Webmaster Geschrieben 3. Mai 2011 Teilen Geschrieben 3. Mai 2011 İki farklı Avrupa – Felsefeciler, Hz. İsa ve gerçek Hristiyanlar Bediüzzaman Said Nursi eserlerinde iki farklı Avrupa´dan bahsediyor. Mesnevi-i Nuriye´nin Zühre bölümünde ve 17. Lem´a´nın 5. Nota´sında konuya değiniyor ve bu iki Avrupa´yı şu şekilde tarif ediyor: Avrupa: „İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden (Avrupa).“ Avrupa: „Felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa.“ Bediüzzaman´ın tahminen 1923lerde yazdığı bu ifadeleri biraz daha açmadan ve bugünün şartlarıyla karşılaştırmadan önce, kısaca felsefe konusuna değinelim. Bediüzzaman hiç bir konuda yapmadığı gibi, bu konuda da genelleme yapmıyor. Külliyen felsefeye karşı değil. Bunu yazdığı başka bir mektuptan anlıyoruz. Emirdağ Lahikasında felsefeyi de ikiye ayırıyor ve şöyle yazıyor: Felsefe: „Felsefenin hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye ve ahlâk ve kemalât-ı insaniyeye ve san'atın terakkiyatına hizmet eden felsefe ve hikmet kısmı ise, Kur'an ile barışıktır. Belki Kur'anın hikmetine hâdimdir, muaraza edemez. Bu kısma Risale-i Nur ilişmiyor. […] Müstakim, menfaatdar felsefeye ilişmiyor.” Felsefe: “İkinci kısım felsefe, dalalete ve ilhada ve tabiat bataklığına düşürmeye vesile olduğu gibi sefahet ve lehviyat ile gaflet ve dalaleti netice verdiğinden ve sihir gibi hârikalarıyla Kur'anın mu'cizekâr hakikatlarıyla muaraza ettiği için, Risale-i Nur'un ekser eczalarında mizanlarla ve kuvvetli ve bürhanlı müvazenelerle felsefenin yoldan çıkmış bu kısmına ilişiyor, tokatlıyor.” Yine aynı Lahikanın başka bir yerinde “Fen ve Felsefenin dalalet kısmı – yani Kur´anla barışmayan, yoldan çıkmış, Kur´ana muhalefet eden kısmı” diye tarif ediyor. Göründüğü gibi Bediüzzaman´ın karşı çıktığı felsefe akımı İmam Gazali´nin „Tahafut al-Falasifa“ eserinde çürütmeye çalıştığı felsefe anlayışı. Bu akım ikinci Avrupa ile birebir uyuşuyor. İkisi de dalaleti, imansızlığı ve sefaleti yaygınlaştırma derdinde. Hikmet peşinde olması gereken felsefe, bu anlamda hikmet peşinde değil, insanı bir zevk makinesi haline getirme peşinde. Ayrıca Bediüzzaman, 1922de Ankara´da mecliste verdiği meşhur “Namaz Beyannamesi”nde “Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garpta gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil” diyor. Burada tekrar batı´dan felsefecilerin, doğu´dan peygamberlerin çıkmasının hikmetine vurgu yapıyor. Şimdi Avrupa meselesine değinelim…. Farklı Avrupa´lardan kasıt, elbette bir ülkeler ayrımı yapmak meselesi değil. Burada Bediüzzaman Said Nursi Avrupa´da iki farklı akımdan bahsediyor. Nursi´nin tarifine göre, birinci akım gerçek hristiyanlığı temsil edecek. Bu akım hadislerde rivayet edildiği gibi, İslam ile birleşecek ve Hz. Mehdi´nin peşinden gidecek. İkinci akım ise hristiyanlıktan uzaklaşacak, ikinci felsefenin anlayışıyla ve medeniyetin güya güzellikleriyle beraber insanları felakete uğratacak. Eğer Avrupa´daki son 10 yılın gelişmelerine bakarsak, ikinci akımın hızla güçlendiğini ve yayıldığını görüyoruz. Avrupa genelinde kilise´den ayrılmalar ve bir ilahın varlığını inkar edenler, kemiyeten çoğalmakta. Yani kiliseler boş ve inananlar azalıyor. Hatta 2010 senesinde Almanya´da katolik kilisesinden ayrılanların sayısı yeni bir rekora imza attı. Birinci akıma baktığımızda, öncelikle şu soruyu sormamız gerekiyor? Hakiki İsevilik nedir? Bu bağlamda Bediüzzaman´ın „İslam ile birleşecek“ ve „Hz. Mehdiyle ortak hareket edecek“ ifadeleri gösteriyorki, hakiki isevilikten kasıt, Hz. İsa´nın tanrı veya tanrının oğlu olduğunu red edip, onu Peygamber olarak görmek. Şimdi tekrar Avrupa´ya baktığımızda böyle bir akımı görmek mümkün. Yani Bediüzzaman´ın bahsettiği birinci akım (birinci Avrupa), sessizce, kemiyeten az da olsa, keyfiyeten yükselişte. Bu akım kendisini kiliseden sıyırmış, henüz kurumsallaşamamış veya cemaatleşememiş ferdlerden ibaret. Yani fikir olarak mevcut ve genel itibariyle akademik çevrelerde daha yaygın. Zaten 5. Şua´nın 16. Meselesinde Bediüzzaman, Hz. İsa (as.) geri döndüğünde onu çok az kişi tanıyacağını belirtiyor. Hz. İsa ister şahıs olarak ister şahs-ı manevi olarak geri dönsün, etrafındakilerin az sayıda olduğunu farklı yerlerde izah ediyor. Nitekim bu akımı temsil edenler şuan sessiz kalıyorlar. Seslerini duyurabilecek bir platform´ları yok. Fikirleri yüzünden kiliseden afaroz ediliyorlar, ama gelecekte bu akım Avrupa´ya hakim olacak. Çünkü ikinci akımın getirdiği sefalet ve rezillik insanlığı bir çıkmazın içine sürükledi ve sürüklüyor. Psikolojik bunalımda olan insanlar, bu bataklıktan çıkmanın çözümünü mecburen Allah inancında bulacaklar. Bunu yaparken İslam ile birleşmeleri de elzem. Said Nursi’ın 1907’lerde söylediği “Avrupa bir İslâm devletine, Osmanlı Devleti de bir Avrupa devletine hâmiledir. Bir gün gelip doğuracaklardır” sözlerini hatırlayalım. İşte yukarıda bahsettiğimiz mesele ile bu sözü tekrar ele alırsak, Avrupa´da yaşayan müslümanlar için önemli bir vazife, ehemmiyetli bir görev, büyük bir mesuliyet ve sorumluluk ortaya çıkıyor: İslamı hem lisan-ı hal ile, hem de lisan-ı kal ile temsil etmek ve özellikle Hz. İsa´nın peygamberliği konusuna ağırlık vermek. Cemil Sahinöz, Moral Haber, 03.05.2011 http://www.moralhaber.net/makale/iki-farkli-avrupa-felsefeciler-hz-isa-ve-gercek-hristiyanlar/ HaberAyna, http://www.haberayna.com/yazarlar/cemil-sahinoz/iki-farkli-avrupa-felsefeciler-hz-isa-ve-gercek-hristiyanlar_393.html Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge