Webmaster Geschrieben 24. Dezember 2009 Teilen Geschrieben 24. Dezember 2009 Soru: 23. Sözün 2. Mebhasý'nýn ilk bölümünü açýklayabilir misiniz? Cevap: Ýkinci Mebhas’ýn beþ nükteden ibaret olduðu, insanýn dünyada ve ahirette saadetine ya da bedbahtlýðýna sebep olan yönlerinden bahsettiði belirtilmektedir. Birinci Nükte’den önce insanýn mahiyetine dair birkaç söz söylendikten sonra, asýl meseleye geçilmiþtir. Birinci Nükte’de (1) insanýn iyilik ve kötülük yönleri ele alýnmakta, sonuçlarý akýl ve mantýk çerçevesinde deðerlendirilmektedir. Konunun anlaþýlmasýnda insanýn mahiyetinin bilinmesinin çok önemli bir yeri olduðu muhakkaktýr. Bu nedenle “insanýn mahiyeti”, “ahsen-i takvim”, “her yerde hazýr ve nazýr, mekandan münezzeh olmak”, “insanýn icad, vücud, hayýr, müsbet ve fiili ciheti”, “tahrip, adem, þer, nefiy, infiâl ciheti”, “emanet-i Kübra”, “Cehenneme girmek ceza-i ameldir, ayn-ý adldir; fakat Cennete girmek, mahz-ý fazlýdýr” ifadelerine biraz açýklýk getirmek gerekecektir. Ýnsanýn Mahiyeti Mahiyet; bir þeyin aslýný, esasýný, hakikatini, iç yüzünü, neden ibaret olduðunu, niteliðini ve tabiatýný anlamak demektir. Ýnsanýn mahiyetini anlamak için bugüne kadar çok çabalar sarf edilmiþtir. Bütün bu çabalara raðmen tamamen anlaþýlabilmiþ deðildir. Tamamen anlaþýlabilmesi de mümkün görünmemektedir. Kaynaklarda insanýn mahiyetini izah eden derin ya da bizim anlayabileceðimiz bir þekilde hazmedilmiþ bilgilere rastlanamamaktadýr. Çoðunlukla davranýþlardan hareketle insanlar anlaþýlmaya çalýþýlmaktadýr. Ýnsanýn mahiyetini derin, güzel ve anlaþýlýr bir tarzda Bediüzzaman’ýn izah ettiðini görüyoruz. Bediüzzaman; insanýn, anlaþýlmasý gereken baþlý baþýna bir sýr, insanda bulunan ve sürekli deðiþen ve geliþen duygularýn her birinin de anlaþýlmasý gereken birer sýr olduðunu söyler. Ene ve Zerre Risalesi’nde de; aslýnda enenin kendisinin de anlaþýlmasý gereken bir muamma olduðunu ama bu haliyle birlikte Cenab-ý Hakkýn Rahmet hazinelerini açacak bir anahtar mahzeni olduðunu belirtmektedir. Demek ki; ene/benlik mahzeni içerisinde bulunan binler belki milyonlar anahtarýn her birisi, Allah’ýn kâinattaki isim ve sýfatlarýnýn tecellilerine karþýlýk gelmekte ve onlarý açan anahtar konumunda bulunmaktadýr. Ýnsanýn mahiyeti, nihayetsiz acz, zaaf, fakr, ihtiyaç ile yoðrulmuþtur. Çünkü Yaratýcýmýz olan Allah’ýn mahiyeti de nihayetsiz Kadîr, Kavî, Ganî ve Müstaðnîdir ki; varlýðý vacip olan, baþlangýcý ve sonu olmayan, her þeyin O’na muhtac olmasýna karþýlýk, hiçbir þeye ve hiçbir kiþiye ihtiyacý olmayan bir Allah’ýn hadsiz tecellîlerinin mertebeleri insanýn mahiyetinde görülebilsin. Burada insan, kaynaðý tamamen Allah’tan olan yansýmalarý gösteren ve ayný zamanda bunlarý görüp takdir edebilen þuurlu bir ayna konumundadýr. Bu ayna Allah’ýn sýnýrsýz tecellilerini yansýtabilen kabiliyette olduðu gibi nihayetsiz acz, zaaf ve fakrýna raðmen sürekli geliþebilen, duygusal ve ruhsal geliþimine de herhangi bir sýnýr konulmamýþ olan, bu geliþim neticesinde de daha çok yansýmalara ve makamlara mahzar olan bir özelliktedir. Ahsen-i Takvim Ýnsan, ahsen-i takvîmde yani en güzel bir þekilde yaratýlmýþtýr ve ona çok geniþ ve kapsamlý istidadlar/yetenekler verilmiþtir. Bu yeteneklerini kullanabilmesi ve geliþtirebilmesi için de en aþaðý mertebeden en yukarý mertebeye, yeryüzünden göðün en yüce katýna, atomdan/zerreden güneþe kadar dizilmiþ olan makam ve derecelerde iniþ ve çýkýþlarý ihtiva eden bir imtihan meydanýna, bir kudret mucizesi ve bir sanat harikasý olarak kendi isteði dýþýnda atýlmýþtýr. Ahsen-i takvim kelime anlamý olarak; insana Allah tarafýndan verilen en güzel ve en mükemmel biçim olarak anlaþýlmaktadýr. Ama bir kavram olarak çok daha geniþ anlamlarý temsil etmektedir. Herkesin duvara astýðý ve her yýl yenilediði takvimde koca bir senenin günlük, haftalýk, aylýk olarak küçük bir kâðýt parçasýnda fihriste edilmiþ olduðunu görürüz. Ýþte insan da bütün varlýk âleminin yani kâinatýn böyle bir takvimi ve fihristesi gibidir. Bu bakýmdan Kudret Kalemi büyük âlem kitabýnda ne yazmýþ ise, icmâlini/özetini insanýn mahiyetine yazmýþtýr; Kader Kalemi dað gibi bir aðaçta ne yazmýþ ise, týrnak gibi meyvesinde dahi derc etmiþtir/özetlemiþtir. (2) Dolayýsý ile insanýn mahiyeti þu kâinatýn küçük bir misâli olduðundan, âdetâ âlemde ne varsa, insanda numûnesi vardýr. (3) Mesela; bitkilere karþýlýk insandaki saç ve tüy, topraða karþýlýk et, taþlara karþýlýk kemik, akarsulara karþýlýk kan damarlarý örneklerini vermek mümkündür. On Birinci Söz’de, insanýn mahiyeti ve insanýn mahiyetindeki enâniyetin/benliðin, mânâ-i harfî cihetiyle/Allah’a bakan yönüyle ne kadar hassas bir mîzan/tartý ve doðru bir mikyas/kýyaslayýcý ve muhît/kapsamlý bir fihriste ve mükemmel bir harita ve câmi’ bir ayna ve kâinata güzel bir takvîm, bir rûznâme/günlük olduðu, gayet katî bir sûrette tafsil edilmiþtir/açýklanmýþtýr. (4) Bir ayna ne kadar saf, temiz, parlak ve pürüzsüz olursa görüntüleri ya da güzellikleri daha iyi yansýtýr. Ýnsan Cenab-ý Hakkýn isim ve sýfatlarýnýn en mükemmel ve pürüzsüz yansýtýcýsýdýr. Böyle bir özellikte yaratýlmýþtýr. Ýnsan inkârla Allah’ýn nurundan irtibatý keserek kendi dünyasýný karartabilmektedir. Karanlýkta kalan bir ayna ise hiçbir þey gösteremez. Günah ve þerlere dalarak bu aynayý kirleten ve pürüzlü hale getiren insanlar da kaliteli yansýtma özelliðini yitirmektedirler. Bu bir sorumluluktur. Emaneti iyi korumamanýn cezasý elbette olacaktýr. Ýnsandaki nihayetsiz hayýr kabiliyeti iþlettirildiðinde ayna tertemiz ve parlak kalacak, Cenâb-ý Hakkýn kâinattaki tecellilerini eksiksiz yansýtmasý ile de Ahsen-i takvim denilen en güzel sureti alacak ve en yüce mertebeye çýkacaktýr. Her Yerde Hazýr ve Nazýr, Mekândan Münezzeh Olmak Cenab-ý Hak, ilmiyle, kudretiyle, sanatýyla yani isim ve sýfatlarýnýn tecellileriyle yaptýðý her þeyin yanýndadýr. Yaratmýþ olduðu mekânda da ayný þekilde bulunmaktadýr. Ama O’nun Zatýný bizzat mekânýn içinde görmek imkânsýzdýr. Çünkü O mekândan münezzehtir. Mekânda görünenler Allah’ýn Zatýnýn tecellileridir. Bir ustanýn yaptýðý ev ile kendisinin ayný þey olmamasý gibi. Evin üzerinde ustanýn bizzat kendisinin deðil, ilminin, sanatýnýn ve maharetinin tecellileri görülür. Ýhlas suresinde olduðu gibi Allah doðmamýþ, doðurulmamýþ ve yaratýlmamýþ olduðundan tektir, alternatifi yoktur. Zýddý yoktur. Dolayýsý ile kâinatta yani mekânda görülen ve iç içe geçmiþ olan zýtlýklar Allah’ta yoktur. Mekânda her þey zýddýyla bilinir, anlaþýlýr veya kýyaslanýr. Ama Allah’ýn zýddý olmadýðý için tektir, karþýsýnda kýyas yapacak hiçbir þey yoktur. O’nu bizzat kâinattaki sonsuz kudretinden ve ilminden, mükemmel sanatlarýndan ve kusursuz tecellilerinden tanýyabiliyoruz. Emanet-i Kübra Ne Demektir? Emanet, "sonradan alýnmak üzere, bir kimseye usulünce kullanmasý, korumasý ve saklamasý için verilen þey" demektir. Akýllý, þuurlu ve emanetin kýymetini bilecek olanlara emanet verilir. Sultan-ý Ezel ve Ebed, bütün mevcudatý içinde biz insanlarý seçmiþ, emanet-i kübrayý/büyük emaneti bize vermiþ (5) ve insan da kâinat ülkesinin arz memleketinin, gayet dikkatli bir müfettiþi, bir nevi halife-i arzý olmuþtur. (6) Ýnsana verilen emanet baþta kendi hayatý, vücudu, aklý, þuuru, kalbi ve sairesidir. Ama asýl emanet, iman, Kur’an, kulluk ve yeryüzünün halifeliði emanetidir. Bu emanet, imtihan sýrrýna sarýlmýþ bir emanettir. Dolayýsý ile emanetin, sahibinin izni haricinde kullanýlmasý mümkün deðildir. Kullanýlýrsa cezayý gerektirir. Emanet sahibi, istediði an, emanetini geri alma hakkýna sahiptir. Cenab-ý Hak, Kur'an-ý Kerim'de "Biz emaneti göklere, yere ve daðlara arz ettik. Hepsi de onu yüklenmeye yanaþmadýlar ve ondan korktular. Ýnsan ise onu yüklendi. Gerçekten insan çok zalim, çok cahildir." demektedir. (7) Cenab-ý Hak, insana paha biçilmez bir emanet olarak hayatýyla birlikte, beden, ruh, kalb ve bunlarýn içinde göz, dil, akýl ve hayal gibi zahiri/dýþ ve batini/iç duygularý vermiþtir. Güzelliðin bütün mertebelerini ayýrt eden insanýn gözü, lezzetlerin her çeþidini seçebilen tatma duyusu ve hakikatlerin en ince, en derin noktalarýna nüfuz edebilen aklý, hayvanlara verilen göz, dil ve akýldan yüz derece daha fazla geliþmiþ bir mertebededir. Ýnsana bu kadar harika cihazlar verilmiþse, ondan yapmasý beklenilen çok büyük bir vazife var demektir. Dolayýsýyla, insana verilen emanetin büyüklüðü derecesinde sorumluluðu da artmaktadýr. Eðer insan, kendisine verilen emaneti, veriliþ maksadýna uygun bir tarzda kullanýrsa, elindeki cihazlarýn kýymetlerini artýrmýþ olur. Aksini yaparsa, hem deðerini düþürür, hem de emanete hýyanet cezasýný çeker. Örneðin göz, kâinat kütüphanesindeki kitaplarý okuyup inceleyebilen bir profesör, bir eðitim bakaný gibi; dil, yeryüzü sofrasýndaki rahmet hazinelerini teftiþ eden saðlýk bakaný gibi, Cenab-ý Hakkýn huzurunda çok yüksek bir dereceye çýkabilirler. Kazandýklarý makamlarýn yüksekliði miktarýnca, nihayetsiz ücretlere ve rütbelere de ulaþabilirler. En büyük emanetin insana verilmesi, ona büyük bir þeref ve makam yani yaptýðý vazifenin büyüklüðü sebebiyle, yeryüzünün halifesi ünvanýný kazandýrmýþtýr. Hilafet davasýnda, yer, gök ve daðlar, vazifenin büyüklüðü ve aðýrlýðý sebebiyle aciz kalmýþlardýr. Yani, bir manada o cansýz varlýklarýn þuurlu temsilcileri olan melekler bile, böyle büyük bir görevin altýndan kalkabilecek istidada/yeteneðe sahip olmadýklarýný, Hz. Adem'e (a.s.m.) secde etmeleriyle tasdik etmiþlerdir. (8) Bu bakýmdan büyük bir fýtratý, büyük hilâfet gibi bir rütbesi, büyük emânet gibi büyük bir vazifesi olan beþerin amelleri ve fiilleri muhâfaza edilmekte, muhasebe eleðinden geçirilmekte, adâlet terazisinde tartýlmakta, sonucunda da ceza ve mükâfat çekilmektedir. (9) Ýnsanýn Ýhtiyaçlarý Ýnsan mükemmel bir varlýktýr. Bu mükemmelliðin ziyadeliði nisbetinde ihtiyaç listesi de artmaktadýr. Basit bir ev ile bir sarayýn ihtiyaçlarý arasýnda yapýlacak olan karþýlaþtýrma bize az çok bir fikir verecektir. Ýnsan da mükemmel bir saray gibidir. Ýhtiyaçlarý çoktur. Hem de o kadar çok ki, sýnýrý yok. Adeta sonsuzdur. Bediüzzaman, “Âlem küçülse insan olur, insan büyütülmüþ olsa âlem olur.” der. Ýnsanla âlem yani kâinat arasýnda doðrudan iliþki var. Aralarýnda fazla fark yok. Ýnsan kâinat aðacýnýn çekirdeði ve meyvesi hükmündedir. Bu bakýmdan bir çekirdek ve meyvenin aðacýna olan ihtiyacý ne ise, insanýn da kâinata olan ihtiyacý o kadardýr. Ýnsanýn ruh, kalp ve sair duygularý olmasý hasebiyle görünen maddi âlemlerin dýþýndaki görünmeyen, manevi ve ruhani âlemlere de þiddetle ihtiyacý var. Kýsacasý Yunus Emre’nin: “Bana Seni gerek Seni” dediði gibi bütün ihtiyaçlarý karþýlayan Allah’a ihtiyacý var. Bir bebek anne karnýnda annenin vücuduna baðýmlý olarak yaþamaktadýr. Ýnsan da kâinata baðýmlý olarak yaþar. Maddi olarak insanýn iki vücudu var. Bunlardan birisi þu andaki sahip olduðu vücudu, diðeri de kâinatta daðýnýk olarak var olan ve ileride beslenmek suretiyle vücudunda görev alacak olan elementler veya gýdalardýr. Kahvaltýda yenen bir peynirin elementlerinin nasýl bir araya geldiklerini düþünelim. Markete gidip Þanlýurfa peyniri aldýnýz. Siz Ankara’dasýnýz. Þanlýurfa daðlarýndaki otlardan beslenen süt hayvanlarýnýn çok geniþ bir alanda otladýðý, içtiði sularýn yer altýnda ve üstünde birçok yerleri dolanarak geldiði, aldýðý havanýn bütün dünya atmosferini kat edip geldiði, peynire katýlan tuzun, mayanýn ve sairenin baþka yerlerden üretilip geldiði düþünülürse, sadece insan deðil bütün varlýklar kâinatla bire bir alakalýdýr. Bu nedenle insan, kâinatýn çoðu nevilerine ya doðrudan doðruya ya da dolaylý olarak muhtaç ve alâkadardýr. Ýhtiyaçlarý âlemin her tarafýna daðýlmýþ; arzularý ebede kadar uzanmýþtýr. Çünkü bu geçici ve fânî dünya lezzetleri onu tatmin etmemektedir. Lezzetlerin bekasýný ve devamýný yani hiç bitmemesini istemektedir. “Bir çiçeði istediði gibi, koca bir baharý da ister. Bir bahçeyi arzu ettiði gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müþtak olduðu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müþtaktýr. Baþka bir menzilde duran bir sevdiðini ziyâret etmek için, o menzilin kapýsýný açmaya muhtaç olduðu gibi, kabir âlemine göçmüþ yüzde doksan dokuz ahbabýný ziyâret etmek ve ebedî ayrýlýklardan kurtulmak için, koca dünyanýn kapýsýný kapayacak ve acâib bir mahþer olan âhiret kapýsýný açacak, dünyayý kaldýrýp âhireti yerine kuracak ve koyacak bir Kadîr-i Mutlakýn dergâhýna ilticâya muhtaçtýr.” Her þeyin dizgini yalnýz Allah’ýn elindedir. Atomdan güneþ sistemine, çýplak gözle görülemeyen mikroptan en büyük gezegenlere kadar her þeyin mutlak bir itaat içerisinde olduklarýna bakýlýrsa Allah’ýn izni olmadan hiçbir varlýk, hiçbir hareket yapamamaktadýr. Her þeyin hazînesi Allah’ýn yanýndadýr. Kýþ mevsiminde kupkuru olan bütün zeminin bir anda emir alarak çiçeklenip, yeþillenmesi, ardýndan meyve vermesi bize bu hazinelerin yerini açýkça göstermektedir. Yaðmur bir rahmet hazinesidir. Hem de suladýðý topraktan çeþit çeþit cevherler çýkmasýna vesile olan hazinelerin hazinesidir. Toprak da öyledir. Gökte ve yerde o kadar mükemmel icraatlar ve sanatlar yapýlýyor ki, kelimelerle anlatmak mümkün deðildir. Nihayetsiz olan insanýn ihtiyaçlarýný da ancak nihayetsiz bir kudret ve her þeyi kuþatmýþ bir ilim sahibi karþýlayabilir. Ýnsan yalnýz Allah’a kul olunduðu takdirde bütün mahlûkattan üstün olacaktýr. Allah’a kulluðu terk edip kendi benlik ve iktidarýna güvense bütün mahlûkattan aþaðý bir mevkiye düþecektir. Ýnsanýn Ýyilik Yönü Ýnsanýn çok mühim iki yönü vardýr. Birincisi hayýr, iyilik, bir þeyi icat etme ve vücut verme yönüdür. Ýnsanýn iyiliklerde, iyiliðe meyletme dýþýnda hiç hiçbir payý ve hakký yoktur. Aslýnda bu yetenek de Allah vergisi olduðu için onun payý da Allah’a aittir. Bir iyilik veya pozitif bir hareket ya da bir iþ yapýlmaya kalkýþýldýðýnda bize onu yapacak ilmi, kudreti, bütün yetenekleri ve imkânlarý ihsan edenin Allah olduðunu bilmek gerekir. Ýnsan, yalnýz çapý nisbetinde, elinin ulaþacaðý derecede, kuvvetinin yetiþeceði mertebede iyilik ve icad edebilmektedir. 26. Söz Kader Risalesi’nde geçen ve insana sorumluluk yükleyen cüz’-i ihtiyari denen tercih etme yeteneði, ayný zamanda bir hürriyet tezkeresidir. Ýnsaný tercihlerinde hür kýlan bir yetenektir. Bu hürriyetten dolayý mümin bazen her þeyi, her fiilini ve nefsini Cenâb-ý Hakka vere vere, nihayetinde tekliften/imtihandan ve mesuliyetten kurtulmamak ister. Bu durumda hemen karþýsýna cüz’-i ihtiyari çýkar ve ona; "Mesul ve mükellefsin" der. Sonra, yaptýðý iyilikler ve kemâlât ile maðrur olmamasý için de, kader karþýsýna gelir; "Haddini bil, yapan sen deðilsin." der. (10) “Ýþte ey insan! Eðer yalnýz Ona abd/kul olsan, bütün mahlûkat üstünde bir mevkî kazanýrsýn. Eðer ubûdiyetten/kulluktan istinkâf etsen/kaçýnsan, âciz mahlûkata zelîl bir abd olursun. Eðer enâniyetine ve iktidarýna güvenip tevekkül ve duâyý býrakýp, tekebbür ve dâvâya sapsan, o vakit, iyilik ve icad cihetinde, arý ve karýncadan daha aþaðý, örümcek ve sinekten daha zayýf düþersin; þer ve tahrip cihetinde, daðdan daha aðýr, tâundan daha muzýr olursun.” Ýnsanýn Kötülük Yönü Ýnsanýn iyilik yönünün eli ulaþacak ve kuvveti yetiþecek kadar dar olmasýna karþýlýk tahrip, adem/olumsuzluk, þer, nefiy/inkar, infiâl/dargýnlýk yönünde eli geniþtir, yayýlmaya ve haddi aþmaya müsaittir. Bir ormaný yüz kiþi 20 yýlda uðraþsa yetiþtiremez. Ama þerir birisinin atacaðý bir kibrit birkaç saat içinde yakar ve kül eder. Bir evi yüz kiþi yüz günde zor yapar. Ama fena birisi bir bomba ile birkaç dakikada yerle bir eder. Küfür insanýn mahiyetini yýkar. Küfür; var olaný inkâr etmektir, bir fenalýktýr, bir tahriptir, yokluðu kabullenmektir. Fakat o tek günah, bütün kâinatýn küçük görülmesini ve bütün esmâ-i Ýlâhiyenin hafife alýnmasýný ve bütün insanlýðýn rezilliðini içerir. Çünkü bütün varlýklarýn çok yüce birer makamý ve çok ehemmiyetli vazifeleri vardýr. Onlar, mükemmel ve noksansýz sýfatlara sahip olan Allah’ýn memurlarý, aynalarý ve mektuplarýdýrlar. Ýnkârla bunlarý, bu yüce makam ve vazifelerden düþürüp kýymetsizlik ve lüzumsuzluk mertebesine indirmek elbette çok büyük günah olacaktýr. Bu hal, bütün kâinatta ve mevcudâtýn aynalarýnda nakýþlarý, cilveleri ve cemâlleri görünen esmâ-i Ýlâhiyeyi inkâr ile tezyif eden /küçük gören bir adamý da zelil bir hayvandan daha adi, daha zelil ve daha fakir bir dereceye düþürecektir. Cehenneme Girmek Amelin Karþýlýðý ve Adalettir; Cennete Girmek, Allah’ýn Ýhsanýdýr “Ýþte, ey gàfil insan! Bak, Cenâb-ý Hakkýn fazlýna ve keremine! Seyyieyi/günahý bir iken bin yazmak, haseneyi/sevabý bir yazmak veya hiç yazmamak adâlet olduðu halde; bir seyyieyi bir yazar, bir haseneyi on, bâzan yetmiþ, bâzan yedi yüz, bâzan yedi bin yazar. O müthiþ Cehenneme girmek ceza-i ameldir, ayn-ý adldir; fakat Cennete girmek, mahz-ý fazlýdýr.” 26. Söz’de insanýn iyilik ve hayýrlarda sahiplenebileceði çok bir þeyin olmadýðý belirtilerek insanlarýn iyilikleri dua vasýtasýyla Cenab-ý Hak’tan isteyerek tamamýna hatta daha fazlasýna sahip olabilecekleri belirtilmektedir. Bu da aþaðýda verilen sorudan ve cevabýndan anlaþýlacaktýr: “Meselâ, Fâtiha’nýn Kur’ân kadar sevâbý vardýr. Sûre-i Ýhlâs, sülüs-ü Kur’ân/Kur’an’ýn üçte biri; Sûre-i Ýzâ Zülzileti’l-Ardu, rub’u/dörtte biri; Sûre-i Kul Yâ Eyyühe’l-Kâfirûn, rub’u; Sûre-i Yâsin, on defa Kur’ân kadar olduðuna rivâyet vardýr. Ýþte insafsýz ve dikkatsiz insanlar demiþler ki, "Þu muhâldir. Çünkü, Kur’ân içinde Yâsin ve öteki fazîletli olanlar da vardýr. Onun için mânâsýz olur? Elcevap: Hakikati þudur ki: Kur’ân-ý Hakîmin her bir harfinin bir sevâbý var; bir hasenedir. Fazl-ý Ýlâhîden o harflerin sevâbý sünbüllenir; bâzan on tane verir, bâzan yetmiþ, bâzan yedi yüz -Ayete’l-Kürsî harfleri gibi; bâzan bin beþ yüz-Sûre-i Ýhlâsýn harfleri gibi; bâzan on bin-Leyle-i Beratta okunan âyetler ve makbul vakitlere tesadüf edenler gibi; ve bâzan otuz bin-meselâ, haþhaþ tohumunun kesreti misillü/çokluðu gibi, Leyle-i Kadirde okunan âyetler gibi. Ve "O gece bin aya mukabil" iþaretiyle, "Bir harfinin o gecede otuz bin sevâbý olur" anlaþýlýr. Ýþte, Kur’ân-ý Hakîm tezâuf-u sevâbýyla/sevabýn katlanmasýyla beraber elbette muvâzeneye/ölçüye gelmez ve gelemiyor. Belki, asýl sevap ile bâzý sûrelerle muvâzeneye gelebilir. Meselâ, içinde mýsýr ekilmiþ bir tarla farz edelim ki, bin tane ekilmiþ. Bâzý habbeleri/tohumlarý yedi sümbül vermiþ farz etsek, her bir sümbülde yüzer tane olmuþ ise, o vakit tek bir habbe bütün tarlanýn iki sülüsüne/üçte birine mukabil oluyor. Meselâ, birisi de on sümbül vermiþ, her birinde iki yüz tane vermiþ; o vakit bir tek habbe asýl tarladaki habbelerin iki misli kadardýr. Ve hâkezâ, kýyas et.” (11) Cennete girmek sýrf Allah’ýn kullarýna lütfudur. Çünkü insan çok âciz, zayýf ve fakirdir. Ýyiliklerde ise fazla bir hissesi yoktur. Kendisine hiç yoktan baðýþlanan hayat, vücut ve akýl gibi nimetlerin hakkýný ödeyemeyen insan, hayatý boyunca da varlýðýný sürdürme ve ayakta tutma nimetleriyle taltif edilmektedir. Bir gözünü dünyaya deðiþmeyen, bir nefes sýhhatin kýymetini idrak edebilen insanýn Cenab-ý Hakkýn dergâhýna iltica etmesi halinde Allah’ýn yarattýðý amellerin tamamýna kulluk ve dua ile sahip olabilmektedir. Þefkat, merhamet ve Ýlahi rýzaya nail olan bir insan, lütfu ve keremi bol olan Rabbinin Cennet gibi bir ihsanýna nail olabilir. Ama insan iþlediði günahlar ve küfürlerle kâinattaki atomlardan, mikroplardan, hücrelerden gezegenlere kadar bütün mahlûkatýn hukukuna tecavüz etmiþ olduðundan, yaptýðý tahrip çok yerlere yayýldýðýndan Cehennem gibi bir ebedi hapsi, amelinin neticesi olarak hak etmektedir. Bir dakikalýk öfke ile öldürülen bir adamýn katiline bir dakika hapis cezasý vermek elbette doðru olmayacaktýr. Ölenin geride kalan hayatý, yetim býraktýðý çocuklarý, dul kalan eþi, anasý, babasý ve sair akrabalarý ile diðer haklarý göz önüne alýnarak cezasý hakkaniyetli bir þekilde kesilir. Ýþte vazifesizlik ve küfür gibi büyük günahlarýn cezasý da elbette Cehennem olmalýdýr. Sonuç Ýnsana sürekli þer ve tahribi, zevk ve safayý emreden “nefs-i emmâre”, icad ve hayýrda iktidarý pek az ve cüzî olmasýna karþýlýk nihayetsiz cinayet iþleyebilir. Bir hâneyi bir günde harab eder; yüz günde yapamaz. Nefsine itimat edenin enaniyeti/benliði kabarýr. Ýnsan eðer enâniyeti býraksa, hayrý ve vücudu tevfîk-ý Ýlâhiyeden istese, þer ve tahripten ve nefse itimaddan vazgeçse, istiðfar ederek tam kul olsa, o vakit [Yübeddilullahu seyyyiâtihim hasenâtin (12)-Allah onlarýn kötülüklerini iyiliklere çevirir]sýrrýna mazhar olur. Ondaki nihayetsiz þer kabiliyeti, nihayetsiz hayýr kabiliyetine döner; ahsen-i takvîm kýymetini alýr, âlâ-yý illiyyîne çýkar. Fýtratýna ve mahiyetine uygun hareket etmiþ olur. Risale Akademisi, 20.12.2009 Kaynaklar: 1-Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, s: 289, 290, Y.A.N. Ýstanbul 2-A.g.e., s: 256 3-Nursi, Bediüzzaman Said, Asa-yý Musa, s: 227, Y.A.N. Ýstanbul 4-Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, s: 497, Y.A.N. Ýstanbul 5-Nursi, Bediüzzaman Said, Ýþârâtü’l-Ý’câz, s: 18, Y.A.N. Ýstanbul 6-Nursi, Bediüzzaman Said, Þualar, s: 198, Y.A.N. Ýstanbul 7-Ahzab Sûresi: 33/72 8-Emanet-i Kübra, 21.05.2000 Risale-i Nur Enstitüsü 9-Nursi, Bediüzzaman Said, Sözler, s: 76, Y.A.N. Ýstanbul 10-A.g.e., s: 427 11-A.g.e., s: 312 12-Furkan Sûresi: 70 Zitieren Link zu diesem Kommentar Auf anderen Seiten teilen Mehr Optionen zum Teilen...
Empfohlene Beiträge
Dein Kommentar
Du kannst jetzt schreiben und Dich später registrieren. Wenn Du ein Konto hast, melde Dich jetzt an, um unter Deinem Benutzernamen zu schreiben.