Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Avrupa ve Amerikan üniversitelerinde Türk ve İslam kürsüleri (4)

 

 

2.2.1 Almanya’dan bazı örnekler

Bu ülkeden üç misal zikredeceğiz.

2.2.1.1 Münchester Üniversitesi’ndeki İslam Bölümü ve Yapılan Tahribat

Almanya Müslümanları Koordinasyon Konseyi (KRM) üyelerinin Münster Üniversitesi’ne bağlı “Din Araştırmaları Merkezi (CRS)” ile çalışmalarını başlattığı dönemlerde yaptıkları en büyük hata, her söylediğiyle tartışma yaratan Profesör Muhammad Sven Kalisch gibi bir ilim adamının bu kürsünün başına getirilmesiydi. Nihayet Almanya Müslümanları Koordinasyon Konseyi (KRM)’nin durdurma kararı almasının ardından, Münster Üniversitesi’nin İslam Bilimi kürsüsünde personel değişikliğine gidildi. “Die Welt”in haberine göre Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Bilim Bakanı, her söylediğiyle tartışma yaratan Profesör Muhammad Sven Kalisch’in artık Alman okullarında İslam dersi veremeyeceğini açıkladı.

Muhammed Kaliş öylesine tahribat yaptı ki, Hz. Peygamber’in asla vakıada yaşamadığını ve tamamen hayali bir şahsiyet olduğunu ileri sürecek kadar ileri gitti. Müslümanlar Kurumunun tayinde gösterdikleri basiretsizlik, konuyu içinden çıkılmaz hale getirdi. Yıllarca süren tahribatlardan sonra Münster Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ursula Nelles, Mouhanad Khorchide’yi İslam Din Pedagojisi Profesörü olarak atadı. Daha önce Viyana’da görev yapan 38 yaşındaki İslam Bilimci ve Sosyolog Khorchide, 2010 yılı Nisan ayında yine Münster Üniversitesi’ne bağlı “Din Araştırmaları Merkezi”nde profesör vekili olarak görev almıştı.

2.2.1.2 Frankfurt Üniversitesi’ndeki İslam Kürsüsü ve Diyanet’teki Bazı Kadroların Yaptığı Tahribat

Diyanet İşleri Başkanlığı ile Frankfurt Goethe Üniversitesi arasında “İslam Dini Vakıf Sözleşmesi” imzalandı. Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi Rektörü Rudolf Steinberg ve Diyanet İşleri Başkanlığı Daire Başkanı Doçent Dr. Ali Dere arasında 08.03.2005 tarihinde imzalanan antlaşma üzerine Steinberg şunları söyledi: “Goethe Üniversitesi’nde din biliminin öğretilmesi geleneği sürdürülmüş oluyor.” Bu antlaşmadan sonra 2005 yılı yaz dönemi itibariyle İslam din bilimi bölümü Frankfurt’ta okunabilecek.

Bu alanda ders verecek Profesörlerin Protestan İlahiyat Fakültesi’ne bağlı olacakları bildirildi. İslam Din Bilimi eğitim programının, İslam’la ilgili bütün alanlarda konuları sistematik, tarihsel, fenomenolojik ve kaynaklara dayalı olarak ele alacağı ve İslam’ın Avrupa bağlamında gelişmesine ve dinler arası diyaloğun İslami temellerine özel bir önem vereceği ifade edildi. İlgi odaklarından birini ise, İslami geleneğin Avrupa ve Almanya’da şekillenen Hıristiyan ve Yahudi gelenekleri ile fikir ve bilgi alış verişinin oluşturacağı ifade edildi. Bu nedenle bu bölümü okumak isteyen öğrenciler Yahudi-Hristiyan Din Bilimi bölümünü de esas alan veya yan alan olarak kombine etmek durumundalar.

Buraya kadar her şey güzel; ama ya bundan sonra? İşte burası karışık. Türkiye’de reformcu İslam ekolünden gelen Prof. Ömer Özsoy’un, Frankfurt Üniversitesi Protestan Teoloji Kürsüsü’nde, finansmanı dışarıdan sağlanan bir kadroda bulunması, ve sonradan Kur’an ve İslamiyet ile alakalı saçma sapan izahlara başlaması, Diyanet’in nasıl böyle bir tayini yaptığı konusunda soru işaretleri taşıyor. Şu cümleler meseleyi izaha yetiyor: "Müslümanlar’ın başından beri Kuran'ı tarihi ve şifahi bir belge olarak gördüğünden ve algıladığından yola çıkıyorum" diyen Özsoy, şunları ekliyor: "Başka türlü olması da olanaksız görülüyor, çünkü ilk Müslümanlar, yani Kuran'ın hitap ettiği ilk insanlar, Kuran'ı böyle yaşadılar; Peygamber'in yoldaşları olarak vahiylerin inmesini O'nunla birlikte yaşadılar. Vahiy, Mekke ve Medine devresi ayetlerini inceleyen bilim dallarını da, birinci ve ikinci kuşağa borçluyuz.

Konuya girmeden önce İslam anlayışında "kutsal metin" ve "Allah kelamı" hakkında şunları belirtmek isterim: İslam anlayışında tartışmasız tek kutsal, uluhiyettir. Ancak Kur'an'ın Allah kelamı mı, yoksa Allah kelamının yansıması mı olduğu son derece tartışmalı olduğundan Kur'an'ı kutsal kitap olarak nitelendirmek daima sorunludur."

Yukarıdaki paragraflar, Prof. Dr. Ömer Özsoy'un Almanya'nın Frankfurt şehrinde 2008 Haziran'ında düzenlenen bir sempozyumda sunduğu tebliğde geçiyor. Özsoy, Ankara İlahiyat'ta görev yaparken 2006 yılında şimdiki Diyanet yönetimi tarafından Frankfurt Üniversitesi'ne bağlı İslam Dini Vakıf Profesörlüğü'ne atanmış. Liberal Frankfurt Üniversitesi'nin mezhepler üstü geleneğini sürdüreceği belirtilen bu kurum, 2003 yılında Frankfurt Üniversitesi ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan bir protokol doğrultusunda Almanya'da İslam Din Dersi Öğretmenliği, İmamlık... gibi görevleri deruhte edecek gençlerin eğitilmesi/yetiştirilmesi amacıyla oluşturulmuş. Türkiye Diyanet Vakfı tarafından finanse edilen bu kuruma bağlı İslam Din Bilimi bölümünde halen 100 civarında Müslüman öğrenci eğitim alıyor. Diyanet’teki bazı şahısların, Rotterdam İslam Üniversitesi gündeme gelince nasıl kıvırttıklarını ve ama sözkonusu tarihsellik olunca neler yaptıklarını ortaya koyan acı bir sahne. Bu dediklerimizin iftira olmadığını söyleyebilirim. Önceleri ben de inanamadım. İsterseniz bakınız: Sempozyum hakkında özet bir değerlendirme için bkz. http://www.tumgazeteler.com /?a=3925522; http://tr.qantara.de/w ebcom/show_article.php/_c-674/ _nr-226/i.html (Bu siteyi Alman Dışişleri Bakanlığı'nın finanse ettiği biliniyor); http://tr.qantara.de/webcom/ show_article.php/ _c-678/_nr-14/i.html

Kısmetse kaldığımız yerden devam edeceğiz…

 

Ahmet Akgündüz, 08.10.2010

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Yolsuzluğu araştıran müfettişlere sürgün

Diyanet İşleri Başkanlığı Dış İlişkiler Dairesi Başkanı Ali Dere'nin, bir şube çalışanıyla ilgili şikâyetini inceleyen kurum müfettişinin, Dere ve bağlı bulunduğu Başkan Yardımcısı Görmez'in yolsuzluğunu tespit ettiği ileri sürüldü. Ancak dosyanın başka müfettişlere verilerek sümenaltı edildiği iddia edildi.

 

İSTİHBARAT SERVİSİ / İSTANBUL

 

Diyanet İşleri Başkanlığı Dış İlişkiler Dairesi Başkanı Ali Dere'nin, bir şube çalışanıyla ilgili şikâyetini inceleyen kurum müfettişinin, Dere ve bağlı bulunduğu Başkan Yardımcısı Mehmet Görmez'in yolsuzluğunu tespit ettiği iddia edildi. Ancak dosyanın başka bir müfettişe verilerek sümenaltı edildiği ileri sürüldü. 2009'da başlayan ve 2010'da tamamlanan Dış İlişkiler Dairesi Şube Müdürü İsmail Akkurt'un performansıyla ilgili incelemeyle ortaya çıkarıldığı ileri sürülen yolsuzluğun üstünün örtülmesiyle ilgili iddialar şöyle:

 

MÜFETTİŞLERE BAŞKA GÖREV

 

Ali Demir, Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı Yurtdışı Eğitim ve Rehberlik Şubesi Müdürü İsmail Akkurt'u 'iş takip ve geliştirme, ruh ve heyecanın bulunmadığı, pek çok işi hatırlatmadan yapmadığı, kendisine anlatılan konuyu hatırlama ve aktarma yönünden zayıf olduğu' iddialarıyla Personel Başkanlığı'na şikayet etti. Diyanet Teftiş kurulu Başkanlığı ise önce Başmüfettiş Mithat Bilgin ve Müfettiş Yardımcısı Yusuf Şener'i görevlendirdi. İddiaları inceleyen ve Akkurt'un savunmasını alan müfettişlerin, Demir ve bağlı bulundu Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Görmez'le ilgili yolsuzlukları tespit ettiği iddia edildi. Bilgin ve Şener'in tespitleri rahatsızlığa neden olunca, raporlarını yazmadan başka görevlere verildiği iddia edildi. Bilgin, Edirne İl Müftülüğü'nün teftişine, Şener ise hac organizasyonunda görevlendirildi.

 

ŞİKAYETÇİ HAKSIZ ÇIKTI

 

Dosya kendisine yükselme vaadinde bulunulduğu ileri sürülen Başmüfettiş Dursun Aygün'e verildi. Teftiş Kurulu'nun önceki müfettişleri yeni görevleri nedeniyle acil olarak değiştirmesine rağmen iddiaya göre Aygün de yurt dışına umre organizasyonu denetimi için yurtdışında görevlendirildi. Daha sonra ise 3 Haziran 2009'da açılan dosya başka bir başmüfettişe verildi. Yapılan incelemede, Akkurt ile ilgili tüm iddialarının delilden yoksun olduğu sonucuna varıldı. 6 Mayıs 2010 tarihli raporda iddialarla ilgili şubedeki tanıkların bilgisine başvurulduğu, Akkurt'un ifadesinin alındığı belirtilerek "İddiaları kanıtlayacak delillerin bulunmadı, ancak Demir'in Akkurt'tan sürekli şikayetçi olması nedeniyle çalışma ortamının kalmadığı" sonucuna varıldı. Raporda Akkurt'un görev yerinin değiştirilmesini Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yeniden ele alması tavsiye edildi.

 

İddialar yurtdışı görevlendirmeyle ilgili

 

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Görmez ve kendisine bağlı bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı Dış İlişkiler Daire Başkanı Ali Dere'nin, kurumun Avrupa'daki Müslümanlara yönelik faaliyetlerinde yolsuzluk yaptığı ve açılacak okulların 'ılımlı İslam' projesi kapsamında faaliyette bulunması için girişimlerde bulunduğu ileri sürüldü. Dış İlişkiler Dairesi Şube Başkanı İsmail Akkurt için görevlendirilen müfettişlerin Diyanet'in yurtdışındaki camilere kadrosuzluk bahanesiyle imam göndermek için iki görevlinin usulsuz şekilde 2 milyon euro yardım topladığını tespit ettiği iddia edildi. Kadro sıkıntısı olmadığı halde toplanan paraların istenilen kişileri din hizmeti adı adlında yurtdışına göndermek için kullanıldığı iddia edildi. Başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde 'ılımlı İslam' oluşturma amacıyla açıldığı ileri sürülen İslam ilahiyatı kürsüleri, enstitüler ve okullara Diyanet'in bakış açısını dairenin yönlendirdiği de belirtildi.

 

Almanya'da uygulamaya konan, 'ılımlı' ya da 'libaral İslam' projesinin Diyanet içindeki yapı tarafından uzun yıllardır desteklendiği iddia edildi.

 

Bu kapsamda Görmez'in yakın dostu olduğu ileri sürülen Prof. Dr. Ömer Özsoy'un Diyanet tarafından Frankfurt Üniversitesi Proteston Teoloji Kürsüsü'nde Dekan mahiyetinde görevlendirilmesi örnek gösteriliyor. Özsoy'un maaşının diyanet Vakfı tarafından ödendiği, uygulamanın kurum içinde bir ilk olduğu ve tepkiyle karşılandığı kaydedildi.

 

YAYIN TARİHİ: 15.10.2010

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Prof. Dr. Ömer Özsoy, hakkındaki iddiaları tümüyle yalanlıyor.

 

PROF. DR. ÖMER ÖZSOY'UN AÇIKLAMASI

 

İddialar tümüyle yalandır

 

Bir gazetede ve oradan iktibasla bazı internet sitelerinde yayınlanan, “Diyanette Yolsuzluğu Ortaya Çıkaran Müfettişe Sürgün“ başlıklı haberde şahsımla ilgili olarak, Almanya’da uygulanmaya konan ‘ılımlı’ ya da ‘liberal İslam’ projesini destekleme kapsamında Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Sayın Prof. Dr. Mehmet Görmez’le yakın dostluğuma binaen Diyanet tarafından Frankfurt Üniversitesi Proteston Teoloji Kürsüsü’nde Dekan mahiyetinde görevlendirildiğim ve maaşımın diyanet Vakfı tarafından ödendiği, uygulamanın kurum içinde bir ilk olduğu ve tepkiyle karşılandığı iddialarına yer verilmektedir.

 

 

Bu iddiaların tamamı hilaf-ı hakikattir. Şöyle ki:

 

1. Frankfurt Üniversitesi’ndeki İslam Vakıf Kürsüsü yeni bir uygulama değildir. 2002 yılında Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın imzaladığı bir vakıf senediyle Frankfurt Goethe Üniversitesi Protestan İlahiyat Fakültesi Dinbilimleri Kürsüsü’ne bağlı bir İslam Dini Bölümü olarak kurulmuştur.

 

2. Benim atamam bir ilk değildir. 2002 yılında kurulan İslam Dini Bölümü’nde 2003-2005 yılları arasında Prof. Dr. Mehmet Emin Köktaş, 2005-2007 yılları arasında Doç. Dr. Tahsin Görgün görev yapmıştır ve halen 2007’de göreve başlayan Prof. Dr. Abdullah Takım bu görevi sürdürmektedir.

 

3. Frankfurt Üniversitesi’ne görevlendirilmem Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından değil, Frankfurt Goethe Üniversitesi tarafından yapılmıştır. Üniversite tarafından oluşturulan atama komisyonunda DİB temsil edilmediği gibi, DİB’nın yapılan atamalarla ilgili veto yetkisi de yoktur. Dolayısıyla benim atanmamda DİB’nın veya iddia edildiği gibi Sayın Mehmet Görmez’in herhangi bir dahli söz konusu olmamıştır.

 

4. Burada yaptığım görev Frankfurt Üniversitesi Proteston Teoloji Kürsüsü’nde Dekanlık değildir. Atamamın gerçekleştiği 2006 yılında, söz konusu fakültenin Dinbilimleri Kürsüsü’ne bağlı İslam Dini Bölümü Başkanı olarak atandım ve şu anda, 2009 yılında Diller ve Kültürler Fakültesi’ne bağlı olarak kurduğumuz İslam Dini ve Kültürü Araştırmaları Enstitüsü’nde Direktör olarak görev yapıyorum. Dolayısıyla, 2009 yılından beri Protestan İlahiyat Fakültesi ile kurumsal bir ilişkim söz konusu değildir. Tam aksine, Bölümün enstitüye dönüşmesi ve Protestan İlahiyat Fakültesi’nden ayrılması benim görev dönemimde gerçekleşmiştir.

 

5. Ne benim ne de Enstitü çalışanlarının maaşları Diyanet Vakfı tarafından ödenmektedir. Bütün Enstitü çalışanları gibi, bendeniz de maaşımı Frankfurt Goethe Ünivetsitesi’nden alıyorum. Bununla birlikte, DİB’nın Enstitümüzün eğitim-öğretim faaliyetlerini desteklemek üzere Üniversite’ye verdiği finans desteğini son derece isabetli bir uygulama olarak görüyorum. Almanya’da İslam İlahiyatı’nın İslami İlimler geleneğine ve Almanya şartlarına uygun şekilde oluşmasına Türkiye’nin bir katkısı olarak gördüğüm bu proje kapsamında görev yapmaktan onur duyuyorum.

 

6. Almanya’da yaptığım görevin ‘ılımlı’ veya ‘liberal İslam’ projesi kapsamında değerlendirilmesi, DİB’na ve şahsıma yönelik temelsiz bir ithamdan ibarettir. Tabii ki DİB adına bir açıklama yapamam; ancak, kamuoyunun bilgisine arz etmek isterim ki, DİB’nın Almanya’da izlediği din eğitimi ve din hizmetleri politikası, Alman siyaseti, Alman kamuoyu ve Almanya’daki Müslümanlar tarafından tam aksine bu tür politikaların ve özellikle Avro-İslam politikasının önünde bir engel olarak değerlendirilmektedir. Şahsımla ilgili ithama gelince, bendeniz bilimin, hele de İlahiyat gibi hassas bir disiplinin herhangi bir devlet politikasına araç edilmesine tamamen karşıyım. Gerek Türkiye’de iken gerekse Almanya’da yaptığım yayınlar, faaliyetler, Türkiye’nin pek çok namuslu aydını ve bizzat gazetenizin bazı yazarları bunun tanığıdır.

 

7. Son olarak, ismimin ve Almanya’da yapmakta olduğum görevin, değerli meslekdaşlarım Sayın Prof. Dr. Mehmet Görmez ve Ali Dere hakkındaki, tutarsızlıklarla dolu ve ikna edicilikten uzak yolsuzluk iddiaları çerçevesinde gündeme getirilmesi iyi niyetle kabil-i telif değildir.

 

Kamuoyunun doğru bilgilenme hakkını ihlal etmeye ve önemli görevler üstlenmiş insanların onur ve itibarlarını rencide etmeye dönük bu tür kasıtlı düzmece haberleri ve asılsız iddiaları tahkik etmeksizin sayfalarınıza taşımış olmanızı, yasal haklarım saklı kalmak kaydıyla, hayret ve esefle karşılıyorum.

 

Prof. Dr. Ömer Özsoy, 17.10.2010

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

İslam hakkında karar verilen mercilerde Müslümanlar da olmalı

http://medya.todayszaman.com/eurozaman/2010/10/26/k_mer.JPG

İslam’ın hem uluslararası kabul görmüş bilimsel metot ve standartlara uygun olarak, hem de kendi zaviyesinden otantik olarak araştırılması ve aktarılması, Almanya’da uzun bir tarihi, dolayısıyla bir geleneği olmayan yeni bir tecrübedir. Bu nedenle haklı olarak kuşku ve endişelere de yol açmaktadır. Ben bizim enstitümüzle ilgili olarak da zaman zaman dile getirilen bu tür endişeleri bu iyi niyetle açıklama eğilimindeyim ve bundan rahatsız değilim.

 

 

Frankfurt İslam Kürsüsü başkanı Prof. Dr. Ömer Özsoy ile Almanya ve Üniversitede İslam İlahiyatı eğitimi konusunu konuşuyorduk. Bu konuda Almanya’da bir ilki başlatan Frankfurt İslam Kürsüsünün geçmişini, gelişimini ve şu anda geldiği durumu tartışıyorduk. Bugün Prof. Dr. Abdullah Takım’ın da yer yer aydınlatmalarda bulunduğu mülakatın ikinci kısmını yayınlıyoruz.

Federal Almanya Bilim Kurulu’nun başlattığı, bazı eyaletlerde “İslam İlahiyatı” bölümleri açılmasına dair kararın Hessen eyaletine tesiri ne oldu?

Siz bu konuları takip eden bir gazetecisiniz. Dolayısıyla sizin de bildiğiniz üzere, Bilim Kurulu’nun iki veya üç üniversitede İslam İlahiyatı bölümü kurma kararını Federal Bilim Bakanlığı sahiplendi ve kuruluş aşamasında maddi destek vaadinde bulundu. Bu taahhüt İslam kürsüsüne sahip Frankfurt, Münster, Erlangen ve Osnabrück üniversitelerinin yanı sıra başka üniversiteleri de harekete geçirdi ve adeta bir üniversiteler arası yarış başladı. Bu süreçte biz de tabii olarak bir müracaat hazırlığına girdik. Ancak, Hessen Bilim Bakanlığı anlaşılmaz bir şekilde, Enstitümüzün müracaatının önünü kapayıp, İslam İlahiyatı ile ilgili hiçbir altyapısı olmayan Marburg ve Giessen Üniversitelerini müşterek müracaat konusunda teşvik etti. Federal Bilim Bakanlığına müracaatları ulaştırma yetkisi eyalet bilim bakanlıklarının uhdesinde olduğu için, yapacak bir şeyimiz yoktu. Sonuçta Hessen Hükümeti’nin ne kadar hatalı bir karar verdiği geçtiğimiz hafta ortaya çıktı ve bu iki üniversitenin müracaatları reddedildi. Bu durumda eyalet hükümetinin ikinci turda bizi desteklemesi beklenirdi; ancak, hükümet alelacele yaptığı bir beyanatla, Marburg ve Giessen’i desteklemeye devam edeceğini ilan etti.

Bu tavırdan ne anlamamız gerekiyor?

Bu kararı ne anlamak, ne de iyi niyetle bağdaştırmak mümkün. Anlaşılmıştır ki, Hessen hükümetinin amacı Müslümanlara hizmet vermek veya İslam dindersi öğretmeni yetiştirmek filan değil, taahhüt edilen parayla taşra üniversitelerini geliştirmek. Ben bir üniversite mensubu olarak başka üniversiteler hakkında fazla yorum yapmak istemiyorum; bence bu noktada Hessen’de örgütlenmiş Müslümanlara tarihi bir sorumluluk düşüyor. Benim söyleyebileceğim tek şey, bu hatalı kararın bir faturasının olacağıdır.

Sizin de atıfta bulunduğunuz üzere, Bilim Kurulu’nun kararından sonra pek çok üniversite “İslam İlahiyatı” bölümü kurmak için yarışa girdi. Peki, “İslam İlahiyatı” bölümü açmak için bir üniversitenin hangi şartları sağlamış olması gerekiyor?

Federal Bilim Bakanlığı, destek için üç şeyi şart koşuyor. Birincisi, aday üniversitenin böyle bir bölüm kurmak için yeterli özkaynak ayırması. İkincisi, İslam İlahiyatı’nın kurulmasına ve gelişmesine refakat etmesi arzulanan diğer teolojilerin ve oryantalistik branşların aday üniversitede güçlü olması. Son şart da, aday üniversitenin Müslümanların temsilini ve müdahale hakkını kullanmalarını sağlamak üzere bir danışma kurulu oluşturulması. Bence ilk şart son derece yerinde. Ama diğer şartlarla ilgili çekincelerim var. Mesela, Müslüman İlahiyatçıların diğer teolojilerle ve oryantalistlerle bilgi alışverişinde bulunmasını ben şahsen oldukça gerekli ve yararlı görüyorum. Ancak, İslam İlahiyatı’nın farklı branş uzmanlarının ve Müslüman olmayan insanların elinde dünyaya gelmesini son derece sakıncalı buluyorum. Bu nedenle, diğer üniversitelerde bu işin nasıl seyredeceğinin son derece hassas takip edilmesinden ve Müslümanların mümkün olduğu kadar sürece dahil olmasından yanayım. Mesele Müslüman olmayan bilim adamlarına güvensizlik olarak anlaşılmamalı; mesele ihtisas ve ehliyet meselesi. Mukayese etmek gerekirse, bir biyofizik bölümünün siyaset bilimciler tarafından kurulup şekillendirilmesiyle bunun bir farkı yok. Ayrıca, Müslümanların temsil hakkı için düşünülen danışma kurullarının nasıl oluşturulacağı da muğlak ve sorunlu bir konu. Şahsen ben maalesef çok iyimser değilim. Yine de acele hüküm verdiğim düşünülmesin.

Endişenizin sebebi muhatap kurumlarda hiç müslüman ilahiyatçı olmaması mı?

Evet. O yüzden şimdiye kadarki gelişmeler ister istemez bizi sahanın uzmanları olarak endişeye sevkediyor. Bakınız, biz İslam İlahiyatı kurmaktan bahsediyoruz, ama ne bu kararı veren Bilim Kurulu’nda Müslüman İlahiyatçılar vardı, ne eyaletlerin karar süreçlerinde, ne de Federal Bilim Bakanlığı’nın komisyonunda. Bu normal mi sizce? Bu noktada Müslüman örgütlerin ve özellikle Müslümanlar Koordinasyon Kurulu’nun görevini yerine getirme konusunda yetersiz kaldığını ve çok yavaş hareket ettiğini bir özeleştiri olarak ifade etmeme izin verin. Üniversitelerin kuracağı danışma kurullarında oturup Müslüman Hocaların atanmasında söz sahibi olma konusunda sergilenen heves, maalesef siyasi karar süreçlerine katılım konusunda sergilenmedi. Bu çok trajik bir durum.Yine de ummak isterim ki, inşallah bu endişelerimiz boşa çıkar ve gerçekten şeffaf yöntemlerle ve İslam İlahiyat birikiminin kendini belirleme hakkına riayet edilerek kurulur yeni bölümler. Bu mülahazalarla dört genç İslam İlahiyatçısından oluşan bir inisiyatif grubu, Almanya’da İslam konusunda tahsil görmüş, ihtisas yapan, üniversitede görev yapan Müslüman akademisyenleri bir kongreye davet etti. Kongre Aralık ayında toplanacak. Ben de katılacağım ve meslek grubu olarak İlahiyatçıları temsil eden kalıcı bir kurumun oluşturulmasını önereceğim. Böylece, İslam İlahiyat birikimi Almanya’da kendisini kurumsal olarak ifade etme imkanı bulmuş ve Müslümanlar önemli bir toplumsal aktör daha kazanmış olur.

Hessen’de kurulan Müslümanların toplandığı yuvarlak masanın bu sürece katkısı nedir? Hessen’deki Müslümanların açılacak “İslam İlahiyatı” bölümlerinde rolleri ne olacaktır?

Hessen’de İslam dindersiyle ilgili kurulan yuvarlak masada ben ve meslekdaşım Abdullah Bey de İlahiyat uzmanı sıfatıyla üyeyiz. Bu vesileyle en azından yuvarlak masaya davet edilen Müslüman kuruluşlarla yakın temas ve müşterek çalışma imkanı bulmuş olduk. Bunun sonucunda arkadaşlar aylar önce Hessen hükümetine dindersi öğretmenlerinin bizim enstitümüzde yetiştirilmesinden yana olduklarını bildirdiler ve iyi niyetli olarak enstitünün desteklenmesini talep ettiler. Maalesef Hessen Bilim Bakanlığı bu talebi ciddiye almamakla kalmadı, tam aksine Marburg ve Giessen üniversitelerini favori gösterdi. Bu kaba cevap tabii ki Müslüman kuruluş temsilcileri nezdinde hükümete karşı bir güven kaybına yol açtı. Biz buna rağmen dindersi müfredat programı çalışmalarına devam ettik. Ancak son günlerdeki gelişmeler ve Hessen hükümetinin tutumundan son derece rahatsızız ve yuvarlak masadan çekilmeyi planlıyoruz. Eğer Hessen’de İslam din dersi öğretmenlerini biz değil de başka üniversiteler yetiştirecekse, şu anda bize program hazırlatmak istismardan başka birşey değil. Buna izin vermemiz düşünülemez. Öte yandan din dersi projesini tehlikeye sokmak da istemiyoruz. Bu nedenle, önümüzdeki günlerde yuvarlak masadaki Müslüman üyelerle ve hükümet yetkilileriyle görüşerek bir karara varacağız. Bu süreçlerde Hessen’deki Müslüman kuruluşların nasıl bir tutum belirleyeceği çok önemli. Doğrusu onların da, iyi niyetli olmakla birlikte belli bir stratejileri olduğunu düşünmüyorum. Arkadaşların Hessen hükümetinin son beyanatına nasıl tepki vereceklerini merak ediyorum.

Hangi üniversitelerde açılacağına dair karar süreci tamamlanmış mıdır?

Federal Bilim Bakanlığı ilk turun sonuçlarını açıkladı. Buna göre, sadece Tübingen Üniversitesi’nde bir İlahiyat bölümü kurulacak. Osnabrück ve Münster Üniversitelerinde mevcut bölümlerin ise müşterek bir program hazırlamalarına karar verildi. Erlangen Üniversitesi’nin projesi yetersiz bulundu ve geliştirilerek ikinci turda yine başvurulması önerildi. Hessen hükümetinin Marburg-Giessen modeli ise ikna edici bulunmayıp reddedildi. Şimdi Ocak ayına kadar ikinci müracaat dönemi başlamış oldu. Önümüzdeki sene başında bir veya iki üniversite daha belirlenecek ve süreç kapanmış olacak. Bizim ne yapacağımıza gelince, hazırladığımız müracaatı belki biraz daha geliştirerek önümüzdeki aylarda doğrudan federal bilim bakanlığına sunacağız. Sonuç ne olursa olsun, gerek Diyanet, gerek üniversite yönetimi, gerekse Enstitü hocaları olarak bizler, iddiamızdan ve azmimizden ödün vermeksizin yolumuza devam etme konusunda kararlı ve hemfikiriz. Nihayet başka yerlerde yeni kurulmaya çalışılan altyapı bizde yedi yıldır mevcut.

Bu yeni branştan mezun olacak öğrenciler hangi alanlarda iş bulabileceklerdir?

İslam dinbilimi programımızdan mezun olanlar “dinbilimci” diploması alıyorlar. Bildiğiniz gibi, Almanya’da böyle bir meslek grubu var ve hizmet alanı oldukça geniş. İslam İlahiyatı programından mezun olanlar ise “İslam İlahiyatçısı” statüsüne sahip olacaklar. Onların hizmet alanı camileri de kapsadığı için daha zengin. Ancak, mezunlarımıza imamlık veya din dersi öğretmenliği yapma garantisi veremiyoruz, çünkü bu bizim verebileceğimiz bir karar değil. Malumunuz olduğu üzere, din dersi öğretmeni yetiştirmek Alman yasalarına göre devlet ve ilgili dini cemaatin müşterek karar verecekleri bir konu. Henüz Hessen’de bu konuda verilmiş bir karar yok. İmam ve din görevlisi yetiştirme konusu ise tamamen cemaatlerin işi. Zira imamlardan hizmet alacak olan da, onlara maaşını ödeyecek olan da cemaatler. Fakat iyi yetişmiş İlahiyatçılara ihtiyacın bu kadar büyük olduğu bir ülkede, her iki bölümün mezunlarının da iş sıkıntısı çekeceğini düşünmüyoruz. Hiçbir dini eğitim almadığı halde, sırf Müslüman olduğu için dindersi öğretmeni olan yüzlerce kişi var Almanya’da. Dolayısıyla bizim mezunlarımız aranan insanlar olacaktır, bundan kuşkum yok. Onlara düşen kendilerini en iyi şekilde geliştirmek. Öte yandan, birkaç yıl içinde hem öğretmen hem de din görevlisi yetiştirme yetkisi alabileceğimizi düşünüyorum. Yaklaşık bir yıldır DİTİB’le sağlam temellere oturan bir imam eğitimi modeli üzerinde görüşüyoruz ve sanırım bir o kadar daha çalışmamız lazım.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

İslam’ın doğup geliştiği ve tarih boyunca şekillendirdiği İslam coğrafyasının dışında yaşayan Müslümanların, hem kimliklerini kaybetmeden kendilerini geliştirmeleri, hem de diğer inanç ve kültür mensuplarıyla kendi inanç ve kültürleri hakkında konuşabilecek yeterliliğe sahip olmaları gerekiyor. Bu, her şeyden önce bağlı bulundukları inanç esaslarını ve mensubu oldukları dini geleneği sağlıklı olarak öğrenebilmelerine bağlıdır. Bu açıdan bakıldığında, Avrupa’da, İslam’a dair sağlıklı ilmî bilgiyi üretecek uzmanları yetiştirebilecek akademik birimlerin oluşturulmasının ne kadar önemli olduğu görülür. Öte yandan, Avrupa’nın ortasında, bir Üniversite ortamında, kendine özgü şartlar altında edinilen bu tecrübenin, yüzyıllardır Müslüman kurumlarda ve salt İslam toplumlarında yaşayan Müslümanlar için üretilegelen İlahiyat birikiminden farklı bir dile ve örgüye sahip olacağı aşikardır. Genelde İslam dünyasının ve özelde Türkiye’nin bu tecrübeyle yüzleşmesi, İslam dünyasının İslami ilimler birikimi için de bir zenginlik olarak görülebilir. İslam’ın hem uluslararası kabul görmüş bilimsel metot ve standartlara uygun olarak, hem de kendi zaviyesinden otantik olarak araştırılması ve aktarılması, Almanya’da uzun bir tarihi, dolayısıyla bir geleneği olmayan yeni bir tecrübedir. Bu nedenle haklı olarak kuşku ve endişelere de yol açmaktadır. Ben bizim enstitümüzle ilgili olarak da zaman zaman dile getirilen bu tür endişeleri bu iyi niyetle açıklama eğilimindeyim ve bundan rahatsız değilim. Eleştirilerden öğreneceğimiz şeyler varsa, müteşekkir olarak istifade ederiz. İşimiz gerçekten zor ve sorumluluğumuz büyük; bizim başlangıçta yapacağımız hataların zamanla gelenek haline gelme riski var zira. Bazı girişimlerin art niyetli olduğu aşikar olsa bile, biz sağduyuyu elden bırakmamaya ve hoşgörülü olmaya gayret ediyoruz. Ayrıca, İslam’la ve Müslümanlarla ilgili her gelişmenin duyarlılıkla izlendiği ve titizlikle mercek altına alındığı bir ortamda, hem Müslümanlar nezdinde bir güven krizine düşmeden, hem de genel Alman kamuoyu nezdinde itibar kaybetmeden böyle bir görevin üstesinden gelmek çok kolay değil. Ne diyelim, Allah burada yetişmiş İlahiyatçıların sayısını artırsın.

Zaman, 26.10.2010

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.

×
×
  • Neu erstellen...