Webmaster Geschrieben 6. Mai 2014 Autor Teilen Geschrieben 6. Mai 2014 06 Mayıs 2014 Salı 13:01 [h=1]Bulaç, 'Ayasofya kilise olsun' dedi mi?[/h] Hürriyet yazarı Hakan, Ali Bulaç'ın Ayasofya'nın kilise olmasını istediği ileri sürdü Risale Haber-Haber Merkezi Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Ali Bulaç'ın Ayasofya'nın kilise olmasını istediği ileri sürdü. İşte Hakan'ın o yazısı: "Biz tam hükümetten “Ayasofya’yı cami yapma” adımı beklerken... “Cemaat” atağa kalktı: Fethullah Gülen’in 1990’da kaleme aldığı “Ayasofya cami olsun” temalı yazısını yeniden yayınlamalar, sosyal medyada kampanya düzenlemeler falan. Samimi olarak bunu istiyor da olabilirler. Ayasofya’nın ibadete açılmasının dış dünyada yaratacağı olumsuz havayı hesaba katıp hükümeti gaza getirmek istiyor da olabilirler. Kalplerini yarıp bakmadım. Bu nedenle niyetlerini sorgulamak istemiyorum. Ben sadece buradan Ali Bulaç’a seslenmek istiyorum: Ali Abi! Hani bir zamanlar “Ayasofya eğer ille de öz kimliğine döndürülmek isteniyorsa kilise olmalıdır, çünkü o yapının aslı kilisedir” diyordun ya... O görüşünü Zaman gazetesinde yeniden dile getirsene. “Cemaat” açısından ufuk açıcı olabilir. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 6. Mai 2014 Autor Teilen Geschrieben 6. Mai 2014 06 Mayıs 2014 Salı 08:57 [h=1]Ayasofya konusunda ilginç gelişmeler![/h] Son günlerde Ayasofya’nın açılmasına dair talepler sıklaşmaya başladı Risale Haber-Haber Merkezi Son günlerde Ayasofya’nın açılmasına dair talepler sıklaşmaya başladı. Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı öncesi en büyük kozlarından birinin Ayasofya olduğu ileri sürülüyor. Bununla birlikte ilginç gelişmeler de yaşanıyor. Gülen grubu da bir anda Ayasofya için harekete geçmeye başladı. Ahmet Taşgetiren, bu gelişmeleri Star’daki köşesinde yorumladı: Ankara’da, Hükümet cenahından Ayasofya’nın açılması yönünde sessiz sedasız, bir çalışma yapıldığı yönünde tam te’yid edilmeyen haberler gelirken, Zaman’da Fethullah Gülen imzalı, 1990 yılında Yeni Ümit dergisinde yayınlanmış bir yazıya yer veriliyor. Yazı, Ayasofya’nın mana ve ehemmiyetine ilişkin bildiğimiz “Müslüman tavrı”nı dile getiriyor. Bugünlerde... İlginç! Ona paralel, Ak Parti’den istifa eden Camia’ya yakınlığı ile tanınan Burdur milletvekili Hami Yıldırım, TBMM Başkanlığı’na “Ayasofya’nın ibadete açılması” talebini dile getiren bir başvuruda bulunuyor. Artı Başbakan Erdoğan’a, Ayasofya’nın açılması teklifine ne diyeceğine dair bir soru önergesi veriliyor. Bugünlerde... İlginç! Ve bugünlerde Bugün gazetesinin “Hizmet Hareketi’nden AYASOFYA açılımı” başlıklı haberini okuyoruz. Camia, Twitter üzerinden “Ayasofya ibadete açılsın” kampanyası başlatıyor ve 14 dakika içinde kampanya Türkiye ve dünyanın en yüksek TT’sine ulaşmayı başarıyor. Şaşırtıcı bir durumla karşı karşıya olduğumuz kesin. “Ayasofya’nın açılması” yönünde bir girişim Hükümet için yadırganmaz. Gül - Erdoğan - Arınç gibi isimler, gençliklerinden beri “Ayasofya açılsın” sloganları ile yürekleri dolmuş insanlar. Gönüllerinde hep ibadete açılmış bir Ayasofya ümidi yaşayıp gelmiştir. Ama, Ayasofya’nın reel-politiğini de hep dikkate almışlardır. Acaba Ankara’dan gelen bilgiler, Hükümetin bu noktada bir tercih noktasına geldiğini mi göstermektedir? Bu bir soru. Camia’ya gelince, o yapının, Vatikan’la, Patrikhane ile, ABD ve Avrupa Hıristiyan dünyası ile “Diyalog” ilişkileri biliniyor. Hatta Ak Parti ile yaşanan gerilimin, öncelikle, Ak Parti’nin Batı ile (Ve İsrail ile) mesafeli hatta gerilimli ilişkilerine itirazdan kaynaklandığı da biliniyor. Camia’nin “Diyalog”u küresel çalışmalara Batılı güç odaklarının tepki göstermemesi arzusuyla tercih ettiği de bir vakıa. Bugüne kadar böyle gelinmişken, Ayasofya gibi, Batı dünyasının en duyarlı olduğu bir konuda Hükümet’i sollama niteliği taşıyan bir girişimi başlatmalarının sebebi ne olabilir? Ak Parti İstanbul milletvekili Bülent Turan’ın dediği gibi “rol çalma” girişimi mi? Ben, aslında bu işte “rol çalma” hamlesinin bile Camia’nın Batı ile ilişkileri adına bir tür risk alma niteliği taşıdığını düşünürüm. O yüzden Camia ya Batı ile ilişkileri, yani “Diyalog”u riske atmayı göze almış oluyor, ki çok stratejik bir karar anlamına geliyor, ya da başka bir şeyi hesaplıyor. Acaba neyi? Dün, yine Bugün gazetesinde Nuh Gönültaş’ın bir yazısı vardı. Nuh, bir ara fazla agresif bulunduğu için yazılarına ara verilen, ancak son gerilimde, muhtemelen böyle bir agresifliğe duyulan ihtiyaç sebebiyle yeniden yazdırılan bir Camia yazarı. Nuh’un dünkü yazısı, tam anlamıyla ters köşeye yatmış bir yazı. Başlığı şu: “Türkiye Ayasofya’yı açabilecek kadar güçlendi mi yoksa bu bir tuzak mı?” Bu başlığın hemen altına şu cümleyi yazmış: “Bunu sordum ya, malum siyasal İslamcılar “Paraleller, Ayasofya’nın cami olarak açılmasına karşı çıkıyorlar” diyecek. Desinler önemsemiyorum! Ülkemin geleceği onların benim hakkımdaki düşüncelerinden daha önemlidir.” Belli ki Nuh yazıyı, “Hükümetin Ayasofya’yı açma girişimi” varsayımını dikkate alarak ve “İlk turda Cumhurbaşkanı seçtirme yatırımı” hesabına bağlayarak yazmış. Belli ki Camia’nın kampanyasını ıskalamış. Bakın neler yazmış: “Ayasofya elbette açılmalı ama Türkiye’nin henüz Ayasofya’yı açabilecek kadar güçlü bir ülke olmadığını, açsa bile onu açık tutabilecek gücü ve kudreti olmadığını söylüyorum. “Yeni Türkiye’nin kurucularının Ayasofya’yı niçin müze statüsüne getirdikleri, vesayetin niteliği ile alakalı bir durum. Türkiye’nin kurulmasına vesayet edenlerin bir tercihi. “Dünyada o vesayet düzeni bugün yeni bir şekil aldı. Türkiye ise o düzeni aşabilecek bir güç ve kudrete sahip değil. Dolayısıyla belki açanlara ilk turda cumhurbaşkanlığını kazandırır fakat dünyada mevcut hakim güç ve kültür ortamında Ayasofya’yı açma girişimleri ülkemizin başına yeni dertler açmaktan başka bir işe yaramaz.” Nuh’un satırlarında doğrular var, ama galiba yazıldığı zaman sorunlu. Şimdi Nuh’a soralım: Acaba Camia, “Ayasofya açılsın” kampanyası ile hangi turda neyi kazanmayı hedeflemiş olabilir? Ve ülkenin başına hangi dertler açılır? Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 7. Mai 2014 Autor Teilen Geschrieben 7. Mai 2014 07 Mayıs 2014 Çarşamba 11:12 [h=1]Ayasofya'yı ibadete açıp Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklayacak[/h] CHP'ye yakınlığı ile bilinen gazetede Ayasofya'nın 29 Mayıs'ta açılacağına dair bir iddia gündeme geldi Risale Haber-Haber Merkezi CHP'ye yakınlığı ile bilinen Yurt gazetesinde Ayasofya'nın 29 Mayıs'ta açılacağına dair bir iddia gündeme geldi. AK Parti MKYK'da 3 dönem şartının korunmasına yönelik kararın Başbakan Erdoğan'ın, Köşk adaylığının gayriresmi ilanı olarak görüldüğünün belirtildiği haberde, Erdoğan'ın Köşk adaylığını 29 Mayıs'ta açıklayacağı öne sürüldü. Bu tarihin Başbakan Erdoğan için çok önemli olduğu, çünkü Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u 29 Mayıs 1453 tarihinde fethettiği hatırlatıldı. Öte yandan son zamanlarda Ayasofya Camii'nin ibadete açılması tartışmasının da çok konuşulduğu, Başbakan Erdoğan'ın İstanbul'un fetih tarihi 29 Mayıs'ta Ayasofya'yı ibadede açıp Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklayacağı öne sürüldüğü ifadelerine yer verildi. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 8. Mai 2014 Autor Teilen Geschrieben 8. Mai 2014 08 Mayıs 2014 Perşembe 14:17 [h=1]Ayasofya'nın müzeye çevrildiğini niye sorgulamıyorsun?[/h] Taşgetiren'den Ertuğrul Özkök'e: Bizans dili kullanıyorsun Risale Haber-Haber Merkezi Ayasofya'nın cami olarak açılmasından endişlenen Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök'e en sert tepki Ahmet Taşgetiren'den geldi. Star'daki yazısında Özkök'ün “gözünü Hıristiyan âleminin sembolik bir mabedine dikmişsin, ille de ibadete açacaksın... Seksen bin caminin ortasında bir Hıristiyan mabedi mi batıyor size yahu!?... Ayıp... Ayıp...” sözlerini "Bizans dili" olarak eleştiren Taşgetiren, "neden yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede bu operasyonun nasıl karşılanacağına, Hıristiyan aleminin duygularını önemsediği kadar önem vermez?" diye sordu. Ertuğrul Özkök'ün, Ayasofya ile ilgili batı dünyasında ortaya çıkabilecek muhtemel tepkiyi “İçerden bir Batıcı” olarak en net biçimde verdiğine dikkat çeken Taşgetiren, yazısında şu görüşlere yer verdi. "Ruhundan hiç “İstanbul’un fethi” geçmemişçesine “gözünü Hıristiyan âleminin sembolik bir mabedine dikmişsin, ille de ibadete açacaksın... Seksen bin caminin ortasında bir Hıristiyan mabedi mi batıyor size yahu!?... Ayıp... Ayıp...” cümlelerini kurmuş. Bizans dili, diyorum ben bu dile, evet. 482 yıl cami olduktan sonra bile, Ayasofya’yı bir “Hıristiyan mabedi” olarak görmeye devam eden bir dil başka nasıl tanımlanabilir ki? Mesela bu dil, “482 yıl sonra bir caminin neden müze haline getirildiğini, bunun Hıristiyan alemi için ne anlam taşıdığını, Fetih açısından ne anlam taşıdığını” neden sorgulamaz? Bu dil, neden yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede bu operasyonun nasıl karşılanacağına, Hıristiyan aleminin duygularını önemsediği kadar önem vermez? Ve kendi kelimeleri ile sorayım, cami niteliğindeki bir Ayasofya, neden Ertuğrul Özök’e “batar”? Ayasofya’nın cami haline getirilmesinin Bizans’a battığı, tarihi bir gerçeklik. İçimizdekilere neden batar? Doğrusu bu soruyu cevaplandıramıyorum. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 8. Mai 2014 Autor Teilen Geschrieben 8. Mai 2014 08 Mayıs 2014 Perşembe 10:02 [h=1]Ankara kulislerinde Ayasofya'nın açılması için farklı formüller[/h] Bu formüle göre, sabah 8:00'den öğle namazına yarım saat kalaya kadar isteyenler... Risale Haber-Haber Merkezi Ayasofya'nın yeniden ibadete açılması için Ankara kulislerinde ise farklı formüllerin gündemde olduğu öğrenildi. Ayasofya'nın ibadete açılmasının önündeki en önemli etmenlerden biri Hristiyan kamuoyu baskısından daha çok duvarlardaki namaza engel teşkil eden insan figürlü mozaik ve freskler. Bu tarihi miras mozaik ve fresklere zarar vermeden Ayasofya'nın nasıl ibadetine açılacağı konusunda bir çalışma yapıldı. Çalışma neticesinde, Ayasofya'nın 5 vakit ibadete açık olacağı ve aynı zamanda günün belli bir bölümünde de freskler ve mozaiklerin turistlere açık olacağı bir formül geliştirildiği öğrenildi. Bu formüle göre, sabah 8:00'den öğle namazına yarım saat kalaya kadar isteyenler mozaik ve freskler açık şekilde Ayasofya'yı gezebilecek. Öğle namazına yarım saat kala siyah ışık teknolojisi ile mozaik ve freskler karartılarak gün sonuna kadar Ayasofya namaz kılınır duruma getirilecek. Yeni Şafak Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 10. Mai 2014 Autor Teilen Geschrieben 10. Mai 2014 09 Mayıs 2014 Cuma 13:26 Ahmet Hakan'a Ayasofya cevabı Said Nursi'den Ahmet Hakan, Ayasofya'nın neden cami olması gerektiğine dair sorular sordu. Said Nursi'nin cevabı şöyle... İbrahim Mert'in haberi: * RİSALEHABER-ÖZEL * Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, Ayasofya'nın neden cami olması gerektiğine dair sorular sordu.*"Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması gerektiğini savunanlara soruyorum"*diyen Hakan, "Bunu neden istiyorsunuz? İtikaden mi? Yani dini bir maksatla mı? Var mı inançla bu konunun ilgisi?* Yani İslami dünya görüşünün bir gereği midir Ayasofya’nın cami olması? Sembolik açıdan mı? Yani fethin sembolü olması nedeniyle mi? Cami olarak açıldığında fetih yeniden anlam mı kazanacak?" sorularını sıraladı.* * Ayasofya'nın açılması Bediüzzaman Said Nursi'nin de en büyük taleplerinden biriydi.*Bediüzzaman, Adnan Menderes'in 1950 yılında iktidara gelir gelmez Arapça ezanı serbest bırakmasının ardından*iki talepte daha bulunmuştu. Bunlardan biri de Ayasofya'nın açılmasını istemesiydi. * İşte Risale-i Nur'da da yer alan Bediüzzaman Said Nursi'nin Ayasofya beyanları: * 500 SENELİK KUDSİ VAZİYETİNE ÇEVRİLMELİ * "Eskilerin lüzumsuz keyfî kanunları ve su-i istimalleri neticesiyle, belki de tahrikleriyle zuhur eden Ticanî meselesini ve ağır cezalarını dindar Demokratlara yüklememek ve âlem-i İslâm nazarında Demokratları düşürmemenin çare-i yegânesi kendimce böyle düşünüyorum: * Nasıl ezan-ı Muhammediyenin (a.s.m.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, öyle de, Ayasofya’yı da beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmektir.* (Emirdağ Lâhikası,2-98) * İSLAM ALEMİ VE HATTA BİR KISIM HIRİSTİYAN DEVLETLER DE MEMNUN OLACAK * "Ankara’ya bu defa geldiğimin mühim bir sebebi, İslâmiyete ciddî taraftar Dahiliye Vekili Namık Gedik’i görmek ve İslâmiyetin kahramanı olan Adnan Beye ve Tevfik İleri gibi mühim zatlara bir hakikatı söylemektir ki: * Hem Demokrata ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risale-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâmı, hattâ bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı muzahrafattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır. Bu ise, bu mesele için otuz sene siyaseti terk ettiğim halde, bu nokta hatırı için Namık Gedik’i görmek istedim ve geldim. Adnan Bey, Namık Gedik ve Tevfik İleri gibi zatların hatırı için başka yere gitmedim. (Emirdağ Lâhikası, 2-147) * TALEBESİNİN SAİD NURSİ'DEN ANLATTIĞI *AYASOFYA SÖZLERİ * Selahaddin Çelebi anlatıyor: * "Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerini ziyaretimin birinde Ayasofya hakkında düşüncelerini sormuştum. 'Keçeli, keçeli' diye güldü. Sonra birden ciddileşerek'Ayasofya, Hristiyanlığın, İslâmiyete devir ve tesliminin bir âbidesidir. Bunun için kilise iken cami olmuştur. Elbette tekrar camiye çevrilecektir'*dedi. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 10. Mai 2014 Autor Teilen Geschrieben 10. Mai 2014 09 Mayıs 2014 Cuma 11:30 Ayasofya'da tekrar namaz kılınacak İngiliz Economist dergisi de gündemine aldı İngiltere'de yayınlanan haftalık Economist dergisi, Ayasofya'nın tekrar ibadete açılıp açılmayacağı yönündeki tartışmalara yer ayırdı. * Derginin yazısı şöyle başlıyor: "20 Mayıs 1453'te Sultan II. Mehmet uzun zamandır arzuladığı şehre girdi ve bir avuç toprak almak için yere eğildi. Artık Hagia Sophia katedrali Ayasofya camii olmuştu.*Türkiye'nin dindar Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın fethin 561'inci yıldönümünde Ayasofya'da namaz kılacağı söylentilerinin çıkması, 1453'teki sahnenin tekrarlanacağı yönünde ümitleri artırdı." * Economist'in makalesinde, her ne kadar hükümetin bu planları "fantazi" olarak nitelediği belirtilse de, "Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) içerisinde eski Bizans katedralinincamii olarak tekrar ibadete açılması gerektiğini açık biçimde dile getirenler var"*deniyor. * Yazı şöyle devam ediyor: "Ancak bu söylentilerin ortaya çıkması dahi Ortodoks Kilisesi'ni rahatsız ediyor. Patrik Bartolomeo, 'Ayasofya katedrali Hıristiyanlığın bir sembolü olarak inşa edilmişti. Eğer ibadete açılacaksa bu Hıristiyanlık'tan başka bir din için olamaz' diyor. İslamcılar ise, Ayasofya'nın camii olarak açılmasının yasal dayanağı olduğu görüşünde.*Ayasofya'nın Sultan II Mehmet'e ait olduğu hatırlatılıyor ve Sultan'ın vasiyetinde 'Ayasofya ahirete kadar camii olarak kalacak' dediği hatırlatılıyor." * 'Gülen'in yeni hamlesi mi?' * Makalede Ayasofya tartışmalarının güncel siyasi bir ayağı olduğu da vurgulanıyor ve "İlginç bir şekilde Fethullah Gülen hareketine yakınlığı ile bilinen Milletvekili Hami Yıldırım 3 Mayıs'ta Ayasofya'nın camii olarak ibadete açılması için bir yasa teklifi sundu." deniyor. Economist'in yazısı şöyle sonlanıyor: "Yargıdaki öğrencileri aracılığı ile hükümete karşı yürüttüğü yolsuzluk soruşturması hükümeti sarsamayınca Sayın Gülen iktidarın din vurgusunun altını oymaya çalışıyor. AKP Milletvekili Bülent Turan 'Önümüze Ayasofya'yı yem olarak atıyorlar. Ancak bu tuzağa düşmeyeceği' diyor. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ise, Ayasofya yasa teklifi sorulunca sadece yavan bir şekilde 'Hükümetin gündeminde yok' diyor. * BBC Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 12. Mai 2014 Autor Teilen Geschrieben 12. Mai 2014 12 Mayıs 2014 Pazartesi 13:00 [h=1]Ayasofya, İttihad-ı İslam'ın adresini keşfetmektir[/h] Erdoğan, Ayasofya'nın açılmasının ne anlama geldiğini yazdı Risale Haber-Haber Merkezi Yazar Latif Erdoğan, Ayasofya'nın açılmasının ne anlama geldiğini yazdı. Akit'teki yazısında Ayasofya’nın ibadete açılmasının, tarihi bir misyon olduğunu ve onu açacak liyakatli elleri beklediğini ifade eden Erdoğan, "Ayasofya’nın ibadete açılması, kapandığı günden bu yana bütün müminlerin gördükleri millet rüyasıdır; gerçekleşeceği eşref vaktini beklemektedir"dedi. Erdoğan, Ayasofya'nın açılmasının ne anlama geldiğini de şöyle açıkladı: "Ayasofya’nın ibadete açılması; ihtişam dönemine yeniden dönüşün icra mührüdür; siyaset kıvamının olgunlaşmasını beklemektedir. Ayasofya’nın ibadete açılması, ümmet şuuruna vurulan düğümlerin bir bir çözülmeye başlamasıdemektir; ümmet ölçekli uyanışı beklemektedir. Ayasofya’nın ibadete açılması, İttihad-ı İslam mefkuresinin merkez adresini keşif demektir; feraset ve basiretin kolektifleşmesini beklemektedir. Bunlar olursa kuşkusuz o da olacak, vakti geldiğinde Ayasofya ibadete açılacaktır. Ne ki bu sonuç tabii seyrinde gerçekleşmeli ne erken davranılarak ne de geç kalınarak bir ölü doğuma sebebiyet verilmemelidir. Sağduyu sahibi her inanmış gönlün, her selim aklın, her temiz vicdanın katılmakta zorlanmayacağı bu ulvi düşünceler, mutlaka ve elbette her türlü kötü niyetli sefil emellere alet edilmemek bağlamında da bir iffet, bir ismet gibi korunmak mevkiindedir. Ayasofya’nın ibadete açılması taleplerini değerlendirirken işte bu hassas konum daim göz önünde tutulmalı; bir fikri sabit sürekliliği ile muhafaza edilmelidir. Ayasofya’nın ibadete açılması sadece sembolik bir mesele değil, dini bir vecibedir. Hiç kimsenin böylesi kutsal bir vecibeyi ifada Allah rızasından başka beklentilere girmesi söz konusu edilemez. Zaten başka türlü beklentilere girenler bu kutsi vecibeyi yerine getirmeye muvaffak da olamaz. Kudüs’ün fethi nasıl Hz. Ömer(r.a) kıvamında bir manevi yapının öncülüğünü gerektiriyorsa, İstanbul’un fethi de Hz. Fatih kıvamında bir manevi yapının öncülüğünü gerektirir. Mescid-i Aksa’nın geri alınması, tarihi seyir içinde Ömeri bir izdüşümle mümkün olacağı gibi Ayasofya’nın ibadete açılması da aynı şekilde Fatih benzeri bir izdüşümle mümkün olacaktır. Recep Tayyip Erdoğan bu kutsi istihdama ehil görünüyor. Cenab-ı Hak’tan niyazımız pek çok hayırlı işte onu başarılı kıldığı gibi bu hayırlı işte de başarılı kılmasıdır. Vakti geldiğinde, başkaca harici bir etkiye ihtiyaç duymadan doğan güneş fıtriliğinde bir gün Ayasofya da ibadete açılacaktır. Ama vakti geldiğinde olacak olan bu fetihten, Paralelciler ve onları kullananlar asla umduklarını bulamayacaklardır. Bu son atraksiyon da onlar için çıkmaz sokaktır. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 13. Mai 2014 Autor Teilen Geschrieben 13. Mai 2014 13 Mayıs 2014 Salı 08:49 [h=1]Ayasofya’yı müzeleştirme operasyonu[/h] Ayşe Hür, Ayasofya’nın nasıl müzeye dönüştürüldüğünü yazdı Risale Haber-Haber Merkezi Tarihçi ve Radikal yazarı Ayşe Hür, Ayasofya’nın nasıl müzeye dönüştürüldüğünü yazdı. Batının ve tek parti yönetiminin çeşitli bahanelerle müzeye dönüştürülen Ayasofya’nın hazin hikayesi: İlk yapıldığında adının sadece Megale Ekklesia (Büyük Kilise) olduğu rivayet edilen, ancak 5.yüzyıldan itibaren Aya Sofya (Kutsal Hikmet) diye anılmaya başlayan bu olağanüstü yapının Ortodoks aleminde özel bir yeri var. Bazı kaynaklara göre şehrin kurucusu I. Constantinus (hd 324-337) bazı kaynaklara göre oğlu Konstantinos (hd 337-361) tarafından inşa edilen üstü ahşap kaplı ilk bazilika, 20 Haziran 404’te yanmıştı. Onarım ancak 415 yılında, II. Thedosios döneminde tamamlandı. Kilise, 13 Ocak 532’de başkentin ünlü araba yarışı takımları Maviler ve Yeşiller’in çıkarttığı Nika Ayaklanması’nda, şehrin diğer önemli binaları ile birlikte yandı ama hemen halka vergi salındı ve onarıma başlandı. Rivayete göre, 100 ustabaşının emrindeki 10 bin amelenin çalıştığı inşaat 5 yıl 11 ay 10 sürmüştü. Bina o dönem için öyle olağanüstü boyutlara sahipti ki, 27 Aralık 537’deki açılış töreninde, imparator İustinianos’un “Seni geçtim Süleyman!” diye haykırdığı rivayet edilir. IŞIKLARIN DANSI 77 metreye 71,70 metrelik bir dikdörtgenin içinde yer alan yapının en önemli unsuru ortalama çapı 31,22 metre olan hafif elips biçimli kubbesidir. İlk yapılışında yerden 49 metre yüksekliğinde olan kubbe 558 yılındaki onarımda 7 metre yükseltilince, 49,5 metre yükseklikte olduğu rivayet olunan “Süleyman’ın Tapınağı” geçilmişti. “Kaplanamaz, sınırlanamaz bir boşluk, çevrelenemeyen evrenin sembolü olduğu” düşünülen ana kubbenin ve yan kubbelerin altındaki 91 penceresinden süzülen ışığın milyonlarca altın mozaik parçası üzerindeki muhteşem dansı, güneş ışıklarının hem dışarıdan geliyor, hem de içeriden doğuyor etkisi yaratmasına neden olurdu. Daha sonraları, kötü onarımlar sonucu ışıklar hiyerarşisi bozuldu ve bu büyülü etki kayboldu. Bugün gördüğümüz yapı esas olarak üçüncü dönemin ürünü. AYA SOFYA’NIN “İSLAMLAŞMASI” Tarihçi Tursun Bey’e göre Fatih Sultan Mehmed 29 Mayıs 1453’de şehre girdiğinde, Aya Sofya’yı görünce önce hayranlığını ifade etmiş, ardından Farsça bir beyit okuyarak, kilisenin harap halinden duyduğu hayreti dile getirmişti. Beytin Türkçesi şöyleydi: “Örümcek Kisra’nın tâkında perdedarlık ediyor/Baykuş Efrasiyâb’ın kalesinde nevbet vuruyor...” Fetihten sonra, şehrin bu bölgesinin sulh ile değil, savaşla alındığı iddia edilerek, kilise derhal camiye çevrildi, padişahın hocası Akşemseddin’in okuduğu ilk hutbeden sonra Osmanlı dönemi başladı.Bundan sonraki asırlarda Aya Sofya’nın başına gelen iyi ve kötü olayları anlatmaya yerimiz yetmez. Bu yüzden kocaman bir adımla Cumhuriyet dönemine atlayalım. 1923’te Lozan’ın imzalanmasından sonra hukuken vücut bulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, uzman ve bütçe sorunları yüzünden Ayasofya’ya ancak 1926 yılında el atabildi. Ancak esas çalışma, 1931 yılında ABD’deki Bizans Enstitüsü’nün kurucusu, ilk ve tek yöneticisi Thomas Whittemore(1871-1950) adlı arkeolog, düşünce ve sanat adamının Ayasofya’nın çeşitli yerlerinde varlığı bilinen ancak üzerleri kalın bir badana tabakasıyla kaplı olduğu için görülemeyen mozaikleri çıkarmak için Türkiye’ye başvurmasıyla başladı. ABD ve Avrupa’da bilimsel çevrelerden destek gören Bizans Enstitüsü, İstanbul’daki Bizans anıtlarının restorasyonu (aslına uygun onarımı) ve konservasyonu (korunması) için gerekli parayı ABD’deki bazı sanatseverlerden ve vakıflardan sağlayacaktı. Yani bu işin Türkiye’ye bir maliyeti olmayacaktı.Gerekli iznin verilmesi üzerine Whittemore, Yunanlı ve İtalyan uzmanlardan oluşan ekibiyle Ayasofya’da çalışmaya başladı. İlk olarak ana mekâna açılan 'İmparator Kapısı’ üzerindeki İsa ile ona secde eden imparator mozaiğini ortaya çıkardı. Bunu yaklaşık 20 yıl sürecek çalışmalar sırasında çıkarılan başka mozaikler, freskler izleyecekti. Bu arada kubbe demir kuşakla güçlendirildi, bazı yerler restore edildi. BALKAN PAKTI HEDİYESİ 1934 ortalarında bir akşam sofrasında Celal (Bayar) Bey’in Mustafa Kemal’e Yunan Başbakanı’nın Atina’da kendisine Balkan Paktı’nı kabul etmesi için Ayasofya konusunda “Kamuoyunu memnun edecek bir ortam doğsa, belki bundan yararlanıp bir şeyler yapılabilir” dediğini aktarmıştı. Mustafa Kemal’in cevabı şöyleydi: “Az önce, Vakıflar Genel Müdürü buradaydı. Ayasofya Camii’ni tamir edecek para bulamıyorlar. Bugünkü hali ile harap ve bakımsız. Hatta mezbelelik. Ayasofya’yı müze yapsak, hem harabiyetten kurtarsak, hem Yunanlılara bir jest yapsak Balkan Paktı’nı kurtarabilir miyiz? Öyleyse yapalım.” Ayasofya arşivinde bulunan bir toplantı tutanağına bakılırsa, bu konuşmayı izleyen günlerde, İstanbul Asar-ı Atika Müzeleri Müdürü (İstanbul Arkeoloji Müzeleri) Aziz Bey’in (Ongan) odasına beklenmedik bir anda Maarif Vekili Abidin Özmen gelmiş ve Ayasofya’nın müzeye çevrileceği, bunun için ilgili hazırlıkların yapılmasını ve bir komisyon kurulmasını istemişti. Haberin duyulması üzerine sadece yerel basın değil dış basın da konuya büyük ilgi göstermişti. Örneğin New York Times gazetesinde şöyle yazıyordu: “Atina’daki Panteon ve Agra’daki Taj Mahal gibi tarihin hiçbir zamanına hiçbir ulusuna bağlı olmayan yalnız insanlığa miras kalan bazı medeniyet abideleri vardır. İşte bu abidelerden biri de Asya ile Avrupa arasında Boğazın yamaçlarında yükselen Ayasofya’dır. Doğunun olduğu kadar Batı’nın da duygularını canlandıran bu büyük saygı sembolü şimdi yeni değişikliğe hazırlanıyor. Ayasofya bir Hıristiyan kilisesi olarak kurulmuştu. Sonradan bir Müslüman Camii oldu. Modern düşünceli Türkiye Ayasofya’yı dünyanın en ünlü bir müzesi yapmaya tasarladı.” Sonuç olarak, Bakanlar Kurulu Ayasofya Camii'ni, 24 Kasım 1934 tarihli ve numarasız bir kararla müzeye dönüştürdü. 9 Aralık 1934 tarihinde Müzeler Genel Müdürlüğü'ne devredilen Ayasofya’nın kapısına aynı gün “Tasnif ve tamir sonuna kadar müze kapalıdır” yazan bir levha asıldı. Gerekli bütçe sağlandı ve kollar sıvandı. Ayasofya’da nelerin sergileneceği konusunda uzun tartışmalar yaşandı. Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin dev levhaları Sultan Ahmet Camii’ne taşınmak istendiyse de halkın tepkisinden korkulduğu için, 'levhaların kapılardan çıkmadığı’ söylenerek Ayasofya’nın içinde yere indirildiler ve ters çevrildiler. (14 yıl sonra bakanlık devreye girerek levhaları eski yerlerine astırdı. Böylece hem Ayasofya müze olarak kalmış, hem de İslami değerler korunmuş havası verildi.) Ayasofya'daki vakıflara ait eşyalar depolara kaldırıldı, halıların bir bölümü Edirne'deki Selimiye Camii'ne gönderildi. Sadece şamdanlar, minber, mihrab ve mihrabın önünde birkaç halı bırakılmıştı. Venedik Belediyesi’nin Ayasofya galerilerine, 1204 yılında Konstantinopolis'i yağmalayan Haçlı ordularının Venediklilerin şefi Henrico Dandalo adına tunçtan bir levha koyma isteği Atatürk tarafından sert bir dille geri çevrildi. Müzenin giriş ücreti 11 kuruş olarak belirlendi, biletler basıldı ve nihayet, Ayasofya Müzesi 1 Subat 1935’de halkın ve turistlerin ziyaretine açıldı. Ayasofya Müzesi ilk açıldığı gün 463 yerli ve 280 yabancı tarafından ziyaret edildi. Atatürk 6 Şubat 1935’de Ayasofya Müzesi'ne gelerek incelemelerde bulundu. Müzenin şeref defterine yazı yazdı. Ayasofya Kütüphanesini de gezen Atatürk sonra avluda yapılan kazılar hakkında bilgi aldı, hasar gören yerlerin onarılmasını ve bahçenin de düzenlenmesini istedi. İSTASYON MAKASÇISININ MEKTUBU Bu minvalde 15 yıl geçti. Ayasofya’nın tekrar cami olması için ilk başvuru, Kartal-Yunus İstasyon makasçısı Halit Deliyumruk tarafından 30 Eylül 1950 tarihli bir mektupla DP'li taze Başbakan Adnan Menderes'e yapıldı. Ardından Türk Milliyetçileri Derneği bu konuyu gündeme getirdi. Ama Menderes bu taleplere kulak asmadı. Ardından 27 Mayıs 1960 darbesi oldu. Konu 6 Mayıs 1964'te Adalet Partisi (AP) İzmir Senatörü Lütfi Bozcalı tarafından Senato'da (o tarihte Meclis iki kamaralı idi) yapılan bir konuşmayla güncellendi. Aynı günlerde Tercüman gazetesi bu konuda bir anket düzenledi. Ankete cevap verenlerden Oktay Aslanapa ve İsmail Hami Danişmend Ayasofya’nın cami olmasını uygun bulurken, Ermeni Patriği Sinork Kalutsyan binanın devletin malı olduğunu müze veya cami olarak istediği gibi kullanabileceğini söylüyordu. CHP ise Ayasofya'nın müze olarak kalmasından yanaydı. Ama sonuç olarak konuyu sahiplenmiş görünen AP de kulağının üstüne yattı ve Ayasofya müze olarak kaldı. 1970’li yıllardan itibaren siyasi İslam’ın güçlenmeye başlamasıyla tartışmalar tekrar canlandı. CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, mevcut statüyü savunurken, ortağı MSP Genel Başkanı Necmeddin Erbakan, Ayasofya'nın müze yapılmasının, ne kanunlara ne de vakıf senedine uyduğunu söyledi ama arkasını getirmedi. O tarihten beri konu zaman zaman gündeme getiriliyordu. Ama son yıllarda “Ayasofya'nın müze olmasının İslam dünyasının bağrına saplanmış bir hançer olduğu” şeklinde kışkırtıcı bir kampanya sürüyor. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 22. Mai 2014 Autor Teilen Geschrieben 22. Mai 2014 22 Mayıs 2014 Perşembe 08:35 [h=1]Özgür Ayasofya için imza kampanyası[/h] Sosyal medyada imza kampanyası başlatıldı Risale Haber-Haber Merkezi Ayasofya'nın ibadete açılması için sosyal medyada imza kampanyası başlatıldı. Kampanyada "Atılacak her imza Ayasofya'yı biraz daha görünür, biraz daha özgür kılacaktır. İbadete açık Ayasofya için; sen de destek ver! Tarihine ve değerlerine sahip çık" ifadeleri yer aldı. Özgür Ayasofya Platformu tarafından yapılan açıklama şöyle: Ayasofya, İstanbul’un fethinin sembolüdür ve alametidir. Bizzat Fatih Sultan Mehmet Han tarafından, fethin hemen akabinde camiye dönüştürülmüştür. Ayasofya vakıftır. Bir vakıf İslam hukukuna göre vakfedildiği gaye dışında kullanılamaz. Ayasofya’yı vakfeden Fatih Sultan Mehmet Han yazdırdığı vakfiyesinde Ayasofya’nın kullanım şekillerini açıkça ifade etmiştir. Ayasofya bina edildiği günden bu yana ibadetgâh olarak kullanılmıştır. Asli görevi ibadet mahalli olması iken, müzeye dönüştürülmesi yapılış gayesine aykırıdır. Ayasofya bugün İslam’ı temsil etmek manasının dışındadır. Oysa camiler ibadet yeri olmakla beraber aynı zamanda İslam’ın şeairi (sembolleri) ve Müslümanların birlik beraberliğini temsil eden mekânlardır. http://www.risalehaber.com/d/other/ayasofya_site.jpg İstanbul’un fethi, nasıl ki Peygamber Efendimiz’in (asm) müjdesi ile bu ümmete yüklenmiş bir görev ise, aynı şekilde fethe müyesser olan Fatih’in de bizzat kendisi tarafından vakfettiği Ayasofya’nın asıl görevi olan ibadethaneye dönüştürülmesi hem Resulullah’ın (asm) hem de Fatih Sultan Mehmet Han’ın bu millet üzerinde bir hakkıdır. Ayasofya’nın bu haliyle kalması, bu milletin ebedi düşmanlarını memnun etmekten başka hiçbir amaca hizmet etmemektedir. Ayasofya’nın ibadete kapatılması hukuk dışıdır. Her hangi hukuki bir dayanağı yoktur. katilmak icin: http://www.ozgurayasofya.com/ Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 23. Mai 2014 Autor Teilen Geschrieben 23. Mai 2014 23 Mayıs 2014 Cuma 13:49 Ayasofya ve Ruhban okulu gelecek hafta açılabilir Taraf yazarı Aktar, açılmasına taraf değil ama yine de söyledi Risale Haber-Haber Merkezi * Taraf gazetesi yazarı Cengiz Aktar, gelecek hafta Heybeliada Ruhban Okulu ile Ayasofya’nın eşzamanlı olarak açılabileceğini söyledi. * 29 Mayıs 1453'te fethedilen İstanbul'un bir hafta sonraki yıldönümüne işaret ederek*gelecek hafta Ayasofya ile ilgili bir hamle olabileceğine dikkat çeken Aktar, bunun "medeniyetler çatışmasına katkı olacağını" ileri sürdü. * Aktar'ın yazısında geçen ilgili bölüm şöyle: * "Gelecek perşembe Konstantinopolis’in bitmeyen fethi münasebetiyle büyük ustanın büyük bir manevrasıyla daha karşı karşıya kalabiliriz. Eşzamanlı olarak Heybeliada Ruhban Okulu ile Ayasofya’nın yeniden cami olarak açılması! Cumhurbaşkanlığını bilmem ama medeniyetler çatışmasına mükemmel bir katkı olacağı açık." Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 26. Mai 2014 Autor Teilen Geschrieben 26. Mai 2014 26 Mayıs 2014 Pazartesi 11:18 [h=1]Ayasofya, engelliler için de düzenleniyor[/h] Topkapı ve Ayasofya’nın engelliler için yapılan düzenlemesinin 2015 yılında bitmesi bekleniyor Kültür ve Turizm Bakanlığı da Türkiye’nin en çok ziyaret edilen iki mekanının çevre düzenlemesinin engellilere uygun şekilde gerçekleştirmek için çalışmalara başladı. Ayasofya ile Topkapı için 5 milyon TL ödenek ayırdı. Zaman'da yer alan habere göre 2014’ün sonuna doğru başlanacak olan çalışmalar kapsamında tüm engellilerin bu mekanlara rahatlıkla ulaşabilmesi, müze bahçe ve içlerinde yardımcıları dahi olmadan kendi başlarına gezebilmeleri, yön bulmaları, araçlarını rahatlıkla kullanabilmeleri sağlanacak. Topkapı ve Ayasofya’nın engelliler için yapılan çevre düzenlemesinin 2015 yılında bitmesi bekleniyor. Bakanlık, Topkapı’nın ve Ayasofya’nın çevre düzenlemesi ile ilgili farklı çalışmalar da yürütüyor. Ayasofya'da teşhir, tanzim düzenlemeleri, iç yüzeylerinin acil müdahale ve proje yapımı, zemin altındaki dehlizlerin projelerinin yapımı gibi çalışmalar devam ediyor. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 27. Mai 2014 Autor Teilen Geschrieben 27. Mai 2014 27 Mayıs 2014 Salı 11:34 [h=1]Said Nursi'den Menderes'e: Ayasofya'yı aç darbeden kurtul[/h] Ey Menderes senin başına bir felaket geliyor. Bu felaketi iki büyük sadaka ile def edebilirsin İbrahim Mert'in haberi: RİSALEHABER-ÖZEL Bugün 27 Mayıs 1960 kanlı darbesinin 54. yıldönümü. Milletin temsilcileri Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın idam edilmesiyle sonuçlanan ve etkisi yıllardır hissedilen 27 Mayıs darbesi Türkiye'nin önündeki birçok engelin de ana kaynağı. 23 Mart 1960'ta Hakkın rahmetine kavuşan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, darbenin ayak seslerinin duyulduğu bir ortamda vefatından önce Adnan Menderes'i uyarmak istemişti. Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Said Özdemir ağabey, Said Nursi'nin darbeyi önlemek için Menderes'e iki tavsiyede bulunduğunu söyledi. "Ey Menderes senin başına bir felaket geliyor. Bu felaketi iki büyük sadaka ile def edebilirsin. Birisi Risale-i Nur imanları kurtardığı için büyük bir sadaka olarak kabul edilir, onları bolca neşret. İkincisi Ayasofya'yı yeniden ibadete aç. Bu iki şeyi yap, bunlar seni beladan kurtaracak." Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 29. Mai 2014 Autor Teilen Geschrieben 29. Mai 2014 29 Mayıs 2014 Perşembe 12:51 31 Mayıs Cumartesi sabah namazında Ayasofya'ya Ayasofya Camii Önünde sabah namazı kılınacak. Namazı Kabe İmamı Abdullah Basfar kıldıracak Risale Haber-Haber Merkezi * Anadolu Gençlik Derneği, Ayasofya'nın Camii olarak ibadete açılması için bir program düzenliyor.*31 Mayıs 2014 Cumartesi günü sabah namazında Ayasofya Camii önünde gerçekleşecek programa yaklaşık 100 bin kişinin katılımı bekleniyor. * Kabe imamı namaz kıldıracak * 31 Mayıs 2014 Cumartesi günü Ayasofya Camii Önünde sabah namazı kılınacak. Namazı Kabe İmamı Abdullah Basfar kıldıracak. * Abdurrahman Sadien'den Kuran ziyafeti * Cumartesi günü sabah saat 04.00'da başlayacak programa Türkiye'nin dört bir tarafından yaklaşık 100 bin kişinin katılması bekleniyor. Dünya Kuran okuma birincisi Abdurrahman Sadien'in Kuran ziyafeti sunacağı programda sanat ve medya camiasından da destek var. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 29. Mai 2014 Autor Teilen Geschrieben 29. Mai 2014 Caner KUTLU *** Osmanlı nedir? Ayasofya ne demektir? 29 Mayıs 2014 Perşembe 07:20 caner-kutlu@hotmail.com Bediüzzaman Said Nursi, Peygamber Efendimiz'in (asm) sohbetinin yüceliğini anlatırken şu misali vermiştir: "..*cahil ve vahşî bir adam, bir günlük bir sohbetten sonra Çin ve Hind gibi memleketlere gidip o medenî kavimlere muallim ve rehber oluyordu" Bu misal sohbetlerden birinde, Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kostantiniye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden emir ne güzel emir; onu fetheden ordu ne güzel ordudur". Bu sohbetten sonra pek çok Sahabe-i Kiram İstanbul önlerinde fermanın tahakkukunu beklemiştir. Buradaki hakikat, zira, İslamın yeni medeniyeti Avrupa'ya taşıyacağı müjdesini de içermektedir. Osmanlı beyliğinin ilan edildiği hutbesinde Dursun Fakih'in söylediği gibi: "İikardr. Dinleyenler için delil meydandad"* Edebalinin Osmanbey'e telkin ettikleri de bu hadisin bir *yorumundan ibarettir... Anlaşılıyor ki, Osmanlı, Efendimiz'in (asm) İstanbul'un fethi müjdesini Roma'nın putperestlikten Hıristiyanlığa dönüşmesi gibi, bir kırılma daha yaşayarak İslam'a dönüşeceği şekliyle tefsir etmiştir. Yani, Osmanlı demek "Müslüman Roma ideali" demektir. Osmanbey'den itibaren her Osmanoğlu bu ideale yapışmış, İstanbul'un fethi bunun sembolü olarak görülmüştür. Doğu Roma'nın fethiyle ilk adım atılmış ve ikinci adım olarak Batı Roma'nın fethi belleklerde sürekli bir sancı olarak kalmıştır. Hatta Yıldırım Bayezid'e: "*Roma'ya kadar gidip Saint Pierre Kilisesi'nin mihrabnda atma yem yedirece" dedirten bu idealin İstanbul'un fethinden de öncesinde zihinleri işgal ettiğini göstermektedir. *** Doğu Roma'nın Fatih'i, ilk olarak bu yüksek idealin abidesi olarak Ayasofya'ya giderek, Sahabe-i Kiram'ın adeti üzere burada namaz kılmıştır. Çünkü, İstanbul'un fethi demek Ayasofya'nın fethi demektir. Sahabe-i Kiram, sohbet-i Nebevi neticesi İstanbul önlerine geldiklerinde geri dönme şartı olarak İmparator'dan Ayasofya'da namaz kılma isteklerini öne sürmüşler ve istekleri kabul edildiğinde ilk fethi gerçekleştirmişlerdir. Osmanlı yıllarında da, Ayasofya'nın ayakta kalması, ideali sürekli hatırlatması için kaçınılmaz görülmüştür. Fatih Sultan Mehmet'in ve sonrasındaki padişahların (Müslüman) Doğu Roma'nın imparatorları olmaları ve Batı Roma sevdasını sürekli dile getirmeleri sohbet-i Nebevi'den istifade etmekten ve Sahabe'nin ayak izlerini takipten başka birşey değildir. Bunun için Batı Roma'nın da fethi Osmanlı için sohbet-i Nebevi'deki emrin mükemmel neticesi olacaktır. Bu gerçekleşemediği için, ideal açık uçlu olarak kalmış ve artık yıllar sonra Bediüzzaman'ın ifade ettiği "Avrupa bir Osmanl*devletine hamiledir" yorumunun gerçekleşmesi beklenmiştir. *** Osmanlı'ya verilen "haremeyn hizmetini" almak için sefer düzenleyen Osmanlı sultanı Yavuz Sultan Selim,* "Bilâd-ı Ekrâd'ın Osmanlı devletine iltihakı, İstanbul'un fethi zaferini tamamlayacak derecede ehemmiyetlidir" düşüncesindeki İdris-i Bitlisi vasıtasıyla Kürtlerle Türkleri hem kardeş hem de hamiyet davasında ortak yapmıştır. Bundan yüzyıllar sonra Bediüzzaman aynı biatı Kürtler adına yenilemiştir: "Sultan Selim'e biat etmiim. Onun ittihad-*İslâm'daki fikrini kabul ettim. Zira O*ark vilayetlerini ikaz etti, Onlar da Ona biat ettiler.*imdikilar o zamandaki*lard" Bugün de gerçekten Kürtler o zamanki Kürtlerdir. İslam milleti arasında Peygamber sevgisi en yüksek iki unsur herhalde Kürtler ve Türklerdir. (Bugün, Diyarbakır'da yüzbinleri meydanda toplayan yegane şahsiyet Efendimiz (asm)'dan başkası değildir). Türk- Kürd kardeşliği romantik bir ilişkiden çok öte, bu hamiyet-i milliyeyi ifade eder. Demek ki, bu iki unsur sohbet-i Nebevi'den gelen emrin tamamlanmasında birlikte hizmet görmeye devam edeceklerdir. Bediüzzaman'ın hayatındaki en büyük ideali olan Medresetüzzehra'nın her bir noktası bu ideale hizmet aşkının izlerini taşır. Üstad, Abdülhamid'i, sonrasında Sultan Reşad, Enver Paşa, Said Halim Paşa, Ankara hükümeti, Celal Bayar ve ardından Menderes'i bu idealin yaşatılması için Medresetüzzehra projesine sahip çıkmaya çağırmış ve buna uğraşmıştır. Kürt aşiretlerini dolaşarak projesini anlatmış, "Azametli bahtsz bir kn,**tali'siz bir devletin, deerli sahipsiz bir kavmin reçetesi"*olarak Münazarat'ını onlarla birlikte ortaya çıkarmıştır. *** Lozan'ın gerçek yüzü büyük Osmanlı idealinin yok edilmesidir. Ayasofya kapanır ideal toprağa gömülür. Ayasofya'nın kapatılmasını Bediüzzaman "puthane yapmak" olarak görüyor, yani Doğu Roma'nın Hıristiyanlıktan da önceki vahşet dönemine düşmesine atıf yapıyor. Dolayısıyla, Ayasofya'nın bu hali Hıristiyan alemi için de bir sorundur. Osmanlı içindeki Rum, Ermeni, hatta Sırp gibi bir çok gayrimüslim unsurlardan da bu ideale katkılar gelmiştir. Bediüzzaman komşuluk hatırına Onlarla ortaklık kurmak ve haklarını kendi özgürlüğümüzün rüşveti olarak vermek gerektiğini ifade ediyor. Ayasofya'nın asli haline çevrilmesi ile birlikte karşılıklı hakların verilmesi de mümkün olabilecektir. Kader, bu millete pek çok kereler Ayasofya'nın açılması fırsatını vermiştir. Bediüzzaman, Demokratlara,Ayasofya’yı “500 sene devam eden kudsi vaziyetinedöndürme"*konusunda pek çok defa telkinde bulunmuştur. Cesur yürekli talebesi Mehmet Kayalar, Ayasofya şiirinde bu hasrete tercüman olarak: "Ey Fatih-i Sani, yetiş imdada; yetiş gel! İslâm yed'i beyzasına, minnetle uzat el... diye seslenmiştir. *** Bu kez kader yeniden bir imkan vermiştir. Ayasofya putlarından temizlenmeli ve büyük idealin binası olarak yeniden yükselmelidir. Türkleri ve Kürtleri hemen ardından bekleyen diğer büyük hizmet, Osmanlı idealini tamamlayacak olan Medresetüzzehra projesine vücud vermek olacaktır. Doğu ve Batı İslâm'ının ortasında bulunan Şarki Anadolu'da, diğer kardeşlerini de [çünkü, "...tahsile gitmişler.İşte Hindistan İslâm’ın müstaid veledidir; İngiliz mektebi idadesinde çalışıyor. Mısır, İslâm’ın zeki mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor.Kafkas ve Türkistan İslâm’ın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde tâlim ediyorlar. İlâ ahir..."] yeni İslâm medeniyetinde ittihad ettirmektir. Bediüzzaman'ın, devamla: "yâhu*şu asilzâde evlad, şehadetnâmelerini aldıktan sonra, her biri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyyetin bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüç ettirmekle, kaderi ezelini*nâzarında, feleğin inadına, nev’i beşerdeki hikmet-i ezeliyyenin sırrını ilan edecektir.”*müjdesini bilfiil göstermektir. *** Nihayet, Hıristiyan alemi için "Müslüman Roma ideali" Avrupa medeniyetinin İslamın hakikatleriyle tasfiye ve takviye edilmesi ile yeniden hayat bulması, İslama iltihak etmesidir. (Yeni Osmanlı'yı doğurmasıdır.) Bediüzzaman bu süreci ise şöyle özetler: "Nasraniyet ya intıfa veya*stıfa ile terk-i silâh edecektir. Zira birkaç defa yırtıldı, protestanlığa geldi. Protestanlıkta da yırtıldı, tevhide yaklaştı; tekrar yırtılmaya hazırlanıyor. Ya intıfa bulup sönecek veyahut doğrudan doğruya hakikî Hristiyanlığın esasına câmi' olan hakaik-i İslâmiyeyi karşısında görecektir.*** Beşer dinsiz olamaz! İşte bu sırr-ı azîme, Hazret-i Peygamber (A.S.M.) işaret etmiştir ki: Hazret-i İsa gelecek, ümmetimden olacak; aynı şeriatımla amel edecektir. Bu ideal içinde hakiki İsevi ruhanilerine düşen ise iltihak etmektir; Çünkü iltihak azizlerin işidir. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 29. Mai 2014 Autor Teilen Geschrieben 29. Mai 2014 28 Mayıs 2014 Çarşamba 19:42 Ayasofya ne kilise ne de müzedir, camidir BBP Genel Başkanı Mustafa Destici Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici, Fatih Sultan Mehmet'ten bahsedince Ayasofya'dan bahsetmemenin olmayacağını belirterek, Ayasofyasız İstanbul, İstanbulsuz Türkiye olmayacağını ifade etti. * İstanbul'un fethinin 561. yıl dönümü ile ilgili yazılı açıklama yapan Mustafa Destici, şunları kaydetti: * “Ayasofya, 482 yıl cami olarak hizmet gördü. Ama 1935'te müzeye çevrildi, o günden bugüne cami olmayı bekliyor.Ayasofya kilise değil, müze de değil, bilakis camidir.*Cami olmasına rağmen kamuoyu tarafından tam olarak bilinmeyen nedenle 79 yıldır ibadete kapatılmıştır. Hatırlarsınız; 88 yıl sonra Sümela Manastırı ibadete açılmıştır. Hristiyan Ortodokslara müze statüsünde olan bir yerde ayin yapılmasına müsaade eden zihniyet, biz Müslüman Türklerin yaptığı müracaatları dikkate bile almamış, Ayasofya'da namaz kılmamıza ve ibadet yapmamıza izin vermemiştir. Bu durumu büyük Türk milletinin takdirlerine sunuyorum. Herkes bilsin, Ayasofyasız İstanbul, İstanbulsuz Türkiye olmaz. Ayasofya'nın aslına dönmesi, inşallah Büyük Birlik Partililere, Alperenlere nasip olacaktır. Başta Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri olmak üzere İstanbul Fetih şehitlerimizin ve tüm ecdadımızın ruhu şad olsun.” * Cihan * Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 2. Juni 2014 Autor Teilen Geschrieben 2. Juni 2014 02 Haziran 2014 Pazartesi 12:01 [h=1]Ayasofya’nın Cami olması neden istenir?[/h] Radikal yazarı Oral Çalışlar Risale Haber-Haber Merkezi Radikal yazarı Oral Çalışlar, “Ayasofya’nın Cami olması neden istenir?” diye sordu. Ayasofya’nın cami haline dönüştürülmesi için yürütülen kampanyanın, giderek daha kitlesel bir zemine oturtulduğunu belirten Çalışlar, Anadolu Gençlik Derneği’nin, Ayasofya’nın ibadete açılması için “Sabah namazında Ayasofya Camii’nde buluşuyoruz” etkinliğine değindi. Kabe imamının Ayasofya önünde toplanan binlerce kişiye sabah namazı kıldırdığını belirten Çalışlar, “dua sırasında onbinler ağlayarak ‘Amin’ dedi” şeklinde yazdı. “Ayasofya’nın Cami olması neden istenir?” diye soran Çalışlar, buna karşılık “mantıklı bir gerekçeden söz etmek zor” iddiasında bulundu. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 2. Juni 2014 Autor Teilen Geschrieben 2. Juni 2014 [h=3]Ayasofya cami olunca, Hıristiyanlar nasıl memnun olacak?[/h] 30 Mayıs 2014 Cuma 07:27 yenirenkler@hotmail.com Ayasofya konusunda neredeyse hepimiz aynı fikirdeyiz. Ayasofya açılmalı, yani tekrar ibadet mahalli olmalı. İnşaallah. Bunu dindar olan herkes istiyor. Daha geniş dairede düşünürsem 'sağ' diye isimlendirdiğimiz ideolojik kesim de bu gruba dahil oluyor. Milli Görüş çizgisinden gelenlerin, Ülkücülerin, Nurcuların, Nakşibendilerin, Kadirilerin, Şazelilerin, Rufailerin, hatta belki isimlerini daha duymadığım farklı dinî grupların da bu noktada ittifakı var. Hemfikir olmak bir açıdan güzeldir. Güç katar yapılan eylemlere. Fakat bana aldırırsanız, bir açıdan korkutucudur, çünkü aynı zamanda bu hemfikirlik 'o mesele hiç tartışılmıyor' demektir. Hoş, sekülerlerin bu noktada mutlaka bize söyleyecek sözleri, yapacak itirazları vardır. Gezi parkındaki ağaç için dünyayı yıkan, Ayasofya'yı nasıl bizim insafımıza bırakır? Büsbütün de muhalefetsiz olduğumuz söylenemez bu nedenle. Ama Ayasofya gibi bir konuda naehil saydığımız bu kesimin sözlerinin bir kulağımızdan girip ötekinden çıkması kaçınılmaz. Onlar bu noktada bizde etkili olamazlar. Gezi'de söylediklerine aldıranımız çoktu. Ama bu noktada aldırmayız. Bu yüzden kendi muhalefetimizi üretmemiz taraftarıyım. Neden mi bunu istiyorum? Çünkü bazı detayları yeterince tartışmadan süreç işliyor gibi geliyor. Örneğin; Ayasofya'nın açılmasını isteyen grupların tamamı, acaba aynı niyetle mi açılmasını istiyor? Veya hepsi aynı şekilde mi istiyor? Sonuçta olacak şey aynı şey olsa da 'isteyişin içeriği' ile sonucun sağlıklı oluşunun yakından alakalı olduğunu düşünüyorum. İşte bu içeriğe yönelik tartışma da ister istemez muhalefet demek. Birkaç gündür twitter'da konu hakkında yaptığım paylaşımlar bu noktada fikirlerimin tartışılmaya açık olduğunu gösterdi. Madem tartışacağız. Bunu, bu yazıyla yapalım. Öncelikle; kendim de bir Nurcu olduğum için, Nurcuların neden Ayasofya'nın açılmasını istediklerini, Emirdağ Lahikası'nda geçen, DP hükümetinden bunun talep edildiği iki metni alıntılamak suretiyle konuşmak isterim: "Haşiye: Eskilerin lüzumsuz keyfî kanunları ve su-i istimalleri neticesiyle, belki de tahrikleriyle zuhur eden Ticanî meselesini ve ağır cezalarını dindar Demokratlara yüklememek ve âlem-i İslâm nazarında Demokratları düşürmemenin çare-i yegânesi kendimce böyle düşünüyorum: Nasıl ezan-ı Muhammediyenin (a.s.m.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, öyle de, Ayasofya'yı da beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmektir. Ve âlem-i İslâmda çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâmın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, bu yirmi sene mahkemeler bir muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraatine karar verdikleri Risale-i Nur'un resmen serbestiyetini dindar Demokratlar ilân etmelidirler. Tâ, bu yaraya bir merhem vurmalı. O vakit âlem-i İslâmın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zâlimane kabahati de onlara yüklenmez fikrindeyim. Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zatların hatırları için, otuz beş seneden beri terk ettiğim siyasete bir iki gün baktım ve bunu yazdım." İkincisi ise şöyle: "Ankara'ya bu defa geldiğimin mühim bir sebebi, İslâmiyete ciddî taraftar Dahiliye Vekili Namık Gedik'i görmek ve İslâmiyetin kahramanı olan Adnan Beye ve Tevfik İleri gibi mühim zatlara bir hakikatı söylemektir ki: Hem Demokrata ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risale-i Nur'un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâmı, hattâ bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya'yı muzahrafattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır. Bu ise, bu mesele için otuz sene siyaseti terk ettiğim halde, bu nokta hatırı için Namık Gedik'i görmek istedim ve geldim." Her iki metinde de dikkatimizi çeken şey (ilk metinde alıntılamadığım kısmı da katıyorum bu tesbite) Bediüzzaman'ın ilk arzu ettiği; büyük bir kısmı CHP'nin eski vekili olan DP'nin, CHP'den farklı olduğunu hem halka, hem de âlem-i İslam'a göstermesidir. Bu noktada öncekilerin devamı olmadığını ifade etmesinin yolu, öncekilerin yanlış ve yasakçı uygulamalarına son vermesidir. Bunlardan birincisiezanın aslına dönmesidir, yapılmıştır. (Allah emeği geçenlerden razı olsun.) İkincisi Ayasofya'nın tekrar vazife-i kudsiyesine veya ibadet mahalline çevrilmesidir. Üçüncüsü ise Risalelerin serbestiyetinin ilan edilmesidir. Yalnız ilginç birşey, Bediüzzaman ikinci metinde sadece âlem-i İslam'ın teveccühünü değil, 'hatta bir kısım Hıristiyan devletlerinin memnuniyetini' de zikreder. Peki, bir müzenin ibadet mahalli olması, yani bizim anladığımız şekliyle tekrar cami olması Hıristiyan devletleri nasıl memnun eder? Bu sorunun pek de çalışmadığımız bir alana tekabül ettiğini düşünüyorum. İki şekilde bunu sorguluyorum: Birincisi; şu an Ayasofya'nın tekrar cami olmasını isteyen gruplardan bazıları bunu gayrimüslimlerden rövanş alır gibi istiyor. Bazısı işi daha ileriye götürüp Batı'ya karşı kazanılmış büyük bir başarı olacağını düşünüyor. Bazısı ise bin yıllık Hilal-Haç mücadelesinin(!) köşetaşlarından görüyor bu meseleyi. Fakat Bediüzzaman'ın burada Hıristiyan devletlere yönelik gösterdiği hassasiyet, onun bu talebinin bir gayrimüslim düşmanlığına veya Batı'ya karşı kazanılmış bir rövanşa tekabül etmediğini gösteriyor. Hatta bu konuda bedduası da sık sık alıntılanan Fatih Sultan Mehmed dahi aslında gayrimüslim hoşgörüsünde çağının çok çok önünde birisi. Kendisini Roma'nın mirasçısı olarak gören bir hükümdar Fatih, sadece müslümanların değil. Bu iki kimlikten herhangi birisi üzerine bina edilmiş gayrimüslim düşmanlığı eksenli bir Ayasofya açılması arzusunun bu açıdan bakınca sağlıklı bir dayanağı yok. Tabii kullanılan argümanları görmezden gelerek bana "Ne alakası var gayrimüslim düşmanlığıyla bu işin?" diyebilirsiniz. Fakat biraz meselenin yakın tarihini bilenler, Türkiye'de ilk kez 1950 yılında yapılan fetih kutlamalarının nasıl çığırından çıkıp 6-7 Eylül olaylarına sebep olduğunu da bilirler. Bu noktada müslim-gayrimüslim gerilimi üzerine kurgulu bir Ayasofya talebinin sonuçları itibariyle iyi yerlere gitmeyeceği de düşünülebilir. Belki bizzat bu endişeyle Bediüzzaman, âlem-i İslam'ın teveccühü yanında bir kısmı Hıristiyan devletlerin memnuniyetini de söylemiştir. Burada da hemen bir parantez daha açıp, ilgili taleplerinin hiçbirinde Bediüzzaman'ın Ayasofya'nın cami olmasını 'cami' ifadesiyle talep etmediğini, ibadet mahalli ve vazife-i kudsiyesine çevirmek gibi ikincil bir yorumla cami anlaşılacak tabirler kullandığını görüyoruz. (Ayasofya camii dediği yerlerse, tarihsel kimliğiyle bahsettiği yerler.) Bu, fıkhî zeminini çok bilmemekle birlikte, şöyle bir soru akla getiriyor: Acaba Bediüzzaman'ın hayal ettiği şey, iki din mensuplarının da kendilerine ayrılmış bölümlerde ibadetlerini yerine getirebildikleri bir mekan mı? Dediğim gibi, fıkhî zeminini bilmiyorum. Ayasofya içinde bir oda, bir bölüm de Hıristiyanların ibadetine açılsa, bunun dinde bir sorun teşkil edip etmediğini tartışmalı. Fakat diğer yandan 'acaba' diyorum, "Bediüzzaman'ın 'bir kısım Hıristiyan devletlerin memnuniyeti' dediği şey, böyle birşey mi?" Yani müzeden camiye değil yalnız, iki dinin mensuplarının da ibadet edebileceği bir ibadethaneye çevrilerek, onların da dindarlarının (ve de Ortadoks devletlerinin) desteğinin alınması mı? Nihayetinde şu bir gerçek ki; Bediüzzaman, mücadele ettiği cepheyi Hıristiyanlardan ziyade ateizm ile ilişkilendiriyordu. Hatta yine Risalelerde Hıristiyan ruhanîlerle birlikte ehl-i ilhada karşı koymaya dair, yani iki din dindarları arasında bu yönlü bir ittifaka dair metinleri bulunuyor. Ayasofya, böyle bir çalışmayla, bu ortak mücadelenin sembolü olamaz mı? Benimkiler sadece soru elbette. Ama üzerinde konuşulmaya değer geliyor. Bu arada şuna da hazır olmalı: Biz böyle diyoruz diye muhtemelen beraber istediklerimizin bir kısmı da bize cephe alacak... Çünkü onlar Hıristiyanlara karşı zafer peşindeler. Memnuniyet meselesi onları da gerebilir. Dedim ya başta: Aynı şeyi istiyoruz ama aynı şekilde değil. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 3. Juni 2014 Autor Teilen Geschrieben 3. Juni 2014 03 Haziran 2014 Salı 09:50 [h=1]Türkiye bağımsız ise Ayasofya cami olmalı[/h] Yeni Şafak yazarı Mehmet Şeker Risale Haber-Haber Merkezi Yeni Şafak yazarı Mehmet Şeker, Osmanlının Ayasofya'nın müze olması ile sona erdiğini söyledi. "Eğer biz bu toprakların sahibiysek, hür ve bağımsız bir ülkeysek, Ayasofya cami olarak hizmet vermeli. Öyle değilse... Bu şehirde emanetçiysek... Tam anlamıyla sahiplenmediysek... Günün birinde terk edip gitmeyi düşünüyorsak... Bağımsızlığımız da şüpheliyse... O vakit cami olması şart değildir. İster kilise olsun, ister sinagog, isterse Budist tapınağı" ifadelerini kullanan Şeker, Fetihten sonra yaklaşık beş yüz sene cami olarak hizmete devam eden Ayasofya'nın bir katakulli ile işinin bitirildiğini, minareyi çalanın kılıfını hazırladığını söyledi. Osmanlı'nın izlerini silidiğini bunun için en önemli sembol olan Ayasofya'nın münasip bir örnek olduğunu hatırlatan Şeker, Yağmur Atsız'ın, Osmanlı'nın sona erdiği tarih olarak 24 Kasım 1934'ü işaret ettiğini açıkladı: "Ne 23 Nisan 1920, ne 29 Ekim 1923 der; Osmanlı, Ayasofya müzeye çevrildiği gün son bulmuştur. 'Bu mâbed hem Bizans'ın ve hem de onun devâmı olan Osmanlı Devleti'nin öylesine kudretli bir sembolüydü ve hâlâ sembolüdür ki bu cihanşümûl yapının sona ermesi ancak onun sona ermesiyle mümkin olabilirdi! Ve Ayasofya ibâdethâne olarak kaldıkça da sona ermesi imkân hâriciydi.' Ayasofya'nın müze yapıldığı dönemde, Sultanahmet Camii'nin de sanat galerisi yapmak fikrinin gündemde olduğuna dikkat çeken Şeker, yazısını şöyle sürdürdü: "Bugün Ayasofya'nın cami olmasına karşı çıkanlar 'Bütün camileri doldurduk da sıra ona mı geldi' diye gülünç bir mantık yürütüyorlar. Onlara aynı mantık çerçevesiyle cevap vermek caiz midir bilmem ama meselenin camileri doldurmakla ilgili olmadığını belirtmek gerek. (Arkadaş, mesele doldurmak değil, sen hâlâ anlamadın mı?) Bu topraklar üzerinde hâkimiyet sahibi miyiz, değil miyiz? Eğer 'doldurmak' üzerine mantık tay taylayacaksak, ülkedeki müzeleri de dolduramadığımızı dikkate alabiliriz. Mesela Yahya Kemal Müzesi'ne yılda kaç ziyaretçi uğramaktadır? Bırakın doldurmayı, yerini bilen kaç kişi var? Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 6. Juni 2014 Autor Teilen Geschrieben 6. Juni 2014 [h=3]Fatihini bekleyen Ayasofya![/h] 05 Haziran 2014 Perşembe 07:12 mustafaahmetozcan@gmail.com Eskiden beri kulağımda yankılanan bir deyim vardır: Bayraktarını bekleyen veya sahibini bekleyen bayrak! Bazen misyon olur misyoneri yani vazifedarı olmaz. Uygun bir vaktini bekler. Ya da rüzgarını bekler. Bu uygun vakte ‘vakti merhunu, makrunu’ derler. Son sıralarda dindar çevreler özellikle Risale-i Nur talebeleri Fatih’in bir mirası ve emaneti olan ve bu emanete vurgu yapan üstadları Bediüzzaman’ın da adeta vasiyetini yerine getirmek için iştiyakla Ayasofya’nın yeniden cami statüsüne dönüştürülmesi meselesi üzerine ciddiyetle eğiliyorlar ve çabalıyorlar. Sa’y ve gayretleri meşkur ola! Elbette hakları. Onun ötesinde bütün Müslüman camianın da bir görevidir.Süleyman Hilmi Tunahan, Osman Yüksel Serdengeçti gibi zevat-ı kiram da aynı vurguda bulunmuşlardır. Ayasofya İslam mülkünün tapusudur. Tartışmaya da gerek yoktur. Ayasofya açılmadan Türkiye’de İslam’ın ve Müslümanların statüsü askıda/muallaktadır. Ayasofya’nın açılması ise bu muallak veya arizi sürecin ve devrenin ortadan kalkmasıdır. Bu sürecin ve arizi devrenin ortadan kalkması fetih çapında bir meseledir. Bunun için zaman zaman siyasiler, üzerinde çok manevra yapmışlar ve kendi popülizm dalgalarına bunun üzerinden malzeme devşirmek istemişlerdir. Lakin bu manevi fethi ifaya çapları yetmemiştir. Zira bu misyonun sahipleri değildirler. Ayasofya’nın müze olma statüsü A’raftaki Türkiye’nin sembolüdür. Türkiye’nin İslami statüden çıkarıldığının resmidir. Bundan dolayı, Akşemseddin tarafından, Mehdi’nin İstanbul’u alması müjdesi, yeni bir fetih olarak telakki edilmiştir. Arnold Toynbee’nin deyimiyle Ayasofya durdurulmuş medeniyetin (arrested civilization ) durdurulmuş mabedidir. Durdurulmuş statünün bir parçasıdır. * Her şeyden önce Ayasofya’yı aslı statüsüne çevirmek bir irade meselesidir. Bu da bir olgun zaman (vakit merhun) ve ayrıca doğru adam meselesidir. İstanbul’u fethetmek ve bu suretle fetih müjdesine nail olmak için bu şehre İslam orduları tarafından düzinelerce akınlar yapıldı. Bunların ilklerinden birisine katılanlar arasında Hazreti Peygamberin (asm) sancaktarlarından ve mihmandarlarından Halit Bin Zeyd ya da daha meşhur künyesiyle Ebu Eyyüb el Ensari de vardır. Bazıları Hazreti Peygamberin Medine’yi şereflendirmesi sırasında devesinin Ebu Eyyüb el Ensari’nin evinin önüne çökmesi ve bu evde aylarca misafir kalması ve ardından da vefatının İstanbul’da olmasına tefeüle yoruyorlar. Medine’de Hazreti Peygamberi karşılayan Halit Bin Zeyd’in İstanbul’da da Hazreti Mehdi’yi karşılayacağını ifade ediyorlar. Fatih’ten sonra Ayasofya’yı açacak kişi şüphesiz statüyü değiştireceği için ikinci fatih olmaya namzettir. Bu ara statü ara formüllerle aşılamaz. Külli bir fetih olmalıdır. Yazar Mehmet Doğan bu ara statüye tarihi delilleriyle şöyle ortaya koyuyor: ”Ayasofya Sevr görüşmelerinin konuları arasında yer almıştır. İngiliz Hariciye Nazırı Lord Curzon ile Fransız mevkidaşı Berthelot’un 12.22.1919’da Ayasofya için “eğer tefrik edici bir muamele gerekliyse... bütün mezhep ve itikatların eşit çıkarlara sahip bulunduğu tarihî bir anıt olarak muamele edilebilir ama hiçbir inanç tarafından ibadet amacıyla kullanılamaz” kararı aldıklarını biliyoruz. (bkz. Paul C. Helmerich: Sevr Entrikaları, sf. 152)… Ayasofya camilikten çıkarıldıktan 6 ay sonra İngiliz Kralı 8. Edward tarafından ziyaret edildi! Böylece, büyük otoritenin bir kararının daha Türkiye’de hayata geçirildiği bizzat görüldü!” Demek ki Ayasofya meselesi A’raftaki statünün veya ara statünün aşılmasıyla alakalıdır. Bunu aşmaya heveslenen ama bedel ödemeden bunun suhuletle tecelli etmesini dileyen düzinelerce siyasetçi olmuştur. Bununla birlikte bu bir heves meselesi değil nasip meselesidir. Ehil olma meselesidir. Bunun için temelde iki şeye ihtiyaç var. Birincisi ihlas ikincisi de çelikleşmiş azim ve iradedir. Bugün ise Ayasofya meselesinde safların karıştığını görüyoruz. Fehmi Koru meselenin hiçbir dış boyutu olmadığını söylerken Mehmet Doğan ve Murat Bardakçı doğrudan veya zımni olarak meselenin Türkiye’nin küresel statüsüyle bağlantılı olduğuna parmak basıyorlar. Fehmi Koru, meselenin küresel bir statüyle bağlantılı olmadığını yazmakla birlikte Ayasofya’nın açılmasının gereksizliğine (!)de temas ediyor! Acaba bu Bilderberg toplantısından kalma bir kanaat veya tortu mudur? Ya da özüne yabancılaşmanın bir başka alameti mi? Bilemiyoruz. Lakin dindarların bu gibi temel meselelerde istikametlerini kaybettiklerini ve asude duygularını ve safiyetlerini yitirdiklerini görebiliyoruz. Mesele dindarlar arasında icma meselesi değil atışma, çekişme meselesi haline gelmiştir. Onlara göre, önemli olan mabedin açılması değil, kimin açacağıdır! Demek ki hedef değil aktör daha ön planda. Mesele mabedin açılmasıyla ilgili bir vazifeşinaslık veya özlem değil aksine kahraman olma durumu ve populizm üretme meselesidir. Mesele ucundan bucağından çekiştirilip duruluyor. Bir taife Ayosofya üzerinden içeride ve dışarıda kışkırtma yapıyor. İçeride ‘açamazlar’ diye tempo tuttururken dışarıda da hükümeti bu meselenin üzerinden İslamcılıkla suçluyor ve bu mesele üzerinden hükümeti biraz daha yalnızlaştırmak istiyor. İçeriden ve dışarıdan tazyik ediyorlar! Tırstırmaya çalışıyorlar! Öbür taraftan da bu meselede hevesli olan hükümetin Murat Bardakçı’nın ifadesiyle meselenin zorluğu karşısında temkin statüsüne geçtiği ve frene bastığı anlaşılıyor. Üzerine rehavet çökmüş olmalı! Zaten tasarladığı çözüm de parçalı bir çözüm olmaktan öteye gitmiyor. Bu durumda Ayasofya’nın açılması vaktinin gelmediği anlaşılıyor. Zira Ayasofya’nın ikinci fatihinin ortalıkta olmadığı görülüyor. İstanbul’a alacaklar önceden belli oldu. Ayasofya’yı açacak kısmetli aktörler gelmeden Ayasofya da açılmayacaktır. Hacı Bayram-ı Veli, 1426 yılında Uzunköprünün açılışı için ve son olarak 1429 yılında Edirne'ye gelir. Son gelişinde Şehzade Mehmed'i de görmüştür. II. Murad, İstanbul'u fethetmeyi çok arzulamış ve iki kez kuşatmıştır ama bir türlü alamamıştır. Ömrünün kafi gelip gelmeyeceğini de kestirememektedir. II. Murad, Hacı Bayramı Veli Hz.'ne İstanbul'un kendisine nasip olup olmayacağını sorar. Hacı Bayram Veli, Padişah ile arasına konulan bebek Mehmed'in beşiğine uzanarak Fetih Suresini okur ve sessizce bir dua mırıldanır. II. Murad sorusunu üsteleyince ondan şu cevabı alır:"Padişah’ım sana İstanbul’u almak nasip değildir. Fakat Yüce Peygamber’in hadisinde de belirttiği gibi İstanbul mutlaka feth olunacaktır. İstanbul’u senin şu beşikte yatan şehzaden Mehmed’le yanımızda oturan müridimiz köse Akşemseddin alacaktır. Fethi mübin bu ikisine nasiptir…” Safları sıklaştırma ve kalbi selim vaktidir. Kalb-i selime ulaşmadan saflar sıkılaşmayacaktır. Arap Baharı ve Ayasofya ile ilgili gelen fırsatlar bir süre daha kaçırıldı. Bunu tahkik etmek için popülizm rüzgarları yetmiyor; çelikten bir irade ve şaibesiz bir ihlas gerekiyor. Meseleye adanmak gerekiyor. Yoksa yarım başörtülüler gibi hem dünyayı hem de ahireti ikisini birden idare etmek müyesser olmuyor! Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 6. Juni 2014 Autor Teilen Geschrieben 6. Juni 2014 05 Haziran 2014 Perşembe 14:19 [h=1]Başbakan'a Said Nursi'nin Ayasofya mektubunu okudum[/h] Akgündüz, Başbakan Erdoğan'a Said Nursi Hazretlerinin Ayasofya ile ilgili mektubunu okuduğunu söyledi Risale Haber-Haber Merkezi Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Ayasofya ile ilgili mektubunu okuduğunu söyledi. Akgündüz, "Bundan üç sene önce Tayyip Bey’e hiçbir şeyden çekinmeden Ayasofya’yı açmasını söyledim" dedi. İslam ve İhsan sitesinden Furkan Hasdemir ve Abdullah Güner'e konuşan Akgündüz'ün sözleri şöyle: "O dönem, bir taraftan Millet Partisi bir taraftan Halk Partisi Adnan Menderes’i devirmeye çalışıyorlardı. Bedîüzzaman Said Nursi Hazretleri Tahsin Tola isimli eski bir milletvekili aracılığıylaMenderes’e mektup gönderiyor. Bu mektupta bütün partilerin durumunu açıkladıktan sonra, “Halk Partisi ve Millet Partisi sizi düşürmeye çalışıyor ben de bundan dolayı vatan, millet ve İslamiyet namına endişeleniyorum. Eğer bu belaları ortadan kaldırmak istiyorsan iki şey yapmanı istiyorum” diyor. Birincisi; basılması yasak olan Risale-i Nur külliyatını devlet eliyle neşretmek. Allah bunu Tayyip Bey’e nasip etti. Bir müddet önce İşarat-ül İ’caz, devlet eliyle neşredildi. Yakın zamanda Mesnevi Nûriye’yi neşredecekler ve devamı da gelecek. İkinci isteğinde Said Nursi Menderes’e: “Ayasofya’yı 500 yıllık eski vaziyetine iade etmelisin. Ayasofya’yı açarsan bütün İslâm âleminin kuvvetini arkanda hissedeceksin ve düşmanların seni alt edemeyecekler.” diyor. AYASOFYA AÇILINCA İSLAM ALEMİNİN DESTEĞİ ARTACAK Ben aynı şartların şu anda Tayyip Bey için de geçerli olduğu kanaatindeyim. Bugün muhalefet partileri, paralel yapı, Almanya ve Amerika’nın çoğunluğu Tayyip Bey’e karşı vaziyet aldılar. Ulusal ve uluslararası manada ciddi bir cephe oluşmuş durumda. Ve bütün hedef Tayyip Bey’dir. Çünkü Tayyip Bey’in İslâmiyet noktasında samimi bir duruşu var. Ben kendisine Bedîüzzaman’ın bu mektubunu okudum. Bundan üç sene önce Tayyip Bey’e hiçbir şeyden çekinmeden Ayasofya’yı açmasını söyledim. Ayasofya açılırsa Tayyip Bey İslam âleminin büyük desteğini alacaktır. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 27. Juni 2014 Autor Teilen Geschrieben 27. Juni 2014 27 Haziran 2014 Cuma 11:35 Amerika Ayasofya'yı kilise yapmak niyetinde Türkiye Hıristiyan Kiliseleri Hesap Verme Yasası kabul edildi ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'nde Türkiye ve KKTC’deki Hıristiyan mülklerinin ABD Dışişleri Bakanı’nca takip edilmesini öngören*Türkiye aleyhtarı yasa tasarısı kabul edildi. * ABD Kongresi’nde geçtiğimiz hafta oylanması planlanan ancak Musul’da yaşanan kriz nedeniyle belirsiz bir tarihe ertelenen*Türkiye’deki Hıristiyan mallarına dair 4347 sayılı “Türkiye Hıristiyan Kiliseleri Hesap Verme Yasası” adlı yasa tasarısı, Ermeni diasporasının yoğun baskıları sonucu, bugün tekrar Kongre gündemine alındı. Kongre’nin çalışma binalarından Rayburn’de oylanan tasarıda sesli oylama usülü kullanılırken tasarı, oy çokluğuyla kabul edildi. Tasarı için oylama dışında özel bir oturum yapılmadı. * ''Olumlu adımlar görmezden gelindi'' * Komite üyelerinin çoğunluğu tasarıyı desteklerken, Demokrat Parti Virginia milletvekili Gerald Connolly ile New York Milletvekili Gregory Meeks tasarıyı sert dille eleştirdi. Tasarının yazıldığı şekliyle ABD’nin, yakın ve güvenilir NATO müttefiki Türkiye ile olan dostluğunu yansıtmadığını dile getiren Connolly, tasarının Türkiye’nin dini mülklerin korunmasına yönelik son dönemde attığı olumlu adımları görmezden geldiğini belirtti. * Connolly, “Türkiye ile stratejik birlikteliğimizin korunmasının önceliğimiz olması gereken bir dönemde, bu yasa tasarısının geçmesi Türkiye ile ilişkilerimizi bozulmasına neden olacaktır. Türkiye, Suriye’deki savaştan kaçan 1 milyonu aşkın insana ev sahipliği yaparak bölgedeki insani krizde çok önemli ve beklenmedik bir rol oynadı. Irak daha fazla şiddete doğru sürüklenirken, bölgedeki güvenlik sorunlarında güvenilir ve değerli bir ortak, çoğunluğu Müslüman olan demokrasi ülkesi Türkiye’yi izole etmek bölgenin istikrarına uygun değil” diye konuştu. Connolly, tasarıya kendisinin karşı önerisini getiren bir değişiklik önerisinde bulundu ancak komite bu değişikliği yapılan oylamada reddetti. * Yunanistan'daki Müslümanlar da gündeme geldi * Öte yandan Cumhuriyetçi Parti California milletvekili Dana Rohrabacher, Yunanistan’da bulunan Müslümanların sıkıntılarını gündeme taşıdı. “Türkiye Hıristiyan Kiliseleri Hesap Verme Yasası”nı desteklediğini belirten Rohrabacher, sadece Türkiye'deki Hıristiyanların değil, Yunanistan’da ibadet yerleri sınırlı olan Müslüman toplumun da sorunlarına yönelik bir tasarının ele alınmasının gerekliliğine vurgu yaptı. * Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Cumhuriyetçi Parti milletvekili Ed Royce tarafından sunulan teklif, Türkiye’yi Hristiyan mülklerine el koyma konusunda ağır şekilde suçluyor. Cumhuriyetçi Parti’nin 24, Demokrat Parti’nin 21 üyesi bulunan 45 kişilik komiteden geçen tasarının, yasalaşma sürecinde daha fazla ilerlemesi beklenmiyor. * Yasa tasarısı, Kongre’nin hem Temsilciler Meclisi hem de Senato kanadından onay alması gerekiyor. Türkiye açısından herhangi bir bağlayıcılığı bulunmayan tasarı, sembolik bir anlam ifade ediyor. * Tasarının yasalaşması halinde ABD Dışişleri Bakanı, 2021’e kadar yıllık olarak Senato ve Temsilciler Meclisi’nin dış ilişkiler komitelerine rapor sunmak zorunda bırakılıyor. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 10. Juli 2014 Autor Teilen Geschrieben 10. Juli 2014 10 Temmuz 2014 Perşembe 09:50 Alnımız yeniden Ayasofya'da secdeye gitseydi Bahadıroğlu: İstanbul'un özü Ayasofya Bağcılar Belediyesi'nin Ramazan programında konuşan Tarihçi Yavuz Bahadıroğlu, İstanbul'un özünün Ayasofya olduğunu kaydederek, "Alnımız yeniden bu camide secdeye gitseydi yolumuza her şeye rağmen devam ederdik" dedi.* * Osmanlı Devleti'nin adının Devlet-i Aliye-i Muhammediye, ordusunun da Muhammed'in (s.a.v) muzaffer orduları olduğunu ifade eden Bahadıroğlu, günümüzde batı dünyasının her zaman ülkemize zarar vermek için devrede olduğunun altını çizdi. İslam dünyasının geçmişten günümüze kadar batılılar tarafından karıştırıldığını da kaydeden Bahadıroğlu günümüzdeki asıl hedeflerinin Türkiye olduğunu ancak bu hedeflerine ulaşamayacaklarını anlattı. * Esasta en önemlisinin Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) duasının olduğunu hatırlatan Bahadıroğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: Mısır'ın fethinden sonra Yavuz Sultan Selim'in Peygamber Efendimiz'in (s.a.v), hırkasını getirdiğini, Hırka-i Saadet dairesi yapılmadan önce de Kur'an okunduğunu söyleyen Bahadıroğlu, 1923 yılına kadar 40 hafız tarafından 24 saat Kur'an okunduğunu kaydetti. * Bahadıroğlu sözlerine şöyle devam etti; "Ramazan'ın 15'inden sonra padişah kutsal emanetleri öper, koklar teslim alırdı. Senede bir onu yüzlerine gözlerine sürerlerdi. Topkapı Sarayı'ndaki Hırka-ı Şerif'te Efendimiz'e (s.a.v) ait; yay, üç kılıç, ayak izi, bir nalın, sakalı ve mührü bulunmaktadır." * Yabancı yazarların, Osmanlı Padişahlarının Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) olan sevgisini kaleme aldıklarını da ifade eden Bahadıroğlu, "O yazarlar padişahların, Hazreti Muhammed'in (s.a.v) ahlakına uygun yaşadıklarını not düşmüşlerdir." diye konuştu. * iha Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 16. Juli 2014 Autor Teilen Geschrieben 16. Juli 2014 16 Temmuz 2014 Çarşamba 08:00 Ayasofya'da ibadet, yabana atılacak bir talep değil Diyanet İşleri Başkanı Görmez: 5 asır içinde ibadet ettiğimiz bir mabedimizdir Risale Haber-Haber Merkezi * Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, "Ayasofya, 5 asır bu topraklarda özgürce içinde ibadet ettiğimiz bir mabedimizdir. ‘Biz burada ibadet edeceğiz' diyorlarsa yabana atılacak bir şey değil" dedi.* * Televizyon ve gazetelerin Ankara temsilcileriyle iftar sofrasında buluşan Görmez, Ayasofya'nın açılmasına dair şunları söyledi: * "Ayasofya konusu tek başına ele alınabilecek bir konu değil, aslında çok yönlü bir konu. Ama*Türkiye'de vatandaşlarımızın büyük bir kısmının böyle bir talebi yabana atılacak bir talep değildir. Ayasofya, 5 asır bu topraklarda özgürce içinde ibadet ettiğimiz bir mabedimizdir. ‘Biz burada ibadet edeceğiz' diyorlarsa yabana atılacak bir şey değil. * "Balkanlarda şu anda gazino olarak kullanılan onlarca İslam mabedi var. Bütün bu konular birlikte ele alınmalıdır. Ayasofya tartışmasından yeni bir hilal, haçlı kavgası da çıkarmak da doğru değil. Ama son tartışmalardan doğrusu biraz üzüntü duydum. Neden? Bilhassa batıda yazılanlara, çizilenlere, yapılan tartışmalara baktığımızda batıda*pek çok kilise satılıyor hatta *bazı kişilere Müslümanlara satılıyor ve camiye dönüştürüyorlar ve orada hiç ses çıkmıyor ama Ayasofya tartışmalarına farklı pencereden katılmalarını da yadırgadığımı*söylemek isterim.* Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Webmaster Geschrieben 26. August 2014 Autor Teilen Geschrieben 26. August 2014 25 Ağustos 2014 Pazartesi 14:07 [h=1]Cemaat ve tarikatlar Ayasofya çalışması yapmıyor[/h] Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi Risale Haber-Haber Merkezi Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi, "Birleşmemek konusunda öylesine kararlıyız ki, yüz Müslüman dernek, vakıf, cemaat, tarikat bir araya gelip Ayasofya için birlikte çalışma yapamıyor" dedi. 1950’li ve 60’lı yıllarda Müslümanların bugünkünden daha fazla emr-i mâruf ve nehy-i münker yaptığını, 70’li yıllarda müstehcen yayınlara karşı islamî kesimin etkili ve sert tepkisinin olduğunu hatırlatan Eygi, "Hattâ bu konuda kitaplar bile yayınlanıyordu. Bugün oldukça geniş bir hürriyet ve imkan var ama Müslümanlardaki iyiliği emr etmek, kötülüğü yasaklamak şuuru çok erozyona uğradı" dedi. Demokrasilerde baskı gruplarının varlığına işaret eden Eygi, Müslümanların güçlü, etkili, dediğini yaptıran, çekindiren baskı grupları oluşturamadığını söyledi. Müslümanların dağınık olmaları sebebiyle hiçbir konuda ağırlıklarını koyamadığını ileri süren Eygi, sözü Ayasofya'ya getirdi ve şunları yazdı: "Kötü kalpli bir kadın ayaklarıyla çiğneyip ezerek iki küçük kedi yavrusunu vahşice öldürünce, islamî kesim ne yaptı? Binlerce cemaatimiz, vakfımız, derneğimiz var, bunlardan kaçı bu vahşeti bir bildiri yayınlayıp protesto etti? Maalesef bu konuda küçük bir inilti bile çıkmadı. "Her yerde kiliseler inşa ediliyor, hattâ bazen sinagoglar yapılıyor, peki bizim Müslümanlar Ayasofyanın tekrar cami olması için milyonlarca imza toplayıp, yasal sınırlar içinde baskı yapıyor mu? "Birleşmemek konusunda öylesine kararlıyız ki, yüz Müslüman dernek, vakıf, cemaat, tarikat bir araya gelip Ayasofya için birlikte çalışma yapamıyor. Biri yapsa, öteki desteklemez… Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.