterip fihristenin tarih-i te'lif ve istinsahýný göstermiþtir. Üçüncüsü: Yirmi Üçüncü Lem'a'nýn, müsveddeden tebyiz edilirken, hiç eliflerin adedini hâtýra getirmeden, yazýldýktan sonra yüz yirmi sekizinci risale olduðuna iþareten yüz yirmi sekiz elif olmasýdýr. Dördüncüsü: Dünkü gün Mu'cizat-ý Ahmediye (A.S.M.) tashih edilirken küçük, lâtif iki tevafukun on dakika fasýla ile vücuda gelmesidir. Þöyle ki: Ýkiþer arkadaþ Mu'cizat-ý Ahmediye ve Mi'râc'ý ayrý ayrý tashih ediyorlardý. Mi'rac'ýn altý yüz satýrý içinde bir tek satýr, kuru direðin aðlamasýndan bahsediyor. Mu'cizat-ý Ahmediye yüz elli sahife içinde bir sahife o bahse dairdir. Birden o iki kýsým musahhihler ayný kelimeyi söylüyorlarken, içlerinden bir efendi intikal etti, iki kýsým ayný kelimeyi söylüyoruz dedi. Baktýk, fevkalâde bir surette iki tashih ayný kelime üzerindedir. On dakika sonra, yedi mu'cizeye mazhar yedi çocuðun bahsi tashih edilirken, umulmadýðý bir zamanda, hâzýr zâtlarýn nazarýnda mübarek Meliha isminde beþ yaþýnda bir çocuk geldi oturdu. Çocuklarýn bahsini zevk ile dinlemeye baþladý. Çay verdik, çocuk bahsi bitinceye kadar içmedi. Hâzýr olan biz dört kiþi þübhemiz kalmadý ki, sýrr-ý tevafukun birinci menba'ý olan Mu'cizat-ý Ahmediye'nin te'lifçe ve istinsahça ve kýrâatça ve hârika tevafukça kerâmetini gösterdiði gibi, bu iki küçük tevafukla, yine o kerâmetin þuâ'ýndan iki lâtifeyi gösterdi. Hem bir sene evvel bir seyre giderken, arkamdan bir kýz çocuðuyla bir kadýn geliyorlardý. Ben yoldan çýktým, yolu onlara býraktým. Baktým beni geçmiyorlar, sýkýldým. Acele geçtim bir bahçeye girdim, baktým onlar da bahçeye girdiler. Hem hiddet hem (Sh: B-366) hayret ettim. Mu'cizât-ý Ahmediye elimde idi. Tefe'ül gibi açtým. En evvel gözüme iliþen ve yalnýz risalede bir tek def'a zikredilen bir isim ki, ayný o kadýnýn ismini o sahife içinde gördüm. Baktým, o kadýný tanýdým. Fesübhânallah dedim. Bunlar kim olduklarýný anlamak için,daha evvel o kitaba baksa idim, bu hayretten kurtulacaktým. Bu hâdiseye hem ben, hem hâzýr olan Þamlý Hafýz ve hâdiseyi anlayan o kadýn ve baþkalarý hayret ettik. Said Nursî 277 Kalben rahatsýzlýðým dolayýsiyle, Kurban Bayramýna kadar Süleyman Efendi, Þamlý Hâfýz Tevfik, Abdullah Çavuþ ve Mustafa Çavuþ'tan baþka kimseyi kabul etmiyorum. Affedersiniz gücenmeyiniz. Said Nursî 278 ISPARTA CUMHURÝYET MÜDDE-Ý UMUMخLÝÐÝNE Dokuz senedir, beni bu memlekette sebebsiz olarak ikamete me'mur ettiler. Hâriçle ihtilâttan men'olduðum için çalýþamadým, periþan bu gurbette kimsesiz kaldým. On üç seneden beri, beni bu vilâyette tanýyanlarýn tasdikleri tahtýnda, siyasetle hiçbir cihetle alâkam kalmadýðýna delilim þudur ki: On üç seneden beri, bir gazeteyi okumadýðýmý ve dinlemediðimi sekiz sene oturduðum Barla halký ile iþhâd ediyorum. On üç sene, bu zamanda siyasetin lisaný olan gazeteyi dinlemeyen, iþitmeyen, istemeyen bir adamýn siyasetle alâkasý olmadýðý ve sekiz aydan beri merkez-i vilâyette bütün buradaki benimle temas edenlerin þehâdetleriyle, siyasete taallûk eden hiçbir mes'eleye temas etmediðimi gösterebilirim. Bu hâlimle beraber, bu senenin Kurban Bayramýnda fýtraten sohbetten hoþlanmadýðým için, hiç kimseyi kabul etmediðimi gösterir bir-iki satýrlýk yazý ile kapýmda yazdýðým ve hiç bir kimse de gelmediði halde, bu mübarek bayramýn dört gününde bir polis bulundurulmak suretiyle benim gibi garib, ihtiyar, hastalýklý bir adama þüphe isnad (Sh: B-367) ederek tarassud ettirmek ve hareket-i þahsiyemi bilâsebeb taht-ý nezârette bulundurmakla verilen tazyik ve sýkýntý kâfi gelmiyormuþ gibi, bu senenin Nisanýnýn dördüncü günü, kýþ münasebetiyle ve mütemâdiyen harekâtýmýn tâkib ve tarassud edilmesinden dolayý hârice çýkmadýðýmdan sýkýlmýþtým. Ýþte o günü, altý aylýk ýzdýrabýmý tahfif etmek ve biraz teneffüs ve rahatsýzlýðýmý izale etmek için, havanýn güzelliðinden istifade ederek gezmeye gitmiþtim. Avdetimde bir komiser ile iki polis ikamet ettiðim evimin kapýsýnda ve bir komiserle iki polis de bahçenin dýþarýsýnda bulunuyorlardý. Ýçeriye girdim, komiser ve iki polis beni tâkib ettiler. Odama çýktým, onlar da arkamda idiler. Benimle beraber girdiler, taharriye baþladýlar. Dokuz seneden beri ihtilâttan bilâsebeb men'edildiðimden, mesleðim itibariyle Kur'ân ve îman ile hasr-ý iþtigal etmiþtim. Ve onun neticesi olarak yazdýrdýðým eserlerden; Birisi, Kur'ân-ý Hakîm'deki iki bin sekiz yüz küsur lâfza-i celâlin bir sýrr-ý kerametini ve bir nakþ-ý i'câzýný gösterecek, en müstesna bir hat ile yazýlmýþ gayetle kýymettâr yirmiden fazla Kur'ân-ý Kerîm cüzlerini, 2- Bekay-ý ruh ve melâike ve haþrin hakkaniyetine dair Yirmi Dokuzuncu Söz nâmý altýndaki risalenin içinde tezahür eden, kendimce en ekall bin liraya deðer bir sýrr-ý azîmi gösteren risaleyi, 3- Hazret-i Peygamberin risaletini güneþ gibi isbat eden ve hârika bir surette on iki saatte te'lif edilen yüz elli sahifelik On Dokuzuncu Mektub nâmý altýnda Mu'cizat-ý Ahmediye risalesini, ki o mu'cizâtýn kerâmeti olarak, o risalede tevafuk nâmýyla öyle bir sýrr-ý azîm tezahür etmiþ ki, o risale tek baþýyla maddeten bin lira kadar kendimizce kýymettardýr. 4- Vahdâniyet-i Ýlâhiyeyi güneþ gibi isbat eden ve Kur'ân'ýn otuz üç âyet-i azîmesini tefsir eden Otuz Üç Pencere nâmýndaki Otuz Üçüncü Mektub ki, sýrr-ý tevafukla beraber kýymet-i ilmiyesi ve edebiyesi itibariyle ehl-i tevhidce yalnýz maddeten bin lira kadar ehemmiyetli olan risaleyi, (Sh: B-368) 5- Þirkin esasýný ref' edip, vahdâniyeti nihayetsiz derecede kuvvetle isbat eden Otuz Ýkinci Söz nâmý altýndaki eseri ki, o eser bir âlim tarafýndan zâyi edilse, onu elde etmek için bin lira tereddütsüz vereceðini zannettiðim misilsiz risalemden mevcud her iki tanesini, 6- Ýsraftan kurtarmak ve bu fakir milleti iktisada alýþtýrmak için yazdýðým, küçük fakat müstesna bir ehemmiyette olan Ýktisad Risalesi ismindeki risalemin mevcud olan her üç nüshasýný, 7- Kendi ihtiyarlýðýmdan dolayý, îman noktasýnda Kur'ân'dan bulduðum rica ve teselli nurlarýndan kaleme aldýðým ve mevcudu tam üç nüsha ve iki nüsha da noksan olarak umum beþ parçasýný ki, bence bu risale benim gibi kabre yakýnlaþmýþ bir ihtiyar adama kýymet takdir edilmeyecek derecede yüksek bir hakikat ile yazýlmýþtýr. 8- On beþ sene evvel Arapça olarak tab' edilen, Harb-i Umumîde ateþ içinde yazýldýðý için, o zamandaki Baþkumandanýn bu yâdigâr-ý harbin hayrýna iþtirâk etmek niyetiyle kâðýdýný kendisi verdiði Ýþârâtü'l-Ý'câz tefsirini; Hem üç yüz otuz beþ senesinde Ýstanbul'da tab' edilen Katre, Þemme, Habbe, Habbenin Zeyli ve Ankara'da Yeni Gün Matbaasýnda Zeylinin Zeyli ve Ankara Matbaasýnda tab' edilen Hubab ve Ýstanbul'da tab' edilen Zühre ve Þûle gibi risaleleri hâvi Arapça matbu bir mecmuamý ve Ýstanbul'da on beþ sene evvel tab' edilen Sünuhat ismindeki kýymettar iki matbu risalemi ve hem biraderzâdem Abdurrahman tarafýndan, on beþ sene evvel Ýstanbul'da tab' ettirilen Tarihçe-i Hayatýmýn bir kýsmýna ait matbu risalemden üç nüshasý tamam ve beþ altý nüshasý noksan kitaplarýmý ve hem de Ýstanbul'da yeni huruf çýkmadan evvel tab'ettirdiðim Onuncu Söz nâmýnda gayet kýymettar haþri ve kýyameti gündüz gibi isbat eden risalemi ve daha bilmediðim hususuî ve þahsî ve îmanî evraklarýmý ve risalelerimi tekrar iade etmek üzere, o taharri neticesinde alýp götürdüler. Bu taharriyatta o kadar ileri gidildi ki, altý ay evvel oturduðum (Sh: B-369) köþkten þimdiki oturduðum köþke nakledilince, sandalye, þiþe, demir ve sâir eþyaya aid listeye varýncaya kadar aldýlar ve el'ân da iade edilmedi. Dokuz seneden beri bu memlekette ve bu kadar dostlarýmla temas ettiðim halde, þimdiye kadar hiç bir cürüm bana isnad edilmedi ve hiç bir vukuatým da olmadý ve hayatýmda dâî-i þübhe hiç bir emâre vücud bulmadý ve menfîliðim de, sebebsiz ve ancak ihtiyat ve tevehhüm yüzünden olmakla inziva ettiðim bir maðaradan çýkartýlarak menfîlerle birlikte nefyedildim. Bu müddet zarfýnda siyasetle ve dünya ile alâkam olmadýðýna, bu memleketteki dokuz senelik tarz-ý Hayatýmýn þehâdetiyle beraber, risalelerimde gerek emniyet dairesi ve gerekse hükûmet dairesi dâî-i þübhe bir þey bulmadýklarýdýr (Hâþiye). Eðer bir cürmüm varsa, dokuz seneden beri mütemâdiyen dikkat ettikleri halde, cürmümü görmeyen veya gösteremeyenler, þimdi göstermeye mecburdurlar. Þu kitab zayiatýmdan lâakal þahsî iki bin lira zararým var. Çünki, bunlarýn hiç birisinin baþka bir nüshasýný bende býrakmadýlar. Vaktiyle tab' etmek için, yalnýz Ýþârâtü'l-Ý'câz tefsirine iki yüz elli lira verdim. Arabî mecmuasý üç yüz lira. Ve yirmi Dokuzuncu Söz ve On Dokuzuncu Söz'lerde o sýrr-ý azîme hiç bir âlim ve hiç bir edib yoktur ki, "Bin lira kýymetindedir" demesin. Ve bir de, on üç sene evvel hükûmet Darü'l-Hikmet'te yüz lira maaþ alacak kadar iþ görebilecek bir adam nazarýyla bana bakmýþ, ayda yüz lira maaþ vermiþ. Bu sekiz senede beni, yarým saat bir köy olan Ýlâma'ya iki def'adan fazla gitmeye müsaade edilmeyecek (Hâþiye): Cây-i dikkattir ki, sekiz-dokuz seneden beri zulüm ve tazyikat altýnda gizlemeye mecbur olduðum en eski ve en mahrem evraklarý âni olarak taharri edip hiç bir þey býrakmýyarak alýndýðý halde, mûcub-i telâþ ve dâi-i endiþe ve medar-ý hicab ve hacâlet bir þey bulunmamasý, garazkâr su'-i zanlý ehl-i dünyanýn ona karþý ettikleri haksýz tazyikat ve tarassut ne kadar çirkin ve hatâ olduðunu gösteriyor. Acaba onu ittiham eden ve kendini vatana ve millete sâdýk tevehhüm eden ehl-i dünyanýn en büyük me'murundan en küçüðüne kadar, deðil sekiz-dokuz sene, belki sekiz-dokuz ay zarfýnda en mahrem ve en gizli evraký meydana atýlýp tedkik edilse, ona telâþ verecek ve utandýracak sekiz-dokuz madde çýkmaz mý? (Sh: B-370) derecede ihtilât ve gezmekten men'edildiðim gibi, bir vâridâtým, bir malým olmamakla beraber, o köyde benim gibi bir adam çalýþacak iþ bulamadýðýmdan ve kimsenin bir þey'ini de kabul etmemek, bir meslek-i hayatým olduðundan, çektiðim periþaniyet ve zarar ve ziyanýn takdirini müdde-i umumîliðe havale ederek, ya kitaplarýmýn hepsinin iadesini, veyahut bu husustaki zarar ve ziyanýmýn müsebbiblerinden tazminini dâva ediyorum. Tetimme: Hükûmetin kanunu, tarikat dersi vermeðe ve nusha yazmaða ve nüfuz temin etmeðe müsaade etmediði ve ben de bunlarla alâkadar olmadðým ve hükûmet de yanýma gelen ziyaretçileri hoþ görmediði için; bazý adam müteaddid def'a tarikat ve nusha niyetiyle yanýma gelmek istedi. Ben de hükûmetin kanununa riayet etmek ve hükûmet memurlarýný sebebsiz kuþkulandýrmamak için kabul etmeyip reddettim. Mesmûatýma göre, bu halden muðber olanlar yalan ve asýlsýz bir surette isnâdatta bulunmuþ. Böyle hükûmetin kanununa riayeten reddettiðim kimseler yüzünden beni böyle sýkýþtýrmaktan, hilâf-ý kanun hareket etmediðim için, böyle azab vermek, kanunu dinlememeye mecburiyet vaziyetini veriyorlar mânâsý çýkýyor. Dokuz senedir dünyevî hayatýma gelen her türlü iþkencelere tahammül edip sabrettim. Sükût ettim. Fakat dünyalarýna karýþmadýðým halde, böyle hayat-ý uhreviyeme sû'-i kasd suretindeki taarruz karþýsýnda sabrým tükendi. Hakkýmý aramak için ikame-i dâvaya mecbur oldum. Said Nursî (Sh: B-371) Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin Barlada iken, Hulusi aðabeyimize gönderdiði bazý mektublar, son zamanlarda eski evlerinin duvarýnda, teneke kutular içinde bulunmuþ, (vefatýmdan sonra Sadakatlý Vârisim) hitabýna mazhar, muhterem Hulûsî aðabeyimizin arzu ve emirleri üzerine Lâhika'ya bu mektublar da ilave edilmiþtir. Nâþir 279 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Aziz âhiret kardeþim ve hizmet-i Kur'ân'da gayretli arkadaþým ve ders-i esrar-ý îmanîde zekavetli ve ferasetli talebem. VE VEFATIMDAN SONRA SADAKATLÝ VARÝSÝM, BÝRADERZADEM... Þimdilik þu çam aðacý üstünde seni hazýr ediyorum. Seninle konuþuyorum. Evvela: Sana geçen mektubta yazdýðým þu fýkrayý "Der tarîki acz-i mendi lâzým âmed çâr-ý çiz: Acz-i Mutlak, Fakr-ý Mutlak, Þükr-ü Mutlak, Þevk-i Mutlak ey Aziz" Elbette fehmini merak etmiþsiniz. Ýþte Acz ve Fakr sýrlarý, çok Sözlerde bahusus Yedinci Sözde anlarsýnýz. "Þükr-ü Mutlar sýrrý ise, Yirmi Dördüncü Sözün Beþinci Dalýnýn Ýkinci Meyvesi güzelce gösterdiði gibi, sâir Sözler dahi, o esas üzerine gidiyorlar." "Þevk-i Mutlak" ise Otuzikinci Sözün, Ýkinci Mevkýfýnýn, Üçüncü Maksadýnýn rumuzlarý ve Üçüncü Mevkýfýnýn çok yerlerinde o sýr izhar edilmiþtir. Saniyen: Sen ve Hakký Efendi, beni çok memnun ve mesrur ettiniz ki: Gayet güzel Otuz Ýkinci Sözü sen ve Yirmi Dokuzuncu Sözü Hakký efendi yazdýnýz. Cenâb-ý Hak sizlere yazdýðýnýz o risalelerin hurufatý adedince, size Rahmetiyle hasenat yazsýn. (Sh: B-372) Kardeþlerim, çok güzel yazmýþsýnýz. Yanlýþlarý azdýr, fakat Yirmi Dokuzuncu Sözde hem evvel, sen bana yazdýðýn ve bu defa da Hakký efendinin yazdýðýnda, bazý ayný yerde noksan var, demek nüshanýz yanlýþtýr. Ezcümle Ýkinci Esasýn Onuncu Medarýnda وَماَ رَبُّكَ بَظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ bahsinde "zâlim, fâcir, gaddar insanlar gayet refah, rahatla ömür geçiriyorlar." Orada þu fýkra noksandýr. "Mazlum, müteddeyyin, hüsn-ü hulk sahibi bazý insanlar gayet zahmet ve zilletle ömrünü geçiriyorlar. Hem Otuz Ýkinci Sözün âhirindeki Münacatda وَاَنَا الخَائِفُ اَنْتَ الاَمِينُ fýkrasýndan sonra انت الجوَّاد وانا المسكين fýkralarý noksandýr. Hem o Sözün birinci Mevkifýnýn âhirindeki Arabî þiirin وَتَنْشِدُ للفاطر المدائح المبهره او فتحت بكثرة عيونها المبصر ه den sonra þu fýkra geliyor. لتنظر للصانع العجائب المنشره او زينب لعيدها اعضائها المخضره الخ ... Hem o Sözün Ýkinci Mevkýfýnýn Ýkinci Maksadýnýn Hâtimesindeki Haþir bahsinin âhirinde þöyle yazýlmýþ. "Hikmet-i Rabbaniye iktiza etmiþ ise, onlarý yahut bazýlarýný dahi yapar." doðrusu þudur ki: "Hikmet-i Rabbaniye iktiza etmiþ ise, haþir ve neþr'i insanî ile beraber umum onlarý dahi yapacak veyahut mühim bazýlarýný yapar." Daha bunlar gibi manaya zarar verecek yanlýþlar var. Fakat azdýr. Salisen: (Ýkinci mektup).. O mezkur ve malum talebesinin hediyesine karþý cevaptan bir parçadýr" da var. Beþincisi: ...... (Bana nahoþ geliyor) cümlesinden sonra Ýþte bu gibi esaslar için insanlardan istiðna ve tevekküle itimad edip ve kanaat ve iktisad ile amel ediyorum. Ýþte kardaþým, senin maddi hediyene mukabil, bu sýrrýmýn keþfi sana manevi bir hediye olsun. Hem demiþsin ki, senin þalvarýnla mübadele ediyorum. Benim namýma kime isterseniz veriniz. Ey Kardaþým, kabul ettim, elli yamalý bendeki senin þalvarýný yine kendime verdim. Çünkü: Elli yamalý þalvarý beðenecek kendimden baþka bulamadým. (Sh: B-373) Bu günlerde yanýma Ali Efendi ve Hamza'zâde Muhammed Efendi geldiler. Dediler Kaidenizi kýrmalý "Sýddýkýnýz Hulusi beyin hatýrýný kýrmamalý" bende kaidemi kýrdým, senin hatýrýný kýrmadým. Sair ihvanlara hususan Müftü Efendi ve Þeyh Mustafa ve Semerci Hüseyin ve Mevlevi Hüseyin ve Maþacý Hacý Hafýz ve Müderris Mustafa ve Mülazým Edhem ve Doktor ve Bekir Sýdký gibi dostlara selamýmý teblið et. Ekseri sana ettiðim hitapta, Hakký Efendi beraberdir. Ve öyle niyyet ediyorum. Çünkü: Ýttifakýnýz ittihad derecesinde olduðundan, ikiniz bence birsiniz. Onun için, ayrý birþey yazamadýðýmdan gücenmesin. Þimdilik Allah'a ýsmarladýk. Allah'a emanet olunuz. 22 - Temmuz - 1930 Altýncýsý: ....... Eserdekinin aynýsýdýr. اَلْبَاقِى هُوَاْلبَاقِى Kardaþýnýz Said Nursî 280 BEÞÝNCÝ MEKTUB'un (Tamamý) Sâdýk, Hâlis ve Gayyur ve Kahraman Kardeþim Hulûsi Bey; بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Âhiret Kardeþim: Mi'rac Sözünü güzel bir surette çabuk yazýp bana gönderdiðinizden, beni o kadar memnun ettin. Eðer bilsen çok memnun olacaksýn. Yalnýz derim, Rahmânürrahîmin rahmetinden niyaz ve dua ederim ki, Cenâb-ý Hak yazdýðýn o Mi'rac Sözündeki bütün hurufatýn adedince ve her bir harfin hesab-ý ebced ile, bâlið olduklarý adet miktarýnca, Mi'rac meyvelerinden ve Þecere-i Tûba yemiþlerinden sana yedirsin. (Sh: B-374) Aziz Kardeþim! beni keyiflendirdiniz. Öyle ise, evvelki mektubunda tarikata dair istediðin bahis hususunda, seninle bir parça konuþacaðým, bir parça sohbet edeceðiz. Belki gayretinizi ziyade edip, benim gibi tenbel bazýlarýnýn füturunu izale edecek. Evet, Silsile-i Nakþînin kahramaný ve bir güneþi olan Ýmam-ý Rabbani (R.A.) Mektûbâtýnda demiþ ki: "Hakaik-ý îmâniyeden bir mes'elenin inkiþâfýný, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim." Hem demiþ ki: "Bütün tarîklerin nokta-i müntehasý, hakaik-ý îmâniyenin vuzuh ve inkiþafýdýr." Hem demiþ ki: "Velâyet üç kýsýmdýr: Biri velâyet-i suðra ki, meþhur velâyettir, biri velâyet-i vusta, biri velâyet-i kübrâdýr. Velâyet-i kübrâ ise; verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahýna girmeden, doðrudan doðruya hakikata yol açmaktýr." Hem demiþ ki: "Tarîk-ý Nakþîde iki kanad ile sülûk edilir. Yâni: "Hakaîk-ý îmaniyeye saðlam bir sûrette itikad etmek ve feraiz-i dîniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa, o yolda gidilmez." Öyle ise tarîk-ý Nakþînin üç perdesi var: Birisi ve en birincisi ve en büyüðü: Doðrudan doðruya hakaik-ý îmaniyeye hizmettir ki, Ýmam-ý Rabbânî de (R.A.) âhir zamanýnda sülûk etmiþtir. Ýkincisi: Feraiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyeye tarîkat perdesi altýnda hizmettir. Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla emrâz-ý kalbiyenin izalesine çalýþmak, kalb ayaðiyle sülûk etmektir. Birincisi Farz, ikincisi Vâcib, bu üçüncüsü ise, Sünnet hükmündedir. Madem hakikat böyledir; ben tahmin ediyorum ki: Eðer Þeyh Abdülkadir-i Geylânî (R.A.) ve Þâh-ý Nakþîbend (R.A.) ve Ýmam-ý Rabbânî (R.A.) gibi zatlar bu zamanda olsaydýlar, bütün himmetlerini hakaik-ý îmaniyenin ve akâid-i Ýslâmiyenin takviyesine sarfedeceklerdi. Çünki: Saadet-i ebediyyenin medârý onlardýr. Onlarda kusur edilse þekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. (Sh: B-375) Ýmansýz Cennete gidemez, fakat tasavvufsuz Cennet'e giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaþayamaz, fakat meyvesiz yaþayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-ý Ýslâmiye gýdadýr. Eskiden kýrk günden tut, tâ kýrk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile, bâzý hakaik-ý îmaniyeye ancak çýkýlabilirdi. Þimdi ise Cenâb-ý Hakkýn rahmetiyle, kýrk dakikada o hakaýka çýkýlacak bir yol bulunsa; o yola karþý lâkayd kalmak elbette kâr-ý akýl deðil... Ýþte, Otuzüç adet Sözler, böyle Kur'ânî bir yolu açtýðýný, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar. Madem hakikat budur; esrâr-ý Kur'âniyeye ait yazýlan Sözler, þu zamanýn yaralarýna en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulümâtýn tehâcümâtýna mâruz hey'et-i Ýslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalalet vâdilerinde hayrete düþenler için en doðrul bir rehber olduðu îtikadýndayým. "Mal Benim deðil, ben bir dellalým. Kur'âný Hâkimin Kudsî maðazasýndan aldýðým elmaslarý, evvela nefsime sonra müþterilere gösteriyorum. Benim bahþiþim de, müþteriden bir duadýr. Benim periþan vaziyetime bakýp, elimdeki elmasa ehemmiyet vermemek haksýzlýktýr. Çünkü elmas benimdir, satýyorum dememiþim. Benim gibi müflis bir adam, büyük elmaslara elbette mâlik deðildir. Müþir makamýnýn evamirini periþan bir nefer, ferik gibi büyüklere teblið etse, neferin küçüklüðüne, periþaniyetine bakýp, elindeki evamire karþý lakayd kalmak, ehemmiyet vermemek elbette yanlýþtýr. Fakat benim sû-i hâlim ve yanlýþ tabiratlarým ve bozuk niyyetlerim ve nefsimin riyâkârâne desiseleri ile, o elmas misâli hakaiklara kusur gelmiþ, noksan olmuþ ve onlara perde olmuþ ki, onlara lâyýk ehemmiyet vermemeye sebeptir. Fakat sizler gibi niyeti hâlis kardeþlerimin, ihlas ve duasýyla, inþaallah Cenâb-ý Hak benim o kusurlarýmý afveder. O nurlarýn intiþarýna sed olmaz. Bilirsiniz ki: Eðer dalâlet cehaletten gelse izalesi kolaydýr. Fakat dalâlet, fenden ve ilimden gelse izalesi müþkildir. Eski zamanda (Sh: B-376) ikinci kýsým, binde bir bulunuyorda. Bulunanlardan ancak binden biri irþad ile yola gelebilirdi. Çünki: Öyleler kendilerini beðeniyorlar; hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenâb-ý Hak þu zamanda, i'câz-ý Kur'ânýn mânevî lemeâtýndan olan mâlûm Sözler'i, þu dalâlet zýndýkasýna bir tiryak hâsiyetini vermiþ tasavvurundayým. Fakat maatteessüf benim müþevveþ tâbiratým ve sû-i niyâtým bir derece sed çekiyor. Ýnþaallah kardeþlerimin duasýyla o mâni zâil olur, o tiryaklar tesirini güzel gösterirler. Þimdi bir parça baþka þeylere dair görüþeceðim. Ýstanbul'da mübarek bir dostumdan bir kaç tane, birer nüsha Arabi risalelerim geldi. Ýki üç taneyi size gönderdim. Hoþunuza gidersi öbürlerini de sonra gönderirim. Hem benim kardeþim ve burada en evvel talebem Þeyh Mustafa'ya de ki: Senin kardeþin Said diyor ki: (Biz hem senin duana, hem kalemine muhtaç idik, mâdem kalem ile hizmet etmiyorsun, ona bedel pek fazla dua etmelisin, çünkü senin duana çok muhtaçtýr.) Hem de ki: Said diyor; (O hem þeyhdir, hem hâfýzdýr. Þeyh olduðu için, Mi'rac Sözü ona lâzým, Hâfýz olduðu için, i'câz sözü ona elzem olduðundan, ben demiþtim ki: (Onlarý kendine yazsýn. Tenbellik etti yazmadý. Zararý yok, ona yazýlabilir.) Eðer dese ki: Onlardan daha âla bir þey ile meþgul olmak istiyorum. Deki: (Bir saat tefekkür çok ibadete mukabildir.) Olan Hadîs-i Þerifi hatýrýna getir. Þu Sözler tefekkür, hem en âli tefekkür kýsmýndandýr. Demek en âli bir ibadet hükmündedir. Bâhusus bir kalem, onlarý yazsa, her kim ondan istifade etse, kalem sahibinin ondan hissesi çýkar. Eðer dese, ben muhtaç deðilim, kalbimde aklýmda yaralar yoktur. Sen ona deki: Sen muhtaç olmazsan, sana muhtaç olanlar, muhtaçtýrlar. Sana bakan ve seninle baðlanan avâm-ý müslimîn (Sh: B-377) cinnî ve insî þeytanlarýn oklarýna hedeftirler. O Sözleri onlara sur yapmazsan, o hakikatlarý onlarýn ruhlarýna siper ve zýrh yapmazsan, onlarýn muhafazasý, terbiyesi mesuliyeti altýnda kalýrsýn. الداعى والمستدعى أخوكم الاخروى Eddâi ve'l-müstedî Ahûkum-ul Uhrevî Said Nursî 281 DOKUZUNCU MEKTUBUN BAÞ KISMI بِاسْمِهِ مَنْ تُسَبِّحَ لَهُ السَّمَوَاتِ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ وَ عَلَيْكُمُ ا لسَّلاَمُ وَعَلَى وَالِدَيْكَ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ فَى الدُّنْيَا وَاْلاَخِرَةِ Gayretli kardeþ, hamiyetli arkadaþ, kahraman asker, çalýþkan talebe, âlicenap müslüman, hakikatlý mü'min vasfýna lâyýk biraderzadem. Senin mektubun beni çok mesrur etti, Senin mübarek iki rü'yan manidardýrlar. Tabirleri içinde görünüyor. Az dikkatle anlaþýlýr. Belki rüyadan ziyade gördüðün vâkýa, bir hakikatýn temsilidir, tâ'biri pek zâhir olduðu için, tafsil etmiyeceðim. Yalnýz bir iki noktayý ihtar ediyorum. Birisi: Ýkimize bir beþarettir ki, hizmetimiz makbul oluyor. Livâ-ül Hamd-ül Muhammedî altýnda asker kabul edilmiþiz. Bize bir bayrak verilmiþ. Hizbullahda dahil olmuþuz اَلاَ اِنَّ حِذْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ sýrrýna mazhar olmuþuz, demektir. Ýkinci Nokta: "Günde iki defa beni göreceksin" þuna iþarettir ki: "Günde iki defa seni yanýmda hayalen ihzar ediyorum. Sen dahi Yirmi dört saatte iki defa, Sözler vasýtasýyla Üstadýnýzla sohbet (Sh: B-378) ediniz." demektir. Veyahut, sabahdaki duada, ben seni yanýma, akþamdaki dersde, sen beni yanýna, ihzar ederiz. Günde iki defa görüþürüz. Ýkinci rüyan ise: Sana ve müslümanlara büyük bir beþarettir. Ve sarýklýlara ehemmiyetli bir itabdýr. Onuncu safta iken, imametin çok manidardýr. Ýnþaallah Cenab-ý Hak seni, âlî bir mertebe olan Ýmamlýk Mertebesine mazhar eder. Sizi yanýmda hazýr edip, sizinle þimdilik bir kaç kelime konuþacaðým. Evvela: Harekatýnýza dair bazý þeyleri yazmak va'ad etmiþtim. Vakti daha gelmediðinden þimdilik senin müstakim aklýný ve selim kalbini tevkil ediyorum. Saniyen: Bundan sonraki kýsým, Mektubat kitabýnýn Dokuzuncu Mektubunda aynen vardýr. 282 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Aziz, Sýddýk, Muhlis (Hâþiye) kardeþim ve hizmet-i îmaniyede metin, hakikatdar arkadaþým! Evvelâ; sizi nurlarýn neþrinde ve vâizlerin diliyle ders vermenizde ve benim bedelime, benim borcum olan o memleketimde, nurlarla o hemþerilerime yardým ve imdat etmekde, rûh-u cânýmla tebrik edip, bin bârekallah derim. Sâniyen: Hadsiz hamd ve þükür ederiz ki, pek az sýkýntý ve zahmetlerle Nurlarýn pek çok fütuhatý geniþ dairelerde tezahür etti ve ediyor. Hususan mekteplerde... Salisen: orada Nurlarla alakadar yeni arkadaþlarýmýza çok selam ve muvaffakiyetlerine dua ederiz. Ve hususan Hoca Kâsýma selamýmla dersiniz: Risaletünnur medrese mahsulü olmasýndan Hâþiye: Gavsýn (K.S) Hulusiye, Muhlis nâmýný vermesi tam yerindedir. (Sh: B-379) herkesten evvel hocalar ona koþmak ve sahip çýkmak lazým iken, geri kalýyorlar ve mektep muallimleri felsefeye Nurun tokatlarý için, tenkid etmek deðil, belki kemâl-i takdir ve tasdikle nurlara sarýlmalarý ve sahip çýkmalarý ehemmiyetli bir hadisedir. Ýnþaallah Hocalar dahi, yakýnda kendi mallarýna koþacaklar. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardaþýnýz Said Nursî 283 بِاسْمِهِ مَنْ تُسَبِّحَ لَهُ السَّمَوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمَا وَعَلَيْكُمْ وَعَلَى اِخْوَانِكُمْ لاسِيَّمَا الحسينين الاَرْبَعَةِ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz Kardeþim: Senin mektubun çok hoþuma gitti. Daha bir müddet yakýnýmda kaldýðýn için, Allah'a þükür ediyorum. Bence þu dâr-ý dünyada en kýymettar þey, Sýddýk bir dosttur. Cenâb-ý Hakk'a yüzbin þükür ediyorum ki; sizler tarik-ý Hakda Sýddýklarýn çoðalmasýna sebebiyet verdiniz. Madde l: Ýstanbul'dan eski Said'in tedkikat-ý ilmiye neticesinde, Ulemaca pek makbul olup, yaldýzla tab edilmiþ "Nokta" risalesini bana göndermiþler. Bu def'a dikkatle mütâla ettim. Cenâb-ý Hakk'a þükür ettim ki: Eski Said'in fikr-i aklýyla ve îman nazarýyla bulduðu hakaiki, Yeni Said keþf-i kalbiyle, zevk ve vicdanýyla, Kur'ân'dan ahz ettiði Yirmidokuzuncu Söze mutâbýk, onu taðyir ve tebdile lüzum býrakmamýþ. Yalnýz, Eski Said'in kuvvet-i ilim ve nazar-ý aklýyla göremediði ince noktalar varki: Yirmidokuzuncu Sözde vardýr. Bilhassa haþrin (Sh: B-380) âhirinde, remizli kýsýmda, dünyayý ahirete tebdildeki, makâsýd-ý Ýlahiyeyi, Ondokuzuncu Söz göstermiþtir. Hem Beka-i Ruh ve Melaike mebhaslarýnda mühim yeni noktalar keþfedilmiþtir. Nokta risalesinde yoktur. Ýþte arzunuz varsa, o Noktayý yadigâr için, size göndereceðim. Madde 2: Otuz Ýkinci Sözün, Ýkinci Mevkýfýnda, Üçüncü Maksadý sekiz, on def'a okudum. Okudukça benim fazlaca hoþuma gidiyor. Anlaþýlýyor ki: Ondaki hakikatlara ruhlar çok muhtaçtýr. Fýtraten benim ruhuma çok yakýn ve münasib olan ruhunuz dahi, belki ondan hoþlanýr, haber veriyorum. Hem de senin ile Hakký Efendi ve bütün Sözleri tamamen dinliyenlerden sual ediyorum ki: Sözlerde ibare kusurlarý müstesna olmakla beraber, içindeki hakikatlar cerh edilebilir mi? Veyahut lüzumsuz þeyler, içinde var mý? Veyahut bazýlarýnýn izharý umuma zarar verir mi? Hem onlarý dinliyenler îmanýný tamamen kurtarabilir mi? Hem o hakaikle, Avrupa ehl-i dalaletine meydan okunabilir mi? Bunlarý soruyorum. Çünki siz, o hakikatlarý bilerek iki def'a mütalaa ettiniz. O nurlu kalbinizin þehadeti bence cerh edilmez. Madde 3: Madem lâyýk insanlara Onuncu Sözleri veriyorsunuz. Kendime mahsus cildlettiðim bazý nüshalar kalmýþ, on tanesini sana gönderiyorum. Lâyýk gördüðün zevata veribilirsin. Madde 4: Otuz Ýkinci Sözün üç mevkýfýný, çok güzel yazmýþsýnýz, Merhum Abdurrahman'ý bana unutturdunuz. جَزَاكَ اللَّهُ خَيْرًا كَثِيرًا Kitabýn cildini güzelce yapan Ahmet Kâzým'ý, Cenâb-ý Hak dareynde mes'ud etsin. Madde 5: Þeyh Mustafa'yý bu defa iyi gördüm. Ýnþallah sadakatda devam eder. Doktora selam ederim. Yeni dostunuz olan Mülazým Niyazi'ye tarafýmdan selam söyleyiniz. Senin beðendiðini ben de beðeniyorum. Mustantýk Ýsmail Hakký Efendilere selam et. Pederine benim tarafýmdan selamýmý yazsýn ve keyfini sual etsin. Baþkatip Bekir Sýdký ve Müdde-i Umumi Þükrü Efendi'ye selam ediyorum. (Sh: B-381) Bir vâsýta ile Kaymakama selamýmý teblið edip, diyesiniz ki: Ýstirahat-ý Ruhiyeye pek çok muhtaç olduðum, bu üç senede Cenâb-ý Hak þu Kaymakamý zâhirî bir vasýta yaptýðý için, Cenâb-ý Hakk'a þükür ederim. Ve Kaymakama da dua ediyorum. Cenâb-ý Hak onu muvaffak etsin, istikamet ihsan etsin. O çok defa hatýrýma gelecek. Ben gitmedim, benim yerime dostum bizim tarafa tahvil etmiþ gidiyor. Allah hayýrlý selamet versin. Madde 6: Kardeþimiz Abdulmecid, aldýðý Sözlerden pek çok memnun olmuþtur. Yeniden bir kýsmýný daha sizlere göndereceðim. Gayet emniyetli bir surette, ona gönderiniz. Ona gönderilen Sözler, binler adamlara gönderilmiþ gibidir. Çünkü: O da ikinci bir Hulûsidir. Hem de gayet yüksek bir âlimdir. O havaliye neþreder. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî 284 HAKKI EFENDÝ VE HULUSÝ BEY'E بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ فِى الدُّنْيَا وَالاَخِرَةِ دَائِمًا اَبَدًا Âhiret Kardeþlerim, ve Hizmet-i Kur'ân'da arkadaþlarým ve Beyan-ý Envâr-ý Kur'âniyede vârislerim, ve Rahmet-i Ýlahîyenin bana verdiði kýymetdar medar-ý tesellilerim ve Esrar-ý Kur'ân'ýn beyanýnda muhataplarým Hakký Efendi ve Hulusi Bey. Cenâb-ý Hak size ve bize, tarik-ý Hakda istikamet ve ihlas ihsan etsin. Kardeþlerim, size Otuz Ýkinci Sözün Üçüncü Mevkýfýný gönderdim. Ýkinci Mevkýfýn, Üçüncü Maksadýnýn, Ýkinci Noktasý fazla inbisat ettiði için, Üçüncü Mevkýf ismini aldý. Üç nokta daha yazýlmadan kaldý, fakat ben çok yoruldum, onun için bir kaç ay sonra, tevfýk refik olsa belki yazýlacaktýr. (Sh: B-382) Siz de çok yoruldunuz. Çünkü, ikiniz ikiyüz talebeye mukabil olarak bana ihsan edilmiþsiniz. Öyle ise, ikiyüz talebe vazifesi görüyoruz deyip iftihar ediniz ve þükrediniz. Yorgunluk vesair rahatsýzlýklar, yazdýðým þeylerde kusur ve müþevveþiyete sebebiyet veriyor. Sizlerin nazarlarýnýzý mihenk kabul ediyorum. Tashih ve tadilde mezunsunuz. Size lâtife olarak bir þey hikaye edeceðim. Tâ siz o hikayeyi baþka taraftan iþittiðinizde, ciddi telakki edip, müteessir olmayasýnýz. O hikaye de þudur: Benim hiç ender hiç olan þahsým ve pek çok ayýplý ve kusurlu olan nefsim hakkýnda, biri çýkmýþ köylerde, Isparta'da hatta yedi, sekiz gün Nis'te oturup propaganda yapmýþtýr. Ben bundan memnunum, çünkü ayýplarýmý söyleyen, bana iyilik eder, beni ucup ve riyadan kurtarýr. Fakat o Senirkentli Rahmi efendi denilen adam, saf bir adamdýr. Ben ona ettiði gýybetleri helal ediyorum. Siz de þâhid olunuz. Mâdem o kendi hesabýna yapmýyor, ya ehl-i tarýkatýn rekabetine alet olmuþ, güz mevsiminde Seydiþehirli bir derviþle beraber, Isparta'ya Eðridir'e geldikten sonra, bu tarzda harekete baþlamýþ. Yoksa evvelce çok dost idi. Halbuki Ehl-i tarikatýn rekabeti, benim gibi kendini hiç ender hiç bilen ve iddia-i kemalden þiddetle teberri eden ve medihten nefret edip kaçan ve ehl-i tarikatýn duasýna kendisini muhtaç bilen, bîçare þahsýma karþý rekabet etmek pek manasýzdýr. Veyahut ihtiyacým olmadýðý için, insanlardan istiðna ettiðimden, ehl-i cerre sed çekiyor, telakki edildi, propaganda ediliyor. Bu da haksýz ve manasýzdýr. Çünkü, çendan ben kabul etmiyorum. Fakat ehl-i dinin muhtaçlarýna sadaka ve zekat verilmesini tavsiye ediyorum. فَاِنْ تَوَلَّوْ فَقُلْ حَسْبِىَ اللَّهُ لاَ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ اَلأْبَاقِى اَلْمُحِبُّ فِى اللَّهِ Kardeþiniz Said (Sh: B-383) 285 ÂHÝRET KARDEÞÝM HULUSÝ BEYE: بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Sizin gibi, hakiki kardeþlerimle uzaklýðýn alameti olan mükâtebe âdetim deðil, çünki manen beraberiz. Merak ettiðin mes'elelerin cevabý da, sizin yanýnýzdaki Sözler'de vardýr. Cenâb-ý Hakk'a Hamd ve Þükür ediyorum ki, sizler gibi Sâdýk bazý kardeþ, talebeleri bana vermiþtir. Onlara nâfi olacak hakikatlarý, elbette sualinden evvel yetiþtirmek vazifemdir. Beyan ettiðiniz bazý meselelerin bir kýsmý, uzun bir bahis ister. Vakit de müsait deðil. Yalnýz þu kadar size derim ki: Vazifem kendi ihtiyarýmla deðildir. Ben insanlarý unutup, nefsime müteveccih olmak için, bir haletdeyken ihtiyarým olmadan, bildiðiniz gibi istihdam olunuyorum. Ýnþaallah o hizmet nâfi olur. Þu zamanda îmaný kurtarmak ve kemal-ý imaný kazanmak ve Sünnet-i Seniyeye ittiba zamanýdýr. Tarikatlarýn esasý olan azîmet ve takva þu kesretli bid'atlar içinde yapmak pek müþkildir. Hem tarikatda; þu zamanda en eslemi Yirmi Altýncý Sözün âhirlerinde bir nebze yazýlmýþtýr. Zannýmca Ýmam-ý Rabbani gibi zatlar, þimde bulunsaydý, bütün kuvvetleriyle Erkan-ý Ýmanýn ve Esasat-ý Ýslamiyenin takviyesine çalýþacaklardý. Ýnþaallah baþka vakit, daha tafsilatý iþiteceksin. Vakit müsaade etmiyor. Þimdi size Mirac'a dair bir Söz yazýldý, arzu ettiðiniz için. Yoksa ben hasta idim, halim müsait deðildi. Güzel, dikkatle okuyunuz, sonra nasýl bulduðunuzu bana yazýnýz. Çünkü pek süratle müsvedde haletinde yazýlmýþ, size gönderilmiþtir. Hem Hakký efendiye, Þeyh Mustafa Efendi, Hüseyin Efendiye selam ve dua ederim. Dualarýný da isterim. Hakký efendiye de söyleyiniz ki: Yangýn hadisesine merak etmesin çünkü: Onun (Sh: B-384) gibilerin harik ile zâyi olan malý, sadaka hükmündedir. Bâki Hüdaya, emanet olunuz. Eddai Âhiret Kardeþiniz Said Nursî 286 بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ فِى الدُّنْيَا وَالاَخِرَةِ Aziz, Sýddýk, Ciddi, Hakikatlý Kardeþim: Size Yirmi Sekizinci Mektubun Ýkinci, Üçüncü Meselesini de gönderdim. Rü'yanýn tâbiri Birinci Mes'eledir. O üç mes'eleyi nasýl telakki edeceðinizi, merak ediyorum. Hem Sabri'nin bana yazdýðý hususi bir mektubunu size gönderiyorum. Maksadým da, o zâtýn samimi tevazzuunu ve sana karþý hâlis uhuvvetini göstermek içindir. Þu Ýkinci, Üçüncü Mes'eleyi de o kendi hattýyla size yazdý. Hatta Yirmi Altýncý Mektubu, kendi nüshasýný size göndermek istiyordu, ben býrakmadým. O seni kendi nefsine tercih ediyor. Elhamdulillah bu havalide çok Sabriler zuhura baþladýlar, fakat yaz mevsimi dünya çýrþýsýdýr, gaflet meydanýdýr. Atalet, fütur veriyor. Þuhûr-u Selase takarrub ettikçe, âhiret çarþýsý faaliyete baþlar. Onun için oradaki fütur, sana yeis ve futur vermesin. Baþta vâlideyniniz ve Fethi Bey olarak, Sözlerle alakadar umum dostlara selam ve dua ediyoruz. Baþta Sabri, bütün kardeþleriniz de, selam ederler. (HULUSÝ BEY'E GÝDECEK) اَلْبَاقَى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî (Sh: B-385) 287 بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ Aziz, Sýddýk, Muhlis Kardeþim. Sana Yirmi Altýncý Mektubun dört mebhasýný birden gönderdim. Kendi nüshamdýr. Sen benden ziyade layýksýn. Seninki kayboldu, benimki onun yerine geçsin. Fakat müsvedde halindedir, kusura bakma. Kardeþim, bâzý dakika olur ki: Az amel çok sayýlýr, bir neferin müdhiþ bir zamanda bir saat nöbeti, bir sene hükmünde olduðu gibi, inþaallah Hulusinin de nurlara nöbetdarlýk saatleri o nevidendir. Mâþâallah, Hakký Efendinin yerinde orada bir Fethi Beyi buldun. Ýþ kemmiyetde deðil keyfiyete bakýlýr. Bazan bir yüze mukabildir. Hem kardeþim, Kurban Bayramýndan tâ Þuhur-u Selaseye kadar, dünya o zaman atalette gafletiyle, derd-i maiþet belasýyla insanlarý sersem ediyor. O müddet zarfýnda fütur ve lakaydlýk her halde olacak. Az bir hizmet de yazda çoktur. Hem bilirsin ki, insanýn terakkiyatý þeytanlarla mücahededen ileri gelir. Mücahede olmazsa terakkiyat olmaz. Sana hücum edenler ne kadar çoðalsa, sana o kadar kârdýr. Zâten biz neticeyle mükellef deðiliz, hizmetle mükellefiz. Netice ve muvaffakiyet ise, Cenâb-ý Hakk'ýn iþidir. Onun iþine karýþmamalýyýz. Baþta Fethi Bey, Sözlerle alakadar olanlara selam ve dua ederiz. Baþda Sabri, bütün kardeþler size selam ve dua ederler. Peder ve validelerinize selam ve dua ederim ve dualarýný isterim. اَلْبَاقَى هُوَ الْبَاقِى Kardeþiniz Said Nursî Kardaþým, orada bir vakit dehþetli ameliyat icra edildiðinden, oradaki insanlarda bir korkaklýk vermiþ, onlarýn füturundan mey'us olma. (Size müjde) bir ay evvel bir þehirde, birden on bir yerde, kemal-i iþtiyakla Sözleri yazmaya baþladýlar. Gittikçe Sözlerin Nâþirleri çoðalýyor. (Bu kýsým Üstad hazretlerinin kendi el yazýlarýyladýr. (Nâþir) (Sh: B-386) 288 Ehli Hak, yalnýz hak için bahse giriþmeli. Hak için bahse giriþen izhar-ý fazl etmez. Yalnýz Hakký arar. Hak hangi tarafta olursa olsun, kemal-ý þevk ile alýr. Hatta hak, hasým tarafýnda olsa, hâlis bir hakperest daha ziyade sever. Çünki, istifade eder. Eðer hak onun sözünde olsa, bir istifadesi olmaz. Gurura girmek de ihtimali var. Fakat hasmýn elinden çýksa, hem istifade eder. Hem teslimiyyetle hakka inkiyadýný gösterir. Bir fazilet dahi kazanýr. Hakikat böyle iken, maatteessüf ehl-i hakda ve ulemada hakperestlik nâmý altýnda, nefis perestlik iþe çok karýþýyor. En mühim ve kudsî bir mes'eleyi, satranç oyunu gibi izhar-ý fazl yolunda ve müzakere-i ilmiyeyi, münakaþa derecesine çýkarýlýp, onunla oynuyorlar. Her iki taraf kendini haklý zanneder. Her iki taraf, madem münakaþa suretini alýyor, haksýzdýrlar. Zaten kemmiyeten az olan ehl-i dalalet, kesretli olan ehl-i hakkýn þu hâlinden istifade ederek, maðlup edip, periþan ediyorlar. Hem münakaþacý iki kýsým, o mes'elede hakký göremezler. Çünkü: Nazar-ý insaf ile bakýlmadýðý için, tenkid nazarý hasmýnýn yalnýz çürük taraflarýný ve taraftarlýk cihetiyle kendi nefsinin yalnýz iyilik tarafýný görür, iyiliklerini onun çürükleriyle müvazene eder. Elbette bu nazar hakký göremez, görsede tanýmaz. Said Nursî 289 (Acele yazýldý kusurumu affediniz. Efendim.) Pek Muhterem Üstadým Efendim Hazretleri Yirmi Yedinci Mektubu bilistinsah Huzur-u Ekremiye takdim ediyorum. Fakat takdir ve hitabe-i fâzýlânelerine lâyýk olmayan bu abd-i pür kusur ve âciz hakkýnda, þu mektubatýn mukaddemesinde kemal-i hararetle ve pek müþfikane mütaleat ve ulvi beyanat serdiyle, müþfik (Sh: B-387) bir vâlideden daha eþfak bir Üstad-ý bînazîr ve mesîl bulunduðunuz, her zamanki ma'ruzatýmý isbata bâriz bir delildir. Ýkinci Üstadým olan Muhterem Hulûsi Bey Efendinin, her sözleri nurlu ve hakikatlý ve vûzuhlu ve hakîmâne kaleme almasý, hakiki üstada has bir talebe bulunduklarýný, her türlüsüyle isbat etmektedir. Ezcümle: Felaketzede bir dostuna yazdýklarý ve mektubatýn nihayet kýsmýna dercedilen mânevî teselliyet ve tarziyenamede ne büyük hakikatlarý feth ediyorlar ve ne bitmez, tükenmez vesayây-ý hakîmâneyi izhar ediyorlar. Ve ne tam manasýyla nur fabrikasýnýn metalarýný deðeriyle alýp, hakkýyle ve lâyýkýyle satýyorlar. Çok istifade ettim. Allah birinci ve ikinci üstadlarýmdan çok râzý olsun. El hâsýl "Bârika-i hakikat, müsademe-i efkardan çýkar" mefhumunca hakkýyla, tamamýyle, lâyýkýyle sena edemediðim Nur Risaleleri, bir çok ihvaný tahrik ve îkaz etti. Onlar da "Hazâin-ül-Envar" dan alýp saçmakta olduklarý parlak hakikatlar ve nûranî mebhaslar ve çok ticaretli iþler ve hoþ manzaralý sahalar göstererek, terakkiyatý maneviye ve tealiyat-ý uhreviye cihetinde, hatta mahkum-u mevt derecesinde bulunanlara gýpta-bahþ bir hayat verdiði meþhud olup, þu hal ise, binnetice gafletten ayýlarak, ebvab-ý irþadý çalmaða yegane vesile bulunduðu cihetle, Zât-ý fâzýlânelerine ne kadar arz-ý þükran ve minnettar edilse, gine hakkýyla vazifemizi ifa etmiþ olamayýz. Geçen hafta Asaf Beyle görüþtüm, çok selam ve hürmetlerini arz ederek, ellerinizi öpüyorlar. Ruhen Hulûsi Beye yakýn bir vaziyetde olduklarýný hissediyorum. Doktor keza el ve eteklerinizi öper, teveccühâtýnýzýn bekasýný istirham eder. Þimdi Yirmi Dördüncü Sözü okuyor ve bana birden dokuza ve onbirden yirmiye kadar olan sözleri getirmemi diliyor. Tedric, tedric hepsini veriyorum. Þimdi bizim Zekai'nin mektubunu aldým, efendimize ait olaný takdim ediyorum. Ve müsaadenizle þu arzumu da yazýyorum. Bendeniz diyorum ki: Hulûsi Beye Halef olmaya lâyýk Zekai'dir. Zihni açýktýr, zekidir, gençtir, her türlüsüyle has talebeliðe lâyýktýr. (Sh: B-388) Þu dâvamý da hat ve hareketiyle mektubu isbata kâfidir. Bakayým Efendimiz ne buyuracaksýnýz. Mahsus dest ve dâmen-i muallalarýný öper ve teveccühât-ý kerimanelerini dilerim. Sefer-ül hayr 1351 Pürkusur ve âciz, her an himmet ve duânýza muhtaç talebeniz (Hulusi Sâni) Sabri Hulusi Beyden gelen ve mumaileyhe gönderilecek olan, iki kýta mektuplarý da henüz aldým. Gelen çok hoþ, giden daha hoþ, ne kadar hoþ desem, o kadar hoþ. Efendim, bu fabrikanýn hizmetine, ameleliðine doyulur mu? Usanýlýr mý? Âh.. ne yapayým ki, elim kýsa fazla ilerlemeye vüs'atim yok. Yirmi Yedinci Mektuba derci emir buyurulan, Muhterem Hulûsi Bey Efendinin elmas ayar sözlerini seve seve ve ruhumu þenlendire þenlendire geçirdim. Ýkinci Üstadýmý da ne kadar sena etsem hakdýr ve layýkdýr. Þimdi Eðirdir'e gidiyorum. Emirlerinizi ifa edip, avdetimde müþahedâtýmý yine arz ederim Efendim.. Bilhassa Hâk-ý pâyi fâzýlânelerine yüzümü sürer, da'vât-ý hayriyelerini istirham eylerim Efendim... S.H. Sâni 290 ALVARLI MUHAMMED LUTFخ EFENDÝNÝN MEKTUBUDUR اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ يَا أَخِى فِى اللَّهِ اَعَزَّكَ اللَّهُ فِى الدَّارَيْنِ اَعْطَكَ اللَّهُ مَا تَطْلُبُ مِنَ اللَّهِ Dest-gîr'in dâreynde, Hazreti Allah ola Pîþrevin Nûr-i hüdâ, feyz-i Resûlullah ola. Haza min fadl-ý Rabbi (هَذَا مِنْ فَضْلِ رِبِّى ) Bediüzzaman nâmýyla teþehhür eden, zâtý âl-i kadrin, himmet-i merhametlerini hakk-ý âcizânemde celb etmeniz, dünya ve mâfiha deðer. (Sh: B-389) Yâdigâr-ý Fahr-i Âlemdir o zat, bu ümmete, Nâil ettin dû dîdem sen bizi, bu himmete, Kaddesallahu sirrehu ve ahsenehu birrehu Bu meydân-ý hidayette nice bir þîr-i ner var O zât-ý âli kadr-veþ bize bugün siper var. Cenâb-ý Zülkerem, O zât-ý Muhteremin ömr-i zî saadetlerini bu Ümmet-i Muhammed'e sâyebân olmasý için, lütuf-u keremiyle uzun ömürle muammer buyursun ve sizler gibi bir yâr-ý Sâdýkýn sýdk-ý sadâkatini müzdâd ederek, o Zâtýn feyzinden istifade etmeye müyesser buyursun, âmin! Yâr-ý vefâdarým, muhabbet-i iktisârým Hulusi Bey! Baddesselam veddua: Cümle ihvan-ý îmaniyle beraber cânâ seni dilþâd ede, Hazret-i hak nur-ý basar. Bu tarafta olan ihvân-ý din, sizin selamýnýzý müteþekkirâne aldýklarý gibi, o zât-ý âli kadrin de göndermiþ olduðu merhamet-i selamlarýný can beraberi kabul etmiþlerdir. Muhammed Lütfî, (Rahmetullahi Aleyh) 291 ALVARLI MUHAMMED LUTFخ EFENDÝNÝN MEKTUBUDUR اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ تَعَالىوَ بَرَكَاتُهُ Hâlde hâldâþým, yolda yoldaþým, dinde kardaþým Muhammed Hulusi Efendi Kardaþým! Hamden lillah, Nur-u tevhid, yâr-ý gârýndýr senin Nur-u tevhid, nur-u didem, dilde yarýndýr senin. Rahm-i Rahmân ez-ezel tâ be-ebed Ýhsân-ý Hak. Mahza fadlýndan, Hüdaya bâki vârýndýr senin. Bir Kerimdir, bir Rahimdir, Bir Hakîmdir Zülcelal, Kerem-i fadl-ý ilâhî, yâr-ý ðârýndýr senin. Nice hamd etmek gerektir, Lütfî'yâ bu nimete. (Sh: B-390) Ðübâr-ý kadem-i cânân müþkbârýndýr senin. Biinayetillâhi teâla meyân-ý Ümmet-i Muhammed'de Þem'a-i hidayet nurunu füruzân eden bir Zât-ý âli kadrýn huzur-u saadetine nâmý kemteranemi tahrir ile, tezekkürde bulunduðunuz ve bize hüsn-ü himmetlerini celb ve selamlarýný tebliðiniz, kýymet-i dünya ve mâfihâ olan eþyadan deðerlidir. Ol zât-ý âli kadrin himmetlerini istirhamda, bir bende-i âciz ve bir müznib-i kemterim. Ol babda himmetlerine havale. Esselam ey þem'a-i nûr-u hidayet Esselam Esselam ey matla-i mihr-i saadet Esselam. Gülbin-i tevhidde gonca-i hemrâh, Muhammed Hulûsi Efendi Kardaþ, Nur-u tevhid ise, dilde dilârâ, Bir Hak nüma zâta olmuþsun yoldaþ, Tuttuðun dâmeni elden býrakma, Ýlm-i Ledundan olmuþsun sýrdaþ, Kerem-i Kerîme bu mazhariyet, Bir kadr-i vâlâya olduðun haldaþ, Hamd eyle Mevlaya rû-ber-zemin ol, Nâ ehle esrarý eyleme sen fâþ, Muhammed Lutfi (R.A.) Envâr-ý dûdidem, birâder-i bergüzidem Muhammed Hulusi Efendi kardaþ! Badesselam veddua e'azzeke-llâhu fiddareyn Haste dilânýn derdine derman eder Allah. Allah diyenin affýna ferman eder Allah. Her kimki der-i dergâh-ý Ýlâhide sâil Sýdk ile yapýþanlara ihsan eder Allah. Âþýk ile ma'þûk bâzârý bizlere mektum, Ýsmaili suretâ kurbân eder, Allah. Hafîz ism-i þerifine olan mazhar efendinâ Kerem-i Kerîmi gözle, açar hurþidveþ (Haþiye l) mânâ Bu kanun-u ezelîdir, belâ ehl-i velayete Olup âþýk-ý bela, âhir olur bir gonca-i rânâ Hüda dostlarýný dâim belaya müptela eyler. Belanýn âhiri baldýr, Hayat-ý ebedî cânâ Bela ile bulan buldu Velayý (Haþiye 2) her dü âlemde. (Hâþiye l) Hurþid veþ-güneþ gibi (Hâþiye 2) Vela'- Þer'an aþkdan ve dostluktan hâsýl olan karabet-i hükmiye (Sh: B-391) 292 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبْدًا دَائِمًا Aziz, Sýddýk ve Faal Aðabeyimiz Hulûsi Bey Mübarek mektubunuzu aldýðýmýz ayný anda: Üstadýmýz hasta olduðu halde, hilâf-ý adet olarak, odamýza gelip mektubunuzu okudu. Ruhu ferahladý ve dedi ki: Hulûsi her sabah benim yanýmdadýr. Nasýlki Emirdaðý'nda yirmi sene sonra görüþtüðümüz vakit, yirmi gün evvel görüþmüþ gibi, yakýnlýk hissetmiþtim. Þimdi de, on gün evvel görüþmüþüz gibi geldi. Mâþâallah eski zamanda kahramanca hizmet yapan Hulûsi Bey, ayný hizmetine devam ediyor. Onun bu seyahatýný, ben yapmýþým gibi kabul ediyorum. Ben Eskiþehir'e gelmek istiyordum. Hulûsi benim bedelime gitmiþ. Þimdi iki, üç mühim meselemiz var, eðer bu olmasaydý, ya Hulûsi'yi yanýma çaðýracaktým. Veya ben onun yanýna Urfa, Diyarýbekir havalisine gidecektim. Ýnþaallah bu ziyareti kaza edeceðiz, dedi. Üstadýmýz hem size, hem oradaki kardeþlerimize çok selam ve dualar edip, dualarýnýzý istiyor. Biz de çok selam ve hürmetler eder, dualarýnýzý bekleriz. اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى Kardeþleriniz Ceylan-Bayram-Zübeyr BUNDAN SONRAKÝ KISIM HAZRET-Ý ÜSTADIN KASTAMONU VE EMÝRDAÐ HAYATINDA ÝKEN YAZILAN VE EL YAZMA NÜSHALARDA BÝZZAT KENDÝLERÝ TARAFINDAN BARLA LAHÝKASI'NIN SONUNA DERC EDÝLEN MEKTUBLARDIR. 293 (Risale-i Nur'un fa'al bir þâkirdi olan, Ahmet Nazif Çelebi'nin bir istihrâcýdýr ve bir fýkrasýdýr.) (Bunu, hem Birinci Þuâ'nýn otuz ikinci âyeti olarak ve hem Yirmi Yedinci Mektubun fýkralarýnda kaydetmek münâsib görüldü.) O kendisi diyor: "Gelen âyetleri hâfýzdan dinledim." (Sh: B-392) بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا . وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَصِيلاً . هُوَ الَّذِى يُصَلِّى عَلَيْكُمْ وَمَلَئِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَكَانَ بِا لْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا . تَحِيَّتُهُمْ يَوْمَ يَلْقَوْنَهُ سَلاَمٌ وَاَعَدَّ لَهُمْ اَجْرً ا كَرِيمًا . يَآ اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّآ اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذِيرًا . وَدَاعِيًا اِلَى اللَّهِ بِاِذْنِهِ وَسِرَاجًا مُنِيرًا . وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ بِاَنَّ لَهُمْ مِنَ اللَّهِ فَضْلاً كَبِيرًا (Sûre-i Ahzâb, 422-423. sahifeler, âyet: 41-47) Bu âyetlerde Risale-i Nur'a îma ve remz ve belki iþâret var, diye hissettim. Evet, mâdem bu âyet gibi vazife-i Risalet ve dâvete bakan âyetler, her asra bakýyorlar ve her asýrda efratlarý ve mâsadaklarý var.. Ve mâdem bu âyetlerde, Resûl-i Ekrem (A.S.M.)'e verilen sýfatlar ve ünvanlar her zamanda cereyaný ve her bir asýrda hükmetmek haysiyetiyle ve ünvanlarýn altýnda, mânâ-yý remziyle Risale-i Nur gibi, o vezifeyi yerine getiren eserler ve zâtlar; bu gibi âyâtýn dâire-i þümûllerine girmeleri, Kur'ândaki i'câz-ý mânevîsinin þe'nidir.. belki muktezâsýdýr ve lâzýmýdýr. Mâdem Risale-i Nur, bu acîb asýrda, müstesna bir sûrette ve âyetin iþâret ettiði vazifeyi yapýyor ve mânâsýnýn dâire-i külliyesinde bir ferdidir. Elbette müteaddit emâreler ve gizli karineler ile diyebiliriz ki, bu âyette dahi, Birinci Þuâ'nýn sâir otuz bir adet âyetleri gibi, Risale-i Nur'a mânâ-yý iþâriyle bakar. Þöyle ki: لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَكَانَ بِا لْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا cümlesi, mânâ-yý iþârîsiyle diyor: "Bin üçyüz yetmiþe kadar tecâvüz eden en karanlýk bir zulüm, en karanlýk bir zulmetten sizi, ey ehl-i îman vel-Kur'ân, Kur'ândan gelen nurlara ve îmanýn ýþýklarýna (Sh: B-393) çýkaran ve isminde Nur ve mânâsýnda rahîmiyet bulunan ve ism-i Nur ve ism-i Rahîm'in mazharý olan, bir lem'a-i Kur'âniyeye ve bu asrýmýza bakýp îmâ ediyor. Mânâ mutabakatýndan baþka, bir emâre ve karinesi, budur ki: اِلَى النُّورِ وَكَانَ بِا لْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا fýkrasýnýn (þedde ve tenvin sayýlýr) makam-ý cifrîsi, dokuz yüz kýrk yedi edip, Risaletü'n-Nur isminin makamý olan, dokuz yüz kýrk yedi adedine tam tamýna tevafuk ediyor. اِنَّآ اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا cümlesi, þeddeler sayýlmaz ve âhirde tenvin vakftýr, (elif sayýlýr) makam-ý cifrîsi ki, bin üç yüz yirmi üç tarihini gösterir. O tarihte, merkez-i hilâfette, dehþetli bir inkýlâbýn mebde'-i infilâki içinde, ye'se düþen ehl-i îmana müjde verip, Ýslâmiyetin hakkaniyetine ve kuvvetine kuvvetli þehâdet eden ve verâset-i Nübüvvet noktasýnda dâvette bulunan hakikî bir þâhide iþâret eder. وَنَذِيرًا وَدَاعِيًا اِلَى اللَّهِ cümlesi, (Hâþiye:l) (tenvinler) vakf olmadýðýndan sayýlýrlar. Makam-ý cifrîsi, bin ikiyüz elli altý tarihini göstermekle, bu asýrda ve bu zamandaki Ýslâmiyetin inhisafýný, bir asýr evvel ihzar eden mukaddematýna bakarak وَدَاعِيًا اِلَى اللَّهِ kelimesi yüz doksan bir (191) ederek, Risale-i Nur'un bir hakikî ismi olan, Bediüzzama'nýn makam-ý cifrîsi bulunan, yüz doksan bir (191) adedine tam tamýna tevâfukla îma eder ki; Risale-i Nur dahi, o inhisaf içinde bir دَاعِيًا اِلَى اللَّهِ dýr. بِاِذْنِهِ وَسِرَاجًا مُنِيرًا ve yalnýz (Hâþiye, 2) وَسِرَاجًا مُنِيرًا _________________________________________ (Hâþiye:1) وَدَاعِيًا اِلَى اللَّهِ kelimesi, Risale-i Nur'un hakikî ismi olan Bediüzzaman'ýn makamýna tam tamýna tavâfuku ve mânen mutâbakatý olduðu gibi, yalnýz (dâiyen) kelimesi de, Risale-i Nurun tercümaný olan Said ismine, üç harf ile ittihad ve üç farkla tevâfuk eder. Çünkü; tenvin, elif ve vav mecmuu elli yedi, (sin) den üç fark var. Risale-i Nur Talebelerinden Küçük Abdurrahman Tahsin (Hâþiye:2) (Tenvinler, elif sayýlýr) makamý (1330) edip, Risâle-i Nur'un fâtihasý olan Ýþârâtü'l-Ý'caz tefsîrinin zuhur tarihine ve (Sirâcen münîra), eðer birinci tenvin sayýlsa (1380) ederek, yirmi bir sene sonra Risâle-i Nur Küre-i zemini ýþýklandýracak, bir sirâc-ý münevver olacaðýna remzeder inþâallah... Risale-i Nur talebelerinden Tahsin (Sh: B-394) kelimesi ise, tam tamýna Risale-i Nur'un bir ismi olan "Sirâcü'n-Nur'a lâfzan ve mânen ve cifren tevâfukla bakar. مُنِيرًا daki (mim), (ye), اَنُّورُ deki þeddeli (nun)'a mukabildir. Evet, Ýmam-ý Ali (R.A.) kerâmet-i gaybiyesinde, Risale-i Nur'a "Sirâcün-nûr" nâmýný vermesi, bu âyetin bu fýkrasýndan mülhemdir denilebilir. Ve çekinmeyerek deriz: وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ بِاَنَّ لَهُمْ مِنَ اللَّهِ cümlesi, (þedde sayýlmak) cihetiyle, makam-ý cifriyesiyle bin üç yüz elli dokuz (1359) tarihini göstermekle, bu asrýmýzýn, tam bulunduðumuz senesine bakarak ehl-i îmana bir büyük ihsâný var diye, mânâ-yý remziyle haber veriyor. Biz bakýyoruz, bu zamanda en büyük ihsan îmaný kurtarmaktýr.. ve görüyoruz, îmaný hârika bürhanlarla kurtaran -baþta- Risale-i Nur'dur. Demek bu zamana nisbeten bir فَضْلاً كَبِيرًا de odur. Bu iþareti kuvvetlendiren þudur: فَضْلاً كَبِيرًا daki فَضْلاً kelimesi, dokuzyüz altmýþ (960) edip, Risaletü'n-Nur'un bu ismi, izâfeten tavsif tarzýna geçmekle, Risaletü'n-Nuriye olup, makamý olan dokuz yüz altmýþ iki (962) adedine mânidar iki farkla tevâfuku, onun baþýna remzen ve îmâen parmak basmasýdýr. Ýlâhî yâ Rabb!.. Sen Risale-i Nur'u ve Risale-i Nur Müellifi Üstadýmýz Said Nursî'yi ve Risale-i Nur talebe ve þâkirdlerini ve mensublarýný, muhafaza-i hýfzýnda ve kal'a-i Ýlâhiyen içinde muhafaza ve emîn eyle.. âmin.. ve hizmet-i Kur'ân ve îmanda sâbit ve dâim eyle.. âmin; ve bu kudsî hizmetlerinde muvaffakýyetlerle yardým ve muâvenetler ihsân eyle..âmin; ve Kur'ân-ý Mu'cizü'l-Beyân-ý Azîmüþþânýn sýrr-ý âzamýna, mârifetullah, muhabbetullah ve muhabbet-i Resûlullah sýrr-ý kudsîsine; ve "Hasbünallâhü ve ni'mel vekîl" sýrr-ý uzmâsýna; ve Rýzâullah ve rü'yet-i cemâlullah lûtf ve ihsanýna mazhar eyle, yâ Rabbel'-âlemin! وَصَلَى اللَّهُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اَلهِ وَاَصْحَابِهِ وَاهْلِ بَيْتِهِ اَجْمَعِينَ (Sh: B-395) الطَّيِّبِينَ الطَّاهِرِينَ آمِينَ آمِينَ بِحُرْمَةِ سَيِّدِ الْمُرْسَلِينَ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبُّ الْعَالَمِينَ Fakir, âciz, zaîf, günahkâr talebe ve hizmetkârýnýz Ýnebolulu Ahmed Nazif Çelebi 294 (Ahmed Nazif Çelebi'nin bir fýkrasýdýr.) (Bayram münasebetiyle kabul edilmiyen bir hediye için yazmýþtýr.) بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا Çok aziz ve çok kýymetli, müþfik ve fedâkâr Üstâd-ý Âzam efendim hazretleri... Hazineler dolusu mücevherattan daha fazla, hattâ bu fâni dünya hayatýnýn ziynetleriyle ölçülemeyecek derecede kýymettar mektubunuzu, mübarek Ramazan-ý Þerif'in yirmi üçüncü günü akþamý, iftardan on dakika evvel postadan aldým. Cenâb-ý Allah kabul buyursun, iki iftarý bir yaptým. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Evvelce yazdýðým uzun satýrlarýn mâlâyâni ve boþluðundan, fazla meþgul ettiðimden ve gerek bizim ve gerekse mübârek Zekeriya kardeþimizin kýymetsiz, deðersiz hediyelerini, me'zuniyetsiz kabul ederek, takdim etmek cesâretinde bulunduðumdan mütevellit, aziz Üstâdýmýn adem-i kabul ve hoþnutsuzluðuyla tekdîrâtýna mâruz kalacaðýmdan korkarak intizarda iken, müvezzi' iki mektup verdi. Ýftar vakti dar olduðundan, ayakta zarfý açtýktan sonra, kýymet takdir edemediðim çok þirin ve câzib olan hatt-ý fâzýlâneniz, sanki, "Korkma" diye hitabediyormuþ gibi, tebessüm ederek gözüme iliþince, sürurumdan okuyamadým. Hemen hâneme koþtum, iftar ile beraber okumaða baþladým. (Sh: B-396) Sevgili ve müþfik Üstâdým! Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin tebþiratý hâtýrýma geldi. Zât-ý fâzýlânelerindeki gördüðüm þefkat-i pederânenin, o büyük zâtýn haber verdiði þefkat-i pederâneyi hâiz bulunduðunuza îman ettim. Kâdir-i Mutlak hazretleri siz Üstâdýmýzdan kat-kat râzý olsun ve bizleri de, hizmetinizde ve hizmet-i Kur'ânda dâim ve sâbit eylesin ve Üstâdýmýzýn kýymetli ve kudsî iþaretlerine ve kýymetli duâlarýna mazhar eylesin... âmin, bihürmeti Seyyidi'l-Mürselîn... Þefkatli Üstâdým... Hizmet-i Kur'ânda ve Risale-i Nur'un neþriyatýndaki zerre-i vâhide kabilinden olan mesâînin, nezd-i âlî-i üstâdenelerinde hüsn-ü kabûle mazhariyeti, zaif, âciz, fakir hizmetkârýnýz ve iktidarsýz, idrâki nâkýs, ihâtasý dar, þuuru muhtel talebenizi ne derece sevinç ve sürura kalbettiðini târif edemem. Böyle mânevî ve kudsî takdîrâta mazhar buyurulan ve bizim gibi günahkârlara, otuz senelik iþtiyakla, on senelik münâcât ve niyâz mukabilinde siz üstâdýmýzý ihsan buyuran ve kullarýnýn isyanlarýna bakmýyarak her istediklerini bilen, iþiten ve (beleðan mâ belâð) veren ve bütün mükevvenâtý yed-i Kudretinde tutan ve her þey'e sâhip ve mâlik ve hâkim bulunan Cenâb-ý Hak ve Feyyâz-ý Mutlak hazretlerine ne suretle hamd ve þükür edeceðimi bilemiyorum. Kýymetli Üstâdým.. siz tavassut buyurunuz, deðersiz hizmetimizle pek az ve kýsa olan þu dünya hayatý içinde, belki bir katre mesâbesindeki hamd ve þükrümüzü, "Tekabbele'llah" sýrrýna mazhar buyursun. Ýnþâallah. Mektubat Risalesinin Ýkinci Mektubunu dâima hatýrlayarak, bu emirlerinize riayet etmeðe çalýþtýðým halde, bir mücbir-i gaybî bendenizi tahrik ederek, Ýkinci Mektub'a muhalefete sevkediyor. Niyetim hâlis, sadâkat ve merbutiyetim ciddî ve çok saðlam. Her türlü riyâdan âri ve hiç bir maddî menfaate mâtuf ve müstenid olmayan, Allah rýzasý yolunda Kur'ân nâmýna ve Risaleti'n-Nur'a hizmet gayesine mâtuf ve bilhassa bizim gibi âciz, âsi ve günahkârlarýn hidâyet ve irþâd ve îsâline ve ehl-i dalâleti ve ehl-i (Sh: B-397) bid'âyý tarîk-ý Hakka dâvet ve hakâik-ý îmaniyeye hâdim bir kudsî zât, bizlere ve memleketimize "vedîatullah" olarak ihsan buyurulmuþ. Kýymetli misafirimiz nasýlki, biz günahkârlarýn mânevî yardýmýna koþuyor ve gece ve gündüz maðfiret-i Ýlâhiyyeye ve irþâdýmýza çalýþýyorsa, bizler de bu aziz misafirimizin maddî yardýmýna, seve seve ve iþtiyakla ve ancak Allah için koþmak ve çalýþmak vazifesiyle mükellef bulunduðumuzu hissediyoruz. Hem bizlere Kur'ân ve Hazret-i Peygamber (A.S.M.) emrediyor تَعَاوَنُوا (gurebâya muâvenet)... Af dilerim, kýymetli ve sevgili Üstâdým.. bilirim ki, hediyeleri kabul etmiyorsun. Fakat, zekât ve sadaka gibi muâveneti, arkadaþlarýmýzýn ýsrarý üzerine yazmaya mecbur oldum. Hem de maddî ihtiyaçlarýnýza, ikâmetgâh kirasý, odun ve kömür gibi mübrem ihtiyaçlar için lâzým olduðunu düþünmüþtüm. Esâsen kâide-i üstâdâneleri bozulmamak için, arkadaþlarýma dâima tavsiye ve telkinâtým, hiç bir maddî menfaat düþünülmemesidir. Çünki, din dünyaya âlet olmaz ve din vâsýta-i cerr ve maddî menfaati kat'iyyen kabul edemez. Hattâ Risale-i Nur'un neþriyatýnda, kimsenin minnetini almamak için, kýymetli Üstâdýmý taklid ederim. Kýymetli ve müþfik Üstâdým... Þu kadar var ki: Hizmetkârýnýz, üstâd nâmýna deðil, kýymetli ve garip bir misafirimiz nâmýna ve rýzâen-lillâh maddî yardým etmek istiyoruz. Hem mânevî zarar görmemeniz için, kuvvet ve kudret ve azamet sahibi Cenâb-ý Allah'a niyaz ve tazarru' ederek, dergâh-ý Ýlâhiyesinde hüsn-ü kabûle mazhar eylemesini duâ ediyoruz. Kýymetli Üstâdým... Bayramda, ziyaret ve arz-ý tâzim makamýna kâim olmak üzere, bütün arkadaþlarýmýzla beraber hem Ramazan-ý Þerifi, hem Leyle-i Kadri, hem mübarek خd-i Saîd-i Fýtrî, Risaletü'n-Nur'un umum talebe ve þâkirdleri ve Kur'ân'ýn kýymetli hizmetçileri makamýnda ve hükmünde kýymetli Üstâdýmýzý tebrik ederek, Cenâb-ý Haktan daha çok kardeþ ve arkadaþlarýmýz ile (Sh: B-398) birlikte ve siz Üstâdýmýz baþýmýzda olarak, Ramazan-ý Þerif'in emsâl-i kesiresiyle müþerref olmaklýðýmýzý niyaz ve tazarru eyleriz. Ve mübarek iki ellerinizden öperek, duâ-i hayriyenizi ve kudsî irþadlarýnýzý istirham eyleriz. Kýymetli Üstâdýmýz. Dâimî kudsî dualarýnýza muhtaç günahkâr, hizmetkâr ve Talebeniz Ahmed Nazif 295 (Abdurrahman Tahsin'in fýkrasýdýr.) Ey yüce Üstad! Risale-i Nur dairesi içine kabul ve bu âb-ý kevser-i hayat ile menba'-ý feyz-i îman, gayet deðerli ve kýymetdâr bu ebedî ders ile, kendimi daima mes'ud ve bahtiyar addediyorum. Yalnýz sür'at-i kalemim olmadýðýndan, yazýyý biraz te'hirinden müteessirim. Sehil ve muvafakýyetime hayýrlý dualarýnýzý rica eder, kemâl-i edeble ellerinizi öperim, muhterem Üstâdým. Rûz-u sâim, leyl-i Kâim, Çü makam-ý âþýkan Ley-i nýsf-ý Regaib, Târik-i dünya ve tâib. Nâþir-i Risale-i Nur, Bediüzzaman muhibb-i Bâz-ý Geylân. Ey ferîd-i asrý'z-zamân Sensin hakîm-i kulûbân. Fakir Talebeniz Abdurrahman Tahsin 296 (Ahmed Nazif'in bir parça mektubundandýr...) Maddî ve mânevî borcumuz olan hizmetleri îfâdan kendimizi çekmek, hissizlik ve bîgânelik fýtratýmýzda ve yaradýlýþýmýzda yoktur ki kalalým. Mâdem Cenâb-ý Hâlik-ý Rahîm bizleri insan yaratmýþtýr. Ýnsanlýðýn emrettiði vezâifin binde birini dahi îfâ edemediðimiz halde, büsbütün nasýl bîgâne kalalým. (Sh: B-399) Bu hususta mâzur görmenizle beraber, azimkâr ve cefâkâr ve fedakâr ve hadsiz mütehammil, garip ve kudsî ve aziz bir misafirimiz olan çok kýymetli Üstâdýmýzýn, biz âsi ve günahkârlarýn kalblerini nurlarla doldurduðu halde, mukabil borcumuzu, mâneviyata uzanamadýðýmýzdan ancak deðersiz ve kýymetsiz olan maddiyatla ödeyebiliriz, zanniyle teselli bulmaktayýz. Af buyurunuz Üstâdým.. dellâl-ý Kur'ân'ýn nidalarýný iþiten hangi müslüman vardýr ki, kulaklarýný týkasýn. Hâþâ.. sümme hâþâ.. Nurlarýnýzýn þuâ'ý gözlerimizi kamaþtýrýyor. Kalblerimizi bütün sâfiyetiyle Allah'a, Kur'ân'a ve Resûl-i Müctebâ'ya (A.S.M.) ve o iki cihan serverinin aziz vârislerine baðlýyor ve baðlamýþtýr. Bu bað öyle bir bað ki; inâyet-i Hakla, hiç bir maddiyunun ve hiç bir mülhid ve fýrâk-ý dâllenin deðil, dünya kâfirlerinin bütün kuvvetleri bir araya gelse, bu kudsî râbýta-i kalbiye baðýný koparamaz. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Zât-ý fâzýlânelerince lüzum görülüp, îcab etmeden, hiç bir zaman, mektup yazmak zahmetlerini ihtiyar etmenize râzý olamam. Bu hususta gücenmek þöyle dursun, kýymetli Üstâdýmýn kudsî vazifelerinin îfasýna mâni teþkil eden iþgali, en büyük hatâ ve hürmetsizlik sayarým. Ahmed Nazif Çelebi 297 بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ رَسَائِلِ الَّتِى كَتَبْتُمْ وَتَكْتُبُونَ Aziz, Sýddýk kardeþlerim! Onuncu Þuâ nâmýnda yazdýðýnýz Fihristenin ikinci kýsmý, bana þöyle kuvvetli bir ümid verdi ki: Risale-i Nur, benim gibi âciz ve ihtiyar ve zaif bir bîçâreye bedel, genç, kuvvetli çok Said'leri içinizde bulmuþ ve bulacak. Onun için, bundan sonra Risale-i Nur'un tekmil ve îzâhý ve hâþiyelerle beyâný ve isbâtý size tevdi' edilmiþ, tahmin ediyorum. Bir emâresi de þudur ki: Bu sene çok defa ihtar edilen hakikatleri, kaydetmek için teþebbüs ettim ise de, çalýþtýrýlamadým. (Sh: B-400) Evet, Risaleti'n-Nur, size mükemmel bir me'hâz olabilir. Ve ondan erkân-ý îmaniyenin herbirisine, meselâ Kur'ân'ýn Kelâmullah olduðuna ve i'câzî nüktelerine dair, müteferrik risalelerdeki parçalar toplansa veya Haþre dair ayrý ayrý bürhanlar cem'edilse ve hâkezâ mükemmel bir îzâh ve bir hâþiye ve bir þerh olabilir. Zannederim ki, hakâik-ý âliye-i îmaniyeyi tamamýyle Risale-i Nur ihâta etmiþ, baþka yerlerde aramaya lüzum yok. Yalnýz bazen izah ve tafsile muhtaç kalmýþ. Onun için vazifem bitmiþ gibi, bana geliyor. Sizin vazifeniz devam ediyor. (Ve, inþâallah vazifeniz þerh ve izahla ve tekmil ve tahþiye ile ve neþr ve tâlim ile, belki Yirmi beþinci ve Otuz ikinci mektuplarý te'lif ile Dokuzuncu Þuânýn dokuz makamýný tekmil ile ve Risale-i Nur'u tanzim ve tertip ve tefsir ve tashih ile devam edecek.) Risale-i Nur'un samimî, hâlis þâkirdlerinin hey'et-i mecmuasýnýn kuvvet-i ihlâsýndan ve tesânüdünden süzülen ve tezahür eden bir þahs-ý mânevî (bâki ve muktedir bir kuvvet-i zahrdýr), (bir rehberdir.) Buradan oraya gelen mektuplar (Mübâreklerin hey'eti) bir Risale þeklinde toplanmasýný ve Husrev de, cüz'î ve hususî bazý cümlelerini ve lüzumsuz bazý fýkralarýný tayyetmeyi Hâfýz Ali ve Sabri'ye havâle etmiþ olduðunu yazýyorsunuz. O Risaletü'n-Nur hakkýnda, kerâmetli ve dikkatli ve isabetli ve keskin Husrev'in nazarý doðrudur. Bâki bir eserde, muvakkat ve cüz'î ve hususî kelimeler tayyedilse daha iyidir. Bu def'aki mektubunuzda kerametkârâne üç nokta gördük. Birincisi: Buranýn bir Husrev'i olacak derecede ihlâs ve irtibat ve iktidarý gösteren Küçük Husrev, Mehmed Feyzi isminde Risaletü'n-Nur'un çalýþkan bir talebesi askerden gelip, daha ikinci def'a görüþüldüðü vakit, mektubunuzda Feyzi ismini gördük, dedik. Bu Risaletü'n-Nur'un þâkirdleri, birbirinden ne kadar uzak olsa da, birbirine pek yakýndýr ki, böyle birden hissedip yazdýlar. Ýkincisi: Bu küçük Husrev Feyzi, bu âhirlerde Ýstanbul'da iken, Risale-i Nur hesabýna zihnime dokundu. Müteessir oluyordum. "Acaba rahatsýzlýðý var mý?" Birden zihnim yüzünü ondan çevirdi: Hâfýz Ali ile þiddetli meþgul oldum. Anladým ki teessür verecek var. Fakat Risaleti'n-Nur'un fa'al merkezi olan Hâfýz Ali cihetinde olacak. Hâfýz Ali'ye þifa duâsýna baþladým devam ettim. Ve mektup gelmeden evvel Feyzi'den sordum: "Sen bir hastalýk çektin mi?" O dedi: "Yok", dedim: "Öyle ise, Isparta'da Risale-i Nur'un ehemmiyetli ve (Sh: B-401) kuvvetli bir rüknünün bir rahatsýzlýðý var." Fakat, hayâlim hakikatýn suretini þaþýrmýþ." Sonra mektubunuz geldi, hakikat anlaþýldý... Üçüncü: Bundan yirmi gün evvel, eyyâm-ý mübârekeden sonra, hâtýrýma geldi ki: Vazifedârâne kalemi her gün istimâl etmeyenler, Risale-i Nur talebeleri ünvan-ý icmâlîsinde, her yirmi dört saatte yüz def'a hissedar olmak yeter diye, hususî isimlerle has þâkirdler dairesi içinde bir kýsmýn isimleri muvakkaten tayyedildi. Kardeþimiz Hakký Efendi de onlarýn içinde idi. Bir kaç gün öyle devam etti. Sonra birden hiç sebep hissetmeden, yine Hakký, Hulûsi'ye arkadaþ oldu. Ýsmi ile, resmi ile has dâiresine girdi. Hakký'nýn beni duâdan unutmasýn diye, mektubunuzdaki fýkranýn yazýldýðý ayný zamanda, hususî duâyý kazanmýþ hesabýyla tahmin ettik. Hattâ, bu günlerde bunun gibi inâyetin çok lem'alarý var. Emin bunlarý, havadis-i yevmiye diye, bir fýkra yazacak. Belki size de gönderecek. (Risaleti'n-Nur'un küçük talebeleri ve istikbalde çalýþkan, kýymettâr þâkirdleri olanlar, þimdi de talebeler dâiresinde olarak hissedardýrlar). Ýstanbul'da Mehmed Feyzi, Eski Said'in risalelerini ararken, ayný günde Kahraman Rüþdü, bir dükkânda mevcudunu toplamýþ almýþ idi. Küçük Husrev müteessir olarak, baþka yerde aramýþ, Ýþârâtü'l-Ý'câz'ý bulmuþ, tahminen demiþ ki, bana sebkat eden, herhalde benden ilerideki Ispartalý kardeþlerimdir. Her neyse, bu Ýþârâtü'l-Ý'caz nüshasýný Hâfýz Ali ve Sabri'deki nüshalarda bulunan kerâmet-i tevafukiyeyi yazdýrmak istiyor. En kolay bir çâresi, küçük bir defterde, her sahifesinde tefsirin bir sahifesine mukabil, hurûf-i hecânýn (Elif ve tâ ve sâire) kaydedersiniz. Kolayýný bulmazsanýz kalsýn. Umum kardeþlerime birer birer ve bilhassa risaleler ile çok meþgul olanlara selâm ve duâlar ederim ve duâlarýný beklerim. NOT: Emin ve Küçük Husrev ve Hâfýz Tevfik selâm ve arz-ý hürmet ederler. Tahsin askere gitmiþ. Kardeþiniz Said Nursî (Sh: B-402) 298 (Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir þâkirdi olan Yusuf'un bir fýkrasýdýr.) بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ وَ بِهِ نَسْتَعِينُ Rahîm ve Raûf ve Zü'l-Minen hazretlerinin inâyet ve lütuflarýndan olarak, tevbe ve istiðfar gibi kullarýna ihdâ eylediði, miftâh-ý kerem ve ihsana, çok günahkâr ve terbiyesiz olan, ben sefil Yusuf Toprak, bütün fezâyýh ve i'tisaflarýma raðmen, tevessül ettikçe bana fazlýndan verdiði mazhariyetin kýymetini takdîr etmek, ona þükür eylemek þöyle dursun, bil'akis küfrân-ý ni'met, defâatle nakz-ý ahd, irtikâb-ý kizb ve hýyânet eylediðim için, derin kasavete,kesif zulmete, müthiþ dalâlete (hakkýyla) mâruz kalan kalbimin, ruhumun aldýðý müzmin ve münkis yarayý tedâvi çaresini taharri yolunda aklýmý, zevkimi kaybetmiþ, âdeta çýlgýn bir hâle girmiþtim. Baþvurduðum her tabib-i mânevîden aldýðým ilâçlar, yaramý tedaviye, aklýmý iknâa, lehfemi iskata kâfi gelmedi. Bizzarure قُلْ يَا عِبَادِىَ الَّذِينَ اَسْرَفُوا عَلَى اَنْفُسِهِمْ âyet-i celîlesinin mefhumuna tevessülen, me'lûf olduðum denâetlerden mütehassýl koyu lekeleri kal' ve tathîre ve tarîk-ý Hakda sebâta muîn olacak bir rehberi ararken, ortada hiç bir sebeb-i zâhirî olmadýðý halde, memleketimden Kastamonu'ya nefyim þübhesiz, nefsime giran gelmiþ ve hattâ ye's ve teessüfe kapýlmýþtým. Bilmiyordum ki bu nefyim ile وَعَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَى اَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ { فََعَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَيَجْعَلَ اللّهُ فِيهِ خَيْرًا كَثِيرًا âyetlerinin sýrrýna mazhar edecek ve iltiyam-ý ümid imkânsýz gördüðüm mânevî yaralarýmýn tedâvisine muktedir doktorlarýn ve yanlarýndaki kuvvetli mualecenin eserini, varlýðýný ve ism-i Hayy ve Hakîm'in cilvesini þefkaten göstermek suretiyle, bana minnet üstünde minnet-i uhrevî yapmak içindir. Bu mülevves ahlâkýmla ben (Sh: B-403) neciyim ki, bu ihsân-ý azîme nail olayým diye þaþtým. Fakat lehülhamd vel minnet مَنْ طَلَبَنِى وَجَدَنِى * وَكَانَ بِاْلمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا* يَجِدِ اللّهَ غَفُورًا رَحِيمًا gibi iþârât-ý celîle hâtýrýma gelmekle, bir derece müteselli oldum. Ey yaramýn doktoru! Ve ey dalâlet uçurumunda yuvarlanan ruhumun halâskârý! Ve ey Ýlâhî ve kudsî yollarýn rehberi. Evvelden hiç muarefemiz yokken, seni kal'a üstünde ilk ve tesadüfen gördüðümde (dalâletten halâsýn, Allah'ýn rahmetine vüsûlün en kýsa yolu var mý?) diye sordum. (Çok kýsa bir çâre-i Kur'âniye vardýr.) diye buyurdunuz. Fakat dalâletim, gafletim, enâniyetim itibariyle bu kýsa ve merdane cevabdaki hikmet-i azîme, nebeân-ý rahmete dikkat etmedim. Ruhuma ihanet ederek aldýrmadým. Ve felâket-i mâneviyede bir müddet daha kalmýþ oldum. Vaktâ ki, Risale-i Nur hattâ, enhâr-ý Nur demesine þâyeste olan mektublardan, yine tesadüfen elime geçen bir nüshayý görünce ve münderecatýndaki hakâika dalýnca, inâyet-i Rabbânî, mu'cizat-ý Kur'ânî, himemat-ý Sübhânî, kerâmât-ý ruhânî eseri olmalýdýr ki, kasî kalbime, âsî ruhuma, gafil aklýma, maðrur vicdanýma, sakîm düþünceme (tâk) diye bir tokmak vuruldu. Bir intibah halkasý takýldý. Hemen düþündüm. Ulemanýn midâd-ý aklâmý, þühedânýn kanýndan mübecceldir ve اَلْعُلَمَاءُ وَرَثَةُ اْلاَنْبِيَاءِ * عُلَمَاءُ اُمَّتِى كَاَنْبِيَاءِ بَنِى اِسْرَائِيلَ gibi hadîsler ile Hazret-i Ýsa'nýn (A.S.) Havâriyyûna, Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) Ensara tekliflerini ve onlarýn icabetini hatýrladým. Âdeta, fetret devri denmeðe sezâ olan bu zamanda, irsiyet-i Nübüvvet makamýnda, îlâ-yý kelimetullah uðrunda maddeten uðraþan seyl-i dalâletle kapanmýþ olan râh-ý Hakka çýðýr açan, bir recül-ü fedâkâra iltihak ve muavenet etmek ve bu vesile ile fýrsatý ganimet bilerek, zulümattan nur'a mazhar olmak lüzumunu his ve intikal ettim. Pek âdî bir mahlûk olduðum ve kalbime müstevli, aðýr dalâlet darbesi, kalýn perdesi altýnda hasta bulunduðum için,fazileti (Sh: B-404) mâneviyatý anlamam. Zira, fazileti takdir edebilmek, fazileti bilmekle mümkündür. Yalnýz bunca mesavi ve mütereddid hareketlerimle huzur-u sâmilerine lütfen kabulümde, yüksek ruhunuzdan yaðan samimî þefkat, hakikî re'fet, halîmâne iltifat, kerîmâne hüsn-ü kabulünüz beni birtakým ümidlere, ihtiyarsýz muhabbetlere sevk ve büyük sürurlara gark etti. Ancak Allah'ýn en âciz, en aþaðý, en günahkâr, en zâlim bir mahlûkunu arkadaþlýðýna kabul ve tahammül eden, bir þahsiyet-i alelâde olamayýp, kuvvetli, püþtibane fütur götürmez bir (mesnede) mâlik olmak lâzým geldiðini teyakkun edebildim. وَابْتَغُوا اِلَيْهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُوا فِى سَبِيلِهِ { وَ حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًا Riyakârlýk olmasýn, selim fikrinizden, ciddî tavrýnýzdan, Kur'ân'a ittiba ve temessük yolundaki doðru irþadýnýzdan, hakikî sözlerinizden, samimî telkininizden, umumî hayýrhah hissiyatýnýzdan kalbime, mecruh ruhuma uzanan tîð-i þifa, neþter-i ümidin te'siriyle dilþâd ve mutmain oldum. Türlü türlü evhamýn açtýklarý menfezlerden, rahnedar kalan ruhuma tamam ve muvafýk buldum. Zira وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا (اَل عمران 103) وَاتَّبَعُوا النّوُرَ الّذِى اُنْزِلَ مَعَهُ *وَالّذِينَ يُمَسِّكوُنَ بِالْكِتَابِ * وَمَنْ يَعْتَصِمْ بِاللّهِ فَقَدْ هُدِىَ اِلىَ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ { فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى { وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ { هذَا بَيَانٌ لِلنّاسِ وَ هُدًى وَ مَوْعِظَةٌ لِلْمُتّقِينَ { تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ { قَدْ جَاءَكُمْ مِنَ اللّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُبِينٌ { وَاَنَّ هذَا صِرَاطِى مُسْتَقِيمًا { مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلاَمِ vesaire gibi hakikatler dimaðýma yerleþti. Elbette bu keyfiyet bana hacc-ý ekber, râh-ý saâdet, ömr-ü ebed, tayr-ý devlet, enfâl-i ganîmet sebebi olunca sürurumdan ne kadar kabarsam ve siz halâskâr ve hakîm-i derdime, ne kadar teþekkür ve izhar-ý mahmidet eylesem hakkým olmaz mý? Ýþte bu vesiledir ki, beni Kur'ân dellâlýna, Risale-i Nur müellifinin þâkirdliðine tahsis ve kabul ettirmek gibi, âzim lütuflarýna mazhar kýlan Rabb-ý Rahîmime karþý, dünyada kaldýðým ve imkân bulduðum (Sh: B-405) müddetçe kalemimi, hayatýmý bu uðurda istimal etmeye söz ve karar verdirdi. Fazlaca söz söylemeye salâhiyetim ve o mertebeye istihkakým olmadýðýndan, þimdilik kýsa kesiyorum. Hizmetiniz umumî ve müessir, âmâliniz muvaffak, himmetiniz âli ve daim, emeðiniz makbul, sa'yiniz meþkûr, hayatýnýz mes'ud, ömrünüz efzûn, sýhhatiniz mahfuz olsun. Sonsuz minnettarlýðýmýn kabulünü, mânevî himmet ve teveccühünüzün devamýný rica eder, nur ile meþgul, nurlu ellerinizi öperim, Efendimiz, Büyüðümüz. 15 Þubat 1359 Talebe Namzedi Sefil Yusuf Toprak 299 (Risale-i Nur'un istikbalde ehemmiyetli bir talebesi olan Ýhsan Sýrrý'nýn bir fýkrasýdýr.) بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ Vâkýf-ý esrâr-ý Sübhân, Ferîd-i Bediüzzaman, Esseyyid Saîdi'l-Kürdî Hazretleri! Huzûr-u sâmîsine, Esselâmü aleyküm ey mürþîd-i kâmil! Kemâl-i ta'zimle hâk-i pâyinize yüzlerimi sürmeme ve mübarek ellerinizi takbîl etmeme müsaadenizi yalvarýrým. Bendeniz, þu ilticanamemi zât-ý âlinize sunan Sarac Ahmed fakîrinizin oðluyum. Üstad-ý kaderin, ezelde levh-i kazâya çizdiði yazýlar hükmüyle mahkûm olmuþ, zavallý bir âvâreyim. Makam-ý Yûsuf'da tâli'in cilvelerini takdîr-i Ýlâhîye tam bir inkýyâd ile seyretmekte iken, babamdan aldýðým bir þefkatnamede zât-ý Mürþidanenizin muhabbet-i mânevîlerinin mübeþþiri olan selâmlarýnýzý tebliðiyle, viran gönlüm þâd ve bünyâd edildi. Þu mazlum ânýmý nurlandýran huzur-u mânevîniz müvacehesinde satýrlarým gibi kapkara yüzümü, seyyiat-ý mâzi ile a'mâl-i kabîhamýn niþanelerini gizlemeðe muktedir olamamakdan mütevellid hicabýmý setre kudret-yâb olamadým. (Sh: B-406) Yolunu þaþýrmýþ, Nur-u hakikatý görmekten mahrum, mâsiva-perestlere Risale-i Nur ile dest-gîr ve þefi' olduðunuzu yýllardan beri bildiðim için, kapýnýza boynumu uzatarak, hidayet yolcularýnýz meyanýnda yer alabilmek, amel-i hâlisanesiyle halka-i irþâdýnýza bütün ruhumla þitâb ediyorum. Ýrþâdât-ý âliyenize muhtaç bulunduðumu arzederken cür'etimin nazar-ý afvýnýza mazhar buyurulmasýna yalvarýr, kemâl-i ta'zimle mübarek ellerinizi takbil ve tevkîr ile kesb-i þeref ve cân eylerim, Büyük Mürþidim. Efendim Hazretleri. Bir gün zâlimlere dedirir Hazret-i Mevlâ, Tallâhi (lekad âserekâllahü aleynâ) Risale-i Nur þâkirdlerinden Ýhsan Sýrrý 300 Ýlâhî yâ Rabb!.. Sen Risale-i Nur'u ve Risale-i Nur Müellifi Üstadýmýz Said Nursî'yi ve Risale-i Nur talebe ve þâkirdlerini ve mensublarýný, muhafaza-i hýfzýnda ve kal'a-i Ýlâhiyen içinde muhafaza ve emîn eyle.. âmin.. ve hizmet-i Kur'ân ve îmanda sâbit ve daîm eyle.. âmin; ve bu kudsî hizmetlerinde, muvaffakýyetlerle yardým ve muâvenetler ihsân eyle.. âmin; ve Kur'ân-ý Mu'cizü'l-Beyân-ý Azîmüþþânýn sýrr-ý âzamýna, mârifetullah, muhabbetullah ve muhabbet-i Resûlullah sýrr-ý kudsîsine; ve "Hasbünallâhü ve ni'mel vekîl" sýrr-ý uzmâsýna; ve Rýzâullah ve rü'yet-i cemâlullah lûtf ve ihsanýna mazhar eyle, yâ Rabbel'-âlemin! **** Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge