EMRE Geschrieben 21. Dezember 2008 Teilen Geschrieben 21. Dezember 2008 Yirminci Lem'a Ýhlâs hakkýnda (Onyedinci Lem'anýn Onyedinci Notasýnýn yedi mes'elesinden, beþ noktadan ibaret olan ikinci mes'elesinin birinci noktasý iken, ehemmiyetine binaen Yirminci Lem'a oldu.) بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ اِنَّا اَنْزَلْنَا اِلْيْكَ الْكِتَابَ بِاْلحَقِّ فَاعْبُدِ اللّهَ مُخْلِصًا لَهُ الدِّينَ اَلاَ لِلّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ Âyetiyle ve هَلَكَ النَّاسُ اِلاَّ الْعَالِمُونَ وَهَلَكَ الْعَالِمُونَ اِلاَّ الْعَامِلُونَ وَهَلَكَ الْعَامِلُونَ اِلاَّ الْمُخْلِصُونَ وَالْمُخْلِصُونَ عَلَى خَطَرٍ عَظِيمٍ. -Ev kemâ kal- Hadîs-i þerifi, ikisi de ihlâs ne kadar Ýslâmiyette mühim bir esas olduðunu gösteriyorlar. Bu ihlâs mes'elesinin hadsiz nüktelerinden yalnýz "beþ nokta"yý muhtasaran beyan ederiz. BÝRÝNCÝ NOKTA: Mühim ve müdhiþ bir sual: Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hatta ehl-i dalâlet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde; ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ý diyânet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarikat, neden rekabetli ihtilâf ediyorlar? Ýttifak ehl-i vifâkýn hakký iken ve hilâf ehl-i nifâkýn lâzýmý iken, neden bu hak oraya geçti ve þu haksýzlýk þuraya geldi? Elcevap: Bu elîm ve fecî ve ehl-i hamiyeti aðlattýracak hâdise-i müdhiþenin pek çok esbâbýndan, yedi sebebini beyan edeceðiz. BÝRÝNCÝSÝ: Ehl-i hakkýn ihtilâfý hakikatsýzlýktan gelmediði gibi, ehl-i gafletin ittifaký dahi hakikatdarlýktan deðildir... Belki ehl-i dün _________________________________ Tenbih: Bu mübârek Isparta'nýn medâr-ý þükran bir hüsn-ü tâli'idir ki, ondaki ehl-i takva ve ehl-i tarîkat ve ehl-i ilmin -sair yerlere nisbeten- rekabetkârâne ihtilâflarý görünmüyor. Gerçi lâzým olan hakiki muhabbet ve ittifak yoksa da, zararlý muhâlefet ve rekabet de baþka yerlere nisbeten yoktur. sh: » (L:139) yanýn ve ehl-i siyasetin ve ehl-i mekteb gibi hayat-ý içtimaiyenin tabakatýna dair birer muayyen vazife ile ve has bir hizmet ile meþgul taifelerin, cemaatlerin ve cem'iyetlerin vazifeleri taayyün edip ayrýlmýþ. Ve o vezaif mukabilindeki alacaklarý maiþet noktasýndaki maddî ücret ve hubb-u câh ve þan ü þeref noktasýnda teveccüh-ü nâsdan alacaklarý (Hâþiye) mânevî ücret taayyün etmiþ, ayrýlmýþ. Müzahâme ve münakaþayý ve rekabeti intac edecek derecede bir iþtirak yok. Onun için, bunlar ne kadar fena bir meslekte de gitseler, birbiriyle ittifak edebilirler. Amma ehl-i din ve ashab-ý ilim ve erbab-ý tarikat ise, bunlarýn herbirisinin vazifesi umuma baktýðý gibi, muaccel ücretleri de teayyün ve tahassus etmediði.. ve herbirinin makam-ý içtimaîde ve teveccüh-ü nâsda ve hüsn-ü kabuldeki hissesi tahassus etmiyor. Bir makama çoklar namzed olur. Maddî ve mânevî herbir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan müzâhame ve rekabet tevellüd edip; vifâký nifâka, ittifaký ihtilâfa tebdil eder. Ýþte bu müdhiþ marazýn merhemi, ilâcý ihlâstýr. Yâni hakperestliði nefisperestliðe tercih etmekle ve hakkýn hatýrý, nefsin ve enâniyetin hatýrýna galib gelmekle اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللّهِ sýrrýna mazhar olup.. nâsdan gelen maddî ve mânevî ücretten istiðnâ etmekle (Hâþiye) وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلاَّ الْبَلاَغُ sýrrýna mazhar olup.. hüsn-ü kabul ve hüsn-ü te'sir ve teveccüh-ü nâsý kazanmak noktalarýnýn Cenab-ý Hakk'ýn vazifesi ve ihsaný olduðunu ve kendi vazifesi olan tebliðde dahil olmadýðýný ve lâzým da olmadýðýný ve onunla mükellef olmadýðýný bilmekle ihlâsa muvaffak olur. Yoksa ihlâsý kaçýrýr. _______________________________ (Hâþiye): Ýhtar: Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoþlanýlmaz. Hoþlansa ihlâsý kaybeder, riyaya girer. Þan ü þeref arzusiyle teveccüh-ü nâs ise; ücret ve mükâfat deðil, belki ihlâssýzlýk yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattýr. Evet amel-i salihin hayatý olan ihlâsýn zararýna teveccüh-ü nâs ve þan ü þeref, kabir kapýsýna kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz'iyeye mukabil, kabrin öbür tarafýnda azâb-ý kabir gibi nâhoþ bir þekil aldýðýndan; teveccüh-ü nâsý arzu etmek deðil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzýmdýr. Þöhretperestlerin ve þan ü þeref peþinde koþanlarýn kulaklarý çýnlasýn.(Hâþiye): Sahabelerin senâ-i Kur'aniyeye mazhar olan "îsar" hasletini kendine rehber etmek. Yâni: Hediye ve sadakanýn kabulünde baþkasýný kendine tercih etmek ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-ý maddiyeyi istemeden ve kalben talep etmeden, sýrf bir ihsân-ý Ýlâhî bilerek, nâsdan minnet almýyarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktýr. Çünki: Hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada bir þey istenilmemeli ki, ihlâs kaçmasýn. Çendan haklarý var ki, ümmet onlarýn maiþetlerini temin etsin. Hem zekâta da müstehaktýrlar. Fakat bu istenilmez, belki verilir. Verildiði vakitte, hizmetimin ücretidir denilmez. Mümkün olduðu kadar kanaatkârâne baþka ehil ve daha müstehak olanlarýn nefsini kendi nefsine tercih etmek, وَ يُؤْثِرُونَ عَلَى اََنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ sýrrýna mazhariyetle, bu müdhiþ tehlikeden kurtulup ihlâsý kazanabilir... sh: » (L:140) ÝKÝNCÝ SEBEB: Ehl-i dalâletin zilletindendir ittifaklarý... Ehl-i hidayetin izzetindendir ihtilâflarý. Yâni ehl-i gaflet olan ehl-i dünya ve ehl-i dalâlet, hak ve hakikata istinad etmedikleri için zaif ve zelildirler. Tezellül için, kuvvet almaya muhtaçtýrlar. Bu ihtiyaçtan, baþkasýnýn muavenet ve ittifakýna samimî yapýþýrlar. Hatta meslekleri dalâlet ise de, yine ittifaký muhafaza ederler. Âdeta o haksýzlýkta bir hakperestlik, o dalâlette bir ihlâs, o dinsizlikte dinsizdârane bir taassub ve o nifakta bir vifak yaparlar, muvaffak olurlar. Çünki samimî bir ihlâs, þerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet ihlâs ile kim ne isterse Allah verir. (Haþiye-1) Amma ehl-i hidayet ve diyânet; ve ehl-i ilim ve tarîkat, hak ve hakikata istinad ettikleri için ve herbiri bizzat tarik-ý hakta yalnýz Rabbisini düþünüp, tevfikýne itimad ederek gittiklerinden, manen o meslekten gelen izzetleri var. Zaaf hissettiði vakit; insanlarýn yerine Rabbisine müracaat eder, meded ondan ister. Meþreblerin ihtilâfýyla, zâhir meþrebine muhalif olana karþý muavenet ihtiyacýný tam hissetmiyor... Ýttifaka ihtiyacýný göremiyor. Belki hodgâmlýk ve enaniyet varsa, kendini haklý ve muhalifini haksýz tevehhüm ederek; ittifak ve muhabbet yerine, ihtilâf ve rekabet ortaya girer. Ýhlâsý kaçýrýr, vazifesi zîr ü zeber olur. Ýþte bu müdhiþ sebebin verdiði vahîm neticeleri görmemenin yegâne çaresi, "dokuz emirdir." 1 - Müsbet hareket etmektir ki; yâni: Kendi mesleðinin muhabbetiyle hareket etmek. Baþka mesleklerin adâveti ve baþkalarýnýn tenkisi, onun fikrine ve ilmine müdahâle etmesin; onlarla meþgul olmasýn. 2 - Belki daire-i Ýslâmiyet içinde hangi meþrebde olursa olsun, medâr-ý muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok râbýta-i vahdet bulunduðunu düþünüp ittifak ederek... 3 - Ve haklý her meslek sahibinin, baþkasýnýn mesleðine iliþmemek cihetinde hakký ise: "Mesleðim haktýr, yahud daha güzeldir." diyebilir. Yoksa baþkasýnýn mesleðinin haksýzlýðýný veya çirkinliðini îmâ eden, "Hak yalnýz benim mesleðimdir." veyahût "Güzel benim meþrebimdir." diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek. ____________________________________ (Hâþiye-1): Evet, مَنْ طَلَبَ وَ جَدَّ وَجَدَ bir düstur-u hakikattýr. Külliyeti geniþ ve geniþliði mesleðimize de þamil olabilir. sh: » (L:141) 4 - Ve ehl-i hakla ittifak, Tevfik-ý Ýlâhînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medârý olduðunu düþünmekle... 5 - Hem ehl-i dalâlet ve haksýzlýk -tesanüd sebebiyle- cemaat sûretindeki kuvvetli bir þahs-ý mânevînin dehasiyle hücumu zamanýnda; o þahs-ý mânevîye karþý, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin maðlup düþtüðünü anlayýp ehl-i hak tarafýndaki ittifak ile bir þahs-ý mânevî çýkarýp o müdhiþ þahs-ý mânevî-i dalâlete karþý, hakkaniyeti muhafaza ettirmek. 6 - Ve hakký, bâtýlýn savletinden kurtarmak için... 7 - Nefsini ve enaniyetini... 8 - Ve yanlýþ düþündüðü izzetini... 9 - Ve ehemmiyetsiz rekabetkârane hissiyatýný terketmekle ihlâsý kazanýr, vazifesini hakkiyle ifa eder. (Hâþiye) ÜÇÜNCÜ SEBEB: Ehl-i hakkýn ihtilâfý, himmetsizlikten ve aþaðýlýktan ve ehl-i dalâletin ittifaký, uluvv-ü himmetten deðildir. Belki ehl-i hidayetin ihtilâfý, uluvv-ü himmetin sû-i istîmâlinden ve ehl-i dalâletin ittifaký, himmetsizlikten gelen zaaf ve aczdendir. Ehl-i hidayeti, uluvv-ü himmetten sû-i istîmâle ve dolayýsiyle ihtilâfa ve rekabete sevkeden, âhiret nokta-i nazarýnda bir haslet-i memdûha sayýlan hýrs-ý sevab ve vazife-i uhreviyede kanaatsýzlýk cihetinden ileri geliyor. Yâni: "Bu sevabý ben kazanayým, bu insanlarý ben irþad edeyim, benim sözümü dinlesinler." diye, karþýsýndaki hakikî kardeþi ve cidden muhabbet ve muavenetine ve uhuvvetine ve yardýmýna muhtaç bir zata karþý rekabetkârâne vaziyet alýr. "Þâkirdlerim ne için onun yanýna gidiyorlar?.. Ne için onun kadar þâkirdlerim bulunmuyor." diye, enâniyeti oradan fýrsat bulup, mezmum bir haslet olan hubb-u câha temayül ettirir, ihlâsý kaçýrýr, riya kapýsýný açar. Ýþte bu hatanýn ve bu yaranýn ve bu müdhiþ maraz-ý ruhânînin ilâcý þudur ki: Cenab-ý Hakk'ýn rýzasý ihlâs ile kazanýlýr. Kesret-i etba' ile ve fazla muvaffakýyet ile deðildir. Çünki onlar Vazife-i Ýlâhiyyeye ait olduðu için istenilmez; belki bâzen verilir. Evet bazen bir tek kelime __________________________________ (Hâþiye): Hatta Hadîs-i Sahîhle, âhir zamanda Îsevîlerin hakiki dindarlarý ehl-i Kur'an ile ittifak edip, müþterek düþmanlarý olan zýndýkaya karþý dayanacaklarý gibi; þu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, deðil yalnýz dindaþý, meslekdaþý, kardeþi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanlarýn hakikî dindar ruhanîleri ile dahi, medâr-ý ihtilâf noktalarý muvakkaten medâr-ý münakaþa ve niza' etmiyerek müþterek düþmanlarý olan mütecâviz dinsizlere karþý ittifaka muhtaçdýrlar... sh: » (L:142) sebeb-i necat ve medâr-ý rýza olur. Kemmiyetin ehemmiyeti o kadar medâr-ý nazar olmamalý. Çünki bâzen bir tek adamýn irþadý, bin adamýn irþadý kadar Rýza-i Ýlâhîye medâr olur. Hem ihlâs ve hakperestlik ise, Müslümanlarýn nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine taraftar olmaktýr. Yoksa, "Benden ders alýp sevab kazandýrsýnlar." düþüncesi, nefsin ve enâniyetin bir hilesidir. Ey sevaba hýrslý ve a'mâl-i uhreviyeye kanaatsýz insan! Bâzý Peygamberler gelmiþler ki, mahdud birkaç kiþiden baþka ittiba edenler olmadýðý halde, yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almýþlar. Demek hüner, kesret-i etba' ile deðildir. Belki hüner, Rýza-yý Ýlâhîyi kazanmakladýr. Sen neci oluyorsun ki, böyle hýrs ile "Herkes beni dinlesin." diye vazifeni unutup, vazife-i Ýlâhiyeye karýþýyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafýna halký toplamak Cenab-ý Hakk'ýn vazifesidir. Vazifeni yap, Allah'ýn vazifesine karýþma. Hem hak ve hakikatý dinleyen ve söyleyene sevab kazandýranlar, yalnýz insanlar deðildir. Cenab-ý Hakk'ýn zîþuur mahluklarý ve ruhanîleri ve melâikeleri kâinatý doldurmuþ, her tarafý þenlendirmiþler. Madem çok sevab istersin, ihlâsý esas tut ve yalnýz Rýza-yý Ýlâhîyi düþün. Tâ ki senin aðzýndan çýkan mübarek kelimelerin havadaki efradlarý; ihlâs ile ve niyet-i sadýka ile hayatlansýn, canlansýn, hadsiz zîþuurun kulaklarýna gidip onlarý nurlandýrsýn, sana da sevab kazandýrsýn. Çünki, meselâ: Sen "Elhamdülillâh" dedin; bu kelâm, milyonlarla büyük küçük "Elhamdülillâh" kelimeleri, havada izn-i Ýlâhî ile yazýlýr. Nakkaþ-ý Hakîm abes ve israf yapmadýðý için, o kesretli mübarek kelimeleri dinliyecek kadar hadsiz kulaklarý halketmiþ. Eðer ihlâs ile, niyet-i sadýka ile o havadaki kelimeler hayatlansalar, lezzetli birer meyve gibi ruhanîlerin kulaklarýna girer. Eðer Rýza-yý Ýlâhî ve ihlâs o havadaki kelimelere hayat vermezse, dinlenilmez; sevab da yalnýz aðýzdaki kelimeye münhasýr kalýr. Seslerinin ziyade güzel olmadýðýndan, dinliyenlerin azlýðýndan sýkýlan hâfýzlarýn kulaklarý çýnlasýn!.. DÖRDÜNCÜ SEBEB: Ehl-i hidayetin rekabetkârane ihtilâfý, âkýbeti düþünmemekten ve kasr-ý nazardan olmadýðý gibi; ehl-i dalâletin samîmâne ittifaklarý, âkýbet-endiþlikten ve yüksek nazardan deðildir. Belki ehl-i hidayet; hak ve hakikatýn te'siriyle, nefsin kör hissiyatýna kapýlmayarak; kalbin ve aklýn dûr-endiþane temayülâtýna tâbî olmakla beraber, istikameti ve ihlâsý muhafaza edemediklerinden, o yüksek makamý muhafaza edemeyip ihtilâfa düþüyorlar. Ehl-i dalâlet ise: Nefsin ve hevânýn te'siriyle, kör ve âkýbeti görmiyen ve bir dirhem hazýr lezzeti bir batman ilerideki lezzete tercih eden hissiyatýn mukteziyatiyle, birbirine samimi olarak, muaccel bir menfaat ve hazýr bir lezzet için þiddetli ittifak edi sh: » (L:143) yorlar. Evet dünyevî ve hazýr lezzet ve menfaat etrafýnda aþaðý, kalbsiz nefisperestler samimî ittifak ve ittihad ediyorlar. Ehl-i hidayet, âhirete ait ve ileriye müteallik semerat-ý uhreviyeye ve kemalâta, kalb ve aklýn yüksek düsturlariyle müteveccih olduklarý için, esaslý bir istikamet ve tam bir ihlâs ve gâyet fedakârane bir ittihad ve ittifak olabilirken; enâniyetten tecerrüd edemedikleri için, ifrat ve tefrit yüzünden, ulvî bir menba-ý kuvvet olan ittifaký kaybedip, ihlâs da kýrýlýr... Ve vazife-i uhreviye de zedelenir... Kolayca Rýza-yý Ýlâhî de elde edilmez. Bu mühim marazýn merhemi ve ilâcý: "Elhubb-u fillâh" sýrriyle, tarîk-ý hakta gidenlere refakatla iftihar etmek ve arkalarýndan gitmek; ve imamlýk þerefini onlara býrakmak; ve o Hak yolunda kim olursa olsun kendinden daha iyi olduðunun ihtimaliyle enâniyetinden vazgeçip ihlâsý kazanmak ve ihlâs ile bir dirhem amel, ihlâssýz batmanlar ile amellere râcih olduðunu bilmekle ve tâbiiyeti dahi sebeb-i mes'uliyet ve hatarlý olan metbûiyete tercih etmekle o marazdan kurtulur ve ihlâsý kazanýr.. vazife-i uhreviyesini hakkiyle yapabilir. BEÞÝNCÝ SEBEB: Ehl-i hidayetin ihtilâfý ve adem-i ittifaký zaaflarýndan olmadýðý gibi; ehl-i dalâletin kuvvetli ittifaký da kuvvetlerinden deðildir. Belki ehl-i hidayetin ittifaksýzlýðý, îmân-ý kâmilden gelen nokta-i istinad ve nokta-i istinaddan neþ'et eden kuvvetten ileri geldiði gibi; ehl-i gaflet ve ehl-i dalâletin ittifaklarý, kalben nokta-i istinad bulmadýklarý itibariyle zaaf ve aczlerinden ileri gelmiþtir. Çünki: Zaifler ittifaka muhtaç olduklarý için, kuvvetli ittifak ederler. Kavîler ihtiyacý tam hissetmediklerinden, ittifaklarý zaîftir. Arslanlar, tilkiler gibi ittifaka muhtaç olmadýklarý için ferdî yaþýyorlar. Yabanî keçiler, kurdlardan muhafaza için, bir sürü teþkil ederler. Demek zaiflerin cem'iyeti ve þahs-ý mânevîsi kavî olduðu gibi, (Hâþiye) kavîlerin cem'iyeti ve þahs-ý mânevîsi ise zaiftir. Bu sýrra bir iþaret-i lâtife ve zarif bir nükte-i Kur'aniyedir ki ferman etmiþ: وَ قَالَ نِسْوَةٌ فِى الْمَدِينَةِ Müenneslerin cemaatine, iki katlý müennes olduðu halde, müzekker fiili olan قَالَ buyurmasý; hem قَالَتِ اْلاَعْرَابُ buyurmakla müzekkerlerin cemaatine, müennes fiili olan قَالَتِ tâbîriyle, lâtifane iþaret ediyor ki: Zaif ve halim ve yumuþak kadýnlarýn cem'iyeti kuvvetleþir, sertlik ve þiddet kesbedip bir nevi recûliyet kazanýr. Müzekker fiilini iktizâ ____________________________________ (Hâþiye): Avrupa komiteleri içinde en þiddetlisi ve en te'sirlisi ve bir cihette en kuvvetlisi, cins-i lâtif ve zaîf ve nâzik olan kadýnlarýn Amerika'daki Hukuk ve Hürriyet-i Nisvan Komitesi olduðu... Hem milletler içinde az ve zaif olan Ermenilerin komitesi, gösterdikleri kuvvetli fedakârane vaziyetle bu müddeâmýzý te'yid ediyor. sh: » (L:144) ettiðinden وَ قَالَ نِسْوَةٌ tabîriyle, gâyet güzel düþmüþ. Kavî erkekler ise, hususan bedevi a'râb olsa; kuvvetlerine güvendikleri için cem'iyetleri zaif olup hem ihtiyatkârlýk, hem yumuþaklýk vaziyetini aldýðýndan, bir nevi kadýnlýk hasiyeti takýndýklarý için, müennes fiilini iktiza ettiðinden قَالَتِ اْلاَعْرَابُ müennes fiiliyle tâbîri tam yerindedir. Evet ehl-i hak gâyet kuvvetli bir nokta-i istinad olan Îmân-ý Billâhdan gelen tevekkül ve teslim ile, baþkalara arz-ý ihtiyaç edip, muavenet ve yardýmlarýný istemez. Ýstese de gâyet fedakârane yapýþmaz. Ehl-i dünya, dünya iþlerinde hakikî nokta-i istinadlarýndan gaflet ettiklerinden, zaaf ve acze düþüp, þiddetli bir surette yardýmcýlara ihtiyacýný hisseder; samîmâne, belki fedakârane ittifak ederler. Ýþte ehl-i hak, ittifaktaki hak kuvvetini düþünmediklerinden ve aramadýklarýndan, haksýz ve muzýr bir netice olan ihtilâfa düþerler. Haksýz ehl-i dalâlet ise; ittifaktaki kuvveti, aczleri vasýtasiyle hissettiklerinden, gâyet mühim bir vesile-i makasýd olan ittifaký elde etmiþler. Ýþte ehl-i hakkýn bu haksýz ihtilâf marazýnýn merhemi ve ilâcý: وَلاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ Âyetindeki þiddetli nehy-i Ýlahî, وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى Âyetinde hayat-ý içtimaiyece gâyet hikmetli emr-i Ýlahîyi düstur-u hareket etmek. Ve ihtilâfýn Ýslâmiyete ne derece zararlý olduðunu ve ehl-i dalâletin ehl-i hakka galebesini ne derece teshil ettiðini düþünüp, kemal-i zaaf ve acz ile, o ehl-i hakkýn kafilesine fedakârane, samîmane iltihak etmektir; þahsiyetini unutmakla riya ve tasannudan kurtulup, ihlâsý elde etmektir... ALTINCI SEBEB: Ehl-i hakkýn ihtilâfý nâmerdliklerinden, himmetsizliklerinden, hamiyetsizliklerinden olmadýðý gibi; gafletli ehl-i dünyanýn ve ehl-i dalâletin, hayat-ý dünyeviyeye ait iþlerde samîmane ittifaklarý dahi merdlikten, hamiyetten, himmetten deðildir. Belki, ehl-i hakkýn ekseriyetle âhirete ait olan faideleri düþünmekle, o ehemmiyetli ve kesretli mes'elelere hamiyeti, himmeti, merdliði inkýsam eder. Hakikî sermaye olan vaktini bir mes'eleye sarfetmediði için, meslekdaþlariyle ittifaký muhkemleþmiyor. Çünki mes'eleler çok, daire dahi geniþtir. Gafletli ehl-i dünya ise, yalnýz hayat-ý dünyeviyeyi düþündüklerinden, bütün hissiyatiyle ve ruh u kalbiyle þiddetli bir surette hayat-ý dünyeviyeye ait mes'elelere sarýlýr. Ve o mes'elede ona yardým edene kuvvetli yapýþýr. Ve hakikat nokta-i nazarýnda beþ paraya deðmeyen ve ehl-i hak ona on para kýymet vermiyen mes'elelere, divane olmuþ elmasçý bir yahudinin beþ para sh: » (L:145) lýk cam parçasýna beþ lira fiat verdiði gibi, beþyüz lira kýymetindeki vaktini o mes'eleye hasreder. Elbette bu kadar fiat verip ve þiddetli hissiyat ile sarýlmak, bâtýl yolunda dahi olsa samimî bir ihlâs olduðundan, o mes'elede muvaffak olur ve ehl-i hakka galebe eder. Bu galebe neticesinde ehl-i hak zillete ve mahkûmiyete ve tasannua ve riyaya düþüp, ihlâsý kaybeder. O nâmerd, himmetsiz, hamiyetsiz bir kýsým ehl-i dünyaya dalkavukluk etmeðe mecbur olur. Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i þeriat ve ehl-i hakikat ve ehl-i tarîkat! Bu müdhiþ maraz-ý ihtilâfa karþý birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiðerinizin ayýbýna karþý gözünüzü yumunuz! وَاِذَا مَرّوُا بِاللَّغْوِ مَرّوُا كِرَامًا edeb-i Furkanî ile edebleniniz! Ve hâricî düþmanýn hücumunda dâhilî münâkaþatý terketmek ve ehl-i hakký sukuttan ve zilletten kurtarmayý en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer Âyât ve Ehâdis-i Nebeviyenin þiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapýp; bütün hissiyatýnýzla ehl-i dünyadan daha þiddetli bir surette meslekdaþlarýnýzla ve dindaþlarýnýzla ittifak ediniz.. yâni, ihtilâfa düþmeyiniz. Böyle küçük mes'eleler için kýymetdar vaktimi sarfetmekten ise, o çok kýymetli vaktimi zikir ve fikir gibi kýymetdar þeylere sarfedeceðim deyip çekilerek, ittifaký zaîfleþtirmeyiniz. Çünki bu mânevî cihadda küçük mes'ele zannettiðiniz, çok büyük olabilir. Bir neferin, bir saatte mühim ve hususî þerait dahilindeki nöbeti bir sene ibadet hükmüne bazen geçmesi gibi; bu ehl-i hakkýn maðlubiyeti zamanýnda, mânevî mücâhede mesailinde, küçük bir mes'eleye sarfolunan senin kýymetdar bir günün, o neferin o saati gibi bin derece kýymet alabilir, bir günün bin gün olabilir. Madem livechillâhtýr; o iþin küçüðüne büyüðüne, kýymetli ve kýymetsizliðine bakýlmaz. Ýhlâs ve Rýza-yý Ýlâhî yolunda zerre, yýldýz gibi olur. Vesîlenin mâhiyetine bakýlmaz, neticesine bakýlýr. Mâdem neticesi Rýza-yý Ýlâhîdir ve mâyesi ihlâstýr; o küçük deðildir, büyüktür. YEDÝNCÝ SEBEB: Ehl-i hak ve hakikatýn ihtilâf ve rekabetleri, kýskançlýktan ve hýrs-ý dünyadan gelmediði gibi; ehl-i dünyanýn ve ehl-i gafletin ittifaklarý dahi, civanmerdlikten ve uluvv-ü cenabtan deðildir. Belki ehl-i hakikat, hakikattan gelen uluvv-ü cenab ve uluvv-ü himmet ve tarîk-ý hakda memduh olan müsabakayý tam muhafaza edemediklerinden ve nâehillerin girmesi yüzünden bir derece sû-i istimâl ettiklerinden; rekabetkârane ihtilâfa düþüp hem kendine, hem cemaat-ý Ýslâmiyeye ehemmiyetli zarar olmuþ. Ehl-i gaflet ve ehl-i dalâlet ise, meftun olduklarý menfaatlerini kaçýrmamak ve menfaat için perestiþ ettikleri reislerini sh: » (L:146) ve arkadaþlarýný küstürmemek için, zilletlerinden ve nâmerdliklerinden, hamiyetsizliklerinden; mutlak arkadaþlariyle, hatta denî ve hâin ve muzýr olsalar dahi, hâlisâne ittihad.. hem menfaat etrafýnda toplanan ne þekilde olursa olsun þerikleriyle samîmane ittifak ederler. Samimiyet neticesi olarak istifade ederler. Ýþte ey musîbetzede ve ihtilâfa düþmüþ ehl-i hak ve eshâb-ý hakîkat! Bu musîbet zamanýnda ihlâsý kaçýrdýðýnýzdan ve Rýza-yý Ýlâhîyi münhasýran gaye-i maksad yapmadýðýnýzdan, ehl-i hakkýn bu zillet ve maðlubiyetine sebebiyet verdiniz. Umûr-u dîniye ve uhreviyede rekabet, gýbta, hased ve kýskançlýk olmamalý. Ve hakikat nokta-i nazarýnda olamaz. Çünki kýskançlýk ve hasedin sebebi; bir tek þeye çok eller uzanmasýndan ve bir tek makama çok gözler dikilmesinden ve bir tek ekmeði çok mîdeler istemesinden müzâhame, münakaþa, müsâbaka sebebiyle gýbtaya, sonra kýskançlýða düþerler. Dünyada bir þey-i vâhide çoklar tâlip olduðundan ve dünya dar ve muvakkat olmasý sebebiyle insanýn hadsiz arzularýný tatmin edemediði için, rekabete düþüyorlar. Fakat, âhirette tek bir adama beþyüz sene (Hâþiye) mesafelik bir Cennet ihsan edilmesi.. ve yetmiþ bin kasýr ve huriler verilmesi.. ve ehl-i Cennet'ten herkes kendi hissesinden kemal-i rýza ile memnun olmasý iþaretiyle gösteriliyor ki, âhirette medâr-ý _______________________________ (Hâþiye): Mühim bir taraftan ehemmiyetli bir sual: Rivayette gelmiþ ki; Cennet'te bir adama beþyüz senelik bir Cennet verilir. Bu hakikat akl-ý dünyevînin havsalasýnda nasýl yerleþir? Elcevap: Nasýlki bu dünyada herkesin dünya kadar hususî ve muvakkat bir dünyasý var. Ve o dünyanýn direði onun hayatýdýr. Ve zâhirî ve bâtýnî duygulariyle o dünyasýndan istifade eder. Güneþ bir lâmbam, yýldýzlar mumlarýmdýr der. Baþka mahlûkat ve zîruhlar bulunmalarý, o adamýn mâlikiyetine mani olmadýklarý gibi, bilâkis onun hususî dünyasýný þenlendiriyorlar, zîynetlendiriyorlar. Aynen öyle de, fakat binler derece yüksek, herbir mü'min için binler kasýr ve hurileri ihtivâ eden has bahçesinden baþka, umumî Cennet'ten beþyüz sene geniþliðinde birer hususî Cennet'i vardýr. Derecesi nisbetinde inkiþaf eden hissiyatiyle, duygulariyle Cennet'e ve ebediyete lâyýk bir surette istifade eder. Baþkalarýn iþtiraki onun mâlikiyetine ve istifadesine noksan vermedikleri gibi, kuvvet verirler. Ve hususî ve geniþ Cennetini zîynetlendiriyorlar. Evet, bu dünyada bir adam, bir saatlik bir bahçeden ve bir günlük bir seyrangâhtan ve bir aylýk bir memleketten ve bir senelik bir mesiregâhta seyahatýndan; aðziyle, kulaðiyle, gözüyle, zevkiyle, zaikasiyle, sair duygulariyle istifade ettiði gibi; aynen öyle de, fakat bir saatlik bir bahçeden ancak istifade eden bu fâni memleketteki kuvve-i þâmme ve kuvve-i zâika, o bâkî memlekette bir senelik bahçeden ayný istifadeyi eder. Ve burada bir senelik mesiregâhtan ancak istifade edebilen bir kuvve-i bâsýra ve kuvve-i sâmia orada beþyüz senelik mesiregâhýndaki seyahattan; o haþmetli, baþtan baþa zîynetli memlekete lâyýk bir tarzda istifade eder. Her mü'min derecesine ve dünyada kazandýðý sevablar, haseneler nisbetinde inbisat ve inkiþaf eden duygulariyle zevk alýr, telezzüz eder, müstefid olur. sh: » (L:147) rekabet birþey yoktur ve rekabet de olamaz. Öyle ise, âhirete ait olan a’mâl-i sâlihada dahi rekabet olamaz; kýskançlýk yeri deðildir. Kýskançlýk eden ya riyakârdýr, a'mâl-i sâliha suretiyle dünyevî neticeleri arýyor.. veyahud sâdýk câhildir ki, a'mâl-i sâliha nereye baktýðýný bilmiyor ve a’mâl-i sâlihanýn ruhu, esasý ihlâs olduðunu derketmiyor. Rekabet suretiyle Evliyaullaha karþý bir nevi adâvet taþýmakla, vüs'at-ý Rahmet-i Ýlâhiyyeyi ittiham ediyor. Bu hakikatý te'yid eden bir vâkýa: Eski arkadaþlarýmýzdan bir adamýn, bir adama karþý adâveti vardý. O adamýn yanýnda senakârane onun düþmaný amel-i sâlihle, hatta velâyetle tavsif edildi. O adam kýskanmadý, sýkýlmadý. Sonra birisi dedi: "Senin o düþmanýn cesurdur, kuvvetlidir." Baktýk ki o adamda þiddetli bir kýskançlýk ve bir rekabet damarý uyandý. Ona dedik: "Velâyet ve salâhat hadsiz bir hayat-ý ebediyenin pýrlantasý gibi bir kuvvet ve bir yüksekliktir. Sen buna bu cihette kýskanmadýn. Dünyevî kuvvet öküzde ve cesaret canavarda dahi bulunmakla beraber, velâyet ve salâhata nisbeten; bir âdi cam parçasýnýn elmasa nisbeti gibidir." O adam dedi ki: "Bir noktaya, bir makama ikimiz bu dünyada gözümüzü dikmiþiz. Oraya çýkmak için basamaklarýmýz da kuvvet ve cesaret gibi þeylerdir. Onun için kýskandým. Âhiret makâmatý hadsizdir. O burada benim düþmaným iken, orada benim samimi ve sevgili kardeþim olabilir." Ey ehl-i hakikat ve tarikat! Hakka hizmet, büyük ve aðýr bir defineyi taþýmak ve muhafaza etmek gibidir. O defineyi omuzunda taþýyanlara ne kadar kuvvetli eller yardýma koþsalar daha ziyade sevinir, memnun olurlar. Kýskanmak þöyle dursun, gâyet samimî bir muhabbetle o gelenlerin kendilerinden daha ziyade olan kuvvetlerini ve daha ziyade tesirlerini ve yardýmlarýný müftehirane alkýþlamak lâzým gelirken, nedendir ki rekabetkârane o hakikî kardeþlere ve fedakâr yardýmcýlara bakýlýyor ve o hal ile ihlâs kaçýyor. Vazifenizde müttehem olup, ehl-i dalâletin nazarýnda, sizden ve sizin mesleðinizden yüz derece aþaðý olan, din ile dünyayý kazanmak ve ilm-i hakikatla maiþeti temin etmek, tama' ve hýrs yolunda rekabet etmek gibi müdhiþ ittihamlara maruz kalýyorsunuz. Bu marazýn çare-i yegânesi: Nefsini ittiham etmek ve nefsine deðil, daima karþýsýndaki meslekdaþýna tarafdar olmak... Fenn-i Âdâb ve Ýlm-i Münazara'nýn ulemasý mâbeynindeki hakperestlik ve insaf düsturu olan þu: "Eðer bir mes'elenin münazarasýnda kendi sözünün haklý çýktýðýna tarafdar olup ve kendi haklý çýktýðýna sevinse ve hasmýnýn haksýz ve yanlýþ olduðuna memnun olsa, insafsýzdýr." Hem zarar eder. Çünki haklý çýktýðý vakit o münazarada bilmediði bir þeyi öðrenmiyor, belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eðer hak hasmýnýn elinde çýksa; zararsýz, bilmediði bir mes'eleyi öðrenip, menfaatdar olur, nefsin gururundan kurtulur. Demek insaflý sh: » (L:148) hakperest, hakkýn hatýrý için nefsin hatýrýný kýrýyor. Hasmýnýn elinde hakký görse, yine rýza ile kabul edip, tarafdar çýkar, memnun olur. Ýþte bu düsturu ehl-i din, ehl-i hakikat, ehl-i tarîkat, ehl-i ilim kendilerine rehber ittihaz etseler, ihlâsý kazanýrlar. Ve vazife-i uhreviyelerinde muvaffak olurlar. Ve bu feci sukut ve musîbet-i hâzýradan Rahmet-i Ýlâhiyye ile kurtulurlar. سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge