Webmaster Geschrieben 13. März 2023 Teilen Geschrieben 13. März 2023 Avrupa´da İslam´ın tarihçesi Senelerdir Almanya´da bir tartışma yaşanıyor. İslam Almanya´nın bir parçası mı değil mi? 2006´da Almanya İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble İslam´ın Almanya´nın ve Avrupa´nın bir parçası olduğunu söylediğinde fazla dikkate alınmamıştı. 2010´da eski Cumhurbaşkanı Christian Wulff da aynısını, yani İslam´ın Almanya´nın bir parçası olduğunu ifade etmişti, ama bu sefer büyük bir tartışma başlamıştı. Hatta sırf bu cümle yüzünden Wulff istifa ettirildi diyenler var. Nitekim kendisinden sonraki Cumhurbaşkanı Joachim Gauck 2012´de İslam´ın değil fakat Almanya´da yaşayan müslümanların Almanya´nın bir parçası olduğunu beyan etmişti. Dolayısıyla tartışma tarihsel ve sosyolojik boyutuyla değil, siyasi ve polemik bir şekil almaya başlamıştı. Hem tarihsel olarak hem de sosyolojik olarak Avrupa´da İslam´ın tarihine, bilhassa Almanya´da İslam´ın tarihçesine baktığımızda, zannedildiği gibi ´misafir işciler´ alımıyla başlayan bir tarihden bahsetmiyoruz. Müslümanlar´ın Avrupa seferi çok daha öncelerden başlıyor. Bu tarihçeyi üç bölüme ayırmak mümkün. Birinci dönem: Peygamber Efendimizin vefatından hemen sonra 7. yy.´da İslam´ın yaygınlaşmasıyla başlayan dönem. İkinci dönem: 16. yy.´da savaşlarla başlayan dönem. Üçüncü dönem: 2. Dünya Savaşından sonraki ´misafir işcilerle´ başlayan dönem. Dönem: Peygamber Efendimiz Miladi 632 senesinde vefat etti. Peygamber Efendimiz vefat etmeden az evvel, özellikle vefat ettikten sonra İslam´ın mesajı tüm kıtalara yayıldı. Yaklaşık 800 sene Avrupa´da müslümanlar varlıklarını sürdürdüler. 711´den 1492´ye kadar Endülüs´de kültür, sanat, bilim, tarih, ilim üretildi. Bugün kullanılan bir çok teknolojinin ve bilginin temelleri o dönemde atıldı. Endülüs döneminden sonra İslam ve Avrupa arasında büyük bir kopukluk yaşandı, fakat irtibatlar tamamen kopmadı. Dönem: Birinci dönemin bitmesinden kısa süre sonra ikinci dönem başladı. 1529´da ilk Viyana Kuşatmasından sonra bazı müslüman esirler Berlin´e getirildiler. 1683 senesinde, İkinci Kuşatmada yaklaşık 1245 müslüman esir Münih şehrine getirildi. 1699´da Karlofça Antlaşmasından sonra barış dönemi başladı. Bazı müslüman esirler alman topraklarında kaldılar ve hatta daha sonra orada gömüldüler. Bugün hale bu mezarlardan bazıları mevcuttur. Yabancı topraklara gittiklerinde orada gömülmek isteyen, mezar taşlarının da İslam´ı hatırlatmasını isteyen sahabeler gibi. Alman topraklarında kalan bazı esirler yaşadıkları kültüre uyum sağladılar, bazıları da kendi kimliklerini bırakıp asimile oldular. Örneğin 1685´de bir savaş sonrası esir olarak alınan Osmanlı Mehmet asimile edildikten sonra Ludwig Maximilian Mehmet von Königstreu ismini aldı. Mehmet´in oğullarından birisi 1746´da Hannover´de ilk mason localarından birinin kurucusudur. Yine Hannover´de yaşayan Türk Ali 18. yy.´da Georg Wilhelm ismini alarak orduda önemli görevler aldı. Alman topraklarında serbestçe yaşama imkanı bulan müslümanlar devlet tarafından da kabullenilmeye başladı. 1731´de Kurland Beyi, Kral Friedrich Wilhelm I.´ye ordusu için 20 tane ´türk´ askeri hediye etti (O zamanları müslümanların hepsine türk deniliyordu, nereden gelirlerse gelsinler). Bundan dolayı 1732´de Potsdam´da ordu´da bir mescid açıldı. 1739´da uzun boylu müslüman tatarlar Potsdam´a geldiler. Bunlar da yine Kral Friedrich Wilhelm I.´nin altında orduya katıldılar. Kral kendilerine bir mescit tayin etti ve aralarından birini imam olarak görevlendirdi. Kral Friedrich Wilhelm I.´nin oğlu Büyük Friedrich 1740´da bir mektubunda, eğer türkler ülkelerine gelirse, kendilerine camiler yapacağını, tüm dinlerin eşit ve iyi olduğunu yazıyor. Padişah 3. Murat 16. yy.´lda ingiliz Kraliçesi Elizabeth I.´ye benzer bir mektup yazıyor ve Osmanlı İmparatorluğunun tüm insanlara, dinlere, ırklara açık olduğunu belirtiyor. Büyük Friedrich´in emri altında yaklaşık 1500 müslüman boşnaklı süvari Schlesisch Savaşlarına (1740-1763) katılıyorlar. Savaş bittikten sonra bu süvariler halen alman topraklarında orduda kalıyorlar ve Doğu Prusya´da görevlendiriliyorlar. 19. yy.´ın başlarında görev değişikliği yapılarak mızraklı süvariler grubuna dahil edildiler ve daha sonra 1919´da ordudan ayrıldılar. Yani neredeyse 180 sene alman ordusunda görev yaptılar. Prusya ve Bab-ı Ali arasında bu nedenlerden dolayı sıkı bir iletişim vardı. Bu dönemde farklı antlaşmalar yapıldı, örneğin 1761´de Dostuluk ve Ticaret antlaşması imzalandı. 1763´den itibaren sürekli Osmanlı İmparatorluğundan görevliler ve temsilciler Prusya´ya geldiler. Alman topraklarında vefat eden bu görevliler için özel cenaze izni çıkarıldı. Örneğin 1798´de Ali Aziz Efendi alman topraklarında gömüldü ve Büyük Friedrich kendisine mezarlık bölgesini tahsis etti. Yine bu senelerde dışdan da mimari olarak cami olarak tanınabilecek ilk cami inşa edildi. 1778´de senesinde Schwetzinger Schlosspark´da Kırmızı Cami yapıldı. Bundan önceki ´camiler´ dışdan cami özelliği taşımazken ve sadece mescit görevi yaparken bu cami tam anlamıyla müslüman ülkerde bulunan camilere örnek alınarak inşa edildi. Bundan 100 sene sonra, Kral Wilhem II. Osmanlı İmparatorluğunda seyahat ederken 1898´de Şam´dan 2. Abdülhamid´e mektup yazıyor ve alman kralların tarih boyunca her zaman müslümanların ve Osmanlı Padişahlarının dostu olacağını söylüyor. 1898´de İstanbul´u da ziyaret eden Kral Wilhem II.´nin anısına 1900 senesinde Sultanahmed meydanına Alman Çeşmesi inşa edildi. Ocak 1901´de açılış programı düzenlendi. Çeşmenin yapımı Almanya´da gerçekleşti ve Türkiye´ye getirildi. Alman-Türk dostluğunu anlayabilmek için Bediüzzaman´a da bakabiliriz. Bediüzzaman Said Nursi 1918 yazında Varşova, Berlin ve Viyana üzerinden İstanbul´a geçerken Berlin'de iki ay ikamet eder. Dönüşünden sonra, ´Türk-Alman, Alman-Türk tarih boyunca kadim dostturlar. Türkler Alman dostluğuna sadakatte çok hassasiyet gösteririler´ ifadesinde bulunur. Ayrıca Bediüzzaman ´Bahtiyar Alman milleti´ der ve Tevafuklu Kur'an'ın Almanya´da veya İtalya'da basılmasını ister. Daha sonra 50'li yıllarda kendi eserlerinin baskılarını da Almanya'ya yollar ve almanların bunu nasıl karşıladıklarını yazar: ´Hem Berlin’de Almanlar Zülfikar’ı aldıkları vakit, bir gazetelerinde alkışlayarak ilân etmişler.´ yy.´da Avrupa´dan bazı edebiyatçı, yazar ve şairler Osmanlı´ya seyahatlar düzenledi. Bu şekilde literatüre de müslümanlar ile ilgili farklı bakış açıları yansıdı. Ayrıca bu seyahatlerde bazıları müslüman oldular. İslam ilk defa ´ötekinin´ dini değil, bizzat avrupalı olanların dini olarak meydana çıkmaya başladı. Yine 19. yy.´da Türk Ordusu´nu modernleşmesi döneminde Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu arasında farklı antlaşmalar yapıldı. Bu işbirliği sayesinde yaklaşık 50.000 alman asker Osmanlı´da görev yaptı. Almanya´da ise İslam daha hızlı bir şekilde toplumda yayılmaya başladı. 1901´de halen kullanımda olan ilk tanınmış ve irtiba edilen Kur´an tercümesi yayınlandı. Bu şekilde ilk defa büyük bir kitle Kur´an´ı okuyabildi. 1912´de Avusturya´da İslam Yasası yürürlüğe girdi. Aynı senelerde Berlin´de tahminen 1400 türk yaşıyordu. Elbette bunun dışında başka müslümanlar da vardı. Dünya Savaşı esnasında Berlin yakınlarında Wünsdorf-Zossen´de Alman Ordusu 30.000 müslüman esir için Hilal namı altında özel bir kamp oluşturdu. 1915´de bu kamp´da bir mescit inşa edildi. 1919´dan sonra bazı esirler Almanya´da kaldılar, ülkelerine geri dönmediler. 1924´de kamp kapatıldı ve 1930´da maddi sebeplerden dolayı yıkıldı. 1920´li senelere gelindiğinde Berlin´de canlı bir müslüman toplum vardı. Nitekim Kasım 1922´ye ilk islami dernek kuruldu. Bu derneğe 41 farklı ülkeden müslüman üyeydi. Dernek üyeleri 1925´de Berlin´in Wilmersdorf bölgesinde bir cami açtılar. Daha sonraları Berlin´li müslümanlar Kur´an tercümesi ve bir dergi çıkarmaya başladılar. Cami ise 1945´de kapandı. 1924´de yaklaşık 3000 müslüman Almanya genelinde yaşıyordu. Yine aynı sene ilk alman-türk-birliği kuruldu. Bu birlik Almanya´dan gelen türk öğrencilere destek veriyordu. Yaklaşık 13800 türk öğrenci bu sayede Almanya´ya gelmişti. Bu birlik daha sonra finansal sebeplerden dolayı kapatıldı. 1927´de Berlin´de İslam Arşivi kuruldu. Burada İslam ile ilgili yayınlanan almanca kitaplar, dergiler vs. toplanmaya başladı. Arşiv 1981´de Soest şehrine taşındı. 1932´de Dünya İslam Kongresi Almanya´da bir şube açtı ve Almanya´da yaşayan müslümanlara ilgisiz kalmadığını gösterdi. Hitler rejimi geldiğinde müslümanların hareket alanı da kısıtlandı. Bazı müslümanlar toplama kamplarında öldürüldüler. 2. Dünya Savaşı sona erdiğinde Berlin´deki müslüman hayat da bitmişti. 1951´de özellikle balkanlardan ve eski Sovyetlerden Birliğinden gelen müslüman mülteciler için bir idare dairesi kuruldu. Tüm bu dönemde müslümanlara hitap şekli de değişiyordu. Başlangıçta tüm müslümanlara ´türk´ denilirken, daha sonra almanca ´Muselmann´ kelimesi kullanılmaya başladı. Ardından yanlış olan ´Muhammedaner´ kavramı kullanıldı ve 3. Dönem ile beraber ´Muslim´ ve ´Moslem´ kelimesi devreye girdi. ´Muhammedaner´ kavramını halen ırkçılar kullanıyor. Dönem: Üçüncü Dönem 2. Dünya Savaşından sonra başlıyor. Savaş sonrası Almanya farklı ülkelerden ´misafir işci´ talep etti. Bu bağlamda 1955 ve 1973 arası antlaşma yapılan ülkelerden işciler geldi. Özellikle Türkiye´den, İtalya´dan ve Eski Yugoslavya´dan işciler Almanya´ya akın etti. Elbetteki gelen işciler kendi ülkerinde iş sahibi olan kişiler değildi, çoğunluk işsiz ve eğitimsizdi. Almanya ve Türkiye arasında 1961´de antlaşma yapıldı ve 1973´e kadar onbinlerce türk işci Almanya´ya geldi. 1973´den itibaren, Almanya´da yaşayan işciler ailelerini getirme imkanı buldular. 80´li yıllarda ise alman devleti geri dönüşü maddi olarak destekledi. Bu imkandan faydalanıp geri dönenler ise, kendi ülkerinde uyum problemleri yaşadılar. Çünkü çoktan Almanya´ya alışmıştılar bile. Üstelik Türkiye´de geri bıraktıkları köyleri ve şehirleri de bıraktıkları gibi kalmamıştı, ilerlemişti. Dolayısıyla traktör parası kazanmak için gelen ´misafir işciler´ vefatlarına kadar Almanya´da kalacaklardı. Bunu hiç kimse hesaba katmamıştı, ne alman devleti ne de işci olarak gelenler. Bu nedenle bugünlerde olduğu gibi dil kursları veya uyum kursları yoktu. Max Frisch´in ifadesiyle ´Makineler aldık, ama insanlar geldi´. Gelenlerin fabrikada çalışan robotlar değil, insan oldukları, farklı istek, arzu, korku ve hedefleri oldukları unutuldu. ´Misafir işciler´ Almanya´da kaldıkça ve ailelerini de getirdikçe yeni ihtiyaçlar meydana geldi. Anadilde eğitim, sendika temsilcileri, mescitler, dernekler vs. gibi arzular meydana geldi. İlk mescitler ´misafir işcilerin´ gelmesiyle beraber zaten oluşmuştu. Bir fabrikanın köşesinde, toplu evlerin bir odasında, kullanılmayan tren vagonlarında mescitler oluşuyor, Cuma ve Bayram Namazları toplu şekilde kılınıyordu. Yavaş yavaş cami dernekleri de oluşmaya başladı. İslam dini Almanya´da anayasal olarak resmi bir din olarak kabul edilmediği için camiler dernek statüsü altında kuruldu. Tüzükler hep aynıydı. Hazırlanan tüzükler Almanya genelinde kullanıldı. 1973´de İslam Kültür Merkezleri, 1976´da Milli Görüş Teşkilatları, 1984´de DİTİB, 1987´de ATİB kuruldu. Ve cami dernekleri de bu süreçte değişime uğradılar. 70´li senelerde ´Hangi gruba, cemaate bağlı olacağız´ tartışmaları yaşanırken, 80´li senelerde camiler arası rekabet yaşandı. 90´lı senelerin ortasından itibaren yavaş yavaş eksen kayması yaşandı. Artık ´misafir´ olarak geldiklerini zanneden vatandaşların çocukları Almanya´da doğmuştu ve okula gidiyordu. Artık yeni sorun ve sorularla karşı karşıya kalmışlardı. Camiler de artık bu yeni sorulara yeni cevaplar aramaya başladılar. Bu şekilde bir Diaspro İslam´ı gelişti. 21. yy.´da ise cami dernekleri birbirleriyle daha çok iletişime geçtiler ve biraz da zorunlu olarak ittifaklar ve çatı dernekleri kurdular. Artık Almanya´da yaşayan müslümanların ana konuları okullarda İslam Din Dersi, manevi bakım, Sosyal Yardım Kuruluşları, anayasal olarak tanınma, aşırı gruplarla mücadele vs. oldu. Artık güncel konular, müslümanların günlük hayatlarıyla ilgili konular önplana çıkıyor. Bütün bu gelişmelere ve özellikle üçüncü döneme tarihsel ve sosyolojik olarak baktığımızda Almanya´da müslüman toplumun kendi kodlarını yazdığını, kendi semantiklerini oluşturduğunu, sosyolojik olarak biryerlere ilerlediğini görüyoruz. İlahiyat Fakültelerinin kurulmasıyla bu süreç daha da ilerleyecek. Çünkü Almanya´da ve genel olarak Avrupa´da İslam adına konuşan bir çok dernek, kuruluş olsa da, ciddi manada İslam adına manevi ve teolojik olarak kabul edilen ilahıyatçılar veya kurumlar yok denecek kadar az. İslamı siyasi, toplumsal ve popülist alanda temsilin yanında mutlaka ve mutlaka bir manevi ve teolojik alan oluşturulmalı, ki İslam bir siyasi ideoloji olarak değilde bir din olarak algılansın. Bu şekilde müslümanların imajı da değişecektir. Cemil Şahinöz cemil@misawa.de Kaynakca: Şahinöz: Avrupa´da İslam. Gurbette müslümanlar ve türkler. Çizgi Kitabevi: Konya, 2013 Şahinöz: Der deutsche Islam. Der deutsche Islam. 1.-2. Auflage. BOD: Norderstedt, 2011 Referans Dergisi, Mart, Nisan 2017 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.