Webmaster Geschrieben 24. Juli 2010 Teilen Geschrieben 24. Juli 2010 SAAT DAYI (Bu hikayemi Rýfat Ilgaz’ýn kendi kadar güzel oðlu Aydýn Ilgaz’a ithaf ediyorum) Yirmi sekiz yýl olmuþ Gümüþhane’nin tepelerinde bir dað köyü ‘Geliniöldü Köyü’ne tayinim çýkalý.. Gençliðim þehre doymadan kendimi uçsuz bucaksýz çýplak daðlarýn baþýnda buldum.. Geliniöldü köyüne gelinceye kadar çok mutluydum, yanaðýmý yastýða koyduðum yeri öper sinema gibi rüyalarýn içinde kaybolurdum. O gün mutlaka bir sergiye bir tiyatroya gitmiþ ve yarýnýn programýný çoktan yapmýþ olurdum. Þimdi bu demirden granit tepelerde bulutlarýn getirdiði kederden baþka hiçbir þey yok. Can sýkýntýsýný daðýtmak için karþý tepelere bir yürüyüþ yapsam kendi kendime baðýrýyorum: Allahýný seversen daha çabuk yürü.. Okuduðum kitaplarda tek baþýna kalmýþ insanlara ne çok övgü var, kendi kendinin efendisi, diye.. Gerçi bunlar bu çýplak kurumuþ patates gibi daðlarý görmeden söylenmiþ geveze þeyler.. Çabuk hýzlý þehirde kaldý bu tepeler içime sýðmayan telaþý hiç anlamýyor. Ne sývasýz kapýsýz okulu ne fare tüylü kýrkýlmýþ traþlý çocuklarý anlatacaðým.. Yýllar önce Eðitim Bakanlýðý ‘öðretmen hikayeleri’ yarýþmasý düzenlemiþti, çok þey yazmýþtým ama göndermeye elim varmadý.. Öðretmendim evet ama içimde baþka bir hayat vardý.. Þimdi sýkýlmak istemiyorsan yarým saat uzaktaki köyün kahvesine gidip altmýþaltý ya da domino oynayanlarý seyredeceksin, ya da þeker çuvalýnýn dibindeki cevizlerimi çýkartýp harita gibi kabuklarýna bakacaðým. Lisedeyken kimya hocasý hepimizi tek tek mikroskopun baþýna geçirir görüyor musun derdi, sisli bir þey, görmüyorum. Karþýki tepeler gerçek çýplak ama hiçbir þey görmüyorum. Sessizlik ve yalnýzlýk kalbimi “katarakt” gibi perdeledi yavaþ yavaþ körleþtirdi.. Kapýmýn tam önündeki kavak aðacýyla savaþlarýmý anlatsam herkes delirmiþ bu gibi þeyler söyler, kavaðýn kurumuþ dalý bitmeyen rüzgarla sabaha kadar harkýl harkýl harkýl harkýl, öldürür insaný. Kapýmýn önünde tek bir koca kavak aðacýný seyrettikçe, harkýl harkýl hep ayný sesi duydukça düne dair ne varsa unutuyorum. Kavak aðacýna takýlý kaldýkça gözlerim içimde her þey karþýki tepeler gibi otsuz çiçeksiz kuruyor, sabahýn rüzgarý tütül tütül tütül, tepelerdeki rüzgar töskür töskür töskür, kuru otlarý yiyen sarý böcekleri týhýr týhýr týhýr, baþka bir ‘dil’, sessizliðin dili. Çok sevdiðim ama çok zaman korktuðum saðanak yaðmurlar tavaný delen çatýrtýlarýyla yaðýnca, þehirden kalma bir alýþkanlýk, ne güzel yaðýyor diyeceðim, ama yanýmda hiç kimse olmayýnca, yaðmur felaket oluyor, derenin sesi buraya kadar þayýldak þayýldak þayýldak bine kadar þayýldak sayýyorum bitmiyor. Yaðmur bitip suyu azalýnca derenin þýndýr þýndýr þýndýr, çamurlu yerleri cýmbýl cýmbýl, çakýldaklý yerleri cumbul cumbul… Bazen karþý tepeye ordan öbür tepeye yürümek zorundayým, çünkü dünyaya dair tek þey iþte ordan görünüyor, þehirlerarasý tek tük geçen otobüsler.. Üç saatimi alýyor tek bir otobüs görebilmek, beni tek mutlu eden ses dar dar dar uzaklardan bir motor sesi. Yolda ince ince kuþ mu böcek mi sesleri cibil cibil cibil. Sanki çamurda yürüyen kuþlarýn ayak sesleri výyýþ výyýþ výyýþ.. Penceresine baþýný dayamýþ bir kýz görmek istiyorum, görmesem de o üç saat sýcacýk otobüs içinde baþýný cama dayamýþ o meçhul kýzýn görüntüsü en güzel sinemasý oluyor hayatýmýn. Çok uzaklardan bir ses durmaksýzýn neyin sesi výzzýk výzzýk výzzýk, bir tanýsam þu výzzýk’ý kurtulacaðým, tepelerde ama ses dünyasýnýn en altýndayým. Çok þanslýysam saçmasýyla býldýrcýn keklik avýna çýkmýþ köyün yaþlý dedesi Kara Ýbrahim amcaya rastlýyorum, kesin külde cýzlatýp yiyecek býldýrcýnlarý, kokusu en güzel sinema yýldýzlarýndan daha güzel keklikleri görmek ne büyük macera. Kara Ýbrahim’in karasý çoktan gitmiþ saçý sakalý kýr, ama kollarý çelik gibi, vahþi çaðlarý anlatan belgesellerdeki gibi, torbasýnda boynu kopartýlmýþ kanlý keklikleri görünce.. ve elime alýnca kanlý boynu, sýcacýk tüylerini, elimden kapýyor Ýbrahim amca, tüylerini sanki kafasýný kendi kopartmamýþ gibi merhametle üflüyor püü püü püüü, damarlý elinde býldýrcýnýn incecik ayak kemikleri gýkýr gýkýr gýkýr aðlýyor gibi, aðzýyla kopartýlmýþ baþlarýn fýrlatýldýðý yere koþup hala ürkek gözlerini görünce.. her tarafý uçurum bu köy bir girdap gibi boðarak içine çekiyor, gýkýr gýkýr boðuyor beni. Geceleri böyle bilmezdim gökleri, bir büyük mangal yanýyor gibi, hep korkutuyor, bazen alaya alýyorum, ne güzel bedava ýþýk deyip, gaz lambasýna üflüyor söndürüyorum. Aniden patlayan rüzgar, baba tokatý gibi hep beni dövüyor. Kadýn yüzü görmeden uykuya da giremiyor insan, dönüp duruyorum. Bazen babamýn ‘vatan’ nutuklarý geliyor aklýma, ay, kurbaðaya seslenmiþ, ne kadar çirkinsin diye, kurbaða öyle bir cevap vermiþ ki, babam iþte böyle bir öðretmen olmamý istedi hep: Ben çirkinim ama burasý benim evim, sen güzelsin de ne, misafirsin, beþ dakika sonra bulutlarýn ardýndan çekip gideceksin. Þehirde yalnýzlýða dair aldýðým tek akýl yanýmda koli koli kitap götürmemdi. Þehir için doðru bir görüþ. Buraya gelmeden dünyam bu kitaplardý, sanýrdým ki uzun boþ zamanlar seyahat eder gibi içlerine gireceðim, sayfalarýný coðrafya coðrafya gezeceðim, hepsi boþ. Uçsuz bucaksýz ot bitmeyen bu demirden tepeleri gördükçe kitaplarýn sayfalarý da çoraklaþtý. Çatýrtý çýtýrtý sesine bile hasretsin, kýrýlacak hiçbir þey yok, uðultulu tepelerde rüzgarýn ýslýklarýndan baþka hiçbir þey, hangi kayalarýn içinden çýkýyor bu ses zohur zohur zohur... Rüzgarýn ýslýklarý belki de Tanrý’nýn kayalýklara öðrettiði þarkýlar, ama bana çok yabancý bir dil.. Granit demirden daðlarýn tepelerine çýkýyorum, hangi kaya parçasýna bassam güven vermiyor, ayaðýmýn altýnda zamzuk zamzuk zamzuk, ucu bucaðý görünmeyen geniþlik derinleþtikçe, ufuk, zindaný büyütüyor sadece.. Geniþledikçe ufuk sýkýntý büyüyor. Küçücük odama kaçmak istiyorum, burada çay hiç yok, komþu teyzem yine kuþburnu doldurulup kaynatýlmýþ o kara bakýr çaydanlýðýný getiriyor, çaydanlýk uçurumdan birkaç defa yuvarlanmýþ gibi ecüþ bücüþ.. Pilli el radyosunun dalgalarý hep parazitli, anlaþýlýr bir ses bulmam mümkün deðil, olsun, bir umut, parazit sesleri bile avutuyor, bir ses iþte.. Ýnsanýn hayatýnda tanýdýðý sesler kokular müzik görüntü bir anda deðiþince belki de gurbet buna diyorlar ve dayanaksýz ve dayanýksýz kalýyor ruhunuz.. Aðaçlar olsa da gölgelerini takip etsem, yok, daðlarýn gölgelerine takýlýyorum, sabahýn gölgeleri, akþamýn gölgeleri nasýl maðrur, dünyada her þeyi düzene bu gölgeler sokuyormuþ gibi, istersen seyretme baþka sinema yok, gölgeler dediðim daðlarýn röntgen kaburgalarý, hiç masum deðiller kutsal bir kalkan gibi çirkinliði mi örtüyorlar, karanlýk gölgelerde daðlar bile kum kum çözülüyor, kýraç tepelerden kýrýlmak ayrýlmak için mi düþer taþlar, yoksulluðumu en güzel kýrýlmak için rüzgarý bekleyen taþlar mý söyler, içime iþliyor. Hayatýmda aklýmdan hiç geçmemiþ hiç düþünmediðim bir þey, bir çaký býçaðý her þeyim oluyor, bir öðrencimin elinden azarlayarak almýþtým.. Elime bir dal bir tahta alýyor gün boyu kalem ucu açar gibi yontuyorum, zýçkara zýçkara zýçkara, böðürtüyorum zavallý dallarý.. Saatler geçiyor yontuyorum akþam karanlýðý basýyor yontuyorum.. Tuhaf biçimsiz yontulmuþ soyut heykellere özeniyorum, bu korkuyla hiçbir þey olmuyor, yontarken hayallerimi unutuyorum, biçimsiz çirkin oyulmuþ sopalara caným bir daha sýkýlýyor bir daha ortadan kýrýyor parçalýyorum, akþamý çalýlarý gölgeleri.. Dereyi unuttum, on dakika yürüme iniyorum, parmak büyüklüðünde yeþil kertenkeleleri tanýdým, yýlan gömlekleri, dere kenarýnda ýslak taþlarýn altýnda tarihin ilk gününden beri huzur içinde uyuyup hep saklanan kývýl kývýl solucanlar, korkuyla örtüyorum taþý yorgan gibi üstlerine, yuvalarýný bozmaktan suçluluk duyuyorum, ah solucan kardeþ, insanýn aklý yuvasý kadardýr. Bir daha ki geliþime dayanamayýp ne yapýyorlar deyip bir daha kaldýrýyorum taþlarý, ah benim tek komþum solucancýk, kendini mi saklýyorsun düþüncelerini mi.. Pis röntgenci gibi merak ediyorum, biz uçsuz bucaksýz tepelere sýðamýyoruz onlar bir küçük taþýn altýnda bu büyük yuva sevincini nerden buluyor.. Dereden beþyüz metre kadar yukarda sadece burada yazlarý kuruyan derenin nemiyle yeþillenmiþ çayýrlýk gibi çimen.. Uzaktan güzel görünüyor, çayýrýn içine girince dað köstebekleri iri fareler binlerce oyuk, delik açmýþ, yer altý tünelleri gibi. Sonra öðrendim, tepelerde kuzgun kargalar uçup uçup dalýþlar yapýp kartal gibi gagalarýyla tombul fareleri dað baþlarýna kaldýrýyor.. Kuzgunlarý seyretmeyi öðrenmek en büyük heyecan gündüzün kara sönmüþ yýldýzlarý gibi, ne ruh huzuru ne neþe arýyorlar, tepelerde süzülüp süzülüp birden dað farelerini boynundan gagalayýp göklere uçuruyorlar.. O Ankara Abidinpaþa’da býraktýðým liseli aþkýmý bu kuzgunlar gibi boynundan gagalayýp kaldýrsam bulutlara, her þeyim rahat edecek, kimbilir ben de birgün Tanrý’nýn huzurunu tadacaðým. Biliyorum ucuz bir mutluluk istemediðim için o kitaplar gülüþümü ebediyen elimden aldý. Dere boyu aðaçlarý takip edip yürüyorum, karþý tepelerden minicik kuþlarýn cýrrýk cýrrýk cýrrýk sesleri, bir þey dikkatimi çekti, bütün aðaçlar meyve veren aðaçlar, kýzýlcýklar, erikler, armutlar, elmalar, dutlar.. Köylüler bazen topluyor ve kurutup saklýyorlar.. Muhtar’a sordum bu aðaçlarýn hepsi meyve veriyor kim dikti onlarý, Muhtar, bu yol, eski Ýpek Yolu’dur, on binlerce yýl kervanlar buradan geçiyor.. Belki de kervanlar oturup dinlensin ve köylülere ticaret alýþveriþ çýksýn diye hep ‘sebil’ aðaçlar dikmiþ.. Demek bir zamanlar böyleymiþ, þimdi acý acý seyrediyorum sýyý sýyý sýyý tatlý balý akan kýzarmýþ meyveleri, kavuran güneþte kýzýcýklar çatlýyor mýzý mýzý mýzý.. Lise sona giderken ilk boyalý gazetemiz Günaydýn Gazetesi çýkmaya baþladý, bir ilavesi vardý Ustura diye, bir Aziz Nesin hikayesi diye aklýmda kalmýþ, adamýn biri bir köye gitmiþ yapacak hiçbir þey yok caný çok sýkýlýyor, sonunda dayanamýyor, muhtara ‘siz bu köyde nasýl vakit geçiriyorsunuz’ der, muhtar, kasabada bizim kasap bir kýyma makinesi aldý, akþamlarý çoluk çocuk gidip kýyma makinesini seyrediyoruz.. Bu fýkraya gülemiyorum, kýyma makinesi de yok, ama o günlerden hafýzama kazýlmýþ kýyma makinesinin fýþlak fýþlak sesleri beni hala meþgul ediyor. Avuntum, komþu köylerden benim gibi iki öðretmen arkadaþým var, Kamil ve Burhan, gerçi Kamil Erzurumlu, Burhan, iri yarý battal, acý kuvveti olan, buraya çok yakýn Bayburtlu.. Hafta sonlarý yan yana geliriz, üç öðretmen arkadaþ dað bayýr yürür, ya da acemice yemekler yapýp oyalanýrýz.. Gün ve gece boyu konuþtuðumuz tek þey, hergün ama yakýnlarýmýza yazdýðýmýz mektuplar.. Kamil ve Burhan hep yakýnarak ‘bizi buradan alýn, bir torpil bulun, burasý mahrumiyet, taþýma su, yýkanamýyoruz..’ gibi. Sonra Kamil ‘amcamlar Adalet Partisi’nde Ýlçe baþkanýný tanýyor mutlaka bir þey yaparlar’.. Sonra Burhan, ‘dayýmlar söz verdi, komþumuz su iþlerinde kapýcý, gireni çýkaný tanýyor, çok seviliyor’ gibi, hep ‘kaçýþ’ hep buradan nasýl kurtuluruz planlarý.. Ben de kurtulmak istiyordum ama yakýnlarýma mektup yazýp yardým istemek aðrýma gidiyordu, kendimi güçsüz göstermek istemiyordum, doðrusu, Kamil ve Burhan’dan daha gerçekçi kaçma planý yapýyordum. Üçümüz de birbirimizden saklamaya çalýþýrdýk, çok sýkýldýðýmýzý, çok. Kamil, Burhan yakýn akrabalarýn gücünü fazla abartýrdý:.’ Dayýmý herkes tanýr.’ ‘Amcam zamanýnda þeymiþ’ gibi.. Alakasý yok, uyduruyorlar, ikisi de kimsesiz köylü çocuðu.. Yakýnlarýndan çok güvenli abartarak konuþmalarýnýn tek sebebi vardý, onlar güçlüdür bir yolunu bulur bizi mutlaka kurtarýr, ama asýl, kimseler duymadan bir ‘zindana’ kilitlendiðimizi kabul edemiyorlardý.. Kamil ve Burhan ikisi de bahis açýldýkça ‘Allah bir yolunu bulur, Allah bir kapý açar’ gibi canhýraþ dualarla sözü tamamlýyorlardý. Ancak bu konuþmalar bitince her þey biter baþka konuþulacak hiçbir þey kalmazdý, dað bayýr yürüyüþlerimizde birbirimizle þöyle didiþirdik, ben: “oðlum hiç konuþmuyorsun..” Kamil: “Oðlum ben konuþtum ya..” Sanki yakasýna yapýþýr gibi "ne konuþtun Kamil, ne konuþtun..", Kamil: ‘yolun baþýnda manzara çok güzel’ dedim ya… Bir tartýþma çýksýn bir kavga olsun bir þeyler karýþsýn hareket olsun diye belki, içimdeki sýkýntýnýn sebebi Kamilmiþ gibi, ‘nesi güzel manzaranýn Kamil’ diye isyan edercesine baðýrýyorum, oysa Kamil o kadar efendi o kadar sakin o kadar temiz bir çocuktu ki, onu kýrmýþ mýyým acaba diye geceleri uykuya zor girerdim.. Kamil, nerden öðrendiðini bilmediðim sakinliðiyle: ‘oðlum, bir daha bak, þu uzayýp giden dere neye benziyor, bunlar Allah’ýn iþaretleri.. Daðlarýn arkasýnda yýldýz, bunlar Allah’ýn harfleri.. Baktýðýn þu tepeler bayýrlar, hepsinin kutsal bir dili.. Çivi yazýsý gibi önce anlaþýlmýyor ama ruhunla içine girersen, tabiatýn hikmetlerini öðrenebilirsin…’ Önümüzden çocuk bir çoban ve iki ineði geçti.. ‘Kamil, þu ineklerin alacalý renkleri harita gibi söyle bakalým hangi sýr hangi ayet yazýlý…’ diye dalga geçiyorum güya.. Kamil: ‘günahtýr oðlum, böyle þeyler söyleme, Allah’ý inkardýr..’ ‘Bak Kamil, senin kafanýn içinde bir ilahi manzara var, sen onu görüyorsun.. Benim güzel muhteþem diyebilmem için sahiden gerçekten ‘güzel’ olmasý gerekiyor. Sen hayalindekini uyduruyorsun, benim güzel diyebilmem için ýsýracaðým diþleyeceðim kadar yanýmda ve gerçek olmasý lazým..’ Biz kavga ederken Burhan devreye gider, ‘bakýn oðlum birbirinize girecekseniz ben giderim ha’ diye sitemle tehdit ediyor, biraz susuyor ve tartýþma bu sefer içimizde devam ediyor. Arkadaþlarla yan yana gelince anladým, ortak bir Tanrýmýz varmýþ.. Kamil, Burhan gittikten sonra çok düþünür oldum, bu Tanrý, hepimizin ortak inandýðý Allah mý? Ýþte konuþtukça anlaþamýyoruz. Ama hepimizin inanmasý için konuþtuðumuz dil içinde ‘Allah ne güzel yaratmýþ..’ ‘Ne güzel manzara, insan hayret ediyor..’ diye bir çok ‘ortak’ kullandýðýmýz cümle var.. Bizden öncekilerin kurduðu bu cümleleri tekrar ederek bizi de ‘ortak bir Tanrý’ya’ inandýrýyor.. Biri sýcaklýðýný neþesini hissettiðin bir Tanrý, diðeri ‘uydurduðun’ bir Tanrý.. Ya da anne babanýn çevrenin dilinde sana öðretilen bir Tanrý.. Burhan, sessizliði daðýtarak, ‘Oðlum ben böyle þeyleri tartýþmaya korkuyorum, Allah yaratmýþsa yaratmýþ o kadar…’ Burhan’ý küstürmemek için, ‘Ya Burhan o kadar da ciddiye alma, hepimizin caný sýkýlýyor iþte, birazcýk laflayalým, siz hafta sonu gelene kadar burada tek kelime konuþacak kimsem yok.. Yani sen sýkýlmýyor musun hiç?’ Burhan, kulaðýma eðilip, ‘Hiç bilmiyorsun, gündüzleri bedenimi yiyorum geceleri beynimi..’.. Burhan’ýn aðzýndan bunlarý duymak þaþýrttý beni, içinden çok konuþmuþ kendiyle çok hesaplaþmýþ birinin sözleri bunlar, demek ki, yalnýz deðilmiþim.. Burhan’ý artýk bir baþka sevdim, can yoldaþý derler ya.. Artýk ne yaparsa yapsýn ömrüm oldukça en güzel arkadaþýmdýr Burhan, endiþemin ortaðý oldu, çünkü bu çirkin ölümcül tepeleri yalnýz ben uydurmadým… Bugünden bakýnca yolsuz telefonsuz bilgisayarsýz TV’suz o dað baþlarýnda yaþamanýn ne olduðunu anlatmak çok zor. Ýnsanlýk TV’ye telefona o kadar alýþtý ki bir zamanlar bu teknik nimetlerin ne denli büyük mucize olduðunu hatta unuttu bile.. Hafta sonlarý Kamil ve Burhan’ýn yolunu gözlemek için uçurum gibi tepeye çýkar, aþaðýya baðýrýrdým, sesimin yankýsý, karþý daðlardan vadinin içinde granit daðlarýn boyunlarýna çarpa çarpa gücünü kaybederek ulvaa ulvaa ulvaa kaybolurdu. Bir defasýnda .Kamil tek baþýna geldi, Burhan yok. Öbür hafta yok, diðer hafta yok.. ‘Niye yok Burhan, Kamil?’ ‘Bilmem?’ ‘Kötü bir þey olmasýn?’ Öbür hafta Burhan’ýn köyüne gitmeye karar verdik, iþte büyük hikaye burada baþladý.. ‘Oðlum niye hiç arayýp sormuyorsun? Burhan: ‘Valla oðlum benim keyfim çok yerinde..’ ‘Kýz mý buldun?’ ‘Ne kýzý.. Acayip bir adamla tanýþtým..’ ‘Adamý göreceksiniz, deli meli deðil, böyle maceralý adam yok, dilenci gibi ama herkes saygý duyuyor, köyde herkes eðleniyor adamla.. Köylü her akþam kahvenin önünde onu dinliyor.. Masallar, küfürler, hikayeler… Bu kadar þeyi nasýl bilir bir adam? ‘ ‘Yani Burhan bir deliye bizi sattýn desene..’ Burhan: ‘Yok oðlum sinema gibi adam.. Tanýþýklýðýmýz yok, ben de köylü gibi uzaktan dinliyorum ama sözlerine bayýlýyorum..’ ‘Nasýl bir adammýþ, göstersene bize?’ Burhan: ‘iyi, hemen, hadi gidelim..?’ Nereye? ‘aþaðý köyde adam, oraya, yarým saat tutar..’ Kamil, Burhan ve ben, dört nala atlýlar gibi yola çýktýk.. Deli gibi koþarken Burhan’ýn ‘acayip bir þey oðlum’ deyiþi kafamýn içinde.. ‘Acayip bir þey’.. Bu ‘acayip’ kelimesi, Burhan’ýn aðzýndan duyduðumda büyülendim, doðru yanlýþ uydurma bu acayip þey’e kilitlendim. Koþarken ‘boyu ne kadar?’ dedi Kamil Burhan’a.. Burhan:’ Senin benim kadar..’ Kamil:’ ‘Daha nesi acayip oluyormuþ oðlum, burnu ne kadar?’ Burhan yumruðunu suratýnýn tam ortasýna koydu: ‘aha bu kadar burun oðlum, þaþýrýrsýn..’ Köye girerken derede yüzümüzü gözümüzü cumbul cumbul suyla yýkadýk, üstümüzü baþýmýzý çýrpýp temizledik ve köy kahvesine geçip hiçbir þey olmamýþ gibi alçak iskemleye oturduk.. Kahvede hiç kimse oralý deðil, kimsenin de yüzüne baktýðý yok, ama biz gözümüzü adamdan ayýramýyoruz, film baþlýyor gibi. Burhan, Kamil’e gizlice dirsek vurdu, ‘dedim ya oðlum, nah böyle burnu var..’ Kamil: ‘Hakkaten ayak kadar burun, bunda bir hikmet var oðlum..’ Zayýf, hastalýklý, zavallý birine benziyor, yüzü elleri hurda paslanmýþ teneke gibi, üstünde giydiklerine elbise demek zor, paçavralarý kýrpýntýlaþýp çürüyüp sarkmýþ dilenci gibi, adama öyle odaklandýk ki, adam dýþýnda her þey haþhaþ dumanýyla örtülmüþ halelenmiþ gibi, Kamil birden titremeye baþladý. Esrar dumaný kahveyi köyü her þeyi örttü, gözlerimiz adama yoðunlaþtýkça, boyu uzadýkça uzuyor, bulutlarý delen ulu bir camii minaresi gibi büyüyordu. Biz söylemeden cüce boylu kahveci önümüze çaylarýmýzý koydu, þaþkýn þaþkýn baktýðýmýz yere merakla o da baktý, azarlar gibi bizi: ‘Ne ulan gözlerinizi faltaþý gibi açmýþ alýk alýk bakýyorsunuz Saat Dayý’ya…’ Sonra bizi ihbar edercesine seslendi: ‘Saat Dayý haberin olsun bu gençler Karagöz gibi seni seyrediyor…’ Adam sandalyesinden, eski tahtadan gýcýrtýyla sökülen çivi gibi zorlanarak çýkýp bize doðru hareket etti, Burhan korkudan ‘gidelim oðlum yakalandýk’ dedi, adam elinde sopasý Tur Daðý’ndan inen Musa gibi yürüyen eski bir aðaç gibi yaklaþtý… Ayaða kalktýk, Kamil, Kabe’deki Hacerülesved taþýný öper gibi huþuyla iki büklüm adamýn ellerine yapýþtý.. Adam, nerdeyse hüngür hüngür aðlayacak vaziyetteki Kamil’e doðru: Sen Erzurum Cennetzade Camii hocasý Mehmet Efendi’ye çok benziyorsun, gençliðimde o mübarekle tuðla ocaðýnda çalýþtým, ömrü boyu ayak yoluna gitmemiþtir (dýþký, bok hiç çýkarmadý demek istiyor), yellendiði olmamýþtýr, o mübareklerin yellenmesi de esanstýr.. Eli paraya hiç deðmemiþtir, Geylani Hazretleri gibi yediði tavuðun kemiklerini yeniden canlandýrýr.. ‘ Kamil’in terlemesi kekelemesi titremesi geçti, yüzüne bir ýþýk geldi, ‘Allah sizden razý olsun efendim…’ ancak diyebildi.. Ve adam Burhan’la bana sopasýný uzatýp: ‘Sizin kemiðinize aþk yürümedi, vaktiniz dolmadý’ der demez, Burhan’la gözlerimiz hadi kaçalým dercesine anlaþýr gibi tüydük. Yüz metre kadar sonra soluklanýrken Burhan, ‘oðlum Kamil’i býraktýk, çaðýralým’ dedi.. Uzaktan Kamil’e gizlice ‘hadi gel, býrak oðlum, bak biz gidiyoruz’ iþaretleri yaptýk.. Kamil önleri ilikli geri geri kahveden çýkýp yanýmýza geldi: ‘Siz gidin, ben bu mübarekle bir akþam namazý kýlacaðým..’ Kamil’e çýkýþtým, ‘Oðlum manyak mýsýn, deliyle namaz mý kýlýnýr, yok osurmuyormuþ yok esansmýþ, yok sýçmýyormuþ…’ Kamil hep yere baktý, sesini çýkartmadý.. Tekrar baþýný kaldýrdý bizi teskin eder gibi ‘siz gidin, ben mübarekle kalacaðým..’ Burhan’la köy yoluna vurduk, korktuk mu þaþýrdýk mý, neydi bu, esans osuruk dýþký deyip gülmekten yorulduk, Burhan’a : ‘Kamil’i de anlamadým, manyak mý bu oðlan’ dedim. Burhan temkini býrakmadan ‘öyle deme, ben de mucizelere inanýrým, yarýn yüzyüze konuþuruz, arkasýndan konuþmak olmaz..’ dedi.. Hava karardý, gaz lambasýný yaktýk, radyoyu boþuna kurcaladým parazit çekmiyor. Burhan, tek odalý evin arkasýnda tahtadan heladan dönüp, ‘oðlum senin hela dolmuþ’ dedi.. Buranýn akarý olmadýðý için hela foseptikti, ancak bir hamam kurnasý kadar derin kazabilmiþtim, Kamil, Burhan, ben demek üç kiþiye yetmemiþ.. ‘Ýþimiz ne, hadi Burhan daha derin bir foseptik kazanalým’ dedim. Burhan:’ korkarým oðlum gece mezar kazar gibi..’ dedi ama ben eski foseptiði kürekle boþalttým, o kazmayý alýp diz boyu derinliðinde daha derin hela çukurumuzu kazdýk, yorulduk, acýktýk.. Burhan, ‘Kamil’in çantasýnda kuru dut kuru kaysý ceviz var’, ‘çýkar yiyelim’ dedim.. Vakit geçti, ‘hadi yatalým’ diyecektim, ki, Burhan: ‘bir namaz kýlalým öyle yatalým’ dedi.. Burhan’a: ‘Sen namaz kýlar mýydýn’ dedim.. Burhan: ‘Ne bileyim içimden geldi…’ ‘Ýyi Burhan üstün baþýn bok nasýl abdest alacaksýn..’, Burhan: ‘dereye ineceðim..’, ‘bu saatte orasý zifiri karanlýk, dereye kurtlar iniyor…’ Burhan, eline bir inþaat demiri geçirdi: ‘bizim köylüler gibi kurt gelirse aðzýnýn ta içine sokacaðým…’, ‘iyi de Burhan, geçen köylüler anlattý, burada traktör büyüklüðünde domuzlar var’, Burhan, gayet rahat: ‘domuz müslümana yanaþamaz..’ derken, kendini zebani yapan bir kudret girmiþti sanki içine, zifiri karanlýðýn içinde kayboldu. Vurdum kafayý yattým, Burhan’ýn o ‘içimden geldi’ cümlesinde kusursuz bir temizlik vardý, eðer insanlýðýn bir dehasý varsa o da samimiyetidir. Anladým Burhan’ý. Ýnsan çok karýþýk þeyler yaþar, saygýsýz küfürlü þakalar yapmýþ kalbi bozulmuþsa, içinde bir þeyleri düzeltmek için sakin boþ bir anýný bekler… Burhan dönene kadar uyuyamadým, bir saat kadar sonra içeri usulca girdi, uyumadýðýmý görünce ‘biliyor musun, o karþýki tepeler ayetler hikmetlere dolu’ dedi… Olup bitenden yorgundum zaten bir de çukur kazmýþ hepten güçten düþmüþtüm, üstelik yýkanmamýþ terle bok kokuyordum, Burhan’a cevap verecek halim de yok, ‘git iþine Burhan, hadi zýbar yat..’ dedim.. Burhan: ‘inanmýyorsun bana deðil mi, çýk dýþarýya bir bak, her tarafta güzel bir koku dalgasý var, küçük böcekler yer deðiþtiren harfler gibi ilahi bir kokuya doðru uçuyorlar, derenin sesini dinleyeceksin Kabe’de hatim indirir gibi, bak valla doðru diyorum, derenin sesi sanki Osmanlý ordularý sefere çýkýyormuþ gibi..’ Bu dereye gece gündüz ben de dinliyordum ama bu kös seslerini hiç duymamýþtým.. ‘Öfff Burhan’ deyip saman yastýðýmda döndüm, uzun demir tellerinden bir kaçý gevþemiþ somya karyolanýn gýcýrtýlarý rüzgarýn sesini bastýrdý… Sabah uyandýðýmda Burhan yoktu, telaþla kapýya fýrladým, yola doðru tepelere doðru Burhan Burhan diye boþuna baðýrdým yankýsý Orhan Orhan diye geri geldi.. Umutsuzca geri döndüm, masanýn üstünde bir not.. ‘Seni uyandýrmaya kýyamadým, uyku tutmadý, gece Saat Dayý girdi rüyama.. Bayburt’ta ordudan atýlmýþ bir öðretmenimiz vardý, altmýþ ihtilalinde bileklerine takýlan kelepçeyi kýracak kadar güçlüydü, yakýnda masonlara karþý bir milyonluk ordu kurulacak, bu milli orduya yazýlmalýsýn acele et..’ dedi.. Notu okuyunca kaskatý kesildim, alt tarafý bir adamla tanýþtýk ve o gün iki arkadaþýmý kurban verir gibi kaybettim.. Bir büyünün mistik bir dehlizin içinde kapana kýsýlmýþým gibi.. Anadolu topraðýnda öyle derin yarýklar var ki bugüne kadar anlayabilmiþ deðilim. Ýlkel vahþi bir gerçeklik içinde mi yaþýyorum yoksa bu esrarlý karýþýmýn dilini mi bilmiyorum. Olup bitenin þaþkýnlýðý beni uçurumun tepesine sürüklüyor, at kendini…Varsa beni koruyan bir Tanrý, düþerken havada bulurum bir çift kanat, ben de süzülür girerim köylü çoçuklarý gibi bu esrarlý rüyanýn içine.. Bu tepelerde bir gün daha kalýrsam biliyorum uçurum beni içine alacak, yarýndan tezi yok, pýlýný pýrtýný topla ve öðretmenlikten istifa edip memleketin Ankara’ya dön.. Bavulumu topladým, kuþlar yesin diye kuru dutlarý kaysýlarý kapýnýn önüne fýrlattým, dün akþam týrnaklarýmla kazýyýp siftah yapmadýðým foseptik çukuruna nedense duygu dolu yaþaran gözlerle baktým ve rüzgar içeri girip ne varsa savursun diye kapýyý açýp býrakýp yola düþtüm. Yolda düþündüm birkaç kiþiye Allahýýsmarladýk demeyelim, köy kahvesine alçak hasýr iskemleye çöktüm, çay söyledim..Cüce çaycý beni görür görmez þamatayla baðýrdý: ‘Saat Dayý seninki geldi..’ Oralý olmadým, birazdan kalkýp yola çýkýp bir araba bekleyeceðim, iki saatimi alýr. Boþ bardaðý önümden alýrken, cüce çaycýya, bilmem iþte bir refleks, sordum: ‘Niye Saat Dayý diyorlar’.. ‘O dedi, hoþuna giden her þeye Saat gibi der, kimse deli demez, eðlencemizdir severiz onu, çay güzelse saat gibi çay, yemek güzelse saat gibi yemek, manzara güzelse saat gibi manzara… Ondan çay parasý da almayýz..’ Sonra cüce çaycý bana dönüp: ‘cenaze için mi indin yukarý köyden dedi?’, ‘Ne cenazesi?’ Saat dayý yandaki masada birden lafa girdi: ‘Kop Daðý’nda arabasý yuvarlandý öldü, Allah’tan çocuklarý yok, gencecik kadýný dul býraktý, (hayýflanarak) yazýk, saat gibi kadýn…’ ‘Bugün mü ölmüþ..’ dedim hayretle, Saat Dayý: Cenaze namazý birazdan, saat gibi, simasý güzel bir kadýn…’ Simasý güzel kadýn.. Bu yaþýma kadar duyduðum en güzel cümle.. Simasý güzel.. Simasý güzel.. Saat gibi.. Simasý güzel lafý içimden geçtikçe canlanýyorum, o ana kadar tatmadýðým bilmediðim tarifsiz bir mutluluðun içindeyim, kuþ gibiyim, simasý güzel kadýn… Hiçbir hikaye hiçbir þiir hiçbir roman hiçbir film hiçbir þey ‘simasý güzel kadýn’ cümlesi kadar beni sarsmadý, deðiþtirmedi, çarpmadý.. Simasý güzel kadýn… karanlýk kurtlu çiyanlý mezarlý bir zindandan tadlý yumuþak bambaþka heyecanlarýn bulutlarýn üstünde uçuyormuþum gibi, elime ilahi bir reçete tutuþturulmuþtu sanki, üstünde tek cümle yazýyor: Simasý Güzel Kadýn. Köye geri döndüm, ilk defa seke seke, kuru otlar dünyanýn en güzel çiçekleriymiþ yola yola.. Kulaðýmý sararmýþ küçük otlara dayýyorum fýtýr fýtýr ne güzel müzik aleti böyle.. Açýk býraktýðým kapýnýn üst tahtasý çok saðlam bir kiriþti.. Niye hiç düþünmedim, karþýki kavakla burasý arasý ip çekip salýncak yapmayý, gerilen salýncak ipinin sesiyle haykýl haykýl baðýran kavaðýn dili hýndý hýndý hýndý yumuþadý. Sonra foseptik çukuruma koþtum, bu kadar küçük çukur yetmez bana dedim, daha derin kazmalýyým… Simasý güzel kadýn.. Bavulumdan pilli radyoyu çýkartýp çýkartmaz o parazitler kaybolup gitti, düðmeyi çevir çevirmez ne güzel türküler buldum.. Radyomla birlikte ‘harman yeri sürseler..’ söylemeye baþladým, ki, bir tüfek sesi.. Kapýya çýktým, Kara Ýbrahim amca, bohçasýyla nerden geliyor?… Demirden aðýr sýkýntýyla yürüdüðüm tepelere þimdi koþarak çýktým, uçurumun baþýndayým, Allah’ým ne güzel kelime o, simasý güzel kadýn, kanatlarým var, çýldýracak kadar derin bir sevinç gölgeleriyle sallýyor uçuruyor.. Kalbim aðaçlarýn sesini duyup çýrpýnýyor, yamaçlara doðru küçücük taþlý tarlalar, buðday tarlasý beni bekliyor üstüne çullanarak atlamam için, sahiden tepelerin kalbi var. Patikanýn kenarýnda kýrýlmýþ çömlek çanak içinden kýrýlmýþ gibi, bana, þu demirden granit daðlar, her birinin çehresi, kaysý gibi, boz, kurumuþ armut gibi içinde þeker saklý. Allah’ým yer yüzünde otlarý bu kadar tatlý baþka yer var mý? Otunu böceðini kayasýný þeker gibi helva gibi ýsýrýp diþleyip yiyeceðim. Yatýyorum, simasý güzel kadýn cümlesi, uyanýyorum, simasý güzel kadýn, iþte o güzel simalý kadýnýn kalýbý bu daðlara derin kat kat gölgelerle kazýlmýþ.. Ne köye gidip o dul kadýný merak ediyorum ne dulluðu beni kýþkýrtýyor.. Beni uçuran tek cümle: Simasý güzel kadýn.. Baktýðým her yerde dün kahvede Saat Dayý’nýn aðzýyla Allah’ýn bana armaðan ettiði simasý güzel o kadýný görüyorum. Simasý güzel kadýn perdeleri kaldýrdý, gözlerim sahiden gerçek bir rüyaya uyandý, tabiat, gece, rüzgar, dere, tepeler, radyom ‘sabahýn seherinde ötüyor kuþlar..’, dað taþ toz toprak pekmez gibi pestil gibi her gün emerek en tatlý yerlerinden yiyorum. Bir yýl dayanamam demiþtim, on yýl kaldým, daha da uzatýrdým, tayinimi Gümüþhane merkeze zorla çýkarttýlar. Bir babamýn cenazesine gittim geldim Ankara’ya, yirmi sekiz yýldýr buradayým…( Kamil’i Burhan’ý yüz yüze 28 yýldýr gördüðüm yok, Kamil’i þu cemaatcilerin TV’nunda görüyorum bazen, Burhan, partinin ilçe baþkan yardýmcýsý, yerel gazetelerden izliyorum, müftü býyýklý ama niyeyse fular takýyor..) Teksir makineleri vardý, bugünün ýþýklý fotokopi makinelerinin mekaniði, teksir makinesiyle ‘Dut Þiir Dergisi’ çýkarttým, kaðýtlarý arkadan zýmbalayarak... Teksir makinesiyle ‘Kýzýlcýk Þiirleri’ kitabýmý yayýnladým.. Hemen her hafta ama mutlaka Torul’un tepelerine ordan Zigana’nýn en yüksek yerine çýkarým. Bir Apaçi kabilesinin reisine benzeyen Kara Ýbrahim amca hala hayatta, birlikte, Gümüþhane Daðlarý’ný uzun uzun seyredip, iþte böyle sarhoþ oluyoruz.. Gümüþhane’nin demirden daðlarý, simasý çok güzel bir kadýn, gülümsüyor granit tepeler bulutlarýn içinde, hep üstlerine uçmak isteði, yürürken uyurken hep tepelerden tepelere uçmak.. Daha iki gün önce bu daðlara çirkin iftiralar atan içimdeki sýkýntýlý genç öðretmen, yýkýl karþýmdan, simasý güzel o kadýn vagon vagon katarlarla tarifsiz sevinçler getirdi.. Neydi o, tüfek sesi, duymamýþým bile, Kara Ýbrahim amca þehirden mi geliyor.. ‘Nerden geliyorsun Ýbrahim amca! ‘Bir daðlýya ne lazým olur, çivi, katran, mum, þeker, bir de saçma aldým býldýrcýn avý için..’ ‘Otur, Ýbrahim amca..!’, ‘Oturmayayým, sen benimle köye gel, sana yoðurt çalayým.. ‘Gelirim, hep gelirim Ýbrahim amca..’.. Yol aðzýnda burnu kulaðý koku almýþ gibi ani bir refleksle patlattý saçma tüfeði.. Bir ayaðý yaþlý yorgun diðeri topallaya topallaya koþtu avýna.. Býldýrcýnýn kafasýný aðzýyla kopardý. Bir kibrit çýkarýp kuru otlarý tutuþturdu, yolarak tüylerini, sonra ateþin üstünde tütsüledi, bu sefer hiç üzülmedim, acý duymadým kuþun vahþice saçma yemesine, her þey birkaç dakika içinde oldu. Ateþin kömürü gitti külü kaldý, Ýbrahim amca, ‘hah dedi, köz bu…’ deyip býldýrcýný közün içine küle gömdü.. Ben de gömüldüm.. Çok ilerde orman kuþlarý feryat eder gibi arkadaþlarýna çýðlýk çýðlýða uçuþtu.. Çok uzaktan, çam aðaçlarýnýn reçine kokusu býldýrcýn ziyafetine baharat gibi yetiþti.. Ýncecik minicik býldýrcýn butunu sýyýrýrken aðzýndan, aþaðýya dereye doðru iþaret ederek, bu kozalaklarý sepet sepet toplayýp kýþýn yakacaksýn, bunlarý unutma.. Bir kuþ yanýmýza kadar geldi boynu mavimtrak.. Ýbrahim amca gözleriyle kuþu sever gibi öðütlerini bir bir sýraladý: ‘Keçi gütmeyi ayý kovalamayý, arý kovaný kurmayý bilmeyen daðda var olamaz..’ Ýçimden, keçi güderim, evet, kolay, ama ayý kovalamak.. Dur dedim kendime, hemen karar verme, þu ayý canlý canlý bir çýksýn karþýma kararýmý o zaman gücüme göre veririm. Ýbrahim amca külü çalýsýyla eþelerken ‘þimdi yarým saatte gittiðin yolu, kar yaðýnca on saatte gidemezsin, kýþlýk tedarikini ona göre yapacaksýn… Sen þehirlisin otu çalýyý odunu bilmezsin gazyaðýný teneke teneke tedarik edeceksin.. ‘ Ateþin baþýnda çömelmiþiz.. bir otu, bak bu Kabe Kekik’i, þaþýrdým, Kamil’in Saat Dayý’nýn ellerinden öptüðü gibi ot’u hürmetle öptüm, baþka bir otu, bak bu karanfil kökü, diðerini, bak bu ‘salep’tir, parmaklarýyla kazýyor gibi dibine girerek kopardý, ‘kök bulmayý kök sökmeyi bileceksin…’, ‘nedir kök, sen kuru ot deyip geçersin, kökü soðandýr bunun, yer elmasýdýr, topraðýný okþayarak eþeleyeceksin..’ ve bu otlar’ý bir daha ay ýþýðýnda geceleyin izleyeceksin, deyip, mayýn çýkartýr gibi temkinli usulca topraðý kazýdý.. Biraz geç anladým, delilikte direnenler kazanýr. ‘Bu daðlarý hörgüçlü deve bileceksin, binmeyi bilirsen seni 80’inine kadar aç susuz komadan götürür. Günortasý tembellik uyuyakalmak hiç yok.. Toza kuma çakýla rüzgara alýþacaksýn.. Yaðmur makaralarý koyverince dereden uzak duracaksýn. Herkes yaþadýðý yere bir sýnýr kazýðý çakar, çitle çevirir, daðlýlar hiçbir þeyi parselleyip bölmez, dað keçilerinin yolundan yürüyeceksin. Onlarýn yolu patikan olacak, ayný patikayý kullanacaksýn.. Köylüler yaylaya çýkarken senin patikanýn sürer, sonra turistler sonra buraya gelenlerin yolu olur.. Daðlý’nýn yuvasý dam çatý deðil, damýna güvenme bir gecede fýrtýna uçurur, daðlýnýn rehberi ine çýka çýplak ayaklarýyla çizdiði kendi patikasýdýr. Bu dað baþýnda senin imdadýna yetiþecek ambulans itfaiye yok, uçurumun baþýna gidip gidip konuþmak cesaret deðildir, kuþlar uçuyorsa ben de uçarým diyeceksin ama Allah insan evladýna kuþ zerafeti vermedi, ben uçarým, de, Allah senin ne dediðini anlar, baþka türlü, kuþlardan da güzel uçurur’ Ayaða kalktýk, Ýbrahim amca külü ayaklarýyla vura vura iyice söndürdü.. ‘Ne kadar burada görev yapacaksýn..’ dedi.. Valla Ýbrahim amca, dün çekip gidiyordum, bugün baþýma bir þey geldi, artýk ölünceye kadar buradayým.. ‘Hah þöyle.. Biliyordum sen dandirik (dönek) oðlanlardan deðilsin, þimdi seninle erkek gibi konuþmak vakti. Bunlarý duy ama benden akýl almýþ gibi söyleme kimseye.. Nerde hangi tepede derede hangi vakit karþýna cincil cincil bir kýz çýkarsa.. Yaylanýn, köyünün yolunu bilerek þaþýrmýþtýr. Seni gözü tutmuþsa cincillerini çýngýrak gibi sallar ses çýkartýr, seni beðenmemiþse cincillerini eliyle tutar ses çýkarmaz. Önce dur.. Ýyice dur iyice bak.. Kýz karþýdan beyaz karlar gibi gülümsüyorsa.. Yine dur.. Eleþme kimsenin evladýna ýrzýna.. Yolunu çevir baþýný çevir, yürü.. Kýz yine peþinden geliyorsa, affetme.. Uçkurunu yeni doðmuþ bebeklerin kordonu gibi býçaðýnla kopart.. Topraðý ovar gibi ufalar gibi olgun elmalarýný diþle, ýsýr, affetme, bir daha yirmi sene bulamazsýn, Allah’ta bir alacaðýn kalmýþ gibi kuru kuru gidersin… ‘Sakýn ha kimsenin kanýna girme, býçaðýný topraða sapla..’ ‘Kýz, iþ bittikten sonra profesörler gibi konuþursa, bil ki kancýktýr o, orda öyle býrak, bakma yüzüne..’ ‘Kýz, soluklanýp, karþýki tepeler ne güzelmiþ, gölgeleri salýncak gibi’ derse, namusundan hiç kuþkulanma, kolundan tut, evine götür, hep evde oynama, zaman zaman alýþtýðý yerlere aðaçlarýn altýna.. erkekliðin azalsa bile, aðaçlar vahþi hayvanlarý bile yatýþtýrýr..’ Öyle yaptým.. Þehrin dilini çoktan unuttum, tepelere doðru yürüyüþümde kuþlarýn dilini öðrendim, cýrrýk cýrrýk cýrrýk cýrrýk cýrrýk...výzýk výzýk výzýk.. Kuþlar Ölümden Korkmaz. Nihat Genç, Odatv.com, 19.07.2010 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.