Webmaster Geschrieben 11. Februar 2014 Teilen Geschrieben 11. Februar 2014 [h=3]Hangi İslam Almanya‘da hakim olacak?[/h] Almanya´daki son senelerde İslam ile ilgili yapılan tartışmalara baktığımız zaman bir iktidar savaşının hakim olduğunu görüyoruz. Gelecekte, belki 10-20 sene sonra, Almanya´da hangi İslam anlayışının hakim, yaygın ve resmi kurumlar tarafından kabullenmiş olacağı ile ilgili bir tartışma söz konusu. Yani İslam ´tesadüfe´ bırakılmak istenilmiyor. Belli bir İslam anlayışının hakim olması için özenle çaba sarf ediliyor. Bunu daha iyi anlayabilmek için geçmiş sürece bir bakalım: 2009´dan itibaren Almanya´da büyük çapta tartışılan ´Entegrasyon (Uyum)´ konusu, sadece müslümanlara ve İslam´a yoğunlaşmış bir şekil aldı. Yani entegrasyon konusu tartışıldığında çoğu zaman sadece müslümanlar ve İslam tartışılıyor. İslam dini çogunluğun bilinçaltında bir ´Göçmen dini´ olarak yer alıyor. İslam dininin etnik bir kökene dayanmadığını, her milletten insanın müslüman olduğu ve özellikle bir çok Avrupa´lının müslüman olduğu anlayışı tam olarak zihinlere oturmadı. Örneğin İslam´a geçen almanlardan oluşan müslümanlar bir şehirde cami yapımı için başvurduklarında ´Sizin ülkelerinizde kilise var mı?´ sorusuna hitap olabiliyorlar. Halbuki bu insanların dedelerinin dedeleri dahi alman. Aynı şekilde 3. ve 4. nesil Almanya´lı Türkler dahi müslüman göçmenler olarak algılanıyor. Halbuki bu nesil çoktan muhacir olmaktan çıktı, ensar oldu. Bu konuda ciddi bir paradigma değişikliği olması gerekiyor. Irkçı terör örgütü NSU´nun hedefinde genel olarak yabancılar değil, müslümanlar var. Hatta ortaya çıkan ´öldürme listelerine´ baktığımızda, listede İslam´a sıcak bakan alman siyasetçilerin bile bulunduğunu görüyoruz. Alman ırkçılarının belli almanlara karşı olmaları gösteriyorki, konu sadece ırkçılık değil, konu açık bir İslamdüşmanlığı. Irkçılık denildiği zaman daha geniş bir anlam kazanıyor. Halbuki düşmanlıkları sadece müslümanlara karşı, ister başka ırktan olsun ister alman olsun. Bunu uluslararası platformlarda dahi görebiliyoruz. Irkçı siyasi partiler ulusal birlikler kuruyorlar ve ortak düşmanları olarak müslümanları ilan ediyorlar. İslam İlahiyat Fakültelerinde bu çatışmayı bariz bir şekilde görüyoruz. Müslümanların çoğunluğunun desteklemediği ve fikirleri hem taban ile hem de yaygın islam alimleri ile tamamen zıt olan ilahiyatçılara alman medyası ve hatta cumhurbaşkanı sahip çıkıyor. Kiliseler kendi ilahiyatçılarını seçmekte ve görevlendirmekte tamamen hür olmalarına rağmen, müslümanlara bu hak verilmiyor, adeta ´Biz İslam´ı sizden daha iyi anlıyoruz´ deniliyor. Öte yandan İslam´a sıcak bakan ve Almanya´nın bir parçası olarak gören eski Cumhurbaşkanı Wulff tasfiye ediliyor. İslam Konferansının tamamen içi boş bir hale getirilmesi de bu çatışmanın bir göstergesi. Sadece güvenlik konularının konuşulduğu ve menfi konuların tematize edildiği bu yapı yukarıda bahsettiğimiz çatışmayı sadece körüklüyor. Selefilik konusu önemli ve müslümanları çok rahatsız etmesiyle beraber, konuyu sürekli masaya yatırarak büyümesine ve selefiliğin yaygınlaşmasına vesile olunuyor. Bu konuyu hep sıcak tutabilmek için ve her an gündeme getirebilmek için inanılmaz paralar harcanıyor. Belkide selefilik konusunun büyümesi birilerinin işine geliyor. Orwell´in ´Savaş barıştır´ mantığıyla bir düşman meydana getiriliyor. Halbuki Selefilik konusu hiç büyütülmeden farklı bir şekilde – örneğin bizzat camilerde – ele alındığında medyatik organizasyonlardan kat kat daha fazla etkisi oluyor ve müslüman gençler bu oluşumlardan haberdar ve uzak durabiliyor. Tamamen sun-i ve yapay bir tartışma olan ´liberal – muhafazakar´tartışması senelerdir gündemde ve zaman zaman tekrar alevlendiriliyor. Müslümanların büyük bir çoğunluğu muhafazakar kategorisine konuluyor ve bunlar genellikle gerici, cahil ve uyum göstermeyenler olarak lanse ediliyor. Diğerleri ise açık, uyumlu, entellektüel müslümanlar olarak gösteriliyor. Halbuki müslümanlar arasında böyle bir ayrım yok. Üstelik bu ayrımı güçlendirmek için alman bir vakıf tarafından liberal müslümanları temsil ediyor ittiasıyla bir kurum kuruluyor. Kurulma gerekçesi ise var olan büyük kuruluşların müslümanları temsil etmemesi iddiası. Konuları basite indirebilmek için ´reform´ anlayışlarına karşı gelenler ya selefilik ya da muhafazakar damgasını yiyorlar. Bundan dolayı ´İslamcı´kelimeleri havada uçuşuyor. Bunu yapabilmek için – yukarıda da bahsettiğim gibi – liberal-muhafazakar ve selefi konuları sürekli gündemde tutuluyor. Bu şekilde hazır çekmeceden çıkarılıyor ve damgalar vuruluyor. Yine medyanın kendi ürettiği ve anlamını doldurduğu muhafazakar sınıfına giren bazı İslami cemaatlere, STK´lara veya türk derneklerine ufaktan ufağa hazırlıklar yapıldığını görüyoruz. Genellikle bu kurumları ´sevilmeyen´ kurumlar ile irtibatlaştırıyorlar, ardından kara propaganda ile itibarsızlaştırıyorlar. Gelecekte bir kaç kurumun başına bunlar gelecek gibi gözüküyor. Şimdilik sadece şu kadarını yazalım, 2012/2013´de bir kurum ile ilgili dosyalar hazırlanmaya başladı. Gezi olayları ve özellikle 17/25 Aralık´tan sonra o dosyalar şimdilik raflara kaldırıldı, fakat ileride tekrar masaya yatırılacak. Bu kurumun yerine başka bir kurum ile ilgili hazırlıklar başladı. İslam konulu tüm tartışmalarda siyaset, ilahiyat ve dindarlık birbirine karıştırılıyor. Müslümanlar bu kategorilerden her birinde bir yerlere konuluyorlar. İslam ile ilgili tartışmalar sadece siyasi retorik ile sürdürülüyor. İslam´ın maneviyatı, Kur´an´ın mesajı, Peygamber´in insanlığa evrensel mesajı, iman hakikatları hiç bir şekilde duyulmuyor. İnsanların bunları araştırmaya vakti bile olmuyor. Bu ve bunlara benzer olayları tek başına değerlendirmemek lazım. Tek başına değerlendirmeye kalktığımızda büyük çatışmayı anlayamayız. Basit veya birkereye mahsus olaylar olarak görürüz. Ama hepsine birden baktığımızdabüyük bir resim ortaya çıkıyor. Almanya´da gelecekte hangi İslam anlayışının hakim olacağı ile ilgili bir çatışma ortaya çıkıyor. Bazı çevrelere baktığımızda – özellikle medyanın desteklediği çevrelere – içi boş, amelsiz ve reform edilmiş bir İslam´ın hakim olması için çaba gösterdiklerini görüyoruz. Hatta bu bağlamda çalışmalar yapan müslümanlarıHristiyan Reformcu Luther ile kıyaslıyorlar. Hristiyanlık için belki kabul ve geçerli olan bu durum ise İslam için geçerli değildir. Çünkü deform edilmemiş olan İslam´ın reform edilmeye veya içi boşaltılmaya ihtiyacı yoktur. Bu şekilde muhafazakarları, dindarları, namaz gibi ibadetini yerine getirenleri, tüm cemaatleri, tüm mezhepleri radikal çizgisinde gösterip karşısına içi boş, ılımlı, reformcu, calvinist, liberal İslam çıkartılıyor. Halbuki Liberal İslam safsatasının liberallikle alakası yok. Tüm mesele ibadetsiz bir İslam oluşturmak, yani temelini yok etmek. Komple teorilerine yer vermemek için belirteyim, bu çatışmanın belli merkezlerden hazırlandığını hatta yöneltildiğine inanmıyorum. Daha ziyade bunusosyolojik bir süreç olarak değerlendiriyorum. Yani süreç bizleri bir yere doğru kanalize ediyor. Hangi İslam anlayışının gelecekte Almanya´da hakim olacağı ile ilgili bir süreç. Cemil Sahinöz, Risale Haber, 11.02.2014 http://www.risalehaber.com/hangi-islam-almanyada-hakim-olacak-15729yy.htm Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge