Webmaster Geschrieben 4. März 2010 Teilen Geschrieben 4. März 2010 Ýþte Cübbeli Ahmet Hoca’nýn çocukluðu http://www.risalehaber.com/images/news/66572.jpg Cübbeli Ahmet Hoca’nýn babasý Yusuf Ünlü, ilk defa Risale Haber’e konuþtu. Yusuf Ünlü Bediüzzaman’la görüþmesini ve oðlunun çocukluðunu anlattý Röportaj: Abdurrahman Iraz- Nurettin Huyut-Risale Haber Kamuoyunun yakýndan tanýdýðý Cübbeli Ahmet Hoca’nýn babasý Yusuf Ünlü, ilk defa Risale Haber’e konuþtu. Yusuf Ünlü Bediüzzaman’la görüþmesini ve oðlunun küçüklüðünü anlattý. Yusuf Ünlü kimdir? Sanayici ve iþadamý. Ahmet Ünlü’nün (Cübbeli Ahmet Hoca) babasý. Mart 1936’da Giresun’un Göreli Ýlçesinde doðdu. Ýlkokulu Ýstanbul Çarþamba’da, ortaokulu Karagümrük Ahmet Rasim Ortaokulunda tamamladý. Ortaokulu okurken ayný zamanda Ömer Efendi’de Mehmet Aða Camisinde Kur’an-ý Kerim okumayý öðrendi. Kur’an’ýn bir kýsmýný ezberledi. Talim dersleri aldý. Daha sonra ticarete atýldý ve Türkiye’de ilk defa toplu iðne üretmeyi baþardý. Fabrikasýný kurdu ve istikrarlý bir þekilde üretime devam etti. 28 Þubat sonrasý servetinin büyük kýsmýna el konsa da o yýlmadý ve ticaretine devam etti. Evli ve bir çocuk babasýdýr. Bediüzzaman’ý ne zaman duydunuz? Bildiðimiz kadarýyla birkaç kere ziyaret ettiniz… Ortaokulu okurken dine baðlýlýðým nedeniyle bazý sýkýntýlar çektim. O dönemde insanlarýn dine bakýþý bugünkü kadar müspet deðildi. Dindar insan çok azdý. Dindarlýk günümüzle kýyaslanmayacak kadar düþüktü. Elifba cüzlerimizi gizli saklý taþýrdýk. Bu anlattýklarým 1948-49 yýllarý idi. Neyse o konuya girmeyelim uzun hikaye… Ortaokulu okurken 1952 yýlýnda Üstad Bediüzzaman Hazretleri Çarþamba Fethiye’ye gelmiþti. Mehmet Fýrýncý’nýn evini tutmuþtu, orada kalýyordu. Ziyaretine gittim ve elini öpmek nasip oldu. Orada ayný zamanda Fýrýncý abi ile tanýþmak da nasip oldu. Ortaokulu bitirdikten sonra Pertevniyal Lisesine girdim. Orada okurken Özer (Üzeyir) abi (Þule Yüksel Þenler’in abisi) ile tanýþtým. http://www.risalehaber.com/images/other/yusuf_unlu_1.jpg Üstad ikinci defa Ýstanbul’a geliþinde Reþadiye Otelinde kalmýþtý. Orada da ziyaret etme ve elini öpmek nasip oldu. O günlerde Ýsmailaða Camisinin tamiratý baþlamýþ devam ediyordu. Bir taraftan da ön kýsmý düzenlenmiþ namazlar da kýlýnýyordu. Mahmut Efendi, caminin imamý, askerde idi o günlerde. O zaman Mehmet Fýrýncý abinin Kiremit Mahallesinde fýrýnlarý vardý. Hakký Yavuztürk vardý oraya gelirdi. Biz orada Mehmet Fýrýncý abi ile buluþurduk. Risale-i Nurlardan okurduk. Çarþamba’da oturan bir-iki genç daha gelirdi. Ayrýca, Erzurum’da (Mahmut) Efendi Hazretlerinden ders almýþ, ona intisap etmiþ, Þemsi isminde Yüzbaþý vardý daha sonra Albay olmuþtu, Fatih Askerlik Þubesinde çalýþýyordu. O da bu derslerimize katýlýrdý. Lisedeyken öðle namazlarýný Valide Sultan Camisinde kýlýyorduk. Orada Özer’le (Üzeyir) tanýþtýk, Abdulmuhsin’le tanýþtýk. Namazdan sonra bize ders yapardý. Sadece biz deðildik on-onbeþ kiþi olurdu. Özer’le ayrýca Saraçhane’de de buluþurduk. Ayrýca o dönemde Ahmet Aytimur da vardý. O Kirazlýmescit’te kalýyordu, orada evi vardý, evine derse giderdik. Özer daha sonra beni Kirazlýmescit’e götürmeye baþladý. Orda buluþur devamlý Risale okurduk. Abdulkafi abi vardý o da Risale-i Nurlar sayesinde hakikatleri buldu. Daha sonra Ýskenderpaþa Camisinin altýnda bir yer tutuldu. Galip abi vardý, Nurten Matbaasýnýn sahibi, o gelirdi. Baþka kardeþler vardý, onlar gelirdi ve orada ders yapardýk, dinlerdik. BEDÝÜZZAMAN’IN ÝSTANBUL’A GELÝÞÝNE ÞAHÝT OLAN HAKÝM Bediüzzaman’ý görmeden önce duymuþ muydunuz? Evet, duymuþtum. Ben Mehmet Aða Camisinde okurken yani hafýzlýða çalýþýyordum, hatta bir kýsmýný da ezberledim ama bitiremedim. Eski kadýlardan Sultan Selim Medresesi mezunu Cumhuriyet dönemi hâkimlerinden Selahattin Efendi diye bir zat vardý. Caminin karþýsýnda cumbalý bir de evi vardý. Emekli olunca oraya gelip yerleþti. Çok iri bir adamdý, kapýdan zor geçerdi. Ýþte ilk defa bana Üstad’ý bu zat anlatmýþtý. Ýlk defa ondan duymuþtum. Þu þekilde anlatmýþtý: “Ben o zaman henüz çocuk yaþlardayým. ‘Said-i Kürdi diye bir zat var. Kürdistan’dan gelmiþ, her soruya cevap veriyormuþ’ diye bir þayia yayýlmýþtý. Ýstanbul ulemasý da ‘bu kimdir’ diye merak etmiþler. Ýstanbul ilmin kaynaðý tabii. Onu Sultanahmet Camiine davet etmiþler. O davet üzerine Sultanahmet Camiinde toplandýlar” diye anlattý. O gün o toplantýya katýlan hocaefendilerin isimlerini de saydý ama ben daha sonra unuttum. “Oraya ben de gitmiþtim, baktým Said Nursi Hazretleri de gelmiþ, ama o hoca kýyafetinde deðil çoban kýyafetinde bir kýyafetle gelmiþti. Orada Üstad’dan sual sormasýný istediler. O ‘ben sual sormam, sorulan suallere cevap veririm. Sizin sualleriniz varsa siz sorun ben cevap vereyim’ dedi. Ulema ona birçok konuda sualler sordular. Üstad o suallerin hepsine cevap verdi. Bunun üzerine Ona Bediüzzaman ismini taktýlar. Ýþte o toplantýda ben de bulundum” diye anlatmýþtý. O bana hocalýk da yaptý. Hatta bir sayfa okusam 25 kuruþ verirdi iki sayfa okusam 50 kuruþ verirdi. Ýlk ziyaretiniz hakkýnda bilgi verir misiniz? Okulu bitirdikten sonra askere gitmiþtim. 1956 tarihinde. Askerliðim Isparta’ya çýkmýþtý. Hüsrev Altýnbaþak abi vardý o zaman ona “Üstadý ziyaret etmek istiyorum” dedim. Bunun üzerine bana “falan yerde bir nalbur var, ona gidip söylersen o sana ayarlar. Hem herkesi kabul etmiyor. O söylesin kabul ederse gider görüþürsün.” Biz gidip o nalburu bulduk ve “Üstadý ziyaret etmek istediðimizi” söyledik. O da sað olsun gidip söylemiþ Üstad bizi kabul etmiþti. Yanýna gittiðimizde elini öpüp duasýný aldýktan sonra diz çöküp oturduk. Bizimle sohbet etti, konuþtuk. Hüsrev abi de bizimleydi. Oradan ayrýlýrken “gene geleceðim” demiþtim onlar da “gel” dediler. Ben de ya iki veya üç defa ziyaret edip duasýný aldým. Ayrýca Emirdað’da iken de yanýna gitmiþtim. Bulunduðu yerleri gezmiþtim, yanýnda oturmuþtum ellerini öpmüþtüm. Yine benim çok sevdiðim bir hâkim Kavi Bey vardý. Sultan Selim’li idi, kendisi hafýzdý ayný zamanda. Ýlim Yayma Cemiyetinin de beþ yýl baþkanlýðýný yapmýþtý. Ben de o dönemde idare heyetinde bulunuyordum. O zat da Üstadý anlatýrdý. Bir kýsým bilgileri de ondan öðrenmiþtim. Kendisi bizzat Üstadýn Afyon Mahkemesinde bulunmuþ bir hâkim idi. Mehmet Fýrýncý abi ile nasýl bir iletiþim içindeydiniz, birlikte neler yapýyordunuz? Fýrýncý abi ile her akþam veya iki günde bir beraber olurduk. Ders yapardýk, okurduk veya dinlerdik. Birlikte Kirazlýmescit’e giderdik. Orada Zübeyir Gündüzalp abi vardý (Allah rahmet eylesin) Mustafa Sungur abi vardý. Bekir Berk vardý. O gün bilinen tüm abiler geliyorlardý. Onlarla görüþüyor, sohbet ediyorduk, ders yapýyorduk, bu þekilde geçiyordu. Elhamdulillah. Onlara layýk olamadýk onlar güzel hizmet ettiler. HEM RÝSALE DERSLERÝNE GÝDÝYORDUK HEM DE MAHMUT EFENDÝNÝN SOHBETLERÝNE Estaðfirullah… Mehmet abiye öyle diyorum. Abi diyorum o zaman baþkaydý. Herkes kendi cebinden harcýyordu. Yani herkes fakirdi. Kimse kimseye bir þey ýsmarlayamazdý. Ýlle çay iç, kahve iç, yoktu. Ama bugün öyle deðil, herkes bir þeyler ikram etmek istiyor. O zaman öyleydi iþte. Daha sonralarý onlarla birlikteliðiniz bu kadar sýký bir þekilde devam etti mi? Ben askere gitmeden önce Beþiktaþ’ta Yahya Efendi dergâhýna gidiyordum. Orada Abdullah Efendi Hazretleri vardý. Onun yanýna gidiyordum, ders almak için. Hem ben ona intisab etmiþtim. Nakþi tarikatýna mensuptu ondan ders aldým. Elhamdulillah. Mahmud Efendi o zaman askerdi. Hatta biraz önce de anlattým Ýskenderpaþa camisi o zaman tamirdeydi. Asker dönüþü bu camiye geldi ve orada tanýþmýþtýk. Konuþur sohbet ederdik. Büyük Þeyh Ali Haydar Efendi Hazretleri, benim Þeyhim Abdullah Efendi Hazretlerini iyi tanýyor. O nedenle demiþ “o orda kalsýn onun yeri saðlam” diye. O nedenle ben orada kaldým. Ama ayný zamanda ben Risale derslerine de geliyordum. http://www.risalehaber.com/images/other/yusuf_unlu_3.jpg Hatta bazen sohbetlerimizde arkadaþlarla muhabbet ederken onlar iþte, “þimdi iman kurtarmak zamaný” diyorlardý. Biz de elimizden geldiði kadar uymaya çalýþýyorduk. Ben bir ara lisede okurken Cami-ül Ezher’e gitmeye karar verdim. Oraya okumaya gidecektim. Emin Saraç hoca, Osman Saraç Hoca oradayken, gidip pasaport çýkarmak için müracaat ettim. Ben pasaport çýkarýrken beni ihbar ettiler, o nedenle gidemedim. Gidemeyince bir manifaturacýnýn yanýna tezgahtar olarak girip çalýþmaya baþladým. Mecburen iþ hayatýna atýldýk. Çalýþýrken hem Risale derslerine gidiyorduk hem de Mahmut Efendinin yanýna gidip sohbetlerine katýlýyorduk. Mahmut Efendi çok meraklý idi mübarek, bana “kahveden abdestsiz olsun çocuklarý topla getir” derdi. O mihrapta otururdu, bizim getirdiðimiz üç beþ gence Ýslamý anlatýrdý. Asker dönüþü ben Nurcu kardeþlerimizin maddi desteði ile, yani onlardan ödünç para alarak ticarete baþladým. Karaköseli Ýsa Kaya vardý. Ölmüþse Allah rahmet eylesin. Ondan destek almýþtým. Bir çivi makinasý aldýk. Türkiye’de ilk defa toplu iðne üreten kiþiyim ben… Mihver marka… ÜRETTÝÐÝMÝZ ÝÐNELERÝ MENDERES’E TANITTIK, ASKERÝYEYE SATTIK Toplu iðne üretmeyi Üstadýn ihlas risalesinden aldýðýnýz dersle baþlatmýþ oldunuz öyle mi? Evet, Aðrý Karaköseli Ýsa Kaya’nýn desteði ile saðolsun baþlatmýþ olduk. Onlar o dönemde memleketlerinden çok sayýda hayvan getirirlerdi. Onlarý burada satarlardý aldýklarý parayý bankaya yatýrmaz tüccarlara býrakýrlardý. Benim de çalýþtýðým patronum orada toptancýlýk yapýyordu. Orada getirip bana güvenir bana býrakýyorlardý. “Yav ben çocuðum bana nasýl býrakýyorsunuz” derdim. “Yok yok sen al” derlerdi. Bir seferinde Ali Haydar Ýsa vardý Malazgirtli, “ille seni oðlumla ortak edeyim, burada bir toptancý dükkâný açalým” dedi. “Yok” dedim “Ali Haydar amca ben daha askere gideceðim ne olur ne olmaz” dedim kabul etmedim. Asker sonrasý biraz ödünç para aldým ve dediðim gibi toplu iðne üretmeye baþladýk, Ýsmailaða Camisinin altýnda ilk tezgâhýmýzý kurduk. Almanya’dan 0.70 mm lik tel geliyordu onunla üretiyorduk. Daha sonra Adnan Menderes’e gittik iðnelerimizi tanýttýk ve askeriyeye mal vermeye baþladýk. Bizim bu baþarýlý çalýþmamýzdan sonra esnaf bize baktý onlar da makine getirmeye baþladýlar. Bunu þunun için anlatýyorum. Bazen diyorlar bu parayý nerden buldular diye. O nedenle biz ta o zamandan ticarete baþlamýþtýk ve Allah bize imkân ihsan etti kazandýk bugünlere geldik. Elhamdulillah… Ben o zaman esnaflýða devam ederken hizmetlerle de uðraþýyordum. Hatta evlenmeyi de pek düþünmüyordum. Ama bir kandil gecesi; Maltepe’de Camcý Hasan diye biri vardý. Onun hanýmý hoca idi, Hocahaným. Ona beni anlatmýþ demiþ ki, “bizim orda böyle böyle bir genç var.” O da demiþ “benim burda da bir kýzcaðýz var böyle böyle…” Ýþte o gece akþam namazýný kýldýktan sonra, Hasan Efendi “git bu kýzý gör” dedi. Ben de “artýk geç oldu bu saatten sonra olmaz” dedim. “Olur olur orada abiler var bir þey olmaz git gör” dediler. Yýl 1961. Gittik yeri Haznedar’daymýþ, kayýnpeder bizi kabul etmedi. Demiþ “yav ne bu damdan düþer gibi” demiþ. Biz de mecburen biraz bekledik. Hasan Efendinin evinde oturup geri döndük. Fakat kayýnpeder reddetmemiþ demiþ “bana üç gün müsaade edin ben istihareye yatacaðým, o da istiharesini yapsýn eðer düzgün çýkarsa ve kendisi de helâlýndan kazanýyorsa bu iþ tamamdýr” demiþ. Biz de “olur” dedik üç gün müsaade ettik. Benim yerime Maltepe’de bir hoca vardý saðolsun o yattý istihareye bir baþkasý da yatmýþtý ve her ikisinde de düzgün çýkmýþtý. Hatta Maltepe hocasý beni görünce “Esselamualeyküm damat” demiþti. Nitekim oldu ve 63 senesinde evlendik. 1965 senesinde de oðlum (Cübbeli) Ahmet dünyaya geldi. Evimiz Ýsmailaða camisinin karþýsýndaydý. O nedenle daha 3-4 yaþlarýndayken onu Ýsmailaða Camisine götürüyordum. Götürmediðim zamanlar çok üzülüyordu ve “ille geleceðim” diyordu. Benim kayýnpeder evlenmemizden üç ay sonra vefat etti. O nedenle kayýnvalide bizim yanýmýzda kalýyordu. Cami cemaati bana kýzýyordu, “bu çocuðu bu kadar küçük yaþta niye getiriyorsun” diye. Efendi’de (Ömer Efendi) bir defasýnda bana “niye getiriyorsun” demiþti, ben de “ne yapayým ben getirmiyorum ama arkamdan kaçýp geliyor” dedim. Hakikaten hiç kaçýrmýyordu sürekli benimle camiye geliyordu. Cami cemaati içinde büyüdü öyle mi? Evet, camide büyüdü diyebiliriz. Bir gün Ýsmailaða Camisi eski halindeyken, kar yaðmýþ ve merdivenler buz tutmuþ, biz Efendi (Ömer efendi benim hocam) ile beraber merdivenlerden iniyoruz. Ýnerken Ahmet benim elimden fýrladý, fýrlayýnca merdivenlerden kaydý ve düþer gibi oldu ama ben tuttum. Elimden kaçtýðý için de biraz kýzarak poposuna vurdum. Baktým Efendi “ona dokunma” dedi. Dedim “efendim bakýn ne yapýyor, rahat durmuyor” dedim. Onun üzerine “sen onun terbiyesini bize býrak” dedi. Yani o zaman henüz beþ yaþýndaydý. ÝKÝ AHMET DAHA VARDI ONU “CÜBBELÝ” DÝYE ÇAÐIRMAYA BAÞLADIK Ondan sonra ben Ahmet’in yetiþmesine hiç karýþmadým. Camiye de ara sýra ben götürüyordum. Orada Fahri efendi vardý, terzilik yapan bir arkadaþ, hem de Efendinin hizmetinde bulunuyordu. Ahmet ile birlikte iki Ahmet daha vardý, birisi de onun Ahmet idi, bir de bir doktorun Ahmet’i vardý. Onlarýn içinde sadece bizim Ahmet cübbeli idi, yani ta o yaþtan ben ona cübbe giydirmiþtim ve o nedenle üçü içinde onu farklý ifade etmek için “Cübbeli” diye çaðýrýyorduk. Yani, Ahmetler ayýrt edilsin diye böyle bir isim takmýþtýk. Kendisi de cübbeli dolaþmayý çok severdi, hiç çýkarmazdý. Ýmam Hatipten Mehter Takýmý evin önünden geçerken, evimiz cadde üzerindeydi, bizim Ahmet onu görürdü ve annesinin sabahlýðýný giyer kafasýna sarýk sarar ve mehterler gibi yürürdü. Kibritlerden cemaat yapar birini imam yapardý ve onlara namaz kýldýrýrdý. Daha o yaþta bütün dünyasý bununla doluydu. Camiyi, namazý, dindarlýðý çok seviyordu. Daha o yaþlarda Amenerresuluyu öðrenmiþti. Bir gün ille “okuyacaðým” dedi. Daha beþ yaþýndayken, güzel de ezberlemiþti. Ýsmailaða camisinde yaþý küçük diye oradaki sofular okutmak istemediler. Biz de ara sýra Mehmetaða camisine götürmeye baþladýk. Orada Halit hoca vardý. Biz camiye gidince Halit hoca onu gördüðünde hemen ona Amnerresuluyu okuttururdu. Yatsý namazý sonrasýnda. O da okumayý çok severdi. “Ýlle okuyacaðým” derdi. Ahmet orada onlarýn yanýnda yetiþti. Ayný zamanda ilkokulu da okuyordu. Dördüncü sýnýftayken bir gün memlekete götürmek istedim. Daha o yaþýna kadar hiç memlekete götürmemiþtim. Hem sýla-i rahim olur hem oralarý görür diye. Götürmeden önce Ahmet’e dedim “bak oðlum, sana güzel elbise alacaðým, þalvarý çýkar, böyle güzel elbiseler giy öyle gidelim, orada eþ dost var, seni güzel görsünler” dedim. Hiç sesini çýkarmadý. Yeni elbiseleri aldýk o da itiraz etmedi giydi. Benim o zaman Mercedes arabam vardý. Çoluk çocuðu doldurduk gittik. Ondan önce þunu söylemem gerek. Ahmet daha o yaþlarda “emr-i bil marufa” çýkardý, Ýsmailaðada’ki sofular onu devamlý alýp götürürlerdi, Malatya’ya, Kayseri’ye, diðer illere onlara nasihat ederdi. 10 YAÞINDA “SELATÝN CAMÝLERÝNDE VAAZ EDER” DÝYE MÜFTÜLÜK BELGE VERDÝ O zamanlar kaç yaþýndaydý? On yaþýndaydý ve o yaþta onu götürüyorlardý. Buradaki camilere de götürüyorlardý, buralarda da vaaz ediyordu. Üçbaþ medresesinde ve diðer yerlerde konuþtururlardý. En son “seni Sultan Selim’de konuþturalým” dediler. Birincisinde müsaade ettiler, oranýn baþ imamý vardý, Ömer efendi o müsaade etti konuþtu. Ýkincisinde ikinci imam çocuk diye razý olmadý konuþmasýna… O zaman Fatih müftüsü benim arkadaþýmýn eniþtesiydi. Ona söylemiþler, iþte “býrakmýyorlar” diye. O da “gelsin bir imtihan edeyim” demiþ. Ýstanbul Müftüsüne de anlatmýþ durumu. Aldým götürdüm. Müftü imtihan etti, imtihan sonunda Ahmet’e belge verdiler. “Selatin camilerinde vaazeder” diye… Daha on yaþýndayken. Edirnekapý, Sultan Selim gibi camilerden istediði camide sohbet edebilir diye belge vermiþlerdi. Ona raðmen Sultan Selim camisinin ikinci imamý gene izin vermemiþti. Bunun üzerine cemaat ona çok tepki gösterdi, hatta hakarete varan sözler söylediler. “Neden konuþturmuyorsun” diye. Her neyse böyle bir konumdaydý o zamanlar. Daha on- onbir yaþlarýndaydý. ELBÝSESÝNDEN DOLAYI KENDÝNÝ HASTA GÖSTERMÝÞTÝ Öyle bir durumda memlekete gittik. Memlekette eniþte vardý. O da orada hatýrý sayýlýr bir insandý. Ona “Eniþte buranýn camilerinde Ahmet’i konuþturalým” dedim. “Ýyi olur gelsin konuþturalým” dedi. Gittik, çocuk hiç dýþarý çýkmýyor. Annesi hasta diye yanýnda tutuyor. Yani bize öyle söylüyorlar. Neyse, Müftüye söylemiþler, “böyle böyle biri var vaaz verdirelim istiyoruz” diye. O da “tamam olur versin ama vermeden önce bir bana gelsin onu göreyim, nasýl bir þey, ne anlatacak, burasý küçük yer her türlü fitne olur” demiþ. Biz de “Peki” dedik. Ama çocuk hiç dýþarý çýkmýyor. Nasýl edeceðiz, memleketten döneceðiz hiçbir yeri görmedi. Hanýma dedim “haným bu çocuk hiçbir yeri görmedi biz döneceðiz hiç dýþarý çýkmadý, bunun hastalýðý ne zaman bitecek?” Baktým haným “hastalýk bahane aslýnda o kýlýk kýyafetinden dolayý dýþarý çýkmýyor. Babam beni kýyafetimle mi düzeltecek, kýyafetle insan deðiþir mi diyor” dedi. “Ben þalvarlý, cübbeli bir Ahmedim. Babam böyle kabul ederse eder, yoksa ben çýkmam, babam kýrýlmasýn diye sesimi çýkarmadým, ben hasta olayým, yatayým gideceðimiz zaman kalkar gideriz” demiþ. Bir de “babama söyleme” diye de annesine tembihlemiþ. Öyle deyince ben de “yav nasýl isterse öyle gelsin” dedim. Bunu nasýl duydu hastalýk-mastalýk kalmadý, giydi þalvarýný, cübbesini fýrladý geldi. Müftüye gittik, “selamün aleyküm” “aleykümselam” geliþ sebebimizi anlattýk. Müftü, bana döndü “siz mi vaaz edeceksiniz?” dedi. “Hayýr bizim mahdum edecek” dedim Ahmet’i gösterdim. Dedi “olur mu kardeþim, bir çocuða vaaz verdiremeyiz, ben böyle bir þey yapamam, sonra nasýl açýklarýz” dedi. Ben bir þey demedim sadece “siz bilirsiniz müftü efendi” dedim. O sýrada orada büyük bir cami var o caminin müezzini de yaþlý bir adamý getirmiþ. “Hocam bu falan hocadýr. Camimizde sohbet etmek istiyor” dedi. Müftü ona birden “bu çocuk da vaaz etmek istiyormuþ” dedi. “Her geleni biz kürsüye çýkarýrsak olmaz” dedi. Müezzin getirdiði hocayý biraz tanýtmaya çalýþtý. Sonra çocuðu görünce birden deðiþti. Ahmet’i göstererek dedi “hocam varken bize söz düþmez.” Müftü þaþýrdý bu sefer. Onun üzerine Müftü döndü Ahmet’e sormaya baþladý “senin bir hazýrlýðýn var mý? Cemaate ne anlatacaksýn? Bir ayet bir hadis biliyor musun? Neden bahsedeceksin?” Ahmet; “Müftü bey” dedi “burasý benim babamýn memleketi, sýla-i rahim için ziyarete geldik, bana sohbet et dediler, o nedenle benim bir hazýrlýðým yok” dedi. “Allah ne söyletirse onu söyleyeceðim” dedi. Peki, o zaman þöyle sorayým “ne konuda sohbet edeceksin? Konusunu söyle barý” dedi. O da “gelirken babam biraz bahsetmiþti buranýn manevi hastalýklarýndan, faiz, içki, kumar illeti fazla yaygýnmýþ onlardan bahsedeceðim” dedi. O da “bu konularda ayet, hadis biliyor musun? Bir iki tane söyler misin?” dedi. “Müftü efendi” dedi. “Ben inþallah konuþunca söyleyeceðim, fakat Allah söyletirse söyleyeceðim. Þimdi size bu hususta bir þey söyleyemem” dedi. Müftü ne yaptýysa, yapacaðý sohbet konusunda herhangi bir cevap alamadý. Alamayýnca Müftü bu defa þüphelenmeye baþladý. “O zaman bunu mihrapta konuþturalým ben de yanýnda dururum bir yanlýþý olursa düzeltme imkânýmýz olur” dedi. Neyse çýktýlar… Ahmet konuþmaya baþlayýnca Müftünün bütün endiþeleri gitti, merkezi sistemle diðer camiler de baðlýydý. O gün ilçede günün konusu olmuþtu. Ve camiden çýkýnca Müftü “ne kadar iftihar etseniz azdýr, önce ben bir tiyo alamadým ne yaptýmsa kendini belli etmedi, ama konuþunca açýldý, açýldýkça konuþtu, fevkalede güzel þeyler anlattý bu çocuk bizi þuurlandýrcý konuþmalar yaptý, þimdi inanýn elini öpmek istiyorum” dedi. Çocuðu hayli methetti… ÝNGÝLÝZCE ÖÐRETMENÝNÝN ÞAÞKINLIÐI Ahmet, ilkokulu bitirdikten sonra Fatih Koleji’ne gönderdik, oraya devam etmeye baþladý. O zaman malum sað-sol kavgasý vardý. Hep takdir alýyordu. Hiç çalýþmazdý, hocalarýn anlattýklarý ile sýnava girer ve hep baþarýrdý. Hatta bir gün Ýngilizce Hocasý ile Ýngilizce konuþurken hocasý sormuþ “sen nerden ders alýyorsun? Bunlarý nasýl öðreniyorsun?” diye sormuþ. O da “hocam sizden aldýðýmý size veriyorum, baþka yerden öðrenmiyorum.” Bunun üzerine velisini çaðýrmýþlar. Velisi eniþtem gitmiþ, ona da sormuþlar “bu nerden öðreniyor” diye. O da “bir yerden öðrenmiyor, zaten evde de çalýþmýyor, sizin öðrettiklerinizle öðreniyor” demiþ. Ýlkokuldaki bir hadisesini anlatayým isterseniz. Ýlkokul üçüncü sýnýfta ben erken iþe gittiðimden farkýnda deðilim, o çantayý eve býrakýyor doðru Ýsmailaða’ya… Üçü bitirdi dörde geçtiðinde anasý “yahu bu hiç okula gitmiyor, bu sene sýnýfta kalýr” dedi. “Nasýl gitmez. Sen anasý deðil misin? Sahip çýksana” dedim. Dedi “ben gitmesi için çok uðraþýyorum ama o çantayý býrakýyor, ben camiye gidiyorum diyor.” Gitmiyor. Onun üzerine benim iþyerimin, yani fabrikamýn yanýnda, Ali Ülker Ýlkokulu var Maltepe’de, oranýn müdürü benim arkadaþým, bir gün ona dedim “Hüseyin abi, bizim oðlan hiç okula gitmiyormuþ, devamsýzlýktan sýnýfta kalmasýn, sen mümkünse müdür beye söyle devamsýzlýktan sýnýfta býrakmasýnlar, bundan sonra üzerine düþelim devam etsin.” AHMET ÇALIÞKAN TALEBEM, ÇOCUKLARA HEP ÝSLAMI ANLATIYOR Onun üzerine okul müdüründen randevu aldý ve birlikte okuluna gittik. Müdürle görüþtük ve durumu anlattýk. Müdür, hocasýný çaðýrdý, bayan bir öðretmendi. Ona durumunu anlattým. “Çantayý býrakýp okula gitmiyor, durumundan biraz bahseder misiniz?” dedim. “Yok” dedi “sizin yanlýþýnýz var, Mahmut’un (diðer adý Mahmut) hiç devamsýzlýðý yok” dedi. Biz þaþýrdýk, “Nasýl olur hocam anasý söyledi”. “Yok hep geliyor” dedi. “Hem Ahmet çalýþkan talebem, fakat çok konuþuyor, çocuklara hep Ýslamý anlatýyor, hep Müslümanlýðý anlatýyor” dedi. “Ýstersen bir de arkadaþlarýna soralým geliyor mu? Gelmiyor mu?” diye. Birlikte sýnýfýna gittik. Ben o gün gitmeden önce kendisine tembihlemiþtim “okula git ben bu gün okula geleceðim” diye. Sýnýfa girdik. Yanýmda Ali Ülker’in müdürü de var. Sýnýfta hoca bizi talebelere “Mahmut’un babasý” diye tanýtýnca birden çocuklar baðýrmaya baþladý “Mahmut bizim hocamýz… Mahmut bizim hocamýz…” diye tezahürat yapmaya baþladýlar. Onun üzerine hoca el iþareti ile susturduktan sonra dedi, “Mahmut’un babasý Mahmut’u soruyor, okula gelmiyormuþ, Mahmut’tan arkadaþlarý memnun mu diye soruyor” dedi. Bunun üzerine çocuklar hep bir aðýzdan “memnunuz” diye cevap verdiler. Orada biri geldi, pardesumun eteðini çekerek “amca, amca” dedi. “Buyur yavrum” dedim. “Bu Mahmut var ya, bana Allah’ý, Peygamberi tanýttý” dedi. “Biz hep onunla konuþuyoruz, ondan ders alýyoruz, ama hocamýz bize kýzýyor, ‘niye çok konuþuyorsunuz’ diyor” dedi. Hulasa, öðretmeni “devamsýzlýðý yok sadece bu çocuklarla çok konuþuyor, biraz çocuklarýn dikkatini daðýtýyor o kadar baþka bir problem yok” dedi. Biz de “tamam o zaman, mesele yok” dedik. Yine kolejde ikinci sýnýfta idi. O dönemde dediðim gibi sað sol meselesi var, o orada da çocuklarý toplar cumaya götürürmüþ. Bu kolej þimdikiyle ilgisi yok. Farklý bir kolej, o nedenle hocalar bunun talebeleri camiye götürmesinden rahatsýz olmuþlar ve þikâyet etmiþler. Bir gün bana “baba seninle biraz görüþebilir miyim?” dedi. “Buyur oðlum” dedim. O dönemde hem koleje gidiyor, hem de Ýsmailaða’da Arapça dersi alýyor. Dedi “baba burada ders yok, hep laklakla geçiyor. Ýsmailaða’da da ilerleme yok, ben hýzlý öðreniyorum ama diðerleri geç öðrendikleri için onlarý beklemem gerekiyor. Böyle okursam ancak, bir cami imamý veya bir müftü olurum” dedi. “Peki sen ne olmak istiyorsun?” dedim. Dedi, “ben bu ilimlerde ihtisas sahibi olmak istiyorum, bu Ýslami ilimleri çok iyi öðrenmek istiyorum.” Bunu söylerken kaç yaþýndaydý? 13-14 yaþlarýndaydý. “Görüyorum hocalarý bir netice yok, farklý bir geliþme saðlayamýyorlar” dedi. Ben bir þey diyemedim. Neyse o günlerde Rize’nin Tütüncüler köyünden Resul hoca diye biri gelmiþ. Ben tanýmýyorum, öyle diyorlar “Resul hoca gelmiþ Arapça okutuyor” diyorlar. Orada bunlarýn dersine de giriyor ve bunlara ders okutuyor. Bir miktar böyle devam edince Resul Hoca bizim Ahmet’in farklý olduðunu fark ediyor. Ahmet de Resul hocanýn farklý olduðunu anlýyor ve ona vuruluyor, adeta aþýk oluyor. Ahmet fýrsatý kaçýrmadan Resul Hocaya “hocam ben seninle gelsem beni okutur musun?” demiþ. O da “neden olmasýn” diye kabul ediyor. Ve birlikte Efendiye (Ömer hocama) durumu anlatýyorlar. Efendim Ahmet’i yanýndan ayýrmak istemiyor ama gideceði yeri de bildiði için orasý ilim yeri, birþey diyemiyor. Bana daha sonra anlattýðýnda böyle ifade etmiþti. “Bir þey diyemedim” demiþti. Ahmet bana söylemeden önce meseleyi annesine açýyor. “Ben hocamla gideceðim” demiþ. Daha orta ikide. 1975-76 senesinde. SAKIN GÖNDERME ÝSMAÝLAÐA’NIN ÞEREFÝNE HALEL GELÝR! Annesi de haliyle bana söyledi. Ben de dedim “Haným bu ilim dertsiz olmaz, zahmetsiz olmaz, muhakkak bir sýkýntýsý olacak ki, netice alýnsýn yoksa olmaz” dedim. Ýsmailaða’da Ahmet’in gideceði duyulunca, Efendimin bacanaðý Allah rahmet etsin Hasbi Efendi ve diðer hocalar gidip Efendiye “bu Ahmet bizi beðenmiyor mu? Biz ders veremiyor muyuz? Bizi küçümsüyor mu da gidiyor. Sakýn gönderme Ýsmailaða’nýn þerefine halel gelir. Bu Ýsmailaða’nýn þerefi ile oynuyor” diyorlar. Bu defa Efendi arada kaldý, Ahmet “gideceðim” diyor. Ona da bir þey diyemiyor. Ama þöyle bir formül bulmuþ demiþ “bu anasýnýn, babasýnýn tek oðlu, merak etmeyin yollamazlar, çocuðun hevesini kýrmayalým þimdi, biz bir þey demeyelim” demiþ. http://www.risalehaber.com/images/other/yusuf_unlu_6.jpg Sofular buna bir þey yaptýrtamayýnca bu defa gitmiþler Ali Haydar Efendinin ortanca oðlu var. Hacý Halit abi (Allah rahmet etsin) Bursa’da onu bulmuþlar. Ona telefon etmiþler “Cübbeli Ahmet gitmek istiyor, böyle böyle….” demiþler. “Bizim þerefimizle oynuyor, Ýsmailaða’yý böyle küçük düþürmeye hakký yok, niye bu çocuða bu kadar yüz veriliyor” diyorlar. Hacý Halit de Efendiye telefon açýyor ve “sakýn onu bir yere gönderme” diyor. Efendi de ona “yahu bana kalsa zaten göndermem, hem merak etme annesi, babasý da göndermez evin tek oðlu, gönderirler mi hiç?” diyor. Bunun üzerine Hacý Halit biraz tulumbacýlardan olduðundan emri vakiyi sever “yahu, çaðýr þu Yusuf’u, durumu anlat kendisine” diyor. Bunun üzerine Efendi beni çaðýrdý durumu anlattý. “Ben bir þey diyemiyorum, ilim sonuçta öðrenmesi lazým, orda da ilim var burada da var. Ama ‘ben doyamýyorum’ diyor senin Ahmet, yanýmdan da gitmesini istemiyorum” dedi. Ben de o halde “bir gitsin bakalým, belki görür orada fark yok geri döner” dedim. Beni de ikna edemeyince Ahmet gitti. Orada baþlamýþ okumaya ama orasý yüksek bir yer, kýþta çatmýþ soðuk, anasýndan kalýn kýþlýklar istemiþ, annesi de göndermiþ. Fakat oraya gelen çocuklar fakir ailelerin çocuðu olunca bu defa annesine, “anne sen bana bunlarý gönderdin ama ben bu çocuklarýn yanýnda bunlarý nasýl giyerim, bunlarýn üstünde baþýnda bir þey yok çoraplarý bile yok, ben bunlarýn yanýnda bu elbiseleri giyemem” demiþ. “Burada okuyan þu kadar talebe var, onlara da gönderirsen ben de giyerim yoksa giyemem” diye mektup yazmýþ. "AHMET HOCA OLUNCA ÝÞ DEÐÝÞÝR, AKAN SULAR DURUR" Gönderdik. Ahmet ilk gittiðinde ayrýlýrken biraz hüzünlenmiþ ve aðlamýþtý. O nedenle biz yalnýz býrakmamak için yanýna gittik. Atladýk uçaða Trabzon’da indik, oradan Rize’ye, oradan da Pazar’a, Pazar’dan köye gideceðiz ama dönem Ecevit dönemi, benzin yok, mazot yok, her taraf kuyruk, köye gidecek olan dolmuþ günde bir defa gelip gidiyormuþ. Sabah geliyor akþam dönüyormuþ… Neyse köye kadar araç bulduk. Araçtan indiðimiz yerin karþýsýnda Tütüncüler köyünün kahvesi varmýþ. Dediler “o köyün halký genelde burada toplanýr.” Caminin karþýsýnda bir kahve. Biz de gittik selam verdik, “biz Tütüncüler köyüne gideceðiz nasýl gideriz” diye sorduk. Dediler “akþamý bekleyeceksin, fazla mazot yok mecburen böyle yapýyoruz.” Biz de “peki” dedik… O arada biri sordu “o köye niçin gideceksiniz?” diye, biz de dedik “Ahmet oðlumuzu ziyarete geldik.” Biz öyle deyince kahvehanede ne kadar insan varsa hepsi birden ayaða kalktý “Ahmet hoca olunca iþ deðiþir, akan sular durur” dediler. Hemen bizi minibüse aldýlar ve doðru köye gittik, köyde, köylüler bizi öyle bir karþýladý ki. Biri dedi “bizim oðlumuz”, diðeri diyor “bizim oðlumuz”, “hepimizin mutfaðý, odasý her tarafý ona serbest” dediler. Caminin önüne gittik içeri girmedik, fakat öðrendik ki, siyaset oralara kadar girmiþ. O zaman parti çekiþmeleri vardý. Caminin hocasý da kendini belli ettiði için köylülerin bir kýsmý hocanýn evine girmek istemedi, bunun üzerine dedim “hocam bu böyle olmamalý, sen buranýn manevi sultanýsýn, sen bu kardeþleri birleþtirmen lazým, biz birleþtirici olacaðýz ve herkes gelebilmeli, siyasi düþünceler buna engel olmamalý” dedim. Uzatmayalým… Bize bayaðý alaka gösterdiler. Ahmet de geldi görüþmüþ olduk. Ahmet orada iki yýlda icazet aldý. Efendi öyle derdi, “elli sene medrese ilmi tahsil edende bundaki ilim yoktur” derdi. “Bunu hocalar çekemiyor” derdi. Resul hoca da ayný þeyleri söylemiþti. Gece yatarken gelir kaldýrýr, “Hocam burasý böyle mi, þurasý nasýldý diye soru sorar sabaha kadar beni yatýrmaz” diyordu. “Bu çocukta hiç durmak yok, sürekli çalýþýr” derdi. Demek ki, gerek dünyevi gerekse uhrevi ilimlerde kim isterse Allah ona veriyor deðil mi? Elbette, vermez mi? Verir elbet yeter ki, sen iste Allah verir, veriyor. Hatta icazet aldýktan sonra bir ara Ýsmailaða’dayken Efendi, “sen bir ay gelme” demiþ kendisine, hocalar kýskanýyor diye biraz kendisinden uzaklaþtýrmak istemiþ. Ahmet gitmedi ama ayrýlýða da dayanamadý ve hasta oldu. Bunu öðrenen Efendi de dayanamadý on gün sonra geri çaðýrdý. Geri çaðýrmasýnýn bir baþka nedeni daha vardý. O da, bir meseleyi tartýþýyorlar, kendi aralarýnda bir türlü çözemiyorlar. Ve Ahmet’i çaðýrýyorlar. Ahmet gidip onlarýn çözemediði konularý onlara anlatýyor, izah ediyor. Efendinin ders veren arkadaþlarýndan Ýhsan Efendi vardý meþhur âlimlerden Allah rahmet etsin. Efendiye demiþ ki, -daha ilk tanýþtýðý günlerde- “buna neden bu kadar ehemmiyet veriyorsun?” Efendi de ona demiþ ki, “bunun gibi ibare okuyan yok ki, bunun gibi anlayan ve kavrayan yok ki” demiþ. Sonra Ýhsan Efendi de Ahmet’i bir iki deneyince bu defa o da Ahmet’i yanýndan ayýrmamaya baþlýyor. Efendi öyle diyor “bu ilim iþi Allah’ýn bir lütfü ve ihsanýdýr. Herkese ayný derecede ihsan etmiyor. Buna vermiþ bizim ondan istifade etmemiz lazýmdýr.” Neyse, Ahmet büyüdü geliþti ama biz onu evlendirmeyi bile düþünmüyorduk. Çünkü gece sabaha kadar kitaplarla yatýp kitaplarla kalkýyor. Ama biz onu Efendiye teslim etmiþtik O nasýl isterse öyle yapýyordu. Biz nedenini anlamadýk, sormadýk da bir gün kendisine “evlen artýk” demiþ. O da onun bu isteðine uyarak evlenmiþ oldu. 28 ÞUBAT’TA KATMERLÝ HAPÝS CEZASI Kaç yýlýnda evlendi? Tam yýlýný hatýrlamýyorum ama sanýrým 1989 idi çünkü þu anda 21 yaþýnda bir oðlu var. Siz bir iþ adamýsýnýz, hatýrý sayýlýr bir servetiniz var ve ticaretle uðraþýyorsunuz. Ahmet Hoca sizinle hiç çalýþmadý mý? Malýmýzýn çoðuna devlet el koydu ya neyse buna da þükür. Hayýr hiç çalýþmadý, biliyorsunuz o malum zelzeleden sonra (28 Þubat’ý kastediyor) hapse düþtü. Bunun gibilere en fazla 16 ay hapis veriyorlarmýþ ama buna katmerli uyguladýlar ve 32 ay ceza verdiler. Güya hâkimin yetkisi varmýþ. O yetkinin nereden geldiðini sonradan öðrendik tabii. Yani o yetkiyi kullandýlar ve 32 ay hapis verdiler. Hapisten sonra kendisine bir teklif götürdüm dedim “Oðlum gel fabrika müsait bir yer hazýrlayalým sana ilmini burada da devam ettirirsin” diye. “Tamam” dedi. Ama gelemedi, ilimle iþtigal etmekten eli olmadý. Yani, hiç ticaretle uðraþmadý. Hep biz onu destekledik. CÜBBELÝ HOCANIN RÝSALE-Ý NUR’LA ÝLGÝLÝ TESPÝTÝ Gördüðüm kadarýyla sürekli derslere gidiyorsunuz ve Risale-i Nurla baðýnýz kesilmemiþ. Hiç kendisine Risale-i Nurlarý tavsiye ettiniz mi? Ben evde devamlý Risale-i Nurlarý okurdum. Ama nedense o okumadý, belki Gençlik Rehberini okumuþ olabilir. Ama benim cemaatle ve abilerle görüþtüðümü kendisi bilir. Ahmet Hoca da geçenlerde bir söyleþisinde ayný þeyi söylemiþti, okumadýðýný belirtmiþti. Ama orada Bediüzzaman Hazretlerinin bir mektubunu açýklarken de gördük ki, Ahmet hocanýn alt yapýsý çok saðlam ve çok daha iyi anlýyor. O, Bediüzzaman ne anlatmak istemiþse onu net bir þekilde anlýyor gördüm. Hem orada önemli bir þey söyledi dedi ki, “Bediüzzaman Hazretleri tamamen hadislere ve ayetlere göre yazmýþ her yazdýðý doðrudur. Ama bazen insan anlayamýyor. Aslýnda o anlaþýlmayan yerleri eserlerinin baþka yerinde açýklamýþ, yani bir meseleyi bir yerde muðlak geçmiþse de bir baþka yerde o meseleyi açýkladýðýný görüyoruz.” Bu görüþü Zübeyir Gündüzalp de savunuyor. Bediüzzaman Said Nursi’nin talebesi ve onu iyi anlamýþ bir talebesidir. O da ayný þeyleri söylüyor. Þimdi Zübeyir Gündüzalp’in bunu söylemesi gayet normal çünkü hayatý Risale-i Nurlarla geçmiþ biridir. Ama Ahmet hoca öyle midir? O daha birkaç sayfasýný okumamýþken böyle bir fikri savunuyor olmasý ondaki feraseti gösteriyor. Evet, çok haklýsýnýz. Ýnanýr mýsýnýz kendisi de yapýlan bu yorumlara hayli üzülüyor. “Neden tümünü okumadan eleþtiriyorlar? Þayet okumuþ olsalar görecekler ki, o yanlýþ yorumladýklarý þeyin doðrusu bir baþka yerde var” diyor. BÝR BAKAN EVÝME GELDÝ CÜBBELÝ’YÝ OKUT DEDÝ Bir þey daha sormak istiyorum. Siz Ahmet hocadan bahsederken dikkat ettim sanki o sizin oðlunuz deðil, baba-oðul iliþkisinden çok bir âlimden bahsediyorsunuz gibi anlattýnýz. Oysa nihayette siz bir babasýnýz. Bir baba olarak baktýðýnýzda neler hissediyorsunuz? Ben aslýnda kendim daha genç yaþlarýmda onun gibi bir âlim olmak istemiþtim ama olamamýþtým. Þimdi benim olmak isteyip de olamadýðýmý o baþarmýþ oldu. Bu yüzden çok mutluyum. Hem çevremdeki iþadamlarýný görüyorum, dindar olanlar belli bir yaþtan sonra iþten ellerini çekiyorlar ve kendilerini ibadete veriyorlar. Çocuklarýný iþe sürüyorlar. Ben dedim bunun tersini yapacaðým. Madem her þey gençlikte oluyor. O halde bu gençliðinde bu iþleri yapmalý, yani madem kabiliyeti var, ilim sahibi olmuþ o halde bu ilmini faydalý bir þekilde kullanmalý dedim ve kendimi iþten çekmedim. Ona da fazla baský yapýp “hadi iþlerin baþýna geç” demedim. Onun için ben istedim ki oðlum okusun ve insanlýða faydalý olsun. 1978’de son model Mercedes almýþtým kendisine. Nedeni bununla sohbetlere gitsin istedim kimseden bir þey almadan sýrf lillah için bunu yapsýn istedim. Allah niyetimi biliyor. O dönemde dindarlar genelde fakir fukara idi ve çok hakir görülüyordu. O nedenle bunu da kýrmak istedim. Hatta hiç unutmam bazý bu gibi âlim insanlarýn önüne onlarý hakir göstermek istercesine önlerine içki koyduklarýný gördüm. Yani onlarla dalga geçmek için. Bana birçok insan bu yüzden sitem etmiþti. “Bu çocuðu neden mekteplerde okutmuyorsun, iyi bir iþ adamý yapmýyorsun?” dediler. Bir defasýnda bakan geldi evime sadece bunu okutmamý bana söylemek için. Ama dediðim gibi ben böyle yetiþmesini istiyordum ve benim arzuladýðýmdan çok daha iyi yetiþmiþ oldu. Ben o yüzden çok mutluyum ve Allahýn bize bahþettiði bu duruma hep þükrediyorum. Ve bunu yaparken de tek isteðimiz Allah’ýn rýzasýný kazanmaktýr. Hem sürekli dua ediyorum Allah bizi riyadan ve gösteriþten uzak tutsun. Maddeten çok imkânlara da sahiptik ama bu olaylardan sonra onlarýn çoðunu da kaybettik birçoðuna da el koydular. Ama þimdi Elhamdülillah çok daha huzurluyuz. Daha mutluyuz. Size bir þey daha sormak istiyorum. Þu bir gerçek ki, Ahmet hoca artýk Risale-i Nur’u da keþfetmiþ oldu. Onu da okumaya baþladý, zaten derya kadar derin ilmi var. Bundan sonra kimse onu tutamaz. Bana göre bu son radyo konuþmasýnda da farklý bir Cübbeli vardý. Siz de ayný düþüncede misiniz? Evet, sanýrým bundan sonra farklý olacaktýr. Bu geliþme þöyle baþladý. Son zamanlarda kendisine Üstad hakkýnda çok soru sormaya baþladýlar. Türkiye’nin her yerinden, özellikle Erzurum’dan sualler geliyordu. Bu sualler gelince ben de kulak misafiri oluyorum. Risale-i Nurlarla ilgili olarak, “Þurda sakatlýk var, burada eksiklik var, þurasý yanlýþ” diyorlardý. O da onlara “ben tetkik etmedim o nedenle bir þey söyleyemem” diyordu. Sonra Fatih Altaylý’nýn Teke Tek programýndaki konuþmasýnda da ayný þeyleri sorunca o kendisine gelen bilgilerden, yani bir nevi kulaktan duyma þeylerle cevap vermiþti. Ama daha sonra tetkik etti ve doðru bir þekilde cevaplamaya baþladý. Ýnþallah arkasý da gelecek… Risale Haber, 03.03.2010 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.