Webmaster Geschrieben 6. Dezember 2013 Teilen Geschrieben 6. Dezember 2013 AYASOFYA KİTABIMIZ VE SORULARA CEVAPLAR 1- Niçin böyle bir çalışmaya ihtiyaç duydunuz? Yabancıların Ayasofya üzerine ilgi ve araştırmaları artarak devam etmiş, bu yoğun ilgi sayesinde çok sayıda eser ve makale kaleme alınmıştır. Ancak bu neşriyatta, Ayasofya'nın sadece bir Bizans kilisesi olarak mimari, tezyini özellikleri ve manevi değeri inceden inceye işlenmesine mukabil, 527 senelik Türk hakimiyeti esnasında yapılan, ilave edilen Türk eserleri hakkında dağınık ve pek az malumata yer verilmiştir. İşin hakikatı şu ki, Ayasofya'nın mimari muhtevasını kavramaya yönelenler, bu yapının sonradan bir Osmanlı camii olarak ele alınışındaki problemlere pek eğilmemiştir[1]. Dolayısıyla Osmanlı Ayasofya'sına dikkatle eğilen detaylı ve müstakil bir tek esere bile tesadüf edilememektedir. Bizdeki araştırmacılar ise batılı meslektaşlarının yolunu izlemiş, Osmanlı Ayasofyası ve buna ait külliyenin bütününe yönelik incelemeler yetersiz kalmıştır. Bu sebeple, Ayasofya araştırmaları ile tanınan Feridun Dirimtekin; fethi müteakip Ayasofya'da yapılan tamirler ve değişiklikler hakkında esaslı bir bilgiye malik değiliz diyor. Erdem Yücel, Ayasofya'nın onarım çalışmalarını günümüze yansıtan belge ve kaynaklarda bize ışık tutabilecek bilgilerin yok denebilecek kadar azlığından yakınmaktadır. Bu noktada Semavi Eyice şu uyarıyı yapıyor; Ayasofya'nın Bizans sanatı içindeki yeri kadar, Türk sanatında da önemli bir yeri bulunmaktadır. Ayasofya'nın Türk devri ekleri değerlendirilmeli ve onlar ilk yapılış gayelerine uygun bir biçimde teşhire açılmalıdır[2]. Birçok araştırmacının Osmanlı dönemi için bilgi ve belge yoksunluğuna dair sözleri, bu geniş Osmanlı aralığının göz ardı edildiğinin bir göstergesidir. Halbuki Osmanlı arşiv kaynaklarının sunduğu mebzul doküman karşısında şaşırmamak mümkün değildir. Sağ milliyetçi tandanstaki çoğu literatür ise, saf ve sığ bir hamasetten öteye gitmemiştir. İşte elinizdeki bu mütevazi çalışma, Osmanlı Ayasofyası'nı, Ayasofya araştırmaları içerisinde parantez aralığından kurtarabilirse kendini şanslı sayacaktır. Zira Osmanlı dönemi, Ayasofya için beş yüz yıla yakın bir parantez içi değil, başlı başına incelenmesi ve araştırılması gereken uzun ve verimli bir dönemi oluşturmaktadır. İşte bütün bu sebeplere üç daha önemli sebep eklendi ve yeni bir çalışmanın yapılması gereği 1996 yılından beri, eserin müelliflerinden Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’ün zihnini meşgul etmeye başladı. Birincisi, 500 yıllık Osmanlı Ayasofya’sının temeli kabul edilen Fatih’in Ayasofya Vakfiyesinin sadece II. Bayezid devrinde yapılan Türkçe Muhtasarının Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından neşredilmiş olması yani henüz ana vakfiyenin orijinali olan Arapçasından tercümesinin bile yapılmamış olması; Arapça vakfiyenin ise sadece faksimile metninin ve ana nüshadan alınan nüshasının neşredilmiş olması bizi hayrete düşürdü. Fatih Sultan Mehmed’in 70 küsür metrelik ama en az 4-5 metrelik kısmı, iddiaya göre 1950’lerdeki bir yurtdışı sergide kaybolan ve aslı hala Tapu-Kadastro genel Müdürlüğü Kuyud-u Kadime Arşivinde yer alan Ayasofya Vakfiyesinin neşredilmemesi müellifi hayrete düşürmüştü. Senelerce bu Vakfiyenin bir kopyasını elde etmek üzere kapı kapı dolaştı ve Fatih’in bu vakfiyesi maalesef hırsızdan saklanan bir mücevher kutusu gibi müelliften saklanıyordu. Nihayet önce siyah-beyaz bir nüshası ve sonra da renkli nüshası elde edildi. II. Bayezid dönemindeki Muhtasar Türkçe Nüsha ve yayınlanan Arapça nüsha ile karşılaştırılarak tercüme edildi. İkincisi, Abdülmecid zamanında Fossati’ye hazırlatılan ve 25 Osmanlı Ayasofya’sını yansıtan harika resimlerin, Londra’da basılan nüshası değil Padişah’a sunulduğu düşünülen ana nüshası ele geçince, bu projenin mutlaka tamamlanması arzusunu kamçıladı. Ve üçüncü olarak, mevcut iddiaların aksine Osmanlı arşiv ve kütüphanelerinde birkaç tane değil binlerce arşiv vesikasının bulunması bu projenin hemen başlamasının fariza-i zimmet olduğunu ortaya koydu. Artık tek mani kalmıştı; o da hazır olan projenin iskeletini doldurmak ve özellikle de Osmanlı ve Cumhuriyet kaynaklarını kullanmak. 2001 yılında Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörlüğün görevini yüklenmek müellifin Ayasofya Projesini baltalamıştı. Ancak‘Bir şey tamamen elde edilemezse, tamamen de terk edilmemeli’ kuralı gereği, bu proje gecikmemeliydi. Akgündüz’ün imdadına iki kıymetli araştırmacı yetişti ve bu projeyi tamamalama vazifesini, Akgündüz ile birlikte Doç. Dr. Said Öztürk ve Yaşar Baş üstlendi. Bu iki araştırmacının Osmanlı ve Cumhuriyet kaynaklarını tamamen yeniden taradıkları eserde de müşahede edilecektir. 2- Osmanlı dönemiyle ilgili çalışmalar yaparken zorluklarla karşılaştınız mı? Yeterli bilgi ve belgeye ulaşabildiniz mi? Bence en büyük zorluğu iki yerde çektik. Bunlardan birincisi, Fatih’in Tapu-Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyd-ı Kadime Arşivindeki 66 metrelik Ceylan Derisi üzerine yazılı Ayasofya Vakfiyesine ulşmamız tam 7 sene sürdü. Araya sokmadığımı siyasi bile kalmadı. Nice Başbakan yardımcılarına ve nice bakanlara müracaat ettik. Daha sonra rahmetli Özal’ın Ayasofya Vakfiyesine karşı olan hassasiyeti ve o dönemde siyah beyaz da olsa mikrofilminin alınmış olması bu çalışmanın kapısını açtı. Yeni hükümet zamanında ise kolaylıkla renkli dialarını da alabildik. İkincisi ise, hala değiştiğine inanmadığım Vakıflar Genel Müdürlüğündeki belgelere ulaşmak oldu. Eğer Dr. Nazif Öztürk’ün çalışmaları ve katkısı olmasaydı, belki de bazı konular aydınlatılamayacktı. Ancak Vakıflardan alamadığımız bütün belgeleri başka kurumları arşivinden elde edebildik. Bence en büyük zorluk böyle bir esere sponso bulamamaktı. Bunun hikayesini zaman yazacaktır. Ancak yayınladıktan sonra, üslubumuzu ve kaynaklarımızı görenler, böyle bir eser yazılmalıydı diyorla. 3- Orijinal yapıların olduğu dönemde Ayasofya büyük bir külliye. O külliye içinde neler vardı? Neleri kaybetti? Nasıl? Osmanlı Ayasofya’sı neyi ifade ediyor? Bu kitap, değerli müellif arkadaşım Said Öztürk bey’in ifadesiyle, Ayasofyanın kiliseden külliyeye çevrilmesinin tarihidir. Ayasofya kiliseden camiye çevrildikten sonra, Türk-İslâm geleneğine uygun olarak çevresine çeşitli yapılar eklenmiştir. Genellikle bütün büyük camilerde görüldüğü gibi, Ayasofya'da dahi Osmanlı dini ve sivil mimarisine ait ekleri görüyoruz. Bunlar, çeşme, medrese, imâret, hamam, kütüphane, muvakkithane, mekteb, vesairedir. Bir devrin en büyük camii olduğu için de birçok sultanın naaşı, çevredeki türbelere gömülmüşlerdir[3]. Fatih, Ayasofya'ya mihrâb, minber, kütüphane, medrese yaptırmıştı. Mihrâbın önünde duran iki muazzam şamdan, Kanunî zamanında Macaristan seferinde Maryas'ın sarayından alınıp getirilmişti. Daha önce başlayıp, III. Murad zamanında iki kalın minareyi tamamlayan Sinan, aynı zamanda camii yıkılmaktan kurtarmış, Marmara'ya bakan arka cephesine payandalar eklemek suretiyle mâbedi takviye etmişti. Minber, müezzin mahfili, ana mekânda ayrıca bulunan dört mermer mahfil, mermer vaiz kürsüsü ile Bergama küpleri III. Murad devrine aittir. Şahnişinli mahfil ile kubbede asılı büyük şamdan, III. Ahmed'in eseridir. Üst katta bulunan mahfil, imâret, şadırvan, sıbyan mektebi ve kütüphane, I. Mahmud'un Türk sanatına hediyesidir. Büyük kubbede yazılı olan Besmele ve Nûr sûresinin 35. ayeti, Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin sekiz levhası ve camide bulunan diğer hat levhalar, hat sanatının şaheserleri olarak Ayasofya'yı süslemektedir. Bugün ibadet yeri olarak açık tutulan, eskiden hünkâr mahfiline geçişi sağlayan hünkâr dairesi ile içeride bulunan hünkâr mahfili ve dışarıdaki muvakkithane, Sultan Abdülmecid devrine aittir ve Fossati tarafından yapılmıştır. Altı adedi mihrâbın olduğu duvar tarafında bulunan alçı pencereler, içeride ve Ayasofya'nın dış çevresinde bulunan sebiller, dört minare, 1935'de yıktırılan medrese, beş türbe, alemler, yazılar, çiniler, maksureler, şebekeler, kandiller, tezyinat, padişah hattı levhalar, sair cami eşyası gibi daha onlarca sayacağımız Türk eserleri, artık ilk kilisenin ne kadar değiştiğini ispatlamaktadır[4]. Ayasofya üzerindeki Osmanlı emeği tabii ki bu kadarla sınırlı değildir. Burası her padişahın göz bebeği olmuştur. Her devir, her yıl nerede ise her gün üzerine titrenmiş; bakımı, onarımı ve güzelliğinin korunması ve arttırılması için hiçbir masraftan kaçınılmamıştır. Bu iş bir bakıma saltanat penceresinin, dışarıya ve halka karşı onuru, gururu, mekânı, gücü ve şerefinin bir timsali olmuştur. Sadece Ayasofya içinde, her asırda bir Türk eseri bulmak mümkün hale gelmiştir. Her devirde camiye adeta bir Türk eseri katılmıştır. Müştemilatıyla binayı bu zaviyeden değerlendirdiğimizde Türk eserleri yarıdan fazlayı bulur. Süheyl Ünver, "Ayasofya, medresesi, türbeleri, I. Mahmud'un kurduğu pek zarif kütüphanesi, mahfilleri, şadırvanıyla, sebili, ilk mektebi ve muvakkithanesi ile en mühim İslâmî sitelerimizden biri olmuştur" der. Halim Baki Kunter ise, "Ayasofya, Osmanlılar vesilesiyle varlığını bugüne kadar sürdürmüştür. Bu milletimiz için bir iftihar vesilesidir. Fatih, ayağının tozu ile Ayasofya'da namaz kılmıştır ve onun ebediyete kadar vakfettiği camiidir. Ayasofya üzerine Türk milletinin emeği çoktur. Onu bir Türk eseri kabul etmek lâzım gelir" der[5]. Yıktırılmış olan Ayasofya Medresesi, yıktırılmadan önceki son şekline uygun olarak yeniden yaptırılmalıdır. Bu binanın yeniden yaptırılması, idari bina ihtiyacını da giderecektir. Ayasofya Camii'nden alınıp, diğer camilere veya müzelere aktarılan hat levhaları ve diğer eserler geri getirilerek eski yerlerine konulmalıdır. Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün deposu olarak kullanılmakta olan imârethane binası boşaltılarak onarımdan geçirilmeli, burası idari bina, imârethane ya da yapılış gayesine uygun bir hizmet ünitesi haline getirilmeli, gerekirse özel işletmeciye verilmelidir. 4- Ayasofya’yı, Ayasofya yapan nedir? Neden Ayasofya etrafında bir hassasiyet oluştu? Ayasofya, şu anda 3 ila 4 milyar arasında bir nüsfusa sahip Hristiyan ve Müslüman dünyanın saygı gösterdiği ve hayaller kurduğu bir mabeddir. İslam alemi açısından evvela onun kiliseden camiye çevrilmesi tam anlamı ile Yeniçağı açıp kapatan bir olay olmuştur. Diğer taraftan Fatih tarafından verilen Fethiye Camii adıyla fethin sembolü haline gelmiştir. En önemlisi de Hristiyanlığın İslamiyete teslimini sembolize eden bir olaydır. Bu sebeple başta Ortodokslar olmak üzere bazı Hristiyan grupların Türklere duyduğu kin buradan kaynaklanmaktadır. En önemlisi de, bence Ayasofya Ab ruhunu yansıtan tarihi bir mabeddir. İleride Müslüman Hristiyan diyaloğunu önemli bir merkezi haline gelecektir. Bir Avrupalı siyasetçinin, ‘Bence ana mekan Camiolarak ibadete açılmalı; galeriler ise Hristiyan alemi ve bütün dünyayay açık halde kalmalı. Böylece her iki din mensupları Ayasofya’yı sever demesi ilginçtir. Ayasofya dünya kamuoyunun üzerinde durduğu bir mâbed. Dokuz yüz yıl küsur Bizansın kalbinde bir kilise ve en kutsal mâbedlerinden birisi. Beş yüz yıla yakın Osmanlı'nın içinde huşu ve haşyetle ibadet ettiği bir cami. İstanbul'un fethinin sembolleşen ismi. Ne var ki, Cumhuriyet Türkiyesi'nde üzerinde toplum mutabakatının sağlanamadığı, en çok münakaşa edilen bir mâbed. Her dönemin ayrı bir Ayasofyası var. Bizans'ın Ayasofyası, Latinler'in Ayasofyası, Osmanlı'nın Ayasofyası, Cumhuriyet Türkiyesi'nin Ayasofyası... ve her dönemin ayrı bir hikayesi var; aslında Ayasofya insanlığın uzun bir hikayesi. Zira bu muhteşem mâbed üzerinde bin beş yüz yıllık tarihi barındırıyor. Hakkında yazılanların isim listesi, büyük bir kitap oluşturacak hacimde. Mâbed, bünyesinde sadece kutsalı barındırmadı. İktidar mücadelelerine, güç, ihtişam ve gösterişe, direniş ve kaybedişe, yağma ve tahribe, fethe ve daha bir çok hadiseye şahitlik etti. Bizans devrinde olduğu gibi, Osmanlı devrinde de Ayasofya, siyasi, dini ve sosyal fonksiyonları ile önemli bir yere sahipti. Padişah, şehzadeler ve diğer önemli devlet adamları bazı vakit namazlarını burada kılar; zafer, bayram ve kandil kutlamaları bazen padişah ve diğer önemli devlet adamlarının katılımıyla burada yapılır; zaman zaman sivil ve askeri itaatsizliklere merkez teşkil ederdi. Yeniçeriler, bazı taşkınlıklarını burada sergiler; halktan bazıları padişaha memnuniyetsizliğini burada ifade ederdi. Ayasofya, resmi geçidin yapıldığı mâbedlerden biri idi. Merkez camii idi. Bu vesileyle görevlileri, korunması, temizliği, gelirleri ve benzeri durumları itibariyle dikkat çekiyordu. Mesela Ayasofya Kürsü Şeyhliği, benzeri payeler arasında en itibarlısı idi. 5- Ayasofya her dönemde farklı anlamlar yüklendi. Dönemler itibariyle Ayasofya neleri sembolize etti? İstanbul ve Ayasofya'dan bahsederken, her ikisine ait tarihin altı farklı devrini unutmamak gerekir: 1- Yunanlıların hakim olduğu Byzantium şehri ve içindeki mâbed ki, Ayasofya ismi mevcut değil (MÖ 660-MS 73). MS 2. asırda Roma İmparatoru Septimius Severus tarafından şehir yıkılır ve önemsiz bir köy halini alır. Ayasofya yerindeki mâbed de bu tahripten nasibini alır. 2- Hristiyanlaştırılmış Roma İmaparatorluğu (MS 324-395) hakimiyetindeki Konstantinopolis şehri MS 324 tarihinde; ilk Ayasofya, 326'da, Konstantinos tarafından inşa edilmeye başlanır. Oğlu II. Konstantios tarafından tamamlanır. 3- İkinci Ayasofya, II. Theodosios (408-450) tarafından yeniden inşa edilir. Şu anda bu ikinci Ayasofya'nın sadece kalıntıları mevcuttur. 4- Asıl büyük Ayasofa 532-537 yılları arasında Justinianus tarafından inşa edilmiştir Günümüze kadar gelen üçüncü Ayasofya budur. 5- Osmanlı hakimiyeti (1453-1923) ki, bu dönemde Ayasofya Fethiye camisidir. 6- Cumhuriyet döneminde, 1934 yılından bugüne kadar geçen zaman içinde Ayasofya müze olarak kullanılmaktadır. 6- Bu çalışmayı yaparken en çok neye şaşırdınız? İlginizi çeken ne oldu? Çok şaşırdığımız noktalar var. Bazılarını sayalım. 1. Bazı Cumhuriyet dönemi yazarlarını Osmanlı Ayasofyası ile alakalı yazılı kaynakların az olduğunu söylemeleri. Gerçekten Osmanlı Ayasofyası ve buna ait külliyenin bütününe yönelik incelemeler yetersiz kalmıştır. Bu sebeple, Ayasofya araştırmaları ile tanınan Feridun Dirimtekin; fethi müteakip Ayasofya'da yapılan tamirler ve değişiklikler hakkında esaslı bir bilgiye malik değiliz diyor. Erdem Yücel, Ayasofya'nın onarım çalışmalarını günümüze yansıtan belge ve kaynaklarda bize ışık tutabilecek bilgilerin yok denebilecek kadar azlığından yakınmaktadır. Halbuki biz binlerce belgeyi ancak 500 küsur sayfada özetleyebildik. 2. 500 yıllık Osmanlı Ayasofya’sının temeli kabul edilen Fatih’in Ayasofya Vakfiyesinin sadece II. Bayezid devrinde yapılan Türkçe Muhtasarının Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından neşredilmiş olması yani henüz ana vakfiyenin orijinali olan Arapçasından tercümesinin bile yapılmamış olması; Arapça vakfiyenin ise sadece faksimile metninin ve ana nüshadan alınan nüshasının neşredilmiş olması bizi hayrete düşürdü. 3. . Eski Ayasofya, günümüze kadar gelebilmiş iken, ondan daha genç olan Osmanlı dönemi Ayasofya yapılarının yok oluşu anlaşılır gibi değil. Erdem Yücel'in ifadesiyle ortada kayıp bir Ayasofya var. Deyim yerindeyse, vaktiyle içinde gürül gürül ibadet edilen Ayasofya, bugün bütün elbiselerinden soyulmuş, ölü bir mezar sükûtu içinde bomboş. Bugünkü haliyle Ayasofya, gerçek manasından sıyrılmış bir taş ve sütun yığını halinde. Jane Taylor; bize loş gelen ışık, ibadetin sona erdiği onyıllardan sonra artık dini değil. Şimdi önümüzde, tıpkı artık trenlerin gelmediği ve yalnızca eski ve gri, boş kabuk gibi kalmış, ama yine de eski zarafetini yitirmemiş büyük bir tren istasyonuna benzeyen bir yapı duruyor. Boyama, bu muhteşem yapıya parlaklık getirmiş olsa da, ibadet atmosferini asla geri getiremiyor diyor[6]. 4. 1930'lu yıllarda Türkiye'nin siyasetine yön veren ricalin ve Türk bürokrasisinin içinde bulunduğu ruh haline dikkat çekmek isteriz. Ayasofya'nın müzeye çevrilmesi için büyük gayret sarfeden Aziz Ogan'ın başında bulunduğu komisyon heyetinden Alman Erkhard Ungar dışındaki Türk üyeler, mâbedin tamamen kapatılması yönünde görüş bildirirken, Alman Erkhard Ungar caminin mâbed kısmının ibadete kapatılarak Bizans Âsarı Müzesi haline getirilmesine karşı çıkmış ve mâbed kısmının aynen açık kalması gerektiğinde ısrar etmiş ve rapora muhalefet şerhi koymuştur[7]. 7- Yıllardır ‘Ayasofya’nın minareleri sökülürse bina yıkılır’ diye bir bilgi gündemde. Bu doğru mu? Aslı nedir? Ayasofyanın Osmanlı Devlet,i zamanında yapılan payandaları da minareleri de gerçekten eserin ayakta durmasına sebep olan önemli nedenlerdendir. Ayrıntıyı bütün yönleriyle kitapta anlattık. 8- Aysofya nasıl müzeye çevrildi? Buna neden gerek duyuldu? Ayasofya’nın müzeye çevriliş nedenleri gülünç denecek kadar basittir. Raporlarda zikredilenler arasındaki iki gerekçeyi söylemek ve ona gülmek mümkündür: 1) Türk Hükümetinin maddi imkanlarının tamir ve bakıma müsait olmaması, eğer müzeye çevrilirse başta Bizans Enstitüsü olmak üzere batılı kuruluşların para tahsis edeceği iddiası. 2) 1930’lu yıllarındaki Hükümetlerin Yunanistana jest yapmak istemeleri ve Batılı devletlere kendi ifadeleriyle şirin gözükmeleri. Bunların gerçek sebepler olmadığını müzeye çevriliş hikayesi ile alakalı belge ve raporları okuyanlar adaha iyi anlayacaklardır. 9- Ayasofya vakfiyesinde neler var? Fatih Vakfiyesinde Ayasofya ile beraber beş büyük caminin vakıf yapılış hikayesi, bu külliyelere ait menkul vee gayrimenkul mallar ve nihayet bu vakfiye hükümlerine aykırı davrananlara ait ağır beddua cümleleri var. 10- “Ayasofya açılsın” diye mitingler düzenlenirdi eskiden. Ayasofya’nın yeniden ibadethane haline getirilmesi için neler söylersiniz? Bence en güzel çözüm, Avrupalı bir siyasetçinin dilinden olan çözüm: ‘Bence ana mekan Cami olarak ibadete açılmalı; galeriler ise Hristiyan alemi ve bütün dünyaya açık halde kalmalı. Böylece her iki din mensupları Ayasofya’yı sever.’ Eğer bu manada hareket edilirse, baz Hristiyan hükümetler de memnun kalacaklardır. Türk Milleti de Fatih’in bedduasından kurtulmuş olacaktır. : Ayasofya Müslümanların ibadetine açılmalı, tartışma ve hüzün konusu olmaktan kurtarılmalıdır. Burasının ibadete açılması, müştemilatında yapılabilecek bazı düzenlemelerle birlikte müze olarak kullanılmasına da engel değildir. Bu ibadete açma, burayı asırlarca mabed olarak kullanan Hiristiyanların çoğunluğunu da memnun edecektir. Tarihi rekabetler ve karşılıklı husumetler bir tarafa bırakılarak, asırların mabedi olan bu yapıt, hasretini çektiği manevi havaya bir an önce kavuşturulmalıdır. Bu husuda Fatih’in Vakfiyesindeki bedduadan da kurtulunmuş olunacaktır. Ayasofya'nın ibadete açılması, müştemilatındaki Türk devri eserlerinin milli kültüre kazandırılması ve bu eserlerin yapılış gayesine uygun bir şekilde kullanıma açılması doğru olacaktır. Zira Ayasofya, Türk hakimiyet ve istiklalinin sembollerinden biridir. Bu bakımdan Peyami Safa'nın pek haklı olarak dediği gibi, "ibadethanenin tekrar ibadethane olarak kullanılmasını istemek yobazca bir hayal sanılmamalıdır"[8]. Prof. Dr. Ahmed Akgunduz Rector & President Islamitische Universiteit Rotterdam Bergsingel 135, 3037 GC Rotterdam T +31 (0)10 485 47 21 F +31 (0)10 484 31 47 E akgunduz@iur.nl; I www.islamicuniversity.nl facebook.com/Prof.AhmetAkgunduz; twitter.com/AhmetAkgunduz [1] Sezer Tansuğ, "Ayasofya ve Osmanlı Ekleri", Ayasofya Müzesi Yıllığı, nr. 8, İstanbul 1969, s. 57. [2] Feridun Dirimtekin, "Ayasofya'nın Bronz Kapıları", Ayasofya Müzesi Yıllığı, nr. 3, İstanbul 1961, s. 12; Erdem Yücel, "Ayasofya Çalışmaları ve Yapılan Onarımlar", s.159; Semavi Eyice, "Ayasofya Horologionu ve Muvakkithanesi", Ayasofya Müzesi Yıllığı, nr. 9, İstanbul 1983, s. 20. [3] Ayasofya, Net Turistik Yayınlar Sanayi ve Ticaret A.Ş., İstanbul Ts, s. 45. [4] Azade Akar, "Ayasofya'da Bulunan Türk Eserleri ve Süslemelerine Dair Bir Araştırma", Vakıflar Dergisi, Sayı. 9, Ankara 1971, s. 277-290; Rüknettin Akbulut, "Ayasofya Artık Bir Türk Eseridir", Hayat Tarih Mecmuası, Yıl. 1, c. 1, Sayı. 4, 1 Mayıs 1965, s. 34. [5] A. Süheyl Ünver, İstanbul Risaleleri, c. 2, İstanbul 1995, s. 60-61; Halim Baki Kunter, "Ayasofya Meselesi", Yeni İstanbul Gazetesi, 10-23. 04. 1966, s. 6. [6] Erdem Yücel'den aktaran Haşim Söylemez, Aksiyon Dergisi, 17 Şubat 2003, s. 29; Emin Akyüz, Ayasofya Davası, Ankara 1959, s. 47; Jane Taylor, İstanbul İmparatorlukların Başkenti, Çev. İnci Türkoğlu, İstanbul 2000, s. 75. [7] Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, Ankara 1995, s. 501; Ziyad Ebuzziya, "Ezan Sesine Hasret Ayasofya",İslam Mecmuası, Yıl 4, Sayı. 46, Haziran 1987, s. 17. [8] Peyami Safa, "Ayasofya", Fetih ve Ayasofya, Bugün Gazetesi Armağanı, 29 Mayıs 1970, s. 5. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 6. Dezember 2013 Autor Teilen Geschrieben 6. Dezember 2013 AYASOFYA, KARARNAME VE BEDİÜZZAMAN'IN TEPKİLERİ AYASOFYA, KARARNAME VE BEDİÜZZAMAN'IN TESBİTLERİ Muhterem Kardeşlerim Bugünlerde Ayasofya tartışılıyor. Biz 900 sayfalık ÜÇ DEVİRDE BİR MABED: AYASOFYA adlı eserimizde, Mustafa Kemal'in imzalarının sahte olmadığını, zira birden fazla imz...ası olduğunu, Ayasofya Müze yapıldıktan sonra ziyaret ederek tebrikler yağdırdığını belgelerle açıkladık. Ancak bu Bakanlar Kurulu kararının tamamen Vakıf Hukukuna aykırı olduğunu ve zaten Resmi Gazete'de yayınlanmadığından geçersiz de olduğunu ve Camiye çevrilmesi için hiçbir engelin bulunmadığını defalarca haykırdık. Ayrıca ekte sunacağımız belgede okuyacağınız üzere, Fatih Sultan Mehmed'in keramet göstererek sahte bir bakanlar kurulu kararıyla Ayasofya Vakfiyesinin maksadı değiştirleceğini ve bu değiştirenlere lanetler yağdırdığını anlattık. Şimdi de bu olaya Bediüzzaman'ın tepkisini nakledeceğiz. Bediüzzaman’ın 1922'de geldiği Ankara'da Mustafa Kemal ile olan müzâkeresinde Ayasofya meselesinin de gündeme geldiğini ve Mustafa Kemal’in Ayasofya ile alakalı planlarını hissettiği için ona şiddet-le karşı çıktığını görüyoruz. "Hem Ankara'da divan-ı riyasetinde pek çok meb'uslar varken Mustafa Kemal şiddetli bir hiddet ile divan-ı riyasetine girip, bana karşı bağırarak: "Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen geldin, namaza dair şeyler yazıp içimize ihtilaf verdin." Ben de onun hiddetine karşı dedim: "Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur." Dehşetli bir pot kırdım. Hazır meb'us dostlarım telaş ettikleri ve herhalde beni ezeceklerini tahmin ettikleri sırada, bana karşı bir nevi tarziye verip o mecliste hiddetini geri alması, âdeta dehşetli bir kuvveti ve hakikatı hissedip geri çekilmesi, ikinci gün hususî riyaset odasında: "Hücumat-ı Sitte"nin "Birinci Desise" içinde bulunan "Meselâ: Ayasofya Câmii ehl-i fazl u kemalden ilâ âhir..." cümlesinden başlayan, tâ "İkinci Desise"ye kadar, bir saat tamamen ona söy-ledim. Bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiğim halde bana ilişmemesi, hattâ taltifime çok çalışması, kat'iyyen bu üç cebbar fevkalâde kumandanların bu üç acib haletleri, âdeta Es-ki Said'den korkmaları, şübhesiz ki Risale-i Nur'un, ileride kahraman şakirdlerin şahs-ı ma-nevîsinin hârika bir kuvveti ve Risale-i Nur'un parlak bir kerametidir." Bediüzzaman’ın bahsettiği mesele aynen şöyledir: "Hubb-u câh hissi eğer susturulmazsa ve izale edilmezse, yüzünü başka cihete çevirmek lâzımdır. Şöyle ki: Sevab-ı uhrevî için, dualarını kazanmak niyetiyle ve hizmetin hüsn-ü tesiri noktasında gelecek temsildeki sırra binaen, belki o hissin meşru bir ciheti bulunur. Meselâ: Ayasofya Câmii, ehl-i fazl u kemalden mübarek ve muhterem zâtlarla dolu olduğu bir zamanda, tek-tük, sofada ve kapıda haylaz çocuklar ve serseri ahlâksızlar bulunup câmiin pencerelerinin üstünde ve yakınında ecnebilerin eğlenceperest seyircileri bulunsa, bir adam o câmi içine gi-rip ve o cemaat içine dâhil olsa; eğer güzel bir sadâ ile şirin bir tarzda Kur'andan bir aşır okusa, o vakit binler ehl-i hakikatın nazarları ona döner, hüsn-ü teveccühle, manevî bir dua ile, o adama bir sevab kazandırırlar. Yalnız, haylaz çocukların ve serseri mülhidlerin ve tek-tük ecnebilerin hoşuna gitmeyecek. Eğer o mübarek câmiye ve o muazzam cemaat içine o adam girdiği vakit, süfli ve edebsizce fuhşa ait şarkıları bağırıp çağırsa, raksedip zıplasa; o vakit o haylaz çocukları güldürecek, o serseri ahlâksızları fuhşiyata teşvik ettiği için hoşlarına gidecek ve İslâmiyetin kusurunu görmekle mütelezziz olan ecnebilerin istihzakârane tebes-sümlerini celbedecek. Fakat umum o muazzam ve mübarek cemaatın bütün efradından, bir nazar-ı nefret ve tahkir celbedecektir. Esfel-i safilîne sukut derecesinde nazarlarında alçak görünecektir. İşte aynen bu misal gibi; âlem-i İslâm ve Asya, muazzam bir câmidir. Ve içinde ehl-i iman ve ehl-i hakikat, o câmideki muhterem cemaattir. O haylaz çocuklar ise, çocuk akıllı dalkavuk-lardır. O serseri ahlâksızlar; firenkmeşreb, milliyetsiz, dinsiz heriflerdir. Ecnebi seyircileri ise, ecnebilerin naşir-i efkârı olan gazetecilerdir. Herbir müslüman, hususan ehl-i fazl u kemal ise; bu câmide derecesine göre bir mevkii olur, görünür, nazar-ı dikkat ona çevrilir. Eğer İslâmi-yetin bir sırr-ı esası olan ihlas ve rıza-yı İlahî cihetinde, Kur'an-ı Hakîm'in ders verdiği ahkâm ve hakaik-i kudsiyeye dair harekât ve a'mal ondan sudûr etse, lisan-ı hali manen âyât-ı Kur'aniyeyi okusa; o vakit manen âlem-i İslâmın herbir ferdinin vird-i zebanı olan اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِنِينَ وَ الْمُؤْمِنَاتِ duasında dâhil olup hissedar olur ve umumu ile uhuvvetkârane alâkadar olur. Yalnız hayvanat-ı muzırra nev'inden bazı ehl-i dalaletin ve sakallı çocuklar hükmündeki bazı ahmakların nazarlarında kıymeti görünmez. Eğer o adam, medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı iftihar bildiği bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinad telakki ettiği se-lef-i sâlihînin cadde-i nuranîlerini terkedip heveskârane, hevaperestane, riyakârane, şöhret-perverane, bid'akârane işlerde ve harekâtta bulunsa; manen bütün ehl-i hakikat ve ehl-i ima-nın nazarında en alçak mevkie düşer. اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ فَاِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللّٰهِ sırrına göre; ehl-i iman ne kadar âmi ve cahil de olsa, aklı derketmediği halde, kalbi öyle hodfüruş adamları görse; so-ğuk görür, manen nefret eder. İşte hubb-u câha meftun ve şöhretperestliğe mübtela adam -ikinci adam-, hadsiz bir ce-maatin nazarında esfel-i safilîne düşer. Ehemmiyetsiz ve müstehzi ve hezeyancı bazı serseri-lerin nazarında, muvakkat ve menhus bir mevki kazanır. َاْلاَخِلاَّءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ اِلاَّ الْمُتَّقِينَ sırrına göre; dünyada zarar, berzahta azab, âhirette düşman bazı yalancı dostları bulur. Birinci suretteki adam, faraza hubb-u câhı kalbinden çıkarmazsa, fakat ihlası ve rıza-yı İlahîyi esas tutmak ve hubb-u câhı hedef ittihaz etmemek şartıyla; bir nevi meşru makam-ı manevî, hem muhteşem bir makam kazanır ki, o hubb-u câh damarını kemaliyle tatmin eder. Bu adam az, hem pek az ve ehemmiyetsiz bir şey kaybeder; ona mukabil, çok hem pek çok kıymetdar, zararsız şeyleri bulur. Belki birkaç yılanı kendinden kaçırır; ona bedel, çok müba-rek mahlukları arkadaş bulur, onlarla ünsiyet eder. Veya ısırıcı yabani eşek arılarını kaçırıp, mübarek rahmet şerbetçileri olan arıları kendine celbeder. Onların ellerinden bal yer gibi, öyle dostlar bulur ki; daima dualarıyla âb-ı kevser gibi feyizler, âlem-i İslâmın etrafından onun ruhuna içirilir ve defter-i a'maline geçirilir. Bir zaman, dünyanın bir büyük makamını işgal eden küçük bir insan, şöhretperestlik yo-lunda büyük bir kabahat işlemekle, âlem-i İslâmın nazarında maskara olduğu vakit, geçen temsilin mealini ona ders verdim; başına vurdum. İyi sarstı, fakat kendimi hubb-u câhtan kurtaramadığım için, o ikazım dahi onu uyandırmadı. (Burada kasdedilen şahıs Mustafa Kemal’dir ve Mecliste yaptığı münakaşdan bahsetmektedir.)." Başka bir eserinde ise Ayasofya’nın Müze haline ve Meşihat’ın da Kız Mektebine çevril-mesini şiddetle tenkid eder: "Hem o şahsı tenkid, o içinde bulunduğu ve kusurlara sebeb olduğu bir inkılabın hasenatı yalnız onun değil, belki ordunun ve hükûmetindir. Onun da yalnız bir hissesi var. Onun ku-surları için onu tenkid etmek, elbette bir suç olmadığı gibi, inkılaba hücum ediyor denilemez. Hem bu kahraman milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur'an ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılınçlarının pek büyük ve antika bir yadigârı olan Aya-sofya Câmii'ni puthaneye ve Meşihat Dairesini kızların lisesine çeviren bir adamı sevmemek bir suç olması imkânı var mı? Ayasofya'yı puthane ve Meşihat'ı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî, kanun na-mındaki emirlerine fikren ve ilmen taraftar değiliz ve şahsımız itibariyle amel etmiyoruz." Nitekim 1950’li yıllarda Başbakan Adnan Menderes’e yazdığı bir mektupta, Mustafa Kemal’in yaptığı bu tahribi tamir etmesini ısrarla tavsiye etmektedir: "Nasıl Ezan-ı Muhammediye'nin (A.S.M.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, öyle de Ayasofya'yı da beşyüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmektir. Ve âlem-i İslâmda çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâmın hüsn-ü teveccü-hünü kazandıran, bu yirmi sene mahkemeler bir muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahke-me de beraetine karar verdikleri Risale-i Nur'un resmen serbestiyetini dindar Demokratlar ilân etmelidirler. Tâ, bu yaraya bir merhem vurmalı. O vakit âlem-i İslâmın teveccühünü ka-zandıkları gibi, başkalarının zalimane kabahatı da onlara yüklenmez fikrindeyim." Aysofya nasıl müzeye çevrildi? Buna neden gerek duyuldu? Ayasofya’nın müzeye çevriliş nedenleri gülünç denecek kadar basittir. Raporlarda zikredilenler arasındaki iki gerekçeyi söylemek ve ona gülmek mümkündür: 1) Türk Hükümetinin maddi imkanlarının tamir ve bakıma müsait olmaması, eğer müzeye çevrilirse başta Bizans Enstitüsü olmak üzere batılı kuruluşların para tahsis edeceği iddiası. 2) 1930’lu yıllarındaki Hükümetlerin Yunanistana jest yapmak istemeleri ve Batılı devletlere kendi ifadeleriyle şirin gözükmeleri. Bunların gerçek sebepler olmadığını müzeye çevriliş hikayesi ile alakalı belge ve raporları okuyanlar adaha iyi anlayacaklardır. Fatih’in bedduası: “Bütün bu şerh ve ta'yin eylediğim şeyler, tesbit edilen şekilde ve vakfiyede yazılı haliyle vakıf olmuştur; şartları değiştirilemez; kanunları tağyir edilemez; asılları maksatları dışında bir başka hale çevrilemez; tesbit edilen kuralları ve kaideleri eksiltilemez; vakfa herhangi bir şekilde müdahale Allah'ın diğer haramları gibi haramdır; Levhi, Kalemi, Arşı, Kürsi'yi, gökleri ve yeri koruyan Allah'ın hıfzı ve inayetiyle mahfuzdur; üzerinden süre geçtikte bu vakfı tekid edecektir; zaman yenilendikçe vakfı daha da yerleştirecektir. Allah'ın yarattıklarından Allah'a ve O'nun rü'yetine iman eden, Ahirete ve onun heybetine inanan hiçbir kimse için, sultan olsun melik olsun vezir olsun bey olsun, şevket ve kudret sahibi biri olsun hâkim veya mütegallib (zâlim ve diktatör) olsun, özellikle zâlim ve diktatör idareciler tarafından tayin olunan, fâsid bir tahakküm ve bâtıl bir nezâret ile vakıflara nâzır ve mütevelli olanlar olsun ve kısaca insanlardan hiçbir kimse için, bu vakıfları eksiltmek, bozmak, değiştirmek, tağyir ve tebdil eylemek, vakfı ihmal edip kendi haline bırakmak ve fonksiyonlarını ortadan kaldırmak, asla helal değildir. Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen bâtıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse; vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse; vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek (temel müesseselerden birinden taviz vermek) ve vakfın bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse; veya şer'-i şerife aykırı olarak vakıfda tasarruf etmeye azm eylerse, mesela şeri'ata ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey taleb ederse, kısaca bâtıl tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haramı işlemiş olur, günahı gerektiren bir fiili irtikâb eylemiş olur. Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların la'neti üzerlerine olsun. "Ebeddiyyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebeddiyyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse vebali ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve herşeyi bilir.". Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.osmanlisahafi.com/index.php?Uid=50See More Prof. Dr. Ahmed Akgunduz Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.