Webmaster Geschrieben 5. November 2014 Teilen Geschrieben 5. November 2014 05 Kasım 2014 Çarşamba 09:41 [h=1]MGK'nın cemaat-tarikat kararı ve Bediüzzaman'ın yöntemi[/h] Mehmet Ali Bulut, hem destekledi hem endişelendi... Risale Haber-Haber Merkezi Gazeteci yazar Mehmet Ali Bulut, Milli Güvenlik Kurulu'nda alınan "cemaatler ve tarikatler"ile ilgili kararı "önemsediğini" ancak "işin, ikinci bir 28 Şuvat paranoyasına dönüşebileceği şeklinde bir korkusunun" olduğunu da söyledi. Siyasete ve dünya saltanatına elini uzatan her dini cemaatin elinin kırılmasında din için fayda gördüğüne dikkat çeken Bulut, Haber 7'deki yazısında cemaat ve tarikatların zaman içinde çizgisinden saptığını ancak Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin buna karşılık tekrar Peygamber Efendimizin (asm) modeline döndüğünü söyledi. Bulut, "Peygamber Efendimiz, asla kendini öne çıkarmamıştır. Her hal ve tavrıyla Kuran’ın ve Allah’ın dellalıdır. Zerre miktar ondan inhiraf etmemiştir. Öyle ki, Kur’an onun ahlakı olmuştur. Nazarları sürekli Kur’an’a çevirmiş, ondan başkasına itibar edilmemesi için büyük gayret göstermiştir. Bediuzzaman hazretleri, ümmeti yeniden Rasullulah üslubuna isal etmek için, irşadı, insan eksenli olmaktan çıkararak kitap eksenli zemine oturttu" dedi. Bulut'un hem destek verdiği hem de endişelendiği MGK kararına dair yazısı şöyle: MGK’nın Paralel Yapı Kararı İş nereye varır tam bilemiyorum ama devletin böyle bir karar almasını, cemaatler ve dini örgütlerimiz hak ediyorlardı. Hiçbir devlet kendine rağmen icraat yapan bir yapıya tahammül edemez, etmez. Geç bile kalındı denilebilir… Ama herkesçe de bilinir ki alınan kararlar veya prensipler ne kadar düzgün olursa olsun, tatbik edicinin elinde farklı haller kazanabilir. Yani devlet de şu meseleyi, Tek parti döneminde yaşandığı gibi cemaatleri linç etme bahanesi yapmamalı. * * * İslam medeniyeti sohbet medeniyetidir malum. Mürşid ile talip arasında göz ve kalp teması vardır. Dil ile ilim, kalb ile hikmet, tavır ve hal diliyle de üslup ve meşrep aktarılır. Mürşid Rasululah makamındadır, talib sahabe! Eğer mürşit, nefsin ve onun saklı kardeşi olan ‘kör hissiyat’tın yıkıcı ve bulandırıcı hallerinden korunmuşsa ilahi teffeyyüzün çeşmesi olur. Eğe o bunlardan tam korunmamış da talip hakiki manada safiyane bir muhabbetle ona bağlanmışsa yine de ilahi feyizden istifade eder. Ama bu her daim böyle olmamıştır. Nefs ve şeytanın iğvası da çoğu kere işin içine girmiş ve zaman içinde tasavvufun manasından çok uzak tarikatlar ortaya çıkmıştır. Tasavvuf, kur’anî hikmetin insanda tecelli etmesinin yolu ve egzersizidir. Nefsi ıslah eder. Eşyayı ve hadiseleri Rıza-yı ilahi çerçevesinde yeniden inşa eder. Mistisizm ise, her şeyi nefs hesabına hiçlik perdesine sarmaktık. Biri (tasavvuf) insanı vasıl-ı ilallah eder, ötekisi kalbi hezeyanlaştırır, insanı sofestai eder. Firavun meşrep nefsin, kendi kibrini saklamasına ince ayar olur… Başlangıçta, mahza hikmet çeşmesi olan tasavvuf ve onun kendi gibi düşünenlerle var ettiği birliktelik (tarikat) İslam’ın intişarına büyük hizmet etmiştir. Ama hemen onu yanı başında nefsini tam teslim alamamış, muhkematı ve sünnetin kendisini değil de tevilleri esas almış ve ondan kendi nefsinin hoşuna giden bir üslup var etmiş bazı mürşitler de büyük taraftar kitlesi bulmuşlardır. Taraftarlarının nefsini okşayan ama tarikat adı altında hizmet veren şu kitleler, çoğu kere iktidarlar karşısına tam bir siyasi kadro gibi çıkmışlardır. Abbasilerin sonlarından itibaren İslam dünyasını zaman zaman kargaşaya sürüklemişlerdir. Selçuklulardan itibaren tarikatların siyasi hayat üzerindeki etkileri fevkalade artmıştır. Çoğu iktidarın dağılmasında veya ülkelerin yıkılmasında tarikatların çok büyük rolü olmuştur. Tabi zalim idarecilere karşı halkın sesi olmayı başarmış gruplar da omuştur. Tarikatlarla siyasetin mücadelesi başlı başına bir tez konusu olmaya layıktır. Malum olduğu gibi irşaddan maksat, doğrudan Rabbin rızasını tahsildir. Daha doğrusu Allah’ın kullarından ne istediğini onlara izah edebilmektir. Bunun en beliğ örneği Hz. Muhammed’dir (asv).Peygamber Efendimiz, asla kendini öne çıkarmamıştır. Her hal ve tavrıyla Kuran’ın ve Allah’ın dellalıdır. Zerre miktar ondan inhiraf etmemiştir. Öyle ki, Kur’an onun ahlakı olmuştur. Nazarları sürekli Kur’an’a çevirmiş, ondan başkasına itibar edilmemesi için büyük gayret göstermiştir. Hatta bu vesile ile başlangıçta bir süre, kendi sözlerinin (hadislerin) kaydedilmesini dahi yasaklamıştır. Ta ki ayetin ahkâmı ve belagati zihinlerde tam yerleşsin diye. Dolayısıyla talibi, Hakka sevk etmekteki en güzel örnek Rasullahtır. Mamafih başlangıçta tarikatların yapılanmaları da o üslubu esas almıştır. Fakat zamanla bazı mürşitler bilerek bilmeyerek müridin himmetini, kendi üzerlerine çekmişlerdir. Kur’an’ın değil, kendi yaklaşımlarının esas alınmasına neden olmuşlardır. İşte bu, tarikatlarda zembereğin dağıldığı andır… İslam dünyası uzun süre bu tür müteşeyyihler yüzündün ıstırap çekti, çileler yaşadı, büyük fitneler gördü. Bu yaklaşımın İslam dünyasına ne büyük acılar yaşattığını gören Bediüzzaman hazretleri, ümmeti yeniden Rasullulah üslubuna isal etmek için, irşadı, insan eksenli olmaktan çıkararak kitap eksenli zemine oturttu. Doğal olarak hem medrese hocalarından hem de tarikat ehlinden ciddi tenkit aldı. Onu bi’dat üretmekle dahi itham ettiler. Halbuki onun yapmak istediği, ümmeti, bir insanın fikri etrafında teksif olunmuş tek tip insanlardan oluşan kitleler olmaktan çıkarıp, fikri ve vicdanı hür; kendi iradesiyle Kur'an etrafında kümelenmiş ve istidatları nispetinde o feyizden istifade eden bilincli bir topluluğa dönüştürmeyi murad etmiştir. Kendi şahsını şiddetle merkezden çekmiş, dikkatleri Kur’ana ve Risale-i Nur’a yönlendirmiştir. Hatta kendisine ‘Mehdisin’ diyenlere Risaleleri işaret emiş, ‘mehdi ise onlar mehdidir’ demeye getirmiştir. Böylece mehdiyete atfedilen hallere de farklı bir yaklaşım getirmiştir. Fakat buna rağmen, onun getirdiği üsluptan da inhiraf olunmuştur. Onun yolandan gittiklerini söylemelerine rağmen şahıs eksenli yapılanmalar yeniden kendini göstermiştir. Ve maalesef siyasi hayat, dün olduğu gibi bugün de derin etkilenmeler altına girmiştir. Esasında mesele sadece imanın ihyası ve kalbin inkişafı olsa bir sıkıntı olmayacak. Ama yazık ki her zaman bu kadar masum kalmıyor bu yapılar. İlla iktidarlara veya siyasetçilere rakip oluyorlar. Bu da hem dine, hem Müslümanlara derin acılar yaşatıyor. Bu açıdan, cemaatlerin ve dini gurupların –tabii ki bir tür tarikat olan Masonluk, Roteryenlik ve Lionsçuluk da dahil edilmeli- devlet ve siyaset üzerindeki etkilerini yasaklamayı veya en azından bir disiplin altına almayı ön gören Milli Güvenlik Kurulu kararını ben önemsiyorum. Devlet üzerinde bilfiil etkili olmak isteyen cemaat, tarikat hangisi olursa olsun müdahale edilmelidir. Zira dini cemaatler, dünyevi rantın pay edilmesinde siyasi partiler kadar dahi toleransı ve insaflı olmuyor, olmazlar. Daha önce yazdığım birçok yazıda da bu konuya temas ettim. “Herhangi bir dini cemaat devlet erkini ele geçirse, ilk önce kendisine en yakın gruptan başlayarak hepsini insafsızca yok eder.” demiştim. Hâlbuki siyaset, her bir insana ihtiyaç duyar ve onların gönlünü hoş tutmayı esas alır. Çünkü iktidarda kalmak için onlara ihtiyacı vardır. O yüzden de daha insaflıdır. Ve her şeye rağmen siyaseti ve siyasetçiyi dizgin altında tutan bir kanun var. Ötekisi isi her icraatını Allaha dayandırdığı için layüseldir. Kendini sığaya çekme ihtiyacı duymaz. Dolayısıyla siyasete ve dünya saltanatına elini uzatan her dini cemaatin elinin kırılmasında, din için fayda vardır, diye düşünüyorum. Bu açıdan da, -tabii işin, ikinci bir 28 ŞUBAT paranoyasına dönüşebileceği şeklinde bir korkum da yok değil!- Milli Güvenlik Kurulu'nda alınan devlet içindeki her tür paralel yapılanmanın –herhalde siyasi vesayetçiler gibi KCK da bunun içine giriyordur- önünün kesilmesi memleketin ve ictimai hayatın lehinedir. Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.