Webmaster Geschrieben 21. März 2011 Teilen Geschrieben 21. März 2011 İtaat kültürüyle yetişen nesiller ‘Adalet şahıs ve mekan tanımaz‘ yazımızda, müslümanın adalet sahibi olması gerektiğini, kayıtsız şartsız kim olursa olsun adaletli davranması gerektiğini yeterince yazdık. İster kendi partisi, ister kendi cemaati, ister kendi babası olsun, müslümanın adaletli davranması gerektiğine vurgu yaptık. Onun için bu yazıda o konuya değinmeyeceğiz. Olayın farklı bir boyutunu ele alacağız. Değineceğimiz konu, itaat meselesi. Kanaatimce farklı grup, parti veya cemaat içinde bulunan insanların adalet duygusunda ki kritik noktalar itaat ve bundan dolayı ortaya çıkan vefa ve vefasızlık. Özellikle 70li, 80li ve 90li yılların siyasi kavgaları içerisinde yetişen nesillere itaat duygusu adalet duygusundan bağımsız olarak aşılanmış. Yani, ´her halikularde itaat edeceksin. Eleştiri yapmayacaksın. Eleştiri yaparsan vefasız olursun´. Elbette bu psikolojiyle yetişen gençlik ´liderimi eleştirirsem günah işlerim, vefasız olurum´ anlayışıyla yetişmiş. Liderlerinin fani insan olduklarını, her insanın hata yapabileceğini kavrayamadan yetişmişler. Her türlü tartışmanın zararlı olduğu, doğru bile olsa konuşmanın yanlış olduğu, eleştiri yapmanın yanlış olduğu anlayışıyla sosyalleşmişler. Bunun en büyük delilini bugünki toplumsal kamplaşmada görüyoruz. Hiç bir parti mensubu kendi partisinin hatasını görmez, hiç bir cemaat mensubu kendi liderinin hatasını kabul etmez. Hatta kendi aralarında dahi tartışmalara izin vermezler. Tartışmayı kötü bir huy olarak lanse ederler. Adate bir karaktersizlik gibi. Böyle bir anlayıştan dolayı ister istemez adaletsizlik ortaya çıkıyor. Eleştirenlere damgalar da hazır: karşı tarafın adamı, ´bu kafayı yemiş´, vatan haini, yandaş, günahkar vs. vs. Bu semantikler ve kavramlar grupdan gruba değişiyor tabiki. Halbuki eleştiri olmadan ilerlemede olmaz. Ama bizim kültürümüzde eleştirinin yeri bam başka. Birini eleştirmek, sanki o şahsı eleştiriyormus gibi algılanıyor. Eleştiri şahıslara olmaz, şahısları ve kalpleri ancak Allah bilir. Eleştiri ürünlere, yapılanlara, hareketlere olur. Fakat eleştirinin itaatsizlik, itaatsizliğinde en büyük hata veya günahmış gibi gösterildiği toplumlarda, kamplaşmalar, gruplaşmalar, adaletsizlik asla asla bitmez. A grubu başta olduğu zaman, B grubu zülüm görür. B grubu başta olduğu zaman, A grubu zulüm görür. Zulüm aynı olmasına rağmen, her iki grubun üyeleri ´bizimkisi zulüm değil´ derler. Zulümün bitmediği gibi herkes bir kefeye konulmaya çalışılır. Herkes taraf olmak mecburiyetindeymiş gibi davranılır. Örneğin biz dahi bu yazıyı yazdık diye, ´Acaba niye yazdı? Acaba kime yazdı? Acaba hangi grubtan?´ diye düşünecek olanların sayısı azınsanmayacak kadar çok. Halbuki müslümanın en büyük özelliği adaletli olmasıdır. Karşında hocası, şeyhi, lideri, babası, düşmanı, dostu… kim olursa olsun adaletli olmasıdır. Dolayısıyla eleştirmek, hakikati söylemek, tartışmak itaatsizlik değildir. Şahısları, karakterleri, huyları eleştirmedikten sonra – ki buna kimsenin hakkı yok - bir hata aramamak gerekir. Genelde bu bağlamda ´itaatli´ insanlara susmayı tavsiye ederler. ´Aman düşman duymasın´ gibi bahaneleri öne sürerler. Bu tabiki sadece taraf tutan insanlar icin geçerlidir. Bir tarafı tutan insanlar, kendi taraflarının hatalarını görmezden gelirler. Halbuki ´haksızlık karşısında susan diller´, Hakk´ın hatırını feda etmişlerdir. Hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra feda edilmez, hiç bir şeye, hiç bir kimseye, hiç bir lidere feda edilmez. Bunu daha iyi anlayabilmek için halife dönemine gidelim isterseniz. Hz. Ömer Halife olduğu zaman müslümanlara ‘Hata yaparsam ne yaparsınız?’ diye sorduğunda, yaşlı biri ayağa kalkıp kılıcını kınından çıkararak ‘Eğer bir hata yaparsan seni şu kılıcımla düzeltirim, ey Ömer!” der. Ve şeytanların bile hiddetinden korktuğu o heybetli Ömer böyle bir topluluğa sahip olduğu için Allah’a şükreder. Ve bu olay Hz. Ömer´in halife(!) olduğu bir dönemde yaşanır. Hz. Ali´de benzer bir durum ile karşılaşır: Bir yahudiyle beraber kadı´nın önüne çıkan Hz. Ali mahkemeyi kaybeder. Hz Ali haliyle bu işe çok şaşırır. Boynu bükük bir vaziyette oradan ayrılırken kendi kendine adeta şöyle seslenir: ‘Allah! Allah! Zırh aslında benim olduğu halde, şu andan itibaren resmen yahudinin elinde kalıyor. Bu ne kadar hazin bir manzara. Ama işin bir de diğer yüzü var. Bu hakimi ben tayin ettiğim halde hakim benden korkup da taraf tutmuyor, benden yana tavır sergilemiyor ve benim gösterdiğim delilleri ve şahitleri kabul etmiyor. Bu ise ne kadar yerinde bir davranış ve ne kadar ince bir adalet anlayışıdır.‘ Diğer tarafta İslam’ın getirdiği bu ince adalet anlayışı karşısında etkilenip şaşıran Yahudi, gördükleri karşısında eridi, dize geldi ve daha fazla dayanamayarak şu cümleleri söyler: ‘Müminlerin Emiri, beni kadıya götürdü. Kadı da çekinmeden kendisini tayin eden Emir’in aleyhinde hüküm verdi. Ben gördüğüm bu manzara karşısında şehadet ederim ki, bu din hak bir dindir.Ve yine şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Hz.Muhammed (s.a.v) O’nun elçisidir.‘ Herkesin taraf olduğu, herkesin kendi hatalarını görmediği, sadece karşı tarafı eleştirmekle iş yapıldığı bu günlerde bu hikaye hepimize kapak olsun. Son olarak bir de Osmanlı´ya gidelim. Fatih Sultan Mehmet bir yahudiyle beraber kadı ´ya gidince, Fatih, ´Ey kadı, buraya beni çagırdın ve dinledim. Ve sen yahudiyi haklı buldun. Eğer sen, ben padişahım diye haksız oldugum halde beni haklı bulsaydın ve yahudinin hakkını yeseydin kellenini kılıcımla uçuracaktım´ der. Kadı hemen cevabını verir: ´Ben seni buraya gerçekleri gör diye çagırdım. Benim de kılıcım yanımdaydı. Eğer sen burada haksız oldunu bilerek ve görerek, gücünü kullanarak bu yahudinin hakkını yeseydin bu kılıcımla ben senin kelleni alacaktım´ der. Fazla söze gerek yok. Temennimiz adaletli, eleştiri ve tartışma kültürünü benimseyen bir nesili beklemek. Cemil Sahinöz, Moral Haber, 21.03.2011 http://www.moralhaber.net/makale/itaat-kulturuyle-yetisen-nesiller/ Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge