Zum Inhalt springen
Qries Qries Qries Qries Qries Qries

Empfohlene Beiträge

Cemaati marjinal göstermeye hakkımız yok

21 Şubat 2012 / 14:21

karabaşoğlu, Dumanlı'nın yazısındaki "cemaat" kavramı ile ilgili ifadelerini değerlendirdi

 

Risale Haber-Haber Merkezi

Yazar Metin Karabaşoğlu, Zaman gazetesi yazarı Ekrem Dumanlı'nın "Cemaat değil, camia" yazısındaki "cemaat" kavramı ile ilgili ifadelerini değerlendirdi. Karabaşoğlu, "cemaatler her zaman ve bugün, bir toplumun vazgeçilmezleridir, olmazsa olmazlarıdırlar" dedi.

 

Karabaşoğlu'nun Facebook sayfasından şu değerlendirmede bulundu:

 

"Ekrem Dumanlı'nın dün yazmış olduğu ve içinde çok sorunlar barındıran yazısının en önemli iki sorununa vurguda bulunmamız gerekiyor. Ta ki, 'cemaat'lere bühtana kimse cesaretlenmesin.

1.Yazı, 'cemaat' olmak sanki problemli birşey imiş gibi, biz 'cemaat' değiliz, 'camia'yız ana fikri üzerine yazılmış. Cemaati 'marjinallik'le özdeşleştiren bir akıl var bu ana fikirde, umarım 'ortak akıl' da Ekrem Dumanlı gibi düşünmeye kalkışmaz. Cemaatler her zaman ve bugün, bir toplumun vazgeçilmezleridir, olmazsa olmazlarıdırlar. Bunca cemaat var, hepsinin de bir anlamı, bir karşılığı var; onlar, 'marjinal'liği değil, bilakis hepsinin beraberce varlığıyla toplumun ana gövdesini temsil ediyorlar. Ama dikkat edelim, tek başına değil, 'hepsinin beraberce varlığı'yla.

Dolayısıyla, 'cemaat'lerin varlığı değildir sorun. 'Cemaat'se 'cemaat' olarak kalmamasıdır. (Kaldı ki, 'cemaat' kavramına kendisi üzerinden olumsuz bir mana yüklenen 'marjinal' kavramını da her açıdan olumsuzlamamak gerekir. Böyle bir durum, yeni düşüncelerin gelişimine engel olur. Çünkü hemen her yeni fikir ilk ortaya çıktığında 'marjinal' olarak algılanır; süreç içinde, aldığı eleştirileri de dikkate alarak kendini geliştirir. Dolayısıyla, 'marjinal' kavramını büsbütün olumsuz gören bir yaklaşım, yeni düşüncelerin gelişimini bastırıcı bir rol oynama gibi bir riskle yüzyüzedir.)

 

2.'Cemaat' kelimesine marjinallikle özdeşleştiren Dumanlı, "biz camiayız, bütün toplumu temsil ediyoruz" anlamına gelen sözler ediyor. Bu sözlerden ben ürktüm. Çünkü, Kemalizmin 'imtiyazsız, kaynaşmış bir kitleyiz' sözünü akla getiriyor; başka otoriter zihniyet kalıplarını da... Siyaset biliminde yerleşik bir tabir vardır; 'korporatizm.' Korporatist ideolojiler, kendilerinin bütün bir toplumu temsil ettikleri iddiasından beslenirler. Dolayısıyla, zaten toplumun ortalama görüşünü ve ortak aklını kendilerinin temsil ediyor oldukları zannı veya iddiasıyla toplumun içindeki farklı görüşlere karşı kapalı bir tutum gösterir ve demokrasinin gelişimine engel olur, otoriter bir zihniyet oluşumuna yol açarlar. "İmtiyazsız, kaynaşmış bir kitleyiz" diyen Kemalistlerin Türkiye toplumuna seksen yıldır yaşattıkları ortada. Ekrem Dumanlı Beyin bütün toplumu temsil ediyoruz anlamında konuşurken kasdının böyle bir şey olmadığını düşünüyorum. Ama böyle bir söylem böyle bir anlama da gelebileceği veya böyle bir anlama çekilebileceği için, bu söylemin kullanılmamasının daha yerinde, isabetli ve hikmetli olacaktır kanaatindeyim.

 

HZ. PEYGAMBERİN HABER VERDİĞİ CEMAAT MANASI

Cemaat kelimesinin Peygamber Efendimizin (asm) Hadis-i Şerifinde geçtiğine dikkat çeken Karabaşoğlu, cemaat kavramına marjinallik atfetmeye kimsenin hakkı olmadığını vurguladı.

Karabaşoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

 

"Ve hiye'l-cemâa." Bu ifade hadiste geçiyor. Ehl-i kitabın yetmişiki fırkaya bölündüğünü,

ümmetin ise yetmişüç fırkaya bölüneceğini haber verdikten sonra, 'kurtulan' yegane grubu "bu da, cemaattir" diye ifade ediyor Peygamber Aleyhissalatu Vesselam. Cemaat, buradan da anlaşıldığı gibi, 'azınlık' ve 'ayrıksı'lığı değil, farklı şeritlerden yürüyor olmakla birlikte ümmet idrakinin muhafazası manasını içeriyor.

Dolayısıyla, 'biz cemaat değiliz, camiayız" gibi kelime değişikliklerine, böylece hadislere yer etmiş o güzelim, o 'toplayıcı/cem edici' kelimeye 'marjinallik' atfetmeye asla mahal yok, buna hakkımız da yok. Bilakis, Hz. Peygamberin haber verdiği 'cemaat' manasının herkese, bütün mü'minlere mal olması için gayret göstermeye ihtiyacımız var."

EKREM DUMANLI NE DEMİŞTİ?

Zaman gazetesi yazarı Ekrem Dumanlı, "Cemaat değil, camia" başlıklı yazısında şunları yazmıştı:

Cemaat meselesi madem bu kadar çok tartışılıyor; müsaadenizle mevzua mütevazı bir katkıda bulunmak isterim.

Çünkü ezbere konuşuluyor çoğu kez. Haksızlık da yapılıyor. Cemaat diye bahsedilen kişilerin his dünyası da kültür atmosferi de bilinmiyor. Bazen işin içine çilesizlik, gamsızlık, ıstırapsızlık da karışıyor. Hal böyle olunca en yakın daireden insanlar bile savrulup gidebiliyor.

Fethullah Gülen Hocaefendi'den ilham alarak hizmet eden, o hizmetlere fiilen ya da ruhen destek verenlere cemaat demek büyük haksızlık. Hem o geniş kitleyi daraltıyor hem de toplumun bütün katmanlarında var olan vicdanî oluşumu görmezden geliyor. Bahsi geçen topluluğa "cemaat" demek yanlış. Olsa olsa "camia" demek gerekiyor. Camia sözünü yanılmıyorsam ilk kez Hadi Uluengin, Hürriyet'te kullandı. Doğru bir yaklaşımdı. Belki aklınıza gelir, cemaat dense ne değişir, camia dense ne değişir? Klasik sivil toplum örgütlerini de aşarak, dünyanın dört bir yanında teveccühe mazhar olmuş, büyük bir camiaya, cemaat deyip onlara marjinal bir grup muamelesi yapmak, tahmin edilemeyecek kadar çok sayıda insanın incitilmesidir. Kısaca, camiaya dair bazı özellikleri sıralayalım:

1. Gönüllüler hareketi, dar bir kitle ya da dışa kapalı bir zümre değildir. Toplumun ta kendisidir. Ne yazık ki insanlara "cemaat" diyerek onları marjinalize etmek isteyenler çoğunlukla dar bir zümredir ve "cemaat" nitelemesi onlara daha çok yakışmaktadır. Camia, toplumun genelinde hüsnü kabul gören yapıdır. Bu nedenle her siyasî gruptan, her sosyal zümreden destekçisi bulunmaktadır. Yeryüzünün bütün kültürleriyle diyalog haline geçmiş, sahip olduğu insanî değerlerle her kesimin gönlünde sempati uyandırmış bir kitle, dar manasıyla "cemaat" değil, kuşatıcı ve kucaklayıcı yapısıyla bir "camia"dır ve onun merkez üssü ma'şeri vicdandır. O vicdana kulak vermeyenler, "cemaatin gücü"nü Kaf Dağı'nın eteklerinde arıyorlar. Nafile bir arayış o.

2. Cemaat diye bahsedilen kitlenin içinde Türkiye'nin her kesiminden, en eğitimli insanları da bulunmaktadır. Doktor, mühendis, asker, gazeteci, öğretmen, esnaf, savcı, emniyetçi, iş adamları... Her meslek grubundan insanın "hizmet"e değer vermesi, ona belli bir oranda sahip çıkması onları "cemaat üyesi" yapmaz. İnsanların mesleklerini icra ederken verdiği kararlar ile ne "cemaat"in ilgisi vardır ne camianın. Emir-komuta zincirine bağlı olmayan bu topluluğun paylaşım alanı engin bir ufku, zengin bir çalışma sahasını işaretlemektedir. Bu sivil yapıya ne zorla üye olunur; ne de istifa dilekçesiyle yollar ayrılır. Gönül bağına çizilecek bir hudut daha keşfedilmedi; hiçbir zaman keşfedilemeyecek.

3. Camia'nın kapısı herkese açıktır. Hatta camianın aktif destekçileri onlarca yıldır anlamsız bir şekilde düşmanlık yapanlarla bile diyaloğa girmekten çekinmez. Diyaloğu oportünist bir yaklaşımla çıkar gözeterek yapmaz. Samimidir. İnsanların makul eleştirilerinin olabileceğini ta baştan kabul etmiştir. Hatta bir kısım yanlış anlamalardan bizzat kendilerinin sorumlu olabileceğini de düşünür. Yapılan tenkitleri ortak akıl vasıtasıyla değerlendirir, aynaya bakmaktan korkmaz ve her şeye rağmen hiçbir ferde ya da gruba karşı iletişim yollarını tıkamaz. Siz gönlü bu kadar geniş, tahammül gücü bu kadar derin bir topluluğa "cemaat" deyip marjinal bir grup muamelesi yaparsanız camia sizi inandırıcı bulmaz.

4. Camia, her siyasî eğilime saygıyla bakar. Onun savunduğu ilkeler 'daha çok demokrasi', 'daha çok özgürlük', 'daha çok şeffaflık'tır. Sivil toplum şuuru ile anti demokratik bütün oluşumlara karşı onurlu bir duruş sergiler. Bu çerçeve camiayı bazen bir partiye yakın gösterirken bir diğerinden de uzaklaştırır. Bu, mutlak bir angajman değil; temel hak ve özgürlükleri garanti altına alan ufuk birliğinin tabii bir sonucudur. Yakınlaşma ve uzaklaşma sürecinde bile blok halde bir yapıya eklemlenme söz konusu olamaz. Tam da bu nedenle her siyasî partiden (miktarı değişken de olsa) sempatizanı vardır ve olmalıdır da.

5. Camia'nın hizmet felsefesi "müspet hareket etmek" üzerine kuruludur. Asla hiçbir kimse için kötülük beslemez, intikam duygusu taşımaz. Hukuka saygılıdır, demokrasinin en güçlü destekçisidir. Kırıp dökmek, acıtıp incitmek, kendisine karşı yapılanlara misliyle cevap vermek gibi bir üslubu ve yaklaşımı yoktur. Onun muhalefet anlayışı Soğuk Savaş döneminden kalma yıkıcı, bölücü, ayrıştırıcı, incitici karşıtlık üzerine kurulu değildir. "Şöyle yapılsa daha iyi olur", "Şu şekilde hareket edilse daha isabetli hareket edilmiş olur" gibi yol gösterici üslup nedeniyle her kesimden saygıyı hak eder; çünkü hakperestlik ve kadirşinaslık öyle gerektirir.

6. Camia, toplumsal değişim ve dönüşümün vicdanıdır. Tam da bu sebeple sosyal yönelişlerin paralelinde yer almıştır hep. Statükonun ondan rahatsız olmasının sebebi, değişim ve dönüşümün yanında yer almasındandır. Ancak değişim süreçlerinin 'fitne' ve 'anarşi'den sakınarak yapılması gerektiğine inanır. Ne pahasına olursa olsun kurulu düzeni temelden sarsma yerine; tabii bir değişimi ve makul bir dönüşümü arzu eder. O sürece etki eden her çevreyle medenî ilişki içindedir; ancak ibrenin daima daha katılımcı ve demokratik bir hedefi işaretlemesi gerektiğini asla unutmaz. Bu nedenle aynı ufka odaklanmış farklı kesimlerden çok sayıda dost, arkadaş, sempatizan kazanır. O geniş dairenin karşıtlık üretmesine bile izin vermemek için sosyal barışın altını her fırsatta çizer.

7. Camiayı bugünlere taşıyan evrensel değerler olduğu kadar; o maksat uğruna gösterdiği hasbîlik, fedakârlık, diğergamlık ve adanmışlık duygusudur. Hizmet ehli hiçbir dünyevî beklenti içine giremez. On binlerce kilometre uzaklıktaki bir ülkeye hizmet için gidenler de; en vitrin görevleri ifa edenler de ev sahibi, mal mülk sahibi olmayı hedeflemez. Servet düşmanı değildirler; o yüzden de hizmetler çok sayıda işadamı ve esnafın gönlüne taht kurmuştur. Bu duruma rağmen bu kitlenin paradan puldan, şandan şöhretten, makamdan mansıptan uzak yaşaması, ma'şeri vicdanda yankılandığı için değişik kesimlerin kalbinde dalga dalga iz bırakmaktadır. "Kendisi için yaşayan başkası için yaşayamaz" düşüncesinin oluşturduğu samimi atmosfer binlerce defa test edilmiş; tek işi hizmet olan gönüllüler bu çetin sınavdan alnının akıyla çıkmıştır.

8. Camianın geniş kitleler tarafından bu kadar takdir edilmesinin bir sebebi de hem öncü fertlerin hem de kurumsal yapılarının istiğna esasına dayanması ve tam bağımsızlığı adeta kıskançlık seviyesinde korumasıdır. Bağımsızlığın bedeli ağır olur çoğu zaman. Sosyal hayatta geniş yansımaları olan bir camiayı kendisine tam teslim görmek isteyen vesayetçi güçler (bu çoğu kez uluslararası arenaya da yansır) camianın bağımsız ve müstağni durumundan hoşnut olmaz. Hatta rahatsız bile olurlar. Oysa camianın herhangi bir yere dayanması sadece kendi bağımsızlığını zedelemez; aynı zamanda dayanak noktası dışındaki sempati dairesini parçalar. Camia buna geçit vermediği için camia olarak kalır. Bu durumdan rahatsızlık duyanlar birbirine zıt, birbirini tekzip eden yakıştırmalarda bulunur. Ne var ki o tip suçlamalar toplum vicdanına çarpar ve anlamsız hale gelir.

9. Doğrudur; "cemaat" çoğu kez "tek tip" insan yetiştirebilir; ancak camianın böyle bir lüksü yoktur. Zaten bu kadar eğitimli ve yaygın bir kitlenin "tek tip insan" olmayı kabullenmesi mümkün değildir. Camia içinde her tip adam bulunur. Birbirine zıt insanların (ve kitlelerin) bir camia ile az-çok temas halinde olması, o camianın geniş bir gök kubbe altında gayret sarf etmesi nedeniyledir. O kucaklayıcı tavır olmasa, bu kadar değişik sosyal yapı ve siyasi oluşum kendine bu camiada bir yer bulamaz.

10. Camia, şartlar ne kadar zor olursa olsun, asla şiddete sıcak bakmaz. Onun gücü gönüllere hitap etmesi, en amansız düşmanlık yapanlara bile kötülükle mukabele etmemesidir. Kara propaganda ve komplo teorileriyle bu gerçekliği aşmaya çalışanlar tek bir somut delil getirememiş, sadece uç iddialarda bulunmuşlardır. Camia, barışçı ve sivil mahiyeti ile gönüllere hitap eder. Herkesin konumuna saygı gösterir; kendi duruşunu olağanüstü şartlarda bile bozmaz. "İncinsen de incitme" esasına bağlı bu kitle, çok zulme maruz kalırsa (ki belli dönemlerde böyle acılar yaşanmıştır) meseleyi Allah'a havale eder. Vicdan sahibi herkesin göklerin kapısını zorlayacak o durumdan çok sakınması gerekir... Çatışmacı kültürden bu kadar uzak, farklılıklara bu kadar saygılı, sosyal barışa bu kadar tutkun bir kitlenin toplumdan kopuk ve marjinal bir yapı gibi sunulması kasıtlı bir davranış değilse yetersiz bilginin bir sonucudur.

11. Camia, bir değerler manzumesine gönülden sevdalıdır. Güncel olayların paletleri altında ezilmektense; çağıyla hesaplaşmayı tercih eder. Bu tercih ortaya konurken tahlil ve terkip yolunu seçer. Mevlânâ metoduyla pergelin bir ucunu öz kaynaklarında sabit tutar; diğeriyle yeryüzünü dolaşır. Yani bir yönüyle yerel, diğer yönüyle evrenseldir. Kendi değerlerinden taviz vermeyen yapılar bazen kendi kutsalını dar bir çerçevede yorumlayabilir. Hal böyle olunca o topluluk hem sosyal yelpazenin çok küçük bir bölümüne hitap eder; hem de o kutsalları yaşatma ideali daha marjinal ve sert bir söyleme dönüşebilir. Oysa bahsi geçen camia, hem kendi kutsalını yaşamayı hem de başkalarının kutsallarına saygı duymayı (sadece hamasî söylemlerle değil) hayatın kendi pratiğinde ispat ediyor. Bu haliyle hem kendini marjinalize etmiyor hem de kendini karşıt görenlerin izolasyon politikasına boyun eğmiyor.

Kitlelerin kıymeti, vicdanlarda bıraktığı derin izle ölçülür. Fethullah Gülen Hocaefendi ve onun hizmet felsefesine sempatiyle bakanlar, ortak akıl ve müşterek vicdanın sahiplenmesi ile, dünyanın dört bir yanında hiçbir karşılık beklemeksizin hizmet etmektedir. Bu kadar geniş bir dairede takdire şayan bulunmuş bir kitlenin paranoyalar sonucunda "öcü" gibi gösterilmesi büyük bir vebaldir. Bunu kasıtlı yapanlar tarih huzurunda da, Mahkeme-i Kübra'da da mahcup olacaktır. Ancak camia, böyle bir mahcubiyetin yaşanmaması için bile dua eden gönül erlerinden oluşmaktadır.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Cemaat kavrami olsun camia olsun, ikiside aslinda ayni seyi ifade etmiyor mu zaten?

Cemaat kavramini negatif bir perspektif icine sokan cemaatlerin var olusu degil, bazi mensuplarin dar zihinleri ve sirf aralarinda kalip diger cemaatleri veyahut onlarin görüslerini kendilerinden soyutlamalaridir, Karabasoglunun da yazdigi gibi.

Yoksa tabii ki cemaatler mevcut ve ayni zamanda bir noktaya kadar lüzumlu, kendilerine has görüsleri ve metodlari, sistemleri var ve buna binaen dogru ve müspet bir cemaat anlayisinda daire yine de genis ve "akici" (fluide) tutulur.

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Cemaat mi camia mı tartışmalarına bir katkı

22 Şubat 2012 Çarşamba 11:03

Yüzyıllar boyu, tarikatların kalplere ve toplum hayatına hükmettiği bu coğrafyada "cemaat" adı verilen yapılanmaların, Bediüzzaman'a mensup olanlar ya da ondan bir ölçüde ilham alanlarla gündeme geldiğini biliyoruz.

 

Bununla birlikte, fark etmediğimiz ya da unuttuğum birkaç nokta var. Herşeyden önce, Bediüzzaman'ın kendisi Risale-i Nur müntesiplerini asla bağımsız bir cemaat olarak nitelememiştir. Risalelerde cemaat denildiğinde, her zaman tutarlı biçimde İslam cemaati/ümmeti kastedilmiştir. Bununla birlikte, gerek genel olarak ehl-i hak, gerek özelde Risale talebeleri için Bediüzzaman sıklıkla "şahs-ı manevi" kavramını öne çıkarmıştır. Bireycilik zehrine karşı cemaat panzehirini bütün ehl-i hak ve ehl-i Kur'an için ısrarla öneren Nursi, sayılabilir, ölçülebilir cemaat ile şahs-ı manevi arasında da titiz bir ayrım yapar.

 

Bu noktada, Bediüzzaman'ın, bir birey ile onun şahsiyeti arasındaki ayrım gibi, cemaat ile şahs-ı manevî arasında ayırım yaptığı ve asıl önemi cemaate değil şahs-ı manevîye verdiği belirtilmelidir. İnsan ruhu nasıl bedenle irtibatlı olmakla birlikte, tek tek uzuvlardan bağımsızsa; meselâ, bir uzvun bedenden ayrılmasıyla ruh zarar görmüyorsa ve bedene ruh hükmediyorsa; şahs-ı manevî de kollektif bir benlik ya da biz teşkil eden cemaate yön veren ve cemaatteki bireylerden bağımsız ama hem cemaate hem de onun uzuvları olan bireylere hükmeden ilkeler, ilişki biçimi ve gayeler anlamına gelir.

 

Cemaat bu anlamda görünür, ölçülebilir, gözlemlenebilir birşey olsa da, şahs-ı manevî ancak ilkelerde, ilişkilerde ve tezahür eden hizmette eserini gösterir. Bir camide bulunan insanları cemaat eyleyen sır, omuz omuza bir sırada durup birlikte ibadet etmeleridir. O cemaate hükmeden sır, birlikte tâbi oldukları ibadet mânâsı ve erkândır. Veya, bir orkestra üyelerinin farklı enstrümanlarla bir sahnede bulunması cemaate, onların bir besteyi ahenkle icra etmeleri ise şahs-ı manevîye benzetilebilir. Enstrümanları ellerinde tutanlar, ancak o besteyi birlikte icra ettiklerinde orkestra tanımına dahil olabilirler.

 

Fetih suresindeki "Her halde sana biat edenler ancak Allah'a biat etmiş olurlar. Allah'ın eli (kudreti) onların elleri üstündedir. Onun için her kim cayarsa yalnızca kendi aleyhine caymış olur" mealindeki âyet-i kerimesinin tefsiri sayılabilecek bir hadis-i şerifte "Allah'ın rahmet ve inayet eli cemaat ile beraberdir" (Tirmizi, Fiten 7) denmesi, şahs-ı manevînin önemini öne çıkarmaktadır. Hak ehlinin cemaati Kur'an ve Sünnet'e tâbiyetle hayat bulacağı gibi, Müslüman cemaatinin şahs-ı manevîsi ancak Allah'ın rahmet, inayet ve kudret elinin çizdiği şahs-ı manevî ile teşekkül edebilir, yatay düzlemde fanî bireylerin kişisel çabalarının toplamıyla değil. Hak ehlinin şahs-ı manevîsi bu yönüyle ilâhî bir rahmet ve kudret mucizesidir ve bireylerden bağımsızdır. Görünür düzlemde bireyler ve bir topluluk vardır belki, ama bireyler ortaya çıkan şahs-ı manevî ile değer kazanmaktadır. Cemaat suret, şahs-ı manevî ise öz ve mânâdır.

 

Şahs-ı manevî ilâhî bir sır, bir kudret ve rahmet mucizesidir. Kastamonu Lahikası'ndaki bir mektubunda, İhlâs Risalesi'nde ayrıntılı biçimde tahlil ettiği bu sırrı, Bediüzzaman "Bilirsin ki, iki elif ayrı ayrı olsa iki kıymeti var; bir çizgi üstünde omuz omuza verse, on bir kıymet aldığı gibi; senin tesirli nasihatinle ihzar ettiğin hizmet-i imaniye tek başıyla kalsa, şimdiki tehacümat-ı müttehideye karşı dayanması çok müşkil" diyerek ifade eder. "Eğer Risale-i Nur'un hizmetine iltihak etse, o iki elif gibi, on bir, belki yüz on bir kıymetinde ve kuvvetinde olacak ve karşıdaki ittifak etmiş dalâletlere karşı dayanacak."

Hemen izleyen satırlarda "Bu zaman, ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı mânevî hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir havuza sahip olmak için, bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini o havuza atmaktır ve eritmek gerektir" diye devam eder. "Yoksa, o buz parçası erir, zayi olur; o havuzdan da istifade edilmez. Hem mûcib-i taaccüp, hem medâr-ı teessüftür ki, ehl-i hak ve hakikat ittifaktaki fevkalâde kuvveti ihtilâfla zayi ettikleri halde, ehl-i nifak ve ehl-i dalâlet, meşreplerine zıt olduğu halde ittifaktaki ehemmiyetli kuvveti elde etmek için ittifak ediyorlar. Yüzde on iken, doksan ehl-i hakikatı mağlûp ediyorlar."

Ehl-i hakkın omuz omuza verebilmesi, ihtilâf değil ittifak etmesi, Allah'ın kudret elinin cemaat üzerinde oluşunun fiilî bir numunesidir. Bireyi temsil eden "elif"lerin yani "1"lerin omuz omuza vermesiyle kendi sayısal değerlerinin kat kat fazlasını, 1111'i, kazanabilmeleri ancak ihlâs ile mümkündür. İlâhî inayetin tecellisi olan şahs-ı manevînin teşekkülünün önşartı, omuz omuza verebilmek ve ilkeler çerçevesinde ittifak edebilmektir. Bir kez daha vurgulamak gerekirse, şahs-ı manevî bireylerin arasındaki ilişkiyle (ittifak ve omuz omuza vermek) tecelli etse de, bireylerden ve hatta bireylerin kollektif toplamı olan cemaatten de son tahlilde bağımsızdır, ve bu sayılanların hepsine değerini veren şeydir.

Son yüzyıllarda bedenin ve fiziksel âlemin ruh ve melekût âlemi aleyhine ön plana çıkarılmasının, ya da başlangıçta "şeyleştirme" diye tanımlanan maddîleşme sürecinin, bir sonucu olarak Müslümanlar kuvveti sayılabilir, gözlemlenebilir ve ölçülebilir düzlemde aramaya başladılar. Meselâ, gruplarının ekonomik yatırımlarının büyüklüğünü, mensuplarının sayısının fazlalığını, kurumsal büyümeyi vs. önemsediler. Ancak, Bediüzzaman, tıpkı bedeni ruhun, görünür âlemi hakikatlerin tecelli ettiği melekût âlemine hizmet eder şekilde ele aldığı gibi, Kur'an'a ve dine hizmette de ölçülebilir, gözlemlenebilir ve maddî şeylerin ötesinde cemaatin ruhu diye tarif ettiği şahs-ı manevîyi esas tutmuştur.

 

Şahs-ı manevî sırrı, bir yanda bireycilik diğer yanda ise bireyliğin silinmesi ve "cemaat" yapısı için feda edilmesi gibi iki aşırılığa düşmemek için gerekli çıkış yolunu sağlamaktadır.

 

Murat Ciftkaya, Haber 7, 22.02.2012

Link zu diesem Kommentar
Auf anderen Seiten teilen

Dein Kommentar

Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.

Gast
Auf dieses Thema antworten...

×   Du hast formatierten Text eingefügt.   Formatierung jetzt entfernen

  Nur 75 Emojis sind erlaubt.

×   Dein Link wurde automatisch eingebettet.   Einbetten rückgängig machen und als Link darstellen

×   Dein vorheriger Inhalt wurde wiederhergestellt.   Editor leeren

×   Du kannst Bilder nicht direkt einfügen. Lade Bilder hoch oder lade sie von einer URL.

×
×
  • Neu erstellen...